Kolesistektomi Ve Koledok Eksplorasyonu Nedenleri
Asım Duman, Nuri Ildız, Cemil Ceviz, Selahattin Aydınalp
Araştırma makalesi
Özeti
Kolesistektomi Ve Koledok Eksplorasyonu Nedenleri
Causes Of Cholecstectomy And Colledoc Exploratıon
Bu makalede kliniğimizde kolesistektomi veya kolesistektomi ile birlikte koledok eksplorasyonu yapılan 750 vakanın sonuçları sunulmuştur. Vakalarımızın 549 unda (% 73,2) kronik kolesistit, 150 sinde ( O 20) akut kolesistit, 34 tinde (% 4,5) safra kesesi yaralanması 9 unda (%1,2) safra kesesi kanseri nedeniyle ve 8 inde (% 1,1) ise diğer nedenlerle kolesistektomi yapılmıştır. 150 vakada (% 20) çeşitli nedenlerle koledok eksplorasyonu uygulanmıştır. Yaşayan 720 hastanın 80 inde (% 11.1) tıbbi veya cerrahi tedavi ile iyileşen çeşitli postoperatif komplikasyonlar tespit edilmiştir, Postoperatif devrede 750 hastanın 30 u kaybedilmiş olup mortalite oranı % 4 dür. Taşlı ve taşsız kronik kolesistit nedeniyle kolesistektomi yapılan 556 hastanın 7 si (% 1,2) kaybedilmiştir.
In this article, results of 750 cases who underwent choledochus exploration with cholecystectomy or cholecystectomy in our clinic are presented. In 549 (73.2%) of our cases, chronic cholecystitis, 150 (O 20) acute cholecystitis, 34 (4.5%) had gallbladder injury, 9 (1.2%) were due to gallbladder cancer and 8 (1%) , 1) cholecystectomy was performed for other reasons. Common bile duct exploration was performed in 150 cases (20%) for various reasons. Various postoperative complications were detected in 80 (11.1%) of 720 surviving patients who recovered with medical or surgical treatment. 30 of 750 patients died in the postoperative period, with a mortality rate of 4%. 7 (1.2%) of 556 patients who underwent cholecystectomy for chronic cholecystitis with and without stones died.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akcıger Kıst Hıdatıgınde Cerrahı Yaklasım
Sami Ceran, Tahir Yüksek, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Hasan Solak, Kazım Gürol Akyol, Aydın Şanlı, Tunç Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Akcıger Kıst Hıdatıgınde Cerrahı Yaklasım
SurgIcal InterventIon In The Lung HydatId Cyst
1987-1994 yillari arasinda S.O. Tip Fakiiltesi Grips Ka1p Damar Cerrahisi Klinigirte witirilarak tedavi edilen 191 pasta sunuldu. Vakalarin % 52.87si erkek, % 47.12'si kadindi. En cok gririilme 11-20 yak gruhundaydi. Kistin 99 (% 51.83)'ii sag akcikerde, 84 (% 43.97)'6 sol akcikerde ve 8 (%4.18)`i her iki akcigerde lokalize idi. 5 Median sternotorni, 6 segmentektomi, 7 wedge rezeksiyon, 9 lohektomi, 13 transdiafragmatik karaciger kistine miidahale, 1 transdiafragmatik- yolla dalak kistine mildahale, 159 kistotomi + kapitonaj, 10 de-kortikasyon, 4 kistekrom.i yapildi. 4 vakada postoperatif ampiyem ortaya cikti ve tedavi edildi. 1 vaka S011illUM yetmezlikinden kay-hedildi. Niiks grizlenmedi.
In this article, 191 cases were presented who operated in The Thoracic and Cardiovascular Sur-gery Clinic, University of Selcuk between 1987 and 1994. 52.87% of them were male and 47.12% of were female. Most of the patients were 11-20 years of age. 99 of cystes (51.83%) were in right lung, 84 (43.97%) were in left lung and 8(04.17%) of them were in both lungs. Median sternotomy was per-formed in 5 cases, segmentectomy in 6 cases, wedge resection in 7 cases, lohectomy in 9 cases, cystotomy and capitonage in 159 cases, decortication in 10 cases and cystectomy in 4 cases. 13 liver cystes and one spleen cyste were excised via trans-diaphragmatic approach. Empyerna was seen in 4 cases and succesfully treated. Only one case died on respiratory failure. Relapse was not seen in any case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Merkezimizde Cerrahi Olarak Tedavi Edilen Atriyal Septal
defekt Hastaları
Osman Güvenç, Derya Çimen, Derya Arslan, Serkan Yıldırım, Murat Şimşek, Hakan Akbayrak, Mehmet öç, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Merkezimizde Cerrahi Olarak Tedavi Edilen Atriyal Septal
defekt Hastaları
SurgIcally Treated AtrIal Septal Defect PatIents In Our Center
Bu çalışma ile, çocuk kardiyoloji bölümünde takipleri yapılan
ve kalp damar cerrahisi kliniğinde opere edilen atriyal septal defekt
hastalarının klinik özellikleri, tedavi yaklaşımları ve bu konudaki
deneyimlerimiz paylaşılmak istendi. Çalışmaya, 2010-2013 yılları
arasında atriyal septal defekt nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilen,
ortalama yaşı 58 ay olan (yaş dağılımı 5 ay-14 yaş) 28 hasta (20
kız, 8 erkek), dosyaları retrospektif olarak taranarak dahil edildi.
Hastalardan ikisinde sinüs venozus tipi atriyal septal defekt ve
beraberinde parsiyel pulmoner venöz dönüş anomalisi varken bir
hastada primum atriyal septal defekt, kalan 25 hastada sekundum tip
atriyal septal defekt vardı. Kardiyak kateterizasyon yapılan hastalarda
ortalama pulmoner arter basınç ortalaması 18.6 mmHg (8-39 mmHg),
Qp/Qs oranı ortalaması 2.2 (1.4-4.5) olarak tespit edildi. Atriyal septal
defekt tamiri hastaların hepsinde sentetik yama ile yapıldı. Hastaların
yoğun bakımda kalma süresi ortalaması 3.2 gün (1-12 gün), serviste
kalma süresi ortalaması 4.1 gün (1-17 gün), ortalama taburcu olma
süresi 7.4 gün (4-29 gün) olarak tespit edildi. Opere olan hastalardan
eks olan veya hemodinamik olarak anlamlı rezidü tespit edilen hasta
olmadı. Hastaların ameliyattan sonraki takip süreleri ortalaması 24
ay (1 ay-3.5 yıl) idi. En sık görülen konjenital kalp hastalıklarından
biri olan atriyal septal defektin cerrahi olarak kapatılması, düşük
mortalite ve komplikasyon oranları ile birçok merkezde güvenle
yapılmaktadır. Atriyal septal defektin tedavi edilmemesi halinde kalp
yetmezliği, pulmoner vasküler obtrüktif hastalık ve atriyal aritmiler
gibi önemli komplikasyonlar görülebilir.
The aim of this study is to evaluate our experience of patients
with their clinical presentations and treatment approaches followed
and underwent atrial septal defect surgery in Cardiovascular Surgery
Department. Between 2010-2013, 28 patients (20 females, 8 males)
mean age 58 months (range 5 month to 14 year-old) who underwent
atrial septal defect surgery were included in the study retrospectively.
In two patients, there were sinus venosus atrial septal defects with
partially abnormal pulmonary venous drainage. In one patient, there
was primum atrial septal defect. 25 patients had secundum atrial
septal defects. Mean pulmonary artery pressure was 18.6 mmHg(8-
39 mmHg) and mean Qp/Qs ratio was 2.2 (1.4-4.5) in patients who
underwent cardiac catheterization. Atrial septal defects were closed
with synthetical patch in all of the patients. The mean of intensive care
unit hospitalization was 3.2 (1-12) days. The mean of cardiovascular
surgery clinical hospitalization was 4.1 (1-17) days. The mean
discharge time was 7.4 (4-29) days. No mortality was observed
and no hemodinamically significant residual was observed. The
average postoperative follow-up period of patients was 24 months (1
month-3.5 years). Surgically closure of atrial septal defect, one of the
most common forms of congenital heart disease, is performed safely
in many medical center with low mortality and complication rates. If
atrial septal defect remains untreated, significant complications such
as cardiac failure, pulmonary vascular obstructive disease and atrial
arrhythmias may occur.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle Değerlendirilmesi
Zekeriya Tosun, Adem Özkan, Mustafa Keskin, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Alveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle Değerlendirilmesi
DetermInatIon Of PatIents WIth Alveol Clefts By PerIapIcal And Oclussal GraphIes At Pre OperatIve And Post OperatIve PerIod
Sol ana koroner arterin darlıkları (LMCA) (>%50); sol ventrikül (LV) disfonksiyonu yapan, mortalite ve morbiditeyi artıran ciddi lezyonlardır. Bu lezyonlarda son yapılan araştırmalar cerrahi tedavinin medikal tedaviye üstün olduğunu göstermektedir. LMCA oklüzyonu nedeni ile kliniğimizde acil koroner bypass uygulanan hastalardaki erken ve orta dönem sonuçlar retrospektif olarak incelendi. Kliniğimizde 2003-2004’te önemli LMCA stenozu olan 21 hasta acil şartlarda opere edildi. Bu hastalardaki mortalite ve morbidite oranları kabul edilebilir seviyede bulundu. LMCA oklüzyonunda acil cerrahi revaskülarizasyon oldukça güvenilir ve hayat kurtarıcı bir yöntem olarak tercih edilmelidir.
Stenoses of the left main coronary artery are considered as significant lesions that cause left ventricular dysfunction and increase mortality and morbidity rates. It has been demonstrrated that surgical treatment is better than medical treatment in these lesions. The early and mid-term results of patients to whom urgent coronary artery bypass surgery performed because of significant stenosis of left main coronary artery were investigated retrospectively. Between 2003 and 2004, 21 patients were operated urgently in our department. The mortality and morbidity rates in these patients were found in acceptable ratios. Urgent surgical revascularization in left main coronary artery stenosis is a safe method and can be preferred as a life saving treatment in such cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pektus Ekskavatum Ve Cerrahı Tedavısı
Kazım Gürol Akyol, Güven Sadi Sunam, Sami Ceran, Mehmet Gök, Simsen Avvuran, Aydın Şanlı, Işık Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Pektus Ekskavatum Ve Cerrahı Tedavısı
Pectus Excavatum And SurgIcal Treatment
Pektus ekskavatum sternumun en sik gorillen konjeniral deformitesidir. Cerrahi tedavi genelikle psikolojik ve kozmetik nedenlerle yapilmaktadtr. Bu makalede 1983-1996 yrilart arastnda hastanemizde opere edilen 26 vaka incelenmiştir.
Pectus excavatum is the most common deformity of the sternum. Surgical treatment is mostly per-formed by cosmetic and physicologic reasons. 26 cases were evaluated that treated in our hospital from 1983-1996.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Parotis Tümörlerinde Cerrahi Tedavi
Bedri Özer, Salim Güngör, Kayhan Öztürk, Kazım Çayır
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Parotis Tümörlerinde Cerrahi Tedavi
SurgIcal Therapy For BenIgn ParotId Tumors
Yetersiz eksizyon ve enükleasyon tekniği nedeniyle yaklaşık 50 yıl öncesine kadar benign tümörlerin, özellikle ple- omorfik adenomların postoperatif nüks oranları %21-70 arasında değişmekteydi. Bugün cerrahi teknikler daha güvenli ve yeterli düzeydedir. Fasyal sinirin identifikasyonu ve korunmasının avantajı ile çevreden yeterli sağlıklı parotis dokusunu da içerecek tarzda tümörün çıkartılması, 1940 lı yıllardan itibaren temel filozof iyi oluşturmuştur. Süperfisyal parotidektomi olarak tanımlanan bu teknik tüm otolarengologlar tarafından uygulanmaktadır. Bu çalışmada çeşitli tekniklerle müdahale edilen bir grup benign parotis tümörü vakasında cerrahi tekniklerin avantaj, dezavantaj ve postoperatif morbiditesi literatür verileri ile birlikte tartışıldı. Süperfisyal parotidektominin sınırlı va kalar dışında kitlenin eksizyonu, fasyal sinir ve dallarının korunması, postoperatif nüksün önlenmesi açısından en sağlıklı teknik olduğu sonucuna ulaşıldı.
Because the technique of enucleation and incomplete excisions, 50 years ago recurrence rates after surgical re- moval of tumors, especially pleomorfic adenomas ranged betvveen 21% and 70% . Today, surgery for bening pa rotid tumors has evolved into a procedure that is both effective and safe. The advent of facial nerve Identification and preservation with tumor removal with a adequate amount of surrounding healthy parotid tissue, occurred in the early 1940s as a true change in philosophy. The operation, termed superficial parotidectomy, is no w accepted by the majority of otolaryngologists. İn this article 23 patient that had benign parotis tumors was presented. Sur gical therapy and techniques discussed vvith literatüre, l/Ve shovv that superficial parotidectomy is the better tec- nique for benign parotis tumors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ratlarda Transvers Rektus Abdominis Kas Deri Flep Modelinde Nebivololün Perfüzyona Etkileri
Mehtap Karameşe, Mustafa Keskin, Zekeriya Tosun, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Ratlarda Transvers Rektus Abdominis Kas Deri Flep Modelinde Nebivololün Perfüzyona Etkileri
Effect Of NebIvolol On Rat Tram Flap VIabIlIty
Meme rekonstruksiyonu; meme kanserinin cerrahi tedavisinin bir parçası olarak düşünülmektedir. Rekonstrüksiyon seçenekleri arasında bulunan transvers rektus abdominis kas deri flebinin (TRAM) belirli beslenme zonlarındaki perfüzyon yetersizlikleri, cerrahi sonrası görülen komplikasyonların artmasına neden olmaktadır. Periferik vazodilatasyonla kanlanma artırıldığında, flep viabilitesi artmakta ve komplikasyon riski azaltılabilmektedir. Nebivolol, üçüncü kuşak beta-adrenoreseptor blokeri olup nitrik oksit aracılığıyla periferik vazodilatasyon yapmaktadır. Çalışmada otuz adet, 250-300 gr ağırlığında Spraque- Dawley rat, beş deney grubuna ayrıldı. Tüm gruplarda TRAM flep kaldırıldı. Kontrol grubu kabul edilen birinci gruba ilaç uygulanmadı. İkinci gruba cerrahi işlemden 24 saat önce 100 mg/kg nebivolol (Vazoksen, Abdi Ibrahim) oral gavaj yöntemi ile başlandı ve postoperatif 7 gün uygulamaya devam edildi. Üçüncü gruba cerrahi işlemden 24 saat önce 100 mg/kg nebivolol, verildi. Peroperatif dönemde ve postoperatif 7 gün devam edildi. Dördüncü gruba cerrahi işlemden 7 gün önce 100 mg/kg nebivolol başlandı ve postoperatif dönemde 7 gün devam edildi. Beşinci gruba cerrahi işlemden 7 gün önce 100 mg/kg nebivolol kullanıldı. Peroperatif veya postoperatif dönemde ilaç kullanılmadı. Yedinci gün, tüm ratlarda kan laktat düzeyi ölçüldü ve fleplerin fotoğrafları çekilerek, nekroz alanlarının yüzdeleri belirlendi. Kan laktat değerlerinin, istatistiksel olarak tüm gruplarda kontrol grubuna (grup I) göre belirgin farklılık gösterdiği bulundu. En anlamlı fark kontrol grubu ile (grup 4) arasında tespit edildi. Fleplerin nekroz oranlarının değerlendirmelerinde, istatistiksel olarak grup 1’e göre diğer tüm gruplarda anlamlı fark mevcuttu (p
Breast reconstruction is an essential part of the breast cancer threapy. The transverse rectus abdominis musculocutaneous (TRAM) flap has been widely used for reconstruction of the breast. Partial loss of the flap is still a major problem. The defficiency of flap perfusion may cause partial necrosis of the flap. Periferic vasodilatation may increases flap viability. The aim of this study is evaluation of affect of nebivolol on rat TRAM flap perfusion. Nebivolol is a selective β1 adrenergic receptor antagonist that causes a direct vasodilator effect attributed to the action on vascular nitric oxide (NO). In this study 30 male spraque–dawley rats were used. A pedicled TRAM flap based upon the the right inferior epigastric artery was elevated and reapproximated. Animals were randomly assigned to 5 treatment groups (n:6). Group 1 received no nebivolol. Groups 2 through 5 were administered 100 mg/kg nebivolol orally 24 hours preoperatif; in addition groups 2 to 4 received orally postoperatif for 7 days. Group 3 also received intraoperatively; groups 4 and 5 were given nebivolol orally for 7 days before the 24 hours preoperatif treatment. Seven days after surgery skin paddles were photographed and assessed for viability. In seventh day blood lactate levels were measured. Statically significant differences were found in all experimental groups relative to the controls. Group 4 displayed the greatest improvement in flap viability, significantly better than other nebivolol groups. This study indicates that nebivolol may provide a useful pharmacologic tool for reducing iscemia-reletad necrosis in TRAM flaps.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sol Ana Koroner Arter Oklüzyonunedeni İle Acil Açık Kalp Cerrahisi Uygulanan Hastalardaki Erken Ve Orta Dönem Sonuçlarımız
Niyazi Görmüş, Kadir Durgut, Atilla Orhan, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Sol Ana Koroner Arter Oklüzyonunedeni İle Acil Açık Kalp Cerrahisi Uygulanan Hastalardaki Erken Ve Orta Dönem Sonuçlarımız
Early And MId-Term Results Of Urgent Open Heart Surgery In PatIents WIth Left Maln Coronary Artery DIsease
Sol ana koroner arterin darlıkları (LMCA) (>%50); sol ventrikül (LV) disfonksiyonu yapan, mortalite ve morbiditeyi artıran ciddi lezyonlardır. Bu lezyonlarda son yapılan araştırmalar cerrahi tedavinin medikal tedaviye üstün olduğunu göstermektedir. LMCA oklüzyonu nedeni ile kliniğimizde acil koroner bypass uygulanan hastalardaki erken ve orta dönem sonuçlar retrospektif olarak incelendi. Kliniğimizde 2003-2004’te önemli LMCA stenozu olan 21 hasta acil şartlarda opere edildi. Bu hastalardaki mortalite ve morbidite oranları kabul edilebilir seviyede bulundu. LMCA oklüzyonunda acil cerrahi revaskülarizasyon oldukça güvenilir ve hayat kurtarıcı bir yöntem olarak tercih edilmelidir.
Stenoses of the left main coronary artery are considered as significant lesions that cause left ventricular dysfunction and increase mortality and morbidity rates. It has been demonstrrated that surgical treatment is better than medical treatment in these lesions. The early and mid-term results of patients to whom urgent coronary artery bypass surgery performed because of significant stenosis of left main coronary artery were investigated retrospectively. Between 2003 and 2004, 21 patients were operated urgently in our department. The mortality and morbidity rates in these patients were found in acceptable ratios. Urgent surgical revascularization in left main coronary artery stenosis is a safe method and can be preferred as a life saving treatment in such cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
Tevfik Küçükkartallar, Bayram Çolak, Murat Çakır, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
PerforatIon Caused By GastroIntestInal Stromal Tumour In ProxImal Jejunum
Gastrointestinal tümörlere (GİST) bağlı perforasyon çok sık görülen bir durum değildir. Bu yüzden proksimal jejenumda GİST’e bağlı perforasyon görülen bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 30 gündür karın ağrısı olan bir hasta akut karın tanısıyla ameliyat edildi. Proksimal jejenumda perforasyon vardı. Bu segmentin rezeksiyonundan sonra yapılan histopatolojik inceleme sonucu yüksek risk grubunda GİST olarak bildirildi. Hastanın cerrahi tedavisi tamamlandıktan sonra medikal tedavisi düzenlendi. Histopatolojik olarak yüksek risk grubunda olduğu için yakın takibe alınan hastada sürelik takipte nüks bulgusu bulunmadı. Genellikle rastlantısal olarak saptanan GİST vakaları bazen perforasyonla da akut karın tablosu olarak karşımıza çıkabilir.
Perforation caused by gastrointestinal stromal tumours (GIST) is not a frequently observed phenomenon. Therefore, we intend to present a case in which perforation was observed in proximal jejunum caused by GIST. A patient who had been complaining of abdominal pain for about 30 days was operated on after being diagnosed with acute abdominal pain. Perforation was observed in proximal jejunum. At the end of the histopathological examination performed after the resectioning of this segment, the case was reported as high risk GIST. A medical treatment was arranged for the patient after his surgical treatment was completed. No finding of recurrence of the disease exists in the patient who has been kept under close observation as he is in the high risk group histopathologically. Generally identified by chance, cases of GIST may also present themselves as acute stomach through perforation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ayakta Kavus Deformitesi Ve Tedavı Yaklaşımları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Ayakta Kavus Deformitesi Ve Tedavı Yaklaşımları
The Cavus DefonnIty Of The Foot And Its Therapy
Pes kavus çeşitli etyolojileri olan patornekaniği tam arlaşılrnarnış kotnpleks bir ayak cleforrnites-idir. Bu çalışmada ayaklarinda kavus deforrnitesi olan 16 hastanın cerrahi tedavisi gözden geçirildi. Llygulana cerrahi tedavi, hastanın yaşına, etyolojisine ve deforrnitenin analizine göre seçildi. Hasta-ların en az bir yıllık rakipleri sonucunda, cerrahi tedavinin %77 oranında başarılı olduğu görüldü.
Pes cavus is a complex fool deforrrzity of diverse etiologies whose pathomechanics are not comletely under,s.tood. This stu.dy reviews the surgical treatment of 16 patients with cavus foot deformity. The coice among avaible surgical procedures was dictated by the age of the patients, cuse and an analysis of the deformity. Follow-up apprasial of the patients with more !han one years' follow-up reveated more dian 77 percent suecesfully results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner By-Pass İle Yapılan Başarılı Bir Bül Eksizyonu
Murat Öncel, Nihal Kayalar, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Koroner By-Pass İle Yapılan Başarılı Bir Bül Eksizyonu
The Successful ExcIsIon Of A Bulla WIth Coronary By-Pass
Amfizemde standart medikal tedavinin, hastaların yaşam kalitesi
ve sağ kalım süresine etkisi kısıtlıdır. Semptomlar çoğu hastada
hızla ilerler. Seçilmiş hastalarda cerrahi tedavi ile semptomatik
düzelmeler olabileceği ümit edilmektedir(1). Kardiyak problemi olan
büllöz akciğer hastalarında seçilebilecek tedavi yöntemlerinden eş
zamanlı ameliyat, hastanın ayrı seanslarda yapılacak olan iki farklı
majör cerrahi girişimden korunması yanı sıra tedavi maliyetini de
düşürmektedir. Bu yazımızda koroner by pass cerrahisi ile kombine
ve aynı anda stapler ile yapılan başarılı bir bül rezeksiyonu olgusunu
sunmayı uygun bulduk.
There is a limited effect in standard medical treatment of
emphysema for quality of life and survival of patients. Symptoms of
most of the patients progressive rapidly. It is hoped that symptomatic
remission may be occured on selected patients by surgical
treatment(1). Simultaneously two surgical operations which one of
alternative treatment methods, protect the patients from two different
major surgical procedures which are performed at different times, and
reduce the cost of treatment. In this article we present a successful
bulla resection case that has done with stapler and combined with
coronary artery surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavısı
SurgIcal 7'reatment Of CongenItal DIslocatIon Of The HIp In ClIldrert Between The Ages One Year And SIx Months And Four Years
1.5-4 yaşları arasında Doğuştan Kalça Çıkığı olan ve cerrahi tedavi uygulanan 43 çocuğun 58 kalçasının tedavi sonuçları gözden geçirildi. 35'i kız 8'i erkek olan hastalarda çeşitli cerrahi işlemler uygulandı. Ortalama 22 ay takip edilen hastalar klinik olarak Mc Kay, radyolojik olarak Severin kriterlerine göre değerlendirildi. Radyolojik olarak 48 kalça (%83) çok iyi, 6 kalça (%10) iyi, 1 kalça %2) orta ve 3 kalça (%5) kötü olarak değerlendirildi. Tek taraflı 041 olan bir kalçada normal tarafta avasküler nekroz gelişti ve bir kalçada tekrar çıkık meydana geldi.
The results in 58 congenitally dislocated hips in 43 children who were between one and a half four years okl have been reviewed. There were 35 girls and 8 boys. Open reduciion (OR) was perfortned in one hip, Salter's innornintne osteolotny (S10) was perforrned in three hips, OR and SIO were perfortned in 43 hips, OR, SfO derotation varus and fernoral shortenin were performed 11 patients. Ali of the patients have been followed at least one yer (average nventy-two months). Using Severin classification of radiographic evalualion, 48 hips (83 per cent) vere telated as excellent, 6 hips (10 per cent) as good, one hip (2 per cent) as fair and three hips (5 per cent) as failure. Clinical avaluation was made using Mc Kay's criteria and 47 hips (81 per cera) were related as excellent. Seven hips (12 per sent) as good, three hips (5 per cent) as fair, one hip (2 per cent) as failure. Avascular necrosis developed in one mortn.al side, there was one redislocation
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
Bayram Metin, Sami Ceran, Bayram Altuntaş, İsa Döngel
Olgu sunumu
Özeti
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
PerIcardIal Cysts And DIvertIcula In Three Cases
Perikardial kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin
yaklaşık olarak %7’ lik bir kısmını oluştururlar. Perikardiyal kist ve
divertiküller çoğunlukla sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte,
sol kardiyofrenik sinüs, superior mediasten, aortik ark seviyesi ve sol
hilusda da yer alabilirler. Perikardiyal kist ve divertiküller birbirine
yapı, lokalizasyon ve semptom olarak benzer lezyonlardır. Tanılarında
radyografi, BT ve MRG’ nin demostratif önemi vardır. Biz burada üç
olgu üzerinden mediastinal kistik lezyonların ayrıcı tanısında önemli
yer tutan perikardiyal kist ve perikardiyal divertiküllerin semptom,
tanı ve tedavi yönünden benzerliklerine ve farklılıklarına değinmek
istedik.
Pericardial cysts and diverticula compose %7 of all mediastinal
masses. Pericardial cysts and diverticula are generally present
at right cardiophrenic sinus also within left cardiophrenic sinus,
superıor mediastinum, aortic arch level and left hilum. Pericardial
cysts and diverticula are lesions which resemble themselves in
shape, localiaztion and symptoms. Radiography, CT and MRI has
demonstrative importance in their diagnosis. We want to present
similarities and differences of symptoms, diagnosis and treatment
of pericardial cysts and diverticula which are important in differential
diagnosis of mediastinal cystic lesions within these 3 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
Ahmet Küçükapan, Suat Keskin, Zeynep Keskin, Necdet Poyraz
Derleme
Özeti
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
InterventIonal RadIologIcal Methods In Treatment Of Hepatocellular
carcInoma
Hepatosellüler karsinom (HCC) çoğunlukla viral hepatit sonrası oluşan bir durumdur. HCC karaciğer parankiminde geç dönemde siroz gelişiminden displastik nodül gelişimine ve erken evre kanser oluşumuna kadar farklı antitelere neden olabilmektedir. Ancak tümör çapının yaklaşık 2 cm olduğu olgularda ve vasküler invazyonu gelişmeden küratif tedavi mümkün olabilmektedir. Karaciğer fonksiyonlarının yetersiz olması, vasküler invazyon ve metastaz nedeniyle cerrahi tedavinin olası olmadığı hastalarda tümör gelişimini durdurmak amacıyla perkütan radyofrekans ablasyon ve transarteriyel kemoembolizasyon gibi cerrahi olmayan tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
Hepatocellular carcinoma (HCC) generally develops as a
consequence of underlying liver disease, most commonly viral
hepatitis. The development of HCC follows an orderly progression
from cirrhosis to dysplastic nodules to early cancer development,
which can be reliably cured if discovered before the development
of vascular invasion (typically occurring at a tumor diameter
of approximately 2 cm). If resection is not possible because
of poor liver function, vascular invasion and metastasis. To
prevent tumor progression while waiting, nonsurgical treatments
including percutaneous radiofrequency ablation, and transarterial
chemoembolization are employed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mitral Stenoz Ve Cerrahı Tedavısı
Ali Ersöz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Tayfun Göktoğan, Ahmet Kaya, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Mitral Stenoz Ve Cerrahı Tedavısı
SurgIcal Treatment Of MItral StenosIs And RegurgItatIon
1982-1987 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalında saf mitral darlıkla rnüracaat eden 71 hastaya kapalı mitral valvotomi uygulandı. Mortalitenin olmadığı seride hastaların tümünde erken ve geç dönem sonunda ameliyatın hastalara iyi bir palyasyon sağladığı görüldü. Açık kalp ameliyatı imkanlarının da bulunduğu klinikte seçilmiş vakalarda hala kapalı mitral valvotominin yeri olduğu vurgulandı.
Between 1982-1987 seventy-one patients with pure mitral stenosis was operated at the Department of Thoracic and Cardio-Vascular surg. Selçuk Üniversitesi School of Medicine. There was no mortality. Early post operative and long term term results revealed that a good palliation was achieved in of the patients. Although open heart surg facilities were available at the department emphasis was made in the thought that closed mitral valvotomy stili has a place for the surgical treatment of pure mitral stenosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üst Ekstremite Arter Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, Özkan Akkoç
Araştırma makalesi
Özeti
Üst Ekstremite Arter Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Upper Extremıty Arterıal Injurıes And Surgıcal Treatment
Arter yaralanmaları Hipokrat zamanından beri bilinmektedir. Hatta bir arter yaralanması ile karşılaşıldığında o devir içinde, o şartlar altındaki tedavi şekilleri bile önerilmiştir. Ambrois Pari 16. yüzyılda arter yaralanmalarında, arterin ligatüre edilmesi fikrini ortaya koymuştur. Hallowell 1759 yılında flebotomy sırasında yaralanan brakial arteri sekiz dikişi ile tamir etmiştir. Bu, arter lümenini koruyarak hemorajiyi kontrol etmek amacı ile yapılan ilk girişimdir. Bundan sonra yapılan bir çok teşebbüsler, trombozis nedeni ile başarısız kalmıştır. 1889 yılında Jassinowsky intimadan geçmeden süt ür konulmasını tavsiye etmiştir. Dorfler o zamana kadar uygulanan metodlardan farklı olarak damar duvarının bütün katlarından geçen devamlı dikişi kullandı ve geliştirdi. Bu tür girişimlerde ince iğne ve ince ipeği tavsiye etti. İnce materyalin kullanılmasının trombozis yapmıyacağını ileri sürdü. Dorfler aynı metodu ven yaralanmalarında da tarif ve tavsiye etti.
During nine years (1976 - 1985) 80 patients with upper extremity arterial injuries after shotgun, cunt trauma etc. were treated surgically. Earliest admission was two his and latest was 18 his. 66 of patients had uneventful recovery and 14 were palliated with acceptable results. This article emphasises the importance of such injuries and early admission to a vascular surgical unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Anevrizmaların Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, İrfan Duygulu, N. Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Anevrizmaların Cerrahi Tedavisi
The SurgIcal Treatment Of PerIpherIc Aneurysma
1976-1982 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp-Göğüs-Damar Cerrahisi Kliniğinde 30 periferik anevrizmalı vaka tedavi edildi. Vakaların 4'ü kesici-delici alet yaralanması, 26'sı ateşli silah yaralanmasıdır. Vakaların 10'una yen replasmanı, 17'sine uç-uca anastomoz, 3 üne de ligasyon uygulanmıştır. Vak'aların 29'u Şifa ile taburcu edilmiştir. 1 vakaya amputasyon uygulanmış, 1 vaka ise exitus olmuştur.
30 cases with peripheric aneurysma were treated at the clinic of the thoracic and cardiovascular surgery of Dicle University. school of medi-cine between 1976-1982. Four of the cases were injuries of penetrating instruments twentysix of them were gun wounds. Vein replacement was performed in ten cases and 17 cases, end to end anastomosis was done. In 3 cases were ligated. Twentynine cases were resulted with healing post-operative amputation was done to one case. One case died.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskeletsel Sınıf Iıı Açık Kapanışa Sahip Bir Olgunun Ortodontik-Cerrahi Tedavisi
Faruk Ayhan Başçiftçi, Zehra İleri, Reha Yavuzer
Olgu sunumu
Özeti
İskeletsel Sınıf Iıı Açık Kapanışa Sahip Bir Olgunun Ortodontik-Cerrahi Tedavisi
OrthodontIc-Surgery Treatment Of A Skeletal Class III OpenbIte Case
Bu çalışma ön açık kapanışı da olan şiddetli Sınıf III bir olgunun ortodonti-cerrahi işbirliği ile yapılmış tedavisini sunmaktadır. Yaşı 22 olan bayan hastamız şiddetli Sınıf III malokluzyonu ile birlikte alt çene ileriliği, üst çene geriliği, üst orta hat sapması, 4 mm ön açık kapanış ve alt-üst çene uyumsuzluğu gibi dental ve iskeletsel özellikler göstermektedir. Olgunun ortodontik tedavisinde pasif selfligating sistem olan Damon sistemi uygulanmıştır. Ortodontik tedavi sonrası alt-üst çene uyumsuzluğunu düzeltmek için her iki çeneye cerrahi müdahale yapılmıştır. Ağır iskeletsel Sınıf III malokluzyonların tedavisinde ortodonti ve ortognatik cerrahinin birlikte uygulanmasıyla daha estetik ve stabil sonuçlar elde edilmektedir. Damon sistemi sürtünme kontrolü sağlayan self-ligating braketlerin yanında hasta konforunu arttırması, randevu sayısını ve hasta başında geçirilen süreyi azaltması ve tedavi süresini kısaltması gibi avantajlar da sağlamaktadır.
The aim of this study is to present a severe Class III openbite case treated by a combined orthodontic-orthognathic approach. The patient was a 22 year old female with severe Class III, mandibular prognathia, maxillary retrognathia, the upper midline deviation, 4mm open bite and maxillary-mandibular discrepancy. Damon system, a passive self-ligating system, was applied for the orthodontic treatment. After fixed appliance treatment, bimaxillary orthognathic surgery was performed to correct maxillary-mandibular discrepancy. More aesthetic and stabile results are achieved by orthodonticsurgery combination at the treatment of a severe skeletal Class III case with openbite. Damon system offers extra advantages such as self-ligating brackets in controlling friction, increasing patient comfort, lessening the number of appointments and potentially reducing chair-time and treatment time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
Tevfik Küçükkartallar, Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Serhat Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
PrImary Small IntestInal Tumor Cases In Emergency Surgery
İlerlemiş tanı yöntemlerine rağmen ince barsak tümörlerinin teşhisi zordur ve genellikle tanı esnasında ilerlemiş olarak bulunurlar. Bu kanserler sinsi olarak seyreden karın ağrısı ve kilo kaybına veya kanama, obstrüksiyon ve perforasyon gibi cerrahi gerektiren acil durumları oluşturabilirler. Acil şartlarda cerrahi işlem uyguladığımız primer ince barsak tümörlü 29 hastanın kısa dönem sonuçlarını ve klinik deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Kliniğimizde 2005-2011 yılları arasında acil şartlarda ameliyat edilen 29 ince barsak tümörlü hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri araştırılan parametrelerdi. Hastaların 16’sı erkek, 13’ü kadın olup, yaş ortalamaları 62 (35- 80) idi. Tüm vakalar acil şartlarda ameliyat edildi. Vakaların 19’u da instestinal obstrüksiyon, 6’sında invajinasyon, 6’sında perforasyon ve 1’inde ise mezenterik iskemi saptandı. Tümör yerleşimi 14 hastada ileumda, 10 hastada jejunumda ve 5 hastada ise duodenum olarak saptandı. Patolojik tanı olarak en sık 7 olgu GİST ve 7 olgu adenokarsinomdu. İnce barsak rezeksiyonu ve anastomoz en sık uygulanan cerrahi işlemdi. Ameliyat sonrası dört hastada cerrahi alan infeksiyonu, üç hastada anastomoz kaçağı görüldü. Erken postoperatif dönemde beş hastada mortalite izlendi. İnce barsak tümörleri çok nadir olarak görülür. Bulgular spesifik değildir ve tanı sürecinde daha ileri yöntemlere gereksinim duyulmaktadır. Genellikle acil cerrahi tedavi gerektirecek klinik tablo oluşturmaktadır. Tedavinin başlama zamanı sağkalımı belirleyen önemli bir etkendir.
Despite advanced diagnostic methods, diagnosis of small
intestinal tumors is hard and they are generally detected at an
advanced stage. These cancers may form emergency cases that
need to be addressed surgically like bleeding, obstruction, and
perforation or insidious abdominal pain and weight loss. We present
our clinical experiences and the short term results of 29 patients
with primary small intestinal tumors who had undergone emergency
surgical procedures. The data of these 29 patients treated at our
clinic between 2005 and 2011 were retrospectively evaluated. Study
parameters included the patients’ demographic, clinical, radiological,
and pathological characteristics. All the cases underwent emergency
surgery. 16 of the patients were male, while 13 were female, and their
mean age was 62 (35-80). Intestinal obstruction was detected in 19
of the cases, while perforation in 6, and mesenteric ischemia in 4.
Tumors were located in the ileum in 14 patients, in the jejunum in 10,
and in the duodenum in 5. The most frequent pathological diagnoses
were GIST with 8 cases and adenocarcinoma with 8 cases. The
most frequently performed surgical procedures were small intestinal
resection and anastomosis. Four patients developed surgical site
infection and three had anastomotic leaks in the post-op period.
Mortality was seen in five patients in the early post-op period. Tumors
of the small intestine are very rare. The findings are non-specific
and advanced diagnostic methods are needed during the diagnostic
process. They generally cause clinical conditions that necessitate
emergency surgery. The timing of the treatment is a significant factor
determining survival.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skolosidal Maddelerın Karaciğer Ve Safra Yolları Üzerıne Toksik Etkileri
Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı, Adil Kartal, Yüksel Arıkan, Mustafa Şahin, Osman Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Skolosidal Maddelerın Karaciğer Ve Safra Yolları Üzerıne Toksik Etkileri
The ToxIc Effects Of ScolocIdal Agents To The LIver And BIlIary Tract
Karaciğer kist hidatiklerinin cerrahi tedavisinde kullanılan %2'lik formaldehit, %20'lik hipertonik tuzlu serum, Tol'ilk povidone lodine ve %0.5'lik gümüş nitrat gibi skolosidal solüsyonlar ve kontrol grubu olarak da izotonik sodyum klorür solüsyonu 10-ar adetlik gruplar halinde50 köpeğin safra yollarına verilip, oluşan histopatolojik ve radyolojik lezyonlar istatistiksel olarak değerlendirilıniştir. llistopatolojik olarak saptanan karaciğer lezyonu ve kolanjit ile, radyolojik olarak değerlendirilen sklerozan kolanjit gelişmesi açısından skolosidal madde grupları arasında istatistiksel fark anlamlı bulunmayıp (p>0.05), kontrol grubuna göre tüın gruplarda istatistiksel fark anlamlı bulunmuştur (p<0.01). Bu bulguların ışığında tüm skolosidal ajanların safra yolları ve karaciğere toksik etkileri olduğu kanısına varılmıştır.
The scolocidal solutions which are used in surgi-cal treatment of hydatid cysts such as forrrzaldehite (%2), hypertonic sodyum chloride (%20), povidone iodine (%1) and silver nitrate (%05) were performed to the biliary tract of 50 dogs each group including 10 dogs and the lesions were evaluated histopatho-logically and radiologically. As to the histopathologir findings of liver le-sions and cholangitis and radiological findings of sclerosing cholangitis, there was no significant dif-ference between scolocidal solutions groups (p>0.05) but the dillerence between scolocidal solutions and control group was significant (p<0.01). We concluded that ali scolocidal agents has toxic ellects to the liver and biliary tract.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Larenksin Skuamöz Hücreli Karsinomlarında Tümör Budding’in Prognostik Önemi
Yasemin Gönül, Mitat Arıcıgil, Pembe Oltulu, Miyase Orhan
Araştırma makalesi
Özeti
Larenksin Skuamöz Hücreli Karsinomlarında Tümör Budding’in Prognostik Önemi
Prognostıc Importance Of Tumor Buddıngs In Larynx Squamous Cell Carcınomas
Amaç: Larenksin skuamöz hücreli karsinomu, güvenilir prognostik belirteçlerin eksikliği nedeniyle yönetimi zor bir hastalıktır. Literatürde, tümör tomurcuklanması (TB) bazı malignitelerde kötü prognozu öngördüğü gösterilmiştir, ancak larengeal kanserde TB'nin prognostik önemi belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışmanın amacı, larenksin skuamöz hücreli karsinomlarında TB'nin prognoza etkisini ve diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisini değerlendirmektir.
Hastalar ve Yöntem: Kulak Burun Boğaz kliniğinde 2008-2015 yılları arasında larenksin skuamöz hücreli karsinomu tanısı konulan ve cerrahi tedavi veya postoperatif kemoradyoterapi uygulanan 60 olgu incelendi. Olguların yaşları, özgeçmişleri, TNM (tümör, nod, metastaz) sınıflandırmaları, radyolojik görüntülemeleri, uygulanan cerrahi yöntemleri ve patolojik sonuçları dosyalardan elde edildi. Tümörün Hematoksilen&Eozin boyalı preparatlarından immunhistokimyasal PanCK boyası yapılarak tümör tomurcuklanması skorlamaları patoloji bölümünde değerlendirildi. Elde edilen veriler ile klinikopatolojik değişkenler arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular: Bu çalışmada, larenksin skuamöz hücreli karsinomunda perinöral infiltrasyon ile tümör tomurcuklanması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (P=0.006). Ayrıca, tümör tomurcuklanması perinöral infiltrasyon ile patolojik lenf nodu tutulumu açısından bağımsız bir risk faktörü olarak görülmüştür (p=0.003). Patolojik lenf nodu tutulumu, lenfovasküler invazyon açısından bağımsız bir risk faktörü olarak belirlenmiştir (p=0.028).
Sonuç: Çalışmamız, larenksin skuamöz hücreli karsinomu için bilinen prognostik faktörler arasında TB ile perinöral infiltrasyon arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir ve bu nedenle tümörün prognozunu belirlemede önemli bir rol oynayabilir.
Purpose: Laryngeal squamous cell carcinoma poses a management challenge due to the lack of reliable prognostic markers. Although tumor budding (TB) has been shown to predict poor prognosis in some malignancies, its prognostic significance in laryngeal cancer remains uncertain in the literature. Therefore, the objective of this study is to evaluate the impact of TB on prognosis and its correlation with other established prognostic factors in laryngeal squamous cell carcinoma.
Patients and Methods: In the department of otolaryngology the files of 60 patients with laryngeal squamous cell carcinoma who underwent surgery, postoperative chemoradiotherapy between 2008 and 2015 were analyzed retrospectively. The patient’s history, family history, age, TNM (tumor, node, metastases) classification, radiological imaging, type of surgery performed, and the results of the pathological specimen were evaluated. PanCK immunohistochemical staining was performed on old paraffin block sections containing tumoral tissue, previously stained with Hematoxylin & Eosin. The TB scores were evaluated by the pathology department, and the association between all obtained parameters and clinicopathological variables was analyzed.
Results: Our findings showed a significant association between tumor budding and perineural infiltration, a known prognostic factor for laryngeal carcinoma (P=0.006). TB was found to be an independent risk factor for perineural infiltration and pathological lymph node involvement (p=0.003). Pathological lymph node involvement was also found to be an independent risk factor for lymphovascular invasion (p=0.028).
Conclusions: Our study provides evidence for a significant association between tumor budding and perineural infiltration, which are established prognostic factors in laryngeal carcinoma. This suggests that tumor budding may be an important factor in determining tumor prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Kanserinin Cerrahı Tedavisinde Modıfıye Radıkal Mastektominin Değeri (100 Olguluk Seri)
Adil Kartal, Türker Özkan, Hasan Başarır
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Kanserinin Cerrahı Tedavisinde Modıfıye Radıkal Mastektominin Değeri (100 Olguluk Seri)
The Value Of ModIfIed RadIcal Mastectorny For The SurgIcal Treatment Of Breast Cancer (a SerIes Of 100 Cases)
Tümü kadın olan 100 meme kanserli olguya Madden'in Modifiye Radikal Mastektomi (MRM) tekniği uygulandı. Olgular yaş, semptom, tümörün lokalizasyonu, büyüklüğü, aksiller metastaz ve TNM'ye göre sınıflandırılması ile komplikasyonlar, mortalite ve sürvi bakımından incelendi. Sonuçların en az Radikal Mastektomi (RM) kadar iyi olduğu saptandı.
One hundred female patients alt of who had breast cancer were applied Madden's modified radical mastectomy technque. The cases were examined considering the age of the patient, the localisation and size of the tumor, axillary metastasis and classification. Complications and the rate of mortality and survival were studied. The results were as hopeful as radical mastectomy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Mehmet Aykut Yıldırım, Hülya Vatansev, Mustafa Şentürk, Cengiz Kadıyoran, Sinan İyisoy
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Our ExperIence Of NonoperatIve Management In PatIents WIth LIver Injury Due To MultIple Blunt Trauma
Amaç
Künt multiple travma nedeniyle nonoperatif tedavi (NOT) uygulanan karaciğer travmalı hastaların takibinde halen fikirbirliği yoktur. Çalışmamızda hastanemizde NOT uygulanan künt travma sonucu karaciğer yaralanması olan hastalara ait deneyimlerimizi sunmayı amaçladık.
Materyal Metod
Çalışmada hastanemize multiple travma nedeniyle başvuran ve karaciğer yaralanması olan 104 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. NOT başarılı olan hastalar ve NOT başarısız olup laparatomi yapılan hastalar tasnif edildi.
Bulgular
Künt karın travmasına bağlı 104 hastanın tamamında solid organ yaralanması olup bunların 58’inde toraks travması mevcuttu. Künt karın travması nedeniyle karaciğer yaralanması olan 94 hastaya NOT başarı ile uygulandı.10 hastada konservatif takip sırasında cerrahi tedaviye dönüldü. Yaralanma derecesine göre 35 hasta grade 1, 23 hasta grade 2, 24 hasta grade 3 ve 12 hasta grade 4 olarak derecelendirildi. NOT’un başarısız olduğu karaciğer travmalı 10 hastanın verileri NOT uygulanan grupla karşılaştırıldı.
Sonuç
Yaralanma derecesi yüksek veya toraks travmasının eşlik ettiği hastalarda komplikasyon gelişimi de artmaktadır. Grade 4 yaralanmalarda NOT uygulanan vakalarda komplikasyonların görülme oranı yüksektir.
Abstract
Objective
There is still no consensus on nonoperative management (NOM) for the treatment of patients with liver injury due to multiple trauma. In this study, we aimed to present our experience in patients who underwent NOM in our hospital due to liver injury resulting from blunt trauma.
Material & Methods
In this study, a total of 104 patients who presented to our hospital with liver injury due to multiple trauma were retrospectively evaluated. Patients with successful NOM and those who underwent laparotomy due to failure of NOM were grouped.
Results
All of the 104 patients had solid organ injury due to blunt abdominal trauma, and 58 of these had thorax trauma. NOM was successfully performed in 94 patients with liver injury due to blunt abdominal trauma. The treatment was converted to surgery in 10 patients during conservative follow-up. According to injury grades; 35 patients were graded as Grade 1, 23 patients as Grade 2, 24 patients as Grade 3, and 12 patients as Grade 4. Data of 10 patients with liver trauma and NOM failed were compared with those of the NOM group.
Conclusion
The development of complications increases in patients with high-grade injury or those accompanied by thorax trauma. The rate of complications is high in patients who receive NOM in Grade 4 injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolon Ve Rektum Kanseri Konusunda Klinik Araştırma
Asım Duman, Cemil Ceviz, Seyfettin Sönmez, Muharrem Kalbisade, Ferit Eğriparmak
Araştırma makalesi
Özeti
Kolon Ve Rektum Kanseri Konusunda Klinik Araştırma
Research ConcernIng ColonIc And Rectal CarcInoma
Ağustos 1969 ile Ocak 1982 yılları arasında D.Ü.T.F. Genel Cerrahi Kliniğinde yatan kolon ve rektum kanserli 186 hastanın dosya notları incelenmiştir. Bunların 156'sında cerrahi girişimde bulunulmuş, 30 unda ise cerrahi tedavi uygulanmamıştır. Vakalarımızda lezyonun % 55,9 u rektum veya rektosigmoidte, %26,8'i sağ kolonda ve %17,3'ü ise sol kolonda yerleştiği tespit edilmiştir. Karsinomanın 156 hastanın 98'inde nonkürabl, 58'inde kürabl olduğu anlaşılmıştır. 58 hastada radikal, 98 vakada ise palyatif ameliyat tatbik edilmiştir. 156 hastada genel mortalite oranı % 26,2'dir. 89 kalın barsak kanserli hasta kliniğimize acil olmayarak başvurmuş, bunların 60'ında kanser nonkürabl olup postoperatif mortalite % 23,3 ve 29 unda kanser kürabl olup % 10,3 idi.
Between August 1969 and January 1982, D.Ü.T.F. The file notes of 186 patients with colon and rectal cancer hospitalized in the General Surgery Clinic were examined. Surgical intervention was performed in 156 of these, and surgical treatment was not performed in 30 of them. In our cases, 55.9% of the lesion was found in the rectum or rectosigmoid, 26.8% in the right colon and 17.3% in the left colon. Carcinoma was found to be non-curable in 98 and curable in 58 of 156 patients. Radical surgery was performed in 58 patients and palliative surgery in 98 patients. Overall mortality rate in 156 patients was 26.2%. Eighty-nine colon cancer patients applied to our clinic without an emergency, 60 of them cancer is non-curable and postoperative mortality was 23.3% and cancer was curable in 29 and 10.3%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Pnomotarakslarda Cerrahı Tedavı
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Spontan Pnomotarakslarda Cerrahı Tedavı
SurgIcal Treatment In Spontaneous Pneumothorax
Klinigimizde 408 spontan pnOmotoraks va-kastrun Maria transaxiller vertikal toratokomi (+) biil, bleb eksizyonu veya ligasyonu, smith parietal plorektomi uygulanmtvir. Primer spontan pnomotorakslarda vakanin du-rumuna gore tthbi gozlem, tiip drenap, torakopik cerrahi veya klasik transaksiller vertikal torakotomi ile bleb eksizyonu ye parietal plorektomi teknigi uy-gulantr. Sekonder spontan pnbmotorakslarda ise tibbi gazlemin genellikle yeri yoktur, direkt tiip dre-najr Tiip drenajz ile solunum fonk-siyonlari diizeltilemeyen ye hava kacagt tsrarlz ola-rak uzun siiren seconder spontan pnOmotorakslarda zorunlu kalmmca cerrahi yol secilir. Genellikk se-konder spontan pniimotoraksh hastalarin solunum fonksiyonlan yetersiz oldugundan cerrahi en-dikasyon swurli tutulur.
408 patients with sontaneous pneumothorax were treated and 26 of them were performed sur-gical bleb excision and limited pleurectomy. The traditional treatments of primary spon-taneous pneumothorax include bed rest, tube tho-racostomy, toracoscopic surgery or bleb excission and parietal pleurectomy. In secondery pneumothorax, tube thoracostomy is used without waiting. If the respiratory functions do not improved by tube thoracostomy and air le-akage continues surgical treatment should be used since the patients whith secondary pnneumothorax have not good pulmonary capacity surgical tre-atment should he tried only is chosen cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
Asım Duman, M. Tireli, Ömer Karahan, A. Çetin, Cemil Ceviz
Araştırma makalesi
Özeti
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
SurgIcal Treatment Of HydatId Cyst Of The LIver
Bu makalede kliniğimizde ameliyat edilen 141 karaciğer hidatik kisti vakasının sonuçları sunulmustur. 141 hastada tespit edilen 192 karaciğer hidatik kistine 180 kez cerrahi tedavi yöntemi uygulanmıştır. Marsupializasyon 83, parsiyel kistektomi ve kalan kısmın direnajsız kapatılması 70, perikistektomi 11, parsiyel kistektomi ve tünelizasyon 10, sol lateral seg-mentektomi 5, kistin ve karın boşluğunun drenajı 1 defa kullanılmıştır. 141 karaciğer hidatik kisti vakasının 9 u kaybedilmiş olup, postoperatif mortalite % 6,4 dür.
In this article, the results of 141 hepatic hydatid cyst cases operated in our clinic are presented. Surgical treatment was applied 180 times to 192 liver hydatid cysts detected in 141 patients. Marsupialization 83, partial cystectomy and closure of the remaining part without drainage 70, pericystectomy 11, partial cystectomy and tunneling 10, left lateral seg-mentectomy 5, drainage of the cyst and abdominal cavity was used once. Nine of 141 hepatic hydatid cyst cases were lost, postoperative mortality was 6.4%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopi İle Tedavi Edilen Ektopik Gebeliklerin Değerlendirilmesi
Osman Balcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopi İle Tedavi Edilen Ektopik Gebeliklerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The LaparoscopIcally Treated EctopIc PregnancIes
Bu çalışmada kliniğimizde laparoskopik yaklaşımla tedavi ettiğimiz ektopik gebelik olgularımızın değerlendirilmesini amaçladık. Ocak 2007 – Aralık 2009 yılları arasında kliniğimizde ektopik gebelik tanısı konulan ve laparoskopik yaklaşımla tedavisi yapılan 56 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular yaş, gravida, parite, başvuru şikâyetleri, başvuru anındaki gebelik haftaları, transvajinal ultrasonografi (TVUSG) bulguları, tedavi öncesi ve sonrası ß-human chorionic gonadotropin (ß-hCG) değerleri, tedavi öncesi ve sonrası hemoglobin (Hb) değerleri, uygulanan laparoskopik yöntemler, transfüzyon yapılıp yapılmadığı ve ek tedavi uygulanıp uygulanmadığı açısından incelendi. Hastaların ortalama yaşı 30.4±4.2 ve ortalama gebelik haftaları 6.6±1.4 hafta idi. Başvuru sırasında ortalama ß-hCG değerleri 2932.4±2276.8 IU/L idi. Hastalar sıklıkla kasık ağrısı ve vajinal kanama ile başvurmuşlardır. Hastalarda TVUSG bulguları olarak sıklıkla adneksiyal kitle ve hemoperitoneum gözlenmiştir. En sık ampuller gebelik tanısı konmuştur. Hastaların çoğuna tuba koruyucu cerrahi tedavi uygulanırken, sadece %10.7’sine salpenjektomi uygulanmıştır. Post-operatif kanama nedeniyle 2 hasta yeniden laparoskopiye alınırken, 10 hastaya da kan transfüzyonu yapılmıştır. Hastaların tamamında 1. ayın sonunda ß-hCG değerlerinin normal sınırlara döndüğü görülmüştür. Sonuç olarak hemodinamik açıdan stabil ve laparoskopik tedaviye uygun özellikle de genç ve fertilite isteği olan ektopik gebelik hastalarında, en iyi tedavi yaklaşımının konservatif laparoskopi olduğunu düşünmekteyiz.
In this study, we aimed the evaluation of the laparoscopically treated ectopic pregnancy cases in our clinic. This retrospective study included 56 cases that were diagnosed to have ectopic pregnancy and treated by laparoscopy between January 2007 and December 2009. Patients characteristics such as age, gravidity, parity, symptoms, gestational age at the time of diagnosis, sonographic findings, preoperative and post-operative serum ß-human chorionic gonadotropin (ß-hCG) and hemoglobin levels, type of laparoscopic surgery, blood transfusion and additional treatments were recorded. The average age of the patients was 30.4±4.2 years, the average gestational age was 6.6±1.4 weeks, and the average ß-hCG value at presentation was 2932.4±2276.8 IU/L. The patients presented usually with pelvic pain and abnormal vaginal bleeding. Adnexal mass and hemoperitoneum were mostly seen by sonographic evaluation. Ampuller pregnancy was the most common. Most of patients had conservative surgery; salpingectomy was applied to 10.7% of patients. Ten patients received blood transfusion and 2 patients underwent re-laparoscopy because of postoperative bleeding. Serum ß-hCG levels returned to normal at the end of the 1st month after surgery in all patients. According to these findings, laparoscopic surgery is the most appropriate treatment for young patients with ectopic pregnancy who are hemodynamically stable and wish to preserve their fertility
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Venöz Yaralanmalar Ve Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, Ali Ersöz, Yüksel Tatkan, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, Adnan Kaynak, Tayfun Göktoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Venöz Yaralanmalar Ve Cerrahi Tedavisi
Venous Injurıes And Surgıcal Treatment
Between 1976 - 1985, 64 patients were admitted ta our ciinic as an emergency with peripheral yein injuries. 57 of these patients were male and 7 female. Hospitalisation period was 2 - 18 hrs. Ali patients received surgical treatment with satisfactory results. The emphasis is made on the thought that yein injuries should be considered as important as the arterial emergencies.
19. yüzyılda venöz onarım için bazı teknikler uygulanmıştır. 20. yüz-yılın başlarında, venöz sistem cerrahisi arteriel sistem cerrahisine paralel olarak gelişme göstermiştir. Eck (1877) iki kan damarı arasında ilk anastomozu denedi. (V. porta ile V. cava inferior). İlk defa Murphy 1897'de bir hastada superfisial fe-moral ven laserasyonunda ve femoralis communisteki laserasyonda (de-vamlı sütür ile) lateral sütür tamirini tarif etti. Haimovic (1899) da ven ve arter tamiri metodlarını tavsiye etmiştir. Clermont 1901'de ayrılmış V. cava inferior uçlarını devamlı ince ipekle sütüre ederek başarılı bir operasyon gerçekleştirdi. Goodman (1918)'de iki femoral, iki popliteal yen laserasyonunu lateral sütürle tamir etti. Dorfler 1899 yılında yen tamiri için, yuvarlak tel iğnesi ince ipekle, arter duvarına yakın sağlam-lıkta olan yen duvarının tüm tabaklarından dikkatlice geçirilerek devamlı dikilmesi tekniğini tavsiye etti.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karpal Tünel Sendromu Cerrahi Zamanlamasında Emg’nin Rolü
Bilsev İnce, Zikrullah Baycar, Tahsin Sami Çolak, Mehmet Emin Cem Yıldırım, Mehmet Dadacı, Mehmet Uyar, İsmail Hakkı Korucu
Araştırma makalesi
Özeti
Karpal Tünel Sendromu Cerrahi Zamanlamasında Emg’nin Rolü
The Role Of Emg In SurgIcal TImIng Of Carpal Tunnel Syndrome
Giriş: Karpal tünel sendromu (KTS), median sinirin el bileğinde karpal tünelde kompresyonu ile oluşan en sık görülen periferik mononöropatisidir.
Amaç: Bu çalışmada EMG’de ileti hızında azalma ve latansta uzama gösteren KTS tanılı hastalarda EMG verilerinin cerrahinin başarısı üstündeki rolü araştırıldı. Böylece cerrahi endikasyonların objektif kriterlere bağlanması amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: 2013-2018 yılları arasında elde uyuşma şikayetiyle olan, EMG’de karpal tünel sendromu tanısı almış ve cerrahi uygulanmış hastalar prospektif olarak değerlendirildi. Ameliyat sonrası 12.ayda hastaların şikayetlerinin devam edip etmediği sorgulanarak median sinirdeki ileti hızının değişimi yapılan EMG kontrolleri ile saptandı. Bu verilerle ameliyat öncesi EMG bulguları karşılaştırıldı. Ameliyat sonrası uyuşukluğun devam etmesi cerrahi başarısızlık olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya 266 hasta (62 Erkek, 204 Kadın) dahil edildi. Şikayetleri devam eden hasta sayısı 23’tü. Şikayeti devam eden hastaların median motor latans ortalaması 6,63 msn (min 3,04 - max 11,04), ileti hızı ise ortalama 42,91 m/sn (min 36,88 - max 51,8)’di. Şikayetleri devam eden hastaların 16’sında median sinir duyu potansiyeli, 2’sinde hem duyu hem motor potansiyeli elde edilemedi. Şikayeti olmayan hastaların ise 70’inde median sinir duyu iletimi elde edilemezken, tamamında motor potansiyel elde edildi. Median motor sinir latans 4,63 msn’nin üstünde olduğunda KTS cerrahi tedavisinde hastanın uyuşukluk şikayetinin devam ettiği istatistiksel olarak tespit edildi.
Sonuç: Motor sinir Latans 4,63’ün üstünde olduğunda KTS cerrahi tedavisinde başarı şansı azalmaktadır. KTS cerrahi tedavisi bu sınırlara gelmeden yapılması geri dönüşümsüz değişikliklerin ortaya çıkmasını engelleyebilir.
Background: Carpal tunnel syndrome (CTS) is the most common peripheral mononeuropathy caused by compression of the median nerve at the wrist inside the carpal tunnel.
Aim: The aim of this study was to investigate the relationship between EMG data and surgical success in patients with CTS who showed a decrease in conduction velocity and prolonged latency in EMG. Thus, it was aimed to link the surgical indications to objective criteria.
Patients and Methods: The patients who were diagnosed with carpal tunnel syndrome and underwent surgery between 2013-2018 were evaluated prospectively. In the postoperative 12th month, changes in the median nerve velocity were observed by the EMG controls. Post-operative drowsiness was accepted as a surgical failure.
Results: 266 patients (62 males, 204 females) were included in the study. Complaints of 23 patients were continuing. The median motor latency average of the patients who complained was 6,63 msec (min 3,04 - max 11,04), and the message speed was 42,91 m / s (min 36,88 - max 51,8). Median nerve sensory potential was not found in 16 patients, sensory and motor potential was not achieved in 2 patients. Median nerve sensory conduction could not be obtained in 70 of the patients without any complaint, but motor potential was obtained in all of patients. When median motor nerve latency was higher than 4.63 ms, it was found that the patient complaint of drowsiness continued after surgical treatment of CTS.
Conclusion: When the motor nerve Latans is above 4.63, the chance of success in the surgical treatment of CTS decreases. Performing CTS surgical treatment before these limits may prevent the occurrence of irreversible changes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Harap Akciğer
Tahir Yüksek, Ali Ersöz, Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Osman Yılmaz, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Harap Akciğer
Harap Lungs
Mayıs 1984-Nisan 1988 arasında, akciğerleri tahrip olan 7 vaka S. Ü. Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı. En genç ve en yaşlı hastalar 5 ve 47 yaşlarındaydı. Hastalar kendilerini öksürük, pürülan balgam, nefes darlığı, plevral ağrı ve hemoptizi ile gösterdiler. Parmakların çarpması her durumda yaygındı. Tahrip olmuş akciğer tarafında araştırabileceğimiz bir perfüzyon elde edemedik. 5 pnömonektomi ve 2 plöropnömonektomi ile cerrahi tedavi kabul edildi. Bir hastada bronko-plevral fistül ile postoperatif komplikasyon olarak 2 ampiyem vardı. Bu hasta torakoplasti sonrası öldü. Diğer hasta halen açık drenaj ile yaşıyor.
Between May 1984-April 1988 7 cases with destroyed lung were treated at S. Ü. Faculty of Medicine Thoracic and Cardiovascular Surgical Department. The youngest and oldest patients were 5 and 47 years old. Patients presented themselves with coughing, purulant sputum, dyspnea, pleural pain and hemoptysis. Clubbing of fingers was common in all cases. We obtained no perfusion in the destroyed lung side whom we could research. Surgical treatment with 5 pneumonectomy and 2 pleuropneumonectomy were corned out. There were 2 empyema as post operative complication with broncho-pleural fistula in one patient. This patient died following thoracoplasty. The other patient is still alive with open drainage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Deri Malign Melanomlarında Cerrahı Tedavi
Adil Kartal, Mustafa Gezginç
Araştırma makalesi
Özeti
Deri Malign Melanomlarında Cerrahı Tedavi
SurgIcal Treatment In MalIgn SkIn Melanomas
On beş deri malign melanom (MM) olgusunda geniş cerrahi eksizyon + serbest deri grefi ve terapötik veya profilaktik amaçla regionel lenfadenoidektomi uygulandı. Olgular postoperatif kemoterapi, radyoterapi ve immunostimülan tedaviye alındı. Bu nedenle malign melanomiar çeşitli yönleriyle incelendi.
Extensive surgical excision, free skin graft and regio•al lymphadeno-idectomy for therapeutic or prophylactic reasons were performed in fifteen malign skin melanoma cases. They were kept under postoperative chemotherapy, radiotherapy, immunotherayp afterwards and various aspects of melanomas were examined.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diafragma Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Adnan Kaynak, Cevat Özpınar, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, Şeref Otelcioğlu, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Diafragma Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Dıaphragma Injurıes And Surgıcal Treatment
Travmaya bağlı diafragma hernisi ilk olarak Sennertus tarafındaıı 1541 yılında tarif edilmiştir. 1579 yılında da Ambrose Pare iki adet travmatik diafragma yırtığı tarif etmiştir. Delici bir aletle yaralanmaya bağlı ilk diafragma operasyonu ise 1886 yılında Riolfi tarafından gerçekleştirilmiştir (5).
We have briefly discussed laboratory findings, treatments and the results of treatment of the patients admitted to our deparment with diaphragınatic injuries during the last 5 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kaviter Akciğer Hastalıkları: 204 Olgunun Retrospektif İncelenmesi
Mehmet Gök, Güven Sadi Sunam, Sami Ceran, Faruk Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Kaviter Akciğer Hastalıkları: 204 Olgunun Retrospektif İncelenmesi
CavItary Lung DIseases: A RetrospectIve AnalysIs Of 204 PatIents
Kaviteli Akciğer lezyonları bulunan hastalar sıklıkla uzamış hospitalizasyona sebep olmakta, morbidite ve mortalite açısından yüksek risk taşımaktadır. Bu çalışmada 1995-2003 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dallarında kaviter hastalık sebebiyle yatarak izlenen 204 hasta dosyası retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmaya alınan olguların 142’si (%70) erkek, 62’si (%30) kadındı ve yaşları 6 ila 77 arasında değişiyordu. Kesin tanı göğüs radyogramı veya BT’de kaviter akciğer lezyonu varlığı ile kondu. Yaş, cinsiyet, etiyoloji ve tedavi türüne göre farklılıklar analiz edildi. En sık kaviter hastalık sebebi 73 (%36) olgu ile tüberküloz idi. Kaviter lezyon 114 (%56) olguda sağda, 74 (%36) olguda solda, 16 (%8) olguda bileteral idi. Olguların 145’ine (%71) medikal tedavi verilirken, 59’una (%29) cerrahi tedavi uygulandı. Sekiz olgu solunum yetmezliği nedeniyle eks oldu.
Patients with cavitary lung lesions have a high ris of morbidity and mortality with prolonged hospitalization. In this study 204 patients who were treated in Selcuk University, Chest Diseases and Thoracic Surgery departments between 1995-2003, are examined retrospectively. There were 142 (70%) men and 62 (30%) women aged from 6 to 77. Definite diagnosis was established by the presence of cavitary lung lesion in chest x ray or CT. Variable of age, sex, etiology and type of treatment, were analyzed. The most common cause of cavitary lesion was tuberculosis (36%). There were 114 (56%) right caviation, 74 (%36) left and 16 (8%) bilateral cavitation 59 (29%) cases were treated by a surgery, while 145 (%71) were treated by medical treatment and observation. Six cases were died due to respiratory failure
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırıgı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç has-tada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschner-wire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırığı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç hastada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschnerwire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Mustafa Kürşat Evrenos, Merve Özkaya Ünsal
Araştırma makalesi
Özeti
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Treatment Of Cutaneous MucormycosIs In PatIents WIth CortIcosteroId Treatment After Trauma
Amaç: Mukormikozis, invaziv yumuşak doku nekrozu yapabilen ve agresif seyirli nadir bir fırsatçı mantar enfeksiyonudur. Genellikle immun sistem yetersizliği olan hastalarda görülürken, nadiren immunkompetan hastalarda da karşılaşılabilir. Bu yazıda, travma sonrası kısa sureli kortikosteroid tedavisi alan ve ardından fasiyal kutanöz mukormikoz gelişen 4 immunkompetan olgunun prognoz ve tedavisi bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2016 – 2018 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’ne travma sonrasında başvuran, intrakranial veya spinal patolojileri nedeniyle kısa sureli kortikosteroid tedavisi alarak immun sistemi baskılanmış olan ve fasiyal kutanöz mukormikoz tanısı alan dört adet hasta dahil edildi. Prognoz, medikal ve cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Malar ve maksiller bölge tutulumu olan bir hastada seri debridmanlar ve medikal tedavilerle kür sağlandı. Serbest fleplerle rekonstruksiyon yapılan hastada estetik ve fonksiyonel olarak kabul edilebilir sonuçlara ulaşıldı. 2 hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra lokal fleplerle onarımı yapıldı. Bir hastaya, fungal osteomiyelit ve intrakraniyal inflamatuar değişiklikleri bulunması nedeniyle onarım operasyonu yapılamadı. Bu hastanın takiplerinde MR görüntülemelerinde regresyon saptandı.
Sonuç: Multitravma sonrasında, kontamine yara enfeksiyonu meydana gelen ve kısa dönem için bile olsa kortikosteroid tedavisi alan hastalarda mukormikozisin akılda tutulması gerekmektedir. Seri, tekrarlayan ve agresif debridmanlar yapılmalı, rekonstruksiyon planı enfeksiyonda kür sağlandıktan sonra yapılmalıdır.
Objective: Mucormycosis is an infrequent opportunistic fungal infection which may cause an aggressive and invasive soft tissue necrosis. It is usually developed in patients with immune system deficiency, and rarely seen in immunocompetant patients. We report prognosis and treatment of the immunocompetant patients that developed facial cutaneous mucormycosis after short term corticosteroid therapy.
Material and Method: The patients who were admitted to Manisa Celal Bayar University Hospital after multitrauma and given short term corticosteroids due to cranial and spinal injuries and became immuncompromised and diagnosed as facial cutaneous mucormycosis between 2016 and 2018 were included in the study. Prognosis, medical and surgical treatment outcomes of therapy is reported.
Results: One patient with malar and maxillary involvement was treated with medical therapy and serial debridements and infection was cured. Reconstruction with free flaps were done, acceptable functional and aesthetic results were achieved. Two patients had adequate therapy and reconstructed with local flaps. One patient was not operated due to recurrent fungal osteomyelitis and intracranial inflammatory findings, and regression in MRI was seen.
Conclusion: Mucormycosis should be kept in mind in contaminated wound infections in patients who have been treated with corticosteroids even for a short time after multitrauma. Rapid, repetitive and aggressive debridemants should be performed and reconstruction should be planned after cure of the fungi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dekübit Ülserlerinde Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız
Zekeriya Tosun, Mübin Hoşnuter, Sadık Şentürk, Adem Özkan, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Dekübit Ülserlerinde Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız
Our SurgIcal ResultsIn DecubItus Ulcers
Dekübit ülserleri uzun süreli yatağa bağımlı hastalarda gelişebilir. Yaşlı ve spinal kord yaralanması olan hastalar yüksek risk grubundadır. Bu yazıda Mayıs 1994 - Ocak 2000 yılları arasında kliniğimizde öpere edilen 52 dekübit hastası ve bunlara uygulanan onarım yöntemlerimiz sunulmuştur. Çalışmaya sakral, trokanterik ve iskiyal bası yaraları dahil edilmiş olup bunun dışındaki alanlar hariç tutulmuştur. 3 iskiyal ülserli hasta nüks nedeniyle başvurmuşken sakral ve trokanterik ülserlerde hiç nükse rastlanmadı. Bu nüksün cerrahi teknikten çok basıya bağlı olduğu düşünüldü. Dekübit ülserlerinde cerrahi yaklaşımların hem nüksü önleme hem de fonksiyonel hasar oluşturmaması bakımından önemlidir. Bu yazıda 1994 - 2000 yılları arasında öpere ettiğimiz hastalar ışığında dekübit ülserleri onarımına yaklaşımlarımız sunulmuştur.
Decubitus ulcers can develop in immobilized patient. Patients with spinal cord injury and elderly patients are at high risk. We presented 36 patient with pressure sore that we operated between May 1994 and January 2000 and our reconstructive procedures. Sacral, trochanteric and ischial pressure sores we are included the study, other sites were excepted. As 3 patient with ischial ulcer were accepted because of recurrence, there were no recur- rence for sacral and trochanteric ulcers. This recurrences were not depend on surgical techniçues perhaps due to pressure. Selecting the proper surgical technique for decubitus ulcer, is important eitherpreventing recurrence and funtional loss. We revievved our experience with reconstruction of decubit ulcers betvveen 1994 and 2000 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Pnömotorakslarda Parietal Plevra Lambosu İle Cerrahi Tadevi
Hasan Solak, Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Özkan Akkoç, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan, Kemal Ödev, Şeref Otelcioğlu, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Spontan Pnömotorakslarda Parietal Plevra Lambosu İle Cerrahi Tadevi
Surgıcal Tender Wıth Parıetal Pleural Lamp In Spontaneous Pneumotoraxes
Spontan pnömotoraks göğüs hastalıkları içinde ilk çağlardan beri bilinmekte ve göğüs cerrahisinin acil vakaları grubuna girmektedir. Spontan pnömotoraksla ilgili ilk tarif M.Ö. 460 - 337 yılları arasında yaşamış Hippocrates tarafından yapılmıştır. Aynı klinik tablo 1770 yılında Henson tarafından tariflenmiştir. (1, 2). Göğüs hastalıklarının teşhis ve tedavilerinde uygulanan geliştirilmiş yöntemler sayesinde spontan pnömotoraksın konservalif ve gerektiğinde cerrahi tedavisinde artık günümüzde problem olmaktan çıkmıştır.
The number of patients admitted ta our department with spontaneous. pneumothoıar during the Last ten years is 150. Conservative and intercostal drainage methods used in 30 patients failed. Therefore, they are alt operated on. Superiority of lambolu parietal pleural method over the other methods used for this group of disorders have been discussed. No recurrence has been reported during the 4 - year follow - oup period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Portal Hipertansiyonda Cerrahı Tedavı
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Özden Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Portal Hipertansiyonda Cerrahı Tedavı
SurgIcal Treatment In Portal HypertensIon
1989-1992 yılları arasında S.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde portal hipertansiyon tanısı alan 12 olguya; 3 selektıf, 8 nonselektıf şant, 1 özofagogastrik transseksiyon ve 2 Sugiura-Futagawa işlemi olmak üzere 14 cerrahi girişim uygu-lanmıştır. Özofagogastrik transseksiyon uygulanan 1 ve Su-giura -Futagawa işlemi uygulanan 2 olgu dışında tüm girişimler efektif şartlarda yapılmıştır. Sugiura işlemi uygulanan 2 olgu dışında operatif mortalite olmamış, 3 ay-2 yıllık takiplerde hiçbir ol-guda tekrarlayan kanama gözlenmemiştir.
Between 1989 and 1992 in University of Selçuk, Faculty of Medicine, Department of Surgery, 12 patients were diagnosed with portal hypertension. 14 surgical intervention (3 selective and 8 nonselective shunt, 1 eosophageal transsection and 2 Sugiura-Fwagawa procedure) were peıforıned ta these patients. Except 1 oesophageal transsection and 2 Sugiura-Futagawa operation, all operations were peıformed in elective conditions. Expect 2 cases underwent Sugiura-Futagawa operation, there were no operative mortality. Ir wasn't developed the recurrent hemorrhage in following 3 mounts to 2 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Vaka Dolayısı İle Prune Belly Sendromunda Ürolojik Tedavi
İbrahim Ünal Sert, Sevim Karaaslan, Lema Tavlı, Ali Acar, Ahmet Öztürk
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Vaka Dolayısı İle Prune Belly Sendromunda Ürolojik Tedavi
UrologIcal Management Of Prune Belly Syndrome
Prune belly sendromlu 5 aylık bir erkek bebeğin ürolojik cerrahi tedavisi anlatilmış ve prune belly sendromunda cerrahi tedavinin indikasyonları üzerinde durulmuştur.
We presented a 5 monihs old rnale infant with prune belly syndrome and eınphasized the indications of operalive managernent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sol Atrıal Mıksoma Ye Perıferık Embolı
Ufuk Tütün, Ufuk Özergin, Kadir Durgut, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Sol Atrıal Mıksoma Ye Perıferık Embolı
Left AtrIal Myxoma And ArterIal EmbolIsm
60 yavnda bir kadrn pasta bilateral femoral ar-teriel emboli nedeni cerrahi tedavi altina almdi. Ilea tetkikinde sol atriumdan koken alan mik-somanIn emholiye neden oldugu tespit edildi. Kar-diak miksoma te§his edildi§inde cerrahi mildahale ile kitlenin eksizyonu endikedir. Hastalar ope-rasyonunu bile beklerken emboli komplikasyonlari nedeni ile % 8-10 oramnda Oldiiklerinden genellikle acilen operasyona alormalithrlar.
A 60 year old woman was referred because of bi-lateral femoral arterial embolism. On examination a diagnosis of cardiac myxoma is made on the left side. Surgical removal is indicated whenever a di-agnosis cardiac myxoma is made. Generally it is concidered an urgent procedure, particulary if the patient has a history of embolism since it has been noted that 8% to 10% patients die from embolic complications while waiting for operation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
Bartu Badak, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
AsymptomatIc Huge OverIal BenIgn MucInous Cystadenoma
Overin benign müsinöz kistadenomu büyük boyutlara ulaşabilir.
Abdominal kistik kitleler büyük boyutlara ulaşmadan genellikle belirti
vermemektedir. Olgumuzda olduğu gibi büyük boyutlara ulaşan
bir abdominal kistin asemptomatik bir klinik seyir izlemesi nadir
karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede asemptomatik dev overial
benign müsinöz kistadenom olgusunu sunarak abdominal kistlere
yaklaşımı değerlendirmek istedik. Abdominal kistlerin tanısında
ultrasonografi yararlı bir tetkiktir. Ayırıcı tanı için ileri görüntüleme
yöntemi olarak abdominal tomografi veya manyetik rezonans tercih
edilmelidir. Cerrahi tedavide genellikle orta hat insizyon ile açık
cerrahi müdehale tercih edilmektedir. Açık cerrahi konvansiyonel
bir yöntem olarak önemini korumaktaysa da laparoskopik cerrahi
yöntemler giderek yaygınlaşmaktadır.
Asymptomatic huge overial benign mucinous cystadenoma:
A case report. Overial benign mucinous cystadenoma can grove
huge sizes. Abdominal cysts are usually asymptomatic unless
they have huge sizes. It is a rare condition asymptomatic clinical
course of a huge abdominal cyst as like in our case. We aim to
examine abdominal cysts by presenting a case of huge overial
benign mucinous cystadenoma in this article. Abdominal ultrasound
imaging is a useful exemination in diagnosis of abdominal cysts.
For differential diagnosis abdominal tomography and magnetic
resonance must perform as a advenced imaging method. Surgical
treatment is usually open surgery performed by a median incision.
Although open surgical tecniques are protecting importance as a
convential prosedure laparoscopic surgical methods are increasingly
having popularization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Opere Edilmeden Erişkin Yaşa Ulaşan Nadir Bir Konjenital Kalp Hastalığı Tek Ventrikül
Kenan Demir, Hakan Akıllı
Olgu sunumu
Özeti
Opere Edilmeden Erişkin Yaşa Ulaşan Nadir Bir Konjenital Kalp Hastalığı Tek Ventrikül
A Rare Case Of CongenItal Heart DIsease In An Unoperated Adult PatIent SIngle VentrIcule
Tek ventrikül nadir görülen bir konjenital kalp hastalığıdır. Prognozunun kötü olması nedeni ile cerrahi tedavi uygulanmadan erişkin yaşa ulaşan hasta sayısı azdır. Literatürde 5-6. dekata ulaşan vakalar bildirilmektedir. Sunacağımız vakayı ülkemizden bildirilen, opere edilmeden en ileri yaşa ulaşan tek ventrikül olgusu olması ilginç kılmaktadır.
Single ventricle is a rare congenital heart disease. The number of patients who reach to adult age without surgical operation due to poor prognosis are rare. There are publications that report cases reached to 5 to 6 decades in the literature. What makes the present case interesting is that it is the single ventricule that reaches the oldest age without operation reported in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Hıperparatiroidızm Ve Cerrahı Tedavısı
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Ahmet Kaya, Şükrü Bülent Özer, Mikdat Bozer, Özden Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Hıperparatiroidızm Ve Cerrahı Tedavısı
PrImary HyperparathIroIdIsm And SurgIcal Treatment
S.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde 1986-1992 yılları arasında primer hiperparatiroidi tanısı ile ameliyat edilen 8 olgu sunulmuştur. 7 olguda serum kalsiyum ve parathormon seviye-si yüksekti. 1 olgu dışında digerlerinde serum kreati-nin seviyesi normaldi. Preoperatif dönemde 2 olguda US ile, 5 olguda US+CT ile bir paratiroid bezinde büyüme saptandı. 1 olguda herhangi bir paratiroid bezinde büyüme saptanamadı. Adenom olduğu düşünülen 7 olguda paratiroid gland eksizyonu uygu-landı ve nodüler guatr da saptanan 3 olguda aynı za-manda subtotal tiroidektomi de yapıldı. Iliperplazi düşünülen 1 olguda 3112 paratiroid bezi çıkartılarak subtotal paratiroidektomi uygulandı. Histopatolojik tatlılar tüm olgularda benign olarak saptandı.
In University of Selçuk, Faculty of Medicine, Department of Surgery, 8 cases operated with diagnosis of primary hyperparathyroidism between 1986-1992 were presented. The level of the serum calcium and parathormon were high in 7 cases. Except one case, the level of serum creatinin were normal. In preoperative period, it was found enlarged one parathyroid gland by US in 2 cases and by US+CT in 5 cases. It was not found any enlarged parathyroid gland in one case. It was performed parathyroid gland excision in 7 cases considered as adenoma and also performed subtotal thyroidectomy in 3 cases with nodular goitre. In one case considered as hyperplasia, it was performed subtotal parathyroidectomy by exicision of 3 112 parathyroid glands. The results of hystopathologic studies were benign in all cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sünnetli Distal Hipospadias Olgularında Uyguladığımız Cerrahi Yöntemler Ve Sonuçların Değerlendirilmesi
İbrahim Çivi
Araştırma makalesi
Özeti
Sünnetli Distal Hipospadias Olgularında Uyguladığımız Cerrahi Yöntemler Ve Sonuçların Değerlendirilmesi
The SurgIcal Methods Of The CIrcumcIsed DIstal HIpospadIas That We Have Used And DIscussIon About TheIr Results
Hipospadias, üretra meatusunun glans koronası ile perineum arasında bir yerde penisin ventral yüzünde açılması durumudur. Bu konjenital anomalinin % 70'i penis ventral yüzünün Üçte bir distal bölümünde yer alır. Distal hipospadiasın cerrahi tedavisi için son zamanlar-da tarif edilen Beck-Hacker yönteminin modifikasyonu olan Baran ve eskiden beri kullanılan Beyan yöntemi vardır. Bu iki yöntemle yapmış olduğumuz 33 sünnetli distal hipospadias olgularının dökümü ve almış olduğumuz sonuçlar takdim edilmiştir.
Hipospadias is a condition which the opening of the urethra is on the ventral surface penis from corona of glans to the perineum. The opening of the meatus in this congenital anomaly was 70 percent on the distal part of the penis ventral surface. To relief this anomaly surgically there are two methods, first is Beck-Hacker is recently modified by Baran and the other was Bevan's which used older.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mahmut Mutlu, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Ömer Şafak, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
The Results Of TranspedIcular FIxatIon Of Unstable Thoracolumbar Vertebral Fractures
Nisan-1990 ve Mayıs-1997 tarihleri arasında 101 hastanın vertebra kırıkları cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama takip süresi 27 ay idi. Yetmiş erkek ve 31 bayan hastanın ortalama yaşı 35.9 olarak bulundu. En sık birinci lumbar vertebra etkilenmişti. 94 burst kırığı, 22 kompresyon kırığı, 4 kırıklı-çıkık ve 1 emniyet kemeri yaralanması tespit edildi. Nörolojik durum, 59 hastada Frankel-E, 14 hastada Frankel-A düzeyindeydi. Ortalama lokal kifoz açısı24 derece ve anterior kompresyon yüzdesi %40.7 idi. Ortalama spinal kanal tutulumu %44.5 olarak bulundu. Ame liyatlar ortalama dörtbuçuk gün içinde yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda korse kullanıldı. Komplikasyonlar; bir hastada sreprospinal sıvı fistülü, iki yüzeyel enfeksiyon ve bir bası yarası olarak gözlendi. Nörolojik kaybı olan onsekiz hasta kısmi olarak, iki hasta ise tam olarak düzeldi. Bu kırıkların tespitinde 394 transpediküler vida kul lanıldı. Otuzbir vida eğilmesi, 9 vida kırılması ve 19 vida yer değiştirmesi tespit edildi. Transpediküler fiksasyon to- rakolumbar vertebra kırık cerrahisinde etkili bir tedavi yöntemi olarak bulundu. Sonuç olarak, iyi seçilmiş vakalarda vertebra kırıklarının posterior yaklaşımla cerrahi tedavisi, komplikasyonları ol makla birlikte etkili bir tedavi metodu olarak bulundu.
Betvveen April 1990 and May 1997, 101 patients with unstable thoracolumbar vertebral fractures were treated operatively. The mean follow-up was 27 (3-66) months. There were 70 men and 31 women. The mean age was 35.9 (18-69) years. Etiology was falling from a height in most of them (56.4%). The delay from the original trauma to the presentation ranged from 2 hours to 7 days. First lumbar vertebra was affected mostly (35.5%). According to the Deniş classification, there were 94 burst fractures, 22 compression fractures, 4 fracture-dislocations and one seat-belt injury. Fiftynine patients had Frankel type E, and 14 had Frankel type A neurologic status. The me- dium angle of local kyphosis was 24° and the percentage of anterior compression was 40.7%. The percentage of average spinal canal involvement was 44.5%. The average time after the trauma till the operation was 4.5 days (6 hrs-20 days). The mean operative time was 135 minutes and 2.8 units of whole blood transfusion was used on the average, intraoperatively. Postoperative bracing was applied to ali of the patients. One CSF fistula, two su- perficial infections and one pressure sore were noted as early complications. Eighteen patients with neurologic deficits had partial, and two patients had full recovery. 394 transpedicular screvvs vvere used and there vvere 31 (7.8%) bent screvvs, 9 (2.2%) screvv breakages and 19 (4.8%) screvv migrations. Transpedicular fixation was found to be an effective method for thoracolumbar vertebral fracture surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Scheuermann Kifozu
Barış Özöner, Mehmet Çetinkaya, Rakesh Dhokia
Derleme
Özeti
Scheuermann Kifozu
Scheuermann’s KyphosIs
Hastalık ilk olarak Scheuermann tarafından, 1920 yılında, juvenilin dorsal kifozu olarak tanımlanmıştır. Scheuermann hastalığı adölesan çağda torakal hiperkofozun en sık nedenidir. İki alt tibi bulunmaktadır: Torakal ve torakolomber/lomber. Histolojik açıdan vertebral son plakalardaki düzensizlikler incelendiğinde, kollejen fibrillerde azalma veya kaybolma görülmektedir. Bunun sonucunda son plak devamlılığı bozulmakta ve disk materyalinin korpus içine protrüde olmasıyla Schmorl nodülleri ortaya çıkmaktadır. Bozulmalar vertebra korpusunda kamalaşmaya neden olmakta, bunun sonucunda dar açılanma gösteren kifotik deformite ortaya çıkmaktadır. Prevalans açısından bakıldığında, büyük serilerde %8’e varan oran görülmekte, hastalığın epidemiyolojisinde ise genetik geçiş ve mekanik stres faktörleri ön plana çıkmaktadır. Hastalığın semptomatik olması durumunda, ağrı deformiteye eşlik edebilir. Hastalığın klasik radyolojik tanımlaması, düzensiz vertebral son plak varlığı, 45 dereceyi geçen kifotik deformite ve en az 3 vertebrada bulunan ve 5 dereceyi geçen vertebra korpusunda olan kamalaşmayı içermektedir. Bazı olgularda kifoz ile minimal skolyoz birlikteliği görülebilmektedir. Tedavi ve takipte 50 derecenin altında kifozu olan olgularda periyodik radyolojik takip önerilmektedir. 75 dereceye kadar kifozu olan olgularda eğer iskelet matüritesi tamamlanmamış ise breys kullanımını uygundur. 75 dereceyi geçen olgularda ise; adölesanlarda breys uygulamasının başarısız olduğu durumlarda, erişkinlerde ise belirgin şekil bozukluğu olan ve konvansiyonel tedavi yöntemlerine rağmen ağrı şikayeti düzelmeyen olgularda cerrahi tedavi uygulanması düşünülmelidir.
The disease was first described by Scheuermann as the dorsal kyphosis of juveniles in 1920. Scheuermann's disease is the most common cause of thoracic hyperkyphosis in adolescence. There are two sub-types: thoracic and thoracolumbar / lumbar. Histologically, when the irregularities in the vertebral end plates are examined, collagen fibrils are seen to decrease or vanish. As a result, end-plate continuity deteriorates and Schmorl nodules appear when the disc material protrudes into the corpus. Deformations cause wedging in the vertebral corpus, resulting in narrow angled kyphotic deformity. In the large series, the prevalence is up to 8%, and the genetic transition and mechanical stress come into prominence in the epidemiology of the disease. Pain can be accompanied by deformity in symptomatic state. Classical radiological features include irregular vertebral endplates and kyphosis more than 45 degrees with 5 degrees of wedging in 3 or more vertebrae. In some cases, minimal scoliosis may accompany to kyphosis. Periodic radiologic follow-up is recommended for patients below 50 degrees of kyphosis. Bracing is appropriate in uncompleted skeletal maturation with kyphosis up to 75 degrees. In cases above 75 degrees, it is appropriate to perform surgical treatment when bracing is unsuccessful in adolescence and presence of exceeding pain despite the conventional methods and obvious deformity in adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uzun Dönem Viskokanalostomi Sonuçlarımız
Muammer Özçimen, Tekin Yaşar, Halil İbrahim Yener
Araştırma makalesi
Özeti
Uzun Dönem Viskokanalostomi Sonuçlarımız
Long Term Results Of VIscocanalostomy
Viskokanalostomi, açık açılı glokomun cerrahi tedavisinde geliştirilen ve ümit verici yöntemlerden bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Viskokanalostomi ameliyatlarının uzun dönem göz içi basıncını (GİB) düşürücü etkisi ve postoperatif komplikasyonları değerlendirildi. Bu retrospektif değerlendirmede 21 hastanın 22 gözüne uygulanmış viskokanalostomi ameliyatı sonuçları incelendi. Hastalar en az 12 en çok 62 ay ve ortalama 27.50 ± 14.71 ay takip edildi. Postoperatif göz içi basıncının ilaçla veya ilaçsız 21 mmHg’nın altında olması cerrahi başarı, ilaçsız 21 mmHg’nın altında olması ise cerrahi tam başarı olarak kabul edildi. Olgularımızın %90’ının postoperatif son kontrollerinde cerrahi başarı sağlandı, bu orana %22.7 hastada medikal tedavi ile ulaşıldı. Viskokanalostomi yönteminin glokom cerrahisinde GİB düşürme yönünden trabekülektomiyle karşılaştırılabilecek düzeyde etkin ve daha az komplikasyon oranı nedeniyle güvenli bir alternatif yöntem olabileceği sonucuna varıldı.
Viscocanalostomy (VCS) is a new and promising surgical treatment procedure of open angle glaucoma. In this report, the long term efficacy of VCS in lowering intraocular pressure (IOP) and postoperative complications of the technique were analysed. The outcomes of 22 eyes of 21 patients underwent viscocanalostomy were evaluated. The mean follow up period was 27.50 ±14.71 months (range, 12-62). Complete success rate was defined as IOP lower than 21 mmHg without medication and qualified success rate was defined as IOP below 21 mmHg with or without medication and it was 90% (20/22). Patients with an IOP lower than 21 mmHg with medication were 22.7% (5/22). Viscocanalostomy is as effective as trabeculectomy in lowering IOP, and it lowers the risk of incidence of such complications offering a safer and more convenient option.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Mehmet Işık, Ali Sarıgül
Olgu sunumu
Özeti
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Surgıcal Treatment In A Patıent Wıth Celıac Artery Stenosıs: Aorta-Hepatıc Bypass
Kronik mezenterik iskemi, intestinal perfüzyon bozukluğundan kaynaklanan nadir görülen bir hastalıktır. Yemeklerden sonra artan karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtilerle seyreder. Olgu sunumu yapılan hastada, intestinal iskemi, arterya dorsalis pedis tıkanıklığı, çölyak arter (ÇA) ve süperior mezenterik arter (SMA) tutulumu mevcuttu. 35 yaşındaki bir bayan hastada tüm bu lezyonların birlikte görülmesi, nadir olması açısından ilginçti.
Bu çalışmada, multipl lezyonlar nedeniyle endovasküler işleme uygun olmayan ve safen ven ile aorta-hepatik bypass yapılan genç hastanın cerrahi tedavisi paylaşılmak istendi.
Chronic mesenteric ischemia is a rare disease caused by intestinal perfusion disorder. Increased abdominal pain after meals, loss of appetite, weight loss, such as the symptoms of the course. The patient was presented with intestinal ischemia, arterial dorsalis pedis obstruction, celiac artery and superior mesenteric artery involvement. The coexistence of all these lesions in a 35-year-old female patient was interesting because of its rarity. In this study, we wanted to share the surgical treatment of a young patient who was not suitable for endovascular treatment and underwent saphenous vein and aorta-hepatic bypass due to multiple lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kadın Üreme Sisteminin Tamamına Metastaz Yapan Alveolar Lobüler Meme Kanseri Vaka Sunumu
Sıtkı Özbilgeç, Emine Türen Demir, Pembe Oltulu, Mustafa Korkmaz, Mehmet Artaç, Ali Acar
Olgu sunumu
Özeti
Kadın Üreme Sisteminin Tamamına Metastaz Yapan Alveolar Lobüler Meme Kanseri Vaka Sunumu
A Case Report Of Alveolar Lobular Breast Cancer MetastasIzed To The Whole Female ReproductIve System
Lobüler meme kanserinin üreme organlarına metastazı oldukça nadir görülen bir durumdur. Meme kanseri cerrahisi sonrası tamoksifen ve kemoterapi alan hastaların iç genital organ metastazlarının takibi klinik öneme sahiptir. Burada hastanemize başvuran ve tedavi gören böyle bir hastayı tanıtıyoruz
Metastasis of lobular breast cancer to the reproductive organs is an extremely rare condition. The followup of internal genital metastases for patients who received tamoxifen and chemotherapy after breast cancer surgery has important clinical significance. Here, we introduce such a patient who applied to our hospital and received treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
Çağatay Han Ülkü, Ziya Cenik, Bilge Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
The Value Of The Computed Tomography In EvaluatIng The LocalIzatIon Of LarIngeal CarcInomas
Bu çalışmada kliniğimizde Kasım 1994-Haziran 7996 tarihleri arasında larenks karsinomu tanısı almış 30 yaka preoperafif dönemde çekilen bilgisayarlı tomografi, larengoskobik muayene ve makroskobik piyes bulgulari ile karşılastınIch. Larengoskopi sadece mukozal yüzeyi ve kord vokal hareketlerini değerlendirebilmektedir. Kord ha-reketlerinde sinirlilik derin invazyon şeklinde yorumianabilmekte, ancak tümörün gerçek boyutlannın ve sınırlarının belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır.Konvansiyonel radyolojik tetkikler de larengoskopiye ilave bilgi ver-memektedir. BT, klinisyenin cerrahi tedavi yönetrnini belirleyecek olan tümörün gerçek anatomik lokalizasyanu ve derin yayılımını tespitte karşılaştığı bu belirsizliğin çözümüne önemli katkılar sağlamaktadırLarengoskopi ve kon-vansiyonel radyolojik tekniklerle değerlendirilemeyen preepiglottik aralık, paraglottik aralık, subglottik alan, kitle sebebiyle değerlendirilemeyen larenksin alt bölümleri ve kartilaj tutulumunu belirlemede bilgisayarlı tomografinin etkin bir tanı yöntemi olduğunu tesbit ettik.Ancak kartilaj tutulumunda irregüler kalsifikasyon ve mikroinvazyonlar sebebiyle yanlış değerlendirmeler olabileceğini belirledik. Küçük mukozal lezyonların değerlendirilmesinde de Binin yalancı (-) sonuç verebileceğini ve bu lezyonları belirlenmesinde larengoskopinin daha duyarlı olduğunu tesbit ettik. Konservatif cerrahi yönteminin belirlenmesinde BT, klinisyene tümörün deri yayılımı hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve larengoskopiyi tamamlayıcı rol oynamaktadır.
In this study, thirty cases af laringeal carcinoma which diagnosed in our clinic between November-1994 June-1996 are compared by preoperative CT, laryngoscopy and postoperative speciemen findings. By laryngoscopy one could evaluate the status the mucosal lining and vocale cord motility. Lımitations of the cord vocale motility is attributed to deep invasion of the tumour but, the exact dimensions of the tumour could not be estimated. The conventional radiologic examination methods da not add any useful knowledge to the laryngoscopy. The com-puted tomograpic examination is useful to determine the precise anatomic localization and spread of the tumour which is very useful ta surgeon to choose the surgical treatment method. We concluded that CT is valuable di-agnostic method in evaluating the preepiglottic area, paraglottic area, subglottic area and the inferior areas of the larynx which is obstructed by the large laryngeal masses and the cartilage invasion which could not be evaluated by laryngoscopy and other conventional radiological methods. Also we concluded that there may be wrong de-cisions about the cartilage invasion due to the irreguler calcifications and microinvasions by CT examination. In the evaluation of the small mucosal lesions CT could yield false negative results and these lesions could be more accurately determined by laryngoscopy. CT evaluation of the laryngeal carcinoma patient prior to surgical in-tervantion is an additional diagnostic tool to the laryngoscopy and very useful for the determination of the best conservative surgical method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Larenks Kanserlerınde Cerrahi Tedavı
Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Bedri Özer, Ersin Bulun
Araştırma makalesi
Özeti
Larenks Kanserlerınde Cerrahi Tedavı
Surgıcal Treatment In Larynx Cancers
Larenks kanseri nedeniyle klinigimizde 1983-1993 yillari arasinda cerrahi tedavi uygulanan 110 hasta degerlendirildi. Tedavi sonuçları literatürle karşılaştırıldı.
110 patients were treated with surgery for lary-ngeal cencer between 1983-1993. Results were com-pared with literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Süleyman Kargın, Murat Çakır, Ebubekir Gündeş, Faruk Aksoy, Naile Kökbudak, Mehmet Aykut Yıldırım, Didem Taştekin, Mehmet Balasar
Araştırma makalesi
Özeti
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Our SurgIcal ExperIences In Adrenal Masses:to InvestIgate
relatIonshIp Between WeIght To MalIgnancy
Bu çalışmada kliniğimizde cerrahi tedavi gören sürrenal kitleli
hastalar cerrahi yönden değerlendirilmiş ve sürrenal kitle boyutları
ile malignite arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu çalışmada Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
kliniğinde Nisan 2002-ocak 2012 yılları arasında sürrenal kitle nedeni
ile ameliyatı yapılan 55 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi.
Hastalar cinsiyet, yaş, kitle lokalizasyonu, yapılan cerrahi işlem, kitle
boyutu, kitle ağırlığı ve patolojik tanı açısından irdelendi. Hastaların
26’sı(%47,2) erkek, 29’u(%52,8) kadın idi.Olguların 24’ünde (%43,6)
sağ, 28’inde(%50,9) sol ;3(%5.5)’ünde bilateral sürrenal kitle tespit
edildi. Hastaların 25’ine (%45,4) laparoskopik; 26’sına (%47,2) açık
transperitoneal girişim ile cerrahi uygulandı. Patolojik incelemede
piyeslerin ölçüldüğü 20 olgunun çıkarılan kitle ağırlığı ortalama
67.35gr(1.76-500) idi. Çıkarılan kitlelerin ortalama kitle boyutu 5,6 cm
idi. Sürrenal kitlelerin değerlendirilmesinde kitle boyutu kadar ağırlığı
da tanıya yardımcı olabilir.Bu kitleler son yıllarda tanı yöntemleri
ve laparoskopik cerrahinin gelişmesi ile başarılı bir şekilde tedavi
edilebilmektedir.
In this study we evaluated for surgical intervention in patients
surgically treated for adrenal masses and adrenal malignancy with
the relationship between the mass. In this study,adrenal mass the
data were retrospectively analyzed 55 patients who underwent
between April 2000-January 2012 in Necmettin Erbakan University
Konya Meram Medical Faculty, General Surgery Department. Patients
gender, age, mass localization, surgical interventions, mass size,
mass weight and pathological diagnosis were evaluated. All of 26
patients (47.2%) were male and 29 (52.8%) were female.In 24 cases
(43.6%) on the right, 28 (50.9%) on the left and 3 (% 5.5) patients
had bilateral adrenal mass was detected. 25 patients (45.4%) were
operated laparoscopic and 26 patients (47.2%) underwent surgery
with open transperitoneal venture. Pathological examination of the
mass weight of the specimens extracted from 20 cases per measured
67.35gr (1.76-500), respectively.In this cases mean mass size was
5.6 cm. The evaluation of adrenal masses as size to weight of the
mass may be helpful in the diagnosis. Recently theese masses can
be treated successfully diagnostic methods with the development of
laparoscopic surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Araştırma makalesi
Özeti
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
ChangIng SurgIcal Methods In PeptIc Ulcer PerforatIon
Peptik ülser hastalığında cerrahi tedavinin yeri komplikasyonlarının tedavisi dışında giderek azalmaktadır. Son yıllarda sıkça kullanılmakta olan H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri (PPI) ile helikobakter pilori eradikasyonu bu azalmada önemli rol oynamaktadır. Koruyucu ilaçlara rağmen peptik ülserin en sık karşılaşılan komplikasyonlarından birisi halen perforasyonlardır ve cerrahi aciller içerisinde oldukça sık rastlanır. Kliniğimize 2000-2010 tarihleri arasında ülser perforasyonu nedeni ile müracaat eden 311 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Kliniğimize müracaat eden peptik ülser perforasyonlu hastalar yaş, cinsiyet, mevsimsel ilişki ve uygulanan cerrahi teknik açısından irdelendi. Hastaların 206’sı erkek ve yaş ortalamaları 52.8, 105’i kadın ve yaş ortalamaları 65.2 idi. Hastaların 266’sına primer sütür ile onarım, 35’ine bilateral trunkal vagotomi (BTV)+Piloroplasti ve 10’una laparoskopik onarım yapıldı. Ortalama hastanede kalış süreleri 7 gün idi. Hastaların 25’inde yara yeri enfeksiyonu, 8’inde evisserasyon gelişirken 9 hasta kaybedildi. Kliniğimizde son 10 yıl içerisinde peptik ülser perforasyonların tedavisinde definitif girişimlerden primer onarıma ve laparotomiden laparoskopik yöntemlere doğru bir seyir izlenmiştir.
The place of surgical treatment, except for the treatment of complications, in peptic ulcer gradually decreases. Helicobacter pylori eradication with proton pump inhibitors (PPI) and H2 receptors that have been used frequently recently have played important role in this decrease. One of the most common complications of peptic ulcer, though protective medicines, is still perforations and they are very common among surgical emergencies. The files of 311 patients with peptic ulcer perforation accepted to the clinic between 2000-2010 were examined retrospectively. The patients applied to our clinic with peptic ulcer perforation were examined in terms of age, sex, seasonal relation, and applied surgical technique. 206 of the patients were male with 52.8 mean age and 105 of them were female with 65.2 mean age. 266 of the patients were fixed with primary suture, 35 of them had bilateral truncal vagotomy+pyloroplasty and 10 were fixed laparoscopically. Average hospitalization time was 7 days. While wound infection developed in 25 of the patients, evisceration was developed in 8 patients, 9 patients were exetus. Over the last ten years there has been a change from definitive attempts to primary fixation and from laparotomy to laparoscopic methods for treatment of peptic ulcer perforations our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
Memduha Akyol, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Mehmet Arazi
Olgu sunumu
Özeti
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
LIpoma Arborescens Of The Knee
Amaç: Lipoma arboresans etyopatogenezi bilinmeyen nadir görülen bir intraartikuler patolojidir. Amacımız lipoma arboresansın doğru tanısında önemli yeri olan radyolojik bulguları gözden geçirmek ve ayırıcı tanıdaki patolojileri tanımlamaktır. Olgu Sunumu: Sinoviumun villöz lipomatöz proliferasyonu ile karakterizedir. En sık diz eklemini tutar. Doğru tanı cerrahi tedavi gerektiren bu patoloji için önemlidir. Otuzdört yaşında diz ağrısı olan olguya radyolojik bilgisayarlı tomografi ve özellikle manyetik rezonans görüntüleme ile lipoma arboresans tanısı konuldu. Sonuç: Klinik olarak nonspesifik olan lipoma arboresansın tanısı MRG ile doğru olarak konulabilmektedir.
Aim: Lipoma arborescens is a rare intra-articular disease whose etiopatogenesis remains unknown.It was the aim to describe the radiological findings and to discuss the differential diagnosis. Case Report: Lipoma arborescens is a lesion characterized by the replacement of the subsynovial tissue by fat cells giving rise to a villous proliferation. It commonly affects the knee. Accurate diagnosis is important for surgical treatment. A 34-year-old patient who was suffering from a pain in his knee joint was examined by convansional radiography, computerized tomography, and magnetic resonance imaging. The lesion was diagnosed as lipoma arborescens especially with magnetic resonance imaging. Conclusion: The characteristic MR features of lipoma arborescens which has nonspecific clinical findings allows an accurate diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kliniğimizde 10 Yıllık Endometrium Kanser Yönetimi
Emine Türen, Ali Acar
Araştırma makalesi
Özeti
Kliniğimizde 10 Yıllık Endometrium Kanser Yönetimi
10-Year Endometrıum Cancer Management In Our Clınıc
ÖZET
Amaç: Endometriyum kanseri kadın genital sisteminin en sık malignitesi olup, kadınlarda görülen kanserler arasında dördüncü sırada yer almaktadır. Amacımız jinekolojik onkoloji kliniğimizdeki endometriyum kanserli olgularının cerrahi tedavi ve sonuçlarını paylaşmaktır.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada 2009-2019 yılları arasında kliniğimizde endometrium kanseri tanısı alıp aynı cerrahi ekip tarafından opere edilen 164 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenip, hastaların klinik, cerrahi ve histopatolojik özellikleri ile ilgili sonuçlar paylaşılmıştır. Patoloji sonucu sarkom gelen 4 hasta, tamamlayıcı cerrahi yapılan 7 hasta, ikinci bir primer tümörü olan 1 hasta çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bulgular: Çalışmamıza dâhil edilen hastaların ortalama yaşı 61,3 ortalama vücut kitle indeksleri 25.8 idi. Hastaların postoperatif patoloji sonuçlarına göre; ortalama tümör büyüklüğü 3,4 cm, toplanan ortalama lenf nodu sayısı 28,8 idi. 19 hastada lenf nodu metastazı izlendi ve metastazların hepsi pelvik lenf nodlarında idi. Hastaların % 81’inde endometrioid tip adenokarsinom olduğu görüldü. 81 hastada (%49,4) myometrial invazyon > % 50 idi. 20 hastada (%12.2) servikal tutulum, 11 hastada (%6,7) adneksiyal tutulum, 28 hastada (%17,1) lenfovaskuler alan invazyonu mevcuttu. 76 hasta (%46,3) grade 1, 61 hasta (%37.2) grade 2, 19 hasta (%11,6) grade 3’ idi. Hastaların 2009 FIGO sistemine göre evlemesi yapıldığında 70 hasta (%42,7) evre 1A, 58 hasta (%35,4) evre 1B, 12 hasta (%7,3) evre 2, 3 hasta (%1,8) evre 3A, 17 hasta (%10,4) evre 3C1, 4 hasta (%2,4) evre 4 idi.
Sonuç: Endometrium kanseri en sık görülen jinekolojik kanser olup, erken dönemde bulgu vermesi sonucu genellikle erken evrede yakalanmaktadır. Hastalığın riskini değerlendirmede tümör boyutu, miyometrial invazyon derinliği, histopatolojik grade kullanılmaktadır ancak özellikle yüksek evre hasta sayının daha fazla olduğu çalışmalar, risk belirlemede daha faydalı olacaktır.
ABSTRACT
Objective: Endometrial cancer is the most common malignancy of the female genital tract and the fourth leading cancer among women. Our aim is to share the surgical treatment and results of endometrial cancer cases in our gynecological oncology clinic.
Material and Methods: In this study, the records of 164 endometrial cancer patients operated by the same surgical team between 2009-2019 were reviewed retrospectively. The clinical, surgical and histopathological features of the patients are presented here. Four patients who had sarcoma as a result of pathology, 7 patients who underwent complementary surgery and 1 patient with a second primary tumor were not included in the study.
Results: The mean age of the patients included in our study was 61.3 and the mean body mass index was 25.8. According to the postoperative pathology results; mean tumor size was 3.4 cm and mean number of collected lymph nodes was 28.8. Lymph node metastasis was observed in 19 patients and all of the metastases were in pelvic lymph nodes. Endometrioid type adenocarcinoma was seen in 81% of the patients. Myometrial invasion > 50% in 81 patients (49.4%). Twenty patients (12.2%) had cervical involvement, 11 patients (6.7%) had adnexal involvement and 28 patients (17.1%) had lymphovascular area invasion. 76 patients (46.3%) were grade 1, 61 patients (37.2%) were grade 2, 19 patients (11.6%) were grade 3. When the patients were staging according to the FIGO system in 2009, 70 (42.7%) stage 1A, 58 (35.4%) stage 1B, 12 (7.3%) stage 2, 3 (1.8%) stage 3A 17 patients (10.4%) were stage 3C1 and 4 patients (2.4%) were stage 4.
Conclusion: Endometrial cancer is the most common gynecological cancer, and it is usually diagnosed at an early stage as a result of early signs. Tumor size, depth of myometrial invasion and histopathologic grade are used to evaluate the risk of the disease, but studies with a higher number of high stage patients will be more useful in determining the risk.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Formol Ve Polivinil Prilidon (pvp)'un Skolosidal Etkısı
Nahit Ökesli, Mehmet Metin Belviranlı, Erşan Aygün, Adnan Kaynak, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Formol Ve Polivinil Prilidon (pvp)'un Skolosidal Etkısı
ScolIcIdal Effects Of Form& And PolyvInyl PyrrolIdone
Hidatik kist hastalığının cerrahi tedavisinde skol-osidal ajan olarak çeşitli maddeler kullanılmaktadır. Bunların etkinlik ve yan etkileri çeşitli araştırmalarda ortaya konmuştur. Biz bu çalışmada formül ile polivinil pirolidon (PVP)Iun in vitro ve in vivo skolosidal etkinliğini karşılaştirdık. Yeni kesilmiş koyun karaciğerinden alınan hidatik kist sıvısında skolekslerin mikroskop altında mobil oldukları ve eozin testi ile tümünün canlı oldukları belirlendi. %10'luk formül ve PVP canlı skoleks içeren kist sıvısı ile %10, 20 ve 50 oranlarında ayrı ayrı karşılaştırıldı. 3, 5 ve 10. dakikalarda skolekslerin mikroskop altında hareketliliği izlendi ve eozin ile canlılık testi yapıldı. n vivo çalışmada ise 10Par ratlık 5 grup oluşturuldu. Canlı skoleks içeren 1 Ini kist sıvısinın intraperitoneal inoküle edildiği kontrol grubunun tatnamında 8 hafta sonra peritoneal kavitede hidatik kist görüldü. Deney gruplarında değişik Oran ve sürelerde formül ve PVP kullanıldı. Sonuçta PVP'nin düşük konsantrasyonlarda bile etkili bir skolosidal ajan olduğunu, formülün ise kulanılışlı olmadığı tespit edildi.
Many scolicidal agents are used in surgical treat-ment of hydatid disease. The efficiency and side ef-fects of these agents are known and in this study we compared scolicidal elliciency of formol and polyvin-yl pyrolidone (PVP) in vivo and in vitro. Ilydatid liquid was obtained from sheep liver and living scolex were observed by eosin test and micro-scopically. 10% formül and PVP mixed with hydatid liquid in 10%, 20% and 50% concentrations. The vi-ability of the scolices were determined by eosin test and microscopically after 3, 5, and 10 minutes. In vivo study, we forrned 5 groups each containing 10 rats. The control group was inoculated with ,1 mi of living hydatid liquid intraperitoneally and hydatid cysts were observed in peritoneal cavity of alt rats after 8 weeks. In the study group formül and PVP were used in dijfererıt concentrations and durations. We concluded that PVP is effective as a scolicidal agent even in low concentrations but formül is not useful.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Türkiye'de İç Anadolu'da Kuduz Riskli Isırıklarda Tedavi Yaklaşımımızın Gözden Geçirilmesi
Neşe Kurt Özkaya, İnanç Doğan Çiçek
Araştırma makalesi
Özeti
Türkiye'de İç Anadolu'da Kuduz Riskli Isırıklarda Tedavi Yaklaşımımızın Gözden Geçirilmesi
RevIew Of Our Treatment Approach In RabIes-RIsky BItes In Central AnatolIa In Turkey
Amaç:Isırıklar tüm dünyada önemli bir yaralanma sebebidir. Belli rehber ve prensiplere göre ısırıkların tedavisi yapılır. Bu çalışmada amacımız yatarak tedavi edilen ısırık yaralarının demografik özelliklerini incelemek, cerrahi tedavi deneyimlerimizi paylaşarak yeni çalışmalara ve tedaviler için yol gösterici olmaktır.
Gereç Yöntem: Çalışmaya ınsan veya hayvan tarafından ısırılıp yatarak cerrahi tedavi gerektiren hastalar dahil edildi. Demografik özellikleri, tetanoz ve kuduz proflaksisi uygulamaları, yara yerinden izole edilen enfeksiyon etkenleri, uygulanan antibiyoterapiler, cerrahi tedaviler kaydedildi.
Bulgular: Hastaların 43 ü erkek ve ortalama yaş (±SD) of 34.5±23.8 (min3-85max). 15 yaş altı hastaların yaralanmaların 13’ünde(65%), 15 yaş üstündeki hastaların 12’sinde (27.3) baş boyun bölgesinde idi. Extremitelerde ise 15 yaş altında 7 (35%), 15 yaş üstünde de 28 (63.6%) hastada yaralanma mevcut idi. Yaralanmaların 50 (78.1%) si köpek kaynaklı, 8 (12.5%) i yabani hayvan (7 domuz, 1 kurt), 4’ü (6.3%) diğer evcil hayvan (at, eşek, inek), 2’si (3.1%) insan kaynaklı idi. Hastaların tümüne Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafınan belirlenen Kuduz Proflaksi Rehberi’ne göre müdahele edilmişti. Yara yerlerine basınçlı, bol sabunlu su ile yıkama yapılmış idi. Tetanoz proflaksisi gereken 40 hastaya tetanoz, 62 hastaya kuduz proflaxisi başlanmış ve uygun görülen hastalara kuduz immunglobülini yapılmış idi. Hastaların 38’ınde proflaktik amoksisilin klavulonat, 12’sinde kristalize penisilin-G, 6’sında sultamisilin, 6’sında sultamisilin ve aminoglikozit kombinasyonu, 2’sinde sefazolin tedavisi başlanmıştı. 12 (18.8%) hastaya geldiği gün mikrobiyolojik inceleme yapılmadan acil operasyona alınarak cerrahi yapılmış idi. İlk gün onarım yapılan hastaların 7’sinde primer suturasyon, 3’ünde lokal flep, 1’inde kulak, 1’inde burun replantasyonu, 1’inde femoral arter, 1’inde peroneal sinir onarımı yapılmıştı. Geç onarım yapılan 52 hastanın 35’ine primer suturasyon, 4’üne deri grefti, 17’sine lokal flep, 2’sinde paramedian alın flebi yapılmış idi. Erken ve geç onarım yapılan hastaların hiçbirinde komplikasyon görülmemişti.
Sonuç: Isırıklarda yaranın bol ve basınçlı sabunlu su ile irrigasyonu sayesinde yaranın bakteriyal yükü, acil onarım yapılmasına olanak sağlayacak kadar, azaltılabilir.
Aim: Bites are an essential cause of injury since the world. Treatment of bites is made according to specific guides and principles. The study's purpose is to examine the demographic characteristics of patients hospitalized due to bite wounds and to be a guide for new studies and treatments by sharing surgical treatment experiences.
Material and Method: Patients who were bitten and required surgical treatment were included in the study. Demographic characteristics, tetanus, and rabies prophylaxis applications, infection agents isolated from the wound site, antibiotherapies applied, and surgical treatments were recorded.
Results: Of the patients, 43 were male and mean age (±SD) of 34.5±23.8years (range, 3-85 years). Bites were in the head and neck region in 13(65%) of patients under 15 years old and in 12(27.3%) of the patients over 15 years old. In extremities, the injury was present in 7(35%) patients under 15 and in 28(63.6%) patients over 15 years old. Of the injuries, 50(78.1%) were caused by dogs, 8(12.5%) by wild animals (7 pigs, one wolf), 4(6.3%) by other pet species (horse, donkey, cow), and 2(3.1%) by humans. The intervention was made to all the patients according to guide of rabies prophylaxis specified by the Ministry of Health, General Directorate of Public Health. Irrigation was applied to the wound site with plenty of pressurized and soapy water. Forty patients received tetanus prophylaxis, 62 patients received rabies prophylaxis, and rabies immunoglobulin was applied to patients considered as suitable. Prophylactic amoxicillin clavulanate treatment was started in 38 of the patients, crystalline penicillin-G in 12, sultamicillin in 6, the combination of sultamicillin and aminoglycoside in 6, and cefazolin treatment in 2. 12(18.8%) patient underwent an urgent operation for repair process without any microbiological examination on the date of arrival. Among the patients to whom repair was applied on the first day, 7 had primary saturation, 3 had a local flap, 1 underwent ear, and 1 underwent nasal replantation, one patient had femoral artery repair, and one patient had peroneal nerve repair. Among 52 patients who underwent late repair, primary suturation was applied to 35, skin graft to 4, local flap to 17, and paramedian forehead flap to 2. No complication was seen in any of the patients who underwent early and late repairs.
Conclusion: Bacterial burden of the wound can be reduced enough to allow urgent repair owing to the irrigation of the wound with plenty of pressurized and soapy water in bites.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Alt Kaliks Taşlarının Tedavisinde Ve Tekrar Taş Oluşumunda Kısmi Nefrektominin Rolü
Mehmet Kılınç, Mehmet Balasar, Selçuk Güven, Mehmet Arslan, Kadir Yılmaz, Alpay Sümer
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrek Alt Kaliks Taşlarının Tedavisinde Ve Tekrar Taş Oluşumunda Kısmi Nefrektominin Rolü
Management Of Lower Pole NephrolIthIasIs And Stone Recurrence: PartIal Nephrectomy
Amaç: Böbrek taş hastalığı, tedavi edildikten sonra sık nükseden bir hastalıktır. Böbrek taşlarının % 25-35’ini alt kaliks taşları oluşturmaktadır. Alt kaliks taşlarının tedavisinde pek çok seçenek olmasına rağmen kısmi nefrektominin nüks oranlarını azalttığı belirtilmiştir (1–4). Gereç ve yöntem: Kliniğimizde böbrek alt kaliks taşı teşhisi konan ve cerrahi tedavisi yapılan 57 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Böbrek anatomisi Sampaio ve ark. tarif ettikleri şekilde standart IVU' lerle değerlendirilerek, infundibula pelvik açı, infundibulum uzunluğu ve çapı ölçüldü. Alt pol nefrektomisi yapılan 29 hasta ile pyelolitotomi, nefrolitotomi ve pyelonefrolitotomi yapılan 28 hasta ortalama 79 ay takip edildi. Bulgular: Kısmi nefrektomi yapılan hastaların ameliyat öncesi ölçülen infundibulapelvik açı ortalamaları 57 dereceden ameliyat sonrası 108 dereceye yükselirken; pyelolitotomi, nefrolitotomi ve pyelonefrolitotomi yapılan hastalarda ortalama açı değerlerinde farklılık gözlenmedi. Alt pol nefrektomisi yapılan hastalarda 78 aylık takip sonucu taş nüksü oranı % 10, pyelolitotomi, nefrolitotomi ve pyelonefrolitotomi yapılan hastalarda ise 80 aylık takip sonucu % 21 idi. Sonuç: Kısmi nefrektomi ile alt kaliks taşı oluşumuna neden olan anatomik faktörün ortadan kaldırılması ile takiplerdeki taş nüks oranlarının azalması sağlanmaktadır.
Aim: Renal stone disease is a frequently recurrent disease. Among the renal stone diseases 25–35% is localized to lower pole. Despite different treatments of the lower caliceal stones, partial nephrectomy is assumed to decrease the rate of recurrence. Material and Method: In this study fifty-seven patients, (29 with lower pole nephrectomy and 28 with pyelolithotomy, nephrolithotomy and pyelonephrolithotomy) who were surgically treated for their lower caliceal stones, were re-evaluatnefed in our clinic retrospectively. Infundibulopelvic angle, infundibulum length and diameter were measured by standard IVP according to the renal anatomy definition made by Sampaio et al. The mean follow-up period for all the above mentioned patients was 79 months. Results: Whereas the mean infundibulopelvic angle of the patients, treated with partial nephrectomy, increased from 57 degrees preoperatively to 108 degrees postoperatively, the angle of the patients treated with pyelolithotomy, nephrolithotomy and pyelonephrolithotomy did not change. During the follow-up period, the recurrence rate in the patients, treated with partial nephrectomy, was in 78 months 10 percent, but in the patients; treated with pyelolithotomy, nephrolithotomy and pyelonephrolithotomy, in 80 months 21 percent. Conclusion: Partial nephrectomy decreases the recurrence rate of lower pole renal stones through eliminating the anatomical factors that cause stone formation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pektus Ekskavatum
Hasan Solak, Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Sadık Büyükbaş, Cevat Özpınar, Mehmet Akdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Pektus Ekskavatum
Pektus Excavatum
Pektus ekskavatum göğüs duvarının en yaygın deformitesi olup tedavi daha çok kozmetik nedenlerle yapılmaktadır. Etyopatogenezi kesinlik kazanmamakla beraber, cerrahi tedavi endikasyonu var ise girişim okul öncesi dönemde yapılmalıdır. Kliniğimizde pektus ekskavatumtlu 16 hastaya uygulanan cerrahi tedavi münasebeti ile, Ravitch tekniğinin üstünlüğü ortaya konmuştur.
Pectus excavatum is the most widespread deformity of the sternum and the thoracic wall and its surgical treatment is mostly performed by cosmetic reason. Although its etio-pathogenesis has not been understood clearly, the attempt should be done at the preschool period since it shows the hope of a surgical cure indication. At the end of the surgical treatments applied to 16 patients having pectus excavatum, the superiority of the Ravitch technique was observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
Ali Acar, Kadir Karabacak, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
KIdney Damages ResultIng From MultIple Trauma.
Multipl travma sonucunda böbrek yaralanması nedeniyle üroloji kliniğinde takip ve tedavi edilen 26 hastanın kayıtları incelendi. Hastalar saptanan patolojik bulgulara göre minör, majör ve vasküler yaralanma olarak sınıflandırıldı. Hastaların % 65.4 'ünde majör, % 34.6 ’sında minör böbrek yaralanması mevcuttu. Böbrek yaralanmalarının % 76.8 ’i künt travma orjinli idi. Majör böbrek yaralanmalarının % 88.8'inde multipl organ yaralanması birlikteliği vardı. Majör böbrek yaralanmalarında cerrahi tedavi, minör yaralanmalarda ise konservatif izlem uygulanmıştır. Multipl travma orjinli böbrek yaralanmaları erken dönemde hemoraji ve ürinoma, geç dönemde ise hidronefroz, hipertansiyon ve arteriovenöz fistül gibi komplikasyonlar nedeniyle acil yaklaşım ve tedavi gerektirmektedirler.
IVe evaluated the medical records of 26 patients vvith kidney injuries resulting from multiple trauma at urological department. The patients vvere classified as minör and majör depending on the pathological sign. 65.4% of the patients had majör renal damage vvere as 34.6% of the patients had minör renal damage. From kidney injuries 76.8% was blunt injuries. 88.8% of majör kidney injuries vvere associated with multiple organ damage. Surgical treatment's vvere used for majör renal traumas wereas only conservative treatment vvere used in management of minör renal injuries. VVhile emergency interferances vvere reçuired only due to early complications of multiple trauma like hemorrage and urinoma, and late complications like htfdronephrosis, hypertension and arteriovenoous fistulas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Plevranın Lokalize Solid Fibröz Tümörü
Olgun Kadir Arıbaş, Niyazi Görmüş Görmüş
Olgu sunumu
Özeti
Plevranın Lokalize Solid Fibröz Tümörü
LocalIzed SolItary FIbrous Tumor Of The Pleura.
Plevranın lokalize solid fibröz tümörü, az görülen primer plevra tümörüdür. Tümörün histogenezl, diferansiyasyonu, malignite potansiyeli ve klinik davranışı halen tartışmalıdır. Sıklıkla 5-8. dekatta görülen olguların yarısından çoğu asemptomatikdir. Tümörün boyutu, sellülaritesinin yüksek olması ve rezektabilitesi en önemli prognostik faktörlerdir. Bu nedenle, cerrahi tedavide özellikle tümörün oldukça geniş bir rezeksiyon sınırıyla tamamen çıkarılması önemlidir. Bu makalede, diafragmatik plevradan kaynaklanan lokalize solid fibröz tümör saptadığımız, 48 ve 53 yaşlarında iki kadın olgu sunuldu. Tümörler başarıyla rezeke edildi ve hastalarda postoperatif komplikasyon görülmedi. Oldukça ender görülmeleri nedeniyle klinikopatolojik, radyolojik bulguları ve tedavi sonuçları literatür verileriyle tartışıldı.
Localized solitary fibrous tumor of the pleura is a rarely seen tumor of the pleura beyond It’s unclear histogenesis, differantiation, malignity potential, and clinical behaviour. They are usually seen in 5-8. decades and more than 50 % of the cases are asymptomatic. The most important prognostic factors are the size, cellularity, and resectability of the tumor. For these reasons in surgical treatment wide resection is advised. İn this article, two female patients who were 48 and 53 year-old are reported with the diagnosis of localized solitary fibrous tumor originated from diaphragmatic pleura. The tumors removed successfully and the patients did not have any complication postoperatively. Because of the rareness of localized solitary fibrous tumor of the pleura it is thought to be worth reporting.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Toraks Travması
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Cevat Özpınar, Aydın Şanlı, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Toraks Travması
Thorax Traumas In ChIldren
Son 14 yıllık süre içerisinde kliniğimizde toraks travınasıvla miiracaat eden 1111 hastanın 184'ü çocuk toraks travma vakasıydı. Bunların 110'zı künt toraks travması, 55'i kesici delici alet ve 19'u ateşli silah varalanmasıydı. Bunların % 96.19'u kon-servatif tedavi gördü. Cerrahi tedavi oranı ise % 3.81 idi. Hiçbir çocuk travma vakamızda ölüm olmadı.
184 of 1111 patients admitted ta hospital with chest injuries were children during 14 year period. 110 of them had blunt chest injuries, 55 stab wounds and 19 gunshot wounds. in 96.19 percentage of cases conservative treatment was giyen, surgical tre-atment was carried in 3.81 % of them.. Death was not occur in any case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemangıomalar
Tahir Yüksek, Ali Ersöz, Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Osman Yılmaz, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Hemangıomalar
Hemangıomas
1982-1987 yılları arasında cerrahi tedavi uyguladığımız, ciltte lokalize olmuş 9 hemangiomlu hasta takdim edilerek, sonuçlar literatür eşliğinde tartışıldı.
Between 1982 - 1987 9 patients with localised skin hemangiomas treated surgically is presented and results reviewed with literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kraniai Arteriovenöz Malformasyonlar 9 Olgunun İncelenmesi
Ertuğ Özkal, Yalçın Kocaoğullar, Mehmet Erkan Üstün, Ahmet Önder Güney, Osman Acar
Araştırma makalesi
Özeti
Kraniai Arteriovenöz Malformasyonlar 9 Olgunun İncelenmesi
CranIal ArterIovenous MalformatIons
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı'nda Ekim 1991-Ekim 1999 tarihleri arasında 9 serebral arteriovenöz malformasyon (AVM) olgusu öpere edilmiştir. Serebral AVM olgularının 5'i intrakranial kanama, 2'si baş ağrısı, 2'si ilerleyici nörolojik deflsit yakınmasıyla müracaat etmişlerdi. Seride cerrahi mortalite 1/9 olarak be lirlendi. Bu olgular takdim edilerek literatür ışığında serebral AVM'lerin klinik bulguları, tanı ve tedavileri gözden geçirilmiştir.
İn this study a revievv of 9 arteriovenous malformation eases surgically treated between October 1991 and Oc- tober 1999 is presented. Of these cerebral AVM cases, 5 were presented with intracranial hemorrhages, 2 had Progressive neurologic deficit, 2 had headaches initially. Surgical mortality was 1/9 in the series. The clinical di- agnostic and therapeutic aspects of cerebral AVM' s ar e emphasized and the literatüre on this subject has been reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskelet Kası İskemi Reperfüzyon Hasarının Önlenmesinde Mannitol Etkili Mi?
Mehmet Yeniterzi, Mehmet Yeşiltay, Hüsamettin Vatansev, Niyazi Görmüş
Araştırma makalesi
Özeti
İskelet Kası İskemi Reperfüzyon Hasarının Önlenmesinde Mannitol Etkili Mi?
Is MannItol EffectIve In PreventIng Skeletal Muscle IschemIa ReperfusIon Injury?
Amaç: Akut periferik arteriyel tıkanmayı takiben gelişen iskemi reperfüzyon hasarının tedavisinde mannitolün antioksidan kapasitedeki rolünün ortaya konulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Akut iskeminin saptandığı 32 hasta çalışmaya alındı. 20 sağlıklı birey kontrol grubunu oluşturdu. Hasta grubunun 17’ sine standart cerrahi tedavi uygulandı, 15’ine cerrahi tedavi ile beraber mannitol infüzyonu yapıldı. İskemik dönemde ve reperfüzyonun 120. dakikasında derin venden alınan kan örneklerinde M DA, GSH-PX ve CPK çalışıldı. Bulgular: Mannitol tedavi grubunun iskemi dönemi. MDA değeri; kontrol grubuna göre önemli ölçüde yüksekti. MDA değeri mannitollü reperfüzyon döneminde daha düşüktü. Mannitol tedavi grubunun reperfüzyon dönemindeki GSH-PX değeri kontrol grubuna göre daha yüksekti. CPK düzeyleri her iki tedavi protokolünün her döneminde kontrole göre önemli yükseliş sergilerken; mannitol tedavisinin reperfüzyon dönemi kendi iskemik dönemine göre önemli azalma ortaya koydu. Sonuç: Mannitolün serbest oksijen radikal akitivitesini baskılayıp, antioksidan kapasiteyi artırdığı ve doku hasarında anlamlı düşme meydana getirdiği ortaya kondu.
Purpose: The aim of this study was to detect the effectiveness of mannitol’s antioxidant capacity in the treatment of ischemia-reperfusion injury after acute Peripherie arterial occlusion. Material and Methods: 20 healthy individuals and 32 patients with acute arterial occlusion were taken to study. Of the acute isehemia diagnosed patients, Standard surgery was performed on 17 patients and surgery and mannitol infusion were given to 15 patients. Blood samples were taken from the deep veins and MDA, CPK, GSH-PX levels were measured in the acute isehemia diagnosed period and 120th minutes of the reperfusion. Results: MDA of mannitol treatment group in the isehemie period meaningfully inereased in consideration with the control group. İn consideration of reperfusion period with isehemie group in mannitol treatment MDA signjficantly decreased. İn the reperfusion period of mannitol treatment GSH-PX significantly inereased according to control group. Although the CPK results showed significant inerease in each period of both treatments, the reperfusion period of mannitol treatment showed a significant decrease in CPK considering with it’s isehemie period. Conclusion: İn acute arterial occlusions it was shown that mannitol decreases the activity of free oxygen radicals, inereases the antioxidant capacity, and decreases the tissue injury meaningfully.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İdyopatik Konstipasyonun Tedavısınde Cerrahinin Yerı
Yüksel Tatkan, Ömer Karahan, Adil Kartal, İrfan Tunç, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
İdyopatik Konstipasyonun Tedavısınde Cerrahinin Yerı
SurgIcal IndIcatIon In PatIents WIth IdIopathIc ConstIpatIon
Kronik idyopatik konstipasyon tanesi konan ve uzun yıllar hekim kontrolündeki medikal tedaviden yararlanmayan 4 hastaya cerrahi tedavi uygulandı. Yakınmaları ortalama 10 yılı kapsamaktaydı. Yine ortalama 12 günde bir, ilaç kullanarak, geç ve güç defekasyon yapıyorlardı. 3 hastaya sigrnoidektomi, birine de sol hemikolektomi uygulandı. Postoperatif erken ve geç dönemlerde defekasyon işlevinde önemli düzelmeler görüldü.
Foto patients with chronic idiopathic constipation who had medical treatment for many years, underwent surgical treatment. They had complains for 10 years and defecaled once every 12 days, although !hey had medication. Sigmoidectorny was performed in 3 patients and one patient had left hernicolectomy. Defecation processes were improved significantly during postoprative early and tate periods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavisi
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Büyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavisi
SurgIcal CorreotIon Of CongenItally DIslocated HIps In The Older ChIldren
Doğuştan kalça çıkığı olan, 5-11 yaşları arasında 18 ço-cuğun 21 kalçasına cerrahi tedavi yapıldı. Açık redüksiyon, Salter veya üçlü osteotomy ve femoral osteotomiler uygulandı. 15'i kız, üçü erkek olan hastalar en az bir yıl takip edildi. Radyolojik olarak Severin klasifikasyonuna göre değerlendirildi ve 19 kalça (%90) çok iyi ve iyi, iki kalça (%10) kötü olarak bulundu. iki kalçada tekrar çıkık meydana geldi ve bunlardan birinde femur başı avasküler nekrozu gelişti.
Surgical treatment was performed in 21 hips of 18 children aged 5-11 years with congenital hip dislocation. Open reduction, Salter or triple osteotomy and femoral osteotomies were performed. The patients, 15 girls and three boys, were followed for at least one year. It was evaluated radiologically according to the Severin classification and 19 hips (90%) were found to be very good and good, and two hips (10%) bad. Re-dislocations occurred in two hips and one of them developed avascular necrosis of the femoral head.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Mustafa Yel, Recep Memik, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Smooth PInnIng In Femoral Neck Fractures Of Chlldren Aged NIne Years Old And Younger
Amaç: Bu çalışmada çocuk femur boyun kırıklarında uyguladığımız kapalı redüksiyon, perkütan Kirshner teli ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı sonuçlarımızı ve karşılaştığımız problemleri bildirdik. Gereç ve Yöntem: Femur boyun kırığı nedeniyle 1986-1998 yılları arasında tedavi edilen 48 hastanın 49 kalçası bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar ortalama 6.2 yaşındaydı (2-9 yaş arası). Colonna sınıflamasına göre dört kalça tip I, 27 kalça tip II, 16 kalça tip III, iki kalça tip IV olarak ayrıldı. Tüm hastalara fraksiyon masasında C-kollu skopi cihazı ile kapalı redüksiyon, perkütan yada açık ameliyat ile 2 veya 3 mm’lik Kirshner telleri ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı uygulandı. Bulgular: Hastalar ortalama 43 ay (27-163 ay arası) takip edilip, Ratliff değerlendirme kriterlerine göre değerlendirildiler. Buna göre 39 (%79.6) kalça iyi, 9 (%18.4) kalça orta, 1 (%2) kalça kötü olarak değerlendirildi. Komplikasyon olarak 10 (%20.4) kalçada avasküler nekroz, erken epifiz plağı kapanması 3(%6.1) kalçada, kaynamama 3(%6.1) kalçada, varus deformitesi 5(%10) kalçada, Kirshner teli gevşemesi ve geriye çıkması 3(%6.1) kalçada tespit edildi. Sonuç: Çocuk femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde düz çivilerin uygulanması epifiz plağına daha az zarar verir, perkütan uygulama ile daha kısa süreli ameliyat yanında çivilerin çıkarılmasıda kolaydır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda femur boyun kırıklarında kompresyon yapan sistemlere ihtiyaç duyulmadan kırık kaynaması elde edilebilmektedir. Düz çivilerin kullanıldığı bu çalışmada görülen komplikasyonlar çoğunlukla yivli internal tespit araçlarının kullanıldığı diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmamıştır.
Introduction: İn this study, we presented the results of smooth pinning which is a less aggressive surgical procedure with pelvipedal cast application in fractures of the neck of the femur in children. Materials and Methods: This study covers the results of surgically treated 48 hips of 49 children with fractured neck of femur who were admitted to our clinic betvveen 1986-1998. The mean age was 6.2 years (range 2-9 years). According to Colonna classification, four hips were type I, 27 hips were type II, 16 hips were type III, and two hips were type IV. İn ali patients, closed reduction with three or four percutaneus or öpen surgical smooth pins of two or three millimeters in diameter was applied using image intensifier and traction table. Pelvipedal cast was applied postoperatively. Results: Patients were follovved for 43 months (range 27-163 months) and the results were assessed using Ratliff’s criteria. Thirty-nine (79.6%) hips had good, nine (18.4%) hips had fair, one (2%) hip had poor results. Complications included avascular necrosis in 10 hips, prematüre closure of the epiphyseal plate in 3 hips, non-union in 3 hips, varus deformity in five hips, pin loosening in three hips. Conclusion: We realized that smooth pins were advantageous as their damages on epiphyseal plate were less, their percutaneus applications were easier and removing them by minör surgical procedures was possible. Unlike in adults, the femoral fractures in children are healed easily vvithout using compressive systems. İn relation to this, we observed that smooth pins had no negative effects in fracture union. The complication rates in this study were not higher than other studies reported in the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntertrokanterik Kırıkların Cerrahi Tedavisi
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
İntertrokanterik Kırıkların Cerrahi Tedavisi
OperatIve Treatment Of IntertrochanterIc Fractures Of The Femur
İntertrokanterik femur kırığı olan, anotomik beş ayrı internal fiksasyon aracı hasta gözden geçirildi. Hastalarımızın idi. En % 12 si edildi. ile tedavi ortalama redüksiyon edilen 48 yaşı 61,2 az 3 ay, ortalama 18 ay takip edildiler. Kırıkların stabil tip, % 82 si stabil olmayan tip olarak tespit Değerlendirmemizde, stabil olmayan kırıklarda daha fazla komplikasyon olduğu ve hastaların % 92 sinin kırık öncesi durumlarını kazandığı görüldü.
Five anatomical internal fixation devices with intertrochanteric femur fractures were reviewed. It was our patients. The most was 12%. They were followed up for a mean age of 48 years 61.2 less than 3 months, average 18 months. In our evaluation, it was seen that there were more complications in unstable fractures and 92% of the patients gained their prefracture conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Supratentorial Anevrizmalar
Ahmet Önder Güney, Ertuğ Özkal, Osman Acar, Onur Çiçek
Araştırma makalesi
Özeti
Supratentorial Anevrizmalar
SupratentorIal Aneurysms
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dah’nda Mart 1987-Eylül 2002 tarihleri arasında 183 supratentorial anevrizma olgusu öpere edilmiştir. Bu çalışmamızda 183 supratentorial anevrizma olgusunun, lokalizasyon, klinik özellikleri, tedavi yöntemleri, mortalite ve morbidite oranlarının tartışılması amaçlanmıştır. Seri, literatür gözden geçirilerek sunulmuştur.
183 cases with supratentorial aneurysm were operated on in Neurosurgery Department, Selçuk University Meram Medical School betvveen March 1987 and September 2002. İn the present study we aimed to discuss 183 intracra- nial supratentorial aneurysm cases, according to their location, clinical features, treatment modalities, mortality and morbidity rates. The series were evaluated through the review of literatüre and presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Ali Bal
Olgu sunumu
Özeti
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Local AnesthesIa WIth GIant Incarcerated Scrotal InguInal HernIa RepaIr
İnguinal herni operasyonları, genel cerrahi kliniklerinde sıkça uygulanan operasyonlardandır. Bu operasyonlar genel anestezi dışında spinal anestezi, epidural anestezi ve lokal anestezi gibi yöntemlerle de uygulanabilmektedir. Özellikle yaşlı, komorbiditesi ve ciddi anestezi riski olan hastalarda lokal anestezi ile fıtık onarımı başarıyla uygulanabilir. Literatürde lokal anestezi ile yapılan fıtık onarımlarının sonuçlarının genel anestezi ile yapılan onarımlardan farklı olmadığı bir çok çalışmada vurgulanmıştır. Bu sunumda redükte edilemeyen inguinal herni beraberinde hipertansiyon, diyabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği gibi komorbid hastalıkları olan 87 yaşında erkek hastaya acil şartlarda lokal anestezi altında yapılan fıtık onarımı tartışılmıştır. Lokal anestezi ile inguinal herni onarımı literatürde tüm yönleriyle değerlendirilmiş olmasına karşın inkarsere inguinal hernilerin lokal anestezi ile onarımı hakkında bilgi oldukça kısıtlıdır. Sonuç olarak strangülasyon riski düşük olan sıkışmış fıtıkların cerrahi tedavisinin lokal anestezi ile özellikle yaşlı ve komorbid hastalarda başarıyla uygulanabileceğini düşünüyoruz. Ancak lokal anestezi ve genel anestezi altında yapılan acil fıtık operasyonları arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapılmasının bu konuda öneri yapabilmek adına faydalı olacağı kanısındayız.
Inguinal hernia operations are frequently performed at general surgery clinics. These procedures can be performed not only under general anesthesia but also with methods like spinal anesthesia, epidural anesthesia, and local anesthesia. Inguinal reparations can be successfully performed with local anesthesia especially on older patients, those with comorbidity and significant risk of anesthesia. An ample amount of studies in literature underline the fact that the results of hernia reparations performed under local anesthesia are no different than the results of hernia reparations done under general anesthesia. This report discusses the case of an 87-yearold male patient with comordid diseases like hypertension, diabetes mellitus, congestive heart failure, and chronic kidney failure as well as irreducible inguinal hernia who had to undergo emergency hernia reparation under local anesthesia. Although inguinal hernia reparation under local anesthesia has been comprehensively evaluated in literature, there is very limited information on the reparation of incarcerated inguinal hernias under local anesthesia. Consequently, we think that it is possible to use local anesthesia successfully to surgically treat incarcerated hernias with low risk of strangulation especially on senior and comorbid patients. However, we also believe that it would be of utmost significance to conduct a comparative study between emergency hernia operations performed under local anesthesia and general anesthesia in order to be able to recommend a safer solution on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Disfajiye Neden Olan Karotid Arter Anomalisi
Ali Bayram, Yılmaz Kabakkaya, Mustafa Bolat, Alaaddin Avşar, Orhan Demir
Araştırma makalesi
Özeti
Disfajiye Neden Olan Karotid Arter Anomalisi
An AbnormalIty Of Common CarotId Artery CausIng DysphagIa
Disfajiye neden olan çeşitli vasküler anomaliler vardır. Disfaji nedeniyle mül-araat eden bir erkek has-tada anjiyografik olarak aberran karatid arter teşhis edildi. Cerrahi tedaviden sonra hastanın şikâyeti tümüyle kayboldu. Literatiirde böyle bir anomallye rastlamadık.
There are various vascular abnormality causing dysphagia. It was angiographically diagnosed an aberran carotid artery in a m.ale complaining dysphagia. After surgical treatment dysphagia disappeared completely. We have not determined such arz abnormality in literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Ahmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
The Results Of Treatment In Talıpes Equınovarus
Bu makalede, 98 çocuktaki 128 ıalipes ekinova-rus deformitesinin tedavi sonuçlarını retrospektif o-larak inceledik. Bu ayakların konsemıtif ve cerrahi tedavileri, 1983 ve 1991 yılları arasında Selçuk Ü-niversitesi Tıp Fakültesi Onopedi ve Travmatoloji kliniğinde yapılmıştır. Tedavisi yapılan çoçuklann yaş ortalaması 9.4 aydır. Konservauf tedavi _yapılan çocukların yaş ortalaması 46 gün olup. bu yaş or-talaması , cerrahi tedavi gören çocuklarda 34 ay olmuştur. K<ınse rvat İf tedavi 69 çocuğun 93 ayağına uygulandı. Konservatif ve cerrahi tedavinin beraber yapıldığı grup ile sadece cerrahi tedavi yapılan grupta 47 çocuğun 58 ayağı tedavi edildi. Tedavi sonrası ortalama takip süresi 37 aydır. Sonuçlar Main ı•e ark. (11 uyguladığı kriterlere göre değer-lendirildi. Bu kriterlere göre konseri:Of tedavi ile %59, konservatif ve cerrahi tedavi ile %82 ve Yalnız cerrahi tedavi ile %91'lik başarı sağlanmıştır.
We retrospectively investigated the cases of 98 children having 128 talipes equinovarus. Their conservative and surgical treatment were performed at the Department of OnItopaedics and Traumatology, Faculty of Medicine, Selçuk University between 1983 to 1991. Overall average age was 9.4 rnontlıs. The man age of consen;atively and surgically treated groups were 46 days and 34 ınonths, respectively. Conservative treatment was used .for 93 feet of 69 children... Surgical treatment with and without conservative treatment was done on 47 children with 58 feet. The avarege follow-up period was 37 months. The results were evaluted by the criteria of Main et al (1). The sucsess rates of the conservative, conservative plus surgical and surgi-cal treatment were 59 %, 82 % and 91 %, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Femur Cisim Kırıklarının Oyarak-Kilitli Çivilenmesi Sonrası Heterotopik Ossifikasyon Gelişimi
Özlem Akkoyun Sert, Mehmet Arazi, Mehmet Nihat Oktar, Recep Memik
Araştırma makalesi
Özeti
Femur Cisim Kırıklarının Oyarak-Kilitli Çivilenmesi Sonrası Heterotopik Ossifikasyon Gelişimi
HeterotopIc OssIfIcatIon After InterlockIng Intromedullary Reamed NaIlIng For Fractures Of The Femoral Shaft.
Ameliyat sonrası kalça çevresinde heterotopik ossifikasyon (HO) oluşumu, sıklıkla total kalça protezi ameliyatları ve asetabulum kırıklarının cerrahi tedavisi sonrası ortaya çıkmaktadır. Femur cisim kırıklarının intramedüller çivilenmesi sonrası HO oluşumu ise, daha az görülen ve fazla araştırılmamış bir konu olmaya devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı, intramedüller kilitli femoral çivileme ameliyatları sonrası kalça bölgesinde HO gelişiminin oluşum ve tedavi özellikleri ile klinik öneminin değerlendirilmesidir. Ekim 1995 ile Mart 1999 arasında, femur cisim kırığı nedeniyle kilitli intramedüller çivileme tekniği ile tedavi edilen 70 hasta prospektif olarak izlendi. Hastaların 63’ ü erkek (%90), 7’si kadın (%10) , ortalama yaş 34 dü (17-70 yaş). HO gelişimi Brumback ve ark'nın. tanımladığı kriterler kullanılarak değerlendirildi. 10 hasta takipten ayrıldı ve kalan 60 hastanın ortalama 18 ay (9-48 ay) takipleri yapıldı. 4 hastada (%7) /.derece, 1 hastada (%1.5) II. derece ve 1 hastada (% 1.5) III. derece HO gelişimi tesbit edildi. HO gelişen tüm hastalar konservatif tedavi ile başarılı bir şekilde iyileştiler. Sonuç olarak, bu çalışmada elde edilen bulgular, femur cisim kırıklarının intramedüller çivileme ameliyatlarından sonra HO oluşumunun, önemli bir klinik sorun olmadığı görüşünü desteklemektedir.
Postoperative heterotopic ossification (HO) around the hip is common follovving total hip arthroplasty and after surgical treatment of the acetabular fractures. Hovvever, its occuring after intramedullary nailing operations for femoral fractures is relatively uncommon and not well documented. The purpose of this study was to evaluate the clinical importance and aspects of heterotopic ossification after intramedullary nailing. Between October 1995 and March 1999, 70 patients treated by intramedullary femoral locked and reamed femoral nailing were follovved and studied, prospectively. There were 63 male and 7 female and average age was 34 years (17 to 70). To determine of HO, the criteria described by Brumback et al. were used. Mean follow-up was 18 months (9 to 48 months). Ten patients were lost to follovvup, thus 60 patients remained were evaluated. Grade I HO developed in 4 patients (7%), grade II in 1 patient (1.5%) and grade III in 1 patient (1.5%). The patients who developed HO were treated by conservative methods with success. İn conclusion, the findings of this study support that heterotopic ossification after intramedullary femoral nailing is uncommon and not a great problem in management of this patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
MorgagnI HernIa And SurgIcal Treatment's A Case Of ClInIcally SIlent MorgagnI HernIa Is Presented
Klinik olarak sessiz seyreden, morgagni hernisi tants' alan, kiint abdominal agar' olan, 62 yaltnda hir erkek hasta takdim edilmistir. Morgagni hernisi PA Akciger graifisi ye Pnomoperitoneum ile techis Defekt cerrahi olarak tamir Modern goriintilleme yontemlerinin rutin kullanima girmesiyle morgagni hernisi tamp olan olgu sa-ytstnin artacagintn beklenilmesi dogaldir.
The patient has blunt abdominal pain and asyptomatic. The diagnosis of morgagni hernia is X-Ray pnemoperiteneum and CT. The patiend was re-pair surgical treatment. THe diagnosis of silent mor-gagni hernia can he revealed bly using modern ima-ging techniques such as CT or MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Kist Hidatiği Üzerine İn-Vitro Ortamda Değişik Konsantrasyonlardaki Nacı, Albendazol Ve Praziquantel Solüsyonlarının Skolisidal Etkilerinin Araştırılması
Nurullah Aksoy, Mehmet Avni Gökalp, Ersin Borazan, Yasemin Zer
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Kist Hidatiği Üzerine İn-Vitro Ortamda Değişik Konsantrasyonlardaki Nacı, Albendazol Ve Praziquantel Solüsyonlarının Skolisidal Etkilerinin Araştırılması
A Research About The Effects Varıous Concentratıons Of Nacl, Albendazole And Prazıquantel Solutıons On Human's Cyst Hydatıd In In-Vıtro Envıronment
Kist hidatik dünya üzerinde yaygın bir coğrafyada görülen, önemli komplikasyonlara neden olan ve azımsanmayacak düzeyde nüks izlenen bir hastalıktır.Enfektif bir hastalık olmasına rağmen hala primer tedavisi cerrahidir. Bu noktada tedavinin başarı şansını arttırmak için cerrahi teknik ve kullanılan skolisidal madde önem arzetmektedir.
Literatürde en etkin skolisidal maddenin belirlenmesi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle her klinik farklı ajanları kullanabilmektedir.
Bu çalışmada in-vitro ortamda sık kullanılan bazı skolisidal maddelerin zamanla ilişkili olarak etkinliğini araştırdık. Çalışmamızda kullanılan ajanların 20. dakikada hepsinin başarılı olduğunu, ancak en erken ve en efektif yanıtın praziquantel ile alındığını gördük. Bu bulgular praziquantelin E. granulosusu öldürmedeki başarısını göstermekle birlikte medikal tedavide yer edinmesini öneren çalışmalara destek vermektedir.
E.granulosusun hem medikal hem de cerrahi tedavisi sırasında kullanılacak ideal skolisidal maddenin belirlenmesi için efektivite-yan etki analizi yapılan daha fazla çalışma yapılmalıdır.
The hydatid cysts that are common geographically over the world; causing serious complications and considered as a high recurrent average disease . In spite of the infective nature of the disease; the primary treatment is a surgical one . And in this point the surgery techniques and the using of the scolicidal agents is important to increase the chances of the successful treatment.
In the literature, there is not enough information about the determination of the most effective scolicidal substances. Therefore clinically there are different opinions in the using of the different agents
In this study, in –vitro we investigated the activity of some frequent used scolicidal substances related to the time . All the agents that used in our study for 20 minutes were successful. But we have seen that the earliest and the most effective response is noticed with praziquantel. These findings that demonstrate the success of praziquantel to kill E. granulosus are proposing to support the medical treatment.
To determine the ideal scolicidal material that will be used in the medical and the surgical E.granulosus treatment, and its side effects more efficiencies-study analysis must be performed
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dudak Kanserleri Ve Kliniğimizde Uygulanan Tedavı Nıetodları
Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Bedri Özer, Levent Soley
Araştırma makalesi
Özeti
Dudak Kanserleri Ve Kliniğimizde Uygulanan Tedavı Nıetodları
LIp Cancers And Treatment Afethod, In Our ClInIc
1983-1989 yılları arasında kliniğimizde dudak kanseri nedeniyle 46 hasta ameliyat edilmiştir. Elde edilen sonuçlar literattir gözden geçirilerek değerlendirilmiştir.
Between 1983-1989, 46 patients with Tip cancer operated in our clinic. Our results obtained from these cases vere discussed with the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonkları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Hakan Filizlioğlu, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonkları
TraumatIc ArterIovenous FIstulas
Travmatik arterio-venoz (A-V) fistiiller co-gunlukla penetran yaralanmalar sonucu, bazen de iatrojenik nedenlerle olucur. Eyliil 1989 - ubat 1996 yillarz arastnda 8 tray-matik A-V fistiil olgusuna cerrahi tedavi uy-gulanmtwr. Hastalaruntzzn yaVart 1,5 - 44 ara-stnda olup, 2 tanesi kadin, 6 tanesi erkekti. Etyoloji, 5'inde atecli silah yaralanmast, l'nde iatrojenik (kan alma strasinda), 2'sinde kesici alet yaralanmast idi. Travmadan sonra gecen sure I giin ile 10 yll ara-stnda degilmekteydi. A-V fistul ninde sag femoral arter - ven, I 'inde sol popliteal arter - yen, Pinde sag popliteal arter - ven, l'inde sol posterior tibial arter - yen, I 'inde sag karotis- internal juguler ven, I 'inde sol brakial arter - hasilik ven arastnda idi. Fistfil kapatiltrken 5 tanesinde arteriel uc-uca anas-tomoz, 1'inde otojen yen patch anjioplasti, 1 'inde primer arteriel martin, I arteriel suni greft in-terpozisyonu yaptImuttr. Venoz onarun ise, 5'inde primer onartm, I 'inde otojen safen ven in-terpozisyonu, 2'sinde ligasyon yapilmıtır.
Treatment and Follow up Traumatic arteriovenous fistulas are mostly occur as a result of penetrating injuries and so-metimes iatrojenic causes. Surgical treatment was performed on 8 tra-umatic arteriovenous fistula cases between the dates September 1989 and February 1996. Two patients were female and six patients were male ages ranged between 1.5 to 44. Etiology was gun shut wound in 5, stuhing and penetrating wound in 2 and as a re-sult of puncture to vein in I. Time interval after tra-uma was ranged between I day and 10 years. Ar-teriovenous fistulas were ntnd in the localization of right femoral artery - femoral vein in 3, left popliteal artery - vein in 1, left posterior tibial artery - vein in 1, right carotis artery - internal juguler vein and left brachial artery - basilic vein in I. Arterial end to end anastomosis in 5, primary arterial repair in 1. ar-terial prosthetic graft intopozitions in 1 and otojen yen patch angioplasty in I were used for the closure of the arteriovenous fistulas. Venous primary repair in 5, otogen safenous vein graft interposition in I. ve-nous ligation in 2 were used for the closure of the ar-teriovenous fistulas which venous repair.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Ekstremite Derın Ven Trombozları Ve Tedavisi
Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Tahir Yüksek, Cevat Özpınar, Sami Ceran, Güven Sadi Sunam
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Ekstremite Derın Ven Trombozları Ve Tedavisi
Lower ExtremIty Deep VeIn ThrombosIs And Its TreaIment
1983-1989 yılları arasında kliniğimizde 140 alt ekstremite derin ven trombozu vakası yatırılarak te-davi edilmiştir. Cerrahi tedavi uygulanan (trornbek-tont') 3 (%2.1) yaka dışında 137 (%97.9) yakaya ya-tak istirahati + bacak elevasyonu + heparinizasyon uygulandı. Medikal tedaviye aldığımız 137 hastanın 127'sinde (%92.7) tedavi sonuçları çok iyiydi. Phleg-masia cerulea dolens vakalarından 4süne (%2.85) diz üstü amputasyon yapıldı. Phlegrnasia cerulae do-lens'li diğer 5 yaka (%3.6) medikal tedaviye cevap verdi ve ilgili ekstremite ampute olmaktan kurtuldu. Oral antikoagulan tedavinin tamamlanmasından sonra 6 ay süreyle yaptığımız kontrollerde 22 (%15.7) hastada post tromboflebitik sendrom tespit ettik.
140 cases of lower extremity deep vein thrombosis were hospitalised and trealed at our clinic between the years of 1983 and 1989. Bed rest with leg elevation and heparanization were applied to 137 cases (%97.9), 3 cases (%2.1) had surgical treatment (thrombectomy). Treattrıent in 127 patients otu of 137 were satisfactory, and ampulation ampuiation operation over the knees was carried out at 4 cases (%2.85) of phlegmasia cerulea dolens. °iller 5 cases of phlegmasia cerulea dolens responded to medical treatment and related extrernities did not need to be amputaled. After the complation of oral anticoagulation treatment we found a post thrombophlebitis syndrome in 22 patients (9;35.7) at the controls that were carried out every 6 mounth.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Penetran Kalp Yaralanmaları Ve Acil Cerrahı Tedavının Önemi
Kadir Durgut, Güven Sadi Sunam, Tunç Solak, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Penetran Kalp Yaralanmaları Ve Acil Cerrahı Tedavının Önemi
PentratIng CardIac Injury And The Importance Of Urgent Surgery
Penetre kalp yaralanrnalı 7 hasta takdim edi-leı-ek acil ceı-rahinin ve peı-ikardiosentezin önemi vurgulandı. Eğer perik-aı-diosentez yetersiz kalırsa to-rakotomi tamponadı önlemek ve kanamayı kontrol etmek için ilk yapılması gerekendir.
Between 1987-1995, seven patients with pe-netrating cardiac ınjury were presented and the iın-portance of urgent surgeıy and pericardiocentesis were emphasized. In cardiac injuıy, pericardiocentesis is in-sufficient. thoracotomy should be prinıarly per-formed in order to relieve tomponade and control bleeding.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı Tedavisi
Mehmet Yeşiltay, Kadir Durgut, Ufuk Özergin, Cevat Özpınar, Işık Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı Tedavisi
The SurgIcal Treatment Of PerIpheral Pseudoaneuryms
Bu makalede Selçuk Üniversitesi Tip Fakültesi Kalb Damar Cerrahisi Kliniğinde Ocak 1989 - Ara-lık 1995 yılları arasında tedavi edilen 22 periferik pseudoanevrizma yakası takdim edildi. Vakaların 11"i ateşli silah, 8ii kesici - delici aletle, rsi A.V. fis-tül operasyon sonrası ve 1 vakada invazif vasküler girişim sonrası oluşan pseudoanevrizmaydı. 9 ya-kaya uç uça anestomoz, 6 yakaya saphen ven replasması, 4 yakaya sentetik greft (PTFE) 3 yakaya li-gasyon uygulandı. 20 yaka Şifa ile sonuçlandı. 2 vakada postoperatif komlika.syon gelişti. Birine saphen yen replasmanı diğerine iskenıi nedeniyle dirsek altı amputasyonu yapıldı.
22 cases with traumatic peripheı-al aneurysm were treated at the Clinic of Cardiovasculer Suı-gery of Selçuk Univeı-sity Medical Faculty hetween 1989 - 1995 years. In eleyen of the cases were etiology due to injuı-ies of gun wounds, eight of them were penetrating instruments, rwo cases were after A.V. Fistüla anastomatic operation and one case was after invasiye vasculer procedure. Vein replacement was petformed in six cases and 9. Cases end ta end anastomosis was done and synthetic greft rep-lacement ta four case (PTFE) and in 3 cases were done arterial ligation. Twenty cases were resulted with healing. Postoperative compiications developed in two cases. In one of them was transposed the graft saphenous yemi!, and forearm amputation was applied to other patient..
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyojenik Şok Tedavisinde İntraaortik Balon Pompasının (iabp) Yerı
Hasan Gök, Bayram Korkut, V. Gökhan Cin
Araştırma makalesi
Özeti
Kardiyojenik Şok Tedavisinde İntraaortik Balon Pompasının (iabp) Yerı
IntraaortIc Balloon CounterpulsatIon (ıabc) In The Management Of CardIogenIc Shock
Kardiyojenik şok, çoğunlukla miyokart iıajiırktüsai sonucu gelişen ve vital organların hipoperflizyon bulgulan ile karakterize acil klinik bir durumdur. Zamanında ve yeterli tedavi yapılmazsa hemen hepsi kaybedilen bu olguların tedavisinde, İABP uygulanması, ventrikiil fonsiyonları ile koroner debiyi kısmen duzelterek hastanın kalp kateterizasvonu ve re-vasküarizasyonu için zaman kazandırmalaadır. Çoğu merkezlerde nwrtalitesi en az Ç'< 60-70 olan kar-diyojenik şokta, optinıal İABP desteği acil koroner anjioplasti veya koroner arter by-pass operasyonu ile bu mortalite oranı değişmiştir. Ayrıca akur miyokart infarktüsünün radikal tedavisinde acil koroner an-jioplastisinin, çok olumlu sonuçlarla uygulamaya girmesi, infarktüsün hastane içi mortalitesini ve kardiyojetzik şok gelişiınini de azalınuştır. Kardiyojenik şoka sebep olabilen hastalıklarda. İABP nin yeni girişimsel ve cerrahi tedavilerle mortaliteve etkisini ve İABP'mn kullanım spektrumunu incelemek maksadıyla bu yazı hazırlanmıştır
Cardiogenic shock is an emergency clinical state which is usually due to delile myocardial infarction and clzaracterized by hipoperfusion of vital organs. If the management isn'i on time- and isn't enough, patients with cardiogenic shock commonly die. Fortunately: IABC, by alleviating coroner circulation and left ventricular functions, can give the the chance ,fo• interventional cardiac procedures such as cardiac catheterization and revasvcularization.While generally accepted mortality rate is at least 60-70% in car-diogenic shock, it can be decreased with optimal IABC and revascularizarion. On the other hand, emergency PTCA in patients with acute myocardial infarction decreased the incidence of hospital mortality and cardiogenic shock. The design of this review is to investigate the clinical landnuırks• IABC and the efficacy of IABC, alone ör together with newer intervetztional cardiac procedures, on disease states that could cause cardiogenic shock.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta