Diffuz Plevral Hastalıkların Ayırıcı Tanısında Bılgisayarlı Tomografi
Bilge Çakır, Mecit Suerdem, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Diffuz Plevral Hastalıkların Ayırıcı Tanısında Bılgisayarlı Tomografi
Cet In DIfferentIal DIagnosIs Of DIffuse Pleural DIsease
Bu çalışmada, 21 bcnign ve 21 malign plevral hastalığın bilgisayarlı tomografi bulgular' irdelendi. Mediastinal plevra tutulumu, nodüler ve 1 cm`den geniş plevral kalinlaşma malign lezyonların benign plevral hastalıklar ile ayırıcı tanısında yardımcı bul-gulardı. Retrospektif olarak, bu bulguların sensitivi-tesi- sırası ile %77, %93. %100, sesifisiteleri ise %50, %50, %33 olarak belirlendi. Tüm malign lez-yonlarda ve benign infeksiyöz plevral hastalıklarda anlamlı farklılık göstermeyen yüksek kontrast tutu-lumu saptandı. Sonuç olarak, bilgisayarlı tomogr.afi-nin plevral lezyonların tesbitinde ve yayılımının be-lirlenmesinde, kısmen benign ve malign patolojilerin ayrımında değerli bir radyolojik yöntem olduğu vurgulandı.
İn this article, CT features of 21 cases with be-nign and 21 cases with malignant pleural diseases were described. Features that are helpful in distinc-tion malignant from bening pleural disease were, mediastinal pleural invasion, nodular and more than 1 cm tickening in pleura. The specıficities of these findings were 77%, 93%, 100% and sen,.sitivities 50%, 50%, 33%, respectively. High contrast en-hancement that does not show significant differenpe was detected in all malignant lesions and benign in-fectious pleural diseases. Consequently, it has been emphasized that CT is a useful radiologic method in detertnining of pleural lesions and, their extentions and, in the differential diagnosis of benign and malignant conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
Yalçın Kocaoğullar, Ahmet Önder Güney, Fatih Erdi, Lema Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
PrImary GlIoblastoma MultIforme Of The CervIcal Cord
Primer spinal intramedüller glioblastoma çok nadir görülen bir klinik durumdur. Bu olgu sunumu ile nadir görülen bu tümoral hastalığın özellikleri ve tedavisi hakkında bilgiler, ilgili literatür eşliğinde sunularak tartışılmaktadır. 50 yaşında erkek hasta kliniğimize özellikle son 2 aydır hızla kötüleşen bacak ve kollarda his ve kuvvet kaybı şikayeti ile başvurdu. Manyetik rezonans görüntülenmesinde spinal kordun C3 den C6 ya kadar bir lezyon tarafından genişletilmiş olduğu görüldü. Hasta opere edilerek tümoral lezyon subtotal çıkartıldı. Tümöral dokunun patolojik incelemesi sonucunda glioblastoma multiforme tanısına ulaşıldı. Sunulan bu olgu ile nadir görülen bu hastalığın ana bulguları konu ile ilgili literatür eşliğinde irdelenmektedir. Her ne kadar nadiren görülse de çok hızlı kötüleşen klinik seyri nedeniyle servikal patolojilerin ayırıcı tanısında primer spinal glioblastoma multiforme mutlaka akılda tutulmalı ve etkin bir tedavi için bir an önce tanısı konulup tedaviye başlanılmalıdır.
Primary spinal intramedullary glioblastoma is a very rarely seen clinical entity. By this case report main characteristic features and treatment strategies of this rarely seen neoplasm reported and discussed in the light of relevant literature. Fifty years old man admitted to our clinic with numbness and weakness of limbs for a year escpecially worsened last 2 months. Magnetic resonance imaging (MRI) showed expansion of the spinal cord from C3 to C6 by a lesion. The patient operated and tumoral lesion subtotally removed. The pathological results were consistent with glioblastoma multiforme. Main features of this neoplasm discussed with related literature in this report. Despite of the neoplasm’s low incidence it’s rapid progresive clinical course constrain us to make a correct diagnosis immediately to help the individuals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
Zeliha Esin Çelik, Mehmet Güzelgül
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
BenIgn UterIne MullerIan Cyst Operated WIth PreoperatIve DIagnosIs
of RIght OvarIan Cyst
Müllerien tip benign retroperitoneal kistler; perimenopozal ve
postmenopozal kadınlarda pelvik kitle olarak ortaya çıkar ve klinik
olarak ovaryan maligniteleri taklit edebilir. Burada; medikal tedaviye
dirençli postmenopozal kanaması olan ve sağ ovaryan basit kist
ön tanısıyla opere edilen kadın hastada tespit edilen benign uterin
müllerien kist olgusu sunulmuş, ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken
diğer lezyonlara dikkat çekilmiştir. Karın ağrısı ve vaginal kanama
şikayetleriyle başvuran 62 yaşında postmenopozal kadın hastanın
pelvik ultrasonografisinde sağ adneksiyel bölgede 4x3 cm ölçülerinde
sağ overden kaynaklandığı düşünülen kistik kitle tespit edildi. Daha
önce uygulanan 6 aylık medikal tedaviyle düzelmeyen postmenopozal
kanaması da olan hastaya sağ ovaryan basit kist ön tanısıyla
laparotomi uygulandı. Histopatolojik bulgularla olguya benign uterin
müllerien kist tanısı konuldu.
Benign cysts of Mullerian type present as pelvic mass in
perimenopausal and postmenopausal women mimicking ovarian
malignancy. Herein, a case of benign uterine mullerien cyst detected
in a woman with postmenopausal uterine bleeding resistant to
medical treatment and operated with a preoperative diagnosis of
right ovarian simple cyst is presented. Differential diagnosis is also
discussed. Sixty two years old postmenopausal woman presented
with complaint of abdominal pain and vaginal bleeding. A cystic mass
of 4x3 cms thougth to be originated from right ovary was determined
on pelvic ultrasound. The patient with postmenopausal uterine
bleeding resistant to medical treatment of 6 months given before
went to surgery with a preoperative diagnosis of right ovarian simple
cyst. After pathologic examination, the cyst was diagnosed as benign
uterine mullerien cyst.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
Mehmet Kayrak, Muhammet Ali Arı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Mehmet Yazıcı, Kurtuluş Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
The Effect Of Coronary Slow Flow On MyocardIal IschemIa TrIggerIng By Pulmonary EmbolIsm: Pulmonary EmbolIsm WIth St Segment ElevatIon.
Pulmoner emboli(PE) kardiyovasküler ölüm sebepleri arasında önemli bir yer tutan patolojidir. PE emboli tanısı ve prognoz tayininde elektrokardiyografi (EKG) sınırlı değeri olan bir araç olmasına rağmen klinik olarak PE ile karışabilen miyokard infarktüsü (MI) gibi patolojilerin ayırıcı tanısında yapılması gerekli bir tetkiktir. Bu vakayı sunmamızdaki amacımız PE’nin nadirde olsa ST elevasyonlu miyokard infarktüsü EKG bulgularını taklit edebileceğini ve bunun prognoz belirteci olup olamayacağını tartışmaktır. Elli altı yaşında akut böbrek yetersizliği ve karaciğer fonksiyon bozukluğu nedeniyle dahiliye yoğun bakım ünitesinde yatmakta olan hastada yatışının ikinci günü göğüs ağrısı ve nefes darlığı gelişti. Çekilen EKG de V1- V4 derivasyonlarında yaklaşık 4mm ST elevasyonu tespit edilmesi üzerine kardiyoloji kliniği tarafından anteroseptal MI öntanısı ile devralındı. Primer Perkutan Girişim (PCI) düşünülerek koroner anjiografi yapılan hastada epikardiyal koroner arterlerde lezyon tespit edilmedi. Yatakbaşı yapılan ekokardiyografi(EKO) PE ile uyumlu idi. Hastanın daha önceki tetkiklerinde vena kava inferiorda trombüs tespit edildiği öğrenildi. Hastaya pulmoner emboli tanısı konulup pulmoner embolektomiye alınırken arrest gelişti ve kaybedildi. Olgumuzu ilgi çekici hale getiren PE de sadece vaka bildirileri şeklinde yayınlarda yeralan anterior MI’ı taklit eden ST elevasyonunun görülmesidir. Bizim vakamız ve bildirilmiş olan diğer vakalar beraber değerlendirildiğinde MI’ı taklit eden ST elevasyonunun PE de görülebileceği, prognoz açısındanda yol gösterici olabileceği düşünülmelidir
Pulmonary embolism(PE) is a serious disease which is one of the most important reason of cardiovascular mortality. In spite of the fact that electrocardography(ECG) has a limited effect on the diagnosis and determination of the prognosis of PE, it is an essential method for clinically differentiating PE from other diseases that might be confused with PE, such as myocardial infarction(MI) .The aim of this case report presentation is to discuss whether this stuation might be a marker on determination of the prognosis.and the fact that PE could mimic the ECG findings of ST elevation myocardial infarction even though it is rare. Fifty six years old patient with acute renal failure and disorder of liver dysfunction, who had been treating in intensive care unit of internal medicine department, complained about chest pain and shortness of breath occuring on second day of his admission to the hospital. The patient was taken from cardiology department with anteroseptal MI prediagnosis after evaulation of the ECG demonstrating about 4 mm ST elevation in V1-V4 precordial derivations. Coronary angiography was performed to the patient being thought to whom primary percutaneous coronary intervention might be neccessary and there was not any lesion determined in epicardial coronary arteries. The parameters obtained from transthoracic echocardiographic evaulation of the patient was corcordant with the diagnosis of PE. It was understood from the imaging reports performed previously that trombus in vena cava inferior had been detected. The patient had cardiac arrest and died while he was being prepared for the pulmonary embolectomy operation after diagnosing of PE. The aspect which made our case report more attractive is that there were only various case reports published about PE in literature, which indicateST elevationmimicing anterior myocardial infartion. It is thought that this situation might be observed in PE and might guide for determination of the prognosis as well when this case report is evaulated together with the other ones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Plorezılerın Ayırıcı Tanısında Ultrasonografı
Faruk Özer, Oktay İmecik, Kemal Ödev, Alaaddin Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Plorezılerın Ayırıcı Tanısında Ultrasonografı
Ultrasonography In The DIfferentIal DIagnosIs Of Pleural EffusIons
Bu calısmada 35 plorezili hastada US bul-gularmin aravirilmast ye aytrict tang(' katkilartrun degerlendirilmesi arnaclanmor. cahlmaya alman hastalarin 25'i erkek ye 101u kadin olup ya4lart 18 ile 66 arasznda deg4mekteydi (ortalama 41). Pleura sivist hastalarm 21'inde sagda ye 137inde sol ta-rafta ve bir olguda ise bilateral yerlevimliydi. Pleura siva' eksiida niteliginde elan olgularin to monde (34 olgu) plevra kahnlapnast saptandt. Plevra kalaralaga tiiberkiiloz plO•ezili olgularda(13 olgu) 3-11 mm (ortalarna 5 mm), maligniteli olgularda (11 olgu) 6-19 mm (ortalama 11 mm) ye pnomonili olgularda (8 olgu) 4-17mm (ortalama 7 mm) arasinda de-giymekteydi. Tiiberkiiloz plorezili olgularin 12'sinde (%92) plevra ditzenli ve diffiiz Sekilde kaltrilaqmzot. Ayrica tiiberkiiloz plorezili olgularin 101unda (%77) pant tarzinda ekojenik fibriler yapilartn varhgt dik-kat cekiciydi. Bu calt,cma tiiherkulaz plorezili al-gularin aylrzcz tamsznda ultrasonografinin yararlz olabilecegini gOstermi,stir.
In this study, we investigated ultrasonographic findings of pleural effusion in 35 patients with ple-urisy as an aid to differential diagnosis. 25 of the patients were male amd 10 female. The mean age was 41 (range 18 tO 66). All the cases except one with transudate had pleural thickening. The mean thickness of pleura was 5 mm (range 3-11 mm) in cases with tuberculous effusion, 11 mm (range 6-19 mm) in cases with malignant effusion and 7mm (range 4-17 mm) in cases with pneumonic effusions. In cases with tuberculous effusion pleural thickening was diffuse and regular in 12 of 13 cases (%92). It was also determined mobile echogenic fibrils on the surface of pleura in 10 (%77) of the tuberculous ef-fusions. This study suggests that ultrasonography may he useful in the differential diagnosis of tu-berculous pleural effitsions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
Samet Özer, Serap Bilge, Resul Yılmaz, Vehbi Doğan, Selim Demir, Erkan Gökçe
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
A Rare Cause Of FacIal ParalysIs: MoebIus Syndrome
Moebius sendromu ilerleyici olmayan tam ya da parsiyel
konjenital fasiyal paralizi ile karakterize bir sendromdur. Genellikle
orofasiyal malformasyonlar, kas-iskelet sistemi defektleri, beyin
sapı displazisi ve diğer kraniyal sinir felçleri ile ilişkilidir. Moebius
sendromunun ortalama insidansı 2-20/milyondur. En sık görülme
şekli bilateral lateral rektus kası felci ve fasiyal güçsüzlüktür. Sıklıkla
5., 10., 11. ve 12. kraniyal sinirler de tutulur ve öksürük, yutma ve
çiğneme güçlüğü ve solunum yetersizliğine neden olabilir. Tam veya
parsiyel fasiyal paralizi Moebius sendromu tanısı için şarttır. Dört
aylık kız hasta doğumdan itibaren sağ gözünü tam kapatamama
ve içe bakış şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Hasta sağ gözünü
tam kapatamıyordu, dilde atrofi ve mikrognatisi vardı. İlk bakışta
her iki gözde içe bakıyordu. Dışa bakış kısıtlılığı, ayaklarda pes
ekinovarus deformitesi ve katlantılı kulağı vardı. Dismorfik özellikleri,
mikrognati ve dilde atrofi nedeni ile kraniyal manyetik rezonans
görüntüleme yapıldı. 3D FIESTA taramada bilateral fasiyal sinirler
görüntülenemedi. Bu vaka konjenital fasiyal güçsüzlükle başvuran
hastaların ayırıcı tanısında Moebius sendromunun mutlaka akılda
tutulmasını vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
Moebius syndrome is a rare, non-progressive congenital
syndrome presenting with complete or partial facial paralysis. It is
usually associated with orofacial malformations, musculoskeletal
defects, brainstem dysplasia, and other cranial nerve palsies. Mean
incidence is 2-20/million, although there is considerable regional
variation. The most common presentation is with bilateral lateral
rectus palsies and facial diplegia. Frequently, the 5th, 10th, 11th and
12th cranial nerves are involved and may cause cough, difficulty in
chewing and swallowing, and respiratory insufficiency. Complete or
partial facial nerve palsy is necessary for a diagnosis of Moebius
syndrome. A 4-month-old girl was brought to our clinic with complaints
of inability to close her right eye completely and internal deviation in
that eye, beginning from birth. She had micrognathia and an inability
to completely close the right eye. Both eyes were turned inwards
during primary gaze. She had limited lateral gaze, a pes equinovarus
deformity in her feet, and flap ears. Cranial magnetic resonance
imaging was performed because of the dysmorphic features and
revealed micrognathia and volume loss at the tongue. Bilateral facial
nerves could not be visualised by a 3D FIESTA scan, suggesting
bilateral facial nerve agenesis. This case is presented to highlight
Moebius syndrome in the differential diagnosis of cases presenting
with congenital facial weakness.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilomatriks Karsinoma
Yaşar Ünlü, Pınar Karabağlı, Hüseyin Kılıç, Ceyhan Uğurluoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pilomatriks Karsinoma
PIlomatrIx CarcInoma
Amaç: Pilomatriks karsinoma tanısı konulan bir olgunun, nadir görülmesi nedeniyle tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: 50 yaşında erkek hastada, sol ön kolunda yerleşim gösteren pilomatriks karsinoma olgusunu sunduk. Hasta hikayesinde lezyonun bir yıl önce geliştiği, ilk 6 aydan sonra boyutlarının hızla arttığı bildirildi. Pilomatriks karsinoma tanısı başlıca histopatolojik olarak verilir. Tümör, sıklıkla atipik mitozis gösteren, nükleolusları belirgin pleomorfik hücrelerden oluşmakta ve santralde keratotik materyal, gölge hücreleri, ve nekroz alanları ile karakterizeydi. Damar veya sinir infiltrasyonu görülmedi. Hasta 22 aydır lezyondan arınmış olarak izlenmektedir. Sonuç: Pilomatriks karsinoma düşük dereceli bir tümör olup, pilomatriksoma ve tiplerinden ayırımı yapılmalıdır. Klinisyenler ve patologların uzak metastaz potansiyeli yönünden, bu olgulara dikkatli yaklaşımı gerekmektedir. Literatürü gözden geçirerek olgunun diğer deri tümörleri ile ayırıcı tanısını tartıştık.
Aim: It was aimed to discuss a rare case which was diagnossed as pilomatrix carcinoma. Case Report:We report the case of a 50-year- old man with a pilomatrix carcinoma in his left forearm. In his history the patient announced taht the lesion had developed one year ago, and its size had expanded rapidly after the first six- month period. Diagnosis of malignant pilomatricoma is essentially histopathological .The tumor was composed of pleomorphic basaloid cells with prominent nucleoli and frequent atypical mitoses accompanied by central areas with keratotic materials, shadow cells, and foci of necrosis. Vascular or perineural infiltration was not observed. The patient remained disease-free at the 22 months follow- up. Conclusion: Pilomatrix carcinoma is a neoplasm of low-grade malignancy that should be distinguished from the conventional pilomatrixoma and its variants. Clinicians and pathologists should be aware of the occurrence of pilomatrix carcinoma because of its potential for distant metastases. We reviewed the literature and comment on the histopathologic differences from other cutaneous tumors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
Bayram Metin, Sami Ceran, Bayram Altuntaş, İsa Döngel
Olgu sunumu
Özeti
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
PerIcardIal Cysts And DIvertIcula In Three Cases
Perikardial kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin
yaklaşık olarak %7’ lik bir kısmını oluştururlar. Perikardiyal kist ve
divertiküller çoğunlukla sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte,
sol kardiyofrenik sinüs, superior mediasten, aortik ark seviyesi ve sol
hilusda da yer alabilirler. Perikardiyal kist ve divertiküller birbirine
yapı, lokalizasyon ve semptom olarak benzer lezyonlardır. Tanılarında
radyografi, BT ve MRG’ nin demostratif önemi vardır. Biz burada üç
olgu üzerinden mediastinal kistik lezyonların ayrıcı tanısında önemli
yer tutan perikardiyal kist ve perikardiyal divertiküllerin semptom,
tanı ve tedavi yönünden benzerliklerine ve farklılıklarına değinmek
istedik.
Pericardial cysts and diverticula compose %7 of all mediastinal
masses. Pericardial cysts and diverticula are generally present
at right cardiophrenic sinus also within left cardiophrenic sinus,
superıor mediastinum, aortic arch level and left hilum. Pericardial
cysts and diverticula are lesions which resemble themselves in
shape, localiaztion and symptoms. Radiography, CT and MRI has
demonstrative importance in their diagnosis. We want to present
similarities and differences of symptoms, diagnosis and treatment
of pericardial cysts and diverticula which are important in differential
diagnosis of mediastinal cystic lesions within these 3 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Hatice Toy, Kazım Gezginç, Lema Tavlı, Mustafa Cihat Avunduk, Serra Kayaçetin, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Immature Teratoma And Its DIfferentIal DIagnosIs
Amaç: Matür teratomdan ayırıcı tanısı yapılan bir Immatür teratom vakasının sunulması. Olgu sunumu: 29 ya şındaki bayan hasta kasık ağrısı şikayeti ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvurdu. Hastanın anamne- zinden 13 yaşında iken sol ovarial kist nedeniyle sol ooferektomi geçirdiği öğrenildi. O dönemde sol överin pato lojik incelemesinin normal olduğu söylenmiş. Hastanın yapılan pelvik muayenesinde uterustan net ayrılamayan pelvik kitlesinin olduğu saptandı. Hastanın pelvik ultrasonografisinde ise sağ ovarial bölgede 11x11 cm lik solid, kistik yapıları olan kalsifik alanlar içeren düzgün sınırlı heterojen kitle izlendi. Labaratuvar bulgularından AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 : 24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 olarak bulundu. Hastaya sağ ovarial kitle ekstirpasyonu ve sağ ooferektomi yapıldı. Operasyon sonrası histopatolojik in celemede immatür teratom grade-l tanısı verildi. Sonuç: Teratomlarda immatür komponentin atlanmaması için çok sayıda parça alınması ve nöral elemanların immünohistokimyasal çalışma ile gösterilmesi gerekmektedir.
Aim: To report an immature teratoma case that was differentiated from mature teratoma. Case report: A 29 year old woman consulted to Gynecology and Obsterics clinic vvith pelvic pain. İn the histoıy of the patient, it was un- derstood that she had left sided ooferectomy due to left ovarial cyst. At that time the ovarial pathologyhad been reported as normal. İn the pelvic examination of the patient a pelvic mass that can not be differentiated from ute- rus was detected. İn the pelvic ultrasonography of the patient, at the right ovarial area a smooth bordered hete- rogenous mass that had calcified areas vvith in the body, and that was measured as to be 11x11 cm and found to have solid and cystic components was detected.İn the laboratory finding AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA 125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 :24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 was found. The patient had been operated, the right ovarial mass extirpation and right ooferectomy had been done. The diagnosis vvith the histopathological examination of the mass was defined as immature teratoma grade-l. Conclusion: İt is needed to get several biop- sies of the pathological spesimen in order not to skip. The immature components of the teratomas and neural com ponents should be shown vvith immunohistochemical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
Müslim Yurtçu, Hüseyin Tokgöz, Hatice Toy
Olgu sunumu
Özeti
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
A Rare PresentatIon Of DysgermInoma: A GIant AbdomInal Mass
14 yaşında bir kız çocuğunda dev over tümörü nedeniyle karında kitleye neden olan nadir bir olguyu sunmaktayız. Fizik muayenede karında distansiyon ve sert kıvamda palpabl kitle saptandı. Abdominal ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)’de sol over kaynaklı, karnı tümüyle dolduran dev kitle tespit edildi. Tetkikleri tamamlanan hastanın elektif şartlarda laparatomisi yapılıp, overleri ve her iki tubası izlenerek sol over kaynaklı solid kıvamdaki kitleye ulaşıldı. Sol salpingoooferektomi yapılarak kitle total olarak çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik muayenesinde disgerminom tanısı konuldu. Hasta kemoterapi almak üzere Çocuk Hematoloji-Onkoloji Polikliniği’ne başvurmak üzere taburcu edildi. Disgerminom, adolesan döneminde karın içi dev kitle ile başvuran kızların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
We aimed to present a rare case with giant ovarian tumor which causes intraabdominal mass in a 14-year-old girl. On examination, there were abdominal distension and a palpable solid mass in abdomen. On abdominal ultrasonography (US) and computed tomography (CT) examination, a giant mass, which covers all intraabdominal cavity, was identified in the abdomen. Laparatomy was carried out in elective conditions after all tests had been performed. The mass originated from left ovary was excised totally via left salpingoooferectomy, following both ovaries and both tuba uterinas. The operative diagnosis of dysgerminoma was confirmed with histopathologic examination. Chemotherapy was scheduled by Hematology-Oncology Department. Dysgerminoma should be considered in the differential diagnosis of the girls who are admitted with the intraabdominal giant masses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Baş Dönmesi Şikayeti İle Başvuran Sol Atrial Dev Miksoma Olgusu
Alpay Arıbaş, Mehmet Tekinalp
Olgu sunumu
Özeti
Baş Dönmesi Şikayeti İle Başvuran Sol Atrial Dev Miksoma Olgusu
Left AtrIal Huge Myxoma WIth DIzzIness ComplaInt
Baş dönmesi ayırıcı tanısında nadiren akla gelen atrial miksoma olgusunu literatür eşliğinde tartışmaktır. 65 yaşında kadın hasta dört aydır baş-layan baş dönmesi nedeni ile nöroloji polikliniğine başvurmuş. Yapılan tetkiklerde nö-olojik bir neden saptanmamış. Kardiyoloji kliniğine başvurması söylenmiş. Ayrıntılı fizik muayene sonrası yapılan Transtorasik Ekokardiyografi(TTE) de sol atriyumda, sol ventrikül giriş ve çıkış yolunda obstrüksiyona yol açan dev miksoma tespit edildi. Hastaya cerrahi önerildi ancak hasta kabul etmedi. Baş dönmesi sık karşılaşı-lan bir poliklinik başvuru şikayetidir. Nadir fakat kötü klinik sonuçlara neden olabileceğinden dolayı atrial miksoma mutlaka ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulmalıdır.
The purpose of the study is to discuss an atrial myxoma case, rarely thought for the differential diagnosis of dizziness, with the help of literature. A 65 year old woman patient was admitted to neurology clinic with complaint of dizziness that started four months ago. No neurological cause was defined as the result of the examinations and the patient was referred to cardiology clinic. After a detailed physical examinaiton, a huge myxoma that lead to obstruction on the left entrance and exit ways in left atrium was defined. The patient was recommended to have a surgical operation, yet she refused to do so. Dizziness is a frequently encountered clinical complaint. Since it may cause rare but serious clinical results, atrial myxoma should definetely be taken into consideration in differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Mehmet Akdoğan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
CerebrospInal FluId Lactate Dehydrogenase Enzyme Levels In PalIents BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Bakteriyel menenjit ve aseptik menenjit ayrıcı tanısı için beyin omurilik sıvısı (B.O.S.) taktik dehidrogenaz (LDH) enzim düzeyi araştırıldı. B.O.S. LDH enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. LDH düzeyleri; kontrol grubunda 25,02±9,47 IUIL, bakteriyel menenjit grubunda 119,26±41,34 IUIL ve aseptik menenjit grubunda 403112,61 11.111, olarak bulundu. Karşılaştırma yapıldığında normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubunun B.O.S. LDI1 enzim düzeyleri belirgin olarak daha yüksektir (p<001). Bu verilere dayanarak B.O.S. LDH enzim düzeylerinin saptanmasının bakteriyel menenjitin aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceği kanaatindeyiz.
Cerebrospinal fluid lactate dehydrogenase (LDH) enzyme levet was investigated in this research for the differential diagnosis of bacterial and aseptic meningitis. LDH enzyme levels in CSF were determined in a group of 58 pediatric cases which were constituted of 30 normal imdividuals, 14 patients with bacterial meningitis and 14 patients with aseptic meningitis. The values of CSF LDII levels in normal group, bacterial meningitis group and aseptic meningitis group were obtained as 25,02 ±9 ,47 IUIL, 119,26 ±41,34 IUIL, ± 0 ÷ ,61 IUIL, respectively. In the levels of LDH enzyme ,in CSF of bacterial meningitis cases, a significant difference was found in comparison to the other groups which were normal individuals and aseptic meningitis cases (p<0,001).Based on these findings, it is concluded that the determinations of LD11 levels of CSF are helpful in differentiating bacterial from aseptic meningitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oestrus Ovis'in Neden Olduğu Eksternal Oftalmomiyazis
Beyza Saraçlıgil, Zeynep Dadacı, Salih Macin
Olgu sunumu
Özeti
Oestrus Ovis'in Neden Olduğu Eksternal Oftalmomiyazis
External OphthalmomyIasIs Caused By Oestrus OvIs
\r\n Eksternal oftalmomiyazis oküler yüzeyin sinek larvaları tarafından infestasyonudur. Bu yazıda sağ gözünde yabancı cisim hissi, kaşıntı ve kızarıklık şikayeti ile başvuran 47 yaşında bir olguyu tarif ettik. Yarıklı lamba biyomikroskopisinde konjonktival yüzeyde hareket eden küçük larvalar izlendi. Toplamda dört larva topikal anestezi altında çıkarılarak laboratuvara gönderildi ve oestrus ovis birinci evre larvaları olarak tanımlandı. Topikal antibiyotik-steroid kombinasyonu damla reçete edildi. Hastanın takip muayenelerinde herhangi bir şikayeti olmadı. Miyazisin şehir merkezlerinde yaşayan sağlıklı bireylerde de gelişebileceği göz önünde tutularak kırmızı gözün ayırıcı tanısında eksternal oftalmomiyazis hatırlanmalıdır.
\r\n
\r\n External ophthalmomyiasis is infestation of ocular surface with fly larvae. In our report, we described a 47-year-old man who presented with complaints of foreign body sensation, itching and redness in the right eye. Slit-lamp biomicroscopy revealed tiny larvae crawling on the conjunctival surface. A total of four larvae were removed under topical anesthesia and sent to laboratory where they were identified as first stage larvae of oestrus ovis. Topical antibiotic-steroid combination drop was prescribed. The patient had no complaints in the follow-up examinations. External ophthalmomyiasis should be remembered in the differential diagnosis of red eye as myiasis may also occur in healthy people living in city centers.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kriptojenik Organize Pnömoni
Celalettin Korkmaz, Turgut Teke, Resul Altuntaş, Durdu Mehmet Yavşan, Soner Demirbaş, Pınar Doğan
Olgu sunumu
Özeti
Kriptojenik Organize Pnömoni
CryptogenIc OrganIzIng PneumonIa
Organize pnömoni (OP) histopatolojik olarak respiratuar bronşiol
ve alveollerde fibroblast kümeleri ve immatür kollojenlerin birikimi
ile karakterizedir. Genellikle öksürük ve dispne gibi nonspesifik
semptomları vardır. Radyolojik olarak OP sıklıkla bilateral yer
değiştirebilen yamalı infiltrasyonlar şeklinde görülür. Kriptojenik
organize pnömoni (KOP) nonspesifik semptomları olan ve OP’nin
herhangi bir sebebe bağlanamadığı alt grubu olarak tariflenebilir.
Kırk dokuz yaşında kadın hasta, 2 yıldır efor dispnesi ve 20 gündür
kuru öksürük şikayeti ile başvurdu. Pnömoni tanısıyla uygulanan
antibiyoterapiler ile hastanın şikayetlerinde ve akciğer grafilerinde
düzelme olmadı. Hastanın fizik muayenesi, rutin laboratuvar
incelemeleri ve bronkoskopisi normaldi. Akciğer grafisinde sol üst
zonda 4 adet yaklaşık 1 cm boyutlarında nodüler dansite artışı
mevcuttu. Toraks BT’sinde her iki akciğer üst lobda ve sol alt lob
superiorda düzensiz konturlu en büyüğü 35X7 mm ebadında multiple
nodüller izlendi. Bronko alveolar lavajda ARB negatifti. Kollojen doku
belirleyicileri normaldi. Hasta klinik ve radyolojik olarak KOP olarak
değerlendirildi. Sistemik kortikosteroid tedavisi başlandı. Tedavinin
altıncı ayında tam klinik düzelme gözlendi ve çekilen kontrol toraks
BT’de nodüler lezyonların kaybolduğu gözlendi. Antibiyoterapiye
cevap alınamayan, radyolojik olarak yer değiştiren ve geçici
infiltrasyonları olan hastalarda ayırıcı tanıda KOP akılda tutulmalıdır.
Organizing pneumonia (OP) is characterized histopathology cally
by tufts of fibroblasts and immature collagen filling of respiratory
bronchioles and alveoli. Symptoms are usually nonspecific and
include cough and dyspnea. Radiograph cally, OP frequently
manifests as patchy bilateral infiltrates that can be relapsing and
migratory. Cryptogenic organizing pneumonia (COP) may be defined
as having non-specific symptoms which can ultimately be described
as a subset of the OP that cannot be attributed to any reason.
Forty-nine-year-old female patient admitted with the complaints of
2 year exertional dyspnea and 20 day dry cough. The patient was
diagnosed of pneumonia and prescribed with antibiotics; however,
no improvement was observed in her complaints and lung graphics.
The physical examination of the patient, routine laboratory analyses,
collagen tissue markers and bronchoscopy were normal. In chest
X-Ray, there were 4 nodular density approximately 1 cm in size, in
the upper zone. In thorax CT, there were irregular contours multiple
nodules, and the biggest one was approximately 35x7 mm in the
upper lobes and in the superior of the left lower lobe of lungs. Acid
fast bacteria was negative at bronchoalveolar lavage. The patient
was diagnosed COP as clinically and radiologically. Then, systemic
cortico steroid therapy was started. A complete clinical recovery was
observed in the sixth month of the treatment and at the control thorax
CT displayed that nodular lesions were disappeared completely. In
the cases that were not respond to antibiotic therapy and patients
having radiologically mobile and temporary infiltrations may be taken
into consideration in the differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
Bayram Çınar, Tuncer Süzer, Erdal Coşkun, Kadir Tahta
Olgu sunumu
Özeti
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
LymphocytIc AdenohypophysItIs FollovvIng TonsIllItIs
Lenfositik hipofizit otoimmün kökenli olduğu düşünülen, sıklıkla hipopitüitarizm bulguları ile başlayan, ve hipofiz adenomu ile karışabilen nadir bir hastalıktır. Sıklıkla hamileliğin son dönemleri ile doğum sonrası erken dönemdeki kadınlarda görülür. 29 yaşında 2 çocuk annesi kadın hasta 2 ay önce kriptik tonsilit nedeni ile tedavi görmüş. Daha sonra baş ağrıları başlayan hastanın son zamanlarda görmesinde azalma olmuş. Muayene ve radyolojik inceleme sonrası hipofiz adenomu öntanısı ile öpere edilen hastanın patoloji sonucu lenfositik adenohipofizit olarak rapor edildi. Postoperatif dönem sorunları olmayan hasta taburcu edildi. Adenomlarla karışabilen hastalığın ayırıcı tanısı tedavi planlaması açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda hastanın hikayesi, yaş ve cinsiyeti, hormon yetersizliği tablosunun ağırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme önemlidir. Kesin tanı histopatoloji yardımıyla koyulur. Otoimmün olduğu düşünülen hastalığın sıklıkla hamilelikle ilişkisi olduğu gibi, hamile olmayan kimselerde de yeni geçirilmiş bir enfeksiyonu takiben başlayabileceği ya da bulgu verebileceği akılda tutulmalıdır.
Lymphocytic adenohypophysitis is a rare disease associated with late pregnancy and early postpartum. Autoimmune mechanism is blamed as cause. İt is frequent in females, and may be misdiagnosed as pituitary adenoma. 29 years-old -female with 2 children presented with headache follovving cryptic tonsillitis. Recently she had problems vvith her Vision. Clinical and radiological work up including magnetic rezonance imaging revealed a mass in the sellar and suprasellar region. She undervvent surgical decompression follovving functional hormona! studies. Histopathologic evaluation of the specimen was reported as lymphocytic hypophysitis. Differential diagnosis of lymphocytic hypophysitis from that of adenoma is important in planning surgery. Relation to the pregnancy, a severe hypopituitarism, edematous anterior and posterior pituitary lobe are in favour of lymphocytic hypophysitis. But certain diagnosis is made via histopathologic diagnosis. İt is thought to be autoimmune in origin especially in pregnant or recently delivered vvomen. But in nonpregnant persons it may start or be aggravated after an infection as it is in our patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Bir Akut Batın Nedeni; Dev Over Kisti
Ali Kagan Coşkun, İbrahim Alanbay, Zafer Kılbaş, Tahir Özer, Taner Yiğit, Orhan Kozak, Turgut Tufan
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Bir Akut Batın Nedeni; Dev Over Kisti
A Rare Cause Of Acute Abdomen: GIant OvarIan Cyst
Over kistleri sık görülmekle beraber nadiren büyük boyutlara ulaşırlar. Büyük over kistleri mezenter kistleriyle, lenfanjiomalarla, loküle asit birikimleriyle veya peritoneal inklüzyon kistleri ile karışabilmektedir. Bu makalede klinik ve radyolojik bulguları nedeniyle lenfanjioma olarak değerlendirilen ancak yüksek oran da benign natürlü bir tip over kisti olan endometriotik kist tanısı konulan olgu sunulmuştur. Akut batın bulguları ile gelen hastalarda, fizik muayene ve laboratuar tetkikleri neticesinde nadiren pelvik yerleşimli dev kistik kitleler saptanabilir. Bu olguların ayırıcı tanısında gonadal yapılardan kaynaklanan kistler de göz önünde bulundurulmalıdır. Hastanın fertilite durumuna özel tedavi algoritması disiplinler arası koordineli bir çalışma ile çizilmelidir.
Ovarian cysts rarely reach enormous dimensions. The giant ones could be get mixed with mesenteric cysts, lymphangioma, local ascites or peritoneal inclusion cysts. We presented a case in which the preoperative evaluations revealed a lymphangioma eventhough the final hystopathological diagnosis was an endometriotic cyst (a type of benign ovarian cyst). Cystic lesions related to gonadal structures should be kept in mind when you’re dealing with giant cystic structures which are encountered rarely as a result of physical and laboratory examination at acute abdomen. The fertility situation and wish of patient should be considered when the treatment algoritm with an interdisciplinary approach are drawn .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Submandibuler Sialolipom
Sıddıka Fındık, Mehmet Akif Eryılmaz, Hasan Esen, Gülşah Şafak Örkan, Abitter Yücel
Olgu sunumu
Özeti
Submandibuler Sialolipom
SIalolIpoma Of The SubmandIbular Gland
Sialolipom; intraoral yerleşimli lipom varyantı olarak tanımlanan,
nadir görülen benign bir tümördür. Tümör, etrafı ince kapsüllü,
matür adipozit ve normal tükrük bezi dokusundan oluşmaktadır.
Bu çalışmada, 55 yaşında, bayan bir hastada submandibuler gland
yerleşimli sialolipom olgusu sunuldu.
Sialolipom is a rare benign tumor, defined as the variant of
intraoral lipoma. Tumour is completely surrounded by thin fibrous
capsule and consisted of mature adipocytes and normal salivary
gland tissue. In here, we present a 55 years old female patient with
submandibular gland located sialolipoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
GIant MesenterIc LIpoma As A Rare Cause
Lipomlar tüm vücutta yaygın olarak görülen iyi huylu, matur yağ
dokusu içeren mezenkimal tümörlerdir. Fakat intestinal mezenter
kaynaklı lipomlar nadir görülür. Kırk iki yaşında bayan hasta karın sağ
tarafını dolduran kitle tanısı ile başvurdu. Laparatomi ile tüm batın içi
kitle çıkarıldı. Lipomlar semptomatik veya asemptomatik olabilirler.
Tek tedavisi cerrahi olarak tam çıkarılmasıdır. Tam çıkarıldığında çok
iyi prognoza sahiptirler.
Lipomas are benign mesenchymal neoplasm commonly occurring
throughout the whole body and comprise mature fat tissue. However,
intestinal mesentery originated lipomas are rarely seen. A 42-yearold
female patient presented with right sided abdominal distension.
Exploratory laparotomy was performed and fat tissue was excised.
Lipomas might or might not present with any symptoms. Complete
surgical excision is the only treatment with a very good prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
Tamer Ertan, Mehmet Kılıç, A. Keşşaf Aşlar, Ömer Yoldaş, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
ActInomycosIs Of SIgmoId Colon: MImIckIng A Colon Cancer
Abdominal aktinomikoz anaerobik bir bakteri olan Actinomyces İsraeli’nin neden olduğu nadir görülen bir enfeksiyöz hastalıktır. Pelvik aktinomikoz sıklıkla intrauterin araç (İUA) kullanımıyla birliktedir. Kronik süpüratif enfeksiyon pelvik maligniteyi taklit edebilir. Preoperatif dönemde doğru tanı konulması genellikle mümkün olmamaktadır. İUA kullanımının bu nadir komplikasyonunu farketmek hastayı gereksiz ameliyattan kurtarabilir. Olgu: 31 yaşında ve İUA kullanım öyküsü olan kadın hasta karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvurdu. Fizik muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyeti mevcuttu. Bimanuel pelvik muayenesinde 8x10 cm’lik kitle mevcuttu. Transvajinal ultrasonda sağ overden köken alan 9x9 cm’lik kistik kitle saptandı. Hasta sağ over kist torsiyonu tanısıyla acil ameliyata alındı. Ameliyatta sağ adneks, sigmoid kolon, sakrum ve sağ pelvik duvarı infiltre eden kitle lezyonu saptandı. 10 cm’lik bir jejunum ansı’da bu kitle lezyonuna yapışıklık gösteriyordu ve sigmoid kolonda yaklaşık 5x6 cm boyutunda kitle palpe ediliyordu. Bu bulgular kolon karsinomunu destekliyordu ve intraoperatif genel cerrahi konsültasyonu istendi. Hastaya sağ salfingo ooferektomi + sigmoid rezeksiyon + segmental jejunum rezeksiyonu yapıldı. Rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesinde aktinomikozla uyumlu kronik inflamasyon doku saptandı. Sonuç: Özellikle İUA kullanan hastalarda pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında nadir görülen bu infeksiyöz hastalık akılda tutulmalıdır.
Abdominal actinomycosis is a rare infectious disease caused by an anaerobic bacterium actinomyces israeli. Pelvic actinomycosis is generally associated with the use of intrauterin devices (IUD). This chronic suppurative infection can mimic pelvic malignancy. The diagnosis of the disease is frequently miss preoperatively. The surgeons must be aware of this rare complication in order to avoid an extensive surgical procedure. Case: We present the case of a 31 year old premenoposal woman with an abdominal pain and a history of IUD us efor 6 years. On physical examination the patient had tenderness on right lower abdomen and a palpable cystic mass 8x10 cm in size on pelvic bimanual examination. A preoperative transvaginal USG showed a 9x9 cm cystic mass originated from right ovary. The patient was taken to the emergency operating suite with the diagnosis of torsion of the right cystic ovary by gynaecologist. During the exploratory laparotomy we observed an extensive diffusely infiltrating process involving right adnexa, sigmoid colon sacrum and right pelvic Wall. A loop of jejunum was adherent to this infiltrating process and a mass 5x6 cm in size was palpated in sigmoid colon. These findings were highly suggestive of a colonic carcinoma and the patient was consulted with a general surgeon intraoperatively. Right salpingo -ooferectomy + sigmoid resection + segmental jejunal resection was performed. Pathologic findings showed chronic inflammatory tissue with evidence of actinomycosis. Conclusion: The case described here underlines that surgeons must be aware of this unusual infectious disease in the differential diagnosis of pelvic mass.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endometriumun Preneoplastik Ve Neoplastik Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Agnor’un Önemi
İbrahim H. Özercan, Bengü Çobanoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Endometriumun Preneoplastik Ve Neoplastik Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Agnor’un Önemi
The Value Of Agnors In DIfferantIated PreneoplastIc And NeoplastIk EndometrIal LesIons
Endometriumun preneoplastik ve neoplastik lezyonlarının ayırıcı tanısında AgNOR sayılarının önemini araştırmak amacıyla, basit endometrial hiperplazi (n=10), atipili basit endometrial hiperplazi (n=10), atipisiz kompleks hiper plazi (n=10), atipili kompleks hiperplazi (n=10) ve iyi diferansiye endometrial adenokarsinom tanısı almış toplam 50 olgu AgNOR yöntemiyle boyandı. İyi diferansiye endometrial adenokarsinom ile karşılaştırıldığında atipili ve atipisiz basit hiperplazi ve kompleks hiperplazide görülen ortalama AgNOR sayıları arasında farklılık istatiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001).
The aim of the study was carried out to investigate the diagnostic value of the AgNOR to distinguishing betvveen preneoplastic and neoplastic lesions of the endometrium. Retrospective analysis included tissue material obtained from 50 patients with simple and complex hyperplasia with and without atypia and well differantiated endometrial adenocarcinoma. Sections were stained with AgNOR technique. The results obtained indicate that AgNOR counts have statistical significant in differantiating betvveen well differantiated endometrial adenocarcinoma and, simple hyperplasia and complex hyperplasia with and vvithout atypia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Melanoma Taklitçisi Olarak Mavi-Beyaz Varyant Bazal Hücreli Karsinoma: Dermoskopik Analiz
Ömer Faruk Elmas
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Melanoma Taklitçisi Olarak Mavi-Beyaz Varyant Bazal Hücreli Karsinoma: Dermoskopik Analiz
Blue-WhIte VarIant Of Basal Cell CarcInoma As A MImIcker Of Melanoma: DermoscopIc AnalysIs
Amaç: Bazal hücreli karsinomun dermoskopik özellikleri iyi bilinmekle beraber, mavi beyaz varyant bazal hücreli karsinom yakın zamanda tanımlanmış ve melanomayı taklit eden yönüne vurgu yapılmıştır. Bilgilerimize göre, literatürde bu özel varyant ile ilgili tek bir orjinal araştırma mevcuttur. Biz çalışmamızda, bazal hücreli karsinomun bu özel varyantını; klinik, dermoskopik ve histopatolojik yönüyle incelemeyi amaçladık.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, iki farklı merkezde 2015-2018 yılları arasında histopatolojik olarak bazal hücreli karsinom tanısı alan vakalar retrospektif olarak incelenmiştir. Dermoskopik olarak diffüz mavi beyaz alanlar ile prezente olan olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm olguların klinik, histopatolojik, demografik ve dermoskopik özellikleri değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış 154 bazal hücreli karsinom vakası gözden geçirilmiş ve bu vakalardan 15'inin (% 9.74) diffüz mavi beyaz dermoskopik patern ile prezente olduğu saptanmıştır. Vakaların tümü baş bölgesinde lokalizeydi. Tüm vakalarda histolojik inceleme, melanom ve bazal hücreli karsinom olmak üzere iki temel ön tanı ile yapılmıştı. Diffüz mavi beyaz alanlardan sonra en sık rastlanan dermoskopik bulgular sırasıyla irregüler serpentin damarlar (%60), periferal akça ağaç yaprağı benzeri alanlar (%46.6) ve ülserasyondu (%46.6). Tüm olguların histopatolojik incelemesi nodüler ya da nodüloülseratif bazal hücreli karsinom olarak raporlanmıştı.
Sonuç: Çalışmamız, bilgilerimize göre, mavi beyaz varyant bazal hücreli karsinom ile ilgili literatürdeki en geniş kapsamlı çalışma olma özelliğini taşımaktadır. Bu özel varyant, bazal hücreli karsinomun oldukça sıradışı ve tanısı güç bir prezentasyonudur. Ayırıcı tanıda en önemli antite, melanomadır. Dermoskopik olarak diffüz mavi beyaz alanlar gösteren lezyonlarda bazal hücreli karsinomanın bu varyantı göz önüne alınmalıdır. Bazal hücreli karsinomu spesifik dermoskopik ipuçlarının saptanması açısından dikkatli bir dermoskopik muayene, eksizyon öncesi diagnostik sürecin daha iyi yönlendirimesine katkı sağlayabilir.
Objective: Dermoscopic features of basal cell carcinoma (BCC) have been well described in the literature, however, blue white variant of BCC has recently been described as a mimicker of melanoma. When reviewing the literature, it seems that there is just one original research about this special type of BCC. Here we aimed to evaluate this special and challenging variant of BCC cases of two dermatology departments from different regions of Turkey.
Material and methods: Dermoscopic images of the histopathologically approved BCC cases from two centers between the years 2015-2018 were reviewed. The cases showing diffuse blue white areas on dermoscopy were included in the study. The clinical and histopathological features, dermoscopic images and demographic data of all the cases were evaluated
Results: We detected 15 (9.74 %) lesions of BCC with diffuse blue-white dermoscopic pattern from 15 different patients among 154 cases of histopathologically confirmed basal cell carcinomas. All of the cases were located on the head region. All of the cases were excised with two main differantials: melanoma and BCC. The most common findings after blue white diffuse areas were irregular serpentine vessels (60.0 %), peripheral maple leaf like areas (46.6%) and ulceration (46.6%). The histopathological examination of all the cases were in keeping with nodular or noduloulcerative subtypes.
Conclusion: The present study, to the best of our knowledge, is the most comprehensive study regarding this rare and challenging presentation of BCC. The main differential diagnosis is melanoma. We suggest that it would be logical to consider blue white BCC in the lesions showing diffuse blue-white color. A careful dermoscopic examination regarding the presence of specific dermoscopic clues to basal cell carcinoma can provide a well-directed preliminary diagnostic evaluation.
Keywords: Basal cell carcinoma, blue white, dermoscopy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Saim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Tüberkülozu: Üç Olgu Sunumu
Hamdi Arbağ, Yavuz Uyar, Mustafa Cihat Avunduk, Kayhan Öztürk, Çağatay Han Ülkü
Olgu sunumu
Özeti
Parotis Tüberkülozu: Üç Olgu Sunumu
TuberculosIs Of The ParotId Gland: Three Case Report
Bu makalede üç olgu sunularak parotis tüberkülozunun patolojik tipleri ve ameliyat öncesi tanı konulamayan vakalarda açık biyopsinin önemi tartışıldı. Olgulardan ikisi lokalize, biri diffüz tutulumlu parotis tüberkülozu idi. Lokalize olgularda ekstrakapsüler diseksiyon ile, diffüz tip olan olguda ise açık biyopsi ile tanı konuldu. Parotis bezi kitlelerinde minimal cerrahi süperfisyel parotidektomi olup, açık biyopsi ve enükleasyon tarzında cerrahi rutin olarak uygulanmaz. Parotis tüberkülozlarında ise geleneksel olarak süperfisyel parotidektomi yapılarak spesmenin histopatolojisi ile tanı konulur ve medikal tedavi uygulanır. Parankimatöz tipteki olgumuzda, mukoepidermoid karsinoma benzerliği ve yaygın fibrozis olduğu için, kitlenin histopatolojisine göre cerrahi planlanarak açık biyopsi yapıldı. Ameliyat öncesi, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile kesin tanı konulamayan bu gibi olgularda, ayırıcı tanı amacıyla açık biyopsi yapılabilir.
In this study, the pathologic types of the tuberculosis of the parotid gland and the necessity of performing open biopsy in the cases who can not be diagnosed preoperatively were discussed in the three cases. Two of these cases were nodular (localized) type and the other was diffuse type. The diagnoses were established in the localized type and the other was diffuse type. The diagnoses were established in the localized type by extracapsular dissection and the diffuse type by open biopsy. In the parotid gland mass, minimal surgical approach is superficial parotidectomy and open biopsy or extracapcular dissection surgeries should not be performed routinely. The diagnosis of the parotid gland involvement with tuberculosis has traditionally been made after superficial parotidectomy, then applied medical therapy. Due to similarity to mucoepidermoid carcinoma and diffuse fibrosis was in the paranchymatous case, open biopsy was performed planning the surgery according to the histopathologic diagnosis. If the differential diagnosis cannot be made with fine needle aspiration biopsy (FNAB) in as these cases preoperatively, open biopsy can be performed for diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Hyalinize Granüloma
Yaşar Ünlü, Ceyhan Uğurluoğlu, Pınar Karabağlı, Hüseyin Kılıç, Mehmet Akif Tercan
Araştırma makalesi
Özeti
Pulmoner Hyalinize Granüloma
Pulmonary HyalInIzIng Granuloma
Amaç: Bir pulmoner hyalinize granüloma (PHG) olgusunu sunmak. Olgu Sunumu: 48 yaşında kadın hastanın tesadüfen çekilen direkt akciğer grafisinde bilateral kitle gölgeleri izlendi. Hastada klinik bulgu yoktu. Açık akciğer biyopsisi ile çıkarılan iki nodülün kesit yüzeyleri homojendi. Hyalinize kollajen demetler ve kronik inşamatuar hücre infiltrasyonunun varlığı ile olguya histopatolojik olarak pulmoner hyalinize granüloma tanısı kondu. Sonuç: Nadir görülen bu benign hastalığın multipl pulmoner nodüllerin ayırıcı tanısında hatırlanmasına dikkat çekmek amacıyla olgu sunuldu.
Objective: To present a case of pulmonary hyalinizing granuloma (PHG). Case Report: The patient was a 48-year-old female who had abnormal chest X ray showing bilateral mass shadows incidentally. She was asymptomatic. Subpleural two nodules removed by open lung biopsy revealed a homogenous cut surface. Histological diagnosis was PHG consisting hyalinized collagen fibers and bundles infiltrated with chronic inflamatory cells. Conclusion: The case was presented to attract attention to take this rarely benign disease in to account in the differantial diagnose of multiple pulmonary nodules.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
Halil Kıyıcı, Erdal Karagülle, Eda Ermişler
Olgu sunumu
Özeti
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
KIkuchI’s LymphadenItIs. A Case Report And EvaluatIon Of Cases Reported From Turkey
Kikuchi lenfadeniti tanısı konan bir olgunun sunumu eşliğinde Türkiye’den bildirilmiş aynı tanıya sahip olguların topluca değerlendirilmesi. 26 yaşında, koltuk altında ele gelen kitle ve ateş şikayetleriyle başvuran kadın hastada tüberküloz lenfadeniti klinik ön tanısıyla eksizyonel lenf nodu biyopsisi yapılmıştır. Patolojik incelemede lenf nodlarında düzensiz keskin sınırlı nekroz odakları görülmüştür. Bu odaklarda yoğun histiyosit proliferasyonu saptanmış, nötrofil lökosit infiltrasyonu görülmemiştir. Enfeksiyöz lenfadenitlerin ve lenfomanın ekarte edildiği bu olguda klinik ve morfolojik bulguların Kikuchi lenfadeniti ile uyumlu olduğu görülmüştür. Nadir görülen bir lenfadenopati olan Kikuchi hastalığı, özellikle lenfoma ile ayırıcı tanıya girmesi sebebiyle özel bir öneme sahiptir. Bu hastalık, klinik ön tanılar içine pek konulmadığından dolayı patolojik değerlendirmede mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu olgu sunumu ile birlikte Türkiye’den bildirilen toplam 31 olgunun yaş ortalaması 31’dir. Bu olgularda kadın / erkek hasta oranı 1.45’tir. En sık saptanan klinik bulgular ele gelen şişlik ve ateştir. Şişlik, ağrılı veya ağrısız olabildiği gibi, ateş de subfebril olabilmektedir. En sık servikal bölge, ikinci sıklıkta aksiller bölge tutulmaktadır. Laboratuvar bulgusu olarak sıklık sırasıyla ESR, CRP, LDH yüksekliği ve lökopeni görülür. Bu patoloji, özellikle lenfoma ve sebebi bilinmeyen ateş klinik ön tanıları olan, servikal – aksiller lenfadenopatisi bulunan olguların ayırıcı tanısına dahil edilmelidir.
Evaluation of Turkish cases reported as Kikuchi lymphadenitis, together with an additional case report. Excisional lymph node biopsy is performed on a 26 years old female patient, who is admitted to the hospital with complaints of a palpable mass at axilla and fever. Pathological examination revealed multiple foci of necrosis with sharp, irregular borders. Dense histiocytic proliferation without presence of neutrophil leukocytes is seen in these foci. Clinical and morphological findings of this case are found to be concordant with Kikuchi’s lymhadenitis. As a rare type of lymphadenitis, Kikuchi’s disease has a special importance due to its inclusion in differential diagnosis of lymphoma. Since it is uncommon to be counted in clinical pre-diagnosis, it must be absolutely taken into consideration in pathological evaluation. Together with this case report, mean age of totally 31 cases from Turkey is 31. Female to male ratio of these cases is 1.45. The most common clinical findings are palpable mass and fever. Masses may be painful or painless, as if fever may be subfebrile. Most common location is cervical region and the second common location is axillary region. As laboratory findings, ESR, CRP and LDH levels are increased and leukopenia is found. This pathology must be included especially in differential diagnoses of cases with clinical pre-diagnoses of lymphoma and fever of unknown origin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
PozItIve PredIctIve Value Of UterIne Masses: Us, Bt And Mrı
Amaç: Uterus lezyonlarının ayırıcı tanısında kesitsel radyolojik incelemeler yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda US, BT ve MRG’nin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya olumlu katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 15 uterus lezyonu alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1 ağırlıklı, T2 ağırlıklı, fat saturasyonlu ve Intravenöz kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalite ile konulan ayırıcı tanılarımızı patolojik tanılar ile karşılaştırdık. Bulgular: Olgularımızın 7'si myom, 3'ü adenomyozis, 3'ü endometrial karsinom ve 2'si servikal karsinomdu. Ultrasonografi İle 15 olgunun 11'ine(%73), bilgisayarlı tomografi İle 12'sine (%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 13'üne (%87) ayırıcı tanı konuldu. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of uterine lesions. We discussed the primary contribution of US, CT, and MRI methods in the diferential diagnosis of uterine masses. Materials and methods: We evaluated the spectrum of US, CT, and MRI findings of the 15 uterine masses. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover, sagittal and axlal T1 weighted as well as T2 weighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium-enhanced MR images of the pelvic region. We compared our radiologic diferential diagnosis with pathologic diagnosis. Results: Seven of 15 cases had myoma, 3 had adenomyosis, 3 had endometrial carsinoma, and 2 had servix carcinoma. Correct diferential diagnosis was established in 11 (73%) out of 15 cases with US, in 12 (80%) with CT, and in 13 (87%) with MRI. Conclusion: MRI is the imaging method best suited for evaluation of uterine lesion than other imaging technigues. Since ultrasonography allows deiiation of the uterine masses in at least two scanning planes, this method should be preferred as the first method of searehing for uterine lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Skrotal Lipom
Kadir Yılmaz, Selçuk Güven, Okan İstanbulluoğlu, Erkan Arslan, Hacı Hasan Esen, Mehmet Kılınç
Olgu sunumu
Özeti
Büyük Skrotal Lipom
MassIve Scrotal LIpoma
Lipomlar en sık rastlanan testis dışı skrotal kitlelerdir. Genellikle spermatik korddan gelişirler. Etyolojisi bilinmez ancak konstitisyonel faktörlere, obesiteye bağlanır. 5. ve 6. onyıllarda daha sık rastlanır. Bu olgu sunumunda 70 yaşındaki erkek hastada saptanan sıradışı, büyük bir skrotal lipom anlatılmaktadır.
Lipomas are the most common extratesticular scrotal neoplasms and they most often originate from the spermatic cord. The etiology is unknown but linked to a constitutional factors, obesity, an its presentation is more frequent in the sixth or fifth decade. In this case, an unusual massive scrotal lipoma that occured in 70 years old man is described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Turgut Teke, Mustafa Dinç, Emin Maden, Hatice Toy, Orhan Özbek, Sami Ceran, Mustafa Serdengeçti, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Tuberculous LymphadenItIs WhIch MImIcked MedIastInal Tumor And Elevated Fdg Uptake At Pet-bt
Tüberküloz tüm dünyada ve ülkemizde çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Ekstrapulmoner yerleşimli tüberküloz vakaları ayırıcı tanıda karşılaşılan zorluklar nedeni ile önemli bir klinik sorun oluşturmaktadır. Kontrastlı toraks BT’de mediastende patolojik boyutlarda lenfadenomegaliler bulunan, PETBT’sinde lenfadenomegalilerinde yüksek FDG tutulumunun görülmesi nedeniyle yapılan mediastinoskopik biyopside tüberküloz lenfadenit olduğu saptanan vakayı tartışmayı amaçladık. 80 yaşında bayan hasta PA akciğer grafisinde sağ paratrakeal bölgede genişleme tespit edilmesi üzerine yatırıldı. Toraks BT ve MR görüntülemeleri bu genişlemenin mediastinal tümörle uyumlu olduğunu destekliyordu. PET-BT incelemesinde kitlenin malignite lehine artmış FDG tutulumu gösterdiği izlendi. Ancak mediastinoskopik biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit olarak rapor edildi ve tüberküloz tedavi başlandı. Erişkin hastalarda bile görüntüleme yöntemleriyle dahi malign olduğu düşünülen mediastinal kitlelere sebep olan patolojiler arasında tüberküloz lenfadenitin de olabileceği akılda tutulmalı ve tüberküloz lenfadenitin PET-BT incelemesinde artmış FDG tutulumu gösterebileceği unutulmamalıdır.
Tuberculosis remains to be a serious public health problem in our country and all over the world. Extrapulmonary tuberculosis causes major clinical problems because of difficulties encountered in the differential diagnosis. In this case report, we aimed to discuss a case of tuberculous lymphadenitis mimicking mediastinal tumor in chest CT and PET-CT examination. Eighty years old female patient with right paratracheal enlargement in the chest radiography was admitted to our hospital. Thorax CT and MR imaging was supporting this expansion as concordant with the mediastinal tumor. The PETCT showed increased FDG uptake in favor of malignant masses. However, mediastinoscopic biopsy was reported as tuberculous lymphadenitis and antituberculous therapy was started. It should be kept in mind that even in adults patients, tuberculous lymphadenitis should be thought in differential diagnosis of mediastinal masses suspecting malignancy with imaging techniques and also it should not be forgotten that tuberculous lymphadenitis may be presented with elevated FDG uptake at PET-BT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, Mustafa Ünaldı, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
CerebrospInal FluId AlkalIne Phosphatase Enzyrne Levels In PatIents WIth BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Menenjit ayırıcı tanısı için beyin omurilik sıvısında (8.0.S.) alkalen fosfataz (ALS) enzim düzeyleri araştırıldı. B.O.S. ALF enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. ALP düzeyleri; kontrol grubunda 0,13 ± 0,08 KU/ dl, bakteriyel menenjit grubunda 1,.33 ± 0,78 KUMl ve aseptik menenjit grubunda 0,29 ± 0,12 K1.11d1 olarak bulundu. Normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubu 8.0.S. ALP. enzim düzeyi belirgin olarak daha yüksektir (p<0.001). Bu bulguların ışığında B.O.S. ALF enzim düzeylerinin yüksek düzeyde saptanmasının özellikle negatif B.O.S. kültürüne sahip bakteriyel menenjit vakalarının aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz.
Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme level was investigated in this research for the differential diagnosis of meningitis. Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme levels were de-terrnined en a group of 58 pediairic cases which were constituted of 30 normal individuals, 14 pa-'lents with bacterial meningitis and 14 patients with aseplic meningitis. In the normal group, the levels of alkaline phosphatase in cerebrospinal fluid ıvere estimated as 0,13 ± 0,8 Kuld.I.The values of alkaline phosphatase levels in bacterial and aseptic meningitis were obtained as 1,33 ± 0,78 KU/ dl, 0,29 ± 0,12 KUM], respectively. In cases of bacterial meningitis, a significant difference was founcl in comparison to the other groups which normal group and aseplic meningilis group (p<0,001). Based on these findings its is concluded that the determinations of alkaline phosphatase levels in the cerebrospinal fluid are helpful in differentiating bacierial from aseptic meningitis, especially in the cases which were negative cultures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvık Kıtle Ayırıcı Tanısında Dusunulmesı Gereken Bır Pelvık Renal Ektopı Olgusu
Talat Yurdakul, Kadir Karabacak, Mehmet Özeroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvık Kıtle Ayırıcı Tanısında Dusunulmesı Gereken Bır Pelvık Renal Ektopı Olgusu
A PelvIc EctopIc KIdney Case WhIch Must Be Throught At DIfferansIonal DIagnosIs Of PelvIc Mass.
Bel. kasik agrisi ve pelvik kitle lie incelenen vapidaki hir kiz hastada ektopik bobrekte tacit hid-•opyonefroz saptandi. Bu hastalar seyrek olmayarak balka klinikiere hamirmaktathrlar.
In a fifteen years old girl compleining from lom-her and inguinal pain hydropyonephrosis with sto-nes in pelvic kidney has been determined after an in-vestigation with pelvic mass. Not very seldom this sort of patients apply to other clinics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
Bartu Badak, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
AsymptomatIc Huge OverIal BenIgn MucInous Cystadenoma
Overin benign müsinöz kistadenomu büyük boyutlara ulaşabilir.
Abdominal kistik kitleler büyük boyutlara ulaşmadan genellikle belirti
vermemektedir. Olgumuzda olduğu gibi büyük boyutlara ulaşan
bir abdominal kistin asemptomatik bir klinik seyir izlemesi nadir
karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede asemptomatik dev overial
benign müsinöz kistadenom olgusunu sunarak abdominal kistlere
yaklaşımı değerlendirmek istedik. Abdominal kistlerin tanısında
ultrasonografi yararlı bir tetkiktir. Ayırıcı tanı için ileri görüntüleme
yöntemi olarak abdominal tomografi veya manyetik rezonans tercih
edilmelidir. Cerrahi tedavide genellikle orta hat insizyon ile açık
cerrahi müdehale tercih edilmektedir. Açık cerrahi konvansiyonel
bir yöntem olarak önemini korumaktaysa da laparoskopik cerrahi
yöntemler giderek yaygınlaşmaktadır.
Asymptomatic huge overial benign mucinous cystadenoma:
A case report. Overial benign mucinous cystadenoma can grove
huge sizes. Abdominal cysts are usually asymptomatic unless
they have huge sizes. It is a rare condition asymptomatic clinical
course of a huge abdominal cyst as like in our case. We aim to
examine abdominal cysts by presenting a case of huge overial
benign mucinous cystadenoma in this article. Abdominal ultrasound
imaging is a useful exemination in diagnosis of abdominal cysts.
For differential diagnosis abdominal tomography and magnetic
resonance must perform as a advenced imaging method. Surgical
treatment is usually open surgery performed by a median incision.
Although open surgical tecniques are protecting importance as a
convential prosedure laparoscopic surgical methods are increasingly
having popularization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Ali Gökalp, Yener Gültekin, Oktay Işık, Bülent Özdeşlik
Araştırma makalesi
Özeti
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
UltrasonIe IdentIfIcatIon Of Scrotal L'oıhologIes And Undescended TestIs
İnmemiş testis ve skrotal patoloji düşünülen 207 olgunun ultrasonografik (US) incelenmesi öncesi ve sonrası klinik ve operasyon sonuçları karşılaştırıldı. Ultranosografinin inmemiş testis, klinik ve subklinik verikosel sapltanmasında ve intraskrotal kitlerinin ayırıcı tanısında olumlu katkısı tartışıldı.
It was examined iwo hundreci and seven cases havıng the unders-cended iestis and scrotal patholo-gy by ultrasonography. Ultrasonographic findings were discussed in association with clinical and op-eration findings. It was discussed that, ultrasonography coıdd give US positive chıes in Ille investiga. tion of dillerential diagnosis of clinic and subclinic varicocele and undescended testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
Tümay Özgür, Sibel Hakverdi, Muhyittin Temiz, Mehmet Yaldız, Seçkin Akküçük
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
EndometrIosIs In Cesarean Scar: EvaluatIon Of SIx Cases WIth
revIew Of The LIterature
Endometriozis normal endometrial dokunun uterus dışında
görülmesidir. Skar endometriozisi en sık karın duvarına yapılan
obstetrik ve jinekolojik cerrahi işlemlerden sonra ortaya çıkan genel
cerrahlar tarafından ayırıcı tanıda ön planda pek düşünülmeyen, nadir
görülen jinekolojik patolojidir. Genel Cerrahi polikliniğine 2008-2012
yılları arasında abdominal kitle şikayeti ile başvuran, kitleleri total
eksize edilmiş ve patoloji laboratuvarında skar endometriozisi tanısı
almış altı olguya ait klinik, radyolojik ve patolojik veriler retrospektif
olarak değerlendirildi. Bu hastaların başvuru semptomları farklı idi;
dördü siklik dönemde artan ağrı ve şişlik ile karakterize, ikisi ise nonspesifik
özellikli abdominal duvarda insizyon skarı bölgesinde kitle
şikayeti ile Genel Cerrahi polikliniğine başvurdu. Tüm kitleler total
eksize edildi ve patoloji laboratuarında skar endometriozisi tanısı
aldı. Genel Cerrahi polikliniğine abdominal insizyon skarı lojunda
kitle şikayeti ile başvuran bayan hastalarda jinekolojik bir patoloji
olan endometriozis ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Endometriosis is the presence of normal endometrial tissue
outside the uterus. Scar endometriosis is a rare pathology resulting
after obstetric and gynecologic surgery procedures on abdominal
wall which is not pre-diagnosed in differential diagnosis by general
surgeons. Six cases referred to General Surgery outpatient clinic with
mass on abdominal wall that have been totally excised and diagnosed
as endometriosis in pathology laboratory between 2008-2012 , have
been reviewed retrospectively with clinic, radiologic and pathologic
findings. The presenting symptoms of six pateints were different;
four of them referred with cyclic pain and swelling and two with nonspesific
symptoms to general surgery outpatient clinic. All of the
masses have been totally excised and diagnosed as endometriosis
in pathology laboratory. Scar endometriosis should be considered in
differential diagnosis of incisional abdominal wall masses in females
referring to General Surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
Müslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
16 Yıllık Presenkop Öyküsü: Myotonik Distrofinin Atipik Bir Prezentasyonu
Aslı Akyol Gürses, Figen Güney, Bülent Oğuz Genç, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
16 Yıllık Presenkop Öyküsü: Myotonik Distrofinin Atipik Bir Prezentasyonu
16 Years Hıstory Of Presyncope: An Unexpected Presentatıon Of Myotonıc Dystrophy
Miyotonik distrofi, erişkin çağın en sık görülen musküler distrofisidir. Hastalığın nörolojik bulguları tipik olmakla birlikte; kardiyak ve sistemik semptomların baskın olduğu olgularda tanı güçleşebilir. 16 yıldır süregelen presenkop atakları nedeniyle ilk olarak kardiyoloji bölümüne başvuran 46 yaşındaki erkek hasta, son dönemde belirginleşen yürüme güçlüğü şikayeti tanımlaması üzerine nöroloji bölümüne yönlendirilmişti. Detaylı nörolojik muayene ve elektrofizyolojik inceleme sonrasında hasta tip 1 miyotonik distrofi tanısı aldı. Mevcut olgu, sebebi bilinmeyen kardiyak ileti defekti, aritmi ve kardiyomiyopatiyle prezente olan hastalarda; özellikle de eşlik eden silik veya aşikar nörolojik şikayetler varlığında, nörolojik değerlendirmenin önemini ve gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu tip olguların ayırıcı tanısında nöromuskuler hastalıklar da akılda tutulmalıdır ve doğru tanısal değerlendirme için multidisipliner yaklaşım esastır.
Myotonic dystrophy is the most common muscular dystrophy of adulthood. Neurological manifestation of the disease is typical, however diagnosis could be challenge in patients presentig with predominant cardiac or systemic symptoms. 46 year old male was suffering from presyncope attacks for 16 years, and first examined by a cardiologist. Because of the recent complaints including walking difficulty, he was referred to neurology department. Following a detailed neurological examination and electrodiagnostic workup, he was finally diagnosed myotonic dystrophy type 1. The case highlights the necessitiy of neurological consultation in patients who present with conduction defects, arythmias or cardiomyopathies of unknown origin, accompanied by overt or subtle neurological symptoms. In such patients, neuromuscular disorders should be considered in the differential diagnosis; and in order to provide thorough diagnostic evaluation, multidisciplinary approach is essential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dermatologic Emergencies
Selami Aykut Temiz, İlkay Özer, Arzu Ataseven
Derleme
Özeti
Dermatologic Emergencies
DermatologIc EmergencIes
Acil tıbbi durumlar, hızlı karar vermeyi ve bu kararları mortalite ve morbiditeyi önlemek için hızla uygulamayı gerektirir. Dermatolojik acil durumlar, öncelikle primer deri kaynaklı hastalıklar veya altta yatan sistemik hastalıklar ve enfeksiyonlar ile ilişkili hastalıklar olarak ortaya çıkabilir. Dermatolojik acil durumlar, diğer tıp dallarından daha nadir olmakla birlikte, yaşamı tehdit eden, yüksek mortalite oranına sahip, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen ve büyük oranda hastaneye yatış ya da yoğun bakım ünitesine yatışa ihtiyaç duyan, olası bir tıbbi tedaviyi hemen vermeyi gerektiren vakaları içermektedir.
Ürtiker-anjiyoödem, stevens-johnson sendromu, toksik epidermal nekroliz, toksik şok sendromu, eritrodermi, gebeliğin pruritik ürtikeryal papül ve plakları, otoimmün büllöz hastalıklar, akut graft versus host hastalığı, haşlanmış deri sendromu ve nekrotizan sellülit gibi mortalite ve morbiditeye neden olan hastalıklar dermatolojik acil durumlar olarak bilinir. Dermatolojik acil durumları saptamak; acil tıbbi müdahale sağlamak, mortalite ve morbidite insidansını azaltmak ve dermatolojik acil olmayan durumlarda da gereksiz konsültasyon, tedavi, para ve zaman kaybını önlemek için önemlidir.
Dermatolojik acil durumları, etiyopatogenez, klinik, ayırıcı tanı ve tedavi başlıkları altında inceledik, dermatoloji ve dermatoloji dışı hekimlere pratik yaklaşımları derledik.
Emergency medical conditions involve rapid decision making and applying these decisions to prevent mortality and morbidity. Dermatologic emergencies may primarily occur in association with skin-involved diseases, and underlying systemic diseases or infections, as well. Dermatologic emergencies are uncommon than other branches of medicine; however, it involves the cases of potentially life-threatening, having high mortality rate, negatively effecting the quality of life on highest degrees, and requiring hospitalization or intensive care units, if possible, to give a convenient medical treatment immediately.
The diseases causing mortality and morbidity, such as Urticaria-angioedema, Stevens-Johnson syndrome, toxic epidermal necrolysis, toxic shock syndrome, erythroderma, pruritic urticarial papules and plaques of pregnancy (PUPPP), autoimmune bullous diseases, acute graft versus host disease, scalded skin syndrome and necrotizing cellulitis, are known as dermatologic emergencies. Determining the dermatologic emergencies and providing an immediate medical response decreases the incidence of mortality and morbidity, and they are important to prevent unnecessary examinations, treatment, money and time loss for the consultation of conditions even they are not real dermatologic emergencies.
We examined the dermatologic emergencies under the titles of etiopathogenesis, clinics, differential diagnosis and treatment, and we edited practical approaches for dermatology and non-dermatology physicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
Osman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
Mehmet Kılınç, Demet Kıreşi, Kemal Ödev, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
The Gray Scale Ultrasonography And Color Doppler Sonography In DIagnosIs Of Breast Masses Help To Mammography
Amaç: Mammografide saptanan kitlelerin ayırıcı tanısında gri skala ultrasonografi ve renkli Doppler ultrasonografinin tanıya katkılarını araştırmak. Gereç ve Yöntem: Mammografi ve sonografide kitle bulunan 68 olgu çalışmaya alındı. Lezyonların 31 ’i benign, 8’i enflamatuvar ve 29’u malign olan olguların tümü kadın olup yaşları 25 ile 85 (ort:44,0) arasında değişmekte idi. Renkli Doppler ultrasonografide vasküleritenin ”varlığı"-"yokluğu", kanlanmanın "santral” veya "periferik” olduğu incelendi. Bulgular: Mammografide malign lezyonların %48’inde düzensiz spiküler kenar özelliği, %17’sinde mikrokalsifikasyon saptandı. Sonografide malign lezyonlarda transvers uzunluk/sagittal uzunluk oranı bire yakın iken benignlerde bu oranın büyüdüğü görüldü. Renkli Doppler ultrasonografide malignlerin % 75’i, enflamatuvar lezyonların % 100’ü kanlanırken benignlerin % 11'inde kanlanma bulundu. Malignlerde periferik kanlanma daha sıktı. Sonuç: Mammografi memedeki kitle lezyonlarının tanısında ilk tercihtir. Gri skala ultrasonografi tecrübeli ellerde etkili bir tanı yöntemidir. Mammografi ve gri skala ultrasonografide solid kitle saptanandığında doğru tanı yüzdeleri renkli Doppler ultrasonografi ile artabilir.
Purpose: The role of gray-scale ultrasonography and color Doppler ultrasonography in the differential diagnosis of breast masses detected on mammography. Materials and Methods: Sixty-eight patients were included with breast masses in mammographic and sonographic examinations. The average age of presentation was 44,0 years. On color Doppler sonogram, vascularity of the lesions, the vascular patterns such as Central, peripheral were also evaluated. Results: There were 31 bening, 8 enflamatory and 29 malignant masses. By mammographic examination 48% of malignant lesions determined irregular spicular contour, 17% determined microcalcification. 75% of malign lesions and 100% of infection lesions shovved vascular flow in color Doppler imaging. 11% of benign lesions only shovved vascular flovv. Conlusion: Mammography is the primary method in the diagnosis of breast masses. Gray scale ultrasonography is a effectual method, particulary by experienced physician. The best use of color Doppler imaging as the combination with conventional sonography and mammography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
Memduha Akyol, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Mehmet Arazi
Olgu sunumu
Özeti
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
LIpoma Arborescens Of The Knee
Amaç: Lipoma arboresans etyopatogenezi bilinmeyen nadir görülen bir intraartikuler patolojidir. Amacımız lipoma arboresansın doğru tanısında önemli yeri olan radyolojik bulguları gözden geçirmek ve ayırıcı tanıdaki patolojileri tanımlamaktır. Olgu Sunumu: Sinoviumun villöz lipomatöz proliferasyonu ile karakterizedir. En sık diz eklemini tutar. Doğru tanı cerrahi tedavi gerektiren bu patoloji için önemlidir. Otuzdört yaşında diz ağrısı olan olguya radyolojik bilgisayarlı tomografi ve özellikle manyetik rezonans görüntüleme ile lipoma arboresans tanısı konuldu. Sonuç: Klinik olarak nonspesifik olan lipoma arboresansın tanısı MRG ile doğru olarak konulabilmektedir.
Aim: Lipoma arborescens is a rare intra-articular disease whose etiopatogenesis remains unknown.It was the aim to describe the radiological findings and to discuss the differential diagnosis. Case Report: Lipoma arborescens is a lesion characterized by the replacement of the subsynovial tissue by fat cells giving rise to a villous proliferation. It commonly affects the knee. Accurate diagnosis is important for surgical treatment. A 34-year-old patient who was suffering from a pain in his knee joint was examined by convansional radiography, computerized tomography, and magnetic resonance imaging. The lesion was diagnosed as lipoma arborescens especially with magnetic resonance imaging. Conclusion: The characteristic MR features of lipoma arborescens which has nonspecific clinical findings allows an accurate diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle Karşılaştırılması
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Kemal Balcı, Mustafa Erken, Ahmet Candan Durak, Alaattin Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Perıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle Karşılaştırılması
ComparIson Of UltrasonographIc FIndIngs WIth Together Chest Roentgenograms In The DIfferentIal DIagnosIs Of The PerIpherIc Lungs DIseases
Periferik komşuluğu olan akciğer lezyonlarım ultrasonografi (US) ile incelemek mümkündür. US bu lezyonlarını kistik ve solid oluşlarını ayırmada ve plevral sıvı ile beraber olan solid yapıyı görüntüIemede başarılıdır. Çalışma kapsamına alınan 57 hastanın 49(%86) unda kesin klinik sonuç alındı. 49 hastadan 25 (%51) inde akciğer tümörü, 6(%12) sında pnömoni, 6 (%12) sında kist hidatik, 3(%6) önde enkapsule sıvı, 2(%4) Binde abse, 1 (%2) inde sol ventrikül anevrizması ve 1 (%2) inde perikardial kist hidatik saptandı. Konsolidasyonlar, hipoekojen ve içinde dallanan hiperekojen tübüler yapılar içeren solid kitleler şeklinde görüntülendi. Tümoral yapılar ise daha ekojen ve homojen solid olarak göründilendi. Atelektaziler tümörlerden daha hipoekojen, içinde yer yer vasküler ekolar olan oluşumlar şeklinde görüntülendi.
Lesions in the peripheral lung area chest roentgenograms may be examined by ultrasonography. Solid and cystic lesions may be differentiated with ultrasonography (Us). ln 49 of 57 patients the US diagnosi.s of cases was correct. In 25(%51) of 49 patients lung !umar was diagnosed. In 6(%12) cases pneumonia, in 6(%12) cases hydatid cyst, in '" 5(%6) cases empyerna. in 3 (%6) cases encapsuie fluid collection, in 2(%4) cases absces5', in 1(%2) cases left ventrikül anevriysm and in 1(%2) case pericardial hydatid cyst were diagnosed. Consolidations were imagined in solid structures that include hypoechoic and branching sutructures. Tumors were imagined ta be more echogenic and homogeneus solid maseses. Atelectasis waüs imagined in structures consist of hypoechois bronchial and vascular echoes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
Ali Yavuz Karahan, Ali Sallı, Muhammed Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
ClaudIcatIon In GerIatrIc PatIents: AssocIatIon Of NeurogenIc And Vascular ClaudIcatIon
Geriatrik olgularda yürüme esnasında bel, kalça, diz ve diğer bölgelerin çeşitli patolojilerine bağlı farklı şekillerde izlenen yürüme güçlüğü, ağrı, uyuşma ve benzeri bulgular görülebilir. Ancak kladikasyo daha özgün bir semptomdur. Hastalar tarafından sıklıkla belirli bir mesafe yürümekle ortaya çıkan, bir veya iki bacakta, lokalize edilemeyen ağrı, güçsüzlük, uyuşma, parestezi ve kramp olarak ortaya çıkan ancak istirahat ile rahatlayan bir tablo olarak tanımlanır. Özellikle periferik arter hastalıklarında görülen vasküler kladikasyo ve lomber spinal stenoz kliniğinde izlenen nörojenik kladikasyo, bu klinik tabloların ilk ve en önemli semptomlarıdır. Geriatrik hastalarda ağrılı alt ekstremite varlığında ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken birçok hastalık vardır. Bu yüzden hastalar tarafından tarif edilen kladikasyo göz ardı edilmemesi gereken ayırıcı tanı için uyarıcı ve yol gösterici bir semptomdur. Biz de bu yazımızda bel bacak ağrısı ile başvuran, değişken bir kladikasyo tarifleyen, ayırıcı tanıya yönelik yapılan çalışmalar sonucunda lomber spinal stenoz ve sol ana iliak arter darlığı ile seyreden periferik arter hastalığı (PAH) tanılarını bir arada koyduğumuz bir olguyu semptomdan teşhise yönelik süreci tekrar gözden geçirmek amacıyla sunduk.
Difficulty in walking, pain, numbness and other symptoms may occur in geriatric patients during walking, depending on various pathologies of waist, hips, knees and other areas. However claudication is an important symptom that is watched in specific clinic tables. That often appears by walking and it is described as not localized pain in one or two legs, weakness, numbness, parestesia and cramp by patients. Vascular claudication, especially monitored in peripheral arterial disease and neurogenic claudication monitored in lumbar spinal stenosis are the most important and initial clinical symptoms of these statements. In the presence of lower extremity pain in geriatric patients there are many diseases to be considered in the differential diagnosis. Therefore, patients with claudication should not be neglected as defined for the differential diagnosis and a guiding symptom. In this text, we present a case which described a variable claudication and diagnosed with lumber spinal stenosis and peripheral artery disease the aim of rewiewing the process from symptoms to diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nervus Vagus Schwannomu
Nahit Ökesli, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Ali Küpelioğlu, Ömer Karahan
Araştırma makalesi
Özeti
Nervus Vagus Schwannomu
Schwannoma Of The Vagus Nerve
Bu yazıda bir Nervus Vagus schwannomu bildirilmektedir. Olguya von Recklingkıusen hastalığı eşlik etmektedir. Yazıda N. Vagus schwannomu ile von Recklinghausen hastalığı arası ilişki incelenmektedir. Ayrıca baş-boyun bölgesinde kitle ile başvuran havalarda ayırıcı tanıdaki önemi vurgulanarak literatür gözden geçirilmiştir.
in this manuscript a cervical vagal schwannomo is reported. Von Reckiirzklıausen disease was associated to the schwannoma. The relationship between two entilles is discussed. The imporiance of the vagal schwannoma in the dillerantial diagnosis of the head-neck massed rs impressed and the pertinent literature reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klavuzlar Işığında Anafilaksi
Recep Evcen, Şevket Arslan
Derleme
Özeti
Klavuzlar Işığında Anafilaksi
In The LIght Of The GuIdelInes: AnaphylaxIs
Anafilaksi, mast hücre mediyatörlerinin sistemik dolaşıma aniden salınmasına bağlı gelişen, yaşamı tehdit edebilen multisistemik bir hastalıktır. Çoğunlukla gıdalarla, ilaçlarla ve böcek sokmalarına karşı immunoglobulin E (IgE) aracılı reaksiyonlardan kaynaklanır ancak mast hücrelerinin degranülasyonuna neden olan bir ajanda neden olabilir. Eşlik eden ağır ve kontrolsüz astım, mastositozis, kardiyovasküler hastalıklar, bazal serum triptaz yüksekliği, beta bloker veya ACE inhibitör kullanımı, egzersiz, akut enfeksiyonlar ve duygusal stres anafilaksi riskini artıran nedenlerden birkaçıdır. Anafilaksi sırasında kalp ve solunum durması dakikalar içinde gelişebileceği için tanı konulduktan hemen sonra hızla tedavi edilmelidir. Tedavide verilmesi gereken en önemli ve ilk ilaç adrenalindir. Bu derlemede anafilaksinin tanı ve tedavisi güncel literatüre göre özetlenmiştir.
Anaphylaxis is a multi-systemic disease, which develops associated with the sudden expression of mast cell mediators into the systemic circulation, and can be life-threatening. The majority of cases are reactions to food, drugs, or insect stings, mediated by immunoglobulin E (IgE), and may cause a process resulting in degranulation of mast cells. Severe asthma, mastocytosis, cardiovascular disease, elevated basal serum triptase, the use of beta blockers or ACE inhibitors, exercise, acute infections and emotional stress are some of the reasons increasing the risk of anaphylaxis. As cardiac functions and respiration can halt within minutes during an anaphylaxis attack, treatment must be applied rapidly immediately after diagnosis. Adrenalin is the first and most important drug which should be given in treatment. In this review, the diagnosis and treatment of anaphylaxis are summarised in the light of current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
Hatice Kutbay Özçelik, Sibel Yurt, Gülşah Günlüoğlu, Turan Aslan, Murat Sezer, Filiz Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
An Unusual Case Of Esophageal TuberculosIs
Gelişmekte olan ülkelerde yaygın organ tüberkülozu önemli bir halk sağlığı problemidir. Ağızdan anüse kadar gastrointestinal sistemin herhangi bir yerinde tüberküloz görülebilir. Özefageal tüberküloz ise % 0,14 gibi çok az bir oranda görülür. Genellikle mediastinel lenf nodlarından direkt olarak yayılır. Bizim vakamız, polikliniğimize disfaji, odinofaji, kilo kaybı ve 6 aydır devam eden epigastrik ağrı şikayeti ile başvuran 55 yaşında bayan hasta idi. PA akciğer grafisinde; sol hemotoraksta hilustan perifere uzanan fibrotik bant izlenimi veren lineer opasite ve sol kostofrenik sinüste küntleşme mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde subkarinal ve sağ hiler milimetrik sekel kalsifik lenf nodları, torakal özefagusta karina düzeyinde ve hemen proksimalinde duvar kalınlaşması ve lümende daralma, sağ akciğer orta ve sol akciğer alt lobda subsegmenter atelektazi alanları izlendi. Üst gastrointestinal endoskopisinde; özofagusta 19. cm’de arka duvarda yaklaşık 1 cm çapında ülsere lezyon görüldü. Bu bölgeden alınan biyopside tüberküloz ile uyumlu nekrotizan granülomatöz iltihap izlendi. Antitüberküloz tedavinin 2. ayında yapılan endoskopide ülsere lezyonun iyileştiği, alınan biopsi örneğinde tüberküloza ait bir bulgunun görülmediği saptandı. Sonuç olarak; disfaji ve kilo kaybı ile başvuran ve radyolojik bulgusu olan hastalarda ayırıcı tanıda özofageal tüberküloz düşünülmelidir.
Organ tuberculosis is an important problem for the public health in devoloping countries. Tuberculosis can be seen on any part of the gastrointestinal tract from mouth to anus. Esophageal tuberculosis is very rarely seen with 0.14% prevalance. It usually originates from mediastinal tuberculous lymphadenopathy. We report a 55-year-old woman who admitted to our hospital with complaints of dysphagia, weight loss, audinophagia and epigastric pain. The chest radiography revealed a linear opacity compatible with fibrotic tape was seen on chest x-ray. Thorax CT examination revealed milimetric calcified lymph nodes at subcarinal and the right hilar region, thickening of proximal part of esophageal wall through carinal leveland subsegmenter collapse on left lower lobe. Ulcerative lesion with dimension of 1×1 cm localized in the 19th cm of the esophagus was seen on upper gastrointestinal endoscopy, suggesting esophageal carcinoma. Biopsy revealed necrotizing granulomatous ulceration which resembled tuberculosis. After antituberculous chemotherapy, the endoscopy repeated in end of the 2nd month of antituberculous therapy and the recovery of ulcer lesion was seen and the biopsy showed no signs of tuberculosis. Conclusion; esophageal tuberculosis should be kept in mind at differential diagnosis in patients who have complaints of dysphagia and loss weight and radiological signs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Ali Ulvi Uca, Zehra Akpınar, Orhan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Melkersson-Rosenthal Syndrome.
Melkersson Rosenthal sendromu (MRS), etyopatogenezi tam olarak bilinmeyen, seyrek görülen bir hastalıktır. Bu sendrom tekrarlayan orofasiyal ödem, periferik fasiyal parallzi atakları ve skrotal dil ile karakterizedlr.Bu çalışmada MRS’nun klinik özelliklerini gösteren 24 yaşında bir erkek hastayı sunarak bu sendromun insidansı, etyolojisi, patolojisi, klinik özellikleri, ayırıcı tanı ve tedavisini ilgili literatür bilgileri ışığında gözden geçirdik.
Melkersson- Rosenthal syndrome (MRS) is a rare disorder of unknovvn etiopathogenesis. This syndrome is characterized by a triad of recurrent orofacial edema, relapsing facial palsy, and scrotal tongue. İn this report a 24 year old man with the typical clinical symptoms and signs of MRS is reported. İn addition, the literatüre on MRS is revievved with respect to incidence, etiology, clinical features, pathology, diagnosis and treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Graves Hastalığının Remisyon Döneminde Sessiz Tiroidit: Bir Vaka
Cem Onur Kıraç, Süleyman Hilmi İpekçi, Gonca Kara Gedik, Levent Kebapcılar
Olgu sunumu
Özeti
Graves Hastalığının Remisyon Döneminde Sessiz Tiroidit: Bir Vaka
A SIlent ThyroIdItIs In The RemIssIon PerIod Of Graves’ DIsease: A Case Report
\r\n Sessiz tiroidit ve Graves hastalığı otoimmün kökenli, tirotoksikoz tablosuyla karşımıza çıkabilecek, farklı tedaviler verilmesi gereken iki farklı hastalıktır. Bu iki hastalığın ayırıcı tanısında hikaye ve fizik muayene yeterli olmamakta, tiroid sintigrafisi, iyot re-uptake çalışması ve tiroid stimülan reseptör antikoru gibi ileri tetkiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu vakada remisyonda Graves hastalığı nedeniyle takip edilen bir hastada gelişen tirotoksikoz tablosu sonucunda tetkik edilen ve sessiz tiroidit tanısı koyulan bir olgu sunulmuş ve bu iki hastalığın ayırıcı tanısının önemi vurgulanmıştır.
\r\n
\r\n Silent thyroiditis and Graves’ disease are autoimmune disorders which are common cause of thyrotoxicosis and should be given different treatments. Anamnesis and physical examination are not sufficient in the differential diagnosis of these two diseases, and advanced examinations such as thyroid scintigraphy, iodine reuptake study and thyroid stimulating receptor antibody could be needed. In this case, we present a patient diagnosed with a silent thyroiditis as a result of a thyrotoxicosis of a patient who was following up due to Graves' disease in remission and we aimed to emphasize the importance of differential diagnosis of these two diseases.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Alaaddin Vural, Kemal Ödev, Ahmet Candan Durak, Mehmet Çerçi
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc Features Of PrImary And MetastatIc LIver Cancers
Çalışma kapsamtna aldığımız 15 primer, 18 met-astatik karaciğer kanserli hastada, tümörlerin ultraso-nografik (US) özellikleri incelendi. Ilepatosellüer karsinomların ve gastrointestinal sistemden kaynak-lanan metastatik karaciğer tümörlerinin çoğunluğu hiperekoik iken; hedef yapı bull's-eve pattern meta-statik lezyonlar için spesifiktir. Metastatik karaciğer tümörlerinin büyük kısmı hipoekoik yapı arzetmek-tedir. Bu sonuçlar, primer ve metastatik karaciğer karsinomlarının ayırıcı tanısında US`nin faydalı olduğunu gösterir.
Ultrasonographic features of tumor lesions in 15 patients with hepatocellular carcinoma and 18 with metastatic liver cancer were analyzed. Hepatocellular carcinomas and metastatic liver cancers originating from the gastrointestinal tract were frequently hyper-echoic. Bull's-eye (target sign) pattern was spesific for metastases. Most of metastatic liver cancers showed hypoechoic pattern. These results indicate that ultrasonography is useful for the dillerantial di-agnosis of hepatocellular carcinoma and metastatic liver cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Santral Sinir Sistemi Tutulumu Sonrası Geç Tanı Alan İleri Yaş Sistemik Lupus Eritematozus
Fatma Şimşek, Nuray Bilge, Gökhan Aydoğan
Olgu sunumu
Özeti
Santral Sinir Sistemi Tutulumu Sonrası Geç Tanı Alan İleri Yaş Sistemik Lupus Eritematozus
Late-Onset Advanced Age Systemıc Lupus Erythematous After Central Nerveus System Involvement: Case Report
Sistemik lupus eritematozus, otoimmün karakterli, bir çok sistemi tutan inflamatuar bir hastalıktır. Hastalık bazen sinsi bir şekilde seyrederek yıllarca ateş, halsizlik, yorgunluk semptomları ile seyredebilir. Merkezi sinir sistemi tutulumu yaygındır. Klinik değişken olup çok hafif olabileceği gibi çok ağırda olabilir. Hastaların çoğunda başlangıç yaşı 16-55 yaş arasında olup, ileri yaşta tanı alan vakalarda bulunmaktadır. Burada 80 yaşında iken baş dönmesi ve sağ taraf kuvvetsizliği gelişen, 85 yaşında lupus tanısı alan ileri yaş hasta sunulmuştur. Hastanın hem çok ileri yaş olması hemde lezyonların demiyelinizan plaklara benzer özellikte olması nedeniyle sunmaya değer bulduk. İleri yaş olgularda santral sinir sistemi tutulumunda ayırıcı tanıda lupus unutulmamalıdır.
Systemic Lupus Erythematous, autoimmune character, is a inflammative disease holding many systems. The disease can sometimes follow insidiously with symptoms of fever, asthenia and prostration for years. Central nervous system is common. It is the clinical variable and may be very mild or very severe. In most patients, the age of onset is between 16-55 years old and is found in cases diagnosed in advanced age. Here, it is presented an elderly patient developed dizziness and right side prostration when she was 80 and diagnosed lupus when she was 85. We thought as worth for presenting because of that both the patient is elder and that the lesions have similar features with demyelinating plaques. The lupus should not be forgotten in the central nervous system involvement in advanced age cases and separator diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
F-18 Fdg-Pet/ct’de Multiple Kemik Metastazını Taklit Eden Benign Bir Patoloji: Brown tm
Özlem Şahin, Ahmet Eren Şen, Zeynep Aydın, Buğra Kaya
Olgu sunumu
Özeti
F-18 Fdg-Pet/ct’de Multiple Kemik Metastazını Taklit Eden Benign Bir Patoloji: Brown tm
A BenIgn Pathology MImIckIng MultIple Bone MetastasIs On F-18 Fdg-Pet/ct: Brown Tumor
\r\n Brown tümörler uzun süreli hiperparatiroidinin nadir bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilen, benign ancak lokal agresif seyreden tümörlerdir. Klinik ve radyolojik olarak kemik metastazları ile karışabilirler. F-18 FDG PET/CT’de Brown tümörler tıpkı metastatik kemik lezyonları gibi artmış metabolik aktivite gösterirler. Çalışmamızda multiple kemik metastazı ön tanısı ile primer odak aramak için PET/CT çekilen, görüntülerde primer odak saptanmayıp paratiroid lojlarında artmış FDG tutulumu görülmesi nedeni ile Brown tümörden şüphelenilen ve ileri tetkiklerle tanısı doğrulanan bir hasta sunulmuştur. Bu olgu sunumu ile klinik ve radyolojik olarak kemik metastazı düşünülen hastalarda Brown tümörünün de ayırıcı tanıda akılda tutulması gerektiğini vurgulamayı amaçladık.
\r\n
\r\n Brown tumors are benign, but locally aggressive tumors that may emerge as a rare complication of prolonged hyperparathyroidism. They may be clinically and radiologically confused with bone metastases. Browns tumors show increased metabolic activity on F-18 FDG-PET/CT just as metastatic bone lesions. In this study, we present a patient who underwent PET/CT to seek a primary focus with the presumed diagnosis of multiple bone metastasis, and Brown tumor was suspected because no primary focus was detected on imaging and increased FDG enhancement was seen in parathyroid locations, and the diagnosis was confirmed with further investigations. Herein, we aimed to underline that Brown tumors should be kept in mind in the differential diagnosis in patients who are clinically and radiologically considered to have bone metastasis.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yağli Filum Terminale Tethered Kord Sendrdomu
Osman Acar, Uğur Erongun, Mustafa Balevi, Orhan Demir
Araştırma makalesi
Özeti
Yağli Filum Terminale Tethered Kord Sendrdomu
ThIckened FIlum TermInale WIth LIpoma In Tethered Cord Syndrome
Yaygın olarak bilinenin aksine tethered spinal kord sendromunda konus medullarisin normal lokali-zasyonda bulunabileceği çeşitli amşurrnacılarca bildi-rilmektedi•.Bu çalışmada yağlı f 111n1 terminalesi bu-lunan ve konus medullarisin tepe noktası Lı seviyesinde olan bir tethered kord sendromu olgusu sunularak fiteratür eşliğinde tartışılmıştır.
In contrast to the common knowledge on the tethered cord synd•ome, various reports note that co-nus medullaris may have a normal location. In this manuscript a case of tethered cord syndrorrıe which has a conus at Lı level and fatty filum terminale has been presented and liwrature is reviwed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Meryem İlkay Eren Karanis, İlknur Küçükosmanoğlu, Tuğba Günler, Yaşar Ünlü, Hande Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Non-Gıst Mesenchymal Tumors Of The GastroIntestInal Tract
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler dışındaki gastrointestinal sistemin mezenkimal tümörleri nadirdir ve çoğu iyi huyludur. Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörlerinin klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntemler: 2008-2018 yılları arasında tüm gastrointestinal endoskopik ve cerrahi rezeksiyon materyalleri retrospektif olarak incelendi. Gastrointestinal stromal tümör dışındaki mezenkimal tümör tanısı alan olgular dahil edildi.
Bulgular: Yirmi dört lipom, 14 inflamatuar fibroid polip, altı leiomyom, dört lenfanjiyom, dört hemanjiyom, dört schwannom, iki nöroma, iki malign melanom, bir leiomyosarkom, bir granüler hücreli tümör ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Olguların ortanca yaşları 61 (29-87), ortanca tümör boyutu 1.5 cm (0.2-14) idi. Otuz yedi olgu (% 58,7) kadın, 26 olgu (% 41,3) erkekti. Bu tümörler spesifik olmayan semptomlara neden oldular. Benign tümörlerde eksizyon sonrası patolojik tanıya bakılmaksızın nüks veya metastaz saptanmadı.
Sonuç: Gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörleri her yaşta görülebilen ve sıklıkla kadınlarda izlenen, çoğunlukla küçük ve iyi huylu tümörlerdir. En yaygın olanları lipomlar ve inflamatuar fibroid poliplerdir. Mide tümörlerinin çoğu dispeptik şikayetlere, barsak tümörleri de karın ağrısı, bulantı veya kusmaya neden olurlar. Ayrıca bağırsak tümörlerinin bazıları akut ve kronik kanama, obstrüksiyon, perforasyon, volvulus veya intussussepsiyon gibi ciddi, hatta ölümcül klinik durumlara yol açarlar. İyi huylu tümörlerin tedavisi için eksizyon yeterlidir, nüks veya metastaz göstermezler.
Aim: Mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract other than gastrointestinal stromal tumors are rare and most of them are benign. The aim of this study to reveal the clinical and pathological features of non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract.
Materials and Methods: All gastrointestinal endoscopic and surgical resection materials, between 2008-2018, were retrospectively reviewed. Cases diagnosed with mesenchymal tumor other than gastrointestinal stromal tumors were included.
Results: Twenty four lipomas, 14 inflammatory fibroid polyps, six leiomyomas, four lymphangiomas, four hemangiomas, four schwannomas, two neuromas, two malignant melanomas, one leiomyosarcoma, one granular cell tumor and one Kaposi sarcoma were detected. The median ages of the cases were 61 years (29-87), the median tumor size was 1.5 cm (0.2-14). Thirty seven (58.7%) cases were female and 26 (41.3%) were male. They caused nonspecific symptoms. No recurrence or metastasis was detected after excision in benign tumors regardless of the pathological diagnosis.
Conclusion: Non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract are mostly small and benign tumors that can be seen at any age and are frequently seen in women. The most common ones are lipomas and inflammatory fibroid polyps. Most gastric tumors cause dyspeptic complaints and intestinal tumors cause abdominal pain, nausea or vomiting, as well as some of the intestinal tumors lead to serious, even fatal clinical situations such as acute and chronic bleeding, obstruction, perforation, volvulus or intussusception. For benign tumors’ treatment, excision is sufficient, they do not exhibit recurrence or metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta