Ebv İnfeksiyonu Tanısında İndirekt İmmünoflöresan Ve Elısa Metodlarının Karşılaştırılması
Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan, Bahadır Feyzioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Ebv İnfeksiyonu Tanısında İndirekt İmmünoflöresan Ve Elısa Metodlarının Karşılaştırılması
ComparatIve EvaluatIon Of IndIrect Immunofluorescence Assay And ElIsa For The DIagnosIs Of Ebv
EBV enfeksiyonunun serolojik tanısı birden fazla antikor yanıtının değerlendirilip yorumlanmasıyla yapılmaktadır. Bu çalışmada VCA IgM, VCA IgG ve EBNA IgG antikorlarının IFA ve ELISA tanı metodlarıyla çalışılması ve bu metodların tanı değerlerinin karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmaya Mononükleoz şüpheli 100 serum örneği dahil edildi. IFA referans metod olarak kabul edildi ve bu doğrultuda örnekler, EBV enfeksiyonu tanı standartları göz önüne alınarak; Seronegatif, Akut enfeksiyon, Yeni geçirilmiş enfeksiyon ve Eski enfeksiyon gruplarına ayrıştırıldı. ELISA ile aynı standart kriterler doğrultusunda oluşturulan grupların bu IFA grupları ile uyumu araştırıldı. Herbir antikor her iki test bazında ayrı ayrı değerlendirilerek ELISA için duyarlılık ve özgüllük oranları belirlendi. Her iki metodun uyumu Seronegatiflik, Akut enfeksiyon, Yeni geçirilmiş enfeksiyon ve Eski enfeksiyon için sırasıyla %41, 100, 14,7 ve 74,5 olarak bulundu. Tek bir antikor bazında IFA’ya göre ELISA metodu değerlendiridiğinde, VCA IgM testinin duyarlılığı %100, özgüllüğü %90,8, VCA IgG’nin duyarlılığı ve özgüllüğü %61,5 ve %53, EBNA IgG’nin ise %78,7 ve %81,1 şeklinde bulundu.Her iki testin; Seronegatif, Yeni geçirilmiş enfeksiyon ve Eski enfeksiyon belirleme oranlarında farklılık göze çarpmaktadır. ELISA VCA IgG testi IFA referans teste göre yetersiz performans sergilemiştir. Her iki testin tercih edilebilirliği; testlerin tanı güvenilirliğinin yanı sıra, laboratuvarların teknik ve personel donanımı ve mali olanaklar göz önüne alınarak değişebilir.
\r\n
The serologic diagnosis of EBV infection is made by evaluating and interpreting by more than one antibody response. In this study, it is aimed to be studied of VCA IgM, VCA IgG and EBNA IgG antibodies by IFA and ELISA methods and to evaluate diagnostic values. One hundred serum samples which are suspicious of infectious mononucleosis were included in to the study. IFA was accepted as the reference method and the concordance of IFA and ELISA methods was investigated. VCA IgM, VCA IgG and EBNA IgG antibodies were evaluated according to both tests and their sensitivity and specificity rates were determinated for ELISA method. The concordance of ELISA and IFA method for seronegative, acute infection, new infection and past infection were 41%, 100%, 14,7%, 74,5% respectively. When the ELISA method was evaluated according to IFA reference test in respect of one antibody, the sensitivity of VCA IgM test was 100%, the specificity was 90,8%, the sensitivity and specificity of VCA IgG were 61,5% and 53%, EBNA IgG results were 78,7% and 81,1%. There was a difference in determination rates of seronegative, new infection and past infection of both tests. ELISA VCA IgG test had an insufficient performance according to IFA reference test. The performance of both tests can change by some factors such as technique, qualification of personnel and financial possibilities.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kan Merkezimize Başvuran Gönüllü Donörlerde Hepatit B, Hepatit C Ve Hıv Seroprevalansı
Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Kan Merkezimize Başvuran Gönüllü Donörlerde Hepatit B, Hepatit C Ve Hıv Seroprevalansı
Serroprevalance Of HepatItIs B, HepatItIs C And Hıv At Volunteer Blood Donor Who ApplIed Our Blood Center
Hepatit B, hepatit C ve HIV kan ve cinsel yolla bulaşan viral infeksiyonlardır. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi kan Merkezine başvuran sağlıklı donörlerdeki hepatit B, hepatit C ve HIV prevalansını retrospektif olarak tespit etmeyi amaçladık. Ocak 1993-Haziran 2003 tarihleri arasında kan merkezimize başvuran 169708 donörden alınan kanlardan ayrılan serumlarda HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV test sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Kan merkezimize başvuran sağlıklı donörlerdeki HBsAg prevalansı 1993 yılında %7.3 bulunurken, yıllar boyu azalarak 2000 yılında %1.6 2001 yılında %1.7, 2002 yılında %2.1 2003 yılının ilk altı ayında %1.8 bulunmuştur. Bu donörlerde anti-HCV prevalansı 1997 yılında %0.24, 1998-99 yıllarında %0.25, 2000 yılında %0.23, 2001 yılında %0.10, 2002 yılında %0.20 ve 2003 yılının ilk altı ayında %0.15 bulunmuştur. Anti-HIV testi 8 hastada şüpheli pozitif bulunmuş fakat doğrulama testiyle pozitif bulunan olmamıştır. Ortalama HBsAg prevalansı %3.8 bulunmuştur. Kan ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarla mücadelede; bilgilendirme ve aşılama çalışmalarıyla olumlu yönde mesafe kaydedilmiştir. Bu durum yıllar içinde donörlerdeki HBsAg prevalansındaki düşüşte etkili olmuştur. 2001 yılında 1998-99 yılına göre anti-HCV prevalansında azalma olmuştur. Bununla birlikte, Hepatit C virusunun bulaşması aşılamayla engellenemediğinden bu değerler çok fazla azalmamaktadır. Altı yıl içindehiç bir HIV pozitif donöre rastlanmamıştır. Bu da donör bilgi formlarıyla HIV şüphesi olabilecek donörlerin ekarte edildiğini ve/veya bu kişilerin kan donörü olmak istemediğini düşündürmektedir.
Seroprevalance of hepatitis C and HIV are viral diseases transmitted by blood transfusion and sexual contact. In this study we aimed to evaluate the seroprevalance of hepatitis B, hepatitis C and HIV at healthy volunteer blood donor who applied to the blood center of Meram Medical Faculty of Selcuk University. HBsAg, anti-HCV and anti-HIV test results were evaluated retrospectively between January 1993-June 2003 at 169708 blood donor who applied our blood center. HBsAg prevalance in the healthy blood donor which applied our center was 7.3% in 1993 and decreased by years to 1.6% in 2000, 1.7% in 2001, 2.1% in 2002, 1.8% in first half part of 2003. Anti-HCV prevalance in these donors were 0.24% in 1997, 0.25% in 1998 and 1999, 0.23% in 2000, 0.10% in 2001, 0.20% in 2002 and 0.15% in first half part of 2003. Anti-HIV test was reactive in 8 sera but by the confirmation test no positive test was found. The average HBsAG prevalance was 3.8%. The improvement was provided in Hepatitis B, C and HIV prevalance in blood donors by the way of vaccination and education. As a result the HBsAg prevalance was decreased gradually. Anti-HCV prevalance was decreased in 2001 according to 1998-99. However the prevalance of hepatitis C was not decreased because vaccination was not possible.No HIV positive blood donor was found during six years. This is due to HIV doubtful blood donors separated by means of blood donor information form or these kind of person don’t want to be a blood donor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Seluk Unıversitesi Tıp Fakultesı İnfeksiyon Hastalıkları Klıni '6ınde Izlenen Akut Vıral Hepatıt Olgularının Degerlendırılmesı
Mehmet Bitirgen, Emel Türk Arıbaş, Ekrem Çopur
Araştırma makalesi
Özeti
Seluk Unıversitesi Tıp Fakultesı İnfeksiyon Hastalıkları Klıni '6ınde Izlenen Akut Vıral Hepatıt Olgularının Degerlendırılmesı
EvaluatIon Of Cases WIth Acute VIral HepatItIs HospItalIzed In The ClInIc Of InfectIous DIseases, Faculty Of MedIcIne Selcuk UnIversIty
Selcuk Universitesi Tip Fakultesi infeksiyon Has-taliklari Kliniginde 1990-1995 yillarinda yatirilarak izlenen 182 akut viral hepatit olgusu dekerlendirildi. Olgularin % 26.40'inda akut hepatit A, % 69_231iinde akut hepatit B. % 1.62'sinde akut hepatit D (Delta ko infeksiyon ye super infeksiyon) ye % 2_75'inde de akut hepatit C saptandi.
182 cases with acute viral hepatitis hospitalized in the Clinic of Infectious Disease Faculty of Me-dicine. Selcuk University were evaluated between 1990 and 1995 acute viral hepatitis A was detected in 26.40 %, acute viral hepatitis B in 69.23 %, acute viral hepatitis D (Delta co-infection and super-infection) in 1.62 % and acute hepatitis C in 2.75 %.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Romatoid Artritli Hastalarda Parvovirus B19 Antikorlarının Sıklığının Araştırılması
Hatice Türk Dağı, Mehmet Özdemir, Metin Doğan, Osman Tüfekçi, Seher Küçüksaraç, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Romatoid Artritli Hastalarda Parvovirus B19 Antikorlarının Sıklığının Araştırılması
InvestIgatIon Of ParvovIrus B19 AntIbodIes In PatIents WIth RheumatoId ArthrItIs
Viruslarla infekte hastalarda artritik semptomlar sık görülür. Parvovirus B19 herhangi bir eklemi etkileyebilir ve artrite yol açabilir. Parvovirus B19 infeksiyonu ile ilişkili artropatinin jüvenil artrit veya romatoid artritin (RA) tanı kriterlerini taklit ettiği bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı romatoit artritli hastalarda parvovirus B19 infeksiyonunun sıklığını belirlemektir. Amerikan Romatoloji Derneği’nin tanı kriterlerine göre RA tanısı alan 114 hasta ve 46 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Bu hastalarda Parvovirus B19 antikorları, Enzim Immunoassay yöntemiyle Ridascreen parvovirus IgM ve IgG kiti ile saptandı. Parvovirus B19 IgM akut artropati tanısı alan 114 hastanın 15’inde (%13.2), 46 sağlıklı kontrol grubunun 6’sında (%13) tespit edildi. Parvovirus B19 IgG, RA’lı 114 hastanın 85 (%74.5)’inde ve kontrol grubunun 29(%63)’unda pozitif olarak belirlendi. Romatoid artritli hastalarda parvovirus B19 infeksiyonunun sıklığı, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Bu bulgular ışığında Parvovirus B19, RA’nın etiyolojisinde sadece yardımcı veya ilişkili faktör olabilir.
Arthritic symptoms are frequent in patients infected with viruses. Parvovirus B19 may affect any joint and cause arthritis. It was reported that arthropathy associated with B19 infections resembles the diagnostic criteria of rheumatoid arthritis (RA) or juvenile arthritis. This study was aimed to determine the frequency of human parvovirus B19 infection in patients with rheumatoid arthritis. 114 patients diagnosed RA according to criteria of American College of Rheumatology and 46 healthy people were included in control group in this study. Parvovirus B19 antibodies were detected by Enzyme Immunoassay method by Ridascreen parvovirus IgM and IgG kits. Parvovirus B19 IgM was detected in 15 of 114 (13.2%) patients with acute arthropathy and 6 of 46 (13%) healthy control group. Parvovirus B19 IgG was determined in 85 of 114 (74.5%) patients with RA and 29 of 46 (63%) control group. The frequency of parvovirus B19 infection in patients with RA as compared with control groups was not statistically significant. So parvovirus B19 might be only a contributing and/or associated factor with RA etiology.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ürıner Sıstem İnfeksiyonlarında Mycoplasma'larin Rolü
Murat Günaydın, Emine İnci Tuncer, Bülent Baysal, Ahmet Saniç, Halil Özerol
Araştırma makalesi
Özeti
Ürıner Sıstem İnfeksiyonlarında Mycoplasma'larin Rolü
Role Of Mycoplasmas In UrInary Tract InfectIons
146 kadın ve 82 erkek olmak üzere toplam 228 üriner enfeksiyon şikayeti olan erişkin hastanın idrar-ları Mycoplasma yönünden incelenmiştir. Erkek hastaların 22'sinde (%27.5) kadın hasta-ların 43'ünde (9 29.6) Ureaplasma urealyticum tesbit Myceplasma hominis ise erkek hastaların 6'sında (%7.5) ve kadın hastaların 17 sende (%11.67) mevcuttu. Yalnız 1 erkek hastada (%1 .25) ve 7 kadın hastada (%4.8) her iki mikroorganizma beraberce bulunmuştur. Sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştıril-unsur. Rutin idrar kültürlerinde bakteri ı2retilemeyen hastalara yaklaşımda ve penicillin tedavisine cevap vermeyen üretritlerde Mycoplasma enfeksiyonunun da diişünübrıesi gerekmektedir.
Urine specimens fromtotally 228 adult patients (146 worrıen, 82 men) suffering from urinary tract infection were examined for Mycoplasma Species. Ureaplasma urealyticum was found in 22 of males (27.5%) and 43 of females (29.6%). Myco-plasma hominis was found in 6 of males (7.5 %) and 17 of ferriales (11.7 %). Both of the microorganisms were detected in one male ( 1.25%) and 7 females (4.8%) only. Results were compared with those of the controls. In approach to a patient whose urine culture negative, and with urethritis resistant to penicillin therapy a Mycoplasrna infection must be concerned.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
A Grubu Beta Hemolitik Streptokokların Bazı Beta-Laktam Ve Makrolid Grubu Antibiyotiklere Karşı Direnç Durumu*
Emine İnci Tuncer, Ali Sütçü, Asuman Güzelant, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
A Grubu Beta Hemolitik Streptokokların Bazı Beta-Laktam Ve Makrolid Grubu Antibiyotiklere Karşı Direnç Durumu*
AntIbIotIc ResIstance To Beta-Lactam And MacrolId Group AntIbIotIc DerIvatIves Of Group A Beta He-MolytIc StreptococcI
Boğaz sürüntülerinden izole edilen AGBHS7ara penisilin G (P), amoksisilin + klavulanik asit (AMC), ampisilin + sulbaktam (SAM), sefadroksil (CFR), erit-romisin (E), klaritromisin (CLR) ve azitromisin (AZM)'in etkileri Kirby - Bauer disk difüzyon yöntemi ile test edilmiştir. İn vitro koşullarda 220 şuşta P du-yarlılığı % 100 bulunmuştur Bunun yanında AMC ve SAM direnci % 0 iken, Ele % 6, CLR'e % 7, AZM'e % 8 ve CFFVe % 9 oranlarında direnç saptanmıştır. AGBHS infeksiyonlann tedavisinde, P, AMC ve SAM hata ilk seçenektir.
The effects of penicilin G(F'), amoxicilin + kla-vulanic acid (AMC), + ampicilin + sulbactam (SAM), cefadroxil (CFR), erythromycin (E), clarithromycin (CLR) and azithromycin (AZM) to GABHS isolated from throat smear were analyzed using Kirby-Bauer disk diffusion technique. In-vitro, P sensitivity in 220 strains found in 100%. The resistance were E in 6%, CLR in 7%, AZM in 8%, and CFR in 9% white the re-sistance against AMC and SAM were 0% P, AMC and SAM are stili the first choise for the treatment of GABHS infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
Nezihe Yılmaz, Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş, Çiğdem Artuk, Fatmanur Çakmak
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of Respuratory Syncytıal Vurus (rsv) AntIbodIes In PedIatrIc PatIents WIth Lower RespIratory InfectIon
Respiratuvar Sinsityal Virus (Res-piratory Syncytial Virus-RSV) çocuklarda solunum yolları infeksiyonlarrnın sık hir sehehidir. Bu çalışmada, akut alt solunum yolları infeksiyonu tanısı almış 126 çocuk hastada RSV ye karşı se-rolojik cevap yönünden. spesifik Ig M ve 1g G an-tikoı-laı-ı indirekt Immünolloresans Antikor(1FA) tekniği ile tıı-aştırıldı. RSV-1g M ve RSV-1g G antikorları kan örneklerinde sırasıyla % 44.44 ve % 56.34 olarak saptandı.
Respiratory Syncytial Virus(RSV) is a fi-equent cause of respiratory tract infections in children. In this study. the serological response ta respiratory Syncytial Virus in 126 pediatric patients with lower respiratory infection was investigated hy 1ndirect immunolltıorescence Antibody(IFA) technique for spesific Ig M and 1g G. RSV- Ig M and RSV- 1g G antihodies vere detected in 44.44% and 56.34% of the hlood samples, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İzole Ettiğimiz Candida Albicans Suşlarının Yeniden Değerlendirilmesinde Ne Kadarı Candida Dubliniensis Olarak Belirlendi.
Zafer Çetinkaya, Semra Kurutepe, Beril Özbakkaloğlu, Kenan Dereli, Süheyla Sürücüoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
İzole Ettiğimiz Candida Albicans Suşlarının Yeniden Değerlendirilmesinde Ne Kadarı Candida Dubliniensis Olarak Belirlendi.
ReevaluatIon Of CandIda AlbIcans StraIns For The IdentIfIcatIon Of CandIda DublInIensIs
Bu çalışmanın amacı Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen klinik örneklerden infeksiyon etkeni olarak tanımlanan Candida albicans suşları arasında Candida dubliniensis suşunun olup olmadığını araştırmak ve tür belirlenmesinde CHROMagar Candida besiyerinin güvenirliliğini saptamaktır. Çalışmamızda Candida albicans olarak izole ettiğimiz 140 suşun retrospektif olarak değerlendirilmesi; API 20C AUX, CHROMagar Candida, metil blue-Sabouraud dextroz agar, pirinçunu Tween-80 agar, 42 °C ve 45° C’ de Sabouraud dextroz agar besiyerlerinde üreme durumlarına göre yapılmıştır. Yüzkırk adet suşun ikisi (% 1.4) Candida dubliniensis, 138’i (% 98.6) Candida albicans olarak tanımlanmıştır. Sonuç olarak Candida albicans ve Candida dubliniensis’in tür ayrımında CHROMagar Candida ve 45°C Sabouraud dextroz agar yöntemlerinin birlikte kullanılmasının tanı özgürlüğü, maliyet ucuzluğu ve uygulama kolaylıklarından dolayı rutin tanıda kullanılmasının uygun olacağı kanısına varılmıştır.
The aim of this study was to find out whether there is Candida dubliniensis strain in the clinical preperations from Celal Bayar University Faculty of Medicine Hospital Clinical Mycology Laboratories identified as Candida albicans strains and to determine the reliability of the CHROMagar Candida medium for identification of the species. In our study the evaluation of 140 isolated strains of Candida albicans was performed retrospectively according to the growth profiles obtained by API 20C AUX, CHROMagar Candida methyl-blue Sabouraud dextrose agar, rice flour Tween-80 agar and Sabouraud dextrose agar at 42°C and 45°C. Two (1.4%) of 140 strains were identified as Candida dubliniensis while 138 (98.6%) were identified as Candida albicans. It is concluded that combined use of CHROMagar Candida and Sabouraud dextrose agar at 45 °C in the diferentiation of Candida albicans and Candida dubliniensis strains is convenient in the routine diagnosis based in its specificity cost-effectiveness and simplicity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
Tevfik Küçükkartallar, Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Serhat Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
PrImary Small IntestInal Tumor Cases In Emergency Surgery
İlerlemiş tanı yöntemlerine rağmen ince barsak tümörlerinin teşhisi zordur ve genellikle tanı esnasında ilerlemiş olarak bulunurlar. Bu kanserler sinsi olarak seyreden karın ağrısı ve kilo kaybına veya kanama, obstrüksiyon ve perforasyon gibi cerrahi gerektiren acil durumları oluşturabilirler. Acil şartlarda cerrahi işlem uyguladığımız primer ince barsak tümörlü 29 hastanın kısa dönem sonuçlarını ve klinik deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Kliniğimizde 2005-2011 yılları arasında acil şartlarda ameliyat edilen 29 ince barsak tümörlü hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri araştırılan parametrelerdi. Hastaların 16’sı erkek, 13’ü kadın olup, yaş ortalamaları 62 (35- 80) idi. Tüm vakalar acil şartlarda ameliyat edildi. Vakaların 19’u da instestinal obstrüksiyon, 6’sında invajinasyon, 6’sında perforasyon ve 1’inde ise mezenterik iskemi saptandı. Tümör yerleşimi 14 hastada ileumda, 10 hastada jejunumda ve 5 hastada ise duodenum olarak saptandı. Patolojik tanı olarak en sık 7 olgu GİST ve 7 olgu adenokarsinomdu. İnce barsak rezeksiyonu ve anastomoz en sık uygulanan cerrahi işlemdi. Ameliyat sonrası dört hastada cerrahi alan infeksiyonu, üç hastada anastomoz kaçağı görüldü. Erken postoperatif dönemde beş hastada mortalite izlendi. İnce barsak tümörleri çok nadir olarak görülür. Bulgular spesifik değildir ve tanı sürecinde daha ileri yöntemlere gereksinim duyulmaktadır. Genellikle acil cerrahi tedavi gerektirecek klinik tablo oluşturmaktadır. Tedavinin başlama zamanı sağkalımı belirleyen önemli bir etkendir.
Despite advanced diagnostic methods, diagnosis of small
intestinal tumors is hard and they are generally detected at an
advanced stage. These cancers may form emergency cases that
need to be addressed surgically like bleeding, obstruction, and
perforation or insidious abdominal pain and weight loss. We present
our clinical experiences and the short term results of 29 patients
with primary small intestinal tumors who had undergone emergency
surgical procedures. The data of these 29 patients treated at our
clinic between 2005 and 2011 were retrospectively evaluated. Study
parameters included the patients’ demographic, clinical, radiological,
and pathological characteristics. All the cases underwent emergency
surgery. 16 of the patients were male, while 13 were female, and their
mean age was 62 (35-80). Intestinal obstruction was detected in 19
of the cases, while perforation in 6, and mesenteric ischemia in 4.
Tumors were located in the ileum in 14 patients, in the jejunum in 10,
and in the duodenum in 5. The most frequent pathological diagnoses
were GIST with 8 cases and adenocarcinoma with 8 cases. The
most frequently performed surgical procedures were small intestinal
resection and anastomosis. Four patients developed surgical site
infection and three had anastomotic leaks in the post-op period.
Mortality was seen in five patients in the early post-op period. Tumors
of the small intestine are very rare. The findings are non-specific
and advanced diagnostic methods are needed during the diagnostic
process. They generally cause clinical conditions that necessitate
emergency surgery. The timing of the treatment is a significant factor
determining survival.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İdrar Kültürlerinde, Enfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik
direnç Oranları
Mehmet Balasar, Metin Doğan, Abdülkadir Kandemir, Bahadır Feyzioğlu, Zamin Haşimov, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
İdrar Kültürlerinde, Enfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik
direnç Oranları
InfectIon Agents And AntIbIotIcs ResIstance RatIos At UrIne Cultures
Bu çalışmada idrar yolu infeksiyonu semptomları ile üroloji
kliniğine başvuran hastalardan alınan idrar örneklerinden izole edilen
bakteriler ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Temmuz 2010- Temmuz 2013 yılları arasında kliniğimize başvuran,
idrar yolu infeksiyonu olabileceği düşünülen 5162 hastanın idrar
örnekleri, kültür ve antibiyogramlarının değerlendirilmesi amacıyla
çalışmaya alınmıştır. Tüm idrar örnekleri kanlı agar ve eozin metilen
blue (EMB) agara ekilmiştir. Üreme olan bakterilerin tanımlaması
konvansiyonel yöntemlerle yapılmıştır. Antibiyotik duyarlılıkları disk
difüzyon yöntemi ile test edilmiştir. Toplam 5162 idrar örneğinin
759’unda (%14.7) üreme gözlenmiştir. İdrar örneklerinden en sık izole
edilen bakteri E.coli (%62.6) olmuştur. Bunu sırası ile Enterococcus
spp. (%10.8), Proteus spp. (%6.9), Enterobacter spp. (%6.4),
Klebsiella spp. (%6) ve koagülaz negatif stafilokok (KNS) (%2.8)
takip etmiştir. Proteus spp., Klebsiella spp. suşlarının tümü
imipeneme karşı duyarlı iken, E. coli, Proteus spp., Klebsiella
spp., Enterobacter spp. suşlarında ampisilin (%73) ve sefalotin’in
(%59.4) en az duyarlı iki antibiyotik olduğu gözlenmiştir. İzole
edilen Enterococcus spp. suşlarının tümü (n:82) linezolid duyarlı
iken, %1.2 oranında vankomisin ve yine aynı oranda da teikoplanin
direnci saptanmıştır. Ayrıca Enterococcus spp. suşlarında
%79 (n:65) oranında eritromisin %69.5 (n:57) oranında tetrasiklin,
%57.3 (n:47) oranında siprofloksasin, %56 (n:46) oranında penisilin
direnci saptanmıştır. İdrar yolu infeksiyonlarının tedavisinde, direnç
gelişimini engellemek açısından kültür ve antibiyogram yapılmasının
ve tedavide dar spektrumlu antibiyotiklerin seçilmesinin faydalı
olacağı kanaatine varılmıştır.
It is aimed to determine of antibiotic susceptibility ratios and
isolated bacteria in urine samples of Patients who admitted to
urology clinic with symptoms of urinary tract infection in this study.
Urine samples of 5162 patients who admitted to the hospital between
July 2010 and July 2013 and have urinary tract infection symptoms
were studied in order to evaluate cultures and antibiotic susceptibility
test. All urine samples were inoculated on eosin methylene blue
(EMB) agar and 5% blood agar. The isolated bacteria were identified
by using conventional methods. Antibiotic susceptibility tests were
performed by disk diffusion method. The bacteria were isolated in
759 (14.7%) of 5162 urine sample. The most frequently isolated
bacteria (62.6%) were E.coli in urine samples. Enterococcus
spp. (10.8%), Proteus spp. (6.9%), Enterobacter spp. (6.4%),
Klebsiella spp. (6%) and coagulase-negative staphylococci (CNS)
(2.8%) respectively followed these bacteria. While all isolated
strains of Proteus spp. and Klebsiella spp. were susceptible to
imipenem, Proteus spp. Enterobacter spp. and Klebsiella
spp. susceptibility percentage to ampicillin and sefalotin with
the least of susceptibility ratio were observed to be 73% to 59.4%
respectively. While all isolated strains of Enterococcus spp.
were susceptible to linezolid, resistance ratio of nitrofurantoin,
penicillin, and erythromycin were found to be 7.6%, 17.0%, and
28.3% respectively. In the treatment of urinary tract infections, it is
concluded that the antibiotics treatment should be ordered according
to performed culture and sensitivity tests to prevent the development
of resistance and choosing of narrow-spectrum antibiotics in
treatment should be more useful.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Kesiden Laparoskopik Apandektomi; Bir İlçe Hastanesi Deneyimi
İlhan Ece
Araştırma makalesi
Özeti
Tek Kesiden Laparoskopik Apandektomi; Bir İlçe Hastanesi Deneyimi
SIngle IncIsIon LaparoscopIc Appendectomy;
experIence Of A State HospItal
Laparoskopik cerrahide tek kesiden gerçekleştirilen ameliyat çeşitliliği hızla artmaktadır. Çalışmada tek kesiden laparoskopik apandektomi (TKLA) ve standart laparoskopik apandektomi (SLA) yapılan hastalar karşılaştırıldı. Bir ilçe devlet hastanesine başvuran ve laparoskopik apandektomi uygulanan toplam 31 hasta çalışmaya dahil edildi. On dokuz hastaya SLA, 12 hastaya ise TKLA yapıldı. Ameliyat süresi, hastanede kalma süresi, ağrı, oral gıda başlama zamanı ve komplikasyonlar karşılaştırıldı. Her iki gruptaki hastaların demografik verileri arasında fark saptanmadı. TKLA ve SLA grubunda sırasıyla ameliyat süresi (65.8-58.9dk p>0.05), hastanede kalma süresi (1.8- 1.3 gün p>0.05), oral gıda başlama zamanı (12-14 saat p>0.05) ve vizüel analog skala (VAS) ile gerçekleştirilen ağrı skorlamasında (2.8-2.6 p>0.05) fark tespit edilmedi. TKLA grubunda bir hastada (% 8.3), SLA grubunda iki hastada (% 5.2) cerrahi alan infeksiyonu gelişti. Tecrübeli merkezlerde TKLA, standart laparoskopik apendektomiye ciddi bir alternatif olabilir. Özel aletler gerektirmemesi nedeniyle laparoskopi yapılan her merkezde uygulanabilir.
Single incision laparoscopic surgery is a rapidly evolving laparoscopic surgical approach. We report a comparison of single incision laparoscopic appendectomy (SILA) and standard laparoscopic appendectomy (SLA). Thirty-one patients who applied to a city hospital, and underwent laparoscopic appendectomy were included in this study. Twelve patients received SILA and 19 patients received SLA. Operation time, hospital stay, postoperative pain, diet, and postoperative complication were reviewed. There were no statistically significant differences in patients demographics and no differences between SILA, and SLA patients respectively, in operation time (65.8-58.9 minutes p>0.05), duration of hospitalization (1.8-1.3 days p>0.05), mean visual analogue scale score (2.8-2.6 p>0.05), and return to diet (12-14 hours p>0.05). Single incision laparoscopic appendectomy in experienced centers, can be a serious alternative to conventional laparoscopic appendectomy. Laparoscopy can be applied in each center, because it does not require special tools.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı Cisim
Ali Acar, Arif Ali Gençtürk, Mehmet Balasar, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Yasin Çelebi
Olgu sunumu
Özeti
Üretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı Cisim
Urethral ForeIgn Body
Üretranın anatomik bütünlüğünü bozarak infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler merak, erotik stimülasyon, infravezikal obstrüksiyonu açmak amacıyla konmaktadır. 60 yaşındaki bir hastada beningn prostatik hiperplazi (BPH)' nin neden olduğu infravezikal obstrüksiyonu açma amacıyla üretraya konmuş 90 cm boyunda bir elektrik kablosu belirlendi.
Distruction of urethral anatomic continuation resulted from some complication like infections , rupture and fistula which arise from foreign body insertion . These foreign bodies are inserted for desire, erotic stimulation and infravesical obstruction. A 60 years old male patient presented with uretheral foreign body (90 cm electric cable) which thought to be inserted for overcoming the infravesical obstruction which resulted from BPH.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Süleyman Ömer Anlıaçık, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Acute SInusItIs In A PatIent WIth PerIorbItal CellulItIs, MenIngItIs And
sInus VeIn ThrombosIs
Sinüzitin medikal tedavisindeki bunca gelişmelere karşın
halen en önemli intrakraniyal sepsis sebeplerinden biridir. Sinüzit
komplikasyonları çok sık görülmez ancak; infeksiyonun orbita ve
intrakraniyal dokulara hızla yayılması; subdural ampiyem, menenjit,
beyin absesi ve kavernöz sinüs trombozu gibi çok ciddi ve mortalitesi
yüksek komplikasyonlar ortaya çıkarabilmektedir. Bu nedenle sinüs
infeksiyonlarının nerelere yayılabileceğinin bilinmesi önemlidir. Bu
vaka sunumunda sinüzit komplikasyonu olarak periorbital selülit,
venöz tromboz ve menenjit gelişen 26 yaşında bir bayan hasta
sunuldu.
Despite all these advances in medical treatment, sinusitis
is still one of the most important reasons for intracranial sepsis.
Complications of sinusitis is not very common but; the rapid spread
of the infection to orbital and the intracranial tissue can be raised
very serious and high mortality complications such as subdural
empyema, meningitis, brain abscess and cavernous sinus thrombosis.
Therefore, it is important to know where sinus infections can spread.
In this case report, a 26 year old female patient was presented with
periorbital cellulitis, venous thrombosis and meningitis developed as
a complication of sinusitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Plevral Efüzyona Sebep Olan Kardiyak Ekinokokkozis
Şerife Nur Sağmanlıgil, Savaş Yaşar, Hüseyin Çiçek, Oktay İmecik
Araştırma makalesi
Özeti
Plevral Efüzyona Sebep Olan Kardiyak Ekinokokkozis
CardIac EchInococcosIs CausIng Pleural EffusIon
Önceden sağlıklı 20 yaşında bayan hasta şiddetli göğüs ağrısı sebebiyle kliniğe alındı. Sol hemitoraksta plörezi tespit edildi ve torasentez uygulandı. Alınan sıvı bulanık görünümünde idi ve biyokimyasal testler ile eksuda özellikleri belirlendi. Bakteriyolojik testler negatif olmasına rağmen, antibakteriyel tedavi uygulandı. Bilgisayarlı To-mografi ve Magnetik Reznans Görüntüleme teknikleri ile kardiak kist hidatik tespit edildi ve 2 boyutlu eko-kardlografi ile tanımiandı. Albendazol ile antihelrninfik tedavi başlandı ve 1. ve 2. ayda yapılan kontrollerle plevral efüzyonda rezolüsyonun başladığı tespit edildi. Bu olguda, kardiak kist hidatik ve plevral efüzyonun yerleşim özellikleri sebebiyle bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Plevral sıvının bulanık olmasını, sekonder infeksiyon gelişirnine bağlıyoruz.
A previously well 20 years old girl presented with sudden chest pain. After lett sided pleuresy diagnosed, thoracocentesis was performed. The appearance of fluid was turbiddy and exudative features were confirmed by biochernical tests. Although bacteriologic tests were negative, antibacterial therapy was applied. By Computerized Tomoraphy scan and Magnetic Resonance Imaging cardiac cyst hydatid was identified and twa dimensional echocardiograpy confirmed the diagnosis. We applied medical antihelmintic treatmerıt of Albendazole and 2 months later control examinations indicated partially resolufion of pleural effusion. We consider there is existing a localizational relationship between cardiac cyst hydatid and pleural effusion. Possibfy, the turbiddy appearance of pleural fluid is due ta development of seconder infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brucella Myokarditine Bağlı Bir Reversibl Sol Dal Bloğu Vak'ası
Metin Özenci, Hatice Özenci, Fikret Güldoğan, Hasan Hüseyin Telli, Müfid İspanoğlu, Sedat Yüksel, Fatih Tuncel, Selim Karahan, Nedret Albayrak, Mehdi Yeksan
Araştırma makalesi
Özeti
Brucella Myokarditine Bağlı Bir Reversibl Sol Dal Bloğu Vak'ası
A Reversıbl Left Branch Block Case Connected To The Brucella Myocardıte
Brucella myokarditinin neden olduğu bir sol dal bloğu vakasi takdim edilmektedir. Myokard hasarı gösteren sol dal bloğunun infeksiyonun tedavisi ile normale dönüşmesi ilginç bulunmuştur.
A case with left bundie brach block caused by brucella infection is presented. In this case, left bundle branch block, zvhich is always known to be due to myocardial damage, was reversed to normal rhythm by treatment of the inteeton.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde 1990–2004 Yılları Arasında Yatırılarak İzlenen Akut Viral Hepatit Olgularının Değerlendirilmesi
Bahar Kandemir, Mehmet Bitirgen, Emel Türk Arıbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde 1990–2004 Yılları Arasında Yatırılarak İzlenen Akut Viral Hepatit Olgularının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Cases WIth Acute VIral HepatItIs HospItalIzed Between 1990-2004 In The ClInIc Of InfectIous DIseases, Meram Faculty Of MedIcIne, Selcuk UnIversIty
Amaç: 1990–2004 yılları arasında kliniğimizde akut viral hepatit tanısı ile yatan 561 olgu etyolojik, epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerinin belirlenmesi amacı ile geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Akut hepatit semptom ve bulguları olan hastalarda viral hepatit belirleyicilerinin saptanmasında ELISA ve PCR yöntemleri kullanıldı. Bulgular: Olgular 7–77 yaş arasında olup yaş ortalaması 26.76±14.51 idi. Olguların 297’si erkek, 264’ü kadın olup 270’i (%48.2) HAV, 233’ü (%41.5) HBV, 18’i (%3.2) HCV, 3’ü (%0.5) HDV, 1’i (%0.2) HEV, 4’ü (%0.7) HAV+HBV koinfeksiyonu, 3’ü (%0.5) diğer ve 29 tanesi (%5.2) etiyolojisi saptanamayan grupta yer aldı. Hepatit A olgularının en sık sonbahar ve kış aylarında ve daha çok öğrencilerde görüldüğü saptandı. Olguların 377 tanesinde (%67.2) bulaşma yolu saptanamadı. En sık görülen yakınmalar halsizlik (%73.8), sarılık (%67), bulantı (%66.1) ve idrar renginde koyulaşma (%56.9) idi. En sık görülen bulgular ise ikter (%85), hepatomegali (%44) ve splenomegali (%8.2) idi. Ortalama AST değeri 1433.38 (106–7963), ortalama ALT değeri 1951.96 (218–15596), total bilirübin ortalama değeri ise 9.13 (1.3–35) idi. Sonuç: Olguların büyük bir kısmında bulaş için herhangi bir risk faktörünün bulunamaması, aşılanma ile önlenebilir olması hepatit A ve B’ye karşı aşılamanın önemini ortaya koymuştur.
Aim: Patients who diagnosed acute viral hepatitis between 1990-2004 were avaluated for etiological, epidemiological, clinical and laboratory characteristics, retrospectively. Material and method: Patients who had acute symptoms and physical examination findings suggesting acute viral hepatitis were evaluated by ELISA and PCR methods. Results: Mean age of the patient group was 26.76±14.51 years (7-77). 297 of the patient groups were male, 270 of them were female. Acute viral hepatitis A, B, C, D, E were diagnosed in 270 (48.2%), 233 (41.5%), 18 (3.2%), 3 (0.5%), 1 (0.2%) patients respectively. Hepatitis A + B coinfection were diagnosed in 4 (0.7%) patients whereas; in 29 patients (5.2%) diagnosis remained obscured. Acute viral hepatitis A was tend to occur in students during autumn and winter. Route of infection could not be identified in 377 (67.2%) patients. Weakness (73.8%), jaundice (67%), nausea (66.1%) and dark urine (56.9%) are the most frequent complaints whereas; jaundice (85%), hepatomegaly (44%) and splenomegaly (8.2%) were the most common signs noted during physical examination. Mean AST, ALT, total bilurubin values were 1433.38 (106-7963), 1951.96 (218-15596), 9.13 (1.3-35) respectively. Conclusion: Value of anti-hepatitis A and B virus vaccination is underlined because of lackness of any transmission-associated risk factors in majority of acute viral hepatitis patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hastane İnfeksiyonu Profilaksisinde Selektif Digestif Dekontaminasyon
Cüneyt Kuru, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Hastane İnfeksiyonu Profilaksisinde Selektif Digestif Dekontaminasyon
SelectIve DIgestIve DecontamInatIon In HospItal InfectIon ProphylaxIs
infeksiyon yoğun bakım ünitelerinde yatan has-talarda sık rastlanan ve hayatı tehdit edici komp-iikasyonlann başında gelir. Multiorgan yetmezliği bu hastalarda en sık rastlanan ölüm sebebidir ve çoğunlukla infeksiyon kaynaklıdır (1). On yıldır yapılagelen araştırmalar ünitelerin tipine ve altta yatan hastalığın ciddiyetine göre bu hastalarda 0/ 10 ile %50 oranında infeksiyon geliştiğini göstermiştir (2,3). Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) kafış süresi ile infeksiyon gelişme riski arasında da bir ilişki söz ko-nusudur. YBÜ' ne girişten beş gün sonra %50 , on gün sonra ise %90 oranında infeksiyon geliştiği , bu infeksiyonların %50-80'inin gram(-) bakteriler, %20- 40'ının ise gram(+) bakteriler tarafından oluşturuldukları bildirilmektedir (4,5).
It is one of the most common and life-threatening complications in patients hospitalized in infectious intensive care units. Multiorgan failure is the most common cause of death in these patients and is mostly caused by infection (1). Studies conducted for ten years have shown that infection develops between 0/10 and 50% in these patients, depending on the type of units and the severity of the underlying disease (2,3). There is also a relationship between the duration of the head in the intensive care unit (ICU) and the risk of developing infection. It has been reported that infection occurs at a rate of 50% five days after admission to the ICU and 90% after ten days, 50-80% of these infections are caused by gram (-) bacteria and 20-40% by gram (+) bacteria ( 4.5).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
Aysun Görkem, Ayşe Ruveyda Uğur, Bahadır Feyzioğlu, Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of ParaInfluenza VIrus Caused Lower RespIratory Tract InfectIons In PedIatrIc PatIents
Özet
Amaç: Parainfluenza virüslerinin (PIV) neden olduğu solunum yolu infeksiyonları bebek ve küçük çocuklarda başlıca morbidite ve hastanede yatış nedenleri arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle takip edilen çocuk hastalarda Parainfluenza virüs infeksiyonlarının sıklığının ve mevsimsel dağılımının araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında çeşitli çocuk kliniklerinde alt solunum yolu infeksiyonu ön tanısıyla ayaktan ve yatarak takip edilen 18 yaş altı hastaların nazofaringeal sürüntü örneklerinde PIV etkeni multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (m-PZR) yöntemi ile çalışıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda değerlendirmeye alınan 1983 çocuk hastadan 224’ünde (%11.3) solunum yolu örneğinde PIV tiplerinden herhangi biri tespit edilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında etken olarak en sık PIV-3 (%75) saptanmıştır. Bunu sırasıyla %15.17 ile PIV-4, %5.8 ile PIV-1 ve %4 ile PIV-2 takip etmektedir. Hastaların %75.9 oranında 5 yaş ve altında olduğu belirlendi. Mevsimsel dağılım incelendiğinde, PIV-3 ‘ün sıklıkla (%53.6) yaz aylarında, PIV-1 ve PIV-2’nin ise tamamına yakınının sonbahar ve kış aylarında görüldüğü belirlendi.
Sonuç: Hasta grubunda sıklıkla alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olan PIV-3 belirlendi. PIV’lerin neden olduğu solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin m-PZR yöntemi ile belirlenmesi, klinisyenlere bu viral infeksiyonların tedavi ve korunmasında faydalı olacaktır.
Abstract
Aim: Respiratory infections caused by PIV are related to major morbidity and hospitalization rates in infants and young children. The aim of the present retrospective study is to investigate the rate and seasonal distribution of PIV infections in pediatric patients with lower respiratory tract infections.
Patients and Methods: Nasopharyngeal swab specimens of pediatric in- and outpatients with the diagnosis of lower respiratory infection were collected from various pediatric clinics between January 2014 and December 2016. PIV types 1, 2, 3 and 4 were identified by multiplex real time PCR method.
Results: One of the four PIV types was identified in 224 of 1983 nasopharyngeal swab specimens of patients aged less than 18 years (11.3%). PIV-3 was the most common agent among the subtypes (75%) followed by PIV- 4 (15.2%). The rate of PIV-1 and PIV-2 were 5.8% and 4%, respectively. Of all pediatric patients, 75.9% were under 5 years of age. When the seasonal distribution was examined, it was determined that PIV-3 was frequently observed in summer (53.6%), whereas PIV-1 and PIV-2 were observed in autumn and winter months.
Conclusion: PIV-3 was the most common subtype. Prompt identification of PIV by multiplex real time PCR method would be very helpful for clinicians in the treatment and prevention of the respiratory infections caused by viral pathogens.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Selma Çivi, İbrahim Çivi
Araştırma makalesi
Özeti
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Complıcatıons Of Intermedıate Vehıcles Perforatıon
Geri dönüşlü ve etkinliği yüksek bir yöntem ulan rahim içi araçları (RİA) da mortalite ve morbidite, istenmiyen gebeliklerin tıbbi ve sosyal riskleri ile kıyaslandığında önemli ölçüde azdır. Etkinliği yüksek yöntemlerden doğum kontrol hapları ile kıyaslandığında mortalite RİA'larda daha azdır. Buna karşın kanama, pelvisin iltihabi hastalıkları ve uterus perforasyonu nedeni ile morbiditeleri daha fazladır. RİA'ların uterusa uygun biçimde yerleştirilmemeleri gebelik, aracın atılımı, kanama, ağa, perforasyon ve infeksiyon gibi tüm büyük komplikasyonların temel nedenidir. Uterus perforasyonu RİA uygulammında ciddi bir komplikasyondur. Perforasyon tehlikesi uygulanan rahim içi aracın şekline, büyüklüğüne ve yapısına, uygulanma yöntemine, uterusun durum ve biçimine, uygulayıcının deneyim ve bilgisine bağlıdır. Tüm bu etmenlerden uygulayıcısının deneyim ve ustalığı en önemli olandır. RİA'ı uygulayan hekim ve hekim dışı sağlık personelinin (ebe, hemşire) pelvisin anatomisi, fizyolojisi, hastalıkları ve rahim içi araç konusunda özel eğitim alması gereklidir. Bu yazıda hekimlerin uyguladığı 3, ebelerin uyguladığı 3 rahim içi araca bağlı, 5 fundal, 1 servikal perforasyon olgusu sunulmuş, perforasyonu oluşturan nedenler tartışılmıştır.
Intrauterine devices (IUDs), which use a reversible and highly efficient method, significantly lower mortality and morbidity compared to the medical and social risks of unwanted pregnancies. Mortality is less in IUDs compared to birth control pills, which is one of the most effective methods. On the other hand, morbidity is higher due to bleeding, inflammatory diseases of the pelvis and uterine perforation. Failure to properly place the IUDs in the uterus is the main cause of all major complications such as pregnancy, evacuation of the vehicle, bleeding, mesh, perforation and infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sternum Ayrışması Gelişen Hastalarda Alternatif Kapama Yöntemleri: Sternal Kelepçe Ve Titanyum Sternal Plak Fiksasyon Yöntemlerinin Artıları, Eksileri
Ömer Tanyeli
Araştırma makalesi
Özeti
Sternum Ayrışması Gelişen Hastalarda Alternatif Kapama Yöntemleri: Sternal Kelepçe Ve Titanyum Sternal Plak Fiksasyon Yöntemlerinin Artıları, Eksileri
AlternatIve Sternal Closure Methods In PatIents WIth DehIsced Sternum: Pros And Cons Of Sternal Talon And TItanIum Sternal Plate FIxatIon
ÖZ
Amaç: Sternal ayrışma, kalp cerrahisi sonrasında en sıkıntılı komplikasyonlardan birisidir. Her ne kadar sternal ayrışma erken dönemde fark edildiğinde basit yöntemlerle tedavi edilebilse de, tedavideki başarısızlık veya gecikme, oldukça ölümcül olan mediastinit ile sonuçlanabilir. Bu çalışmada, başta sterna kelepçe ve titanyum sterna plaklar olmak üzere, alternatif sternum kapama yöntemlerinin özellikleri incelenmiştir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Nisan 2015 ve Ocak 2018 tarihleri arasında, herhangi bir nedenden dolayı açık kalp cerrahisi sonrasında sternum ayrışması gelişen hastalar dahil edilmiştir. Hastalar demografik özellikleri, sternal ayrışma için risk faktörleri, operasyon tipleri ve özellikle sternal kelepçe ve titanyum sternal plakla olmak üzere sternum stabilizasyon yöntemleri açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 45 hasta sterna ayrışma nedeni ile cerrahi stabilizasyon ameliyatına alındı. Otuz dört (%75.6) hasta erkek, 11 (%24.4) hasta kadındı. İlk operasyondan sternum ayrışması gelişene kadar geçen ortalama süre 68.5 gündü (1-780 gün). Ortalama vücut-kitle indeksi 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2) olarak bulundu. Sternal fiksasyon öncesi ortalama CRP değeri 68.34 iken, taburculuk öncesi 75.55 idi. Eşlik eden risk faktörleri koroner arter hastalığı için internal mammaryan arter (IMA) çıkartılması, diabetes mellitus (DM), astım, kronik obstruktif akciğer hastalığı ve ileri yaş olarak tespit edildi. Ortalama post-operatif yoğun bakım kalış süresi 5.02 gün (1-29gün) iken, hastanede yatış süresi 17.18 gün (2-74 gün) olarak bulundu. Üç hastada (%6.67) erken dönemde mortalite gözlendi. Operasyonda ilk tercih edilen yöntem basit kapama ve/veya Robicsek yöntemi iken, 24 hastada (%53.3) sternal kelepçe ve/veya titanyum plak yöntemleri kullanıldı. DM hem hastane, hem yoğun bakım kalış süreleri ile operasyon sonrası toplam yatış sürelerini artırmaktadır. DM, aynı zamanda yüzeyel ve derin sternal infeksiyon gelişme riskini artırmaktadır (p<0.05). Sonuç: İdeal sternal kapama tekniği sternumu stabilize ederken, maliyet-etkin olmalı, minimum post-operatif komplikasyonlarla birlikte en kısa hastanede yatış süresini sağlamalıdır. Sağlam interkostal aralığı olan hastalarda sternal kelepçe, genellikle sıkı yapışıklıkların neden olduğu kardiyak rüptür gibi ciddi komplikasyonların elimine edilmesini sağlar. Sternal plaklar, özellikle stabil interkostal aralıkları olmayan parçalı kırıklarda oldukça etkilidir. Bütün hastalar, sternumdaki lezyonların ve kırıkların tiplerine göre değerlendirilerek tedavi edilmelidirler.
ABSTRACT
Aim: Sternal dehiscence is one of the most troublesome complications following cardiac surgery. Although it can be corrected by simple methods if detected earlier, treatment failure or delay in sternal dehiscence may result in mediastinitis, which is highly lethal. In this study, we aimed to investigate alternative sternal closure systems, mainly sternal talon (STalon) and titanium sternal plates (SPlate). Patients and Methods: In between April 2015 and January 2018, patients with sternal dehiscence after any kind of open cardiac surgery were included in this study. These patients were retrospectively evaluated according to the their demographic data, risk factors for sternal dehiscence, type of operations, techniques used for fixation of the sternum, mainly focusing on the STalon and titanium SPlate fixation. Results: A total of 45 patients were taken into surgical correction because of sternal dehiscence. Thirty-four (75.6%) of the patients male, whereas 11 (24.4%) were female. Mean time interval after the first operation to sternal dehiscence was 68.5 days (1-780 days). Mean body-mass-index (BMI) was 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2). Before the sternal fixation, mean CRP value was 68.34, whereas it was 75.55 before discharge. Confounding risk factors were internal mammarian artery (IMA) harvesting for coronary artery disease, diabetes mellitus, bronchial asthma, chronic pulmonary artery disease and advanced age. Mean post-operative intensive care unit (ICU) length-of-stay (LOS) was 5.02 days (1-29 days), whereas hospital LOS was 17.18 days (2-74 days). Early mortality was observed in 3 patients (6.67%). The first choice of operation was simple closure and/or Robicsek closure. Apart from simple and Robicsek closure techniques, sternal talon and/or titanium plates were used in 24 patients (53.3%). DM was found to be related to extanded total hospital LOS, ICU LOS, and postoperative time to discharge. DM also increased the risk of both superficial and deep sternal infection rates (p<0.05). Conclusion: Ideal sternal closure should stabilize the sternum, be cost-effective and provide shortest hospital LOS with minimal post-operative complications. In patients with intact intercostal spaces, sternal talon may eliminate serious complications, such as cardiac rupture mainly caused by dense adhesions. Sternal plates are mainly effective in fragmented fractures without stable intercostal spaces. All patients should be individualized according to type of lesions and sternal fractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
HepatItIs B VIrüs Research At The Nurses VvorkIng Of The Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal.
Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 214 hemşirenin serumlarında HBsAg, antiHBs ve antiHBc seroprevalansı araştırıldı. Çalışılan serumların Tinde (%0.5) tek başına anti HBc pozitifliği saptandı, karaciğer enzimleri normal ve HBV DNA’sı negatif bulunan bu hemşire aşılama programına alındı, birinci dozdan sonra antiHBs pozitifleşti. İki hemşirede (%0.9) HBsAg ve antiHBc birlikte pozitifti, karaciğer enzimleri normal olduğu için bu hemşireler hepatit B taşıyıcısı olarak değerlendirildiler. Hemşirelerin 14’ünde ise anti HBs ve anti HBc birlikte pozitif bulundu. Bu durum geçirilmiş ve bağışıklık gelişmiş hepatit B infeksiyonu olarak değerlendirildi. Hepatit B belirleyicilerinin tamamı negatif olan 194 hemşire ise aşılama programına alındı.
İn this study the seoprevalance of HBsAg, antiHBs, and antiHBc were investigated in the sera of the 214 nurses vvorking at the Selçuk University Medical Faculty Hospital. İn one sample (0.5%) isolated antiHBc seropositivity was found, liver function tests and HBV-DNA was negative for this nurse and she was put into vaccination programme, one month after the vaccination anti HBs was found positive. Two of the nurses (0.9%) were found seropositive for both HBsAg and anti HBc, liver function tests were normal so these two nurses were considered as carrier. İn 14 nurses anti HBs and anti HBc were found positive together and this condition was considered as remote hepatitis B infection. 194 Nurses who were negative for hepatitis B virüs markers were put into vaccination programme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
Onur Ural, Duygu Fındık, Mehmet Emre Atabek, . .
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
HepatItIs B VIrüs Research At The Nurses VvorkIng Of The Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal.
Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 214 hemşirenin serumlarında HBsAg, antiHBs ve antiHBc seroprevalansı araştırıldı. Çalışılan serumların Tinde (%0.5) tek başına anti HBc pozitifliği saptandı, karaciğer enzimleri normal ve HBV DNA’sı negatif bulunan bu hemşire aşılama programına alındı, birinci dozdan sonra antiHBs pozitifleşti. İki hemşirede (%0.9) HBsAg ve antiHBc birlikte pozitifti, karaciğer enzimleri normal olduğu için bu hemşireler hepatit B taşıyıcısı olarak değerlendirildiler. Hemşirelerin 14’ünde ise anti HBs ve anti HBc birlikte pozitif bulundu. Bu durum geçirilmiş ve bağışıklık gelişmiş hepatit B infeksiyonu olarak değerlendirildi. Hepatit B belirleyicilerinin tamamı negatif olan 194 hemşire ise aşılama programına alındı.
İn this study the seoprevalance of HBsAg, antiHBs, and antiHBc were investigated in the sera of the 214 nurses vvorking at the Selçuk University Medical Faculty Hospital. İn one sample (0.5%) isolated antiHBc seropositivity was found, liver function tests and HBV-DNA was negative for this nurse and she was put into vaccination programme, one month after the vaccination anti HBs was found positive. Two of the nurses (0.9%) were found seropositive for both HBsAg and anti HBc, liver function tests were normal so these two nurses were considered as carrier. İn 14 nurses anti HBs and anti HBc were found positive together and this condition was considered as remote hepatitis B infection. 194 Nurses who were negative for hepatitis B virüs markers were put into vaccination programme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
. ., Onur Ural, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan
Araştırma makalesi
Özeti
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
AerobIc BacterIal MIcroorganIsm And AntIbIotIc SusceptIblIty In FebrIl NeutropenIc PatIents
Pıhtılaşma faktörleri ve protinlerinin çoğunun yapım yeri karaciğerdir. Bu nedenle karaciğer hastalıklarında değişik derecelerde pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozuklukları yansıtan testlerden biri olan protrombin zamanı (PZ) kronik karaciğer hastalıklarında (KKH) en önemli testlerdendir ve karaciğer parankim yetmezliğinde ilk gösterge olarak ele alınabilir. Öte yandan KKH’da sıklıkla tiroid hormon düzeylerinde de değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızda klinik ve histopatolojik olarak KKH tanısı almış hastalarda PZ ve serbest T3 (s T3 ) düzeylerine bakılarak elde edilen değerler, aynı yaş grubu içersinde sağlıklı kişilerden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve sT3 değerinin PZ gibi KKH’lı hastalarda, karaciğer yetmezlik indeksi olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Çalışma sonunda hasta grubunda sT3 düzeylerinde belirgin azalma, PZ de anlamlı yükselme ile bir likte sT3 ile PZ arasında negatif korelasyon saptadık. sT3 düzeyinde belirgin azalma, azalmış karaciğer parankim kapasitesini yansıtır ve tıpkı PZ gibi karaciğer yctmizlik indeksi olarak kullanılabilir kanısındayız.
The aim of this study was to evaluate aerobic bacterial infections which were ocurred in febrile neutropenic patients, infectious agents and their antibiotic susceptibilies. Eighty-two febrile neutropenic attacks in 67 patients (42 male, 25 female) betvveen age 2-82 years were evaluated in this study. Two hundred and forty-nine samples were evaluated and 45 pathogen agents (21 from urine, 16 from blood, 3 from wound, 2 from throat, 2 from abcess and 1 from palate sputum) were isolated. 33.3% of these pathogens were gram-positive and 66.7% of them were gram-negative microorganisms. Escherichia coli is the most commonly isolated pathogen and than Staphylococcus aureus, Enterobacter cloaca, Klebsiella pneumoniae are isolated. Staphylococcus aureus was the most common organism isolated from blood. As there are differences in infectious agents and infection sites from one to another centereach çenter must define its own infectious agents, infection sites and antibiotic suscepti bilies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brucella Spp Ve Diğer Gram Negatif Bakterilerde C-Reaktif Protein Ve
prokalsitonin Değerlerinin Karşılaştırılması
Muhammet Güzel Kurtoğlu, Meral Kaya, Ayşegül Opuş, Şerife Yüksekkaya, Asuman Güzelant
Araştırma makalesi
Özeti
Brucella Spp Ve Diğer Gram Negatif Bakterilerde C-Reaktif Protein Ve
prokalsitonin Değerlerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of ProcalcItonIn And C-ReactIve ProteIn
values In Brucella Spp And Other Gram-NegatIve
bacteremIas
Bu çalışmada Brucella spp., Escherichia coli, Klebsiella spp. ve
Acinetobacter spp. gibi Gram negatif bakteriyemisi olan hastalarda
prokalsitonin (PCT) ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinin
karşılaştırılması amaçlanmıştır. Hastalardan alınan kan örneklerinde
PCT, CRP ve kültür eş zamanlı çalışılmıştır. Bu örnekler Konya
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışıldı. Örnekler BACTEC
9120 kan kültür sisteminde inkübe edildi. Phoenix-100 otomatik
identifikasyon panelleri kullanıldı. Brucella spp.’in tanımlanmasında
konvansiyonel metodlara ilaveten Brucelle polivalan serum kullanıldı.
CRP değerlerinin >5 mg/L ve PCT değerlerinin ise >0.5 ng/ml olması
patolojik olarak kabul edildi (PCT’in Cut of değeri: 0.02-50 ng/ml).
PCT değerleri üç grupta değerlendirildi. Grup 1 (<0.5 ng/ml), Grup 2
(0.5-2.0 ng/ml) ve Grup 3 (>2.0 ng/ml). Brucella spp. saptanan 100,
E. coli saptanan 50, Klebsiella spp. saptanan 50, ve Acinetobacter
spp. saptanan 40 hasta olmak üzere 240 hasta çalışmaya alındı.
Brucella spp. saptanan 100 hastada da PTC değerleri Grup 1 (<0.5
ng/ml)’de, 92 hastada CRP değerleri ise >5 mg/L idi. E. coli saptanan
hastaların 34’ünde PCT değerleri Grup 3 (>2.0 ng/ml)’de, 46’sında
CRP değerleri >5 mg/L idi. Klebsiella spp. saptanan hastaların
47’sinde PCT değerleri Grup 3 (>2 ng/ml)’de , 39’unda CRP değerleri
>5 mg/L idi. Acinetobacter spp. saptanan 24 hastada PCT değerleri
Grup 2 (0.5-2.0 ng/ml)’de iken 40 hastanın tümünde CRP değerleri
>5 mg/L idi. Bazı Gram negatif bakteri infeksiyonlarında PTC ve
CRP değerleri artmakta iken, kan kültüründe Brucella spp. üreyen
hastalarda ise CRP değerlerinin arttığı ancak PCT değerlerinin ise
artmadığı saptanmıştır
In this study, we aimed to compare procalcitonin (PCT) and
C-reactive protein (CRP) levels in patients with gram-negative
bacteremia, as Brucella spp., Escherichia coli, Klebsiella spp., and
Acinetobacter spp. Simultaneous studies on culture, PCT and CRP
were done on the blood samples obtained from the patients. Samples
were investigated in Konya Research and Education Hospital, Konya,
Turkey. Samples were collected and incubated in BACTEC 9120
blood culture system. Phoenix-100 automated identification panels
were used. For Brucella spp. identification, Brucella polyvalent serum
was used in addition to conventional methods. CRP values >5 mg/L
and PCT values >0.5 ng/ml were considered pathological. (Cut of
value of PCT is 0.02-50 ng/ml.) PCT values were evaluated in three
groups as: Group 1 (<0.5 ng/ml), Group 2 (0.5-2.0 ng/ml) and Group
3 (>2.0 ng/ml). Brucella spp. were detected in 100 patients, while E.
coli in 50 patients, Klebsiella spp. in 50 patients, and Acinetobacter
spp. in 40 patients, and these 240 patients were included in the
study. For Brucella spp., PCT was in Group 1 (<0.5 ng/ml) in all
100 patients, and CRP was >5 mg/L in 92. For E. coli, PCT was in
Group 3 (>2.0 ng/ml) in 34 patients and CRP was >5 mg/L in 46. For
Klebsiella spp., PCT was in Group 3 (>2 ng/ml) in 47 patients and
CRP was >5 mg/L in 39. For Acinetobacter spp., PCT was in Group 2
(0.5-2.0 ng/ml) in 24 patients and CRP was >5 mg/L in all 40. In some
of the gram-negative bacterial infections, PCT and CRP levels were
increased, but in patients in whom Brucella spp. were grown in blood
culture, CRP level increased while PCT level did not.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)
Ali Acar, Recai Gürbüz, Kadir Ceylan, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Üretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)
ForeIgn Body In The Urethra (quIlt Needle)
Üretrada genellikle infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler genellikle merak veya erotik stimülasyon amacıyla konmaktadır. 16 yaşında bir hastada; erotik stimülasyon amacıyla üretraya konmuş 10 cm boyunda bir yorgan ignesi belirledik.
Some foreign bodles which generally cause corn-plications such as infection, rupture and fistulla have been placed into the urethra for erotic stirnulation ör curio.sity. We have diagnosed a rather big consciusly placed sewing needle approximately 10 cm. in a 16-year-old patient for erothic stimulation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Talat Yurdakul, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Case Report: A Turner Syndrome Case WIth Horseshoe KIdney And Isolyted UreteropelvIc JunctIon ObstructIon
Atnalı böbrek renal füzyon anomalileri içinde en sık görülenidir. Toplumda % 0.25 oranında görülür. Kromozom anomalileri ile birlikte görülebilir. Turner sendromunda en sık görülen renal anomali atnalı böbrektir. Atnalı böbreklerde üreter obstrüksiyonuna bağlı hidronefroz, sık üriner sistem infeksiyonu, lomberağrı, tekrarlayan taş oluşumu gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu yüzden obstrüksiyon endoskopik veya açık cerrahi yöntemlerle düzeltilmelidir. Turner sendromlu bir olguda atnalı böbrek ve izole üreteropelvik darlık nedeniyle gelişmiş hidrone froz olgusu sunulmuştur.
Horseshoe kidney is the most common type of renal fusion malformation. The incidence rate is % 0.25 İn public. This malformation may accompany to the chromosomal abnormalities. The most freguent renal abnormality in Turner syndrome is horseshoe kidney. There might be seen complications such as hydronephrosis, freguent uri- nary tract infections, lumber pain and recurrent stone formation due to ureteral obstruction. So that obstruction should be corrected by endoscopic and surgical methods. W e present a horseshoe kidney case with hydronephro sis due to isolated ureteropelvic junction obstruction in a patient who has turner syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
Muhammet Güzel Kurtoğlu, İhsan Hakkı Çiftçi, Hamza Bozkurt, Oğuz Tuncer, Hanefi Körkoca, Mustafa Berktaş
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Three Kluyvera StraIns Isolated From PedIatrIcs Cases
Amaç: Enterobacteriaceae familyasında yer alan Gram negatif bir bakteri olan Kluyvera sp. Çocuklarda üriner sistem infeksiyonları, enterit, yumuflak doku infeksiyonları ve sepsis gibi birçok infeksiyona sebep olabilmektedir. Kluyvera türlerinin immunsupresif hastalarda olduğu kadar immunkompetanlar için de fırsatçı bir patojen olduğu bilinmektedir. Kluyvera infeksiyonları ile ilgili bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutacağı düşünülerek Kluyvera hakkında yapılan literatür çalışmaları da gözden geçirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kluyvera izolat verileri klinik mikrobiyoloji kayıtlarının retrospektif analizi ile elde edilmiştir. Bulgular: Retrospektif incelemede üç izolatın birinin idrar, ikisinin umblikal apse örneklerinden soyutlandığı saptandı. Çalışmada, klinik öneme sahip Kluyvera izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları, (birinci ve ikinci kuşak sefolosporinler ve ampisiline karşı dirençli olmaları ile amikasin, siproşoksasin, gentamisin ve trimetroprim+sulfametoksazol’e duyarlılıkları) literatürde rapor edilen paternlerle benzerlik gösterdi. Sonuç: Hem bizim verilerimiz hem de literatür bilgilerinin bir sonucu olarak Kluyvera gibi nadir ve fırsatçı organizmalar çocuklarda önemli infeksiyon etkeni olabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: Kluyvera sp., a Gram-negative bacterium in Enterobacteriaceae family, may give rise to such infections as urinary system infections, enteritis, soft tissue infections and sepsis in children. It is known that Kluyvera species is an opportunistic pathogen detected in immunosuppressed hosts as well as in immunocompetent ones. Considering that it may enlight future studies related to Kluyvera infections, studies in the literature have been scanned. Material and Method: The data about Kluyvera spp. isolates were obtained retrospectively from clinical microbiology records. Result: It was seen that, of the 3 Kluyvera isolates, 1 was a urine specimen, and the other 2 were from umbli cal area. In this study, antimicrobial susceptibility studies of the clinically significant Kluyvera isolates showed susceptibility patterns similar to those reported in the medical literature, namely trends of resistance to ampicillin and first- and second-generation cephalosporins. Moreover none of the clinically significant isolates were resistant to amikacin, ciprofloxacin, gentamycin, and trimethoprim+sulfametoxazole. Conclusion: It was concluded in the light of both the studies in the literatüre and this study that rare and opportunistic organisms, such as Kluyvera may be an infection cause in children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
Mehmet Özdemir, Mehmet Emin Demircili, Bahadır Feyzioğlu, Sibel Yavru, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
InvestIgatIon Of Acute VIral GastroenterItIs Agents In DIarrhaeIc
patIent
Viral gastroenterit etkeni olan virüsler insanlarda sporadik ve
epidemik salgınlara yol açabilir. Sık görülen viral enterit etkenleri
rotavirüs, nörovirüs ve adenovirüstür. Bu çalışmada Konya
bölgesinde ishalli hastalarda bu viral etkenlerin araştırılması
amaçlandı. Hastanemiz Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına çeşitli
klinik, poliklinik ve yoğun bakım ünitelerinden gönderilen ve karın
ağrısı, ishal, kusma şikayeti olan hastalardan alınan 300 gaita örneği
çalışmaya alındı. Bu örneklerde mikroskopik inceleme yapılarak
parazit yönünden negatif bulunanlarda Adenovirus ve Rotavirus
immunokromotografik yöntemle, Nörovirus ELISA yöntemi ile
çalışıldı. Bu örneklerin 52’(%17,3) si Rotavirüs, 8(%2,6)’i Adenovirüs
35(%11,7) i Nörovirüs açısından pozitif olarak saptandı. Rotavirüsün
en yüksek pozitif bulunduğu aylar Kasım ve Şubat iken, Nörovirus
Ağustos ve Eylül aylarında yüksek bulundu. Viral gastroenterit
etkenleri, mevsimsel ve yaş gurubu farklılıkları olmakla beraber
her coğrafik bölgede görülmekte ve bazen ciddi infeksiyonlara
neden olmaktadır. Çocukluk yaş guruplarında ölümlere kadar varan
infeksiyonlar görülebilir. Bu nedenle sık görülen viral gastroenterit
etkenlerini rutin tanıda tespit edecek tanı sistemleri hastane
laboratuvarlarında bulunmalı ve gastrointestinal infeksiyonlarının
tanısında kullanılmalıdır.
The viruses that cause viral gastroenteritis can lead to sporadic
and epidemic outbreaks in humans. Common viral enteritis agents
are Rotavirus, Nörovirus, and Adenovirüs. In this study it was aimed
to investigate viral agents in diarrheic patients in Konya region. From
patient who has diarrhea and abdominal pain, 300 stool samples
which sent from various clinics, outpatient clinic and intensive care
units to central clinical microbiology laboratory of our Hospital, were
included in the study. Of these samples, were 52 (17.3%) positive
for Rotavirus, 8 (2.6%) positive for adenovirus, and 35 (11.7%)
positive for Norovirus. while it was detected the highest positivity to
Rotavirus in November and February; Norovirus was higher in August
and September. Although the differences observed in seasonal and
age group, viral gastroenteritis agents could be detected in each
geographical region, and sometimes can cause serious infections up
to death. For this reason, routine diagnosis of common viral agents of
gastroenteritis must be available and should be used in the diagnosis
of gastrointestinal infections in hospital laboratories.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
Esma Kepenek, Bahar Kandemir, İbrahim Erayman, Sümeyye Yüce, Rukiyye Bulut
Araştırma makalesi
Özeti
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of BrucellosIs PatIents Followed-Up In A TertIary HospItal
Giriş ve Amaç
Brusellozis Türkiye’de endemik olarak görülen aynı zamanda halk sağlığı problemi olan zoonotik bir infeksiyondur. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen brusellozis olgularının demografik/epidemiyolojik, klinik, laboratuvar özelliklerinin, komplikasyon ve tedavilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışmada kliniğimizde 1 Ocak 2010-31 Aralık 2018 tarihleri arasında takip edilen olguların özellikleri retrospektif olarak incelendi. Tanımlayıcı veriler sayı ve yüzde (%) olarak belirtildi. Kategorik değişkenler ki-kare testi, sayısal değişkenler Student-T testi kullanılarak analiz edildi.
Bulgular
Toplam 365 brusellozisli hastanın 159 (%43.56)’u kadın, 206 (%56.44)’sı erkekti. Hastaların yaş ortalaması 45.9±14.51 (18-82) idi. En sık başvuru zamanı 137 (%37.5) ile yaz mevsimiydi. Hastalığın en sık 252 (%69) bulaş yolu hayvancılıkla uğraşma öyküsü olarak bulundu. Olguların 168 (%46)’i akut, 96 (%26.3)’sı subakut, 101 (%27.7)’i kronik brusellozis idi. Hastaların en sık şikayeti 302 (%82.7) halsizlik olup akut bruselloziste daha yüksekti (0.0015). Elli üç (%33.3) erkek, 114 (%55.3) kadında anemi olup kadınlarda anemi daha yüksek (p₌0.0283) bulundu. Hastalarda %7.9 lökopeni, %16.2 lökositoz, %9.6 trombositopeni, %4.1 nötropeni, %9 nötrofili, %12 lenfomonositoz saptandı. Wright agglütinasyon testi 26 (%7.1), Brusella immuncapture aglütinasyon testi 361 hastada bakılmış olup hepsinde pozitif saptandı. Hastaların 172 (%47.1)’sinde komplikasyon gelişip en sık 58 (%15.9) spondilodiskit saptandı. Olguların 61(%31.8)’inde relaps gelişti.
Sonuç
Brusellozisin ülkemizde endemik olması ve bölgemizde hayvancılığın yaygın olarak yapılması nedeniyle halsizlik, eklem ağrısı ve ateş gibi şikayetler ile başvuran hastalarda brusellozis ön tanılar arasında yer almalıdır. Ayrıca hastalar nüks açısından takip edilmelidir.
Introduction and Objective
Brucellosis is a zoonotic infection seen as an endemic in Turkey and is a public health problem at the same time. The objective of this study was to evaluate demographic/epidemiologic, clinic, laboratory features, complications and treatments in brucellosis patients followed-up in our clinic.
Material & Methods
In this study, features of patients followed-up between 01/01/2010 and 31/12/2018 in our clinic were retrospectively evaluated. Descriptive data were expressed as number and percentage. Categorical variables were analyzed with Chi-square test and numerical variables with Student’s t test.
Results
Of the total of 365 brucellosis patients, 159 (43.56%) were female and 206 (56.44%) were male. The mean age of the patients was 45.9±14.51 (18-82) years. The most common time of presentation was summer season with 137 (37.5%) patients. The most common transmission route of the disease was a history of animal husbandry with 252 (69%) patients. Of all cases 168 (46%) were acute, 96 (26.3%) were subacute, and 101 (27.7%) were chronic brucellosis. The most common complaint of the patients was fatigue in 302 (82.7%) patients with being higher in acute brucellosis (p=0.0015). Anemia was found in 53 (33.3%) male and 114 (55.3%) female patients with being significantly higher in female patients (p=0.0283). Leukopenia was found in 7.9%, leukocytosis in 16.2%, thrombocytopenia in 9.6%, neutropenia in 4.1%, neutrophilia in 9% and lymphomonocytosis in 12% of the patients. Wright agglutination test was performed in 26 (7.1%) and brucella immunocapture agglutination test in 361 (98.9%) patients and all results were positive. Of all patients, 172 (47.1%) developed complications with spondylodiscitis being the most commonly found in 58 (15.9%) patients. Sixty-one (31.8%) of patients developed relapse.
Conclusion: Since brucellosis is endemic in our country, it should be considered in presumed diagnosis of patients presenting with complaints such as fatigue, articular pain and fever.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Görevli Hemşirelerin Aıds Konusundaki Bilgi Ve Tutumlarının Değerlendirilmesi
Tahir Kemal Şahin, Fatih Kara, Onur Ural
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Görevli Hemşirelerin Aıds Konusundaki Bilgi Ve Tutumlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Aıds Knovvledge And AttItude Of Nurses VvorkIng In Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal
Bu çalışmada, hemşirelerin AIDS’in özellikleri, bulaşma ve korunma yolları konularındaki bilgi ve tutumlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde görevli 236 hemşireye Mart 1999’da bir anket uygulanmıştır. Hemşirelerin yaş ortalamaları 24.3 ± 4 .3 bulunmuştur. Yaklaşık 1/3’ü AIDS konulu bir eğitim programına katıldığını belirtmiştir. % 52.1 ’i HIV (+)'liği ile AIDS hastalığı arasında bir fark olmadığını belirtmiştir. Kondomsuz cinsel temasla HIV geçişinin olabileceğini söyleyenlerin oranı % 89.0 iken, ora! seksle geçiş olabileceğini söyleyenlerin oranı % 56.8 olarak saptanmıştır. HIV (+) hastaya yaklaşımınız nasıl olur sorusuna % 54.2'si "Koruyucu önlemler alarak gerekeni yaparım" demiştir. Hemşirelerin % 6.8’i infekte bir enjektörün, iğne ucu enjektörden çıkartılmadan, kapak kapatılmadan atılması gerektiğini, % 68.6’sı infekte kesici aletlerin delinmeye dirençli kutulara atılması gerektiğini söylemiştir. % 82.6’sı kendilerini HIV infeksiyonu yönünden risk altında gördüğünü, % 20.3’ü de sağlık personelinin AIDS’ti bir hastaya tıbbi müdahale yapmayı kabul etmeme hakkı olması gerektiğini söylemiştir. Hemşirelerin bilgi puan ortalamalarının 66.7 ± 9 .7 olduğu, bilgi yetersizliğinin en çok korunma yolları konusunda olduğu bulunmuştur. Hastayla sürekli yakın temasta bulunan hemşirelerin AIDS hastalığının bulaşma ve korunma yolları konusunda yeterli, doğru ve güncel bilgiye sahip olabilmeleri için planlı ve sürekli eğitim almaları gerekmektedir.
İn this study, investigation of the knovvledge and attitudes of the nurses about the characteristics of AIDS, spreading ways and prevention was aimed. Totally 236 nurses vvorking in Selçuk University Medical Faculty Hospital were included in this study and vvere intervievved in March 1999. The mean age of the nurses was 24.3 ± 4.3. Nearly 1/3 of the nurses declared that they had participated some educative programs about AIDS previously. 52.1 % of the nurses claimed that there was no difference betvveen having HIV or AIDS disease. 89.0 % of the nurses said that HIV transmission is possible with sexual course vvithout using condom and 56.8 % said that HIV transmission is possible vvith oral sex. The question of "How do you act to an AIDS patient" was ansvvered as "I take preventive measures" by 54.2 % of the nurses. 6.8 % of the nurses said that injectors must be discarded vvithout removing its needle and vvithout closing its cover, 68.6 % said that infected incising tools must be put into resistant boxes. 82.6 % evaluated herself as under the risk of HIV, 20.3 % said that they must have right to refuse medical applications to an AIDS patient. The mean knovvledge score of the nurses vvas 66.7 ± 9.7. The majority of the knovvledge deficiency vvas about the vvays of AIDS prevention. The nurses are generally vvorking very close to the patients. So, they should be educated periodlcally about transmission and prevention of AIDS disease to get correct, adequate and updated knovvledge about it.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetik Ayak
Ahmet Kaya, Laika Karabulut, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Diyabetik Ayak
The DIabetIc Foot
Diabetik bir kişide nöropati, infeksiyon ve damarsal bozukluklar nedeniyle ayakta sıklıkla malformasyonlar oluşmaktadır. 70 diabetik hastanın (10 tip 1,60 tip II) 16'sında radyografik olarak kemiklerinde destrüksiyon saptandı. Bu 16 hastanın 7'inde ayak derisinde eritem, ülserasyon ve ayakta gangrene lezyonlar tespit edildi. Cilt lezyonu ve gangren bulunmayan 55 diabetik hastanın ise 9'unda ayak kemiklerinde radyolojik olarak destrüksiyon gösterildi. Diabet süresi ve hastanın yaşı ile ayak lezyonları ara-sında bir ilişki kurulamadı. Kalp yetmezliği cilt lezyonlarını hızlandıran en önemli etkendir. Ayrıca ayak hijyeninin iyi olmaması olayı proveke etmektedir. Bu nedenle diabetik ayakta oluşacak komplikasyonları önleyebilmek için ayak bakımı ve proveke edici etkenlerden hastaya uzak tutmak gerekmektedir.
In a diabetic person, foot malformations frequently occur due to neuropathy, infection and vascular disorders. Radiographic destruction of bones was detected in 16 of 70 diabetic patients (10 type 1.60 type II). In 7 of these 16 patients, erythema, ulceration and gangrenous lesions were detected on the skin of the feet. Radiological destruction of the foot bones was demonstrated in 9 of 55 diabetic patients without skin lesions and gangrene. No relationship could be established between the duration of diabetes and the patient's age and foot lesions. Heart failure is the most important factor that accelerates skin lesions. Also, poor foot hygiene provokes the event. Therefore, in order to prevent complications that may occur in the diabetic foot, it is necessary to keep the patient away from foot care and provoking factors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonları
Sevim Karaaslan, Kadir Ükisten, Eralp Arıkan, Kadir Gül, Yusuf Çelik, Mahmut Mete, Mehtap Turfan, Mine Turhanoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonları
Urıne Tract Infectıons In Dıyarbakır Provıncıal Prımary Schools
Diyarbakır ili ikliminin çok sıcak olması nedeniyle ilkokul çocuklarında idrar yolu infeksiyon insidansı ve idrar yolu infeksiyonuna sebep olabilecek predispozan faktörler araştırılmış olup idrar yolu infeksiyonu saptadığımız çocuklarda infeksiyonun cinse, yaşa göre dağılımı, çocukların şikayetleri, klinik ve laboratuvar bulguları da incelenmiştir. İdrar yolu infeksiyon insidansının yüksek bulunuşu iklimin sıcaklığına ve predispozan faktörlerin çokluğuna bağlanmış, konunun önemi üzerine pediatrisyenlerin dikkati çekilmiştir.
Because of the hot climate of Diyarbakır we have investigated the incidence of urinary tract infection among the students of elementary-school in Diyarbakır and the predisposing factors which can cause urinary tract infection. We have also investigated the distrubition of urinary tract infection according to age and sex, the complaints, c/inica/ and /aboratuary findings among the students who vere diagnosed to have urinary tract infection. The high incidence of urinary tract infection is attributed to the hot climate and the abundant predisposing factors. The attention of the pediatrists is attracted upon the importance of this subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malıgn Eksternal Otıt
Yavuz Uyar, Ziya Cenik, Levent Soley
Araştırma makalesi
Özeti
Malıgn Eksternal Otıt
MalIgn External OtItIs
Malign Eksternal Ozit (MEO); 1968 de Chandler tarafından tanımlanmıştır. Genellikle oldukça yaşlı diabelli hastalarda görülen, Pseudornonas AeruginosaWın sebep olduğu, dış kulak yolunun ilerleyici bir infeksiyonudur. Temporal kemik ve kafa tabanına yayılan infeksiyon, multipl kranial sinir paralizileri ve diğer intrakranial komplikasyonlarla ölümcül bir klinik tablo meydana getirmektedir. Bu makalede; kliniğimizde MEO tanısı alan bir yaka sunularak; etyopatogerıezi, klinik tablosu, teşhis ve tedavisiyle MEO tartışılmaktadır.
MEO was described by Chandler in 1968. it is a progressive exiernal otitis that usually occuring elderly diabetic patients caused by Pseudomonas Aeruginosa. Leads ta death by paratysis of multipl cranial nerves and other iniracranial complications when attaching ternporal bone and skull base. in this article, we present a patient who was diagnosed as MEO at arar clinic and üs etiopathogenesis, clinical features, diagnosis and Ireatment have been cliscused.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Idrar Kulturlerınden Role Edılen Bakterılerın Antibiyotık Duyarlılıkları
Mehmet Bitirgen, Emel Türk Arıbaş, Hayriye Karabacak
Araştırma makalesi
Özeti
Idrar Kulturlerınden Role Edılen Bakterılerın Antibiyotık Duyarlılıkları
AntIbIotIc SuspectIbIlIty Of BacterIa Isolated From UrIne Cultures
Bu •alumada idrar kiiltiirlerinden izole edilen 86 bakteri stgunun antihiyotiklere karp du-yarlrliklarz incelenmivir. Bu szglara karp en etkili antihiyotikler strastyla; Ofloksasin (67082.55) ye se-Iiitaksim (%67.44) olarak teshit edilirken, en dii§iik duyarlilzk Amlpisillin/Sulhaktam (%29.06) ye Tri-metoprim - Sulfametoksazol (%17.441a karat bu-lutimuour.
In this study suspectihilites of 86 bacteria strains isolated from urine cultures to various antibiotics were invastigated. The most effective antibiotics against these strains were Oflaxacin (%82.55) and cefotaxime (%67.44), while lowest suspectibilities were found against AmpicilliniSulbactam (5629.06) and Trimethoprim-Sulfamethoxazole (%1 7 44).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üriner Sistem İnfeksiyonlarından İzole Edilen Gram Negatif Bakteriler Ve Değişik Antibiyotiklere Duyarlılıkları
Birol Özkalp, Aydın Topçu
Araştırma makalesi
Özeti
Üriner Sistem İnfeksiyonlarından İzole Edilen Gram Negatif Bakteriler Ve Değişik Antibiyotiklere Duyarlılıkları
The Gram NegatIve BacterIa Those Isolated From UrInary Tract InfectIons And TheIr SusceptIbIlIty To VarIous AntIbIotIcs.
Niğde’de özel bir laboratuvara gelen üriner sistem infekşiyen ön tamlı hastaların orta idrar kültürleri incelendi. İzole edilen 264 Gram negatif bakterinin tanımlanması klasik yöntemlerle yapıldı. Tanımlanan bakterilerin değişik antibiyotiklere duyarlılıkları Kirby-Bauer disk difüzyon metodu ile belirlendi. Kültürlerden en sık E.coli izole edildi. İzole edilen suşlara karşı en etkili antibiyotiklerin netilmisin ve amikasin olduğu saptandı.
The Middle urinary cultures of the people who comes to a Private Labarotory in Niğde with diagnosis of urinary system infections were examined. The 264 gram negative of bacteria were defined with classical methods. The susceptibilityof the bacteria to various antibiotics which were defined are determined with Kirby-Bauer disc-diffusion method. E.coli was the most often isolated bacteria from cultures. İt was found that the most effective antibiotics aganist the isolated strains were netilmycin and amicacin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Sinüzitli Olguların Sinüs Aspirasyon Örneklerinden İzole Edilen Mikroorganizmalar
Ömür Ertuğrul, Bülent Baysal, Duygu Fındık, Kayhan Öztürk
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Sinüzitli Olguların Sinüs Aspirasyon Örneklerinden İzole Edilen Mikroorganizmalar
MIcroorganIsms Isolated From SInüs AspIratIon SpecImens Of Cases WIth ChronIc SInusItIs
Kronik sinüzit tamlı 21 hastanın sinüs aspirasyonu ve sinüs lavajı ile elde edilen örnekleri mikrobiyolojik olarak incelendi. Toplam 10 (%47.6) hastada 15 mikroorganizma etken olarak belirlendi. 5 Hastada infeksiyon etkeni olarak tek tip mikroorganizma ürerken, diğer 5 hastada infeksiyon etkeni olarak iki farklı mikroorganizma üredi. İzole edilen mikroorganizmaların 117 aerop bakteri, 2 ’si maya mantarı, 1 ’i anaerop bakteri idi. Üreyen aerop bakteriler; alfa hemolitik Streptokok, Neisseria spp., Difteroid basil, Streptococcus pneumoniae, koagulaz negatif Stafilokok, Enterobacter cloacae, Proteus mirabilis; mayalar ise Candida albicans olarak tanımlandı.
Specimens obtained with sinüs aspiration from 21 patients with chronic sinusitis were microbiologically examined. Fifteen microorganisms from 10 (47.6%) patients were isolated as causative agents. From the samples of five patients only one type of microorganism isolated but from the samples of the other patients 2 different types of microorganisms isolated. 12 Of the microorganisms isolated were identified aerobes, 2 of them as yeasts and one of them anaerobe. Bacterias were İdentified as alpha hemolytic Streptococcus, Neisseria spp., Diphteroid rod, Streptococcus pneumoniae, coagulase negative Staphylococcus, Enterobacter cloacae, Proteus mirabilis and fungus were Candida albicans.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedık Cerrahı Uygulanan Hastaların Hepatit-B Yuzey Antıjen Yonunden Arastırılması
M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Cafer Ayata, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Ortopedık Cerrahı Uygulanan Hastaların Hepatit-B Yuzey Antıjen Yonunden Arastırılması
HepatItIs B Surface AntIgen ScreenIng Of Sur-GIcal Treatment ReceIved OrthopaedIcs PatIents
Hepatit-B enftksiyonu faun diinyada yaygin olan Onemli saglik sorunlarindan birisidir ve bu sorun ozellikle hastalarla yakin temasta bulunan saglik perosoneli kin ayri bir &nem taornaktadir. Bu calurnada, Selcuk Universitesi Tip Fakilltesi Or-topedi ye Travmatoloji Anabilim Dalmda Aral& 1992- Haziran 1994 tarihleri arasinda yatarak te-davi goren her pasta rutin olarak Hepatit-B yiizey antijen (HBsAg) to i tcaltgt yOniinderi incelendi. Bu 19 aylik anon icinde incelenen 685 hastarun 47'sinde (%6.8) 11BsAg pozitifligine rastlandi_ HBsAg pozitif olarz hastalardan rastgele 50 hastada taburcu olduktan 2 ay sonraki kontrollerinde HBsAg tekrar caluildi ye 1 h?zstada (%2) HBsAg pozitif bu-ludu. Ancak hastada B hepatitine ait klinik ye la-boratuvar bulgu yoktu. Buna gore hepatit yoniinden yiiksek risk altinda bulunan saglik personeli ile ba-olmayan diger insarilarm korunmasi ile gerekli onlemlerin alinmasimn fart oldugu vurgulandi.
Hepatitis B infection is one of the major health problem and the risk of hepatitis releated disease ma-nifestation is higher around the world. There for he-alth releated personnel is under great risk if any pre-cautionary measures are not taken. In order to determine, a study was undertaken at the department of orthopaedics and traumatology from December 1992 to June 1994, how seriously health worker inc-luding doctors were exposed to-hepatitis B infection. All in patients were checked routinely for a hepatitis B surface antigene (HBsAg) carriage. During these 19 months pariod 685 patients were investigated. Among them 47 (%6.8) patients were HBsAg(+). Ho-wever these patients did not have clinical and la-boratory (biluribins, SGOT, SGPT etc) findings re-lated to hepatitis B. Fifty randomly selected discharged patients who were initially HBsAg(-) were recalled for follow up and checked for HBsAg positivity. Only one patient (%2) was HBsAg (+) si-milarly, this patient did not have clinical and la-boratory findings related to hepatits. This findings suggested that protective measures should be taken and necessary immunisation should be done for the health personnels in the cilinics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
Suat Keskin, Zeynep Keskin, Sinan Tan
Derleme
Özeti
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
The ComplIcatIons Of ChronIc Inflamatuar MIddle Ear PathologIes
Kronik otitis media ve mastoidit düşük virulanslı organizmalarca oluşturulur. Bir diğer neden akut infeksiyonun ilerlemesidir. Mastoid inflamasyon yeni kemik oluşumuna sekonder bazı trabeküllerde kalınlaşmaya ve aynı zamanda diğer trabeküllerde demineralizasyona yol açar. Kolesteatom histolojik olarak stratifiye skuamöz epitelin iç tabakasından oluşan epidermoid bir kisttir. Kistin lümeni deskuamöz epitelyal debrisle doludur. Kist genişledikçe orta kulak, mastoid ve petröz piramidin komşuluğundaki kemik yapılarla temas eder. Bu kemik yapılarda enzimatik lizis ve basınç nekrozu nedeniyle erozyon meydana gelir. Kemikçik erozyonu %70 oranında görülür. Kemikçik erozyonu geç dönemde görülen bir bulgu olup en sık inkus uzun bacak erode olur. Ancak çok büyük lezyonlar tüm kemikçiklerde erozyon yapabilir. Kolesteatomlar büyüklüklerine ve sürelerine göre değişik derecelerde tegmen erozyonu, mastoid korteks düzensizliği, fasial sinir kemik kontur düzensizliği ve semisirküler kanal defekti yapabilirler. Timpanoskleroz aselüler hyalin ve kalsifiye çöküntülerin timpanik membran ve orta kulak submukozasına birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Bunlar timpanosklerotik plaklar şeklindedir. Otitis media veya travma sonucunda ortaya çıkar.
Chronic otitis media and mastoiditis are the result of infection by an organism of low virulence or of acute infection with incomplete resolution. Mastoid inflammation produces thickening of some trabeculae secondary to reactive new bone formation and at the same time mineralization of other trabeculae. A cholesteatoma is an epidermoid cyst that consists histologicaly of an iner layer of stratified squamous epithelium. The lumen of the cyst is filled with desquamated epithelial debris. As the cyst enlarges and comes into contact with contigious bony structures of the middle ear, mastoid and petrous pyramid, erosion of these structures occurs owing to pressure necrosis and enzymatic lysis of bone. Ossicular erosion is seen %70 ratio. Ossicular erosion is seen later and the long crus of incus is eroded the most frequently. But the bigger lesions may make erosion whole ossicles. Cholesteatomas may make tegmen erosion, mastoid cortex irregularity, fasial nevre contour irregularity and semisircular canal defect according to bigness and period. Tympanosclerosis develops in the result of collecting hyalin and calsific deposits in tympanic membran and the submucosa of middle ear. These are tympanosclerotic plugs. It appears in the result of otitis media or trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
Fatma Bilgen, Yakup Duman, Mehmet Bekerecioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
A Rare LocatIon: ActInomyces In Tongue
Aktinomikozis, kültürde zor üretilebilen gram pozitif anaerobik bir bakterinin neden olduğu kronik süpüratif bir infeksiyondur. Sıklıkla servikofasial, respiratuar ve gastrointestinal sistemden izole edilmektedir. Servikofasial yerleşimli olanlara sıklıkla maksillafasiyal travma ve diş manipulasyonu eşlik etmektedir. Çalışmada, 45 yaşında bayan hasta travma, dental girişim ve aile öyküsünde anlamlı bulgu olmayan aktinomiçes vakası sunulmaktadır.
Actinomyces is a chronic suppurative infection caused by Gram positive anaerobic bacteria which grows hardly in bacterial culture. It is commonly isolated from cervicofacial, respiratory, and gastrointestinal system. Its exact pathogenesis is still unknown. Actinomyces located in the cervicofacial region is frequently accompanied by maxillofacial trauma and dental procedures. Herein, we report a 45-year-old female case of actinomyces in tongue which was treated with antibiotherapy and good oral hygiene.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Ünitesinde Hasta Maliyetini Etkileyen Faktörler
Orhan Önder Eren, Umut Kalyoncu, Neslihan Andıç, Yeşim Çetinkaya Şardan
Araştırma makalesi
Özeti
Yoğun Bakım Ünitesinde Hasta Maliyetini Etkileyen Faktörler
Factors AffectIng Cost Of PatIent Care In IntensIve Care UnIt
Amaç: Bu çalışma yoğun bakımda yatan hastalarda maliyeti etkileyen faktörleri saptamak amacıyla planlanmıştır. Yöntem:01 Ağustos 2002 ve 01 Ağustos 2003 tarihleri arasında 48 saatten daha uzun süre yoğun bakımlarda yatan hastalar izlenmiştir. Bulgular : Hasta maliyetinin medyan değeri 3668 $ olarak saptanmıştır, maliyetin 3668 $‘dan fazla olması ise artmış maliyet olarak kabul edilmiştir. Artmış maliyet ile ilişkili olarak multivariate analizde hastanede kazanılmış infeksiyonlar (OR 4.2621 % 95 güven aralığı 1.688-10.735 p = 0.002) post operatif izlem için yatırılmış olma (OR2.746 % 95 güven aralığı 1.086-6.947 p=0.033 ) ve uzamış yatış süresinin (OR 3.807 % 95 güven aralığı 1.510-9.597 p= 0.005) risk faktörü olduğu saptandı. Hastalara uygulanan invazif girişimlerin, yüksek hastalık şiddet skorlarının (SAPS II ve APACHE II) ve yaşın (> 65 yaş) artmış maliyet açısından bağımsız risk faktörleri olmadıkları gösterildi. Sonuç: Yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalarda infeksiyonlar, post operatif izlem için yatış ve uzamış yatış süresi artmış maliyetle ilişkili olarak bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Yoğun bakım ünitesi, maliyet, hastanede kazanılmış infeksiyon, invazif mekanik ventilasyon, post operatif izlem
Aim: This study had been planned to detect the factors affecting the cost of care in intensive care units. Methods :Between 01 August 2002 and 01 August 2003 patient who stayed more than 48 hours in the intensive care units were followed. Results :The median value of cost was (3668 $). Cost was considered to be ‘increased’ if it was more than 3668 $. In multivariate analysis factors associated with risk of increased cost were hospital acquired infections (OR 4.2621 95% confidence interval 1.688-10.735 p = 0.002), being admitted for post opertive care(OR 2.746 95% confidence interval 1.086-6.947 p=0.033) increased length of stay (OR 3.807 95% confidence interval 1.510-9.597 p= 0.005). The invasive interventions ,severity of ilness scores (SAPS II and APACHE II) and age (>65) were not detected to be independent risk factors for increased cost. Conclusion : Infections, admission for post operative care and increased length of stay were found to be associated with increased cost inpatients followed in intensive care units.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cesitli Klınık Materyallerden Uretılen Anaerop Mıkroorganızmalar
Fatma Keklikoğlu, Duygu Fındık, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Cesitli Klınık Materyallerden Uretılen Anaerop Mıkroorganızmalar
AnaerobIc MIcroorganIsms That Isolated From VarIous ClInIcal Samples
Bu calqmada ce itil kliniklerde yatan ye ana-erohik infekslyon #iphesi clan hastalardan alznan far-kit materyallerin anaerohik kulturr yapzInuou-. Toplam 84 materyalin 22'sinden 23 anaerobik bak-teri izole edilrnitir. Bu anaerohik bakterilerin 19'u saf anaerop, 374 anaerop-aerop kat-41k olarak Lae edilmigir. 20 pelvik inflamatuar hastalik ol-.gusunclan izole edilen 9 anaerohik bakteriden 5'i gram pozitif anaerohik kok, Tsi Bacterokles, Fu-sobacterium. 17 Propinioba•terium, 51 infertilite ol-gusundan cul-de-sac`dan laporoskopla alman turlerden lireyert 5 anaeroptan 37i Peptostreptococcus, 17 Proplonihacterum, 17 ana-erohik Lactobacillus, I douglas absesinden izole edilen 2 anaeroptan Propionihacterum ye 1'1 Peptostreptococcus olarak idantifiye edilmivir. Ay-rtca 5 Pleuropulmoner infeksiyondan 2 Pep-tostreptococcus, 1 akut parotit olgusundan Bac-teroides. 1 nekrotizan fasii olgusundan da Peptostreptococcus iiremigir. API 20A sistemiyle yapilan 10 anaerohik bakterinin tiplendirmesinde 4 gram pozitif sporsuz basil Lactobacillus jensenii gram negatif basil Fu.sobacterium mortiferum 1 grain pozitif sporlui basil Clostridium butyricum olarak hir Gram pozitif kok ise API 20 sistemiyle tiplendirilememivir.
In this study anaerobic cultures of the specimens which were taken from hospitalized patients with suspicion of anaerobic infection were made. From 22 of the 84 specimens 23 anaerobic bacteria were isolated. 19 of them were pure anaerop and 3 of them were mix cultures (aerop+anaerop). of the 9 anaerobic bacteria which were isolated from pa-tients with pelvic inflamatuar disease 5 were gram positive anaerobic cocci, 2 were Bacteroides, 1 was Fusohacterium and 1 was Propionibacterium. Of the 5 anaerobic hacteriae which were isolated from the cul-de-sac of 51 infertility patients with la-parascopy, 3 were Peptostreptococci, 1 was Pro-pionibacterium, I was anaerobic Lactobacillus. From 2 anaerobes isolated from one douglas abs-cess one was Propionibacterium and the other was Peptostreptococcus. From 5 pleuropulmonary in-fections 2 Peptostreptococci and from 3 wand in-fections 1 Peptostreptoccoccus and I Clostridium were isolated. From one gingivitis Pep-tostreptococcus, from one necrotizing fasclitis Pep-tostreptococcus were isolated. 10 of the anaerobic hacteriae were idantified by API 20A system; 4 ana-erobes as P. intermedius, 2 anaerobes as P. niger, 1 anaerop as Ljensenii, I anaerop as F. mortiferum, I anaerop as 4 C. butyricum. One Gram positive coccus couldn't he identified by API 20A system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antibiotic Usage İn Konya District
Kemal Tahir Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Antibiotic Usage İn Konya District
AntIbIotIc Usage In Konya DIstrIct
Bu çalışmada, Konya bölgesinde toplumun antibiyotik kullanma durumunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmaya, son bir ay içinde antibiyotik kullanan 206 olgu alınmıştır. Bu olgulara yüz-yüze görüşme yöntemiyle bir anket formu uygulanmıştır. Araştırmaya katı tanların % 18'inin herhangi bir sağlık güvencesi olmadığı, % 91.3’üne antibiyotiği doktorun önerdiği tespit edilmiştir. Hastaların yaklaşık 3/4’ünün antibiyotik kullanma nedeninin solunum sistemi infeksiyonu olduğu saptanmıştır. Antibiyotik yazılan hastaların % 12.1'ine ne fizik muayene, ne de laboratuar tetkik yapılmıştır. Yapılan tetkikler içinde radyolojik inceleme, kullanılan antibiyotikler içinde amoksisilin-klavulanat ilk sırayı almıştır. Olguların % 44.7'si antibiyotiği kesme nedeni olarak iyileştiğini düşünmüştür. Antibiyotik kullanım özellikleri ile öğrenim durumu arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Uygun antibiyotik kullanımı konusunda, toplumla birlikte doktorların da bilgilendirilmesi gerekmektedir.
İn this study, evaluation of antibiotic usage in the community of Konya district was aimed. 206 patients, who used antibiotics during the last month were included in the study. A questionnaire form was applied face to face to the patients. 18 % of the patients did not have a health assurance. İt was found that antibiotics were proposed to 91.3 % of the patients by doctors. İt was determined that about 3/4 of the patients used antibiotics for respiratory infections. Radiological examinations were the most requested examination and amoxicilline-klavulanat was the most frequently used antibiotic by the patients. 44.7 % of the patients declared feeling healthy as the reason of quitting the antibiotic use. There was no significant relation betvveen antibiotic usage properties and educational level of the community. İt was concluded that, the doctors should also be educated with the community about acceptable antibiotic usage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üriner Sistem İnfeksiyonu Kuşkulu Kişilerin İdrar Örneklerinde Etken Mikroorganizmaların Görülme Sıklığı
Emine İnci Tuncer, Ömür Ertuğrul, Meral Kaya, Uğur Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Üriner Sistem İnfeksiyonu Kuşkulu Kişilerin İdrar Örneklerinde Etken Mikroorganizmaların Görülme Sıklığı
The EffectIve Pathogens From The PatIents WIth UrInary Tractus InfectIons And TheIr IsolatIon Rates
Bu çalışmada, Ocak 1991- Ocak 2000 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin değişik klinik ve polikliniklerinden gönderilen hastaların idrar örnekleri; üriner sistem infeksiyonlarında etken patojenlerin izolasyon sıklıklarının saptanması amacıyla değerlendirildi. Toplam 47794 idrar örneğinin 8901'inden (%18.6) etken patojen izole edildi. E. coli (%45.4), S. aureus (%11.4) ve Proteus spp.(%10.2) en sık izole edilen bakteriler olduğu saptandı.
İn this study, we evaluated urine samples of the patients who admitted to the microbiology laboratory of Selçuk University betvveen the years 1991 and January 2000. We determined the effective pathogens of urinary tract infections and their isolation rates. Totally 8901 (18.6%) effective pathogens were isolated from 47794 urine samples. Most freçuently isolated pathogens were E. coli (45.4%), S. aureus (11.4%) and Proteus spp. (10.2%).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oriner Sıstem Infeksıyon Etkeni E.colplerin Çeşıtlı Antibakteriyellere Duyarlılıkları
Alaaddin Pahsa, Murat Dayanç, Halil Kurt, Hüseyin Gün
Araştırma makalesi
Özeti
Oriner Sıstem Infeksıyon Etkeni E.colplerin Çeşıtlı Antibakteriyellere Duyarlılıkları
The SensItIvIty To VarIous AntIbacterIals Of E.colI That Is EtIologIc Agent In ÜrIner System InfectIon
Çalışmamızda üriner sistem şikayeti olan olgu-ların idrar kültürlerinden izole ve identifiye edilen E.coli suşlartnın çeşitli antibakteriyellere olan duy-arlılıkları disk diffüıyon yöntmi ile araştırıldt. En duyarlı antibiyotik %83.9 ile Gentamisin, en az duy-arlı antibiyotik ise %8.1 ile Ampisilin olarak saptandı.
In our study we investigated antimicrobial susceptibility of E.coli strains isolated from the urine cultures of patients with urinary system complaints by disc dıllusion method. We found Gentamycine as the most susceptibile antibiotic and Ampicilline as the least susceptibile antibiotic, 83.9%, 8.1% respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv Pozitifliği
A. Zeki Şengil, Mahmut Baykan, Ayşen Karabayraktar, Mehmet Çerçi, Bülent Baysal, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv Pozitifliği
The AntI-Hcv SeroposItIvIty In PatIents WIth DIfferent SolId Tumors
Bu çalışmada yeni tanı konmuş, daha önce kan trasfüzyonu ve herhangi bi cerrahi müdahale öyküsü vermeyen, karaciğer dışı solid tümörlü 46 hastanın serumundan anti-HCV pozitifliği II. kuşak ELISA yöntemi ile değerlendirildi. Hastaların 147i akciğer kanseri (Ca) 7'si lenfoma, 57 meme Ca, hipernef-roma ve 15'i diğer tümörlere sahipti. Toplam hasta-ların 5'inde (%10.8) anti-HCV pozitif bulunduğu; bunların 4'ü akciğer Ca'll, 17 beyin tümörlü hasta-lardan (113) idi. Hastaların hepsinin ALT seviyeleri normal; serum demiri ve demir bağlama kapasiteleri ile %73.9'unda hemoglobin ve hematokrit seviyeleri azalmış bulundu. Ayrıca hastaların 3'ünde (%6.5) HBsAg, 21'inde (%45.6) anti-HBc pozitif bulundu. Sonuç olarak; tesbit edilen anti-HBc pozitifliği Hep-atitis B virüs (HVB)'ün infeksiyonunu gösterirken, benzer buluşma yoluna sahip Hepatitis C virüsü (HCV) infeksiyonu da olasıdır. Kronik infeksiyon yapma niteliği taşıyan HCV'nin bir bulgusu olan anti-HCV pozitifliğinin immün sistemi bozulmuş olan kanser hastalarında normal populasyondan daha fazla görülmesi beklenir. Ancak ilginç olan 5 anti-HCV pozitifliğin 4'ünün akciğer Ca'lı hastalarda tespit edilmesidir.
Tumors In This study, anti-HCV seropozitivity was inves-tigated in 46 new diagnosed patients with different solid tumors without hepatocelluler carcinoma, which they have not received any transfusion or sur-gical operation. The positivity was evaluated using by second generation ELISA system. Patients are consist of 14 lung cancer (Ca), 7 lymphoma, 5 breast Ca, 5 hipernephroma and 15 other tumors. Anti-HCV positivity was in 5 (10.8%) of 46 pa-tients, and 4 of this positive patients were with lung Ca (4114,28.5%), and 1 was with brain Ca (113). ALT levels were normal, serum iron and iron-binding capacily were decrased in all patients, hae-moglobin and haemotocrit were also decreased in 73.9% of patients. In addition, 3 patients (6.5%) HBsAg, 21 patients (45.6%) anti HBc were found to be positive. As a result, the high positivity of anti-HBc while the HBsAg was low positive showed that there was IIBV infection, and the HCV infecton was alsa expected with the same transmission ways. Anti-HCV positivity as a marker of HCV infection-which can produce the chronic carrier state is more expected in cancer patients. They have allected immun status than normal population, but 4 of 5 posi-tivity was in Lung Ca patients is of great interest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnfravezikal Obstrüksiyon Nedeni Olan Akkiz Üretra Darlıklarında Tedavi Yaklaşımlarımız
Ali Acar, Mehmet Kılınç, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Yasin Çelebi
Araştırma makalesi
Özeti
İnfravezikal Obstrüksiyon Nedeni Olan Akkiz Üretra Darlıklarında Tedavi Yaklaşımlarımız
Approachs In The Management Ofacute Urethral StrIcture InfravezIkal ObstructIon
infravezikal obstrüksiyon nedeni olan akkiz üretral darlıklar erkeklerde sıklıkla, kadınlarda nadiren gelişen patolojiler olmaktadır. İnfeksiyona ve travmaya sekonder gelişmektedir. Darlıklar idrar akımını engelleyerek yukarı üriner yollarda progresif hasara sebep olması nedeni ile önem kazanmaktadır. Kliniğimizde son 10 yılda yaş ortalaması 58 olan tamamı erkek 243 hastada üretra darlığı belirlenmiştir. Tanıda fizik muayene, retrograt üretrografi, İntravenöz Pyelolografi(IVP) + Postvoiding sistogram, üretroskopi ve üretrografiden yaralanıldı. Yüzelli(150) hastaya internal üretrotomi, 38 hastaya üretral dilatasyon, 10 hasataya otis üretrotomi, 36 hastanın mesane boynuna TUR, 6 hastaya üretroplasti ve 3 hastaya rail-road üretroplasti uygulanmıştır. Ortalama dört(4) yıl takiple internal üretrotomi uygulananların %60’ında darlık tekrarlamaları, dilatasyon uygulananların %75’inde 6 ayda bir dilatasyon gereksinimi, mesane boynuna TUR uygulananların %10’unda darlık tekrarlamaları, açık rail-road üretroplasti vakalarının %60’ına internal üretratomi uygulamaları gereksinimi ortaya çıkmıştır. Teknik gelişmelere rağmen üretra darlıkları devamlı takip gerektiren birpataloji olma özelliğini muhafaza etmektedir.
Infravesical obstruction as a result of acute üretral stricture was a common pathology in males and a rare pathology in female. İt developed secondary to infection and trauma. İt gain importance because by preventing urine flovv it produce upper urinary tract damage. İn our clinic a total of 243 patients with a mean age of 58 years have shown to have üretral stricture during last 10 years. We benifit from their physical examination, retrograde uretherografhy, IVP+postvoiding cystogram, ultrasonography and uretherography. İnternal urethrotomy was applied for 150 patients, bladder neck TUR for 36 patients, urethroplasty for 6 patients and rail-road urethroplasty for 3 patients. Four years of follovv up shovved recurrent urethral narrovving in 60% of patient internal urethrotomy, 6 montly dilatation in 75% of patients vvith urehral dilatation, recurrent narrovving in 10% of patients vvith bladder neck TUR and internal urethrotomi in 60% of patients vvith rail-road uretroplasty. Inspite of a new developed techniçues for urethral stricture it keep its recurrent, narrovving especialty which recquires continous follovv up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Santral Sınır Sıstemı Prion Hastalıkları
Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş
Araştırma makalesi
Özeti
Santral Sınır Sıstemı Prion Hastalıkları
Plant Nervous System PrIon Dıseases
Salival sinir sisteminin (SSS) prion hastaliklan, henzer klinik seyir ye histopatolojik hulgular teren, insanlar ye bazi hayvanlarda spongiforin en-sefalopati denilen tabloya neden olan infeksiyoz has-talikiardandir (Tablo 1). Spongiform ensefalopatiler, SSS'nin yaya§ infeksiyonlanndan olup, prionlar ta-rafindan olu§turulur. Sigurdsson, uzun inkiibasyon, uzun klinik seyir, oldurucu sonuc, tek organ sis-temine sinirlanan patoloji ye kisitli sayida duyarli ko-nakgiya sahip ohm bu hastaliklan tanimlamak igin "slow" infeksiyonlar terimini kullanmi§tir. Bu has-taliklarda nbron kaybi, astrositlerde proliferasyon ve hipertrofi, noronal vakualizasyon va zayif inf-lamatuvar cevap ortak Ozellikler olup, patolojik tab-lolan aynidir ye transmissible (gegirilebilir) no-rodejent.trati f hastalik olarak isirnlendirilir
Prion diseases of the salival nervous system (CNS) are among the infectious diseases that cause a similar clinical course, histopathological hulgular, and the picture called spongiforin en-cephalopathy in humans and some animals (Table 1). Spongiform encephalopathies are pedestrian infections of the CNS and are caused by prions. Sigurdsson used the term "slow" infections to describe these diseases, which have long incubation, long clinical course, fatal outcome, pathology limited to single organ system and a limited number of sensitive co-iris. In these diseases, nbron loss, proliferation and hypertrophy in astrocytes, neuronal vacualization and weak inflammatory response are common features, the pathological picture is the same and the transmissible, no-rodejent.trati f disease is irritated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Barsak Infeksıyonlarının Tanımlanması Ve Malıyet Analizi
Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Şerafettin Demirci, Mehmet Bitirgen
Araştırma makalesi
Özeti
Barsak Infeksıyonlarının Tanımlanması Ve Malıyet Analizi
A DescrIptIve And Cost-AnalysIs Of InfectIous Bowel DIseases
Ocak 1994 - 30 Haziran 1995 tarihleri ara-smdaki 18 aylik donernde. Sekuk Oniversiresi Tip Fakfiltesi Klinik Bakteriyoloji ve infeksiyon Has-taliklari Anahilim Dalt`nda toplam 136 pasta harsak infeksiyonu tanisi ile _vanrilarak tedavi edildi. Bar-sak infeksiyonu tanist alanlartn (% 59.6) kadin olup, % 5.11i 18 gal. ye altinda. % 43.4'fi 19-39 yava, % 28.7'si 40-59 yalta. % 22.8'i 60 yas. Ye fize-rinde idiler. Klinik ve lahoratuvar bulgulartna Ore 136 hastadan 80'i (% 58.8) Akut gastroenterit, 12'si (% 8.8) Amipli dizanteri. 14'fi (% 10.3) Sal-rnonellozis. 18'i 1% 13.2) Shigellozis, 6frst (% 4.4) Paratilo. 1 'i (% 0.8) Kolera. 3'ii (% 2.2) Giardiazis olup, 2 olguda (% 1.5) Krona,- gastroenterit tams, konuldu. 136 olgudan 99'u (% 72.8) ilk 12 aylik do-nernde, 37'si (% 27.2) son 6 ayltk dOnemde yatarak tedavi giirdfiler. 1994 yilindaki 99 olgudan 39'u (% 39.4) Ocak Maps aylarttula. 60'i (% 60.6) Haziran - Aralik aylarinda, 1995 yilindaki 37 olgudan 117 Mart. 10'u haziran aylnda tespit edildi. 1994 ol-gularmm 8371 (% 83.8), 1995 viii olgularunn 317 (% 83.8) Konya it merkezinde ikarnet edivordu. 1994 vilinda turn barsak infeksivonlarinda ortalama has-tanede yatt► sfiresi 7.7±0.5 ,Mira. 1995 yilinda ise 6.010.8 gfindii. Ortalama yatty sfiresi 1994 ytlinda Salmonelloziste 11.4 gfin ile an uzun, digerlerhlde benzer sayzda olup 7-10 gfindii. Ki ci bapna or-talama hastane maliyeti. 1994 yllinda 3.040.000 TL (95 $). 1995 yilinda ise 5.125.000 TL (115 $) olarak hesaplandt.
In Selok University. Faculty of Medicine, Cli-nical Bacteriology and Infectious Diseases de-partment. 136 patients had treated via hos-pitalization as infectious bowel disease (1BD)from 1 janua•y 1994 to 30 june 1995. 81 % of the patients (59.6 %) were female. 5.1 % of the patients were 18 and below 18. 43.4 % were between 19-39. 28.7 % were between 40-59. 22.8 % were 60 and above. by age. 80 of the 136 patients were diagnosed as Acute gastroenteritis and remaining were Ameobiasis (12), Salnionellosis (14), Shigellosis (18), Salmonella pa-ratyphi (6). Cholera (1), Giardiasis (3) and Chronic gastroenteritis (2). Among all of the cases, 99 pa-tients were determined in first year and 38 patients were determined in last 6 months. Of 37 cases di-agnosed and treated in 1995. 11 cases were fol-lowed in march and 10 cases were followed in june. 83 (f the cases of 1994 and 31 of the cases of 1995 had been lived in the vicinity of the town, Konya. Mean hospitalization time in 1994 was 7.7±0.5 days, and in 1995 was 6.0 ±0.8 days. The longest du-ration of hospitalization time was belonged to the Salmonella inji•ction as 11.4 days. The cost of the ill-ness per patient in 1994 was 95 $ and was 115 $ in 1994.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Pansıtopenı
Mehmet Bitirgen, Onur Ural, Ekrem Çopur
Araştırma makalesi
Özeti
Brusellozda Pansıtopenı
PancytopenIa In BrucellosIs
Brusella infeksiyonunda değişik. spesifik mayan hematolojik bozukluklar ohi abilir. Bu in-feksiyonda kemik iligi ve dalak yaygm olarak et-kilenir t e bu ter tundundar pansitopeniye neden olahilir. Bu yaztda, pansitopenili bir brusellozis ol-gusu hildirilnristit. Brusella infeksiyonunun tedavisi ile pansitopeni Bu olgti nedeniyle. brusellozisde hemotolojik komplikasyonlarm rinentini vurgulamak istedik.
Brucella infection may produce a variety ofnon-spesific haematological abnormalities. Bone mar-row and spleen are commonly involved in this in-fection and such involvement may result in a pane-topenia. In this arcticle. a pancytopenia case in brucellosis has been reported. Pancytopenia re-solved on treatment of the brucella infection. We want to stressed the importance of ha-ematological complications for brucellosis Ltiith this case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parvovırus B19 Enfeksiyonları
Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş
Araştırma makalesi
Özeti
Parvovırus B19 Enfeksiyonları
ParvovIrus 819 InfectIons
Human partiovirus 819. eritema infeksivozum, aplastik kriz. hidrops fetalis ye adultlerde Awn po-liartraljiyi iceren birkar haswIdala sebep ajan ola-rak tanunlannuozr. Infeksiyonun major pa-tofizyolojik etkisinin eritrosit prektirsOrlerinin sitolitik infeksiyonuna bairn olarak eritropoezisin durmast oldugu gorithir. Hidrops fetalise bagh ne-onatal Oliint Avinda, parvovirus infek.siyordu has-talarm prognozu genellikie iyidir. B19 in-feksivonunun tams' klinik gortintimle konulabilir, fakat szklikla serum antikor testleri ile dogndannwst gerekir. Tedavi klinik durum bagh olarak des-tekleyi•i baktm, analjezik, kan transflizyonu veya int-ravendz iffinzunglobulin mulanmasi ,ceklindedir.
The human parvovirus B19 has been identified as the causative agent in several diseases, including erythema infectiosum, aplastic crisis,hydrops fetalis and a polyarthralgia that occurs in adults. The major pathophysiologk effect of infection seems to be cessation seems to be cessation of erythropoiesis a result of cytolitic infection of red cell precursors. Except for the potential of neonatal death due to fetal hydrops, the prognosis of patients with par-vovirus infection is generally good. The diagnosis of B19 infection may be established on clinical ob-servations but often requires cofirmation with serum antibody testing. Treatment strategies may include supportive care, analgesic medications, transfusions with red blood cells or administration of intravenous inuniunglobulinidepending on the clinical cir-cumstances.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Menenjıt, Orsıt Ve Hepatıtın Bırlıkte Goruldugu Sır Kabakulak Olgusu
Gülfidan Bitirgen, Onur Ural, İbrahim Erayman
Araştırma makalesi
Özeti
Menenjıt, Orsıt Ve Hepatıtın Bırlıkte Goruldugu Sır Kabakulak Olgusu
A Case Of Mumps AsscoIated WIth MenengItIs, OrchIds And HepatItIs
Kabakulak esas olarak parotitise neden olan, bulaşıcı viral bir hastaliktir. Bu makalede, kabakulaga bagli geliFn menenjit, orsit ye hepatitin hirlikte hir olgu sunulmugur.
Mumps is a contagious viral illness which pri-marily produces parotitis. We reported a case of rnenengitis, orchitis and hepatitis due to mumps in-fection, in this article.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Bezi Fistülü
Yavuz Uyar, Ziya Cenik, Levent Soley
Araştırma makalesi
Özeti
Parotis Bezi Fistülü
FIstula Of ParotId Gland
Parotis Bezi Fistülü nadir görülen bir durumdur.Fistüllerin çoğunluğu, parotis loju bölgesindeki; cerrahi müdehaleleri, travmaları, geçirilmiş bir infeksiyonu takiben ortaya çıkar. Spontan fistül vakaları son derece nadirdir. Bu makalede; sol retroauriküler bölgedeki fistül ağzından, özellikle yemek yerken aşırı derecede akıntı olması şikayeti ile kliniğimize başvuran ve tedavi edilen bir vaka sunulmuştur.
Fistula of parotid gland is usually found rarely. The majority of cases occur by the injuries following a surgical intervention and the past history of the infection in the lodge region of parotid. In this article, a patient with an over discharge especialiy when he is eating from the opening of his fistula in the left retroauricular area is presented. The patient was succestWay treated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İlk Doğumlarını Yapan Anne Ve Bebeklerinde Kızamıkçık Igm Ve Igg Antikorlarının Araştırılması Ve Aşı Sorunu
Bülent Baysal, Emine İnci Tuncer, Halil Özerol, Ahmet Saniç
Araştırma makalesi
Özeti
İlk Doğumlarını Yapan Anne Ve Bebeklerinde Kızamıkçık Igm Ve Igg Antikorlarının Araştırılması Ve Aşı Sorunu
Search Of Rubella AntIbodIes Of Igm And Igg Type In PrItnIpars And TheIr BabIes And VaccInatIon Problem
Özellikle kırsal kesimdeki hamile kadınların kızamıkcığa duyarlılıklarını saptamak ve doğum yapan anne ve bebekte akut bir rubella infeksiyonunu tespit etmek amacıyla ilk doğumunu yapan 106 anne ve 106 bebeğin doğumu takiben hemen alınan kanlarında kızamıkcık IgM ve IgB antikorları araştırıldı. Önemli bir halk sağlığı sorunu olan kızamıkcık ve aşıları son bilgiler ışığında tartışıldı.
In order to detect the sensitivity of pregnant women to Rubella especially in rural areas, and to determine rubella infection in these mother and their babies we searched Rubella antibodies of IgM and IgG type in sera of 106 primipars and iheir newborne soon after delivery_ In view of current knowledge, we discussed Rubella infection that is a problem of public healıh.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derin Boyun Enfeksiyonları
Ahmet Kaya, Fuat Yöndemli
Araştırma makalesi
Özeti
Derin Boyun Enfeksiyonları
Deep Neck Infectıons
Erken teşhis ve tedavi edilmediği takdirde fatal komplikasyonlarla seyreden derin boyun infeksiyonlarmın (DBİ) insidensi antibiyotiklerin kullanım alanına girmesiyle oldukça azalmıştır. Ancak primer °dağın tedavisinde yetersiz kalındığı ya da etkisiz antibiyotiklerin kullanıldığı durumlarda DBİ'mn önemli bir bölümünde hastalığı özgü bulgu ve belirtiler maskelenebilmektedir. Çalışmamızda gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle kliniğimize kabul ettiğimiz ve DBİ tanısı alan bir hasta sunularak konu irdelenmiştir.
Deep neck infection (DNI) used to manifest itself with a lethal compliactions when early diagnosis and treatment was ignored. Although, the advent of antibiotics has reduced considerably the incidence of overall number of deep neck infections. However, insufficient cure of infection of concerned tissue or the USC of inappropriate antibiotic treatment can mask the DNI related symptoms and findings. In this report, we are presenting a case tha was admitted to our clinic with a gastrointestinal hemorrhage and Iater her deep neck infection was diagnosed. The pus was drained out and treated with appropriate antibiotic regiment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aıds'de Aşı Sorunu
Murat Günaydın, Bülent Baysal, Halil Özerol, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Aıds'de Aşı Sorunu
VaccInatIon Problem In AIds
AIDS, bir retrovirüs olan HIV-1 ve HIV-2 adlı virüslerle oluşan infeksiyonclan aylar ya da yıllar sonra irreversibl T helper hücre hasarına bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli fırsatçı infeksiyonlar ve malign hastalıklarla seyreden bir sendrorndur (1, 2, 3).
AIDS is a syndrome that progresses with various opportunistic infections and malignant diseases that occur due to irreversible T helper cell damage after months or years, which are caused by viruses called HIV-1 and HIV-2, which are retrovirus (1, 2, 3).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aıds'de Aşı Sorunu
Murat Günaydın, Bülent Baysal, Halil Özerol, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Aıds'de Aşı Sorunu
VaccInatIon Problem In AIds
AIDS, bir retrovirüs olan HIV-1 ve HIV-2 adlı virüslerle oluşan infeksiyonclan aylar ya da yıllar sonra irreversibl T helper hücre hasarına bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli fırsatçı infeksiyonlar ve malign hastalıklarla seyreden bir sendromdur (1, 2, 3).
AIDS is a syndrome that progresses with various opportunistic infections and malignant diseases that occur due to irreversible T helper cell damage after months or years, which are caused by viruses called HIV-1 and HIV-2, which are retrovirus (1, 2, 3).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta