Fibromiyaljili Bayan Hastalarda Essitalopram İle Gabapentin Tedavilerinin Karşılaştırılması
Sami Küçükşen, Ali Sallı, Ekrem Akkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Fibromiyaljili Bayan Hastalarda Essitalopram İle Gabapentin Tedavilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of EscItalopram And GabapentIn Treatment In Female PatIents WIth FIbromyalgIa
\r\n
ÖZET:
\r\n
\r\n
Gereç ve yöntem: Fibromiyalji tanısı konan 88 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı. 41 kişiden oluşan birinci gruba 1800 mg/gün gabapentin, 47 kişiden oluşan ikinci gruba ise 10 mg/gün essitalopram 12 hafta süreyle verildi. Başlangıçta ve çalışmanın sonunda hastalar ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğu (vizüel analog skala:VAS), depressif durum (Beck Depresyon Ölçeği:BDÖ) ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Fibromiyalji Etkilenme Anketi:FEA) açısından değerlendirildiler.
\r\n
Bulgular: Oniki haftanın sonunda her iki grupta da ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğu VAS, BDÖ ve FEA skorları başlangıca göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldı (p<0,05). İki grup birbiriyle karşılaştırıldığında, essitalopram kullanan grupta BDÖ’deki düzelme gabapentin grubuna göre daha belirgin idi (p<0,05).
\r\n
Sonuç: Hem gabapentin, hem de essitalopram fibromiyaljide ve eşlik eden semptomların tedavisinde etkilidir. Depresif semptomların ön planda olduğu hastalarda essitalopram tercih edilebilir.
\r\n
SUMMARY:
\r\n
Aim: To compare the efficacy and safety of escitalopram and gabapentin in patients with fibromyalgia.
\r\n
Methods: Eighty-eight female patients with fibromyalgia were included in the study. Patients were randomly divided into two groups. Gabapentin (1800 mg/day) was given to first group (n=41 patients), and escitalopram (10mg/day) was given to second group (n =47 patients) for 12 weeks. Patients were evaluated by the same observer for
pain, fatique,sleep disorder, depression and health quality at baseline and after the treatment. Pain, fatique and sleep disorders were measured with visual analog scale (VAS), depression was evaluated by Beck Depression Scale (BDS) and health-related quality of life was evaluated with
Fibromyalgia Impact Questionnarie (FIQ) .
\r\n
Results: Both gabapentin and escitalopram were associated with significantly improves scores on the pain, fatique,sleep disorder VAS, BDS and FIQ (p<0,05). Escitalopram treated patients displayed a significantly greater improvement in BDS than gabapentin treated patients (p<0,05).
\r\n
Conclusions
: Both gabapentin and escitalopram are efficacious for the treatment and other symptoms associated with fibromyalgia. Escitalopram is more preferable in the patients with more depressive symptoms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oküler Tutulumsuz Behçet Hastalarında Erektil Disfonksiyon İle Makula Ve Radyal Peripapiller Mikrovasküler Yoğunluklar Arasındaki İlişki
Mehmet Fatih Küçük, Ayşe Ayan, Sebahat Yaprak Çetin, Muhammet Kazım Erol
Araştırma makalesi
Özeti
Oküler Tutulumsuz Behçet Hastalarında Erektil Disfonksiyon İle Makula Ve Radyal Peripapiller Mikrovasküler Yoğunluklar Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between ErectIle DysfunctIon And Macular And RadIal PerIpapIllary MIcrovascular DensItIes In Behçet's PatIents WIthout Ocular Involvement
Amaç: Oküler tutulumsuz Behçet (OTB) hastalarında Erektil disfonksiyona (ED) göre maküler mikrovasküler
(MMV) ve radyal peripapiller kapillerlerin (RPK) vasküler yoğunluklarını (VY’ları) karşılaştırmak ve hastaların
Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi (IIEF)-15'in 5 farklı cinsel fonksiyon alanında saptanan puanları ile OKTA'yla
ölçülen değerleri arasındaki korelasyonu incelemek.
Hastalar ve Yöntem: Bu kesitsel çalışma Nisan 2019 - Mart 2020 arasında yapıldı. 94 erkek Behçet hastasından
göz tutulumu olmayan ve çalışmaya alınma kriterlerine uyan 23’ü çalışmaya alındı. Kontrol grubu yaşça eşleşmiş
25 sağlıklı bireyden oluşturuldu. ED olan ve olmayan hastalarla kontroller arasında optik koherens tomografi
anjiyografi (OKT-A) ile ölçülen değerler karşılaştırıldı. Sonra, hastaların IIEF-15 anketinin 5 farklı cinsel fonksiyon
alanında tespit edilen puanları ile OKT -A’yla ölçülen değerlerinin korelasyonu incelendi.
Bulgular: Kontrollere kıyasla hem ED’lu hem de ED’suz hastalarda derin kapiller pleksusun tüm alanında VY'lar
azalmıştı. ED'lularda kontrollere ve ED'suzlara kıyasla RPK ağdaki tüm alanın tüm damarlarının VY’ları da
azalmıştı. Ayrıca ED'lularda kontrollere ve ED’suzlara göre alt kadranda Retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlıkları
da azalmış bulundu. OTB hastalarının IIEF-15’in 5 alanındaki puanlarıyla OKT-A ölçümleri arasındaki korelasyon
analizinde, RPK'nin tüm alanındaki tüm damarların VY’ları ve RSLT kalınlık değerleriyle IIEF-15’nin 4 alanındaki
puanları arasında pozitif korelasyon vardı.
Sonuçlar: ED'a neden olabilecek faktörler dışladıktan sonra, ED'lu OTB hastalarında MMV ve RPK VY'larının ve
RSLT alt kadran kalınlıklarının azaldığı bulundu. Ayrıca, OTB hastalarının cinsel fonksiyon alanlarındaki IIEF-15
puanlarıyla RPK VY’ları ve RSLT kalınlıkları arasında korelasyon bulundu.
Aim: To compare the vascular densities (VDs) of macular microvascular (MMV) and radial peripapillary
capillaries (RPC) according to Erectile dysfunction (ED) in non-ocular Behçet's (NOB) patients, and to
examine the correlation between the patients' International Index of Erectile Function (IIEF)-15 scores in 5
different sexual function domains and the values measured by OCT -A.
Patients and Method: This cross-sectional study was conducted between April 2019 - March 2020. Of the
94 male Behçet's patients, 23 without eye involvement and who met the inclusion criteria were included in
the study. The control group consisted of 25 age-matched healthy individuals. Values measured by optical
coherence tomography angiography (OCT-A) were compared between patients with and without ED and
controls. The correlation between the patients' scores in 5 different sexual function domains of the IIEF-15
questionnaire and those measured by OCT -A was examined.
Results: Compared to controls, VDs were reduced in the whole area of the deep capillary plexus in both
patients with and without ED. VDs of all vessels of the whole area in the RPC network were also decreased
in EDs compared to controls and non-EDs. In addition, retinal nerve fiber layer (RNFL) thicknesses in the
inferior quadrant were found to be decreased in patients with ED compared to controls and those without ED.
In the correlation analysis between NOB patients' scores in 5 domains of IIEF-15 and OCT-A measurements,
there was a positive correlation between the RNFL thickness values and VDs of all vessels in the whole area
of RPC, and the scores in 4 domains of IIEF-15.
Conclusions: After excluding factors that may cause ED, MMV and RPC VDs and RNFL inferior quadrant
thicknesses were found to be decreased in NOB patients with ED. In addition, a correlation was found between
IIEF-15 scores in sexual function domains and RPC VDs and RNFL thicknesses of NOB patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hastanemiz Anestezi Polikliniğine Başvuran Hastaların
memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi
Bedia Mine Hanedan, Aybars Tavlan, Resul Yılmaz, Sema Tuncer Uzun
Araştırma makalesi
Özeti
Hastanemiz Anestezi Polikliniğine Başvuran Hastaların
memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of SatIsfactIon Status Of PatIents Consulted To
department Of AnesthesIology And ReanImatIon PolyclInIc In Our
hospItal
Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için gerekli olan öğelerin en
iyi şekilde kullanılmasında, hasta beklenti ve memnuniyetinin dikkate
alınması çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anestezi Polikliniğine
başvuran hastaların memnuniyet düzeyini değerlendirmek ve hasta
memnuniyetini etkileyen faktörleri saptamaktır.Anket araştırması,
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi,
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda Kasım 2015 -
Şubat 2016 tarihleri arasında poliklinik hizmeti almak üzere başvuran
hastalarda yapıldı. Söz konusu dönemde, polikliniğe başvuran ve
araştırmaya katılmayı kabul ederek aydınlatılmış onam formunu
onaylayan 200 hasta çalışmaya alındı. Anket formu, poliklinik
işlemlerinin bitiminde yüz yüze görüşme tekniği ile dolduruldu.
Hastaların anestezi polikliniğine başvuruları ile anestezi onamlarını
almaları arasında geçen süre ve ASA skorları kaydedildi. Ayaktan
hasta memnuniyet katsayısı 90.32 olarak bulundu. Hastaların %72’si
kayıt işlemleri için, %68.5’i tahlil/tetkik için çok beklemediğini, %98’i
doktorun, % 96’sı personelin kibar ve saygılı olduğunu belirtti.
Üniversite ve üstü eğitim seviyesinde ve okur yazar olmayan
hastaların memnuniyet katsayısı diğer eğitim seviyelerine göre daha
düşük bulundu (p=0.01). Hastaların anestezi polikliniğine başvuruları
ile anestezi onamlarını almaları arasında geçen ortalama süre
3.00±1,014 saat idi. ASA skoru ile anestezi onamını almaları için
geçen süre arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0.08).
Hastanemiz anestezi polikliniğine başvuran hastaların memnuniyet
düzeyinin yüksek, üniversite ve üstü eğitim seviyesinde ve okuryazar
olmayan hastalarda ise memnuniyet düzeyinin diğer eğitim
seviyesindeki hastalara göre daha düşük olduğu saptandı. Tahlil/tetkik
ve kayıt işlemlerindeki bekleme süresini kısaltacak çalışmalarında
memnuniyet düzeyini arttırmada faydalı olacağı kanaatine varıldı.
It is important to take into consideration of patient expectations
and satisfaction in terms of the best utilization of required components
that are necessary for the development of health services. The aim
of this study was to evaluate the level of the patients’ satisfaction
and detect factors affecting the satisfaction, who consulted to
Department of Anesthesiology and Reanimation Clinic in Necmettin
Erbakan University, Meram Faculty of Medicine. This study was
performed on patients who were consulted to the Department of
Anesthesiology and Reanimation Clinic, at the Necmettin Erbakan
University, Meram Faculty of Medicine for time period of 4 months
between November 2015 and February 2016. Within this period, 200
patients who applied to the clinic and accepted to participate in the
study by approving informed consent form were included in the study.
The survey form was filled by conducting face to face interview.
The time duration between patients application to the clinic and
their receiving anesthesia consent and ASA scores were recorded.
Patient satisfaction coefficient was found as 90.32. Patients who
indicated that they did not wait too long for the registration process
and assay/analysis tests were 72% and 68.5%, respectively. 98% of
the patients stated the physician and 96% of the patients stated the
health staff were polite and respectful. The patients having university
level and higher education illiterated lower satisfaction coefficients
compared with the other levels of education (p = 0.01). The average
time duration between patients application to the clinic and their
receiving anesthesia consent was 3.00 ±1.014 hours. There was
no statistically significant difference between the time duration for
receiving anesthesia consent and the ASA score (p=0.08). It was
determined that the patients who consulted to the anesthesiology
clinic in our hospital had high satisfaction levels, and the patients
with an education level of university and higher illutirated lower
satisfaction levels compared with the other levels of education. It was
concluded that studies that will shorten the waiting time for analysis /
examination and the registration process would be useful to increase
the level of satisfaction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fibromiyalji Sendromunda Vücut Kitle İndeksi İle Klinik Parametreler Arasındaki İlişki
Halim Yılmaz, Gülten Erkin, Sami Küçükşen, Ekrem Akkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Fibromiyalji Sendromunda Vücut Kitle İndeksi İle Klinik Parametreler Arasındaki İlişki
CorrelatIon Between Body Mass Index And ClInIcal Parameters In FIbromyalgIa Syndrome
Fibromiyalji Sendromlu (FMS) kadın hastalarda klinik özelliklerle
vücut kitle indeksinin (VKİ) ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır. 1990
Amerikan Romatoloji Cemiyeti (ACR) kriterlerine göre FMS tanısı
alan 162 kadın çalışmaya alındı. Hastalarda şikayet süresi, eğitim
düzeyleri, Vizüel Ağrı Skalası (VAS) ile ağrı şiddeti, hassas nokta
sayısı (HNS) skoru, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) skoru, Fibromiyalji
Etki Anketi (FEA) skoru belirlendi. Hastaların VKİ (kg/m²) hesaplandı.
Hastalar VKİ’ne göre normal kilolu (VKİ<25), fazla kilolu (VKİ=25-
29.9) ve obez (VKİ≥30) olarak üç gruba ayrılarak, üç grup arasında
FMS’nin klinik özellikleri karşılaştırıldı. Spearman sıra korelasyon
katsayısı kullanılarak FMS’li hastalarda VKİ ile FMS’nin klinik
özellikleri arasındaki ilişki araştırıldı. Normal kilolu grupta 52 (%
32.1) hasta, aşırı kilolu grupta 70 (% 43.2) hasta, obez grupta 40 (%
24.7) hasta yer aldı. Üç grup arasında HNS ve FEA skorları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark mevcut iken, yaş, şikayet süresi, VAS
ve BDÖ skorları arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Korelasyon
analizinde VKİ ile HNS, FEA skoru, şikayet süresi ve yaş arasında
pozitif korelasyon, BMİ ile eğitim düzeyi arasında negatif korelasyon
saptandı. Sonuçlarımız FMS’li kadın hastalarda FEA ve HNS’nın VKİ
ile güçlü şekilde ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle yüksek
VKİ; FMS’nin şiddetini artıran bir durum gibi gözükmektedir. Biz bu
nedenle FMS’li kadın hastalarda kilo kontrolünün fiziksel fonksiyonları
ve hastalığın seyrini olumlu etkileyebileceğini düşünmekteyiz.
To investigate the correlation of body mass index (BMI) with
clinical parameters in women with fibromyalgia syndrome (FMS).
Under the criteria of 1990 American Council of Rheumatology, 162
women diagnosed with FMS were included. In each patient, duration
of complaints, level of education, pain severity via Visual Analogue
Scale (VAS), tender point counts (TPC), Beck Depression Inventory
(BDI) score, Fibromyalgia Impact Questionnaire (FIQ) and BMI (kg/
m²) were measured. Patients were grouped as normal (BMI<25),
overweight (BMI=25-29.9) and obese (BMI≥30), and clinical
parameters of FMS were compared between groups. Via Spearman’s
ranked correlation coefficient, the association between BMI and FMS
was investigated. Fifty-two patients (34.4%) was present in group
with BMI<25, 70 (44.8%) in group with BMI=25-29.9 and 40 (%24.7)
in group with BMI≥30. While a statistically significant difference
was present as to TPC and FIQ between groups, no significant
association was found as to age, duration of complaints, VAS and
BDI scores. In the analysis, a positive correlation between BMI, and
TPC, FIQ scores, duration of complaints and age, and a negative
correlation between BMI and level of education were determined.
Our findings indicate FIQ and TPC are strongly correlated with BMI,
and higher rate of BMI seems to increase the severity of FMS. So,
it is considered that weight control may positively impact physical
functions and course of the condition.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Iğdır Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Olguların Sigara İçme Özellikleri
Muhammed Emin Akkoyunlu, Nurettin Güneş
Araştırma makalesi
Özeti
Iğdır Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Olguların Sigara İçme Özellikleri
The CharacterIstIcs Of SmokIng HabIt Among PatIents Evaluated At Chest DIsease Out PatIent ClInIc In IgdIr Government HospItal
Bölgesel olarak toplumda sigara içim düzeyi ve etkileyen faktörlerin saptanması sigara içimi ile yapılacak mücadelenin en önemli ayağını oluşturmaktadır. Bu amaç ile çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını, özelliklerini, etki eden risk faktörlerini belirlemeyi ve hastaların sigarayı bırakma konusundaki görüş ve isteklerini araştırmayı planladık. 1 Aralık 2008 ile 28 şubat 2009 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 426 erkek (% 59,1) ve 295 (% 40,9) kadın olmak üzere toplam 721 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya katılan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri ve sigara içim durumları sorgulandı. Çalışmaya alınan olgulardan 102’si (% 14,1) hiç sigara içmemiş, 514’ü (% 71,3) aktif olarak sigara içmekte, 105’i (% 14,6) ise sigarayı bırakmıştı. Bayanlarda sigara içimi okuma düzeyi ile anlamlı olarak artmakta idi (p
Regionally to determine cigarette smoking level and affecting factors in a population is an important part of fighting with cigarette smoking. In this study we aimed to evaluate the smoking rates, the factors effecting on smoking and to learn the knowledges about quiting in patients who applied Iğdır Government Hospital Chest Diseaes Department. 721 patient , 426 male ( 59,1 %) and 295 female ( 40,9 %) were enrolled in the study who applied to our hospital between 1 December 2008- 2 February 2009. All patients filled the questionnaire by acting face to face. Demographic characteristics and smoking condition were asked in questionnaire forms. 102 (% 14.1) of the patients were never smoking, 514 (%71.3) of them were still smoking and 105 ( % 14.6) of them were quited. Smoking rates were increasing with education level in females (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tedaviyi Terk Eden Tüberküloz Hastalarının Sosyodemografik Özellikleri
Fatih Kara, Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Tedaviyi Terk Eden Tüberküloz Hastalarının Sosyodemografik Özellikleri
SocIo-DemographIc CharacterIstIcso Of The PatIents Defaulted From Treatment Of TuberculosIs
Amaç: Bu çalışma, tedavisini tamamlamayan tüberküloz hastalarının akıbeti ve sosyo demografik özelliklerinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışma, 2001 yılında Konya ilini kapsayacak şekilde yapıldı. Araştırma kapsamına il genelinde tüberküloz tedavisi gören 1979 hasta alındı. Tedaviyi yarıda bırakan 164 (% 8.3) hastayla yüz yüze görüşülerek anket uygulandı. Bu görüşmede klinik sorgulama yapıldı, PPD uygulandı, akciğer grafisi çekildi ve ARB için balgam alındı. Bulgular: Tüberküloz hastalarının yaş ortalaması erkeklerde 36.8±16.5, kadınlarda 38.6±19.1 yıl idi (P>0.05). 1979 hastanın % 8.3’ünün tedaviyi yarım bıraktığı belirlendi. Bu oran, tedavisi hastanede başlayanlarda % 21.6, verem dispanserlerinde başlayanlarda % 4.5 idi. Hastaların % 26’sı ilk üç ay içinde ilaçlarını bırakmıştı. Tedaviyi terk eden hastaların % 40.6’sı okur – yazar değildi. Hastaların % 38.7’si herhangi bir sosyal güvenceye sahip değildi. Tedaviyi terk eden tüberküloz hastalarının % 39.4’ünün tüberküloz hastalığına yakalanan bir akrabası vardı. Tedavisini tamamlamayan tüberküloz hastalarının % 36.8’inin eşlik eden diğer bir hastalığının bulunduğu belirlendi. Tüberküloz tedavisini yarım bırakan erkeklerde sigara içme oranı % 61.9, kadınlarda % 14.3 idi. Sonuç: Bu bulgulara göre, genel öğrenim düzeyinin yükseltilmesi, hasta kayıt ve bildirim sisteminin iyileştirilmesi, hastalarla iletişim ve tedaviyi sürdürmede sağlık personelinin daha etkin görev alması, direkt gözlem altında tedavinin yaygınlaştırılması yoluyla tüberküloz kontrolünün başarısının artırılabileceği düşünüldü.
Aim: The aim of this study is to evaluate the outcomes of the patients with uncompleted treatment of TB, their demographical properties and to determine the reasons. Material and Method: This descriptive study was carried out throughout Konya in 2001. Total 1979 cases undergoing TB treatment were included in the study. It was established that 164 (%8.3) of the cases taking TB treatment had given up treatment too early. All these cases were interviewed face to face at their addresses registered in their files. This interview included clinical irregation, PPT application, pulmonary X-ray exemination and collection of sputum for ARB. Results: The mean age of the tuberculosis patients was 36.8±16.5 yrs in male and 38.6±19.1 yrs in female (P>0.05). Among the 1979 cases taking tbc treatment, 8.3% gave up the treatment. This rate was 21.6% among the cases whose treatment began in hospital, and 4.5% among the cases of dispensaries. 40.6 % of the patients was illiterate. 38.7 % of them did not have social security. The relatives of 39.4 % cases had a tuberculosis history. There was accompanying illness in 36.8 % of the patients. 61.9 % of the males and 14.3% of the females were smokers. Conclusion: We believe that general economical development, better education level, regular administration and follow-up systems and efforts to provide a better communication with patients may positively affect the results of efforts against the tuberculosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Histopatolojide Müşteri Memnuniyeti: Kalite Kontrol Araştırması
Sameera Rashid, Issam Albozom
Araştırma makalesi
Özeti
Histopatolojide Müşteri Memnuniyeti: Kalite Kontrol Araştırması
Customer SatIsfactIon In HIstopathology: A QualIty Control Survey
Amaç:
Müşteri memnuniyeti anketleri, performansı değerlendirmek için kullanılan rutin bir araçlardır. Hastanelerde doktor ve hasta memnuniyetini kontrol etmek için anketler kullanılır. Bu anketlerden bazıları yeterlilik testi, laboratuvar bireylerinin ve ekipmanlarının güncel olduğunu ve doğru sonuçlar verdiğini tespit ederken, doktor anketleri ile elde edilen veriler, bu kurum için en uygun yerel yönetmelikler ve iş akışlarının tasarlanmasına yardımcı olur.
Yöntem:
Anket toplamda 15 soruyla çevrimiçi olarak yapıldı ve bağlantı Hamad medikal firmasındaki (HMC) tüm Danışman ve Uzman hekimlere elektronik olarak gönderildi. Yaklaşık 3500 e-posta gönderildi ancak iki ayda sadece 105 anket dolduruldu. Araştırmada, histopatoloji hizmetlerinin kalitesi ile ilgili sorular yer aldı.
Sonuçlar:
Genel memnuniyet, multidisipliner sunumlar için en yüksek (% 96) ve raporlamanın zamanında gerçekleşmesi için en düşük (% 77) idi. Netlik ve format, Diagnostik doğruluk ve patologların problemlere cevap vermesi için memnuniyet% 90'ın üzerindeydi. Katılımcıların yüzde otuz altısı MDT sunumlarını mükemmel olarak değerlendirirken, % 46'sı genel mesleki etkileşim kalitesini iyi buldu. Bu ankete göre, iyileştirme alanları, önemli anormal sonuçların bildirilmesi ve bildirimlerinin zamanında olmasıydı (genel memnuniyet% 79). Araştırmaya katılanların çoğunluğu (% 36) tıp mensubu iken yarısı multidisipliner toplantılara (% 49) üye idi. Katılımcıların yüzde yetmişi Hamad Genel Hastanesi (HGH) iken, geri kalanlar HMC kapsamında diğer hastanelerden gelmekteydi.
Sonuç:
Biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarının aksine, yeterli klinik bilgi, yönelim ve radyolojik bulgular olmadığında raporlama mümkün olmadığından Histopatoloji laboratuar personeli klinisyenlerle yakın bir ilişki içerisindedir. Kalite kontrol araştırmaları, patoloji personelinin iyileştirilmesi gereken alanları hedeflemesine ve klinik-patolog ilişkisinin geliştirilmesine ve histopatoloji hizmetlerinin kalitesini en üst düzeye çıkaransistemlerin kullanımı ve gerekli önlemlerin alınmasına izin verir.
Objectives:
Customer satisfaction surveys are a routine device used to assess performance. Surveys are used in hospitals to check physician and patient satisfaction. Hamad Medical corporation’s (HMC) histopathology laboratory is College of American pathologists (CAP) accredited with highly trained pathologists and technical staff that routinely undertake various educational courses and are involved in research related activities. The lab has state of the art staining and immunohistochemistry service as well. However, it was felt that not all clinicians are very comfortable approaching pathologists and some many times experience problems either contacting lab staff or updating histopathology orders. Hence to narrow down the problems encountered by the clinicians and improve the specimen flow through the lab along with the communication between clinician and pathologist, that we deem vital, we designed this pilot survey.
Methods:
The survey questionnaire was made online with 15 questions in total and the link was electronically mailed to all Consultant and Specialist physicians in Hamad medical corporation (HMC). Around 3500 emails were sent out but only 105 surveys were filled in two months’ time. The survey included questions pertaining to multiple facets of quality of histopathology services and information regarding the participant.
Results:
The overall satisfaction was highest for Multidisciplinary presentations (96%) and lowest (77%) for timeliness of reporting. The satisfaction was above 90% for clarity and format, Diagnostic accuracy and pathologists’ responsiveness to problems. Thirty six percent of the people rated MDT presentations as excellent while 46% of the people thought overall quality of professional interaction was good. The areas of improvement, as per this survey, was timeliness of reporting and notifications of significant abnormal results (overall satisfaction 79%). Majority of the people who took the survey (36%) were from internal medicine and half were members of multidisciplinary meetings (49%). Seventy-one of percent of the participants were from Hamad General hospital (HGH), while rest were from the other hospitals under HMC.
Conclusion:
The response rate for the survey was low, hence another survey with a wider reach, preferably by paper, is required to get more representative data. In general, the clinicians at HGH are satisfied with the services provided by the histopathology laboratory. Areas of improvement include Turnaround time (TAT), avoidance of descriptive reports and better communication with the ordering clinician.
Keywords:
Quality control, quality improvement, survey, histopathology, Laboratory
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preoperatif Korku Ve Endişeyi Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
Ateş Duman, Cemile Öztin Öğün, Tahir Kemal Şahin, Gamze Sarkılar, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Preoperatif Korku Ve Endişeyi Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of Factors EffectIng PreoperatIve Fear And Worry
Bu çalışmanın amacı; preoperatif dönemde hastaların anestezi ve cerrahi girişim hakkında korku, endişe ve anksiyeteleri ile, bilgi edinme isteklerini bir anket yardımı ile değerlendirmek ve anksiyetelerinin şiddetini görsel analog skala (VAS) kullanarak ölçmeye çalışmaktı. Beşyüz otuz altı hasta (>19 yaş) bir anket kullanılarak endişeleri, korkuları ve bilgi istemleri hakkında sorgulandılar. Yanıtların istatistiksel analizi kikare ve korelasyon testleri kullanılarak yapıldı ve p<0.05 anlamlı kabul edildi. Daha az eğitimli hastaların cerrahi hakkındaki korkuları daha fazlaydı (p<0.05). Eğitim düzeyi arttıkça bilgi istemi arttı (p=0.007). Kadınlar anestezi ve cerrahiden erkek lere göre daha fazla korkuyordu (p=0.0001). Erkekler lokal anesteziyi kadınlara oranla daha fazla tercih ediyorlardı (p=0.00165). Gelir arttıkça korku ve bilgi istemi de artıyordu (p=0.01). VAS skorları kadın hastalarda, okuma yazma bilmeyenler ile ilkokul mezunlarında ve daha önce cerrahi ve anestezi deneyimi olmayan hastalarda daha fazlaydı (p<0.05) Gelir düzeyinin ve bilgi isteminin artması veya azalması ile VAS skorları arasında bir korelasyon yoktu (p>0.05). Anket uygulanan hastaların tümünün değil de yalnızca bir bölümünün anesteziden ve cerrahiden korktuğu ve bilgi istediği sonucuna varıldı Bu hastaların anestezinin ve cerrahinin sonuçları hakkında bil gilendirilmesi korku ve endişelerinin giderilmesinde faydalı olabilir. VAS skorları ile anket yöntemi ile elde edilen sonuçlar arasında pozitif korelasyon gözlenmesi, preoperatif anksiyetenin ölçümünde VAS skorlamasından yarar lanabileceğimizi düşündürdü.
The purpose of this study was to evaluate the fear, vvorry and axieties of patients about anesthesia and surgery preoperatively by using a questionaire, and to measure their anxiety by using visual analogue scale (VAS). Five hundred and thirty six patients (>19 yr of age) were questioned about their worries, fears and request of Infor mation by means of a questionaire. The ansvvers were analysed with chi-square and correlation tests and p<0.05 was considered as significant. Fear from surgery was higher in the less educated patients (p<0.05). VVomen feared from anesthesia and surgery more than men (p=0.0001). Men prefered local anesthesia more than vvomen (p=0.00165). Fear and request of Information increased with increased income (p=0.01). VAS scores vvere high er in vvomen, illeterate and primary school graduates, and patients vvithout previous surgical or anesthesia expe- rience (p<0.05). No correlation was present betvveen VAS scores and income or increase or decrease of Informa tion requests (p>0.05). İt was concluded that not ali but some patients feared of surgery or anesthesia or vvanted Information. Informing these patients on the consequences of anesthesia and surgery may be usefull in alleviating their fears or vvorries. Positive correlation betvveen the results of the questionaire and VAS scores, leads us to con- sider that VAS scores may be usefull for measuring preoperative anxiety.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Solunum Yetmezliği Olmayan Koah Atakda Kısa Süreli Noninvaziv Mekanik Ventilasyonun Etkisi
Kürşat Uzun, Emine Kurt, Turgut Teke, Emin Maden
Araştırma makalesi
Özeti
Solunum Yetmezliği Olmayan Koah Atakda Kısa Süreli Noninvaziv Mekanik Ventilasyonun Etkisi
The Effect Of Short Term NonInvasIve MechanIcal VentIlatIon In Copd ExacerbatIon WIthout RespIratory FaIlure
KOAH atak esnasında artan hava yolu direncine bağlı dinamik hiperinflasyon ve dolayısıyla ekspiryum sonu pozitif basınç (PEEPi) gelişmektedir. Meydana gelen PEEPi ise kas yorgunluğuna ve yetersiz ventilasyona sebep olmaktadır. Şiddetli KOAH’lı hastalarda noninvaziv mekanik ventilasyonun (NIMV) solunum kaslarının dinlenmesine yardımcı olabileceği ve hastanın kendisini daha iyi hissetmesini sağlayabileceği düşünülmüştür. Biz çalışmamızda atakla gelen ancak solunum yetmezliği olmayan KOAH’lılarda NIMV’un standart medikal tedaviye ek olarak faydası olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Çalışmaya KOAH atakla gelen 45 hasta dahil edildi. Hastalar randomize olarak üç gruba ayrıldı. Birinci gruba medikal tedavi, 2. gruba medikal tedaviye ek olarak ilk gün 2 saat BiPAP tedavisi ve 3. gruba da medikal tedaviye ek olarak hergün 2 saat BiPAP tedavisi verildi. Hastaların yatış, çıkış ve 1 ay sonraki kontrollerinde olmak üzere toplam 3 kez dispne skorları hesaplandı. Yatış ve 1 ay sonraki kontrollerinde St George solunum anketi uygulandı. Bütün hastalara taburcu olurken MIP, MEP ölçümü yapıldı ve 6 dakika yürüme testi uygulandı. Her üç grupta dispne skorlarında çıkışta anlamlı azalma varken 1 ay sonraki kontrolde ölçülen azalma çıkış skoruna göre anlamlılık göstermedi. Ayrıca yatış süresi boyunca birinci ve ikinci grupda St George solunum anketinde anlamlı düzelme varken 3. grupda anlamlı değişiklik tesbit edilmedi. Her üç gruptaki tedavi arteryel kan gazlarında (AKG) anlamlı değişikliğe neden olmadı. Atakla gelen KOAH’lı hastalarda NIMV’un hastanede yatış süresi, AKG ve fonksiyonel durum üzerine standart tedaviye ek olarak anlamlı etkisinin olmadığı ve böylece de atak tedavisinde yeri olmadığı kanaatine vardık.
Positive end expirium pressure(PEEPi) develops due to dynamic hyperinflation caused by increased airway resistance during the COPD exacerbations. This PEEPi causes muscle weakness and ventilation deficiency. It is thought that noninvasive mechanical ventilation(NIMV) helps the muscle to relax and provide a better feeling in severe COPD patients. In this study we aimed to evaluate whether NIMV has additional benefit to medical therapy in patients with nonasidotic COPD exacerbations. Forty five patients presented with COPD exacerbation were divided into three groups randomly. First group received medical therapy, second group received 2 hours of BiPAP in addition to medical therapy in the first day and third group received BiPAP for two hours in addition to medical therapy every day. The dyspnea scores and StGoerge respiratory questionnaire was applied. All patients underwent MIP, MEP measurement and 6 minutes walking test before discharge. While there was significant decrease in dyspnea scores obtained during discharge compared to admission scores in all three groups, no significant difference was found between discharge and 1st month control scores. Also, while significant improvement was present in StGoerge Questionnaire of first and second groups during hospitalization, no difference was present in the third group. The treatment options caused no significant improvement in the arterial blood gas(ABG) parameters in all three groups. We found that NIMV had no additional effect on hospitalization period, ABG and functional status of the cases admitted with COPD exacerbation, so NIMV had no place in exacerbation treatment of these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mesleki Eğitim Sürecince Tıp Fakültesi Öğrencilerinin
‘anne Sütü’ Ve ‘bebek Dostu Hastane’ Bilgi Düzeyi
değişimi: Konya Örneği*
Sevgi Pekcan, Nazan Karaoğlu, Yasemin Durduran, Meltem Energin
Araştırma makalesi
Özeti
Mesleki Eğitim Sürecince Tıp Fakültesi Öğrencilerinin
‘anne Sütü’ Ve ‘bebek Dostu Hastane’ Bilgi Düzeyi
değişimi: Konya Örneği*
Changes In The Knowledge Level Of MedIcal Students About “breast
feedIng” And ‘baby FrIendly HospItal’ DurIng The MedIcal EducatIon:
konya Example
Toplumda anne sütüyle beslemede doğru uygulamaların
ve Bebek Dostu Hastane kriterlerinin sürdürülmesi konusunda
hekimlerin bilgi ve tutumları önemlidir. Tıp eğitimi süreci geleceğin
hekimlerini bu konular hakkında eğitimek için önemli bir fırsattır ve
izlenmelidir. Bu çalışmanın amacı tıp fakültesi öğrencilerinin “bebek
dostu” çalışmaları ve “anne sütü” hakkındaki bilgi düzeylerinin
farklı eğitim yıllarındaki durumunu belirlemektir. Kesitsel tipteki bu
araştırmada Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi 1.,
3. ve 6. sınıf öğrencilerine isimsiz bir anket uygulandı. Etik onay
sonrasında sosyo demografik özellikleri ve WHO ve UNICEF’in
anne sütü ve bebek dostu hastane kriterlerini içeren 26 maddelik
anket formu gönüllülük temelinde uygulandı. Veriler istatistik paket
programında değerlendirildi. Sayılar, yüzdeler, ki-kare kullanıldı ve
p< 0.05 iststistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Çalışmaya % 34’ü
birinci sınıf, % 35’i üçüncü sınıf, % 31’i altıncı sınıfta öğrenim gören
295 öğrenci katıldı. Anne sütünün beslenme dışındaki en az üç
yararını doğru söyleyebilen öğrenci sayısı akademik yıllara göre %8,
%25 ve %51’di (p<0.001). Hastanelerinin emzirme politikası varlığı
ve yaşadıkları ilin ‘Bebek Dostu İl’olma durumunu bilme durumu
6.sınıf öğrencilerinde daha yüksekti (p<0.001). Doğru emzirme
tekniğini bilme (p<0.05), emzirmenin kesin kontrendikasyonlarından
en az üçünü doğru bilme (p<0.001), süt sağma yöntemlerinden
pompa ve makine ile sağma yöntemlerini bilme durumu yine son
sınıf öğrencilerinde anlamlı düzeyde daha yüksekti (p<0.001). Bu
çalışmada genel olarak öğrencilerin tıp eğitimi süresince anne sütü
ve bebek dostu hastane konularında yıllarla artan bilgiye sahip
oldukları görülmektedir. Hekimlerin meslek yaşamlarında konuya
olan duyarlılığın artırılması amacıyla eğitim programında yeniliklerin
eklenmesi ile bilgi düzeyinin daha yükselmesi hedef olmalıdır. Mevcut
durumda teorik eğitimin pratikle desteklenmesi anne sütü ve bebek
dostu çalışmalarının mesleki beceriye yansımasına katkı sağlayabilir.
The knowledge and attitudes of physicians are important in
continuity of the correct applications in breastfeeding and “Baby
Friendly Hospital” criteria in the society. Medical education process is
a chance to educate future physicians about these issues and should
be monitored. The aim of this study is to determine the knowledge
level of the medical school students about “breastfeeding” and “Baby
Friendly Hospital” criteria and applications in different academic
years. In this cross sectional study a anonymous questionnaire was
applied to medical students who are in first, third and sixth academic
years of education in Necmettin Erbakan University Meram Medical
School. After ethical approval 26 item questionnaire consisting
socio demographic features and items about breasfeeding and
baby freinedly hospital declared by WHO and UNICEF, voluntarily.
The data was analyzed via statistics package program. Numbers,
percentages, chi-square were used and p value <0.05 accepted
as significant. Two hundred and ninety five students who were in
1st (34%), 3rd (35%) and 6th (31%) academic year participated to
this study. The percentage of students who could count at least
3 benefits of breastfeeding other than feeding were 8%, 25% and
51% in respect to academic years (p<0.001). The knowledge about
the existence of breastfeeding policy in their hospital and “infant
friendly city” status of the city they are living in were higher in 6th
year students (p<0.001). Knowledge level of correct breast feeding
method (p<0.05), knowledge about at least 3 contraindications
of breast feeding (p<0.001), and knowledge about the milking
methods (by pump and machine) were also significantly higher in
6th year students (p<0.001). In this study it can be observed that
the knowledge of students about breastfeeding and infant friendly
hospital issues increase by advancing years. The target should be
increasing innovations in the education program in order to raise
awareness of doctors about this subject during their entire careers.
In current situation supporting the theoretical education by practice
may contribute to the reflection of breastfeedimg and infant friendly
studies to the professional skill.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
Meltem Energin, Ekrem Ünal, Ülkühan Kaya, Tamer Baysal, Yavuz Köksal, İsmail Reisli
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
The InformatIon Levels Of The Mothers About DIarrhe, Whose ChIldren Have Been AdmItled To An UnIversIty HospItal
Amaç: İshal, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuk hastalıklarının ve ölümlerinin önde gelen nedenlerindendir. İshal sonucu olan dehidratasyon önlenmez ise ölüm ile sonuçlanabilir. Çocukların ishalden korunmasında ve dehidratasyon başlamadan yeterli sıvı ve elektrolitin yerine konmasında annelere önemli görevler düşmektedir. Gereç ve yöntem: Annelerinin ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkındaki bilgi düzeylerinin araştırılması amacıyla hastanemize başvuran hastaların annelerine ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkında sorular içeren anket uygulandı. Anket sonuçları annelerin sosyoekonomik düzeylerine ve eğitim durumuna göre değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaşları 17 ile 50 yaş (ortanca, 32 yıl) arasında değişen 250 anne katıldı. Annelerden 77’si (%30,8) gelir düzeyi yüksek iken, 98’i (%39,2) orta gelir düzeyine ve 75’i (%30) düşük gelir düzeyine sahipti. Annelerin yaklaşık yarısı ilkokul mezunu idi. Araştırma kapsamındaki 190 anne (%76) ishali çocuklar için öldürücü bir hastalık olarak görürken, en sık tercih edilen korunma yöntemi hijyene dikkat etmek olduğunu, annelerin %26,8’i korunma hakkında bilgisi olmadığını belirtti. Annelerin çocukları ishal olduğunda en sık tercihleri; sulu gıdalar vermek (%55,6) ve doktora götürmekti (%24,4). Ankete katılan annelerin %93,6’ sı çocukları ishal olduğunda sıvı gıdaları arttıracağını, %88,4’ü ise anne sütünün kesmeyeceklerini belirtti. Oral rehidratasyon sıvısını annelerin %76,4’ü biliyordu ve bu bilgiyi sıklıkla sağlık kurumu (%42) ve yayın organlarından (%18,8) öğrendiği saptandı. Yedi annenin (%2,8) ishalden çocuğunu kaybettiği öğrenildi. Sonuç: Yirmi birinci yüzyılda halen ishalden çocuk ölümlerinin olması nedeni ile gerek birinci basamak sağlık hizmetlerinde ve gerekse medyada eğitime zaman ayrılmalı ve anneler ishal konusunda bilinçlendirilmelidir. Ailelerin oral rehidratasyon sıvısına kolay ulaşması sağlanmalıdır.
Aim: Diarrhea is one of the most common causes of mortality and morbidity in childhood, especially in developing countries. Dehydration related to diarrhea can be mortal if it could not be prevented. Mothers play important role in preventing children from diarrhea and replacing fluid and elect rolytes before the dehydration. Material and Method: Information levels of the mothers about diarrhea and oral rehydration solution were extracted from an questionnaire form. The results of the questionnaire were investigated according to socioeconomic, educational levels of the mothers. Results: In the study, 250 mothers’ answers (ages varied 17 to 50-years-old, median; 32-years-old) were evaluated. Seventy-seven (30.8%) of the mothers were from upper-socioeconomic-class 98(39.2%) were from middle-socioeconomic-class, and 75 (30%)were from lower-socioeconomic-class. Approximately, half of the mothers were graduated from primary school. 190 (76%) of mothers pointed out that diarrhea is a mortal disease and the most common protection practice is to be aware of hygiene, whereas 26.8% of the participants remarked that they did not have any idea for protection from diarrhea. The most common method that the mothers choose when their children had diarrhea was juicy drinks (55.6%), and application to medical center (24.4%). 93.6% of the mothers remarked that they should increased intake of juicy drinks and 88.4% remarked that they did not stop breast feedings when their children had diarrhea. Oral rehydration solution was known by 76.4% of the participants, and this knowledge had been achieved from a medical center (42%) and broadcast media (18.8%). Seven of the mothers (2.8%) had a history of child death related to diarrhea. Conclusion: Since diarrhea still remains one of the most common causes of mortality in childhood in the twenty-first century, the mothers must be instructed, and much time must be allowed in primary medical center and media for education about diarrhea. Unlabored achievement to oral rehidration solution must be provided for the parents.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun Değerlendirilmesi
Mehmet Uyar, Yusuf Kenan Boyraz, Kübra Gençağa, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun Değerlendirilmesi
Assessment Of Job SatIsfactIon Of The Research AssIstant In A UnIversIty HospItal
Amaç: Kesitsel tipteki bu çalışma Meram Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimi alan araştırma görevlilerinin iş doyumunu ve iş doyumu ile ilişkili olabilecek faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır. Hastalar ve Yöntem: Demografik bilgiler ile Minnesota İş Doyum Ölçeği’nden oluşan 36 soruluk anket formu yüz yüze görüşme yöntemiyle 244(%80,2) asistan hekime uygulanmıştır. Bulgular: Katılımcıların %52,5’i erkek, %55,3’ü evliydi ve %29,1’inin en az bir çocuğu vardı. Yaş ortalaması 28,42±3,02 yıl idi. Aylık ortalama nöbet sayıları 6,35±4,10 idi. Araştırma görevlilerinin %9,8’i daha önce bir uzmanlık eğitimini yarıda bırakmıştı. Hekimlerin %60,6’sı aldıkları ücretten memnun değildi. Genel doyum puan ortalaması 3,24±0,53, içsel doyum puan ortalaması 3,40±0,56, dışsal doyum puan ortalaması 2,97±0,62 olarak bulundu. Temel bilimlerde çalışan hekimlerin dışsal iş doyum puan ortalamaları dahili ve cerrahi bilim dallarında çalışan hekimlere göre anlamlı bir şekilde daha yüksek bulundu. Hekimlerin %33,2’si çalışma koşullarından, %44,3’ü amirinin çalışanlara yönelik davranışından, %84,4’ü çalışma arkadaşlarından memnundu. Konya’daki tıp fakültelerinden mezun olanların genel doyum puanı ve dışsal doyum puanı Konya dışındaki fakültelerden mezun olanların genel doyum puanından ve dışsal doyum puanından anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Yoğun çalışma temposuna sahip hekimlerin, çalışma ortamı ve koşullarının iyileştirilmesi, kurum politikalarında söz sahibi olmalarının sağlanması, aldıkları ücretlerin iyileştirilmesi, sadece araştırma görevlisi hekimlerin iş doyumu düzeyini değil hastalara sunulan hizmetin kalitesini de artıracaktır
Aim: This cross-sectional study aims to determine job satisfaction of research assistants taking medical specialization education at Meram Medical School and factors that may be related to job satisfaction. Patients and Methods: A questionnaire consisting of Minnesota Job Satisfaction Scale and questions regarding demographic information is applied to 244 (80,2% ) physician assistants via face to face meeting. Results: 52.5% of participants were male, 55.3% of them were married and 29.1% had at least one child. Average of age was 28.42±3.02 years. Average number of night duties monthly was 6.53±4.10. 9.8% of research assistants had quitted a specialization education before. 60.6% of physicians were not content with their salaries. Overall satisfaction point average was 3.24±0.53, intrinsic satisfaction point average was 3.40±0.56, extrinsic satisfaction point average was found to be 2.97±0.62. Extrinsic satisfaction point averages of physicians working in basic sciences was found to be significantly higher than averages of physicians working in internal medicine and surgery branches. 33.2% of physicians were satisfied with working conditions, 44.3% with their chiefs’ behaviours towards employees, 84.4% with their colleagues. Overall satisfaction and extrinsic satisfaction points of participants who graduated from medical schools in Konya were meaningfully higher than points of those who graduated from medical schools outside Konya. Conclusions: Improving the working environments and conditions of physicians having busy schedule, enabling them to have a voice in institution policies, increasing the wages will not only increase the job satisfaction level of research assistant physicians, but also the quality of service provided to patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
Emre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi
Özeti
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Anatomi Pratik Derslerinde Kullanılan Pratik Ders Slaytları Hakkındaki Görüşleri
Mustafa Büyükmumcu, Anıl Didem Aydın, Döndü Akın, Mehmet Tuğrul Yılmaz, Abdurrahman Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Anatomi Pratik Derslerinde Kullanılan Pratik Ders Slaytları Hakkındaki Görüşleri
MedIcal Students’ VIews About PractIcal Lessons’ SlIdes WhIch Used EducatIon Of PractIcal Anatomy
Çalışmada 113 tıp öğrencisinin, anatomi pratik eğitiminde
maketlerin ve kemiklerin resimlerinin, slaytlarda kullanılması ile ilgili
görüşleri değerlendirilmiş ve bu slaytların anatomi pratik eğitimine
etkilerinin değerlendirilmesi hakkındaki yorumlar toplanmıştır.
Çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi’nde
2011-2012 yılları arasında Dönem 2 öğrencilerinde gerçekleştirildi.
Çalışmaya katılan gönüllü öğrenciler 18-30 yaşları arasında idi.
Öğrencilere açık uçlu 3 adet sorudan oluşan bir anket uygulandı.
Elde edilen veriler SPSS programında değerlendirildi. Öğrencilerin
ankette yer alan pratik ders slaytlarının olumlu, olumsuz ve
geliştirilmesi yönündeki hazırlanmış 3 adet açık uçlu soruya
verdikleri cevaplar gruplandırıldı, istatistiki açıdan önem dereceleri
belirlendi. Öğrencilerin tamamı pratik ders slaytlarının, anatomi
pratik eğitimine olumlu etki ettiğini bildirmişlerdir. Öğrencilerin
%28’i olumsuz görüş belirtmezken, %16’sı geliştirilmesi yönünde
herhangi bir görüş belirtmemişlerdir. Pratik ders slaytlarının konunun
anlaşılmasına destek sağladığı fikrine erkek öğrencilerin %20,5’i,
kızların ise % 1,8’i görüş bildirmişlerdir (p<0,001). Erkek öğrencilerin
%15,4’ü pratik derslere katılıma gerek olmadığını düşünürken, kız
öğrencilerin tamamı tam tersini düşünmektedirler. Erkek öğrencilerin
tamamı kız öğrencilerin ise %19,1’i pratik ders slaytlarının
geliştirilmesi gerektiğini, slaytların sonunda soru ve özet şeklinde bir
kısmın bulunması görüşünü bildirmişlerdir. Anatomi pratik eğitiminde
maket ve kemik resim slaytlarının kullanılmasının öğrenme sürecine
olumlu katkı sağlayacağı ortaya çıkmıştır. Slayt kullanımının teknik,
içerik ve çeşitlilik açısından geliştirilmesinin gerekliliği belirlenmiştir.
Sonuç olarak, anatomi eğitim sürecinde daha iyiye ulaşmak için,
öğrenci düşüncelerinin alınmasının, anatomi pratik eğitimine katkı
sağlayabileceği belirlenmiştir.
In this study, 113 medical students views which related to using
of the photographs of bones and anatomical models on the slides
were evaluated and tried to gather comments about effects of slides
to anatomy practical education. A questionnaire which consisting of
three open-ended question was prepared by the Anatomy Department
of Meram Medical Faculty of the Konya University and then they
were presented to 113 students. Participants ages of this survey
were between 18-30. The obtained data were evaluated using
SPSS computer program. The answers that questionnaire about the
practical trainings shows; classified through the student opposition
wheter: negative, positive and evolution. Whole the volunteers
reported that there is a positive impact on the education of practical
anatomy using the slides. While 28 % of the students did not give
negative opinion on the other hand, 16 % of the students did not
give any opinion for evaluating this slides. 20,5% of male students
and %1,8 female students gave an opposition about the “advantage
of practical slides for lessons” (p<0,001). 15,4% of male students
opposition shows that there is no need to attend the classes, on the
other hand; 100% of female students disagree on this view. 100% of
male students and 19,1% female students agreed on an idea that the
slides should develop and evaluate by adding the opinion such that;
in the conclusion of the slides there should be questions and the
summary. Using the models, bones and slides have a possitive effect
on learning anatomy practical education. The results demonstrate
that; slides method should be developed by such a subject:
technique, meaning and variation. As a result, to reach the better
goals on anatomy education, it can be better for anatomy practical
education that matter the opinion of students.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Allerjik Astma Ve Rinitli Hastalarda El Tercihi
Ünal Şahin, Mehmet Ünlü, Mustafa Demirci, Ahmet Akkaya, Murat Yarıktaş
Araştırma makalesi
Özeti
Allerjik Astma Ve Rinitli Hastalarda El Tercihi
Hand Preference In PatIents WIth AllergIc Asthma And RhInItIs
Allerji ve el tercihi arasında ilişki olduğu hakkında literatürde çelişkili çalışmalar vardır. Bu çalışmada, allerjik has talıklarla el tercihi arasında ilişki olup olmadığı kontrol grubuyla karşılaştırılarak değerlendirildi. Allerjik hasta grubu (59 astma, 50 rinit, 41 astma+rinit; toplam 150) ve sağlıklı kontrol grubunun (81 olgu) el tercihleri, Oldfied’in Edin- burgh el tercihi anketi ile belirlendi. Hasta ve kontrol grubunda sol elini kullanma oranı sırasıyla, %10.7 ve %9.9 olarak belirlendi ve istatistiksel olarak aralarında anlamlı fark saptanmadı. Kontrol grubunda sol elini kullanma oranı kadınlarda %9.4, erkeklerde %10.7, hasta grubunda ise kadınlarda %10.3, erkeklerde %11.3 olarak be lirlendi. Kontrol ve hasta grubundaki kadın ve erkek olguların el tercihleri arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Hasta grubu, IgE düzeyi yüksek olan allerjik hastalar (n=114) ve IgE düzeyi yüksek olmayan allerjik hastalar (n=36) diye ikiye ayrıldı. IgE düzeyi yüksek olan grupta sol elini kullanma oranı % 10.5, IgE düzeyi yüksek ol mayan grupta ise % 11.1 olarak belirlendi ve her iki grup arasında el tercihi açısından anlamlı fark saptanmadı. Sol elini kullanma sıklığı allerjik astma, allerjik rinit ve allerjik astma+rinitli olgularda sırasıyla, %8.5, %12 ve %12.2 olarak belirlendi ve her üç grup arasında el tercihi yönünden anlamlı farklılık yoktu. Sonuç olarak, allerjik astma ve rinitli olgularla kontrol grubu arasında el tercihleri yönünden anlamlı farklılık saptanmamıştır.
Reports have shovvn opposing results for proposed associations betvveen left-handedness and allergic diseases. İn this study we compared the distribution of right- and left-handers in a group of allergic patients and a control population with a Similiarsex and age distribution. The study (59 asthma, 50 rhinitis, 41 asthma+rhinitis; total 150 patients) and control (81 hospital personels and patients' relatives) groups were given a questionnaire that inc- luded a modified version of the Oldfield's Edinburgh Handedness Inventory. The frequency of left-handedness (LS<0) in the study and control population were 10.7%, 9.9%, respectively and there was no difference betvveen two groups, statistically. The percentage of left-handers was 10.7 % in males and 9.4 % in females for the control group and 11.3 % and 10.3 % in males and females, respectively, in the study group. The distribution of han dedness was similiar in two sexes, vvithin the control and patient groups. Allergic patients were divided into two groups according to IgE-mediated (n=114) or non-lgE mediated (n=36). The percentage of left/handers in IgE me- diated and non-lgE mediated vvere 10.5%, 12%, respectively. There was no difference in the incidence of left- handedness among these two groups. There was also no difference in the percentage of left-handers in the al lergic asthma (8.5%), allergic rhinitis (% 11.1) and allergic asthma+rhinitis (12.2%) patients. As a result, There was no significant association determined betvveen the groups of allergic asthma/ rhinitis and control groups as the incidence of hand preference.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İlinde Çalışan Hekimlerin Adli Olgulara Ve Adli Raporlara Yaklaşımı - Anket Çalışması
İshak Gürsel Günaydın, Şerafettin Demirci, Kamil Hakan Doğan, Yusuf Aynacı, İdris Deniz
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İlinde Çalışan Hekimlerin Adli Olgulara Ve Adli Raporlara Yaklaşımı - Anket Çalışması
MedIcal PractItIoners' Approach To ForensIc Cases And ForensIc Reports In Konya ProvInce - A QuestIonnaIre Study
Amaç: Bu çalışma, acil servis çalışanı hekimlerin adli olgulara ve adli rapor düzenlenmesine yaklaşı-mını ve bu konularla ilgili yaşadığı sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri sunmak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Konya ve çevresinde Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin acil servislerinde ve 112 Hızır Acil servislerinde çalışan ve "Acil Hekimliği Sertifika Programı Temel Modülü Eğitimi"ne katılan pratisyen hekimlere, eğitim öncesi, anket formları uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan hekimlerin %85.2’si mezuniyet öncesi adli tıp eğitiminin yeterli olmadığını belirtmişlerdir. Mezuniyet sonrasında adli tıp ve rapor konusunda eğitim alanların oranının ise %20.1 olduğu görülmektedir. Hekimlerin %42.4’ü adli raporun "tanıyı ilk koyan hekim tarafından" verilmesinin gerektiğini, %84.3’ü hastasının adli olgu olması nedeniyle fazladan bir tedirginlik yaşadığını, %66.8’i çalıştıkları birimlerde sadece adli olgulara bakan bir birim oluşturulması gerektiğini ancak bu gruba katılmak istemediklerini belirtmişlerdir. Hekimlerden, Türk Ceza Kanunu’nda yara ağırlığının belirlenmesi ile ilgili "yaşamsal tehlike", "basit tıbbi müdahale" ve "kemik kırığının yaşam fonksiyonlarına etkisi" konusunda yanlış değerlendirme yapanların oranının yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Acil servis çalışanı pratisyen hekimlerin adli olgu ile karşılaşma oranı yüksek olmasına rağmen, adli rapor yazımı hususunda eğitim ve bilgi yetersizliği nedeniyle tedirginlik yaşadıkları anlaşılmaktadır. Yaşanan tedirginliği gidermek ve objektif kriterlere uygun adli rapor düzenlenmesi için özellikle acil servis çalışanı pratisyen hekimlere adli rapor düzenleme, yara ağırlık kriteri olarak kullanılan kavramlar ve adli olguya yaklaşım konularında uygulamalı eğitim verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Aim: The aim of the present study was to investigate the medical practitioners' approach to forensic cases and to composing forensic reports and to determine the problems they face regarding these issues and to present suggestions for solutions to problems. Material and Method: Questionnaire forms were administered to practitioners working in emergency services and 112 Hizir Acil (swift emergency ambulance and first aid) services of hospitals affiliated with the Ministry of Health in the Province of Konya and around and who participated in "Emergency Medical Service Certificate Program Basic Module Training" before their training. Results: 85.2 % of the practitioners who participated in the study stated that the undergraduate forensic medicine training was not adequate. It was seen that the percentage of the practitioners who received training on forensic medicine and report after graduation was 20.1 %. Among the subjects, 42.4 % of the practitioners stated that the forensic report should be prescribed by "the medical practitioner who made the first diagnosis", 84.3 % of the practitioners stated that they experienced an uneasiness because of the fact that the patient was a forensic case, 66.8 % stated that a unit which dealt with only forensic cases should be set up in the units they worked, however, they did not want to take part in that group. It was determined that, of the practitioners, the number of the ones who made wrong assessments regarding the issues in the Turkish Penal Code such as "vital danger", "simple medical intervention" and "the effects of bone fractures on life functions" was high. Conclusion: Although the rate of encountering forensic cases is high in practitioners, it is understood that practitioners experience uneasiness about writing forensic reports because of their lack of training and knowledge. It is suggested that practical training should be provided concerning the issues of forensic report writing, concepts used as criteria for severity of injuries and approach to forensic cases, especially to the practitioners who work at emergency services in order to remove the uneasiness experienced and to organize forensic reports according to objective criteria.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli Sıklığı
Sevim Karaarslan, Kadir Ükisten
Araştırma makalesi
Özeti
Diyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli Sıklığı
Prevalence Of PrevIous RheumatIc Fever And Heart Sequela Among PrImary School ChIldren In DIyarbakır ProvInce
1984-1985 eğitim ve öğretim yılında, Diyarbakır il merkezindeki ilkokul çocuklarından rastgele sistematik örnekleme yolu ile % 10 oranında seçtiğimiz 4065 öğrenci arasında anket kullanılarak geçirilmiş romatizmal ateş oranı % 9,1 bulunmuş-tur. Bulunan bu oran ülkemizin diğer bölgelerinde yapılan çalışmalarda bulunan oranlardan daha yüksektir. Bu çocukların anamnezleri geriye dönük olarak derinleştirildiğinde, tanı anında çocukların önemli bir kısmında sadece ekstremite ağrı-sının bulunması ve herhangi bir tetkik yapılmamış olması bu ağrıların bir kısmının romatizmal ateş dışında başka nedenlere bağlı olarak meydana gelmiş olabileceği ihtimalini düşündürmüştür. Tanının geriye dönük olması nedeniyle major bulguların oranı literatürde bildirilenden daha düşük bulun-muştur. Gerek romatizmal ateş anamnezi veren vakalar, gerekse valvül lezyonu bulunan vakaların cinsiyete göre dağılımı literatüre uygun olarak anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül hasara bulunan çocukların yaşa göre dağılımı literatüre uygun olarak giderek artış göstermiştir. Çalışmamızda valvül lezyonu % 1,2 oranında bulunmuştur. Bu değerler İran' dan bildirilen değerlerden daha düşük fakat, diğer gelişmekte olan ülkelerden ve ülkemizde bildirilen değerlerden daha yüksektir. Valvül lezyonlarının incelenmesinde literatürdeki verilere uygun olarak en çok mitral valvül tutuluşunun olduğu bunu aort valvül tutuluşunun izlediği görülmüştür. Yine literatüre uygun olarak en çok rastlanan valvül lezyonu tipi mitral yetersizlik olmuştur. Literatürde bildirilen farklı olarak gerek mitral ve gerekse aort tutuluşu cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül tutuluşu gösteren vakaların geriye dönük olarak anamnezlerinin incelenmesinde %37,2 vakada romatizmal ateşi düşürülerek bir şikayete rastlanmamıştır. Bu durum şikayetlerin hafif olup unutulmuş olmasına veya karditin diğer major bulgular olmadan ortaya çıkabilmesine bağlanmıştır.
In the 1984-1985 academic year, among 4065 students who were randomly selected from primary school children in Diyarbakır city center with a systematic sampling rate of 10%, the rate of rheumatic fever by using a questionnaire was found to be 9.1%. This rate is higher than the rates found in studies conducted in other regions of our country. When the anamnesis of these children were deepened retrospectively, the fact that at the time of diagnosis, most of the children had only extremity pain and no examination was performed, it was thought that some of these pains may have occurred due to reasons other than rheumatic fever. Because of the retrospective diagnosis, the rate of major findings was lower than that reported in the literature. The distribution of patients with rheumatic fever history and valvular lesions by gender did not show a significant difference in accordance with the literature. The distribution of children with valve damage by age has increased gradually in accordance with the literature. Valvule lesion was found in 1.2% in our study. These values are lower than the values reported from Iran, but higher than the values reported in other developing countries and in our country. In the examination of valvule lesions, it was observed that, in accordance with the data in the literature, the most frequent mitral valve involvement was followed by aortic valve involvement. Again, in accordance with the literature, the most common type of valve lesion was mitral insufficiency. Unlike the difference reported in the literature, both mitral and aortic involvement did not differ significantly according to gender. In the retrospective examination of the anamnesis of the cases with valve involvement, no complaints were found by reducing rheumatic fever in 37.2% of the cases. This situation was attributed to the symptoms being mild and forgotten or the occurrence of carditis without other major findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kütahya İlindeki Postmenopozal Kadınlarda Çeşitli Risk Faktörleri İle Kemik Mineral Yoğunluğu Arasındaki İlişki
Halil Kunt, Hayri Dayıoğlu, Muhammed Kasım Çaycı
Araştırma makalesi
Özeti
Kütahya İlindeki Postmenopozal Kadınlarda Çeşitli Risk Faktörleri İle Kemik Mineral Yoğunluğu Arasındaki İlişki
RelatIonshIp Between Bone MIneral DensIty WIth VarIous RIsk Factors In Postmenopausal Women In Kutahya ProvInce
Osteoporozun postmenopozal kadınlarda görülme sıklığı çeşitli faktörlere bağlı olarak artmaktadır. Kütahya da yaşayan kadınlarda osteoporoza neden olan risk faktörlerini değerlendirmek amacıyla bu çalışma gerçekleştirildi. Kütahya devlet hastanesi DEXA birimine kemik mineral yoğunluğu ölçümü için başvuran menopoza girmiş yaşları 40-82 arasında değişen 103 kadının dual energy X-ray absorptiometry (DEXA) cihazıyla a-p pozisyonunda lumbar omur (L1- L4) kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümleri yapılmıştır. Çalışma verileri anket sonuçları kullanılarak elde edildi. Değerlendirme grupları Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Osteoporoz sınıflandırmasına göre DEXA ölçümleri, T skor -1,0 SD’ den büyük normal, T skor -1,0 SD ile -2,5 SD arası osteopeni ve T skor -2,5 SD’ den daha düşük olanlar osteoporoz olarak gruplandırıldı. Olguların % 86’sının ev hanımı, % 85’inin eğitiminin ilköğretim olduğu ve olguların tümünde aktivite düzeyinin düşük olduğu saptandı. Osteoporoz ve osteopeni grubunun normal gruba göre daha yaşlı olduğu saptandı (p0.05). Çalışmamızın sonuçlarından yaşa bağlı osteoporoz riskinin arttığı, yaşam stili ve sosoyodemografik karakteristiklerin kemik mineral yoğunluğundaki düşüşlerde etkili olduğu tespit edilmiştir.
Frequency of osteoporosis in postmenopausal women is rising depending on various factors. This study is aimed at to analyse the risk factors that cause osteoporosis for women living in Kütahya. The assessment of bone mineral density (BMD) of Lumbar vertebral bone (L1-L4) via dual energy X-ray absorptiometry (DEXA) machine in a-p position was carried out on 103 women, aged between 40- 82 who had already been in menopause and applied to Kütahya Devlet Hastanesi (Kütahya State Hospital) department of DEXA for assessment of bone mineral density. Study data were achieved from survey results. Experimental group was evaluated according to World Health Organisation (WHO)’s Osteoporosis Classifications via DEXA assessments as T score -1,0 SD> normal, T score -1,0 SD and -2,5 SD is osteopeni and T score <-2,5 SD is osteoporosis. It was observed that all the respondents are housewifes, primary school educated and have a low activity level. It was observed again that the responders who are osteoporosis and osteopenia are older,shorter; particularly, osteoporosis group is 3 cm shorter and have less weight than normal group of people. The group of people who are osteoporosis and osteopenia have a lower age of first and last menstruation than normal people. Yet, they have a higher breast-feeding duration. It was detected that the patients have a lower T scores who had used cortisone for a long time and had bone fracture than who didn’t have any. It was detected again that the scores fell down depending on tested people’s decreasing in come, however, they rose depending on tested people’s rising education status. It was detected that the T scores of people who are leading a rural life was lower than who are leading a urban life. As a result of our study it was noticed that risk of osteoporosis rises depending on age, life style, characteristics of sociodemographic are effective on falling of bone mineral density.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Fatma Fidan, İhsan Hakkı Çiftçi, Nihal Kıyıldı, Mehmet Ünlü, Murat Sezer
Araştırma makalesi
Özeti
Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Prevalence And RIsk Factors Of Asthma And AtopIc DIseases In Pre-School EducatIon Centers In AfyonkarahIsar
Amaç: Bu çalışmada Afyonkarahisar’daki okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) astım veatopik hastalıkların prevalansını ve ilgili risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışma Afyonkarahisar ilinde, 41 ayrı okul öncesi eğitim merkezinde öğrenim görmekte olan 1288 çocuktan, çalışmaya katılması ailesi tarafından onaylanan 1084 çocukta yapıldı. Sosyodemografik özellikler, astım ve atopik hastalıklar ve bu hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini sorgulayan standart anket formu çocukların aileleri tarafından dolduruldu. Bulgular: Bin seksen dört öğrencinin yaş ortalamaları 5.7 ± 0.7 (3-6) olup, 505’i kız (%46.6), 579’u erkek (%53.4) idi. Çalışmada astım %3.1, alerjik rinit %5.0, egzema %1.8 oranında saptandı. Ailede astım ya da atopik hastalık hikayesi, astımı olan grupta (%44.1), astımı olmayan gruba göre (%25.5) anlamlı olarak daha fazla idi (p=0.015). Bebeklikte anne sütü alma astımı olan grupta anlamlı olarak daha düşük oranda bulundu (p=0.039). Astım için ailede allerjik hastalık hikayesi olmasının 2.3 kat, bebeklikte anne sütü almamanın 2.7 kat risk oluşturduğu bulundu. Astımı olan hastalarda hışıltılı solunum ve allerjik rinit sıklığı anlamlı düzeyde daha fazla iken, egzema sıklığı açısından farklılık saptanmadı. Sonuç: Okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) 3-6 yaş grubu çocuklarda ailede allerjik hastalık bulunması ve bebeklikte anne sütü almamış olmanın astım için anlamlı risk faktörü olduğu bulundu.
Aim: We aimed to determine the prevalence and risk factors of asthma and atopic diseases in preschool education centers in Afyonkarahisar. Material and Method: Of the 1288 children in 41 preschool education centers in Afyonkarahisar, 1084 children, whose parents have approved the study, were accepted. A standard questionnaire interrogating sociodemographical status, presence and risk factors of asthma and atopic diseases was filled by the parents of the children. Results: The mean age of 1084 children was 5.7 ± 0.7 (3-6), 505 (46.6%) of them were girls and 579 (53.4%) were boys. The prevalence of asthma was 3.1%, allergic rhinitis 5.0% and eczema 1.8%. Presence of asthma or an atopic disease in the family was significantly higher in the group with asthma (44.1%) than without (25.5 %)(P=0.015). Intake of breast milk in the infancy was significantly low in the group with asthma (P=0.039). Presence of an allergic disease in the family was found to cause a 2.3 folds and absence of breast milk intake a 2.7 folds increase in the risk for asthma. In the children with asthma, wheesing and allergic rhinitis frequency was significantly high. While there was no difference in froguency of eczema. Conclusion: Presence of an allergic disease in the family and a bsence of breast milk intake in the infancy was found as significant risk factors for asthma in 3-6 age children in pre-school education centers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili Tutumu
Said Bodur, Hatice Yıldız, Mesude Mermer, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili Tutumu
Mothers’ AttItudes On BreastfeedIng PerIod And Supplemented Food Based On TheIr VvorkIng Status In Konya
Amaç: Bu çalışma, annenin çalışma durumunun emzirme ve ek gıda ile ilgili tutum üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma Konya il merkezinde 12 ayını doldurmuş çocuğu olan 458 kadın (302’si ev hanımı, 156’sı çalışan kadın) üzerinde yapıldı. Büyüklüğü formülle belirlenen örneklem, iki aşamada seçildi. İlk aşamada, toplumda nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yapıldı. İkinci aşamada ise kreşlerdeki çocukların anneleri örneğe dahil edildi. Veriler, anket yardımıyla yüz yüze görüşerek elde edildi. Bulgular: İlkokuldan sonra öğrenim görme oranı ev hanımı annelerde (% 25), çalışan annelerden (% 96) düşüktü. Emzirme süresi ortancası ev hanımlarında 12 ay, çalışan annelerde 8 ay olup aradaki fark önemliydi. Ek gıdaya 4. aydan önce başlama oranı ev hanımlarında çalışan annelerden iki kat daha fazlaydı. Annelerin üçte birinin hazır mama ile ek gıdaya başladığı, ev hanımı annelerin ek gıdaya yemek suları ile başlama oranının çalışan annelerden daha yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Çalışan annelere sosyal destek verilmesi bebeklerini daha uzun süre emzirmelerini sağlayabilir. Ayrıca, toplumda kadınların öğrenim düzeyinin artırılması ve bebek beslenmesi konusunda bil gilendirmeye ağırlık verilmesi, emzirme ve ek gıda konusunda olumlu davranışları artırabilir.
Aim: İn this study, it was aimed to determine the effect of vvorking status of mothers on breastfeeding and using additive food for feeding. Methods: The study vvas consisted of 458 mothers (302 housevvives and 156 vvorking women) having at least 12 months old children. The population samples chosen by using a formula vvere select- ed in tvvo steps. İn the first step, the cluster sampling systematically based on population localities. İn the second step, the mothers of children living in day-center vvere taken into the survey population. Data vvere obtained via çuestonnaire techniçue by intervvieving. Results: The ratio of mothers vvho continued educating after primary school vvas 25% of housevvives and 96% of vvorking mothers. The median of breastfeeding period in housevvives vvas 12 months, but in vvorking mothers it vvas 8 months. This difference vvas significant. The ratio of initiation time of using additive food for feeding before the first four month in vvorking mothers vvas tvvo-fold than that in the house- vvifes. One third of mothers started to feed their babies with commercial supplement foods. The ratio of housevvife mother, starting vvith fluid of home made meal, vvas higher than in vvorking mothers. Conclusion: VVorking moth ers could be supported for breastfeeding their babies for longer period. İn addition, increasing education levels of female population and education on infant feeding may encourage to positive attitudes for giving the supplement ed food and breastfeeding in population.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlılarda Düşmeler Ve İlişkili Risk Faktörlerinin Yaş Ve Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi
Tahsin Gökhan Telatar, Sarp Üner, Hilal Özcebe, Burcu Küçük Biçer, Özge Yavuz Sarı
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlılarda Düşmeler Ve İlişkili Risk Faktörlerinin Yaş Ve Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi
DefInIng Falls And AssocIated RIsk Factors In Elderly Among Age Groups And Sex
Amaç
Araştırmada Türkiye, Sinop ilinde yaşayan yaşlıların düşme sıklıklarının ve düşmelerle ilişkili risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve gereçler
Kesitsel tipteki bu araştırmanın evrenini 2013 yılında Sinop ilinde yaşayan ve aile hekimliği bilgi sistemine kayıtlı olan 32506 kişilik 65 yaş ve üzeri nüfus oluşturmaktadır. Cinsiyet ve yaş gruplarına (65-74, 75 ve üzeri) göre yapılan tabakalama sonucunda 2463 kişilik örnek büyüklüğü belirlenmiş ve %92,1’ine ulaşılmıştır. Yapılandırılmış bir anket formu aracılığıyla katılımcıların bazı sosyo-demografik özellikleri, düşme durumları, günlük yaşam aktivitelerindeki fonksiyonellikleri, depresyon durumları ve düşmeler konusundaki farkındalıklarını içeren veriler toplanmıştır. Risk faktörlerinin düşmelerle ilişkisi dört farklı lojistik regresyon modeli kullanılarak hesaplanmıştır.
Bulgular
Araştırmaya katılan yaşlıların 65 yaşından sonra düşme prevalansları %36,4 olarak bulunmuştur. Herhangi bir okuldan mezun olmamış olmak, mevcut sağlık durumunu düşük puanlamış olmak, sürekli olarak ilaç kullanıyor olmak, günlük kullandığı ilaç sayısının fazla olması, desteksiz olarak yürüyememek ve depresyonda olmak her iki yaş grubu ve cinsiyet için de düşme riskini artıran faktörler olarak tanımlanmıştır. Herhangi bir kronik hastalığa sahip olmak, yalnız yaşamak, düşme korkusu yaşıyor olmak, düşmeler konusunda farkındalığın düşük olması, günlük yaşsam aktivitelerinde bağımsız olmamak ve düşmelerden korunma hakkında yetersiz bilgi sahibi olmak yaş ve cinsiyet gruplarının en az ikisinde düşme riskini artıran faktörler olarak bulunmuştur. Daha önce gelir getiren bir işte çalışmış olmak ve halen çalışıyor olmak ile düşme riski arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
Sonuç
Düşmeler yaşlılık dönemi için önemli bir halk sağlığı sorunudur ve düşmelerin önlenmesi ile risk faktörlerinin kontrolü konularında ileriye dönük müdahalelerin planlanmasında 65 yaş üzeri nüfus içerisinde yaş ve cinsiyet gibi belirleyicilere bağlı olarak risk faktörlerinin değişiklik gösterdiği göz önüne alınmalıdır.
Aim
This study aims to determine the prevalence of falls and associated risk factors among elderly living in Sinop, Turkey.
Materials and methods
The universe of this cross-sectional study consists of 32506 people older than 65 years old whom are registered to the family physicians’ information system and live in Sinop. After stratification for sex and age (65-74, 75 and over) a sample size of 2463 and 92.1% were reached. Data about some of the socio-demographic characteristics, falling status, daily living activity functionalities, depression status and awareness about falls of the participants were collected via a structuralized questionnaire. Relations between falls and associated risk factors were assessed by four different logistic regression models.
Results
The mean of falling prevalence after age 65 among elderly was 36.4%. Not being graduated from any school, having low scores for current health conditions, using more than one drug daily, not being able to walk without support and being positive for depression are found to be risk factors for falling among both sex and age groups. Having a chronic disease, living alone, having fear of falling, having low awareness about falls, being dependent in daily living activities and having inadequate knowledge about prevention from falls are found to be risk factors for at least two of the sex and age groups. There were no statistically significant relations between falling risk and previous or current employment status.
Conclusion
Falls are important public health concerns among elderly and the variability of risk factors depending on determinants such as age and sex should be considered while planning further implementations targeting fall prevention and control of risk factors for elderly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik İlişkili Karpal Tünel Sendromunda Kinezyolojik Bantlama Uygulamasının Etkinliğinin Araştırılması
Meryem Kösehasanoğulları, Nihal Yılmaz, Ahmet Karakoyun, İrem Şenyuva, S.görkem Kösehasanoğulları
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelik İlişkili Karpal Tünel Sendromunda Kinezyolojik Bantlama Uygulamasının Etkinliğinin Araştırılması
InvestIgatIon Of The EffIcacy Of KInesIologIcal BandIng In Pregnancy-Related Carpal Tunnel Syndrome
ÖZET
Amaç: Bu çalışmada gebelikle ilişkili karpal tünel sendromunda kinezyolojik bantlamanın semptomlar üzerine etkisinin araştırılması planlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya karpal tünel sendromu nedeniyle Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniğine başvuran ve elektromiyografi ile karpal tünel sendromu tanısı alan , kayıtlarında visuel ağrı skoru, Kısa Form-36, Boston Karpal Tünel Anketi ve Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi değerlerine başvuru ve takip esnasında eksiksiz ulaşılabilen hastalar dahil edildi.
Bulgular: Her iki grupta da ilk visuel ağrı skoru gündüz-gece ve son visuel ağrı skoru gündüz-gece ve ilk ve son Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi arasında anlamlı fark saptandı (p<0,05). Her iki grupta da Boston Semptom Şiddeti Skalasında anlamlı düzelme saptanırken, Boston Fonksiyonel Kapasite Skalasında anlamlı fark saptanmadı. Gruplar arası karşılaştırmada ise Kinezyotape uygulanan hastalarda visuel ağrı skoru gündüz, Kısa Form-36 ağrı parametresi ve Boston Semptom Şiddeti Skalasındaki azalma istatistiksel olarak anlamlı saptandı.
Sonuç: Çalışmamızda kinezyolojik bantlamanın el-el bilek istirahat splintine üstünlüğü net olarak gösterilememesine rağmen ağrı ve semptomlarda azalma ve uyku kalitesinde artış gözlenmiştir. Gebelikte tedavi seçeneklerinin az olması nedeniyle istirahat splintine yanıt alınamayan hastalarda kinezyolojik bantlama aklımızda bulunmalıdır.
ABSTRACT
Objective: The aim of this study was to investigate the effects of kinesiological banding on symptoms in carpal tunnel syndrome associated with pregnancy.
Materials and Methods: Patients who were admitted to the Physical Therapy and Rehabilitation Clinic due to carpal tunnel syndrome and who were diagnosed with carpal tunnel syndrome by electromyography and who were able to reach the visuel analog score, Short Form-36, Boston Carpal Tunnel Questionnaire and Pittsburgh Sleep Quality Index values were included in the study.
Results: In both groups, there was a significantly difference between the first visuel analog score day-night and the last visuel analog score day-night and first and last Pittsburgh Sleep Quality Index (p<0,05). While there was a significantly improvement in the Boston Symptom Severity Scale, there was no significantly difference in Boston Functional Capacity Scale. In the comparison between the groups, visuel analog score day, Short Form-36 pain parameter and decrease in Boston Symptom Severity Scale were found statistically significant.
Conclusions: In our study, although the superiority of kinesiological banding on hand-wrist rest splint could not be clearly shown, decreased pain and symptoms and an increase in sleep quality were observed.The kinesiological banding should be in mind in patients who have no response to resting splint because of low treatment options during pregnancy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)
Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Toplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)
EvaluatIon Of Properly TImed VaccInatIon For 0-1 Years Old ChIldren AccordIng To The NatIonal VaccIne Schedule In Two TIme PoInts (1997-2007)
Çalışma, toplumun 0-1 yaş çocuk aşılamalarında ulusal aşı takvimine uyum düzeyini, bunu etkileyen faktörleri ve zaman içindeki değişimi belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma, Konya il merkezinde 1997 ve 2007 yıllarında yapıldı. Araştırmanın evreni 0-23 aylık bebek ve çocuklar olup örneklem, nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yöntemiyle belirlendi. Örnek hacimleri bir önceki dönemdeki aşılama oranları ve güç hesabı dikkate alınarak formülle elde edildi. Örneklemler 1997 için n:467 ve 2007 için n:380 olarak gerçekleşti. Veriler gözlem ve anket yardımıyla toplandı. Bulgular: 1997 yılı için yaşına göre tam aşılı bebek ve çocuk oranı %79.9’du. Ancak, gecikmesiz olarak aşı takvimine uyum oranı %35.3 düzeyindeydi. 2007 yılında ise bu oranlar sırasıyla %84.2 ve %63.7 idi. Aşı takvimine uyum durumu annenin yaşı ve öğrenim düzeyi, çocuğun yaşı ve doğum sırası, aşı kartının varlığı, aşı ile ilgili hastalık geçirme durumu ve ekonomik düzey ile ilişkili bulundu. Aşı takvimine uyum ile çocuğun cinsiyeti ve ölen kardeşinin olup olmaması arasında bir ilişki bulunamadı. Sonuç: Bu bulgulara göre çok çocuklu ailelerin aşılama konusunda yakından izlenmesi, altı aydan büyük çocuklarda aşı randevusunun hatırlatılması ve aşı kartının saklanma özelliğinin artırılmasıyla aşı takvimine uyumun artırılabileceği kanaatine varıldı.
The study was aimed to determine the ratio of properly timed vaccination according to national vaccine schedule in two time points. Method: The study was performed in Konya city center at the years 1997 and 2007. The subjects were obtained from children aged 0 to 23 months by using systematic cluster sampling. Also power estimated was received attention in this formula. Sample sizes were 467 and 380 for 1997 and 2007, respectively. The data was collected by observation and inquiry techniques. Results: Proportion of children age-appropriately immunized was 79.9 % for year 1997. However the ratio of properly timed vaccination for the vaccine schedule was only 35.3 %. These ratios for year 2007 were 84.2 % and 63.7 %, respectively. Mother’s age and educational level, children’s age and labor order, having a vaccine card, a history of sickness can be prevented by the vaccine in family members and economic status were related to the national vaccine schedule. Conclusion: We consider following families who have more children for vaccination, bringing to mind vaccination date for children aged bigger than six months and taking some cautions in order to protect vaccination card.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
Nergiz Öner, Gürses Şahin, Şule Yeşil, Burçak Kurucu Bilgin, Emre Çapkınoğlu, Azize Ceren Kılcı, Şeyma Ünüvar Gök, Ali Fettah
Araştırma makalesi
Özeti
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
The DIagnostIc Value Of BleedIng DIathesIs Rate And PedIatrIc BleedIng Score In PatIents PresentIng WIth EpIstaxIs
Amaç: Epistaksis çocukluk yaş grubunda sık görülen bir durumdur. Ancak bu şikayet ile başvuran çocuklarda altta yatan kanama bozukluklarına tanı konulması önemlidir. Hastalarda kanama bozukluğu olup olmadığını belirlemek için birinci basamak sağlık hizmetlerinde kullanılacak basit yöntemlere ihtiyaç vardır.
Bu çalışmanın amacı, epistaksis ile başvuran hastaları pediatrik kanama anketi ile değerlendirmek ve semptomatik ancak başlangıç hemostatik testleri normal olan hastaların tanısal değerini belirlemektir.
Gereç ve yöntemler: Çalışma grubuna burun kanaması olan 77 çocuk, kontrol grubuna 20 sağlıklı çocuk dahil edildi. Değerlendirme için Pediatrik Kanama Anketi (PBQ) kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların % 19,4'üne (n = 15) kanama diyatezi (vWh: 10, nadir faktör eksikliği: 5) tanısı konuldu. Hastaların ortalama başvuru yaşı 8,99 ± 3,42 (3-17) yıldı. Otuz yedi’si (%48) kız, 40’ı erkekti. PBQ epistaksis skoru açısından kanama diyatezi olanlar ve olmayanlar arasında istatistiksel olarak fark yoktu, genel skor istatistiksel olarak farklı olmamakla birlikte kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti (p>0,05). Kutanöz kanama skoru kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p:0,004) (ED: 0,62).
Sonuç: Bu çalışma, birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran epistaksisli hastalarda pediatrik kanama anketinin kullanılabileceğini ve yüksek genel skor ve kutanöz kanama skorlu hastalardan ileri araştırmalar için hematoloji konsültasyonu istenmesi gerektiğini göstermiştir.
Objective: Epistaxis is a common condition in the childhood age group. However, it is important to diagnose the underlying bleeding disorders in children presenting with this complaint. Simple methods to be used in primary health care are needed to determine whether patients have bleeding disorders.
This study aims to evaluate patients presenting with epistaxis with the bleeding questionnaire and determine the diagnostic value of patients with symptomatic but normal hemostatic tests.
Methods: Seventy-seven children with epistaxis were included in the study group and 20 healthy children in the control group. Pediatric Bleeding Questionnaire (PBQ) was used for evaluation.
Results: In our study, 19.4% (n = 15) of the patients were diagnosed with bleeding diathesis (vWh: 10, rare factor deficiency: 5). The mean age at presentation was 8.99 ± 3.42 (3-17) years. Thirty-seven (48%) were girls and 40 were boys. In terms of PBQ epistaxis score, there was no statistically significant difference between those with and without bleeding diathesis. However, the overall score was not statistically different; it was higher in the group with bleeding diathesis. The cutaneous bleeding score was higher in the group with bleeding diathesis and there was a statistically significant difference.
Conclusions: This study showed that bleeding scores can be used in patients with epistaxis who apply to primary health care institutions and patients with high overall scores and cutaneous bleeding scores should be directed to the hematologist for further research.Keywords: Epistaxis, bleeding diathesis, bleeding score
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Görevli Hemşirelerin Aıds Konusundaki Bilgi Ve Tutumlarının Değerlendirilmesi
Tahir Kemal Şahin, Fatih Kara, Onur Ural
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Görevli Hemşirelerin Aıds Konusundaki Bilgi Ve Tutumlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Aıds Knovvledge And AttItude Of Nurses VvorkIng In Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal
Bu çalışmada, hemşirelerin AIDS’in özellikleri, bulaşma ve korunma yolları konularındaki bilgi ve tutumlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde görevli 236 hemşireye Mart 1999’da bir anket uygulanmıştır. Hemşirelerin yaş ortalamaları 24.3 ± 4 .3 bulunmuştur. Yaklaşık 1/3’ü AIDS konulu bir eğitim programına katıldığını belirtmiştir. % 52.1 ’i HIV (+)'liği ile AIDS hastalığı arasında bir fark olmadığını belirtmiştir. Kondomsuz cinsel temasla HIV geçişinin olabileceğini söyleyenlerin oranı % 89.0 iken, ora! seksle geçiş olabileceğini söyleyenlerin oranı % 56.8 olarak saptanmıştır. HIV (+) hastaya yaklaşımınız nasıl olur sorusuna % 54.2'si "Koruyucu önlemler alarak gerekeni yaparım" demiştir. Hemşirelerin % 6.8’i infekte bir enjektörün, iğne ucu enjektörden çıkartılmadan, kapak kapatılmadan atılması gerektiğini, % 68.6’sı infekte kesici aletlerin delinmeye dirençli kutulara atılması gerektiğini söylemiştir. % 82.6’sı kendilerini HIV infeksiyonu yönünden risk altında gördüğünü, % 20.3’ü de sağlık personelinin AIDS’ti bir hastaya tıbbi müdahale yapmayı kabul etmeme hakkı olması gerektiğini söylemiştir. Hemşirelerin bilgi puan ortalamalarının 66.7 ± 9 .7 olduğu, bilgi yetersizliğinin en çok korunma yolları konusunda olduğu bulunmuştur. Hastayla sürekli yakın temasta bulunan hemşirelerin AIDS hastalığının bulaşma ve korunma yolları konusunda yeterli, doğru ve güncel bilgiye sahip olabilmeleri için planlı ve sürekli eğitim almaları gerekmektedir.
İn this study, investigation of the knovvledge and attitudes of the nurses about the characteristics of AIDS, spreading ways and prevention was aimed. Totally 236 nurses vvorking in Selçuk University Medical Faculty Hospital were included in this study and vvere intervievved in March 1999. The mean age of the nurses was 24.3 ± 4.3. Nearly 1/3 of the nurses declared that they had participated some educative programs about AIDS previously. 52.1 % of the nurses claimed that there was no difference betvveen having HIV or AIDS disease. 89.0 % of the nurses said that HIV transmission is possible with sexual course vvithout using condom and 56.8 % said that HIV transmission is possible vvith oral sex. The question of "How do you act to an AIDS patient" was ansvvered as "I take preventive measures" by 54.2 % of the nurses. 6.8 % of the nurses said that injectors must be discarded vvithout removing its needle and vvithout closing its cover, 68.6 % said that infected incising tools must be put into resistant boxes. 82.6 % evaluated herself as under the risk of HIV, 20.3 % said that they must have right to refuse medical applications to an AIDS patient. The mean knovvledge score of the nurses vvas 66.7 ± 9.7. The majority of the knovvledge deficiency vvas about the vvays of AIDS prevention. The nurses are generally vvorking very close to the patients. So, they should be educated periodlcally about transmission and prevention of AIDS disease to get correct, adequate and updated knovvledge about it.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bağımlı Yaşlıların Aile İçi Bakıcılarının Bakımla İlgili Tutumları Ve Eğitimle İlişkisi
Said Bodur, Dilek Cingil
Araştırma makalesi
Özeti
Bağımlı Yaşlıların Aile İçi Bakıcılarının Bakımla İlgili Tutumları Ve Eğitimle İlişkisi
The AttItude Of FamIly CaregIvers Of Dependent Older Adults Related To Care And Its RelatIonshIp WIth EducatIon
Amaç: Araştırma, bağımlı yaşlıların aile içi bakım vericilerinin demografik özelliklerini, bakımla ilgili tutumlarını ve kısa süreli eğitimin bakım tutumu üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırma, yarı-deneysel olarak yapıldı. Karaman il merkezinde basit rastgele yöntemle belirlenen bir sağlık ocağı bölgesindeki 65 yaş üstü bağımlı yaşlıların tümünün (n=48) aile içi bakım vericileri çalışma kapsamına alındı. Bir anket aracılığıyla yaşlı bakımıyla ilgili tutumları belirlendi. Bakım vericilere eğitim yapıldı. Eğitimden iki ay sonra tekrar anket uygulandı. Bulgular: Bağımlı yaşlıların aile içi bakım vericilerinin yaş ortalaması 49±16 olup % 71’i evli ve % 35’i öğrenim görmemişti. Bakım vericilerin tamamına yakını kadındı ve herhangi bir işte çalışmamaktaydı. Aile içi bakım vericilerin 26 konuda aldıkları olumlu tutum puan ortalaması yüz üzerinden 59±27 idi. Tutum puanının demografik özelliklere göre değişimi önemsizdi. Eğitim sonrasında tutum puanı eğitim öncesine göre artış gösterdi. Sonuç: Yaşlıların aile içi bakım vericilerine başta halk sağlığı hemşiresi olmak üzere sağlık personeli tarafından eğitim verilmesinin bağımlı yaşlıların bakım kalitesine olumlu etki yapacağı kanısına varıldı.
Aim: This study was aimed to determine the demography of family caregiver of dependent older adults and their attitude related to care and relationship between attitude and short time education. Material and Method: The study carried out as quasi-experimental design. Forty-eight family caregivers of dependent older adults were included from a randomly selected health center area in Karaman city center. The family caregiving questionnaire was applied by interviewing. The family caregivers were educated by co-researcher about care of elderly. The questionnaire was applied again after eight weeks of education. Results: The mean age of the family caregivers was 49±16, 71% of them were married and 35% were uneducated. Almost all of them were women and were not working elsewhere. In 26 items the average of positive attitude score of the family caregivers was 59±27 on 100 points. The attitude scores was not significantly different according to demographic features. The scores were higher in post-training compared to pre-training. Conclusion: It is concluded that education of family caregivers by public health nurses positively affect the quality of care of dependent older adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İli Sağlık Ocakları Bölgelerınde Ve Selçuk Ünıversıtesı Tıp Fakültesı Hastane Personelinde Guatr Taraması
Selma Çivi, Mustafa Mete, Tahir Kemal Şahin, Ersin Eröktem, Ahmet Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İli Sağlık Ocakları Bölgelerınde Ve Selçuk Ünıversıtesı Tıp Fakültesı Hastane Personelinde Guatr Taraması
ThyroId ScreenIng In Health Centers In Konya And In HospItal Staff Of Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi hastane per-soneli, Konya ili merkez sağlık ocakları ve Çumra ilçesi Apa köyünde, 15 yaş üzeri kadın ve erkeklerde boyun paipasyonu ve anket yöntemi ile yapılan bu çalışmada, tiroid hiperplazisi sıklığı rf013.6 olarak bulundu. Kadınların %18,2'sinde, erkeklerin %6.96'sında tiroid hiperplazisi vardı. Konya içme ve kullanma sularında ortalama 12.5 6.25 mcg1L iyot bulunmasına rağmen, bölgemizcle guatr bir sorun olarak görülmektedir. Korunmada iyotlu tuz kullanılmasını önermekteyiz.
Selçuk University Medical Faculty staff and people of some health eenters in Konya (Mevlana, 1 Hasanköy. Aydınlıkevler, Binkonut, Karaaslan and Apa village) were examined by palpation of thyroid gland and a specific questionnaire form. 1190 female and ınale people, who were older than 15 years and were selected by lzaphazard method, were entered the study. Thyroid hyperplasia occurance was found ta be 13.6% in Imal. 18.2% of women and 6.96% of men had thyroid hyperplasia. Although the iodine concentration of drinkingutilizing waters in Konya was 12.5 ± 6.25 mcgIL, thyroid hyperplasia is slill a health problem today. We suggest the iodine salt in prophylaxis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezinde Akrabalık İlişkileri
İshak Özkan, Nazmiye Kaya, Said Bodur, Rahmi Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezinde Akrabalık İlişkileri
The KInshIp In Konya
Çalışma, S.Ü. Aile Araştırma ve Uygulama Merkezince, 1996 yılında, Konya il merkezindeki aile-akrabalık ilişkileri, akrabalarla görüşme sıklığı, yardımlaşma ve sorunları paylaşma durumunu belirlemek amacıyla yapıldı. Veriler, evli 539 kişiye 27 soruluk bir anket uygulanarak elde edildi ve Minitab ve Sx programlarında değerlendirildi. Görüşme sıklığı, yardımlaşma ve sorunlarını paylaşma gibi konulardaki akraba ilişkilerinde kadınlar ve erkekler arasında önemli farklılıklar saptandı.
This study was performed to determine relationships among relatives in Konya, by the Family Research Çenter of Selçuk University, in 1996. A questionnaire of twenty-seven questions applied to 539 married subjects. Significant differences were found betvveen male and female in frequency of contact, cooperation and support on overcoming problems in the family.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlık Bilgisi Dersi Veren Öğretmenlerin Sağlık Bilgi Düzeyinin Değerlendirilmesi
Said Bodur, Yasemin Durduran, Hasan Küçükkendirci
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlık Bilgisi Dersi Veren Öğretmenlerin Sağlık Bilgi Düzeyinin Değerlendirilmesi
The Assesment Of Level Of Health Related Knowledge Of Teachers Of Health EducatIon
Bu çalışmada, ortaöğretim kurumlarında sağlık bilgisi dersine giren ve girmeyen öğretmenlerin sağlıkla ilgili temel konulardaki bilgi düzeyinin karşılaştırılması amaçlandı. Bu kesitsel çalışma, 2011 yılında Konya il merkezindeki tüm ortaöğretim okullarında yapıldı. Örneklem, sağlık bilgisi dersine giren ya da sağlıkla ilgili kulüplerde rehberlik yapan tüm öğretmenler ile en az aynı sayıda diğer derslere giren öğretmenlerden oluşturuldu. Veriler anketör gözetiminde kendi kendine doldurulan bir anket yardımıyla toplandı. Anketin ilk bölümü demografik bilgilerle ilgili olup ikinci bölüm sağlığı koruma, geliştirme, aşılar, bulaşma, beslenme, sağlıklı davranış biçimleri, ergen sağlığı, sık karşılaşılan sağlık problemlerinde ilk yaklaşım, gibi konulardaki bilgileri değerlendiren 35 sorudan oluşturuldu. Genel sağlık bilgi düzeyi, her konu için “bilen 2”, “kısmen bilen 1” ve “bilmeyen/boş 0” olacak şekildeki kodlanıp yüzlük puana dönüştürülerek değerlendirildi. Veri analizinde t testi ve varyans analizi kullanıldı. Çalışmaya katılan 314 öğretmenin yaş ortalaması 39±8 yıl olup % 55’i erkek, % 45’i kadın ve % 90’ı evli idi. Katılımcıların % 39’u sağlık bilgi dersine giren ya da sağlıkla ilgili bir kulüpte rehber öğretmenlik yapan, % 61’i ise diğer derslere giren öğretmenlerdi. Ortalama puan; sağlık bilgisi dersine giren grupta (56±16) diğer öğretmenlere (43±14) göre daha yüksekti (P
This study was aimed to compare the knowledge levels of health education teachers with others in basic health subjects. This crosssectional study was performed in all high schools in Konya city center in 2011. The sample consisted of teachers who taught health education or counseled in health related clubs and same number of teachers of other lessons. Data were obtained by a questionnaire filled by teachers themselves under the supervision of interviewer. First part of the questionnaire was about demographic information while the second consisted of 35 questions evaluating the knowledge about protection, improvement, vaccines, contagion, diet, healthy behavior, adolescent health, first approach to frequently encountered health problems, etc. Overall level of health knowledge was assessed by summing the points for each subject, 2 for known, 1 for partially known and 0 for unknown/blank, and converting them to percentage. T test and variation analysis were used for data analysis. The mean age of 314 teachers participated in the study was 39±8, 55% of them were males, 45% were females and 90% were married. 39% of the participants consisted of health education teachers and guide teachers of health related clubs, 61% were the teachers of other lessons. The average score was higher in health education group (56±16) than the other teachers (43±14). The knowledge score was also higher in female teachers and graduates of health related faculties (biology, physical education, child development). Teaching health education or counseling in a health related club increases the general knowledge level of teachers. In writers’ opinion, improving the knowledge level of teachers in health might help students to acquire positive behaviors about health as the current level is not adequate and significant number of wrong answers was present.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İlindeki Migren Hastalarının
demografik Ve Klinik Özellikleri
Esra Eruyar, Emine Genç, Bülent Oğuz Genç
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İlindeki Migren Hastalarının
demografik Ve Klinik Özellikleri
DemographIc And ClInIcal CharacterIstIcs Of
mIgraIne PatIents In Konya
Migren toplumda sık görülen bir baş ağrısıdır. Bu kesitsel
çalışmanın amacı Konya ilinde bir üniversite hastanesine başvuran
migren baş ağrılı hastaların demografik ve klinik özelliklerini ortaya
koymaktır. Çalışmaya 2004 yılı Uluslararası Baş Ağrısı Topluluğu
kriterlerine göre migren tanısı konan 206 hasta ile cinsiyet, yaş,
medeni durum ve eğitim düzeyleri benzer olan ve ayda birden
daha sık olmamak üzere gerilim tipi baş ağrısı dışında baş ağrısı
bulunmayan 218 sağlıklı birey dahil edildi. Anket formu kullanılarak
206 migren hastasında olguların demografik profili, migren baş ağrısı
atak özellikleri, aile öyküsü ve eşlik eden semptomlar değerlendirildi.
Migren grubunda 173 kadın, 33 erkek değerlendirildi. Erkek/kadın
oranı 1:5’ti. Olguların ortalama yaşı 37.02±10.40 yıldı. %64.4’ü
aurasız migren, %35.4’ü auralı migren kriterlerini karşılıyordu.
Kadınların çoğu düşük eğitim düzeyine sahipti. Yarıdan fazlası
şiddetli ve ayda 3’ten fazla baş ağrısı atağı geçiriyordu. Atak
tedavisi sık kullanılıyordu. Çalışmamız migrenin eğitim düzeyi
düşük kadınlarda daha sık görüldüğünü desteklemektedir. Ayrıca
ilaç aşırı kullanımının zararları konusunda hastaların bilgilendirmesi
gerekliliğini vurgulamaktadır.
Migraine is a frequent headache disorder in the population. The
aim of this cross-sectional study was to document demografic and
clinical features of subjects with migraine headache who admitted
to the outpatient department of a university hospital in Konya. The
study included 206 patients diagnosed as migraine according to
the 2004 International Headache Society criteria and 218 healty
controls of identical sex, age, marital status and education level
who did not suffer from frequent headaches other than tension
type with a frequency of not more than once a month. Using a
questionnaire, we evaluated patient demographics, characteristics
of migraine headache, family history and associated symptoms in
206 migraine pattients. 173 woman and 33 men were evaluated. The
male:female ratios of migraine patients were 1:5. The mean age at
consultation was 37.02±10.40 years. Of the 206 patients, 64.4%
met criteria for migraine without aura, while 35.4% met criteria for
migraine with aura. Most of the women were of lower educational
level. Approximately half of the patients had severe and more than 3
attacks per month. Attack treatment was used frequently. Result of
the study confirm that migraine is a more common disorder in women
with lower educational level. In additon; this article emphasizes the
need for informing patients of the hazards of drug overuse.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ağrılı Hemodiyaliz Hastalarında Gabapentin Tedavisi
Hüseyin Atalay, İbrahim Güney, Yalçın Solak, Halil Zeki Tonbul, Mehdi Yeksan, Nedim Yılmaz Selçuk, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Ağrılı Hemodiyaliz Hastalarında Gabapentin Tedavisi
GabapentIn In The Treatment Of PaIn In HemodIalysIs PatIents
Amaç: Üremik nöropatiye bağlı ağrı yüksek yaygınlığına rağmen, teşhis ve tedavi yönünden göz ardı edilmektedir. Bu hastalarda genellikle kullanılan ilaç tedavileri etkin değildir. Biz bu çalışmamızda, hemodiyaliz hastalarında gabapentinin nöropatik ağrıyla birlikte yaşam kalitesi ve depresyona etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Çalışmaya son dönem böbrek yetmezlikli 22 hemodiyaliz hastası dahil edildi (10 erkek ve 12 kadın, yaş ortalaması 62±3.53). Nöropatik ağrı tespit edilen hastalara 8 hafta süre ile günde 300 mg gabapentin tedavisi verildi. Tedaviden önce ve sonra yaşam kalitesi için SF-36 değerlendirme testi (fiziksel ve mental komponent skoru), depresyon için Beck depresyon envanteri (BDI) ve ağrı içinde Mc Gill ağrı anketi kısa formu (SFMPQ: VAS; Visual Analogue Score, PPI; Present Pain Intensity, total SF-MPQ) uygulandı. Bulgular: Gabapentin tedavisi ile birlikte ağrı skorlarında önemli derecede azalma tespit ettik. Total SF-MPQ skoru 21.32±8.74 den 7.5±5.72, VAS 6.4±2.15 den 2.45±1.81, PPI 3.18±1.1 den 1.3±0.88 düştü. Ayrıca SF-36 ve BDI skorlarında da anlamlı iyileşmeler tespit ettik (p
Aim: Despite its high prevalence, pain induced by uremic neuropathy is usually underrecognized during diagnostic process and undertreated. In most of the patients, traditional drugs are ineffective. In this study, we investigated the effect of gabapentin on neuropathic pain along with quality of life (QOL) and depression in hemodialysis (HD) patients. Methods: Twenty two patients with chronic renal failure who were on HD were included in our study (10 males and 12 females, mean age 62±3.53). We administered 300 mg/day gabapentin for 8 weeks to patients in whom neuropathic pain was detected. We administered SF-36 Evaluation Test (Physical Component Score and Mental Component Score) for QOL, Beck s Depression Inventory (BDI) for depression and Short Form of McGill s Pain Questionnaire (SF-MPQ: VAS; Visual Analogue Score, PPI; Present Pain Intensity, total SF-MPQ) before and after the treatment. Results: With gabapentin treatment, we found a statistically significant decrease in pain scale scores. Total SF-MPQ decreased from 21.32±8.74 to 7.5±5.72, VAS scale decreased from 6.4±2.15 to 2.45±1.81, PPI decreased from 3.18±1.1 to 1.3±0.88. We also determined significant improvements in SF-36 and BDI scales (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
Sinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Pandemi Sürecinde Toplumda Doğru Ve Yanlış Bilinenler
Yasemin Durduran, Lütfi Saltuk Demir, Mehmet Uyar, Hasan Küçükkendirci, Güllü Eren, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Pandemi Sürecinde Toplumda Doğru Ve Yanlış Bilinenler
The Accurate And Inaccurate ConceptIons AcquIred By SocIety Throughout The Covıd-19 PandemIc
Amaç: Bu çalışmada; bir halk sağlığı problemi olarak ele alınan ve bulaş riski yüksek olan COVID-19 hastalığına ilişkin doğru ve yanlış bilinenleri tespit etmek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma https://docs.google.com/forms adresinden online olarak Mayıs 2020 tarihinde gerçekleştirildi. Anket formu, sosyodemografik özellikler ve COVID-19 ile ilgili 40 sorudan oluşmaktadır. Çalışma sonrasında anket sorularına verilen cevaplar SPPS veri programına giriş yapılarak analiz edildi.
Bulgular: Araştırmaya katılan 580 kişinin 363’ü (% 62,6) kadındı. Katılımcıların ortanca yaşı 34,0 (18,0-77,0) idi. Anketi dolduranların 342'si (% 59,0) evli, 438'i (% 75,5) üniversite ve yüksek lisans mezunu idi. Araştırmaya dahil edilen bireylerin 497'si (%85,6) COVID-19 hakkında bilgi sahibi olmak için televizyon/haber kanallarını izlediklerini belirttiler. COVID-19 ile ilgili soruların çoğu katılımcılar tarafından doğru cevaplandı. En çok doğru yanıtlanan önerme oranı % 99,5 (577), en az doğru yanıtlanan önerme oranı %23,6 (137) idi. Önermelere verilen doğru yanıtlar açısından cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p <0.05).
Sonuç: Katılımcıların büyük çoğunluğunun COVID-19 ile ilgili en az bir haber kaynağından yararlandığı belirlendi. Katılımcılar genellikle COVID-19 hakkında doğru bilgiye sahipti. Çoğunlukla yanlış bilinen konular hakkında toplumun farkındalığını artırmak için eğitim programları planlanabilir.
STUDY AIM: In this study, it was aimed to identify the accurate and inaccurate conceptions among the society on COVID-19 disease, which is considered as a public health problem and has a high risk of transmission.
METHODS: The research was performed online at https://docs.google.com/forms in May 2020. The questionnaire form was composed of 40 queries, which were on sociodemographic characteristics and COVID-19. Following the study, the answers obtained from the questionnaire were analyzed by inserting related data to the software of SPSS.
RESULTS: Of 580 participants involved in the study, 363 (62.6%) were female. The median age of the participants was 34.0 (18.0-77.0). Of the individuals who completed the questionnaire, 342 (59.0%) were married and 438 (75.5%) were university graduated and / or postgraduated. Of the individuals included in the study, 497 (85.6%) stated that they watched television / news channels to be informed about COVID-19. Most of the questions related to COVID-19 were answered accurately by the participants. The percentage of the premise, which was answered most accurately, was 577 (99.5%), whereas the lowest percentage of the accurately answered premise was 137 (23.6%). It was found that there was a statistically significant difference among the genders in terms of the percentage of accurate responses to the conceptions (p<0.05).
CONCLUSION: It was determined that the vast majority of the participants utilized from at least one news resource on COVID-19. Participants typically have accurate knowledge about COVID-19. Educational programs can be planned to enhance the awareness of the society about the conceptions, which were answered mostly inaccurately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hasta Memnuniyeti
Şengül Şişe, Elif Cihan Altınel
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hasta Memnuniyeti
SatIsfactIon Level Of InpatIents In A UnIversIty HospItal
Bu çalışma, Afyon Kocatepe Üniversitesi Ahmet Necdet Sezer Araştırma ve Uygulama Hastanesinin çeşitli birimlerinde yatan hastaların, servislerdeki fiziki durum, doktor, hemşire, temizlik ve yemek hizmetleri hakkındaki memnuniyet durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya toplam 345 hasta katılmıştır. Yatarak tedavi gören hastaların memnuniyet düzeylerini değerlendirmek için bir anket hazırlanmıştır. Görüşmelerde yüz yüze görüşme tekniği kullanılmıştır. Hastaların servislerin fiziki durumu için ortalama memnuniyet düzey puanı 4,18±0,77, doktor hizmetleri 4,20±0,90, hemşire hizmetleri 4,35±0,84, temizlik hizmetleri 4,14±0,96 ve yemek hizmetleri 3,99±1,05 olarak bulunmuştur. Hastaların öğrenim durumlarına göre memnuniyet düzey puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmuştur (p
This study was carried out in order to assess the inpatients’ satisfaction levels with physical condition, doctors, nursing, cleaning and food services in Afyon Kocatepe University Ahmet Necdet Sezer Research and Application Hospital. A total of 345 inpatients were participated in this study. A questionnaire was prepared to evaluate the satisfaction levels of inpatients. A face-to-face interview approach was used. The mean satisfaction levels of inpatients were 4.18±0.77 for physical conditions, 4.20±0.90 for doctors, 4.35±0.84 for nursing, 4.14±0.96 for cleaning, and 3.99±1.05 for food services. Statistically significant difference was found between educational status and their satisfaction levels (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antibiotic Usage İn Konya District
Kemal Tahir Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Antibiotic Usage İn Konya District
AntIbIotIc Usage In Konya DIstrIct
Bu çalışmada, Konya bölgesinde toplumun antibiyotik kullanma durumunun incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmaya, son bir ay içinde antibiyotik kullanan 206 olgu alınmıştır. Bu olgulara yüz-yüze görüşme yöntemiyle bir anket formu uygulanmıştır. Araştırmaya katı tanların % 18'inin herhangi bir sağlık güvencesi olmadığı, % 91.3’üne antibiyotiği doktorun önerdiği tespit edilmiştir. Hastaların yaklaşık 3/4’ünün antibiyotik kullanma nedeninin solunum sistemi infeksiyonu olduğu saptanmıştır. Antibiyotik yazılan hastaların % 12.1'ine ne fizik muayene, ne de laboratuar tetkik yapılmıştır. Yapılan tetkikler içinde radyolojik inceleme, kullanılan antibiyotikler içinde amoksisilin-klavulanat ilk sırayı almıştır. Olguların % 44.7'si antibiyotiği kesme nedeni olarak iyileştiğini düşünmüştür. Antibiyotik kullanım özellikleri ile öğrenim durumu arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Uygun antibiyotik kullanımı konusunda, toplumla birlikte doktorların da bilgilendirilmesi gerekmektedir.
İn this study, evaluation of antibiotic usage in the community of Konya district was aimed. 206 patients, who used antibiotics during the last month were included in the study. A questionnaire form was applied face to face to the patients. 18 % of the patients did not have a health assurance. İt was found that antibiotics were proposed to 91.3 % of the patients by doctors. İt was determined that about 3/4 of the patients used antibiotics for respiratory infections. Radiological examinations were the most requested examination and amoxicilline-klavulanat was the most frequently used antibiotic by the patients. 44.7 % of the patients declared feeling healthy as the reason of quitting the antibiotic use. There was no significant relation betvveen antibiotic usage properties and educational level of the community. İt was concluded that, the doctors should also be educated with the community about acceptable antibiotic usage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
H G Kshamaa, Aswath Manju, Aswath Padmanabha
Araştırma makalesi
Özeti
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
BehavIoural Problems In Adolescent ChIldren Of AlcoholIcs.
Bağlam: Alkol bağımlılığı sendromu hem bireyleri hem de aileyi etkileyen önemli bir sorundur. Alkole bağımlı ebeveynlerin çocukları birçok davranış problemine karşı savunmasızdır. Batıdaki çalışmalar, bu çocuklarda hem içsel hem de dışsal semptomları göstermiştir.
Amaç: Alkole bağımlı ebeveynlerin yavrularında psikolojik işlevlerini ve alkol bağımlılığının şiddeti ile ilişkilerini değerlendirmek.
Ayarlar ve Tasarım:
Bu çalışma Bangalore'deki bir üçüncü basamak hastanenin Psikiyatri Bölümü'nde bir yıllık bir süre içinde yürütülmüştür. Alkol bağımlılığı olan 11 baba ile 18 yaş arasındaki 80 çocuğa yaklaşıldı.
Yöntem ve Gereç: Ebeveynin ve çocuğun sosyografik demografik bilgileri yarı yapılandırılmış bir Performa tarafından bilgilendirilmiş onam alınarak toplandı. Alkol bağımlılığının şiddeti Alkol Bağımlılığı Şiddeti Anketi (SADQ) kullanılarak değerlendirildi. Çocukların psikolojik işlevleri Gençlik Öz Raporlama Ölçeği (YSR) kullanılarak değerlendirildi.
Kullanılan istatistiksel analiz: SPSS V20
Bulgular: Değerlendirilen 80 çocuktan 41'i erkek, 39'u kadındı. % 47.5'i anlamlı içselleştirme belirtileri ve% 48.7'si önemli dışsallaştırma belirtileri gösterdi. İçselleştirme puanları kızlarla daha yüksek korelasyona sahipti (P - 0.004) ve erkeklerde dışsallaştırma semptomları (P - 0.008). Ancak babada bağımlılığın şiddeti ile korelasyon bulunmadı.
Sonuç: Alkol bağımlısı babaların çocuklarında dışsallaştırma ve içselleştirme davranışları açısından psikiyatrik morbidite prevalansının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu sorunların erken teşhisi ve müdahale bu grupta daha iyi çalışmayı sağlayacaktır.
Context: Alcohol dependence syndrome is a major problem affecting both individuals and their family. Children of alcohol dependent parents are vulnerable to a host of behavioural problems. Studies in the west have shown both internalizing and externalizing symptoms in these children.
Aims: To assess the psychological functioning in offspring of alcohol dependent parents and its association with severity of alcohol dependence.
Settings and Design: This study was conducted at the Department of Psychiatry of a Tertiary hospital in Bangalore spanning a period of one year. Eighty children aged 11 years - 18 years, along with their alcohol dependent fathers were included.
Methods and Material: Socio demographic details of the parent and the child were collected by a semi structured Performa along with informed consent. Alcohol dependence was diagnosed based on ICD 10 criteria. Severity of Alcohol dependence was assessed using Severity of Alcohol Dependence Questionnaire (SADQ). Psychological functioning of the children was assessed using Youth Self Report Scale (YSR).
Statistical analysis used: descriptive statistics, and Chi-square test
Results: Among 80 children assessed 41 were males and 39 were females. 47.5% of them showed significant internalizing symptoms and 48.7% significant externalizing symptoms. Internalizing scores had higher correlation with girls (P – 0.004) and externalizing symptoms in boys (P – 0.008). However no correlation was found with severity of dependence in the father.
Conclusions: It was found that there was high prevalence of psychiatric morbidity in terms of externalizing and internalizing behaviours in children of alcohol dependent fathers. Thus early detection of these problems and intervention would ensure improved functioning in this group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Emine Türen, Fatma İlkay Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Determınatıon Of The AnxIety Level In Pregnant Women Who Admınıster To The ObstetrIcs ClInIc WIthIn The Covıd-19 PandemIa PerIod
Amaç: COVID-19 enfeksiyonunun gebelerde anksiyetine düzeyine olan etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada rutin gebelik kontrolü için Haziran 2020 ayı boyunca ayaktan polikliniğe başvuran gebelere COVID-19’a bağlı olabilecek kaygılarını belirlemeye yönelik yapılandırılmış bir anket ve Beck anksiyete ölçeği uygulanmıştır. Obstetrik acil nedenler ile başvuran gebeler ve obstetrik açıdan riskli bulunan gebeler çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bulgular: Çalışmaya 177 gebe dahil edilmiş ve gebeler Beck anksiyete ölçeğinden aldıkları puana göre dört gruba ayrılmıştır. Gebelerin anksiyete düzeyi %44,6 olarak bulunmuştur. Doğum anında ailesinin yanında olamama ihtimali ve COVID-19’ a bağlı ölme korkusu istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek anksiyete düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur.
Sonuç: Bu süreçte gebelerin perinatoloji, yenidoğan, yoğun bakım uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip tarafından takibine ek olarak psikososyal desteğin de sağlanması önem arz etmektedir.
Objective: To determine the effect of COVID-19 infection on anxiety level in pregnant women.
Material and Methods: In this study, a questionnaire and Beck anxiety scale were applied to pregnant women who referred to outpatient clinic for routine pregnancy control in June 2020 to determine their concerns that may be related to COVID-19. Pregnant women admitted with obstetric emergencies and obstetric risk were not included in the study.
Results: 177 pregnant women were included in the study and the pregnant women were divided into four groups according to their score on Beck anxiety scale. Anxiety level of pregnant women was 44.6%. The possibility of not being with his family at the time of birth and the fear of death due to COVID-19 were statistically significantly associated with higher anxiety levels.
Conclusions: In this process, it is important to provide psychosocial support in addition to the follow-up of pregnant women by a multidisciplinary team consisting of perinatology, newborn and intensive care specialists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çıraklık Egıtım Merkezı Ogrencılerının Aıds Konusunda E6ıtım Oncesı Ve Sonrası Bılgı Duzeylerının Saptanması
Mahmut Baykan, Duygu Fındık, Selma Çivi, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Çıraklık Egıtım Merkezı Ogrencılerının Aıds Konusunda E6ıtım Oncesı Ve Sonrası Bılgı Duzeylerının Saptanması
The DetermInatIon Of The Knowledge Levels Of The Students Of Konya CIraklIk EducatIon Center Before And After EducatIon On Aıds
Bu çalışma 1994, 1 Aralik Diinya AIDS giinii aktiviteleri icerisinde Konyddaki 2 ciraklik Egitim Merkeri'nde egitim goren ogre/IC*1ln AIDS ko-nusundaki ve bu konuda egitim ya-pat-irk-Ian sonraki diizeylerindeki f.c.irkliligt sap-tamak (intact ile yapilan kesitsel ripe ve tantmlayzet bir caliph1(hr. j;rubrinti 11'1 roplam 414 ogrenci oluyturdu. Ogrencilerin y(4 ortalamast 16.2 dir. 331 ogrenci (% 92) Ilkokidu„ 33 ogrenci ise (% 8) or-taokulu Ogrencilerin 3'ii evli 1'i dul olup digerleri bekardir. Haftalik gelirleri eri az 70.000 TL. dir. 414 ogrencinin AIDS konusundaki dii-zeyleri bit konuda hemrlatuniy anket forum lie tesbit Anket uygulcunasindan hemen sonra Mik-robiyoloji Anabilim Dalt Okretim iiveleri tart-rj-indan ogrencilere egitim verildi. Egitimden 10 gun sonra ayni calker formu tekrar uygulandi. Sonuclar 2 e_4 arasindcrki farkin onemlilik testi ( t testi) ile de-dikeylerinin saptanmast icin bit kompozit indeks gelistlrildli. Konzpozit indeks de-gar 37 oncesi btlgi pitanlart 0-27 arasinda de-gi,pnekte olup ortalama 11,0 ids. Egitim sonrast bilgi fornilarz imam 0-34 arasinda degipnekte °hip or-talcum.' 16,7 idi. diizeylerindeki fcrrklllilti egitim oncesine gore % 18,1 lik bir amp_ gostermekteydi. T testi ilc degerlendirildiginde bu a•tu 0,01 diizeyinde cok carticarttll bulundu (1= 14.43). AIDS dogru bilgilendirme ire korunulabilecek bir hastalikur. Bit arayormada gibi u:man kiyilerc&v&ilett bir saatlik egitimle bile bilgi dlizeyinde %. 13 lik bir saptannuytir. Okul mevent olan dens progrwnlarina AIDS ko-nusununda eklenmesi tie eRitilmesinin vararlt olacagi kanigna vardnuyttr.
This is a descriptive and corss sectional type of study which was performed among the activities of "World AIDS Day" on 1 st November in 1994 in the two schools of apperentic-eship in KONYA The aim of the study was to determine the difference of know-ledge levels of the students before and aft e4: edu-cation about AIDS. In the study group the total number of the stu-dents were 414 and 11 of them were girls. The stu-dents mean age 1.'as 16.2, 38 (92 %) of the students were graduated from primary school, 33 (8 %) of them were graduated from secondary school. 3 of the students were married, one of them was widowed and the others were unmarried. Their income was 70.000 weekly. The knowledge level of.the 474 students about AIDS was determined by using a questionnaire form about this subject. An education progranune was per- brined by the instructors of microbiology de-partment after the using of questionnaire form. 10 days after the education programme the same qu-estionnaire forms were used again. The results were determined by t. test. A special composite index was developed to determine the know-lad,ge levels. The composite index was 37. The knowledge points before education was bet-ween 0 and 27, the mean was 11.0 After education there was an increase of 18.1 % point. TVlien eva-luated hi t test this increase was si,,f;inficant at the 0.01 level. AIDS is an illiess which-can be prevented by edu-cation. Education of one hour by instructions had been supplied an increase o f.18r in the knowledge level. We think that it will be usefull of AIDS is reached among the education programmes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psıkıyatrı Hastalarında Sıgara, Sıgara Kullanıpvıı Ve Psikopatoloji Ile İliskisi Kontrollü Bir Çalışma
Rahim Kucur, İshak Özkan, Metin Turan, Sıtkı Karaca, Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Psıkıyatrı Hastalarında Sıgara, Sıgara Kullanıpvıı Ve Psikopatoloji Ile İliskisi Kontrollü Bir Çalışma
CIgarette SmokIng And AddIctIon In PsychIatrIc PatIents And TheIr RelatIonshIps To Psycho-Pathology: A Controlled Survey
Sigara akskanhigi ye sigara kesilme semptomlarl psikiyatrik hastalarda onlarin, kontrol grubu kabul edilen, saglikh refakatcdarmda calzplch. Has-talar ye kontrol grubu sigara icen Ye icmeyetz diye ikiye ayrtlarak degerlendirildi. Anket sorumuzda Fagestrom Sigara Bagtmlihk Olcegi ye DSM-IV si-gara bagunititti semptomlari ye yoksunlugu kri-terlerini de icerniektedir. Bit anket 216 k4i icin uy-gulanmigir. Kontrol grubu ile mukayese edildiginde bagtmhhk beq-lama yap hastalarda daha erken lama ve uzun siireli sigara icme bakimindan is-tatistik ola'rak cmlamh ciktr. Sigara icimi ye si-garaya bagunhhIc hastalarda agir olarak bulunmuour. Bu egilim nikotinin nororegillator et-kilerine baglanabilir.
Habitual smoking and smoking dependent Itsith-drawal symptoms in psychiatric patients and their healtly attendants which are considered as control, were surveyed. The patients and the control groups were subdivided into smokers and nonsmokers and evaluated accordingly_ Fagersn-om Tolerance Of-estionnory, and criteria of DSM-IV cigarette-smoking dependency and abstinency were included in our survey questionnaries and used for 216 in-dividuals. When compared to control groups, the onset of addiction age was earliers and the duration of smoking was longer in patients and these values were statistically significant. The tendency of smo-king and addiction among the patients found to be severe and this can be attributed to neuroregulatory effects of nicotine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta