Brucella Jel Aglütinasyon Testinin Brusella
tanısında Kullanılan Diğer Serolojik Testleri İle
karşılaştırılması
Meral Kaya, Muhammet Güzel Kurtoğlu, Asuman Güzelant, Hülya İren Güvenç, Habibe Övet, Oya Akkaya, Ayşegül Opuş, Şerife Yüksekkaya, Ayşe Ruveyda Uğur, Ayşegül Ergün
Araştırma makalesi
Özeti
Brucella Jel Aglütinasyon Testinin Brusella
tanısında Kullanılan Diğer Serolojik Testleri İle
karşılaştırılması
The ComparIson Of Brucella Gel AgglutInatIon Test WIth
other SerologIcal Tests For The DIagnosIs Of BrucellosIs
Amaç: Zoonotik bir hastalık olan Bruselloz, birçok sistemi etkileyerek çok farklı klinik belirti ve bulgulara
neden olabilen bir hastalıktır. İnsanlarda gelişenbruselloz hastalığının tanısı başlıca kültür ve serolojik
yöntemlerle konmaktadır. Serolojik testler arasındarose Bengal (RBT) ve standart tüp aglütinasyon
testleri (STA) en sık kullanılan yöntemlerdir. Tarama amaçlı kullanılan RBT ile pozitif saptanan örnekler
standart tüp aglütinasyon testi ile dilüsyonlu olarak çalışılmaktadır. Ancak blokan antikorların varlığı
nedeniyle STA testinde yalancı negatif sonuçlar alınabilmektedir. Bu nedenle bu testler zaman zaman
tanıda yeterli olmamaktadır. Çalışmamızda yeni bir test olan BrucellaCoombs Jel testi (BCGT), RBT, STA,
Brucellaimmuncapture aglütinasyon testi (BCAP) ve Brucella ELISA IgG, M testleri ile karşılaştırılmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına çeşitli kliniklerden
gönderilen bruselloz şüpheli 100 hastanın serum örneği üzerinde çalışıldı. Her bir hasta serumundan
RBT (Seromed Laboratory Product, Turkey), STA (Biomedica, Canada), BCAP (Brucellacapt, Vircell S.D.
Spain), BCGT (ODAK, İSLAB. Türkiye), ELISA Brucella IgG, IgM (Euroimmune, Almanya) testleri çalışıldı.
Çalışmalar üretici firma önerileri doğrultusunda gerçekleştirildi.
Bulgular: Testlerdeki Pozitiflik oranları; BCGT 88 (%88.0), RBT 74 (%74.0), STA 56 (%56.0) , BCAP 84
(%84.0), Brucella IgG, IgM 92 (%92.0) olarak saptandı.
Sonuç: BCGT’nin; ELISA, BCAP, RBT ve STA testleriyle yapılan karşılaştırmasında gold standart olarak
kabul edilen bir yöntem çalışılmadığından istatistik karşılaştırmaları yapılamamıştır. BCGT, 24 saat
inkübasyona gerek olmadan çalışılması nedeniyle STA ve BCAP yöntemlerine göre daha hızlı sonuç
vermeyi sağlamıştır. Bu yeni test (BCGT), brusellozun tanı ve takibinde blokan antikorları da tespit etmesi
ve hızlı sonuç vermesi nedeniyle avantaj sağlamaktadır. Sonuçların doğrulanması için daha kapsamlı
çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
Aim: Brucellosis, a zoonotic disease, may affect several body systems and cause various clinical
manifestations considering the infection sites. Diagnosis of brucellosis is mainly based on culture and
serological methods, specifically Rose Bengal agglutination (RBT) and standard tube agglutination tests
(STA). When RBT, which is usually used as a screening method, is positive for Brucella antigens, STA
is prefered to detect an agglutination titre by using serial dilutons of serum sample. On the otherhand,
false negative results can be obtained by STA due to the presence of blocking antibodies. The refore,
these two methods may be in adequate for diagnosis of Brucellosis. The aim of this study is to compare a
novel method, Brucella Coombs gel test (BCGT) with other four serological methods, RBT, STA, Brucella
immune-capture agglutination test (BCAP), and Brucella ELISA IgG, IgM tests.
Patients and Methods: Serum samples taken from 100 patients, admitted from various clinics at Konya
Training and Research Hospital were sent to the Medical Microbiology Laboratory with a clinical diagnosis
of Brucellosis. Each serum sample was studied with RBT (Seromed Laboratory Products, Turkey), STA
(Biomedica, Canada), BCAP (Brucellacapt, Vircell SD Spain), BCGT (ODAK, ISLAB, Turkey), and ELISA
Brucella IgG, IgM (Euroimmune, Germany) methods. All procedures were carried out in accordance with
the manufacturer’s recommendations.
Results: The rates of positive results for each method were as follows: BCGT 88 (88.0%), RBT 74
(74.0%), STA 56 (56.0%), BCAP 84 (84.0%) and Brucella IgG, IgM test 92 (92.0%).
Conclusion: Statistical analysis could not be executed due to lack of a gold standard method in the study.
Yet, BCGT provided faster results than STA and BCAP methods because it does not require a 24-hourincubation.
This novel test, BCGT, also showed an advantagein the diagnosis of Brucellosis because of
detecting blocking antibodies. More comprehensive studies are needed to be performed to confirm the
results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koagulaz - Negatıf Stafılokoklar Uzerıne Topıkal Antımıkrobıyal Ajanların Etkisi
Naci Kemal Kırca, Hüseyin Tol, Mahmut Baykan, Ali Sütçü, Fatma Keklikoğlu, Bülent Baysal, Hüseyin Endoğru
Araştırma makalesi
Özeti
Koagulaz - Negatıf Stafılokoklar Uzerıne Topıkal Antımıkrobıyal Ajanların Etkisi
Effect Of TopIcal AntImIcrobIal Agents On Co-Agulase-NegatIve StaphylococcI
Deri yazeyinde hulunan koagalaz-negatif sta-filokoklara topikal olarak uygulanan antimikrobiyal ajanlarin etkirzligi araorrildr. 5 antiseptik solusyon ye 5 antimikrobiyal pomat degerlendirildi. Antiseptik solusyonlar (% 10 Po-. vidone-iodine, % 2 iodine, % 2 Tentardiyot, % 70 etanol, % 0.5 Klorhekzidin) gazli hezle 15 saniye uy-gulandi. Antimikrobiyal pon-zadlar (mupirocin, neomycin-bacitracin • silver sulfadiazirz, povidone-iodine pomad. sodywn fusidat) gazli hezle 6 saw sareyle tathik edildi. Tedavi uygulamalarrndan sonra arnekler Povidone-iodine. Klorhekzidin ye tentiirdiyot dim Orneklerde (10110) yilzey bakterikrini eradike etti. % 2 iodine 10 ornegin 9'unda, % 70 etanol ise lo ornegin 7'sinde eradike edici hulundu. 5 antimikrobiyal pomadm 471 deri yazeyinin ste-rilizasyonunda etkin hulundu. % Silver sal-fadiazinVe 10 ornekten 2'cinde koagiilaz negatif sta-filokok arernesi goralda.
In the Human Skin The efficacy of antimicrobial agents applied to-pically to the skin surface in eradicating coagulase-negative staphylococci (ENS) residing in the skin surface. Five antiseptic solutions (10 % povidone iodine, 2 % iodine, 2 % tincture of iodine, 70 % ethanol, and 0.5 % Chlorhexidine) were applied for 15s with a gauze sponge. The antimicrobial ointments (po-vidone-iodine. silver sulfadiazine, mupirocin, so-dium fucidate, and a double-antibiotic ointment con-taining neomycine, and bacitracin) were applied and covered for 6 th with gauze. After treatment. the surface was sampled. All agents were effective in eradicating ENS from the surface. The antiseptic solutions povidone-iodine. chlor-hexidine and tincture of iodine eradicated surface bacteria in every trial (10 of 10 each), and 2 % io-dine and 70 % ethanol eradicated bacteria from the surface in 9 and 7 of 10 trials, respectively. Four of the five antimicrobial ointments were also effective in the sterilization of the skin sur-face: 1 % silver sulfadiazine was the exception.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolesistektomi Ve Koledok Eksplorasyonu Nedenleri
Asım Duman, Nuri Ildız, Cemil Ceviz, Selahattin Aydınalp
Araştırma makalesi
Özeti
Kolesistektomi Ve Koledok Eksplorasyonu Nedenleri
Causes Of Cholecstectomy And Colledoc Exploratıon
Bu makalede kliniğimizde kolesistektomi veya kolesistektomi ile birlikte koledok eksplorasyonu yapılan 750 vakanın sonuçları sunulmuştur. Vakalarımızın 549 unda (% 73,2) kronik kolesistit, 150 sinde ( O 20) akut kolesistit, 34 tinde (% 4,5) safra kesesi yaralanması 9 unda (%1,2) safra kesesi kanseri nedeniyle ve 8 inde (% 1,1) ise diğer nedenlerle kolesistektomi yapılmıştır. 150 vakada (% 20) çeşitli nedenlerle koledok eksplorasyonu uygulanmıştır. Yaşayan 720 hastanın 80 inde (% 11.1) tıbbi veya cerrahi tedavi ile iyileşen çeşitli postoperatif komplikasyonlar tespit edilmiştir, Postoperatif devrede 750 hastanın 30 u kaybedilmiş olup mortalite oranı % 4 dür. Taşlı ve taşsız kronik kolesistit nedeniyle kolesistektomi yapılan 556 hastanın 7 si (% 1,2) kaybedilmiştir.
In this article, results of 750 cases who underwent choledochus exploration with cholecystectomy or cholecystectomy in our clinic are presented. In 549 (73.2%) of our cases, chronic cholecystitis, 150 (O 20) acute cholecystitis, 34 (4.5%) had gallbladder injury, 9 (1.2%) were due to gallbladder cancer and 8 (1%) , 1) cholecystectomy was performed for other reasons. Common bile duct exploration was performed in 150 cases (20%) for various reasons. Various postoperative complications were detected in 80 (11.1%) of 720 surviving patients who recovered with medical or surgical treatment. 30 of 750 patients died in the postoperative period, with a mortality rate of 4%. 7 (1.2%) of 556 patients who underwent cholecystectomy for chronic cholecystitis with and without stones died.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçan İzole Gastro-Özofagal Sfinkteri Üzerine Verepamil, Nifedipin Ve Nitrendipin'in Gevşetici Etkileri
Ekrem Çiçek, Ahmet Kaya, Laika Karabulut, Ergin Şingirik, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçan İzole Gastro-Özofagal Sfinkteri Üzerine Verepamil, Nifedipin Ve Nitrendipin'in Gevşetici Etkileri
The Relaxant Effects Of VerapamIl, NIfedIpIne And NItrendIpIne In Isolated Rat Gastro-Oesophageal SphIncter
Rat gastro-özofagal sfinkterinde yapılan bu in vitro çalışmada, karbakol'e bağlı kasılmalar üzerine Ca2+ kanal blokörlerinden verapamil, nifedipin ve nitrendipin'in gevşetici etkileri incelenmiştir. Söz konusu antagonistler ile elde edilen % gevşemeler karşılaştırıldığında, verapamil ve nitrendipin'in aynı oranda gevşeme yaptığı, buna karşın nitrendipin ile elde edilen gevşemenin diğer iki ilaca göre düşük olduğu görülmüştür.
In this in vitro study performed in the rat gastro-esophageal sphincter, the relaxing effects of verapamil, nifedipine and nitrendipine, which are Ca2 + channel blockers, on contractions due to carbachol were investigated. When the% relaxations obtained with the said antagonists were compared, it was seen that verapamil and nitrendipine relaxed at the same rate, whereas the relaxation achieved with nitrendipine was lower than the other two drugs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolesistektomi Materyallerinde İnsidental Safra Kesesi Kanserinin Risk Yönetimi
Fahriye Kılınç, Uğur Gülper, Pembe Oltulu, Sıddıka Fındık, Hasan Esen, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Kolesistektomi Materyallerinde İnsidental Safra Kesesi Kanserinin Risk Yönetimi
RIsk Management Of IncIdental Gallbladder Cancer In Cholecystectomy MaterIals
Amaç: Safra kesesi kanseri yaygın olmayan fakat agresif bir tümördür. Prognozu kötüdür ve olguların çoğu benign hastalıklar nedeniyle yapılan kolesistektomilerin histopatolojik incelenmesinde insidental olarak tespit edilir. Laparaskopik kolesistektomi dönemiyle erken evrede tespit edilen olguların sayısı artmaktadır. Bu çalışmada, bölümümüze gönderilen kolesistektomi materyallerinde kanserle karşılaşma oranını ve kanser dışı tanıların dağılımını literatür bulguları eşliğinde değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: 2016-2017 yıllarında patoloji bölümüne gönderilen ve rutin olarak incelenen kolesistektomi materyallerinin sonuçları tanı grupları oluşturularak retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların klinik ön tanıları, demografik bilgileri (yaş, cinsiyet) ve patoloji raporları gözden geçirildi.
Bulgular: Toplam 1000 kolesistektomi materyalini çalışmaya dahil ettik. Malignite bulunan 7 hastanın 2’sinde insidental olarak tanı konulmuştu ve kolelitiazis ön tanısıyla laparoskopik kolesistektomi yapılmıştı, bir hastada primer odak safra kesesiydi, diğeri kolon adenokarsinom infiltrasyonu ile uyumluydu. Kalan 5 hastada preoperatif ve / veya postoperatif malignite tespit edilmişti. Diğer olguların büyük kısmında (> %90) kronik veya kronik aktif kolesistit, düşük oranda akut kolesistit, 2’sinde (%0,2) gastrik heterotopi, 1’inde (%0.1) tubuler adenom, 1’inde (%0.1) tubulovillöz adenom, 4’ünde (%0.4) adenomyom / adenomyomatozis, 6’sında (%0,6) polip ve 5’inde (%0.5) displazi (Bilier intraepitelyal neoplazi, BilIN) mevcuttu.
Sonuç: Geç evrelere ilerleyene kadar sessiz kalan kötü prognozlu bir tümör için %0.1’lik insidental oranın düşük olmadığını düşünmekteyiz. Bu nedenle makroskopik olarak belirgin lezyon olmasa bile histopatolojik değerlendirme için özellikle fundus, boyun ve yan duvarlar örneklenmelidir.
Aim: Gallbladder cancer is an uncommon, but aggressive tumor. Its prognosis is poor and the most cases are incidentally detected in histopathological examinations of cholecystectomies due to benign diseases. With the era of laparoscopic cholecystectomy, the number of cases detected in early stage is increasing. In this study, we aimed to evaluate the rate of cancer encountered and the distribution of non-cancer diagnoses in cholecystectomy materials sent to our department, together with the literature findings.
Materials and Methods: The results of the cholecystectomy materials sent to the pathology laboratory and examined routinely in 2016-2017 were retrospectively evaluated by forming diagnostic groups. Clinical preliminary diagnoses, demographic informations (age, sex), and pathology reports of the patients were reviewed.
Results: We included a total of 1000 cholecystectomy materials into the study. Two of the 7 patients who presented with malignancy were incidentally diagnosed and underwent laparoscopic cholecystectomy with the preliminary diagnosis of cholelithiasis, with the primary focus was gallbladder in one patient, and the other was compatible with colonic adenocarcinoma infiltration. Preoperative and / or perioperative malignancy was detected in the remaining 5 patients. A large proportion (> 90%) of the other cases had chronic or chronic active cholecystitis and low rate of acute cholecystitis included gastric heterotopia found in 2 (0.2%), tubular adenoma in 1 (0.1%), tubulovillous adenoma in 1 (0.1%), adenomyoma / adenomyomatosis in 4 (0.4%), polyp in 6 (0,6%) and dysplasia (Biliary intraepithelial neoplasia, BilIN) in 5 (0.5%) patients.
Conclusion: We think that the incidental rate of 0.1% is not low for a poorly prognostic tumor that remains silent until progressing to late stages. Especially fundus, neck and lateral walls should be sampled for histopathological evaluation, even if there is no macroscopically evident lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Verapamil Ve Diltiazem'in Sıçan Aorta Ve Gastro-Özofagal Sfinkter Kasılmaları Üzerıne Etkileri
Ekrem Çiçek, Necdet Doğan, Kısmet Esra Nurullahoğlu Atalık, Erdoğan Özkal
Araştırma makalesi
Özeti
Verapamil Ve Diltiazem'in Sıçan Aorta Ve Gastro-Özofagal Sfinkter Kasılmaları Üzerıne Etkileri
Effeets Of VerapamIl And DIttIazem On ContractIons Of Aorta And Gastro-Oesophageal SphIncIer In Rats
İzole sıçan aortunda Ca2÷'suz ortamda serotonin (5-11Tre bağlı kasılma cevapları, ekstraselüler ortama ilave edilen Ca2+ ile doza bağımlı olarak artırılmıştır. Eksternal Ca2+'a bağlı bu kasıla, ortama ilave edilen verapamil veya diltiazem ile anlamlı olarak inhibe edilmiştir. Aynı şekilde izole sıçan gastro-özofagal sfinkterinde Ca2+'suz ortamda asetilkolin (ACh) ile oluşturulan kasılma, kümülatif konsantrasyonda uygulanan Ca2+ ile artırılmış, ortama ilave edilen her iki kalsiyum aslagonisti ile de anlamlı olarak inhibe Bulgular bu dokularda verapamil ve diltiazemin ekstraselüler Ca2+ girişini inhibe ettiğini ortaya koymaktadır.
The contraction responses induced with serotonin (5-M) irz a medium without Ca2 + showed a dese-dependent increase by acicling Ca2+ into the extracellular mediutn. This contraction due to external Ca2+ used has significantly been inhibited by verapamil and diltiazem added into the extracellular medium. Similarly, in an isolated gastro-oesophageal sphincter, in a medium containing no Ca2+ the contraction induced with acetylcholine (ACh) has alsa been increased with Ca2+ used at a cumulative concentration and significantly inhibited by either calcium antagonists. Findings indicate that veraparnil and diltiazem have inhibited the eniry of extracellular Ca2+ intr. the tissues.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anne Ve Yenı Doğanda Sitomegaloyirus Antikorlarının Araştırılması
Emine İnci Tuncer, Mehmet Bitirgen, A. Zeki Şengil, Zeki Sayman, Murat Günaydın, Mahmut Baykan, Duygu Fındık
Araştırma makalesi
Özeti
Anne Ve Yenı Doğanda Sitomegaloyirus Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegagovIrus (cmv) AntIbody Of The DelIvered Mothers And TheIr Newborn Infants
Doğum yapan 109 anne ve onlara ait 109 bebeğin kordon kan örneklerinde CMV antikoru ELISA yöntemi- ile çaltşıldt. Annelere ait serumlardan 32'sinde (%29.3) CMV 1gG ve 13'ilnde (%11.9) CMV 1gM pozitifliği saptandı. Bebeklerde ise 25'inde (%22.9) CMV 1gG pozitif bulundu. CMV IgM bebeklerin hepsinde negatif olmasına rağmen, annelerdeki %11.9 oranında CMV 1gM pozitifliği bebeklerinde risk olduğunu düşündürmektedir.
Sena were öbtained from 109 mothers who were in kibar and from the wnblical cord of the- ir newborn babies. CMV antibodies of the samples were deterrnined by ELLSA teehnique, These findings revealed that the serum of 32 (29,3%) and 13 (11,9%) mothers were CMV IgG- and 1gM pozilive, respectively.4-The serum of 25 (22.9%) newborn babies showed CMV IgG positive responses. Although, CMV specıfic 1gM response was not found in the serum of the newborn babies, but 11.9% CMV specific 1gM positive response of the »tothers implied health risk for the babies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık Deneyim
Aygen Yılmaz, Mustafa Akçam, Özlem Akıncı, Güngör Karagüzel, Reha Artan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık Deneyim
CholelIthIasIs In ChIldren: Seven Years ExperIence In Antalya RegIon
Amaç: Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağında oldukça nadir olan kolelitiyazis tanısı konulup izlenen olguların özelliklerinin ortaya konulmasıdır. Gereç ve yöntem: Haziran 1998 ve Haziran 2005 döneminde kliniğimizde kolelitiyazis tanısı alan 23 olguya ait veriler değerlendirildi. Bulgular: Olguların 15’i kız (%65.2), sekizi erkek idi (ortalama yaş: 8.3±4.7 yıl). En önemli taş oluşum sebebi hemolitik hastalıklar (%43.5) idi. Olguların %30.4’ünde altta yatan bir neden bulunamadı. Tüm olguların %39’u, hemolitik hastalığı olan olguların ise %80’i asemptomatikti. Kolesistektomi 23 olgunun dokuzunda (%39.1) yapıldı. Olguların %78’inde kesede birden fazla taş saptanırken hemolitik hastalığı olanların hepsinde çoğul kese taşları vardı. Taş analizi hiçbir olguda yapılamamıştı. Sonuç: Çocuklarda nadiren saptanan kolelityaz konusunda bilgi birikimi yetersizdir. Hemolitik hastalığı olan olguların önemli bölümü asemptomatik olup, kese taşları tesadüfen tespit edilmektedir. Bu olguların periyodik izlemi önemlidir. Semtomatik hastalarda ve çapı 2 cm’den büyük hastalarda laparaskopik kolesistektomi yapılmalıdır. Safra taşı analizine ülkemizde gereken önem verilmelidir.
Purpose: The aim of this study is the documentation of characteristics of cases diagnosed and followed as cholelithiasis which is quite rare in childhood period. Material and method: Data of 23 cases diagnosed as cholelithiasis in ourclinic between June 1998 and June 2005 were evaluated. Result: Fifteen of cases were female (65.2%) and eight were male (mean age: 8.3±4.7 year). The most important reason of stone formation was hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases were asymptomatic. Cholecystectomy was performed in nine of 23 cases (39.1%). Multiple stones were detected in 78% of all cases while all patients with hemolytic disease had multiple stones. Stone analysis was not performed in any of patients. Conclusion: Knowledge about cholelithiasis which rarely detected in children is insufficient. Most of cases with hemolytic disease are asymptomatic and gall bladder Stones were detected accidentally. Periodic follow up of these patients is very important. Laparoscopic cholecystectomy must be performed in all symptomatic patients and in patients having Stones larger than 2 cm diameter. Needed significance to stone analysis must be given in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
Mehmet Ali Eryılmaz, Süleyman Baktık, Serden ay, Ömer Karahan, İsmet Tolu, Ahmet Okuş, Hakan Yılmaz, Selman Cevheroglu
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
IncIdence Of PathologIes Detected By AbdomInal
ultrasonography ScreenIng
Konya il sınırları içinde ultrasonografi ile tespit edilebilen
karın hastalıklarının sıklığını belirlemek. Çalışmaya katılacak
kişi sayısını ve hedef kitleyi çalışmada yer alan istatistik uzmanı
belirledi. Katılımcıların kimlik bilgileri, özgeçmiş ve soygeçmişini
içeren kısa bir form dolduruldu. Karın ultrasonografisi hastalar
sırt üstü yatar pozisyonda yapıldı. Ultrasonografi ile hepatobiliyer
sistem, genitoüriner sistem, dalak, orta hat ana vasküler yapılar
karın ön duvarı değerlendirildi. Ultrasonografi ile tarama yapılan
2010 kişinin yaş ortalaması 46 (18-94), 1071 (%53,3)’ ü kadın, 939
(%46,7)’ si erkekti. Yapılan karın USG’ sinde, 371 (%18,5) kişide
hepatosteatoz, 14 (%0,7) kişide karaciğerde hemanjiom, 11 (%0,5)
kişide karaciğerde kisthidatik, 60 (%3,0) kişide safra taşı, 13 (%0,6)
kişide splenomegali, 3 (%0,1) kişide dalakta basit kist, 4 (%0,2)
kişide aort anevrizmasına rastlandı. Üriner sistemin incelenmesinde,
34 (%1,7) kişide taş, 145 (%7,2) kişide basit kist tespit edildi.
Genital organların incelenmesinde 8 (%0,7) kadında myoma uteri,
4 (%0,4) erkekte prostat hipertrofisi tespit edildi. Konya toplumunda
karın ultrasonografisinde sık rastlanan patolojik bulgular sırasıyla
hepatosteatoz, böbrek kisti, safra kesesi taşı, böbrek taşı idi.
The aim of the study is determine the incidence of pathologies
detected by abdominal ultrasonography in Konya. Screening has
begun in 2011 after the necessary permissions from local ethical
committee. Participators’ identity, age, gender, history and family
history has been recorded. Abdominal ultrasonography has been
performed in supine position. Hepatobiliary, genitourinary systems,
spleen, midline structures and anterior abdominal wall has been
evaluated. The mean age of 2010 participants was 46 (18-94). There
were 1071 (53.3%) female and 939 (46.7%) male. In abdominal
ultrasonography; hepatosteatosis in 371 (18.5%), liver hemangioma
in 14 (0.7%), hidatic cyst of liver in 11 (0.5%), cholelithiasis in 60 (3%),
splenomegaly in 13 (0.6%), simple cyst of spleen in 3 (0.1%), aortic
aneurism in 4 (0.2%) participants were detected. In renal evaluation;
nephrolithiasis in 34 (1.7%) and simple cyst in 145 (7.2%) participants
were detected. In pelvic evaluation; prostatic hypertrophy in 4 (0.4%)
males and myoma uteri in 8 (0.7%) females were detected. In Konya
population most common pathologies at abdominal ultrasonography
were hepatosteatosis, renal cyst, cholelithiasis and nephrolithiasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık, Rıfat Yalın, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
The Value Of Ultrasonography And Compuled Tonıography In The DIagnosIs Of The GallsIones And Common BIle Duct
Preoperatif dönemde ultrasonografi (US) ve bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesi yapılan 19 hastanın 19 (%100) unda US ile, 14(%73,6) önde BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlardan tıkanma ikteri olan 4 hastada BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlarda tıkanma ikteri olan 4 hastanın BT ile 3'iinde, US ile 1 inde koledok taşı gösterildi. Safra kesesi taşlarının tanısında US, BT ye göre daha duyarlı sonuç verdi. Koledok taşları tanısında ise BT, US den daha duyarlı sonuç verdi.
Nineteen cases were exarnined by computed tomography (CT) and ultrasonography (US). Gallstones were diagnosed in all of the cases (%100) with US. 14 oul of nineteen cases. were ,diagnosed by CT (%73,6). Common bile duci stone was diagnosed in three cases with CT and in one case with US. All of the cases had obstructive jaundiced. As a result, US is more sensitive !han CT in the diagnosis of the gallbladder stones. However, CT is more effective method than US in the diagnosis of the comrnon bile duct stones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tinea Versicolo R' Un Ketokonazol İle Tedavisi Dr. Hüseyin Endoğru *, Dr. Şükrü Balevı
Hüseyin Endoğru, Şükrü Balevi
Araştırma makalesi
Özeti
Tinea Versicolo R' Un Ketokonazol İle Tedavisi Dr. Hüseyin Endoğru *, Dr. Şükrü Balevı
The Treatıncnt Of TInca VersIcolor VIth Ketoconasole
Ketokonazol uyguladığımız 30 olguda tedavi sonucu ilacın %90.48 klinik ve laboratuvar Şifa vermesi (Nativ preparatta mantar menfi), ilacın çok iyi etkili olduğunun kanısıdır. Oral yoldan alınınca yan etkilerinin az ayrıca büyük bir avantajdır.
In ofr 30 cases, which were treated with ketoconazole, an antifungal agent, 90.48 perceni of :kese cases, clinical remissions ha ve been obiained. All !hese remissions, have been confirrned by cytological diagnosis which have been done by native preparation,y. Also, it's advantages were related with taking this drog orally and wilhout any adverse effects.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Deneysel Akut Kolesistitte İnflamasyon Ve Fibrozise Seks Hormonlarının Etkisi
Ahmet Tekin, Adil Kartal, Celalettin Vatansev, Tevfik Küçükkartallar, Mustafa Şahin, Selçuk Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Deneysel Akut Kolesistitte İnflamasyon Ve Fibrozise Seks Hormonlarının Etkisi
The Effects Of Sex Hormones At InflammatIon And FIbrosIs Of ExperImental Acut CholecystItIs
Amaç: Deneysel akut kolesistitte safra kesesi çevresinde ve duvarında inflamasyon ve fibrozise seks hormonlarının etkisini araştırmak. Gereç ve yöntem: Çalışmada 48 tavşan (24 erkek ve 24 dişi) kullanıldı. Akut kolesistit kontrol grupları dışındaki gruplarda sistik kanal ligatürü (SKL) ile oluşturuldu. Dişi (DI, DII, DIII, DIV) ve erkek (EI, EII, EIII, EIV) denekler 6’şar denekten oluşan dörder alt gruba ayrıldı. Akut kolesistitin makroskopik bulguları değerlendirildi. Safra kesesi çevresindeki adeziv bandlar ve ardından çıkarılan safra kesesi duvarından alınan örnekler derin dondurucuya kondu. Fibrotik bandlar ve safra kesesi kollagen ve hidroksiprolin (HP) için değerlendirildi. Bulgular: Makroskopik olarak tüm deneklerde akut kolesistit gelişti. Erkeklerde safra kesesi çevresinde daha yoğun yapışıklık görüldü. Ovariektomili deneklerde erkeklere yakın derecede kastre erkeklerde ise dişilere benzer yapışıklık izlendi. Ovariektomili dişi deneklere dıştan östrodiol verildiğinde yapışıklıkların kontrol grubuna göre daha az olduğu saptandı. Yine kastre erkeklere dıştan testosteron verildiği zaman yapışıklıkların kontrol grubuna göre daha şiddetli olduğu görüldü. Bu bulgular HP’nin kantitatif değerleriyle de uyumluydu. Safra kesesi duvarında kollajen yoğunluğu erkek deneklerde dişilerden daha yüksek bulundu. Sonuç: Kastre erkek deneklerdeki akut kolesistit sonuçlarının dişilere benzer olması ve dıştan verilen testosteronla tekrar erkeklerdeki bulguların oluşması veya ovariektomili denek sonuçlarının erkeklere benzerliği ve dışarıdan verilen östrojen (östradiol) ile benzerliğin kaybolması akut kolesistitlerdeki inflamasyon ve fibrozisi artırıcı yönde erkek seks hormonlarının etkisini açıkça göstermektedir.
Aim: To identify the effects of sex hormones on inflammation and fibrosis on and around gall bladder. Material and method: In this study 48 rabbit (24 male, 24 female) was used. Acute cholecysstitis was achived by cystic canal ligature (SCL) except control groups. Female (DI, DII, DIII, DIV) and male (EI, EII, EIII, EIV) groups had 4 subgroups, each consist of 6 members. Macroscopic findings of acute cholecystitis were evoluated. Adhesive bands around gall bladder and biopsies from gall bladder were protected in deep freezer. Fibrotic bands and gall bladder were analyzed for hidroxyprolin (HP) and collagen. Results: Acute cholecystitis was developed in all subjects macroscopically. On male subjects adhesions around gall bladder were seen more intensively. Result of subjects with ooferectomy were close to male subjects. On castrated male subjects adhesions were similar to female subjects. The adhessons were less at female subjects with ooferectomy with external estrogen use. The lesions were more at castrated male subjects with external testosteron use. These findings were relevant with quantitative values of HP. Collagen were found more in male subjects compored to female subjects. Conclusion: The results is castrated males were similar to those in females and with usage of external testosteron male type results were achieved. And the similarity of results in female subjects with ooferectomy to males achivement of female type results with usage of external estrogens clearly shows us inflammation and fibrosis increasing effect of male sex hormones in acute cholecystitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
The Comparision Of Esvvl And Ureteroscopy İn The Treatment Of Distal Ureteral Stones.
Giray Karalezli, Talat Yurdakul
Araştırma makalesi
Özeti
The Comparision Of Esvvl And Ureteroscopy İn The Treatment Of Distal Ureteral Stones.
The ComparIsIon Of Esvvl And Ureteroscopy In The Treatment Of DIstal Ureteral Stones.
Alt üreter taşlarında ilk tedavi seçeneğinin ESWL (Ekstrakorporel şok dalgaları ile litotripsi) mi, yoksa Üreteroskopi mi olması halen tartışmalıdır. Alt üreter taşı nedeniyle 321 hastaya ESVVL uygulandı. 131 olguda lokalizasyon ultrasonografi (Grup I), 186 olguda da floroskopi(Grup II) ile yapıldı. 121 hasta ise üreteroskopik girişimle ile tedavi edildi. (Grup III). ESVVL grubunda total başarı oranı %85 iken bu oran üreteroskopik girişim grubunda %94.2 olarak bulundu.(P=0.015) Grup İde % 91.1, grup II de ise % 80.6, başarı oranları vardı. (P=0.015) Grup I de tekrarlanan tedavi oranı (%11.8), grup ll’yegöre belirgin olarak düşük (%26.3) bulundu. (P-0.001) ESVVL gruplarındaki başarı üreteroskopik girişimdeki başarı ile karşılaştırıldığında üretroskopik girişim Grup I ile anlamlı farklılık göstermez iken (P=0.48), Grup ll'ye göre daha başarılı bulundu. (P=0.001) Üreteroskopik girişim grubunda (%13.2), ESVVL grubuna (%3.7) göre daha yüksek oranda komplikasyon görüldü. (P=0.004). Ultrasonografi ile görüntülenebilen alt üreter taşlarında ESVVL’nin tatminkar başarı oranları ve komplikasyon oranının düşüklüğü nedeni ile ilk tercih edilmesi gereken tedavi yöntemi olduğu sonucuna varıldı.
Selection of primary mode of therapy for lower ureteral stones is stili controversial, should it be ESVVL (Extracorporeal shock wave lithotripsy) or ureteroscopic approach? ESVVL therapies were applied to 321 patients. Ultrasonographic targetings were used when stones could be localised by ultrasound in 131 patients (Group I), fluoroscopic targetings were used in 186 patients (Group II) during ESVVL treatment. Uretroscopic approach was selected in 121 patients as a primary treatment of lower ureteral stones. (Group III) Total success rates were 85% for ESVVL treatment and 94.4% for ureteroscopic approach. (P=0.015) Success rates were 91.1% and 80.6% in Group 1 and 2 subsequently. (P=0.015) Retreatment rate was clearly lower in group I (11.8%)than the group II (26.3%). (P=0.001) Success rate of ureteroscopic approach was compared to ESVVL groups, vvhile there was no d if ference with group I, (P=0.048) success rate of grup III was higher than group ll.(P=0.002) Complication rates showed significant difference between ESVVL and ureteroscopy groups.(13.2% versus 3.7%)(P=0.004) VVe concluded that ESVVL should be selected as a primary therapy of lower ureteral stones that can be seen by ultrasound due to its the higher success and lower complication rates than the ureteroscopic approach.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Hüseyin Tokgöz, Sabahattin Ertuğrul, Ümran Çalışkan, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
CongenItal LeukemIa In Two Newborns WIth Down Syndrome
Konjenital lösemi, doğumda veya yaşamın ilk 4 haftasında ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Konjenital löseminin görülme sıklığı 4,7 milyon canlı doğumda 1’dir. Konjenital lösemilerin büyük çoğunluğu akut myeloblastik lösemidir. Genellikle lökositoz, peteşi, ekimoz, kutanöz nodüller, hepatosplenomegali ve santral sinir sistemi tutulumu şeklinde bulgular vermektedir. Bu yazımızda down sendromu olan, sepsis kliniği ile gelen ve yenidoğan döneminde konjenital lösemi tanısı konulan iki olgu sunulmuştur. Bu hastaların erken dönemde tanınması ve sepsis gibi ikincil klinik tablolarının ortaya çıkmadan tedavi şansının yakalanması hayat kurtarıcı rol oynamaktadır
Congenital Leukemia is rare disease seen at birth or in the first 4 weeks of life . The incidence of Congenital Leukemia is 1 over 4.7 million live births. Most of the cases are myeloblastic leukemia. Usually symptoms like leukocytosis, petechia, echymosis, cutaneous nodules, hepatosplenomegaly and central nervous system involvement are seen. Two newborns with Down syndrome which were septic at application and diagnosed as congenital leukemia are presented in this article. The early recognition of such cases and finding opportunity to treat before the appearance of secondary complications such as sepsis play an essential role for saving life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
Selvi Gülaşı, Ümit Çelik
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
The Use Of AntIfungal Drugs Used In Newborn
İnvaziv candidiyazis, çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde nozokomiyal sepsislerin yaklaşık
%10’undan sorumlu olup ciddi morbidite ve mortalite nedenidir. Son yıllarda Candida türleri
için kullanılan antifungal ilaçlarla ilgili bilgiler artış olmakla birlikte etkinlik ve güvenilirlik
ile ilgili çalışmalar ve sonuçlar hala yetersizdir. Çalışmaların çoğu farmakokinetik ve
farmakodinamik değerlendirmelere odaklanmıştır. Neonatal candidiyazisin yenidoğandaki
farklı patofizyolojisi nedeniyle etkinlik erişkin çalışmalarından yapılacak çıkarımlarla
değerlendirilemez. Şu ana kadar amfoterisin B deoksikolat, flukonazol ve mikafungin
yenidoğan invaziv candidiyazis tedavisi için önerilen ilaçlar olarak görünmektedir. Burada
tıbbi literatür taranarak yenidoğanda antifungal ilaçların kullanımı ile ilgili son bilgiler
derlenmiştir.
Invasive candidiasis is responsible for about 10% of nosocomial sepsis and it continues to be
significant cause of serious morbidity and mortality in very low birth weight infants. Alhough
the informations about the antifungal drugs which used for Candida species are increasing,
studies and conclusions about the efficacy and safety are still insufficient. Most of the studies
have focused on the pharmacokinetic and pharmacodynamic evaluations and obtained from
adult patients. However, efectiveness of the therapy can not be same in newborns due to
the different pathophysiology of neonatal candidiasis in newborn, the inferences can not
be considered from adult studies. Until now, amphotericin B deoxycholate, fluconazole and
micafungin seems to be effectivev therapy for the treatment of neonatal invasive candidiasis.
Herein, the medical literature has been scanned and compiled with the latest information
about the use of antifungal agents in newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pigmenter Paravenöz Korioretinal Atrofi
Tamer Demir, Turgut Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Pigmenter Paravenöz Korioretinal Atrofi
PIgmented Paravenous RetInochoroIdal Atrophy
Amaç: Bu çalışmada pigmenter paravenöz korioretinal atrofi tanısı alan bir olgunun klinik bulguları, karakteristik özellikleri ve tanı kriterleri incelendi. Olgu: Hut in oftalmolojik muayenede pigmenter paravenöz korioretinal atrofi tanısı alan 58 yaşındaki kadın hastanın görmeleri sağ gözde 20/30, sol gözde ise 20/50 idi ve tashihle artmıyordu. Anamnezinde aile üyelerinde herhangi bir göz hastalığı mevcut değildi. Oftalmolojik muayenesinde her iki göz ön segmentı doğal, intraokuler basınçları ise normal sınırlar içerisinde idi. Fundus muayenesinde ise her iki gözde tüm kadranlarda retina pigment epitel atrofisi ve koyu renkte yoğun bon-spikul pigmentasyon izlendi. Bu pa ravenöz pigmentasyon dışında optik diskler, makulalar ve retina damarları normal görünümde idi. Floressein an jiografide pigment kümeleri arasına yayılan bir hiperfloresans izlendi. Retina damarlarından herhangi bir sızıntı mevcut değildi. Tartışma: Pigmenter paravenöz korioretinal atrofi, orijini ve sınıflaması net olarak yapılamamış nadir görülen bir hastalıktır. Bon-spikül pigmentasyon olsun veya olmasın, pigmenter paravenöz korioretinal at- rofinin tanısı tipik oftalmoskopik görünümlü olarak perivasküler lokalizasyonlu retina pigmen epitel atrofisi ve yoğun koyu renkli pigmentasyon artışı görünümü ile yapılmaktadır.
Purpose: V/e evaluated clinical features, diagnosis and characteristic findings in a cases of pigmented pa ravenous retinochoroidal atrophy. Case: Best corrected visual acuity of a 58 year old vvoman who was diagnosed on routine examination as pigmented paravenous retinochoroidal atrophy was 20/30 in the right eye and 20/50 in the left eye. No other family members are knovvn to have eye disease. Anterior segments and intraocular pres- sures were normal. İn ali qudrants, bilaterally, there was striking paravenous pigmentary retinal pigment epithelial atrophy vvith dense black bone-spicule pigmentation. The optic discs, maculas and retinal vessels outside of the pigmentary regions appeared normal. The fluorescein angiogram revealed areas of hyperfluorescence in- terspreaded vvith pigment clumps. There was no leakage from the retinal vessels. Conclusions: Pigmented pa ravenous retinochoroidal atrophy is a rare disorder that is not we understood or classified. The diagnosis of pig mented paravenous retinochoroidal atrophy is established on the opthalmoscopic appearence of a striking disturbance of the retinal pigment epithelium in a distinctly perivascular distribution vvith or vvithout bone spicule pigmentation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
Abdussamet Batur, Mehmet Emin Sakarya, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
AsymptomatIc GIant ThymolIpoma MImIckIng CardIomegaly: DIrect Graphy, Ct And MrI FIndIngs
Kardiyomegali görünümüne yol açan, asemptomatik, dev timolipoma olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Rutin kontrol amacıyla çekilen posterior-anterior (PA) akciğer grafisinde kardiyomegali tespit edilen 32 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemede parakardiyak kitle izlendi. Yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) görüntülemede; ön mediasten yerleşimli, düzgün sınırlı, komşu yapılara belirgin invazyon göstermeyen, fibröz komponent de içeren yağ dansitesinde kitle görüldü. Lezyon tanısı transtorasik biyopsi sonrası histopatolojik incelemeyle timolipoma olarak raporlandı. Operasyon öncesi lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı T2 ağırlıklı görüntülerde baskılanan, komşu yapılara invazyon göstermeyen kitle saptandı. Esnek özellik gösteren timolipomalar büyük boyutlara ulaşmasına rağmen bulgu vermeyebilir. Direkt grafide kardiyomegaliyi taklit edebilir. BT’de yağ dokunun gösterilmesi tanıda yardımcıdır. Lezyon sınırlarının tam olarak belirlenmesinde MRG değerli bilgiler verir.
Demonstrating the imaging findings of asymptomatic giant thymolipoma mimicking cardiomegaly is aimed. A paracardiac mass was detected with 32-year-old male patient afterwards demonstration of cardiomegaly on a posterior-anterior (PA) chest x-ray examination taken for a routine control. Computed tomography (CT) showed a mass, localized in the anterior mediastinum, with smooth margins, showing no significant invasion of adjacent structures, and including fat density with fibrous component. The diagnosis was reported as thymolipoma histopathologically after transthoracic biopsy. On a preoperative magnetic resonance (MR) examination, taken for detailing the limits of the lesion, the mass showed hyperintensity on both T1 and T2 weighted images, and suppression on fat saturated T2 weighted images. No invasion of adjacent structures was detected. A thymolipoma may reach a large size without symptoms due to its great pliability. It can mimic cardiomegaly on x-ray images. Adipose tissue on CT is helpful in the diagnosis. MRI gives valuable information in determining the exact boundaries of the lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparaskopik Kolesıstektomı
Şakir Tekin, Adnan Kaynak, Şükrü Bülent Özer, Mehmet ak
Araştırma makalesi
Özeti
Laparaskopik Kolesıstektomı
LaparoseopIe Choleeystectomy
Ocak 1994 ye temmuz 1995 tarihleri arastnda Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi Genel Cerrahi ABDInda laparoskopik koksistektomi (LK) yaptlan 268 olgu degerlendirildi. 236 hasta biliyer kolik Lie seyreden safra kesesi tap, 32 hasta akut koksistit ta-nisi almo. ilk gruptaki 4 hastada ta§likolesistit ya-runda, yandac hastaltk olarak dalak absesi, dalak kist hidatigi. karaciger sol lobda ye sag overde hasit kist vardi. Tedavileri yapildt. 15 hasta daha ijnceden batin ctmeliyatt gecirmigi. LK 252 hastada began ile yapilirken 16 hastada aciga gecilme zorunlulugu duyuldu. 6 hastada ciddi komplikasyonlar gorilla. Mortalite olmadt, or-talanza ameliyat siiresi 50 dk, hastanede kalma sii-resi 2 giin, normal aktiviteye donme siiresi 1 hafta olarak bulundu. Bu calgmadaki komplikasyon orantnin yiiksek ()imam klinigimizde Llenin yeni uygulanmaya beglanniq olmasina bagh oldugu düşünüldü.
268 cases on which laparoscopic cho-lecystectomy was treated in General Surgical De-partment at the University of Selcuk, Faculty of Me-dical Science between 1994 th January-1995 th June were taken into consideration. 236 patients have de-veloped gallbladder stone which moves along with bilecholic, 32 patients have developed acute cho-lecystitis and 4 patients, because of having de-veloped splenic abcess, splenic eccinococcous cyst, simple cyst at left lobes of the liver, simple cyst at right over were taken into operation. Despite the successful application of la-paroscopic cholecystectomy at 252 patients, 16 pa-tient had necessarly been take into laparotomy. Mortality rate is nil. The operation approximately takes 50 minutes and patients are kept at our hos-pital for nearl 2 days and the patient's recoveries takes a week. Serious complications was observed at 6 patients. We come to the conclusion that the reason for the complications peeing high is that this kind of surgical attempts are very recently applied in our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Erdal Peker, Murat Doğan, Sinan Akbayram, Selçuk Bektaş, A. Faik Öner
Olgu sunumu
Özeti
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Pulmonary Involvement In BrucellosIs
Bruselloz, gram-negatif bakteri ailesinden Brusella türü bakterilerle oluşan zoonotik bir hastalıktır. Bruselloz, dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeye devam etmektedir. Bakteri başta retiküloendotelyal sistem olmak üzere eklem, kalp, böbrek gibi pek çok sistemi tutabilir. Solunum sistemini tuttuğu bilinmesine rağmen akciğer tutulumu nadirdir. Akciğer tutulumu olan hastalarda klinik bulguların ve komplikasyonların nonspesifik olması tanı koymayı zorlaştırmaktadır. Bu olgu sunumunda, ateş yüksekliği, öksürük, balgam çıkarma, hemoptizi, halsizlik, istahsızlık, dizlerde ağrı şikâyetiyle başvuran 6 yaşındaki erkek hasta pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla yatırıldı. Yapılan tetkiklerinde hepatosplenomegali ve bisitopeni saptanan olgunun alınan kan ve plevral efüzyon mayisinden RoseBengal testi (+++) ve Wright agglütinasyon testi 1/1280 (+) saptandı. Olgu brusellaya bağlı pnömoni ve plevral effüzyon olarak kabul edildi. Olgu nadir görülmesi ve ülkemiz gibi brusellanın endemik olduğu ülkelerde brusellaya bağlı komplikasyonların geniş bir yelpazede olduğunu vurgulamak üzere sunuldu.
Brucellosis is a zoonotic disease caused by bacteria of the Brucella subspecies from the gram-negative bacteria family. Brucellosis continues to be a public health problem worldwide, especially in developing countries. The bacteria can involve the reticuloendothelial system foremost, and many systems such as joints, the heart and the kidneys. Despite the respiratory system involvement being known, lung involvement is rare. Non-specific findings and complications in the patients with lung involvement makes the diagnosis difficult. In this case report, a 6-year-old male patient, presenting with the complaints of fever, cough, expectoration, hemoptysis, exhaustion, anorexia and knee ache, was hospitalized with the diagnosis of pneumonia and pleural effusion. On the performed examinations, hepatosplenomegaly and bicytopenia were detected. The Rose-Bengal test was (+++) and the Wright agglutination test was 1/1280 (+) in the blood and pleural effusion fluids of the case. The case was considered to be a pneumonia and pleural effusion due to brucella. The case has been presented since it is rarely seen, and in order to emphasize that in countries such as ours, in which brucella is endemic, complications due to brucella show a wide spectrum.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1p36 Delesyon Sendromuna Eşlik Eden Şüpheli Konjenital Sitomegalovirüs Enfeksiyonlu Vaka Sunumu
Oğuz Eğil, Sevgi Pekcan, Şükrü Nail Güner, Mahmut Selman Yıldırım, Esra Hazar Sayar
Olgu sunumu
Özeti
1p36 Delesyon Sendromuna Eşlik Eden Şüpheli Konjenital Sitomegalovirüs Enfeksiyonlu Vaka Sunumu
A Case Report Of 1p36 DeletIon Syndrome And Suspected CytomegalovIrus InfectIon
\r\n 1P36 Delesyon Sendromu 1. kromozomun kısa kolundaki parsiyel delesyon ile karakterize, nadir görülen bir konjenital malformasyon sendromudur. İlk vakalar Hain ve arkadaşları ile başlayarak 1980’lerin başında yayınlanmıştır. 1987’de Magenis ve arkadaşları ilk saf vakayı tarif etmiştir. Hastalığın görülme insidansı 1/5000-1/10000 olup, kadın-erkek oranı ise 2/1’dir. Karakteristik bulguları tipik yüz görünümü, gelişme geriliği, beslenme sorunları, santral sinir sistemi anomalileri, epilepsi, mikrosefali, görme problemleri, işitme kaybı, konjenital kalp defektleri, böbrek ve iskelet anomalileridir. Konjenital Sitomegalovirüs enfeksiyonunu ise spesifik bir tedavisi bulunmayan fetüs üzerinde kalıcı etkileri bulunan bir intrauterin hastalıktır. Sitomegalovirüs enfeksiyonunun yaygın klinik bulguları peteşi, doğumda sarılık, hepatosplenomegali, mikrosefali, hipotoni, beslenme güçlüğü, sensorinöral işitme kaybı, görme anormallikleri, epilepsi, gelişimsel serebral anomaliler, intrauterin gelişme geriliği, prematürite ve ölü doğumdur. Bu olgu, 1P36 Delesyon Sendromu gibi nadir görülen bir hastalığa ve ilk kez 7 aylıkken CMV-DNA pozitifliği saptanan konjenital Sitomegalovirüs enfeksiyonuna benzer bir kliniğe sahip nadir bir vaka olması nedeniyle bildirilmiştir
\r\n
\r\n 1p36 Deletion Syndrome is a rare disease characterized by a partial deletion in the short arm of chromosome 1. The first reports of cases with microdeletion of chromosome 1p36 were published in 1980s, beginning with a report by Hain et al. The first pure case of 1p36 Deletion Syndrome was identified in the 1987 by Magenis et al. Its incidence is presumed as 1:5000 to 1:10000 and prevalence among men/women is 1/2. Characteristic signs are dysmorphic facial features, developmental delay, feeding difficulties, central nervous system anomalies, seizures, microcephaly, intellectual disability, vision problems, sensorineural deafness, congenital heart defects, skeletal and renal anomalies. Congenital Cytomegalovirus infection is an intrauterine disease with persistent effects on the fetus with no specific treatment. Common clinical findings are petechiae, jaundice at birth, hepatosplenomegaly, microcephaly, hypotonia, poor suck, sensorineural hearing loss, vision abnormalities, seizures, developmental cerebral anomalies, intrauterine development delay, prematurity and stillbirth. This case has been reported due to being a unique case having both such a rare disease like 1p36 Deletion Syndrome and a corresponding clinical picture to congenital Cytomegalovirus infection which she has firstly been determined with a positive CMV-DNA level when she was 7 months old.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Ümran Çalışkan, Kaan Demirören, Hasan Acar, Saadet Demirören
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Two Types Of ChronIc MyeloId LeukemIa In ChIldhood, Two Cases Report.
Kronik myelositer lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin %2-5’ini oluşturur. Adult tip ve juvenil tip şeklinde iki formu vardır. Juvenil tipi (J-KML) çocukluk çağı tüm myelodisplastik sendrom vakalarının %18’ini oluşturmaktadır. Adult tip ise (A-KML) çocukluk çağında juvenil tipten iki kat daha fazla görülür. Lökositoz, splenomegali, lenfadenopati, periferik yaymada kemik iliği elemanlarının görülmesi ortak bulgulardır. Ciltte döküntü, monositoz, fetal hemoglobinin %10’dan fazla oluşu ve Philadelphia (Ph) kromozomunun olmayışı J-KML için tipik bulgular olup, kemik iliğinde megakaryosit ve eozinofilik serinin artmış olması, lökosit sayısının 100000/ mm 3 den fazla oluşu ve Ph kromozomu varlığı A-KML için karakteristik bulgulardır. Çocukluk çağında kronik lösemilerin nadir görülmesi dolayısıyla, bahsedilen bulgulara sahip, biri üç yaşında olup juvenil tip, diğeri dört yaşında olup adult tip KML tanısı alan iki vakayı literatür bilgilerini gözden geçirerek sunmayı düşündük.
Chronlc myeloid leukemia accounts for 2-5% of cases of childhood leukemia. There are two types: adult type (A-CML) and juvenile type (J-CML). Juvenile type accounts for 18% of cases of the childhood myelodysplastic syndrome. Adult type is seen in the childhood period two fold of juvenile type. Leucocytosis, splenomegaly, lymphadenopathy, bone marrow elements in the periferic smear are the common findings. Skin rash, monocytosis, fetal hemoglobin above 10% and absence of Philadelphia (Ph) chromosome are the typical findings of J-CML and increase in the number of the megakaryocytic and eosinofilic series in the bone marrow, leucocytosis above 100.000/mm 3 and existence of Ph chromosome are the typical findings of A-CML. Since the chronic leukemia cases are rarely seen in the childhood period, we aimed to present two cases having mentioned symptoms, one of which is a 3 years old boy diagnosed as J-CML, the other is 4 years old boy diagnosed as A-CML.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Insanlarda Arteria Hepatica Propriaının İntrahepatik Dağılımı Ve Karaciğerin Subsegmentasyonu
Ahmet Salbacak, Refik Soylu, Taner Ziylan, Muzaffer Şeker, Selçuk Duman, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Insanlarda Arteria Hepatica Propriaının İntrahepatik Dağılımı Ve Karaciğerin Subsegmentasyonu
Intra HerapIc DIst RIbutIon Of The Proper LlepaIIe Artery And Subsegmentatıon Of The Tıver In Man
Plastik enjeksiyon ve korrozyon kast metodu uygulayarak a. hepatica propria.nın intrahepatik dağılımı incelenen bu çalışmada, fonksiyonel olarak karaciğeri sağ ve sol loblara ayıran esas lobar fissürün yüzeye! ozelliklere göre yapılan bölümlenrne çizgisine uymadığı ve fossa vesica biliaris'ten sulcus vena cava inferior'e uzanan çizginin projeksiyonuna karşılık geldiği gözlenmiştir. Subsegmentasyon seviyesinde değerlendirilebilen IS arter sistemi kadının 7'sinde (%46.66) hafif ve ileri derecede, ayrıca lobus caudatus'u besleyen arter dalcıklarının orijinlerinde varyasyonlar olduğu görülmüştür. Karaciğer üzerinde yapılacak cerrahi operasyonlarda subsegmental varyasyonlarin olabileceğinin göz önünde bulundurularak pre-operatif önlemlerin alınmasının yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.
This study was caried out to determine the intrahepatic distributıon of the proper hepatit artery by using plastic enjection and corrosion casting methods. It was observed that the main lobar fissure, whic functional divided the liver int() right and left lobes, didn't correspond to the line that is defined based on the surface features and the main lobar fıssure correspond to the line extendıng from gal! bladcler to the fossa for the inferior vena cava. At the origin of the caudate lobe arteries and in seven fifteen casis (46.66%) of arterıal systems, which could be evaluated at the segmentation level, slight and marked size variations were observed. This results showed that it will be useful to establish the necessary precautions preoperatively because there might be subsegmental variations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
Kemal Ödev, Mustafa Güleç, Ahmet Bilge, Adil Kartal
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
The Value Of Ultrasonography In The LIver DIseases
25.5.1985 - 30.12.1985 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Radyoloji Anabilim Dalında 391 hasta US (Ultrasonografi) ile incelenmiştir. Yirmi üç hastada karaciğerde, 1 hastada karaciğer ve karında, 1 hastada karaciğer ve sol böbrekte lokalize olmuş kist hidatik, 20 hastada karaciğerde bağ dokusu artışı, asit ve spnomegali ile karakterize karaciğer sirozu ve 8 hastada karaciğerde solid (tümöral) lezyon tespit edildi. Bu çalışmada US bulguları ile ameliyat bulguları karşılaştırıldı. Kist hidatik tanısı konularak ameliyat yapı/an hastalarda US'nin teşhis doğruluğu %100 dür. Diğer hastalarda US, klinik teşhis çalışmalarına ve ameliyat endikasyonu koymada rehberlik etmiştir.
391 cases were examined by US (Ultrasonography) at the department of Radiology of Medical Faculty of Selçuk University, between May 25, 1985 and December 30, 1985. Hydatid csyt to have localized in the liver in twenty three cases, in the liver and abdomen in one case, in the liver and left kidney in one case, liver ci.rrhose characteriezd by splenomegaly, acsites and the increase of connective tissue in twenty cases and solid (tumour) lesion in eight cases were determined in the liver. US findings were compared wi.th operation findigns. The diagnosed csyt. US has become a guide for clinical diagnostic studies and to determine operation indication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Trarsplant Alıcılarında Ve Hemodializ Uygulanan Kronik Böbrek Hastalarında Cytomegalovirus (cmv) Antikorlarının Araştırılması
Mehmet Bitirgen, Mehdi Yeksan, Doğan Çiftçi, Bülent Baysal, Ilgar Taşdemir, Şamil Ecirli, Yaşar Karaaslan, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrek Trarsplant Alıcılarında Ve Hemodializ Uygulanan Kronik Böbrek Hastalarında Cytomegalovirus (cmv) Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegalovIrus (cmv) AntIbodIes In Renal Transplant RecIpIents And IlentodIalysIs PatIents WIth ChronIc Renal FaIlure
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi iç Hastalıkları Anabilim dalı Hemodializ ünitesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi iç Hastalıkları Anabilim dalı Nefroloji Ünitesinde tedavi gören böbrek transplantasyonu yapılan 57 hasta ve hemodializ uygulanan 57 kronik böbrek has-tası üzerinde yapılmıştır. Hastalara ait kan örneklerinde Cytomegc.ılovirus (CMV) Immunglobulin M (1g M) ve Irnmünglobulin G (Ig G) antikorların Enzyme-Linked linmunosorbent Assay (EL1SA) metodu ile Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında tayin edildi. Bulunan sonuçlar sağlıklı 50 kişiden oluşan kontrol grubunun sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Böbrek transplantasyonlu hastaların %56.14'ünde CA1V-IgM, %100'ünde CA-1V-IgG seropozitifliği bulundu. Hemodializ uygulanan kronik böbrek hastalarında CMV-lgM %24.56, CMV-1gG %91.23 oranında seropozitif bulundular. Kontrol grubunda ise CMV-1gM CMV-IgG cş650 oranında seropozitif olarak bulunmuştur. Böbrek transplantasyon hastaları ve hemodializ uygulanan kronik böbrek hastalarında bulunan CMV-IgM ve IgG seropozitifliği kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.01).
This study is performed in 57 renal transplant recipients and 57 hemodialysis patients with chronic renal failure in the Nephrology Division of the Department of Internal Mek-lif-...ine, University of Hacettepe School of Medicine and llemodialysis Unit (4- the Department of Internal Medicine, University of Selçuk School of Medicine_ Cytornegalovirus (CMV) IgM and 1gG antibodies were deterrnined in blood sarnples by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) rnethod in the Microbiology Laboratory of Selçuk University. 1,Ve compared the results with control including 50 healty individuals. We fourıd CMV-IgM seropositivity 56.14%, CMV- IgG seropositivity 100% in the renal transplant recipients and CMV-IgM seropositivity 24.56%, CM11-IgG se.ropotisivity 91.23% in the hernoclialysis patients. In control group, CMV-IgM seropositivity was 2% and CMV-IgG seropositivity 50%. The rates of CMV-1gM and Ig G seropositivity in the renal transplant recipients and hemodialysis patients with chronic renal failure were high and significant according ta the control group (p<0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde 1990–2004 Yılları Arasında Yatırılarak İzlenen Akut Viral Hepatit Olgularının Değerlendirilmesi
Bahar Kandemir, Mehmet Bitirgen, Emel Türk Arıbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde 1990–2004 Yılları Arasında Yatırılarak İzlenen Akut Viral Hepatit Olgularının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Cases WIth Acute VIral HepatItIs HospItalIzed Between 1990-2004 In The ClInIc Of InfectIous DIseases, Meram Faculty Of MedIcIne, Selcuk UnIversIty
Amaç: 1990–2004 yılları arasında kliniğimizde akut viral hepatit tanısı ile yatan 561 olgu etyolojik, epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerinin belirlenmesi amacı ile geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Akut hepatit semptom ve bulguları olan hastalarda viral hepatit belirleyicilerinin saptanmasında ELISA ve PCR yöntemleri kullanıldı. Bulgular: Olgular 7–77 yaş arasında olup yaş ortalaması 26.76±14.51 idi. Olguların 297’si erkek, 264’ü kadın olup 270’i (%48.2) HAV, 233’ü (%41.5) HBV, 18’i (%3.2) HCV, 3’ü (%0.5) HDV, 1’i (%0.2) HEV, 4’ü (%0.7) HAV+HBV koinfeksiyonu, 3’ü (%0.5) diğer ve 29 tanesi (%5.2) etiyolojisi saptanamayan grupta yer aldı. Hepatit A olgularının en sık sonbahar ve kış aylarında ve daha çok öğrencilerde görüldüğü saptandı. Olguların 377 tanesinde (%67.2) bulaşma yolu saptanamadı. En sık görülen yakınmalar halsizlik (%73.8), sarılık (%67), bulantı (%66.1) ve idrar renginde koyulaşma (%56.9) idi. En sık görülen bulgular ise ikter (%85), hepatomegali (%44) ve splenomegali (%8.2) idi. Ortalama AST değeri 1433.38 (106–7963), ortalama ALT değeri 1951.96 (218–15596), total bilirübin ortalama değeri ise 9.13 (1.3–35) idi. Sonuç: Olguların büyük bir kısmında bulaş için herhangi bir risk faktörünün bulunamaması, aşılanma ile önlenebilir olması hepatit A ve B’ye karşı aşılamanın önemini ortaya koymuştur.
Aim: Patients who diagnosed acute viral hepatitis between 1990-2004 were avaluated for etiological, epidemiological, clinical and laboratory characteristics, retrospectively. Material and method: Patients who had acute symptoms and physical examination findings suggesting acute viral hepatitis were evaluated by ELISA and PCR methods. Results: Mean age of the patient group was 26.76±14.51 years (7-77). 297 of the patient groups were male, 270 of them were female. Acute viral hepatitis A, B, C, D, E were diagnosed in 270 (48.2%), 233 (41.5%), 18 (3.2%), 3 (0.5%), 1 (0.2%) patients respectively. Hepatitis A + B coinfection were diagnosed in 4 (0.7%) patients whereas; in 29 patients (5.2%) diagnosis remained obscured. Acute viral hepatitis A was tend to occur in students during autumn and winter. Route of infection could not be identified in 377 (67.2%) patients. Weakness (73.8%), jaundice (67%), nausea (66.1%) and dark urine (56.9%) are the most frequent complaints whereas; jaundice (85%), hepatomegaly (44%) and splenomegaly (8.2%) were the most common signs noted during physical examination. Mean AST, ALT, total bilurubin values were 1433.38 (106-7963), 1951.96 (218-15596), 9.13 (1.3-35) respectively. Conclusion: Value of anti-hepatitis A and B virus vaccination is underlined because of lackness of any transmission-associated risk factors in majority of acute viral hepatitis patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brucella Antikorlarının Araştırılmasında Spot, Rose-Bengal Ve Wrıgııt Aglütinasyon Testlerinin Karşılaştırılması
Bülent Baysal, Naci Kemal Kırca, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Brucella Antikorlarının Araştırılmasında Spot, Rose-Bengal Ve Wrıgııt Aglütinasyon Testlerinin Karşılaştırılması
The ComparIsons Of Spot, Rose Bengal And Wrıgı1t Agglutınatıon
Çeşitli kliniklerdeki bruselloz şikayeti ile brusella antikorlartnın araştırıması için laboratuvarımıza gönderilen 200 hastada SPOT (ST), ROSE BENGAL (RIIT) ve WRIGIIT AGLUTINASYON (WAT) testleri yapılmış ve değerlendirilmiştir. Bir hastada ST ve RBT olumsuz çıkmasına karşın WAT 1140 oranında olumlu bulunmuştur. Bir hasta serumunda RBT olumlu, ST zayıf olumlu ve aglutinasyon litresi 1140 olumlu ,bulunmuştur. Aglutinasyonla elde edilen 1180 ve daha yukarısı olumlu titrelerde ST ve RBT %100 uyumluluk göstermektedir.
On a group of patients which were sended la aur laboratories and swpected of having brucellosis who were admitted to our hospital's iR patieni and out paıient Wright aggluiination tesis (WAT), Rose Bengal Tesis (RBT), and SİR, tesis (ST) were performed and evrıluaıed fr r Bruce11a abor While ST and RIIT were negative, WAT was 1140 positive, in a patient's serum. RBT was posi-tive, and WAT was 1140 positive, ha ve heen found, in anoıher serum. ST and RBT were positively correlated with 1180 and higher dilutions of WAT (100 per ccnt).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopik Kolesistektomide Önemli Özellikler
Şükrü Bülent Özer, Ersin Çiftçi, Suat Kağızman, Levent Orman
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopik Kolesistektomide Önemli Özellikler
Important Features In LaparoscopIc Cholecystectomy
Laparaskopik kolesistektomi (LC) ilk kez 1987'de Du Bois (1) tarafından tanıtıldı. Ancak li-teratürde ilk yayın 1882'den Langenbuch'a aittir (2). 1990'dan sonra Amerika ve Avrupada tercih edilen metod oldu. Ülkemizde de 1992-1993 'ten itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlandı. LC hastaya daha az rahatsızlık veren, hastanede kali§ süresi kısa, yara problemi olmayan veya mi-nimal olan kısa sürede hastayı topluma ve iş hayatına kazandıran üstünlüklere sahiptir. Kozmetik sonuçları ise mükemmeldir. Ancak bu üstünlüklere karşın riskleri de vardır. Bunlar: - Safra kesesinin yukarı traksiyonu ile aşağıdaki birleşik safra kanalının uzaması, yanlış bir izlenim olarak "uzun sistik kanal" gibi algınalanabilir. - Yara bakımı ve emeği azdır. - Cerrahın gözü (yani kamera) porta hepatis se-viyesindedir. - Açıkta olduğu gibi karaciğer, kolon, edonumu retrakte etmeye gerek yoktur. Hepatik kanalın üst 1/3'ü ve karaciğer hilusu bazen çok iyi vizualize edilemez. Zira "deıinlik algılaması" yoktur. - Özellikle sağ hepatik kanalla, sistik kanal arasındaki mesafeyi algılamak zordur. - Açık kolesistektomide sistik kanalla birleşik safra kanalı kesişme yerini aşikar ortaya ko-yabilmekteyiz Laparoskopik kolestektomi'de ise: göbekteki kamera ile birleşik safra kanalı görünümü tanjansiyerdir. LC sırasında bu durum hatırda tu-tulmalıdır. Gerekirse umblikal laaroskopi sağ alt tro- karı 10'luğa çevirip ortaya alırsak görüş daha mükemmelleşmektedir.
Laparoscopic cholecystectomy (LC) was first introduced in 1987 by Du Bois (1). However, the first publication in literature belongs to Langenbuch from 1882 (2). It became the preferred method in America and Europe after 1990. It has been widely used in our country since 1992-1993. LC has advantages that cause less discomfort to the patient, short hospital stay, no wound problem or minimal, and bring the patient to society and business life in a short time. Cosmetic results are excellent. However, despite these advantages, there are also risks. These are: - The extension of the bile duct combined with the upward traction of the gallbladder can be perceived as a "long cystic duct" as a false impression. - Wound care and labor is less. - The surgeon's eye (ie camera) is at the level of the portal hepatis. - There is no need to retract the liver, colon and edion as in the open. The upper third of the hepatic canal and the liver hilum sometimes cannot be visualized very well. Because there is no "perception of depth". - It is difficult to perceive the distance between the right hepatic canal and the cystic canal. - In open cholecystectomy, we can clearly reveal the intersection of the bile duct associated with the cystic duct. In laparoscopic cholestectomy: the view of the bile duct combined with the camera in the umbilicus is tangential. This should be borne in mind during LC. If necessary, if we turn the lower right trocar to 10 by umbilical laaroscopy and reveal it, the vision becomes more perfect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Ve Çevresınde Değışik Dermatozlar İçınde Yuzeyel Mantar Enfeksiyonlarının Insidansı
Hüseyin Endoğru, Alaalldin Atalık
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Ve Çevresınde Değışik Dermatozlar İçınde Yuzeyel Mantar Enfeksiyonlarının Insidansı
The IncIdanee Of SuperfIcIal Fungal InteetIons In DItterent Dermatoses In Konya And SurroundIngs
Polikliniğimize müracaat eden 17.793 olgu içinde yüzeyel mikotik dermatozlar 2061 olgu olarak saman& (Tüm dermatozların 9,511.58). Bu yüzeyel mikotik dermatozların klinik şekilleri, yaş ve cinse göre dağılımı, tüm dermatozlara göre yüzde oranları Tablo 1, ve 111'de. gösterilmiştir.
Aınong the 17.793 cases that have applied to our rlinir,, only 2061 of the rrtirolir, dermatomyco-sis have been processed (The %11.58 of the whole). The clinic figures according to the age and 5.ex have been shown on table 1-11 and 111.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya’da 1991-2000 Yılları Arasındaki Adli Ölümlerin Değerlendirilmesi
İshak Gürsel Günaydın, Şerafettin Demirci, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Konya’da 1991-2000 Yılları Arasındaki Adli Ölümlerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MedIcolegal Deaths Between 1991 And 2000 In Konya JustIce
Bu tanımlayıcı çalışmada, 1991-2000 yılları arasında Konya’daki adli ölümlerin demografik özelliklerinin, ölüm sebeplerinin ve orijinlerinin belirlenmesi amaçlandı. Ölü muayene ve otopsisi yapılan toplam 4281 olgu değerlendirmeye alındı. Olguların yaz aylarında yoğunlaştığı görüldü. Adli ölümlerde erkek/kadın oranı 3,32/1 bulundu. Olgular 20-29 yaşlarında yoğunlaşmaktaydı. Ölümlerin orijinlerine göre dağılımına bakıldığında, kaza ölümlerinin % 75,3 ile ilk sırayı aldığı, bunu % 8,0 ile cinayetlerin, % 5,9 ile intiharların izlediği görüldü. Trafik kazasına bağlı ölümlerin, tüm olguların %53,5’ini oluşturduğu, kaza orijinli ölümlerin içinde ise % 71,1’lik bir oranı kapsadığı saptandı. Olguların % 69,5’inde ölüm sebebi künt travma iken, bunu % 6,8 ile hastalığa bağlı ölümler, % 5,8 ile asfiksili ölümler izlemekteydi. Ölüm orijin ve sebeplerinin yaş ve cinsiyete göre farklı dağılımlar gösterdiği sonucuna varıldı.
İn this descriptive study, determining the demographic features, death causes and death origins of medicolegal deaths which vvere occured betvveen the years of 1991 and 2000 in Konya was aimed. Totally 4281 death cases to vvhom forensic examination and autopsy vvere performed vvere taken for evaluation. İt was observed that death cases vvere more dense in summer months. Male / female ratio was 3.32/ 1 in forensic deaths. The cases vvere cumulated betvveen the ages of 20 and 29. Deaths due to accidents was the main death origin with 75.3 % and it was follovved by homicides (8.0 %) and suicides (5.9 %). İt was stated that the ratio of the deaths due to traffic accidents was 53.5 % of the total deaths and was 71.1 % of the accident originated deaths. The cause of death in 69.5 % of the cases was blunt trauma and it was follovved by pathological deaths with 6.8 % and asphyxic deaths vvith 5.8 %. İt was concluded that causes and origins of the deaths vvere varied by gender and age differences.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Bedri Özer, Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Tolga Şahiner
Araştırma makalesi
Özeti
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Local ApplIcatIon Of BIzmut Subgallate In The Pre VentIon Of PrImer Hemorrhage After AdenotonsIllectomy
Tonsillektomi ve Adenotonsillektomi Kulak Burun Boğaz alanında sık uygulanılan bir cerrahi girişimdir. Tonsillektomi sonrası kanama insidansının gittikçe düşmesine rağmen cerrah için hala ciddi bir sorundur. Bizmut Subgallat adenotonsillektomi kanamalarından korunmada etkili bir ajandır. Koagulasyonu Parsiyel tromboplastin zamanını etkilemek suretiyle aktive etmekte ve pıhtılaşma süresini kısaltmaktadır. Bizmut Subgallat bunu Hageman Faktörü etkilemek suretiyle yapmaktadır. Bu çalışmada 39 hastanın operasyonlarında topikal Bizmut Subgallat uygulamasının sonuçları tartışılmıştır.
Tonsillectomy (with or without adenoidectomy) continious to be a commonly peıformed operation in the practice of otorhinolaryngology. Although the incidance of postonsillectomy haemorrhage has been decreased it is serious problem for surgeons. Bizmut Subgallate is an effective agent in pre-venting hemorrhage after adenotonsillectomy. It is shortened the clotting time of whole blood an activation of coagulation in assays of the partial thromboplastin time. The action of Bizmut Subgallate was localized to an effect on Ilageman Factor. In this report; control of bleding using topical Bismut Subgalltıte in the operation of 39 patients was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
Mehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Murat Günaydın, Ümran Çalışkan, O Seyfi. Şardaş, A. Zeki Şengil, Doğan Çiftçi, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegalovIras (c:a.1v) Iga.1 And 1gg AntIbodIes In Lett-MIe And Lymp Fr Om A PatIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi ibn-i Sina Hastanesi Hematololi-Onkoloji Kliniklerinde yatan lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alman kan örneklerinde Cyzoınegalovirus 1g/U ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELİSA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 Iösemi ve 33 lenfoma hastalarında bulunan sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 7'si (%10.15), lenfomalı hastaların (%3.03) CMV-IgM bakımından seropozitifıi. CMV-1gG seropozitifligi ise lösemili has-taların 35'ınde (%50,72), lenfornalt hastaların I3'ünck (%39.39) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda ise CMV-IgA1 seropozitilligi I hastada (%2), CMV-IgG se.ropozinfligi ise 25 hastada (%50) sap-tanmıştır. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan T.•inde (%6.25) L.1,1V-IgM, 13 hastada (%40.63) CMV-1gG antikorları saptanmıştır. Sitostalik kernoterapi uygulanan hastalardan 6'sında (%8.75) CMV-1gM, 35'inde (%50) CMV-IgG antikorları pozitif bulunmuştur. olarak; kontrol gruba göre löserni hastalarında CA1V-IgM seropozit‘lli,s,;i anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Lenforna hasta-larında ise fark yoktu (p>0.05). IgG antikorları bakımından ise lösemi ıre tenroma hasialartyla nor-mal kontrol grup arasında fark bulunamadı (p>0.05). sitostaıik ilaç alan ha,vialarla olmayanlar arasında da fark yoktu (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lympho,rıa patients tit ho were ıreated in Internal Medicine pediatric Clinic of Selçuk University Medical Faculty and Ilematology Clinic of İbn-İ Sina Hospital of Ankara University. CMV-IgM and 1gG antibodies were investigated with the enzyrne-linked immunosorbent assay (ELİSA) rnethod on the blood saınples, The serologic examinations were made in Alicrobiology ELİSA taboratory of Selçuk University Medical Faculty. The finding.s- in 69 leukernic and 33 iyınphoma patients compared tere control group. CA1V-IgM seropositivity was found in 7 lebtkernic palienis (10.15%) and 1 lyınphoırıa patienı (3,03%). CMV-1gG seropositivity waz found in 35 leukeınic patients (50,72%) and 13 lymphoına patients (39,39%). CMV-IgM sero-positivily of control group was found in 1 patient (2';;> and CMV-1gC sepropositivity was found in 25 patients (50%, seropositivity wa? Pyr,nd in 2 paıienis (6.25[70) and CMV-IgG in 13 pa-tients (40.63%) 'vere not (reale(' with cyto(atic ::-1ceıno0;crapy. scropositivily was
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
Fedi Ercan, Osman Balcı
Derleme
Özeti
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
LaparoscopIc Surgery DurIng Pregnancy
Laparoskopik cerrahinin avantajları gebe ve gebe olmayan
kadınlar için benzerdir; yine de bu prosedürün fetus için zararlı
olabileceği endişesi nedeniyle genellikle gebelikte bu prosedürden
kaçınılmaktadır. Son on yıl içinde laparoskopik cerrahinin gebelerde
güvenli olduğu ile ilgili birçok olgu sunumu ve olgu serisinin
yayınlanması ile bir paradigma kayması olmuştur. Artık gebelerde
apandisit, safra kesesi hastalıkları, mezenter kisti, adneksiyal
kitle ve adneksiyal torsiyonun laparoskopik yönetimi başarılı bir
şekilde uygulanabilmektedir. Ayrıca gebelerde radikal nefrektomi,
salpenjektomi, adrenalektomi, retroperitoneal lenfadenektomi ve
abdominal herni onarımı gibi ileri düzey laparoskopik prosedürlerin
başarılı tedavileri de bildirilmiştir. Bu derlemede gebelik sırasında
laparoskopik cerrahinin uygulanmasına yönelik spesifik konular ele
alınmıştır.
The advantages of laparoscopic surgery are similar for pregnant
and nonpregnant women; nevertheless, this procedure was avoided
during pregnancy because of concerns that it may be harmful to the
fetus. Within the last decade, however, multiple case reports and case
series describing the safe performance of laparoscopic procedures in
pregnant patients have been published, resulting in a paradigm shift.
Appendicitis, gallbladder disease, mesenteric cysts, and adnexal
masses/torsion have been successfully managed laparoscopically
during pregnancy. More advanced laparoscopic procedures, such as
radical nephrectomy, splenectomy, salpingectomy, adrenalectomy,
retroperitoneal lymphadenectomy, and ventral hernia repair, have
also been reported in gravid patients. This topic will discuss issues
specific to laparoscopic surgery during pregnancy. Discussions
of laparoscopic surgery in the general population and specific
laparoscopic procedures can be found separately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Medikal Tedaviye Dirençli Kronik Nonkomplike Süpüratif Otitlerde Otomikoz Görülme İnsidansı Ve Kombine Tedaviye Alınan Yanıt
Bedri Özer, Ökkeş Emlik, Duygu Fındık, Yavuz Uyar, Ziya Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Medikal Tedaviye Dirençli Kronik Nonkomplike Süpüratif Otitlerde Otomikoz Görülme İnsidansı Ve Kombine Tedaviye Alınan Yanıt
OtomycosIs In IncIdence And Response To CombIned Therapy In NoncomplIcated SuppuratIve OtItIs Re-SIstant To MedIcal Treatment
Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi K.B.B. polikliniğine başvuran 90 kronik süpüratif otitis media (KOM) li hastanın 103 orta kulak akıntısı üzerinde yapıldı. Hastaların orta kulak akıntılarından aerop bakteri ve mantar için kültür örnekleri alındı. Hastalara günlük bakım, topikal damla ve kültür sonucuna uygun antibioterapi uygulandı. Medikal tedaviye cevap alınamayan bir grup hastaya otomikoz kombine tedavisi uygulandı. Sonuçta kronik süpüratif otitis medianın otomikoz gelişimi açısından bir risk faktörü olduğu, tedaviye dirençli hastalarda ge-leneksel tedavi yöntemlerine antimikotik ilaç eklenmesinin hastaların iyileşme şansını artırdığı kanısına varıldı.
This study was constructed on 103 middle ear drainage of 90 suppurative chronic otitis media patients who app-lied to the outpatient clinics of the Selçuk University Faculty af Medicine. Aerobic bacteria and mycatic cultures of middle ear discharges were taken from patients. Standart therapeutic regime (daily care and topical drops with an-tibiotics) was applied ta MI of the patients according to their culture-antibiogram. Some of the patients who are re-sistant this medication were undertakerı to combirıed otomycotic therapy. The results showed that suppurative chro-nic otitis media was a risk factor for otomycosis. It was indicated that the addition of antifungal drugs ta the conventional treatment protocol increased the recovery chance of patients who resistant to conventional therapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıp Meslegınde Sır Saklama (meslek Sırrı)
Orhan Demireli
Araştırma makalesi
Özeti
Tıp Meslegınde Sır Saklama (meslek Sırrı)
Secretary In The Medıcal Professıon (professIonal Secret)
Deontoloji tüzüğünün 4. maddesinde, tabip ye diş tabibinin meslek ye sanatını icra ederken 0- rendigi hastaya ait sirlari kanuni mecburiyet ol-madikya ifa edemiyecegi, tibbi toplantilarda takdim edilen veya yayinlarda bahis konusu olan vakalarda hastanin kimliginin aciklanamayacagi belirtilmektedir.
In the 4th article of the deontology charter, it is stated that the physician and the dentist cannot perform the secrets of the patient that he / she has taken while performing his profession, unless there is a legal obligation, that the identity of the patient cannot be disclosed in cases that are presented at medical meetings or are mentioned in publications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sutun Onemı Ve Brusellozıs İle İlıskisi
Semin Güler, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Sutun Onemı Ve Brusellozıs İle İlıskisi
The Importance Of Column And Its Relatıonshıp Wıth Brucellosıs
Süt, organizmanin gelişmesi ye yaşamını devam ettirebilmesi icin gerekli olan hayati besin un-surlannin hepsini iceren ideal ye dogal bir icecektir
Milk is an ideal and natural drink that contains all the vital nutrient flour-wastes necessary for the organism to grow and survive.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Suna Özdemir, Osman Balcı, Halime Göktepe, İsmet Tolu
Olgu sunumu
Özeti
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Fetal GermInal MatrIx Hemorrhage DIagnosed By MrI DurIng IntrauterIne PerIod
İntraventriküler kanama (İVK) preterm doğumun önemli komplikasyonlarından biridir. Lateral ventriküllerin subepandimal tabakasını oluşturan germinal matriks intraventriküler kanamanın en sık olarak görüldüğü alandır. İVK fetüste ultrasonografi ile ventrikülomegali ve hiperekojenik alan olarak yansırken, fetal manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile daha kolay saptanır. Fakat fetüste bunu gözlemlemek kolay değildir. Bizim burada sunduğumuz olgu, 30’uncu gebelik haftasında dış merkezden ventrikülomegali ön tanısıyla tarafımıza gönderildi. Kliniğimizde yaptığımız ultrasonografi ve MRI’da fetal kraniumda germinal matrix kanaması tespit edildi. Otuz ikinci gebelik haftasında annede ağır preeklampsi gelişti ve bu nedenle gebelik sezaryen ile sonlandırıldı. Şüpheli ventrikülomegalide teşhisi doğrulamada fetal MRI yapılmalıdır.
Intraventricular hemorrhage (IVH) is a common complication associated with delivery in preterm neonates. Germinal matrix, subependymal layer of lateral ventricle is the most occurring site of intraventricular hemorrhage. IVH is imaged as a hyperechogenic area and ventriculomegaly on ultrasonography, but it is detected easily by fetal magnetic resonance imaging (MRI). The present case was referred to our clinic due to ventriculomegaly on ultrasonography. Germinal matrix was determined on the fetal cranium with ultrasonography and intrauterine MRI at 30th weeks of gestation. The pregnancy was terminated by cesarean section due to severe preclampsia. Fetal MRI should be performed to confirm the diagnosis on the cases with suspect ventriculomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın Değerlendirilmesi
Ayşe Gülhan Kanat Ünlüer, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi
Özeti
1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın Değerlendirilmesi
The FIndIngs Of 539 AnemIc PatIents Who HospItalIzed
between 1996-2003
Bu çalışmada 1996-2003 yılları arasında S.Ü. Meram Tıp
Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Servisinde
yatan ve anemisi olan 539 hastanın klinik ve laboratuar bulguları
değerlendirilmiştir. Çalışmamızda demir eksikliği anemisi 280 hasta
ile en sık görülen anemi sebebi olup kadınlarda 3 kat fazlaydı.
Menapoz öncesi dönemdeki kadınlarda en sık anemi oluşturan sebep
menometrorajiydi (%48). Menapoz sonrası dönemdeki kadınlarda
ve erkeklerde ise en önemli sebep gastrointestinal sistemden
kanamalardı. Hastalarımızda özofagogastroduodenoskopi ile kanama
oluşturabilecek lezyon görülme sıklığı kolonoskopinin 2,7 katı idi. B12
vitamini eksikliğine bağlı görülen megaloblastik anemiler 115 hasta ile
ikinci sıklıkta anemi sebebiydi. Otuziki hastada demir ve B12 eksikliği
birlikteydi. Hastalarımızın 21‘inde folik asit eksikliğine bağlı anemi
görülmüştü Çalışmamızda 28 hastada hemolitik,26 hastada aplastik
anemi mevcuttu. Kronik hastalık anemisi 27 hastada görülmüştü. Dört
hastamızda refrakter anemili miyelodisplastik sendrom, 6 hastamızda
da kronik böbrek yetersizliğine bağlı anemiydi. Araştırmamız yatan
hastalarla ilgilidir. Anemi bütün sistemleri etkileyen, pek çok
hastalığın kötüye gitmesine yol açan bir bulgudur. Bu sebepten
önemli bir sağlık sorunudur.
In this study, the clinical and laboratory findings of 539 anemic
patients who were hospitalized between 1996 and 2003 in Hematology
inpatient clinics of Internal Medicine Department in Selçuk University
Meram Medical Faculty, were evaluated. In our study the most
common anemia was Fe deficiency anemia, there were 280 patients,
it was seen three-fold more in women. In premenapausal period,
menomethrorhagea was the most common cause (48%) in women.
Among postmenapausal women and men, the most gastrointestinal
hemorrhageas. In our patients, the rate of lesions which might bleed
observed in colonoscopy. The second common cause of anemias
was vit B12 deficiency causing megaloblastic anemias. In our study,
cobalamine deficiency was detected in 115 patients.Thirty two
patients had both Fe and vit B12 deficiencies. Twenty one patients
had folic acid deficiency anemia. In our study, 28 patients had
hemolytic. Twentysix patients had aplastic anemia. Twenty seven
patients had chronic disease anemias. Four female patients had
myelodysplastic syndrome with refractory anemia and 6 patients had
anemia due to chronic kidney failure. Our study was carried out in
inpatient clinics. Anemia, affecting all systems, makes many diseases
worse. That’s why, it’s an important health problem.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon Olgusu
Musa Silahlı, Zeynel Gökmen
Olgu sunumu
Özeti
Total Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon Olgusu
A Case Of CytomegalovIrus InfectIon MImIckIng Total Parenteral NutrItIon AssocIated CholestasIs
Sitomegalovirus (CMV) erken süt çocukluğu döneminde transplasental geçiş gösteren en sık karşılaşılan virüslerden biridir. Ve non-herediter sensörinöral işitme kaybı nedenleri arasında en sık karşılaşılan enfeksiyöz sebeptir. Burada 29 haftalık aşırı düşük doğum ağırlıklı (ADDA) 460 gr TPN ilişkili kolestaza benzeyen CMV enfeksiyonu geçiren olguyu sunmaktayız. Uzun süre TPN ile beslenen ADDA prematüre bebekte genellikle kolestaz ilk önce TPN ile ilişkili olduğu düşünülür. Direkt hiperbiluribinemi ve kolestaz yeni doğan döneminde sık karşılaşılan problemlerden biridir. Özellikle bu durumlar genellikle sepsis, TPN alımı, doğuştan metabolik hastalıklar ve diğer sebeplerle ilişkili olduğu düşünülür. Özellikle ADDA infantlarda ve uzun süre TPN ile beslenen bebeklerde CMV enfeksiyonları aklımızın bir köşesinde bulunmalıdır.
Title : A case of cytomegalovirus infection mimicking total parenteral nutrition associated cholestasis.\r\n\r\nCongenital cytomegalovirus (CMV) infection is the most common infection that passes trough transplacentally in the early infancy period and is the most common infectious cause of the nonhereditary sensorineural hearing loss. We know that most of these cases were asymptomatic in the neonatal period. Especially among the extremely low birth weight infants, CMV prevalence is not known. We present a 29 weeks old 460 gr extremely low birth weight (ELBW) infant with congenital CMV infection mimicking total parenteral nutrition (TPN) associated cholestasis. Usually, when we see the cholestasis in the extremely low birth weight infant feeding with long time TPN, we think that it is associated with TPN. Direct hyperbilirubinemia and cholestasis are the common situations in the newborn period. Especially this is considered to be associated with sepsis, TPN, galactosemia, inborn errors of metabolism and other causes. CMV- associated cholestasis should be kept in mind, especially in cases of premature infants with cholestasis and extremely low birth weight infants have been fed for a long time TPN.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Mustafa Kürşat Evrenos, Merve Özkaya Ünsal
Araştırma makalesi
Özeti
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Treatment Of Cutaneous MucormycosIs In PatIents WIth CortIcosteroId Treatment After Trauma
Amaç: Mukormikozis, invaziv yumuşak doku nekrozu yapabilen ve agresif seyirli nadir bir fırsatçı mantar enfeksiyonudur. Genellikle immun sistem yetersizliği olan hastalarda görülürken, nadiren immunkompetan hastalarda da karşılaşılabilir. Bu yazıda, travma sonrası kısa sureli kortikosteroid tedavisi alan ve ardından fasiyal kutanöz mukormikoz gelişen 4 immunkompetan olgunun prognoz ve tedavisi bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2016 – 2018 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’ne travma sonrasında başvuran, intrakranial veya spinal patolojileri nedeniyle kısa sureli kortikosteroid tedavisi alarak immun sistemi baskılanmış olan ve fasiyal kutanöz mukormikoz tanısı alan dört adet hasta dahil edildi. Prognoz, medikal ve cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Malar ve maksiller bölge tutulumu olan bir hastada seri debridmanlar ve medikal tedavilerle kür sağlandı. Serbest fleplerle rekonstruksiyon yapılan hastada estetik ve fonksiyonel olarak kabul edilebilir sonuçlara ulaşıldı. 2 hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra lokal fleplerle onarımı yapıldı. Bir hastaya, fungal osteomiyelit ve intrakraniyal inflamatuar değişiklikleri bulunması nedeniyle onarım operasyonu yapılamadı. Bu hastanın takiplerinde MR görüntülemelerinde regresyon saptandı.
Sonuç: Multitravma sonrasında, kontamine yara enfeksiyonu meydana gelen ve kısa dönem için bile olsa kortikosteroid tedavisi alan hastalarda mukormikozisin akılda tutulması gerekmektedir. Seri, tekrarlayan ve agresif debridmanlar yapılmalı, rekonstruksiyon planı enfeksiyonda kür sağlandıktan sonra yapılmalıdır.
Objective: Mucormycosis is an infrequent opportunistic fungal infection which may cause an aggressive and invasive soft tissue necrosis. It is usually developed in patients with immune system deficiency, and rarely seen in immunocompetant patients. We report prognosis and treatment of the immunocompetant patients that developed facial cutaneous mucormycosis after short term corticosteroid therapy.
Material and Method: The patients who were admitted to Manisa Celal Bayar University Hospital after multitrauma and given short term corticosteroids due to cranial and spinal injuries and became immuncompromised and diagnosed as facial cutaneous mucormycosis between 2016 and 2018 were included in the study. Prognosis, medical and surgical treatment outcomes of therapy is reported.
Results: One patient with malar and maxillary involvement was treated with medical therapy and serial debridements and infection was cured. Reconstruction with free flaps were done, acceptable functional and aesthetic results were achieved. Two patients had adequate therapy and reconstructed with local flaps. One patient was not operated due to recurrent fungal osteomyelitis and intracranial inflammatory findings, and regression in MRI was seen.
Conclusion: Mucormycosis should be kept in mind in contaminated wound infections in patients who have been treated with corticosteroids even for a short time after multitrauma. Rapid, repetitive and aggressive debridemants should be performed and reconstruction should be planned after cure of the fungi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Turgut Teke, Mustafa Dinç, Emin Maden, Hatice Toy, Orhan Özbek, Sami Ceran, Mustafa Serdengeçti, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Tuberculous LymphadenItIs WhIch MImIcked MedIastInal Tumor And Elevated Fdg Uptake At Pet-bt
Tüberküloz tüm dünyada ve ülkemizde çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Ekstrapulmoner yerleşimli tüberküloz vakaları ayırıcı tanıda karşılaşılan zorluklar nedeni ile önemli bir klinik sorun oluşturmaktadır. Kontrastlı toraks BT’de mediastende patolojik boyutlarda lenfadenomegaliler bulunan, PETBT’sinde lenfadenomegalilerinde yüksek FDG tutulumunun görülmesi nedeniyle yapılan mediastinoskopik biyopside tüberküloz lenfadenit olduğu saptanan vakayı tartışmayı amaçladık. 80 yaşında bayan hasta PA akciğer grafisinde sağ paratrakeal bölgede genişleme tespit edilmesi üzerine yatırıldı. Toraks BT ve MR görüntülemeleri bu genişlemenin mediastinal tümörle uyumlu olduğunu destekliyordu. PET-BT incelemesinde kitlenin malignite lehine artmış FDG tutulumu gösterdiği izlendi. Ancak mediastinoskopik biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit olarak rapor edildi ve tüberküloz tedavi başlandı. Erişkin hastalarda bile görüntüleme yöntemleriyle dahi malign olduğu düşünülen mediastinal kitlelere sebep olan patolojiler arasında tüberküloz lenfadenitin de olabileceği akılda tutulmalı ve tüberküloz lenfadenitin PET-BT incelemesinde artmış FDG tutulumu gösterebileceği unutulmamalıdır.
Tuberculosis remains to be a serious public health problem in our country and all over the world. Extrapulmonary tuberculosis causes major clinical problems because of difficulties encountered in the differential diagnosis. In this case report, we aimed to discuss a case of tuberculous lymphadenitis mimicking mediastinal tumor in chest CT and PET-CT examination. Eighty years old female patient with right paratracheal enlargement in the chest radiography was admitted to our hospital. Thorax CT and MR imaging was supporting this expansion as concordant with the mediastinal tumor. The PETCT showed increased FDG uptake in favor of malignant masses. However, mediastinoscopic biopsy was reported as tuberculous lymphadenitis and antituberculous therapy was started. It should be kept in mind that even in adults patients, tuberculous lymphadenitis should be thought in differential diagnosis of mediastinal masses suspecting malignancy with imaging techniques and also it should not be forgotten that tuberculous lymphadenitis may be presented with elevated FDG uptake at PET-BT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnterloonler
Gülüzar Akyol, A. Zeki Şengil, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
İnterloonler
Interloons
Vücudun virüsler, bakteriler gibi yabancı mikroorganizmalara karşı savunması doğal ve edinsel immuniteyle sağlanır. Bu bağışıklık sisteminin etkinliği sitokin adı verilen protein yapılı hormonlar tarafından düzenlenir.
The body's defense against foreign microorganisms such as viruses and bacteria is provided by natural and acquired immunity. The activity of this immune system is regulated by protein hormones called cytokines.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
Mehmet Tolga Kafadar, Gürkan Değirmencioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
A Rare Cause Of Acute Abdomen; AppendIceal Neuroma. Case Report
Akut karının nadir bir nedeni; apendikal nöroma. Olgu sunumu
\r\n
ÖZET
\r\n
Akut karın ani başlayan karın ağrısı ile karakterize, travma dışı nedenlere bağlı olarak abdominal bölgede gelişen patolojiler olarak ifade edilir. Ağrının nedeni çoğu olguda acil cerrahi girişim yapılmasını gerektirecek bir patolojidir. Akut karın nedeniyle acil birimlere başvuran hastalarda en sık cerrahi müdahale sebebi akut apandisittir. Akut apandisitin patofizyolojisinde apendiks lümenindeki obstrüksiyonun başlatıcı neden olduğu yaygın olarak kabul görmüştür. Çoğunlukla apendiksin lümenine bazı gıda ve dışkı artıklarının girmesi, bunlarla tıkanması ve bölgede lenf bezlerinin iltihaplanarak şişmesi sonucu meydana gelir. Lümenin obstrüksiyonu bakterilerin aşırı çoğalmasına, mukus sekresyonunun artmasına ve intraluminal basıncın artmasına yol açar. Son yıllarda patofizyolojide nöral komponentin varlığının ileri sürüldüğü çalışmalar da bulunmaktadır. Bunlar oblitere apendiks, fibröz obliterasyon, apendikal nöroma, nörojenik apandisit gibi tanılarla karşımıza çıkabilmektedir. Bu yazıda, akut karının nadir görülen bir nedeni olan, apandisit ön tanısıyla apendektomi uygulanan ve histopatolojik olarak apendikal nöroma tanısı alan bir olguyu sunduk.
A rare cause of acute abdomen; appendiceal neuroma. Case report
\r\n
\r\n
ABSTRACT
\r\n
\r\n
Acute abdomen refers to nontraumatic pathologies of abdominal origin which are characterized by sudden-onset abdominal pain. In most cases the cause of pain is a pathological condition requiring urgent surgical intervention. Acute appendicitis is the most common indication for surgical intervention in patients presenting to emergency department with acute abdomen. Obstruction of appendiceal lumen has been widely accepted as the precipitating factor in the pathophysiology of acute appendicitis. It usually develops as a result of food or feces particles entering into and obstructing appendiceal lumen, leading to inflammation and swelling of regional lymph nodes. Luminal obstruction results in overproduction of bacteria, excessive mucus secretion, and increased intraluminal pressure. Some studies in recent years have suggested a neural component in the pathophysiology of this condition. Such cases may present with various diagnoses such as obliterated appendix, fibrous obliteration, appendiceal neuroma, and neurogenic appendicitis. In this paper we present a case operated with the initial diagnosis of appendicitis and histopathologically diagnosed with appendiceal neuroma, a rare cause of acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilonidal Hastalığın Toplumda Görülme Sıklığı, Yaşa Ve Cinsiyete Göre Dağılımı (erken Sonuçlarımız)
Ahmet Okuş, Ömer Karahan, Mehmet Ali Eryılmaz, Abdülhalim S. ay, Barış Sevinç, Nergis Aksoy, Said Bodur, A. Hakan Halıcı
Araştırma makalesi
Özeti
Pilonidal Hastalığın Toplumda Görülme Sıklığı, Yaşa Ve Cinsiyete Göre Dağılımı (erken Sonuçlarımız)
Prevelance Of PIlonIdal DIsease In SocIety, By Age And Sex DIstrubutIon (early Results)
Pilonidal sinüs interglutal bölgede görülen ve sıklıkla genç
popülasyonu etkileyen kronik inflamatuar bir hastalıktır. Hastalığın
sıklığı ile ilgili yapılmış olan çalışmalar toplumun tümünü temsil
kabiliyeti olmayan askeri personel veya hastane verilerine
dayanmaktadır. Bundan dolayı hastalığın gerçek sıklık ve yaşa
göre dağılımını tespit etmek amacıyla bu epidemiyolojik tarama
çalışmasının yapılması amaçlanmıştır. Tarama için etik kurul izni ve
yasal olur alındıktan sonra Konya ili popülasyonunu temsil edecek
şekilde, nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme 49 yerleşim
birimi belirlenmiştir. Küme hacminin 100 olarak belirlenmiştir.
Belirlenen yerleşim birimlerinde 18 yaş üstü ve taramayı kabul eden
kişilerden yazılı onamları alınarak gerçekleştirildi. Sonuçların genel
ve yaş dağılımına uygun olarak yüzde olarak verilmesi planlandı.
Halen devam eden tarama 20 bölgede gerçekleştirilmiş ve 2000
kişi değerlendirilmiştir. Taramaya dahil olan kişilerin yaş ortalaması
45(18-94) olup, 936’sı (%46,8) erkek ve 1064’ü (%53,2) kadındı.
Değerlendirilen 2000 kişide 22 opere, 16 primer olgu ve 1 de nüks
pilonidal sinüs olmak üzere toplam 39 (%1.95) olgu tespit edilmiştir.
En sık görüldüğü yaş aralığı %4,1 ile 18-30 arasıdır. Taramada sadece
iki bayanda pilonidal hastalık tespit edilmiş olup erkek/kadın oranı
19/1 idi. Pilonidal hastalık prevelansı toplum temelli bu çalışmada
%1,95 olarak tespit edilmiştir. Hastalık en sık erkeklerde ve 18-30
yaş arası popülasyonda %4,1 oranında görülmektedir. Erkeklerde
genel olarak görülme sıklığı %3,9’dur.
Pilonidal sinus is a chronic inflammatory disease which is
seen in interglutal area and frequently affects young population.
Studies done in relation to the frequency of the disease are not
capable of representing the whole community and they are based
on military personnel or hospital data. Therefore, it was aimed to
do this epidemiologic screening study in order to determine the
actual frequency of the disease and its distribution according to age.
After taking the permit and legal consent of ethic committee, With
population weighted systematic clump sampling which will represent
Konya’s provincial population, 49 locations were selected from
Konya city centre, districts and villages. It was intended to have 100
person as the clump volume in each location in the screening. In
the locations determined, written consents of 18 year-old and older
and those accepting the screening were taken. Giving the results in
general and in percentage in accordance with age distribution was
planned. The ongoing screening was performed in 20 regions and
2000 people were evaluated. Age average of people involved in the
screening is 45(18-94) 936 of who (46,8%) are male and 1064 of
who were (53,2%) were female. Among 2000 people evaluated, total
39 (1.95%) cases were determined 22 of which were operated, 16
of which were primary cases and 1 of which was relapse pilonidal
sinus. The age range in which it is most frequently seen is 4,1% and
between 18-30. Pilonidal disease was determined in only two women
and man/woman ratio was 19/1 in the screening. In this communitybased
study, pilonidal disease prevalence was determined as 1,95%.
The disease is seen most frequently in men and at 4,1% rate in 18-30
year-old population. Its general frequency in men is 3,9%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıp Doktorları Ve Dıs Doktorlarının El Florasındakı Bakterıyel Ye Fungal Kolonizasyon
Duygu Fındık, Onur Ural, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Tıp Doktorları Ve Dıs Doktorlarının El Florasındakı Bakterıyel Ye Fungal Kolonizasyon
BacterIal And Fungal ColonIsatIon On The Hands Of The MedIcal Doctors And The DentIsts
Oniversitemiz Tip Fakiiltesinde Dalian 50 tip doktoru ye Disc Fakiiltesiinde calilan 50 did doktorunun el fiorasindaki bakteriyel ve fungal kolonizasyon aragirildi. Tip doktorlarinin 7'sinde' (%14) gram negatif bakteriyel kolonizasyon teshit edilirken hicbirinin elinde mantar iirernedi. Ca-lip-ken eldiven kullanan did doktorlarintn hirinde (%2) gram negatif bakteriyel kolonizasyon bu-lunurken bu grupta da mantar iiremedi. Bir onceki caliptartuzda ayni hastanede hemp-elerin ellerinde %20.4 oraninda gram negatif %8.6 ora-ninda ise fungal kolonizasyon Eldiven kullanmantn ye el yikamanzn bakteriyel ve fungal ko-lonizasyonu azaltngini dolayisi ile hastane in-feksiyonlarindan korunmada ijnemli oldugunu
The bacterial and fungal colonisation of the hands flora of the 50 medical doctors working at the hospital of faculty of medicine and 50 dentists wor-king at the hopsital of faculty of dentist were in-vestigated.From the hands of the 7 (14%) medical doctors we determined gram negative bacterial co-lonisation but no fungus. We determined gram ne-gative colonisation from only one (2%) of the hands of the dentists who were using glovws while working and also from the hands of the dentists we could`nt derirmine fungal colonisation. We had been de-termined 20.4% gram negative and 8.6% fungal co-lonisation from the hands of the nurses that worked at the same hospital in our previous investigation. We thought that using gloves and washing hands had been decreased gram negative and fungal co-lonisation and this is very important for preventing nosocomial infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İlk Trimester Gebelerde Toksoplazma, Rubella, Cmv,
hbv, Antihbs, Hcv, Hiv Seroprevelansları
Deha Denizhan Keskin, Seda Keskin
Araştırma makalesi
Özeti
İlk Trimester Gebelerde Toksoplazma, Rubella, Cmv,
hbv, Antihbs, Hcv, Hiv Seroprevelansları
Toxoplasma, Rubella, Cmv, Hbv, AntIhbs, Hcv, HIv Seroprevelance
ın FIrst TrImester Pregnant Women
Çalışmadaki amacımız ilk trimester gebelerde Toksoplazma,
Rubella, Sitomegalovirus, HBV, AntiHbs, HCV, HİV seroprevelanslarını
belirlemek ve parite durumları, yaş grupları ile ilişkisini araştırmak.
Kasım 2011 ile Şubat 2013 tarihleri arasında Bayrampaşa Devlet
Hastanesi kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran, yaşları
16 ile 45 arasında değişen 2900 12 hafta ve altı gebe çalışmamızda
değerlendirildi. Uygun gebelerde çalışılan Toksoplazma, Rubella,
Sitomegalovirus, HBV, AntiHbs, HCV, HİV sonuçları analiz edildi.
Yaş grupları, Gravide, Parite sayıları sorgulandı. Çalışmaya katılan
gebelerin yaş ortalaması 27.78±5.57 (16-45), gebelik ortalaması
2.21±1.39 (1-8), parite ortalaması 0.78±0.89 (0-5), başvurudaki
gebelik haftası ortalaması 8±3 (5-12) olarak saptandı. Çalışılan
serum örneklerinde Toksoplazma Ig G, Rubella Ig G, Sitomegalovirüs
Ig G, HbsAg, antiHbs, antiHCV, antiHİV seropozitifliği sırasıyla; %
31.2, % 95.7, % 99.2, % 2.4, % 22.1, % 0.1, % 0 iken; Toksoplazma
Ig M, Rubella Ig M, Sitomegalovirüs Ig M seropozitiflik yüzdeleri ise
sırasıyla % 0.9, % 0.15, % 0.7 olarak saptanmıştır. Toksoplazma
seropozitiflik oranı Türkiye verileriyle benzerlik göstermektedir.
Rubella seronegatifliği Türkiye verilerine oranla düşük bulunmuş
olup gebelik öncesi aşılama ile bu değer Avrupa ülkeleri seviyesine
çekilebilir. CMV seropozitifliği çalışmamızda oldukça yüksek
saptanmış olup düşük sosyoekonomik düzeyi işaret etmektedir.
HBsAg, anti-HBs, anti-HCV, anti HİV düzeyleri Türkiye ortalamasına
yakın saptanmıştır. Bunlara göre rutin TORCH taramasına ek olarak
HBsAg ve anti-HBs taraması uygun görünürken, anti-HCV ve anti-HİV
taraması cost efektif değildir.
The purpose of this study was to designate the prevalences
of Toxoplasma, Rubella, Cytomegalovirus, HBV, anti-HBs, HCV,
HIV among first trimester pregnant women and investigate the
relationship between age groups, parity. This study included 2900,
under 12 gestational weeks pregnant women, ages ranging from 16 to
45 admitted to Bayrampasa State Hospital obstetrics and gynecology
outpatient department between November 2011 and February 2013.
Toxoplasmosis, rubella, cytomegalovirus, HBV, hepatitis B infection,
HCV, HIV was studied in suitable pregnant women and results were
analyzed. Age groups, gravida, parity number were questioned. The
mean age of the pregnant women participating in the study was
27.78±5.57 (16-45), mean gestation was 2.21±1.39 (1-8), mean
parity was 0.78±0.89 (0-5), mean gestational age on admission
was 8±3 (5-12). Toxoplasma IgG, Rubella IgG, Cytomegalovirus
IgG, HBsAg, antiHBs, HCV, antiHİV seropositivity were respectively
31.2%, 95.7%, 99.2%, 2.4%, 22.1%, 0.1%, 0%; and Toxoplasma IgM,
Rubella IgM, cytomegalovirus IgM seropositivity percentages, were
respectively 0.9%, 0.15%, 0.7%. Toxoplasma seropositivity rate is
similar to Turkey data. Rubella seronegativity was found lower then
the data of Turkey and with the prepregnancy vaccination this value
can be pulled the level of European countries. The high level of CMV
seropositivity in our study indicates the low socioeconomic status.
HBsAg, anti-HBs, anti-HCV and anti-HIV levels were close to the
average of Turkey. According to them, in addition to routine screening
of TORCH, screening for HBsAg and anti-HBs appears appropriate,
anti-HCV and anti-HIV screening is not cost effective.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozis’in Tanısında Brucellacapt’in Diğer Serolojik Testler İle Karşılaştırılması
Asuman Güzelant, Muhammet Güzel Kurtoğlu, Meral Kaya, Recep Keşli, Yüksel Terzi, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Brusellozis’in Tanısında Brucellacapt’in Diğer Serolojik Testler İle Karşılaştırılması
ComparIson Of The Brucellacapt WIth Other SerologIcal Tests Used For The DIagnosIs Of BrucellosIs
Amaç: Brusellozisin tanı ve takibinde birçok serolojik test kullanılmaktadır. Günümüzde rutin laboratuvarlarda sıklıkla kullanılan Rose Bengal Aglütinasyon, Standart Tüp Aglütinasyon, ELISA anti-brusella testleridir. Ancak bunların dışında kullanıma sunulan Brucellacapt (immuncapture) aglutinasyon ve Coombs testleri de tanıda kullanılmaktadır. Bu çalışmada Rose Bengal Aglütinasyon, Standart Tüp Aglütinasyon, Brucellacapt ve ELISA testlerini karşılaştırmayı amaçladık. Yöntem: Bruselloz ön tanısıyla çeşitli kliniklerden gönderilen 71 hastanın serum örneği çalışmaya dahil edildi. Bu serumlar Rose Bengal, Standart Tüp Aglutinasyon, Brucellacapt ve ELISA (Brucella-IgM, Brucella-IgG) testleri ile çalışıldı. Bulgular: Rose Bengal ile 56 (% 78.8), STA ile 30 (% 42.2), Brucellacapt ile 52 (% 73.2) ve ELISA ile de 58 (% 81.6) pozitiflik saptandı. Sonuç: Kültür yapılamayan hastalarda Brusellozis’in tanısında, STA’nın tek başına yetersiz kaldığı, STA ile birlikte Brucellacapt ve/veya ELISA testlerinin kombine olarak kullanılmasının gerekli olduğu, Brusellosiz’in takibinde ise Brucellacapt’in uygun olmadığı bunun yerine ELISA (IgM,IgG) testlerinin kullanılmasının daha uygun olacağı kanaatine varılmıştır.
Aim: Many serological tests are used in the diagnosis and follow-up of Brucellosis. Those routinely used in laboratories are Rose Bengal Aglutination, Standart Tube Aglutination and ELISA anti-Brucella tests. In addition to these tests, available Brucellacapt (immuncapture) aglutination and coombs tests are also used in the diagnosis. In this study, Rose Bengal Aglutination, Standart Tube Aglutination, Brucellacapt and ELISA tests were aimed to be compared. Method: Sent from various clinics with the prediagnosis of Brucellosis, the samples of 71 patients were investigated in the study. These samples were investigated using Rose Bengal, Standart Tube Aglutination, Brucellacapt and ELISA (Brucella-IgM, Brucella-IgG) tests. Results: Fifty six positivity rates were determined with Rose Bengal Aglutination test (78.8 %), 30 with STA (42.2 %), 52 with Brucellacapt (73.2 %) and 58 with ELISA (81.6 %). Conclusion: It was considered that STA is unsatisfactory in the diagnosis of Brucellosis in the patients for whom no culture could be performed, when performed alone, and that Brucellacapt and/or ELISA tests are necessary to be used combinedly. However, in the follow-up of Brucellosis, it was also concluded that Brucellacapt is inappropriate; instead, the use of ELISA (IgM and IgG) tests will be more appopriate in the diagnosis of Brucellosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Adil Kartal
Olgu sunumu
Özeti
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Gallbladder AgenesIs, A Rare CongenItal DIsorder
Safra kesesi agenezisi toplumda 10000’de 1-2 arasında görülen
nadir konjenital anomalidir. Olgular üst karın ağrısı gibi biliyer tip
bulgularla karşımıza çıkabilirler. Ultrason biliyer semptomlar için
ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. Ancak ultrasonografi ile
safra kesesi agenezisini sıklıkla yanlış yorumlanır. Laparoskopik
cerrahi esnasında teşhis edilen safra kesesi agenezisi ve safra
yolları amomalisini olan olguyu sunduk. Sonuç olarak birçok hastanın
tanısı laparoskopi sonrası açık cerrahi kolesistektomi esnasında
safra kesesinin olmaması ile teşhis edilir. Laparoskopi esnasında
safra kesesi agenezisinden şüphelenildiğinde açık cerrahi prosedüre
geçmek gereksizdir. Aksi halde biliyer kanal yaralanması ile birlikte
artmış mortalite ve morbititeye neden olunabilir.
Agenesis of the gallbladder is a rare congenital anomaly occurring
in 1 to 4 people of a population of 10000. It may present with biliary
type symptoms such as upper abdominal pain requiring further
investigation. Ultrasound is the first choice of imaging for biliary
symptoms but is frequently misleading in the context of Gallbladder
Agenesis. We report a case of congenital Gallbladder Agenesis and a
biliary tract abnormality diagnosed by laparoscopy. As a result most
patients are diagnosed following conversion of laparoscopic to open
cholecystectomy and subsequent failure to identify the gallbladder.
Failure to suspect Gallbladder Agenesis at laparoscopy can result in
unnecessary open surgery and a high risk of bile duct damage with
corresponding postoperative morbidity and mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Hekimlerimiz : Prof. Dr. Feridun Nafız Uzluk (1907 - 27. Eylül. 1974)
Hasan Özönder
Araştırma makalesi
Özeti
Büyük Hekimlerimiz : Prof. Dr. Feridun Nafız Uzluk (1907 - 27. Eylül. 1974)
Our Great Doctors: Prof. Dr. FerIdun Nafız Uzluk (1907 - 27.september 1974)
Konya, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti; Selçuklu Tıp dünyasının başta gelen kentidir. Sivas, Kayseri, Çankırı gibi S21çuklu tababetinde önemli yeri olan kentler gibi Konya da Türk tıp tarihine ünlü şahsiyetler kazandırmış, önemli katkılarda bulunmuştur. Başkent Konya'da, tıp alanında faaliyette bulunan müesseseler arasında bilhassa Kemaliyye ile, Şadi Bey Dar'uş - Şifalarını biliyoruz. Büyüklü, küçüklü başka müesseselerin de olduğu muhakkak. Günümüzde sadece «eyvanı» ile varlığını gösterebilen Kemaliyye müstesna, hepsi yok olup gitmiştir. Mevki tespitinden sonra yapılacak hafriyat, restorasyona müsait bilgi, belge ve desteği verecektir. Tıp müesseselerinin bu gün, savaş günlerinde bile dokunulmazlıkları vardır. Her türlü tecavüz ve taarruzdan muaf ve masundurlar. Ama bu prensip, tarihte zaman zaman terkedilmiştir. Nitekim, bütün insani prensip ve anlaşmalara rağmen uzak ve yakın tarihlerde yapılan çatışmalarda, tıp müesseseleri, zaman zaman da olsa, çeşitli tecavüz ve taarruzdan kendilerini kurtaramamışlardır. İşte, başkent Konya'da bulunan Selçuklu tıp müesseselerinin, tahrip olarak, günümüze gelemeyişlerinde, yedi yüz yıllık mazilerinde uğradıkları bu tür taarruz ve tecavüzlerin tesirinin büyük olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Konya, hem başkent ve hem de Anadolu stratejisinde çok önemli, kilit bir mevkie sahip. Anadolu'nun, politik, askeri ve ticari yollar kavşağı durumunda. Taht ve taç kavgaları, din ve mezhep çatışmaları, ayaklanmalar, iç isyanlar, Moğol ve Beyliklerin muhasara ve tecavüzleri bu sebeple Konya ve yakın çevresinde sahneye konulmuştur.
Konya is the capital of the Anatolian Seljuk State; Seljuk is the leading city in the medical world. Just like Sivas, Kayseri and Çankırı, which have an important place in the S21çuklu medicine, Konya has brought famous personalities and made important contributions to the history of Turkish medicine. Among the institutions operating in the field of medicine in the capital city of Konya, we know especially Kemaliyye and Şadi Bey Dar'uş - Healing. It is certain that there are other large and small institutions. With the exception of Kemaliyye, who can only show his existence with his "iwan" today, all of them have disappeared. The excavation to be made after the determination of the location will provide information, documents and support suitable for restoration. Medical establishments have immunities today, even during war days. They are immune and immune from all kinds of rape and attack. But this principle has been abandoned from time to time in history. As a matter of fact, despite all humanitarian principles and agreements, in distant and recent conflicts, medical institutions, albeit from time to time, could not save themselves from various rape and assault. We are of the opinion that such attacks and rapes suffered in their past of seven hundred years had a great effect when the Seljuk medical institutions in the capital Konya were destroyed and could not survive today. Because Konya has a very important and key position in both the capital and Anatolian strategy. It is the crossroads of Anatolia's political, military and commercial roads. Throne and crown fights, religion and sect conflicts, rebellions, internal rebellions, siege and rape of Mongols and Beyliks were staged in Konya and its vicinity for this reason.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların Degerlendırılmesı
Ömer Böke, Sıtkı Karaca, Nazmiye Kaya, Rahim Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Psıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların Degerlendırılmesı
EvaluatIon Of The ChIldren Who Were AdmItted To PsychIatry Department In A Year
Bu calısmada, S.U. Tip Fakiiltesi Psikiyatri pa-liklinigine Eylid 1993- Eylid 1994 tarihleri arasinda ilk kez bapuran 226 cocuk hastanin poliklinik kart-tart sosyodemografik ye klinik ozellikleri yoniinden gerive dijniik olarak arapradt. Kim!' olanaklarla ye cocuk ve Ergen psikivatristi hulunmayan or-tamda verilen hizmetin degerlendirilmesi ye eri§rkin psikiyatristinin, cocuk psikiyatristi bulunmayan yer-lerde cocuk hastalarla karplagtginda sintrlartnin ne olacaginin tartt§ilmasz amaclandt. Bir yrl ifinde erickin psikiyatri poliklinigine 3-16 yaVaz- arasinda 226 pasta hafvurdu. Bunlarin %58'i erkek %42 `si kiz idi. En yiiksek havuru %31.85 lie 12-14 yaVar arasinda, %38.49 hirinci cocuk ge-Olgularin %84.07'si dogrudan ailenin ka-rart ile poliklinige getirilmigir. Polikligine bapuru ekline Ore ikinci strada ktzlar %14.43 kon-sultasyon istegi, erkekler %8.52 adli vaka sebehiyle Bapuru lekline gore kalarla erkekkr arasinda anlamli lark vardir (p<0.05). Bapurzt ya-kinmasi dagthmina gore ise, eniirezis, zeka geriligi, davrang bozuklugu, kekemelik erkekierde. somatik, depresif ye konversif yakinmalar ktzlarda daha cok rastlandi. Aralarzndaki lark istatistiksel olarak an-lamit hulundu (P<0.05). Sonuc olarak hir yil i•inde cocuk Psikiatristi ol-mayan bir klinige 226 ilk bapurunun olrnast gedeki cocuk Psikiyatristine plan gereksinimi aczk-ca orraya koymaktir.
Sociodemographic and clinical features of 226 children, who were admitted to the outpatient clinic of psychiatry department of Selcuk University for the first time, between september 1993-and september 1994. were analyzed retrospectively. The purpose of this study is to reveal the problems of an adult psychiatrist when he come face to face with the children in a condition where female. Most of the children were between 12-14 years old and were the first child of the family. The patients admitted to the clinic mostly because of their parents regrests. The second reason of admittance was other physicians consultation request for female, and legal report for male. The differance was significant (p<0.05). Main complaints were enuresis, mental retardation, con-duct disorder, developmental articulation disorder for males, and somatic. depressive and conversive for females_ The differents was statistically sig-nificantly (p<0.05). As a result, 226 first admissions to a clinic in-dicates the need to a child psychiatrist in this dist-rict.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Feokromositoma
Ahmet Kaya, Serdar Karaköse, Şakir Tavlı, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Asemptomatik Feokromositoma
AsymptomatIc Pheochromocytoma
Klinik olarak sessiz seyreden; normotensif, asemptomati feokromositoma tanısı alan bir kadm hasta takdim edilmiştir. Sağ adrenal kitle rastlantı sonucu ubdominal ulirasonografi ve bilgisayarlı tom-ografi ile tesbit edildi. İdrarkı atılan serbest katekolanıin ve katekolamin metabolitleri normal değerlerden yüksek bulundu. Kitle cerrahi olarak cıkartıldı. Pa-tolojik inceleme de tanıyı doğruladı. Modern görüntüleme yöntemlerinin rutin kullanıma girmesi ile asemptomatik feokronıositoma tanısı alan olgu sayısının artacağının, beklenilmesi doğaldır.
A case of clinically silent pheochromocytoma is presented.7lıe right adı-enal mass incidentally found by abdominal ultrasonography and computed tomog-raphy. The patient was normotansive and asympio-matic. Urinary levels of catecholamine and metabol-its vere elevated than expected normal levels. Mass was excised surgically. Palhological examination verified that ille nıass was a pheochromocytoma. The diagnosis of silent pheochromocytoma can be re-vealed by usiııg modern imaging techniques such as ulfi-asonograplıy and computed tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Serdar Yol, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Adil Kartal, Mehmet Karademir
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Emergency OperatIons In Elderly PatIents: MorbIdIty And MortalIty
Yaşlı hastaların acil operasyonlarında mortalite elektif operasyonlara göre en az 2-3 kat artmaktadır. Yaşlı hastalardaki acil operasyonların riskleri ile tedavi sonuçlarının mortalite ve morbiditeye etkilerini incelenmiştir. Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'da Mayıs 1991 ile Nisan 1997 tarihleri arasında ameliyat edi-len 65 yaş ve üzerindeki 884 hasta (tüm olguların %11.9'u) dosya analizi ile retrospektif olarak incelendi. Bunların 183'ünü (%20.7) acil, 701'ini (%79.3) efektif olarak operasyona alınan hastalar oluşturuyordu. Acil arrıeLyat yapılan olgularda erkek/ kadın oranı 1.9 (120/63), yaş ortalaması 72.3 (65-95) idi. En sık acil operasyon nedenleri barsak tıkanması (49 olgu), akut mezenterik iskemi (24 olgu) ve peptik ülser perforasyonu (23 olgu) idi. Ortalama hastanede yatış acil vakalarda 10.8 gün (3-51), elektif vakalarda 7.2 gün (1-41) idi (p<0.0001). Acil operasyon uy-gulanan olgularda mortalite %18.6 iken elektif olgularda bu oran %3.4 idi (p<0.0001). Yaşlı hastaların değişik yaş gruplarındaki mortalite oranları arasında istatistik' bır fark saptanmadı (p<0.05). Acil vakalarda ölüm en sık karın içi abseler ve safra kesesi perforasyonlarında görüldü. Ölen olguların %70.6`sında (24/34 olgu) yandaş kalp ve/veya akciğer hastalığı mevcuttu. En sık ölüm nedenleri sepsis ve kardio-pulmoner yetmezlik idi. ileri yaş acil operasyon için kontrendike değildir ve mortaliyeti etkilemernektedir. Mortalite ve morbidite, doğrudan hastalığın kendisi ve bir-likte bulunan kardio-pulmoner patolojilerle ilgilidir. Bu nedenle yaşlı hastaların acil operasyonlarında zamanlama son derece önemlidir ve genel durumu iyi olmayan hastalarda en konservatif operasyon yöntemi tercih edilmelidir.
in this study, the risks of emergency surgical procedures in elderly patients and the effect of surgery on the morbidity and mortality were investigated. The records of 884 patients, those who were 65 years old or elder, and who were operated on in the Department of Surgery, University of Selçuk beetwen May 1991 and April 1997 were analyzed, retrospectively. One hundred eighty three patients (20.7%) were operated on urgently and 701 patients (79.3%) were elective. The ratio of male ifemale was 1.9 (120M/63F) and the mean age was 72.3 (range 65-95) in the emergency operations. Most frequent reason for the emergency operations were intestinal obstruction (49 cases), acute mesenteric ischemia (24 cases) and pepic ulcer perforation (23 cases). Mean hospital stay was 10.8 days (3-51 days) in the emergency and 7.2 days (1-41 days) in the elective operation (p<0.0001). The mor-tality was 18.6% in the emergency and 3.4% in the elective operations (p<0.0001). There was no correlation bet-ween mortality rates in different age groups (p>0.05). The highest mortality was observed in intraabdominal abs-cess and in perforated gallbladder disease. Intestinal resection and anastomosis was performed in 55.9% of expired cases. The majority of the patients (70.6%), who had died, had coexisting cardiopulmonary diseases. The main causes of death in alt patients were sepsis and cordio-pulmonary diseases. The main causes of death in all patients were sepsis and cardio-pulmonary failure. In conclusion, age is not a contraindication for an emergency operation and does not affect mortality which appears to be directly related to the severity and nature of the di-sease and to the coexisting cordio-pulmonary diseases. For this reason, timing is very important in the operations of elderly patients, and it is wise to perform the most conservative operation in some severe surgical conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tibia Psödoartrozlarının Ekstrakorporal Şok Dalgası (eswl) İle Tedavisi
Mustafa Yel, Recep Memik, Mehmet Arazi, Tunç Cevat Öğün
Araştırma makalesi
Özeti
Tibia Psödoartrozlarının Ekstrakorporal Şok Dalgası (eswl) İle Tedavisi
Extracorporeal Shock Wave Therapy (eswl) Of Pseudo-ArthrosIs Of TIbIa
İlk olarak iiriner sistem, safra kesesi, taşlarını kırma ve asistolideki kalbin mekanik uyarım' amacıyla kullanılan elektromanyetik şok dalgast, do-kuların yoğunluk farkına bağlı olarak enerji açığa çıkarması nedeniyle ortopedi ve traVIllatoloji alanında da kullanım alanı bulmaya başlamıştır. Şok dalgasının psödoartrozlarda, kaynama ge-cikmesinde, epikondilitlerde, tendinozis kalkareada, protez revizyonlarmda çalışmalar yapılmaktadır. Selçuk üniversitesi Tıp fakültesi Ortopedi ve Trav-matoloji ABD'da Temmuz 1994 - Ekim 1995 yılları arasında tibia psödoartrozu nedeniyle değişik te-daviler uygulamp kaynama elde edilemeyen 5 has-taya hastanemizin üroloji kliniğinde iiı-iner sistem taşlarını kırma amacıyla kullanılan Dornier MFL 9000 litotripter aracılığıyla kırık uçlarına 20-22 kV şiddetinde. 3000 atım şok dalgası uygulandı. Has-talarda ortalama 4 ay (3-6 ay) içinde osseöz kay-nama elde edildi. Bu yöntemin teknik ve uygulama güçlüklerinin yanında seçilmiş ve diğer tedavilerin başarısız olduğu özellikle açık kırık sonrası gelişen psödoartrozlarda uygulanabileceği düşünmekteyiz.
Initially extracmporeal shock wave lithotripsy (ESWL) was used for mechanical stimulation of asy-stolic heart and was larer to be used routinelv for urinary and gall bladder stone extraction. Soıne re-ported preliminary studies imply that ESWL can be used to treatment pseucloarthrosis, delayed union. epicondilitis, tendinosis calcarea and prostetic re-vision. Between July 1994- October 1995, in de-partment of Orthopedics and Traumatology, Me-dical Faculty, Selçuk University a study was undertaken for 5 patients with tihial pseudoarthrosis. For this purpose Dornier MFL 9000 lithotripter was used. An intensity of 20-22 kV. totalling 3000 pul ses were applied to the end of each fracture. Solid ttili011 was achieved on an average of 4 months (ranging 3-6 months). As a result of Iliis study, the technique ofkrs a potantial altrenative rreatment modality for cases for whom other techniques can be used with difficulty and for pseudoarthrosis which mav develop after opeıı fractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kan Kültürlerinden İzole Edilen Candida Türlerinin Dağılımı Ve Amfoterisin B Ve Flukonazole İn Vitro Duyarlılıkları
Mustafa Altay Atalay, Hafize Sav, Gonca Demir, Ayşe Nedret Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Kan Kültürlerinden İzole Edilen Candida Türlerinin Dağılımı Ve Amfoterisin B Ve Flukonazole İn Vitro Duyarlılıkları
DIstrIbutIon Of CandIda SpecIes Isolated From Blood Cultures And InvItro SusceptIbIlItIes To AmphoterIcIn B And Fluconazole
Fungal kan dolaşımı enfeksiyonları, immün yetmezlikli hastalarda mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerinden birisidir. İnvazif kandidiyazise neden olan türler arasında Candida albicans halen en sık görülen patojen olmakla beraber diğer Candida türlerinin de oranı artmaktadır. Bu çalışmada kan kültürlerinden izole edilen Candida türlerinin tanımlanması ve bunların amfoterisin B ve flukonazole duyarlılıklarının araştırılması amaçlandı. Temmuz 2009–2011 tarihleri arasında 97 hastanın kan kültüründen izole edilen Candida türleri çalışmaya alındı. İzolatların tanımlanmasında, germ tüp testi, mısır unu-Tween 80 agar besiyerindeki morfolojik görünümleri ve API 20C AUX (Biomerieux, Fransa) sistemi kullanıldı. C. albicans en çok (% 68) izole edilen tür olup bunu C. parapsilosis (% 14.5) ve C. glabrata (% 9.3) izledi. Amfoterisin B, flukonazol duyarlılıkları ve Minimum İnhibitör Konsantrasyon (MİK) değerleri E-test ( AB Biodisk, İsveç) yöntemiyle yapıldı. İzole edilen tüm Candida suşları amfoterisin B’ye duyarlı bulundu. Flukonazole dirençli bir ve doza bağlı duyarlı altı C. glabrata suşu dışındaki hiçbir Candida suşunda flukonazole direnç saptanmadı.
Fungal bloodstream infections are a leading cause of morbidity and mortalite in the immunosuppressed patients. While Candida albicans remains the predominant pathogen, the proportion of invasive candidiasis caused by other species of Candida continues to increase. In this study the identification of the Candida species isolated from blood cultures and investigation of their susceptibilities against amphotericin B and fluconazole was aimed. Candida strains isolated from 97 patients blood cultures within the time period of July 2009-2011 were included in the study. Identification of the strains, germ tube test, morphological appearance of corn meal-Tween 80 agar medium and API 20C AUX (Biomeriux, France) were used. The most common Candida form was C. albicans (68 %) followed by C. parapsilosis (14.5 %) and C. glabrata (9.3 %). Amphotericin B, fluconazole susceptibilities and Minimum Inhibitory Concentrations (MIC) values were measured with E-test method. All Candida strains were susceptible to amphotericin B. Except the flukonazole resistant one and dose-dependent susceptible six C.glabrata isolates, non of Candida isolates were resistant to fluconazole.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Ümran Yıldırım, Fahri Halit Beşir, Süleyman Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Castleman’s DIsease In The Neck
Castleman hastalığı nadir görülen etiyolojisi tam olarak bilinmeyen lenfoprolifetif bir hastalıktır. En sık mediastinal lenf nodu tutulumu görülmekle birlikte servikal, retroperitoneal, aksiller ve diğer bölgelerdeki lenf nodları da tutulabilir. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve cinsiyet ayırımı göstermez. Histopatolojik olarak hiyalin vasküler ve plazma hücreli olmak üzere iki tipi bulunmaktadır. Kliniğine göre de lokalize ve sistemik (multisentrik) formları bulunmaktadır. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve kitle veya şişlik ile kendini gösterir. Sistemik (multisentrik) tipte ise ateş, anemi, yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegali gibi nonspesifik semptomlar görülür. Lokalize tip hastalığın tedavisi kitlenin cerrahi olarak eksizyonudur. Sistemik tip hastalığın tedavisinde genellikle steroid tedavisi, kemoterapi ve radyoterapi kullanılmasına rağmen kesin tedavisi yoktur. Bu çalışmada boyunda kitle şikâyeti ile gelen ve hiyalin vasküler tip Castleman hastalığı tanısı konulan bir olgu sunuldu.
Castleman’s disease is a rare lymphoproliferative disorder of unknown etiology exactly. Although the disease most commonly appears in the mediastinal lymph nodes, it can be occur in cervical, retroperitoneal, axillary and other regions lymph nodes. There is no gender predominance and often occurs in young adults. Two histological variants as hyaline-vascular and plasma cell type have been described. Clinically it is also divided in two types: a localized type, which is usually asymtomatic and presented as a mass or swelling. Systemic (multicentric) type is characterized nonspecific symptoms such as fever, anaemia, generalized lymphadenopathy and hepatosplenomegaly Complete surgical excision is curative for localized form. Although systemic type is usually treated with radiation therapy, corticosteroids and chemotherapy, there is no certain treatment. We herein reported a neck mass diagnosed as hyaline vascular type Castleman’s disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronık Myelositik Losemılı Hastalarımız
Şamil Ecirli, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Kronık Myelositik Losemılı Hastalarımız
Our PatIents WIth ChronIc MyelotIc LeukemIa
Selcuk 62.iversitesi Tap Fakiiltesi Ic Hataliklari Anabilimtiall'nda 1990-1993 ytliart arasanda takip ecliten 23 kronik 7nyelositik lOsemi (KML) vakasi ret-rosipektif olarak incelendi. Aym donem icerisinde takip edileL. 435 malignite vakasi icinde Losemilerin gorlilme % 16.11 idi. Tidm maligniteler Lcinde KMLinin gOrulme % 5.17 idi. Ilastalarin % 73'11 Kowi Merke:inilen, % 19.39'u Konyanin. il-celerinden, % ;.-evre illerden gelrrristi. Kadin erkek oraiA Kadinfarm yal °natant' asz 45.6±4.6, erkeklerin ya,y ortalarnasi 58.30 ± 3.7 idi., Kadinlarda hastalig-in. daha genc yaVarda ortaya HastalarIn biiyi k coguniugundaki Vkayetler hipermetebolizma ye splenomegaliye aitti. Hastalarin 5 tailesi akut myelositik losemiye do-niirrui eks olnuutu. 5 tanesi kontrollere gel-mernektedir. Di gierleri ise hales takip edilmektedir.
In this study, 23 chronic myelotic leukemia (CIVIL) cases evaluated retrospectively between 1990 and 1993 in Selcuk University Department of Internal Medicine. The incidence of leukaemia were found 16.11 percent in all malign (435 patients) cases. The incidence of CML were found 5 27 per-cent in only leukemia. Femalelmale ratio were found 1.13. Age of women in our study were 45.6 ± 4.6 and age of man were 58.30 ± 3.7. CML appeared earlier in women_ The major complaints of our pa-tients were referred to hyper metabolism and sple-nomgaly. 5 of our the patients changed in to acute myeloblastic leukemia and all of them diet. 5 of our patients did not come for follow-up. The other 13 patients continue to come for regularly controls.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Olgu sunumu
Özeti
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
A Case Of Uterus DIdelphys WIth UnIlateral Renal AgenesIs And UnIlateral Hematometra
12 yaşında virgo hasta 1 yıldır düzenli adet görmekte olup, kliniğimize 1 yıldır adet dönemlerinde olan şiddetli pelvik ağrı sebebi ile başvurdu. Öz geçmişinde 4 ay önce tespit edilen sağ renal agenezisi mevcut idi. Aile hikâyesinde özellik yoktu. Pelvik muayenede hymen anuler ve eksternal genital organlar normal olarak izlendi. Vajen derinliği yaklaşık 6 cm ölçüldü. Pelvik ultrasonografisinde, sol tarafta endometrial kalınlığı 8 mm olan uterus, sağ tarafta 8x10 cm hematometra görüntüsü mevcuttu. Hastaya laparatomi planlandı. Operasyonda orta hatta füzyonu olan çift uterus ve çift endometrial kavite olduğu gözlendi, elle çift serviks palpe edildi. Sağ tarafta hematometra hali gözlendi. Bilateral overler doğal olarak görüldü. Uterusa orta hattan inzisyon yapıldı, aradaki fibröz doku çıkarıldı, hematom boşaltıldı. Her iki kavite birleştirildi. Hasta postoperatif 2. gününde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastaya 2 hafta sonra şiddetli vajinal kanamasının olması nedeniyle tekrar laparatomi yapıldı. Metroplasti hattı yeniden açıldı. İnsizyon hattı ile ilişkili olmayan istmus sol yan duvardan kaynaklanan açılmış arter ucu gözlendi. Damar sütüre edildi. Hasta komplikasyonsuz olarak postoperatif 4. gününde taburcu edildi.
A twelve years old virgin patient who was menstruating regularly for one year presented with severe pelvic pain associating with her menstruation. She was diagnosed to have right renal agenesis before 4 months. In her physical examination she had annular hymen and normal external genital organs. Vaginal depth was 6 cm. In her pelvic ultrasonography, the endometrial thickness was 8 mm on left side uterus and 8x10 cm hematometra appearance was seen on right side. Laparotomy was planned for the patient. During the operation double uterus and double endometrial cavities were seen with fusion line in the middle. Double cervices were palpated by hand. Hematometra was seen on right side. Bilateral ovaries were normal. Uterus was incised from the middle the separating fibrous tissue was removed, hematoma was evacuated and the two cavities united. The patient was discharged on the 2nd postoperative day without complications. After two weeks she presented with severe vaginal bleeding for which laparotomy was done. The metroplasty line was opened. A bleeding arterial end was noticed on left lateral isthmic wall and it was not related to the incision line. The vessel was sutured and the patient was discharged on the 4th postoperative day without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Monoklonal Antikorların Oretimi Ve Kullanımı
A. Zeki Şengil, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Monoklonal Antikorların Oretimi Ve Kullanımı
The ProductIon And LIse Of Mortoclonal AntIbody
Normal anükor yapan B lenfoblastlar ve uygun myeloma hücrelerinin füzyonu ile; tek tip antikor yapma niteliğinde, sürekli üreyen hücrelerin çoğalması tekniği Köhler ve Milstein tarafından 1975'de başarılmıştır. Doku kültürü ortamında üreyebilen bu hücrelere "hibridoma" denmiştir. Monoklonal antikorlar ve hibridoma teknolojisi halen spesifik yüzey markerleri ile hücre tiplerinin ayrılmasında, lenfoid ve myeloid malignitelerin tespitinde, doku tiplendirimlerinde kullanılmakta olup, yakın bir gelecekte de tümor spesifik antikorlara sitotoksik ilaçlar bağlanarak tümör tedavisinde (Sihirli Kurşun) yaygın olarak kullanılabilecektir.
The technic for the producrion of immortal clones of cells making single antibody specificities by fating normal antibody-forming B lymphoblasts with an appropriate myeloma cells are achived by Kale,. and Milstein in 1975. These cells so celled "hibridornas" are selcted out iım a tissue cıdıure medimın. Monoclonal antibody and hibridoına technology are used in the speration of individual cell types with specific surfaces markers, diagnosis of lyrnphoid and myeloid ?nalignancies, tissue typing. And also yfr,ill be used in tufnour therapy (magic bullet) with cytotocric agents coupled to antiturnour-specific antibodies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kırşehir Bölgesinde Bruselloz Seroprevalansı Ve Tanıda Serolojik Ve Biyokimyasal Testlerin Yeri
Tülin Demir, Bağnu Orhan
Araştırma makalesi
Özeti
Kırşehir Bölgesinde Bruselloz Seroprevalansı Ve Tanıda Serolojik Ve Biyokimyasal Testlerin Yeri
Seroprevalence Of BrusellosIs In KIrsehIr ProvInce And SIgnIfIcance Of SerologIcal And BIochemIcal Tests In The DIagnosIs Of BrucellosIs
Bruselloz enfekte hayvanların sıklıkla et ve sütlerinin tüketimi ile insanlara bulaşan; ateş, kas ve eklem ağrıları ile seyreden bakteriyel zoonotik bir hastalıktır. Çoğu laboratuvarda kan kültürü yapılamaması, bakterinin yavaş üreme özelliği göstermesi ve antibiyotiklerden etkilenmesi nedeniyle tanıda Rose Bengal plate aglutinasyon (RBPA) ve tüp aglutinasyon testi gibi serolojik test yöntemleri kullanılmaktadır. Enfeksiyon seyrinde biyokimyasal parametrelerde değişimler de izlenmektedir. Bu çalışmada, bölgemizdeki bruselloz seroprevalansı Rose Bengal ve standart tüp aglutinasyon (STA) testi ile belirlendi ve bruselloz olarak tanımlanan hasta serumlarında biyokimyasal değerlerdeki değişimler incelendi. Bruselloz ön tanısı ile mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 4041 hasta serumundan 144’ünde Rose Bengal testi pozitif olarak saptandı. Bunların 121’inde ise STA testi ile 1/160 ve üzeri titre tespit edildi. Çalışma grubumuzda bruselloz seroprevalansı %2,99 olarak belirlendi. Bu örneklerin 98’inde (%81) C-reaktif protein (CRP), 66’sında (%54,5) eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), 29’unda (%24) alanin aminotransferaz (ALT) ve aspartat aminotransferaz (AST) yüksek olarak belirlendi. Ayrıca olguların 11’inde (%9,1) lökositoz, 12’sinde (%9,9) lökopeni, 46’sında (%38,1) anemi ve 53’ünde (%43,8) trombositopeni mevcuttu. STA titresi arttıkça CRP seviyesinde paralel bir yükselme olduğu, lökosit ve trombosit sayısının düştüğü saptandı. Sonuç olarak, özellikle serum CRP düzeyinin bruselloz tanı ve takibinde faydalı bir biyokimyasal test parametresi olabileceği düşünülmektedir.
Brucellosis is a bacterial zoonotic disease with the major symptoms such as fever, joint and muscle pain generally caused by consumption of meat and milk of infected animals. Serological test methods such as Rose Bengal plate agglutination (RBPA) and standart tube agglutination test, are used in the diagnosis of brucellosis because of the lack of availability of blood culture in several laboratories, the low growth rate and ease to be effected by antimicrobials of the bacteria. Variations in biochemical parameters could be seen in the course of infection. In this study, seroprevalence of brucellosis in our region was determined by Rose Bengal and standart tube agglutination tests, and variations in biochemical parameters of the sera defined as positive for brucellosis were also evaluated. Rose Bengal test was found to be positive for 144 out of 4041 patient sera send to Microbiology Laboratory with the initial diagnosis of brucellosis. Among these sera, agglutination titer of 1/160 and over was detected in 121 samples. Seroprevalence for brucellosis was 3.56% for our study group. Among patient sera found to be positive in STA, 98 (81%) showed increase in C-reaktif protein (CRP) level, 66 (54.5%) in erytrocyte sedimantation rate (ESR), 29(24%) in alanin aminotransferase (ALT) and aspartat aminotransferase (AST). Additionally, leucocytosis was seen in 11 (9.1%), leucopenia in 12 (9.9%), anemia in 46 (36%) and thrombocytopenia in 53 (43.8%) patient sera. As STA titer increased CRP level had a paralel rise, but the platelet and leukocyte number decreased. In conclusion, especially serum CRP level could be a useful biochemical test parameter for the diagnosis and follow-up of brucellosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme Çalışması
Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Günay Kanber, Tacettin Tütüncü
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme Çalışması
EvaluatIon Of SprIng-Water In EvlIyatekke VIl-Lage In Hatunsaray Town Of Konya DIstrIct
Evliyatekke kayfindeki kavnaktan kimyasal analiz kin airman ye kiikfirt iceren hu suyun hanyo §.eklinde kullarami kapntilt deri hastalzklarinda yarar sag-layict ozelliktedir. Buharina maruz kalma ya da 441- mesi solunum vetmezligi, kollaps. koma, ollim olu,y-. turabilir. Duciik miktarlarda bile mukozalarda irritasyon yapzcz niteliktedir. Bu suyun asit yapida olnzasi da mukozalarda irritasyon nedenidir. Top-lam organik madde ve amonyak bulunmasz, sudaki nitrifikas_yonan tamamlandigint giisterir ye harsak enfeksiyonlarzna ?widen olahilecek organik mad-deleri Toplam organik madde miktarmin ye amonyagzn yiiksek olmasz, koruma alanz ol-maywndan kaynaklanabilir. Kloriirfin yiiksek dii-zeyde olmasz insan ya do hayvan kaynaklz idrartn karivIktna delildir.
Bathing with the water containing suiphure has succesful effects in pruritic dermal lesions. Being ex-posed to its vapour or ingestion may cause collaps, coma and death. Even in low doses of sulphure may cause irritation in mucosa and adverse effects. The acidic characteristic of this water is the main cause of the irritation in mucosa. High levels of organic substance and ammonium show discontinued nit-rification of the water. The water containing organic substances may cause intestinal infections. The absence of protective area may increase ammonium concentration and total organic substance. High chlorine con-centration confirms that the water is contaminated with the urine of human beings or animals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fizyoterapide Deney Hayvanlarının Kullanımı
Nadir Tayfun Özcan, Zeliha Başkurt
Derleme
Özeti
Fizyoterapide Deney Hayvanlarının Kullanımı
Use Of ExperImental AnImals In PhysIotherapy
Hastalığın canlı (insan ya da hayvan) bireyde doğal seyrini görüp, buna yönelik tedavinin geliştirilmesi açısından bilimsel deneylere gereksinim vardır. Bilimde ve sağlıkta ilerleme amacıyla insanoğlu yüzyıllardır insan benzeri organizmalar üzerinde çalışmalar yapmakta ve hayvanları deneylerde kullanmaktadır. Ana felsefesi, klinik ve deneysel araştırmalarla elde edilen deneyimlerin ışığı altında her hastaya uygun tedavi yöntemin bir ekip çalışması çerçevesinde programlanması ve uygulanması olan fizyoterapi alanında, hayvan deneylerine yönelik araştırmaların sonuçlarının etkin olarak değerlendirilebilmesi için araştırmacıların çalışmanın tasarım, yöntem, analiz ve yorumu hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Bu yazının amacı fizyoterapi alanında kullanılan deneysel hayvan çalışmalarının temel ilkelerinden ve uygun deney modeli seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken noktaları genel hatlarıyla tanıtmaktır.
Scientific experiments are needed to see the natural course of the disease in living (human or animal) individuals and to develop treatment for this. For centuries, human beings have been studying human-like organisms and have been using an animal experiments in order to advance in science and health. Researchers who work in in the field of physiotherapy that is the main philosophy of which is to plan and apply the appropriate program by the teamwork into each patient under the clinical and experimental knowledge, must have knowledge of the design, methodology, analysis and interpretation of the study in order to be able to effectively evaluate the results of research on animal experiments. This paper aims to introduce the basic principles of experimental animal studies used in the field of physiotherapy and to give the necessary information to choose the appropriate experimental model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğum Analjezisi
Sema Tuncer, Lütfiye Pirbudak, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Doğum Analjezisi
BIrth AnalgesIa
Bazı annelerde tolere edilemeyecek şiddette ağrıya sebep olan doğum ağrısı bilinen en şiddetli ve kontrolü zor olan ağrılardan birisidir. Bu ağrının doğal olduğu, her annenin bu ağrıyı çekmesi gerektiği yanlış inanışına karşılık doğum ağrısı mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Çünkü diğer akut ağrılar gibi, solunum sistemi kardiyovasküler sistem, nöroendokrin ve limbik sistemler üzerine olumsuz etkilere sahiptir. Anneyi aşırı şekilde yoran, strese ve anksiyeteye neden olan, hiperventilasyon ile oksijen ihtiyacını artıran bir olaydır.
Labor pain, which causes intolerable pain in some mothers, is one of the most severe and difficult to control pains known. Despite the false belief that this pain is natural and that every mother should suffer from this pain, labor pain should definitely be controlled. Because, like other acute pains, the respiratory system has negative effects on the cardiovascular system, neuroendocrine and limbic systems. It is an event that exhausts the mother, causes stress and anxiety, and increases the need for oxygen by hyperventilation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Ali Dur, Şerafettin Demirci, Hacı Yusuf Güneş, Oral Akın, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Spontaneous PneumomedIastInum FollowIng A WrestlIng
Pnömomediastinum spontan olarak yada travma ile ilgili
durumlarda ortaya çıkabilir. Spontan Pnömomediastinum (SPM) nadir
bir durumdur ve tedavisi genellikle bu hastaların takibi ile sınırlıdır.
Acil servisimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile başvuran, güreş
sporcusu olan 15 yaşında erkek hastada SPM tespit ettik. Bu vaka
sunumumuzda pnömomediastinum gelişimi açısından travma yada
medikal müdahale öyküsü olmadan ve artmış vagal manevranın SPM’
a neden olabileceğini tartıştık.
Pneumomediastinum can develop spontaneously or in the
setting of trauma. Spontaneous pneumomediastinum (SPM) is a
rare condition and treatment of these patients is generally limited to
observation. We discovered SPM in 15-year- old male patient, who
had been wrestling, admitted to our emergency service with chest
pain and shortness of breath. In this case report we discussed that
in a patient without trauma, medical intervention for developing
pneumomediastinum, the increased vagal maneuver may lead to
SPM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Doğum Tartılı (sga) Bebekler Ve Sorunları
Erdal Yılmaz, Saadet Akarsu, Yaşar Doğan, M. Kaya Gürgöze, A. Denizmen Aygün
Araştırma makalesi
Özeti
Düşük Doğum Tartılı (sga) Bebekler Ve Sorunları
BabIes WIth Low BIrth VveIght (sga) And TheIr Problems
Düşük doğum tartılı (SGA) bebekler için risk faktörleri ve takipte karşılaşılan sorunlar gözden geçirildi. Kliniğimizde izlenen 108 SGA’lı bebek değerlendirildi. Olguların 52’si (%48.2) erkek, 56’sı (%51.8) kızdı. Bebeklerin %40.7’si prematüre olup, diğerleri term bebekti. Hastaların %53.7’si şehir merkezinden müracaat edenlerdi. Düşük sosyoekonomik seviye, anne yaşının 18’in altında olması ve preeklampsi en sık gözlenen risk faktörleriydi. Bu bebeklerin takibi sırasında en çok karşılaşılan sorunlar enfeksiyon (%32.4), asfiksi (%25.9), hipoglisemi (%21.3) ve polistemiydi (%19.4). Mortalitenin önde gelen nedenleri olarak enfeksiyon, konjenital anomali ve asfiksi saptandı.
Risk factors and encountered problems during follow-up in babies with low birth weight (SGA) were investigated. 108 babies with SGA and who were follovved by our pediatrics department vvere evaluated. 52cases vvere male (48.2%) and 56 cases vvere female (51.8%) .40.7% of ali cases vvere prematüre and others (59.3%) vvere term babies. 53.7% of ali cases vvere applied from the city çenter. Low socioeconomic level, mother’s age lovver than 18 years, and preeclampsia vvere the most freguent risk factors. Infections (32.4%) , asphyxia (25.9%), hypoglysemia (21.3%) and polycythemia (19.4%) vvere the freguent problems. Important causes for mortality vvere infections, congenital abnormalities, and asphxy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
Hayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nervus Vagus Schwannomu
Nahit Ökesli, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Ali Küpelioğlu, Ömer Karahan
Araştırma makalesi
Özeti
Nervus Vagus Schwannomu
Schwannoma Of The Vagus Nerve
Bu yazıda bir Nervus Vagus schwannomu bildirilmektedir. Olguya von Recklingkıusen hastalığı eşlik etmektedir. Yazıda N. Vagus schwannomu ile von Recklinghausen hastalığı arası ilişki incelenmektedir. Ayrıca baş-boyun bölgesinde kitle ile başvuran havalarda ayırıcı tanıdaki önemi vurgulanarak literatür gözden geçirilmiştir.
in this manuscript a cervical vagal schwannomo is reported. Von Reckiirzklıausen disease was associated to the schwannoma. The relationship between two entilles is discussed. The imporiance of the vagal schwannoma in the dillerantial diagnosis of the head-neck massed rs impressed and the pertinent literature reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Sayıda Trikobezoar
Müslim Yurtçu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klınıgımızde Rehabılıte Edılen Paraplejık Hasaların Tedavı Sonularının Degerlendırılmesı
İsrafil Şimşek, Önder Murat Özerbil, Ömer Faruk Şendur, Kazım Erdoğan, Sami Küçükşen
Araştırma makalesi
Özeti
Klınıgımızde Rehabılıte Edılen Paraplejık Hasaların Tedavı Sonularının Degerlendırılmesı
The Assessment Of Treatment Results Of Pa-RaplegIc PatIents That RehabIlItated In Our ClInk
Bu calışmadaada rehabilite edilen pa-raplejik hastalann tedavi sonuflan de-gerlendirilerek kaynaklarla uv:u kar-idaprildt. cah,smaya (that kadin dokuzu erkek 15 hasta altnnu,s, hastalar de►ografik vzellikleri .vamnda, lez-yon sevivesi, ekli, varalanma nedeni, vataga vataktan Aran gecif, ye yiirume mesane Ye barsak aktiviteleri ve fonksiyonel durumlan yonii►ckn de-, erlendirilini,sdi. rahismarun sonuflan kaynaklarla uvunilu bu-lundu. Parapleji etiyolojisinde can siralan 4gal eden trafik kazasi. yuksekten Arnie ve ateFli silrthla ya-ralannumm hala ulusal sorun ()Imo ko-rudugu Ye ktsttlr ko,cullarda bile rehabilitas•mla onemli cticiide iyileoneler elde edilebilecegi kanisma
In ibis study the outcomes of paraplegic patients that we rehabilitated in our clinic were evaluated and compared to previous studies. Six women and nine men, totally 15 patients were included. Beside their demographic cha-racteristics the patients were assessed according to their lesion level. cause of injury, transfer activities in bed, walking activities, bladder and bowel con-ditions and functional status. At the end of the study the results were found comparable to previous ones and factors which take primarily part in i►e etiology of paraplegia like traf-fic accident, fall from height and gunshot wounding are still thought to be an important national pmb-lent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Rezeksiyonlarında Ligasure Yardımlı Uygulamalarımız
Ahmet Tekin, Adil Kartal, Tevfik Küçükkartallar, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Şakir Tekin, Mehmet Metin Belviranlı, Şakir Tavlı, Mustafa Şahin, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciğer Rezeksiyonlarında Ligasure Yardımlı Uygulamalarımız
Our ExperIences In LIgasure – AssIsted ResectIons In LIver
Amaç: Ligasure’u karaciğerde kitle olan 15 hastada, parankim kesilirken kanamayı azaltmak veya kanamasız rezeksiyon yapmak için kullandık. Ligasure yardımıyla hepatektomi ve perikistektomi uyguladığımız 15 olgunun verilerini preliminer bir çalışma olarak sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2005-2007 yıllarında S.Ü. Meram Tıp fakültesi Genel Cerrahi AD.’da Ligasure yardımlı hepatektomi ve perikistektomi uyguladığımız 15 karaciğer hastasının dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların onu karaciğer tümörü (4’ü hemanjiom, 2’si adenom, 4’ü hepatocellüler Ca), 3’ü karaciğer kist hidatiği, biri safra kesesi tümörü, diğeri ise hepatolitiazisdi. Tüm olgularda Ligasure vessel sealing system (Ligasure Valleylab®) kullanıldı. Olgularda ligasure yardımlı hepatektomi, ve perikistektomi gibi işlemler yapıldı. Bir olguda parenkim transeksiyonda ligasure’a ek olarak büyük damarlar için sütür kullanıldı. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 53.7(32-65) olup kadın/erkek oranı 9/6 idi. Ortalama kan kaybı 217(30-700)cc olup, bir olgu dışında kan transfüzyonu gerekmedi. Transeksiyon zamanı 48,93(25-85)dakikaydı. Biyokimyasal parametrelerde postoperatif dönemde önemli artışlar olmadı. Postoperatif geç dönemde morbidite ile karşılaşılmadı. Sonuç: Ligasure uygulaması, karaciğerin benign ve malign hastalıklarının tedavisinde karaciğer transeksiyonu esnasında kansız bir dönemin öncüsü olarak gözükmektedir.
Aim: We used Ligasure vessel sealing system in order to lessen the bleeding while cutting the parenchyma or to have a non-bleeding resection at 15 patients with mass at the liver. We aimed to present the data of the 15 patients where we applied hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure, as a preliminary study. Material and Method: The records of 15 liver patients for whom we applied hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure at Selcuk University Meram Medical Faculty of General Surgery Department during 2005-2007, were examined retrospectively. 10 of the patients were liver tumors (4 of them were hemangiomas, 2 were an adenoma and 4 were hepatocellular carsinoma), 3 of them were liver cyst hydatid, one of them was gall bladder Ca and the other was hepatolithiazis. Ligasure vessel sealing system (Ligasure Valleylab®) was used for all cases. Hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure were applied to the patients. During parenchyma transection, sutures were used for great vessels a one patient. Result: The mean age of the patients was 53.7(32-65) and male/female ratio was 15/17. Mean blood loss was 217(30-700)cc and blood transfusion was not needed accept one case. Mean transection time was 48.93(25-85) minutes. There were no significant increases at biochemical parameters at the postoperative period. There was no morbidity at the late postoperative period. Conclusion: Ligasure application seems to be the precursor of a non-bleeding period at liver transection at them treatment of benign and malignant diseases of the liver
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Candida Albicans Türü Maya Mantarlarında Antifungal İlaç Direnci
Duygu Fındık, Emine İnci Tuncer, Onur Ural, Uğur Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Candida Albicans Türü Maya Mantarlarında Antifungal İlaç Direnci
AntIfungal Drug ResIstance In CandIda AlbIcans
Bu çalışmada hastanede yatmakta olan hastalara ait çeşitli klinik örneklerden izole edilen, 63 Candida albicans türü maya mantarının amfoterisin B, ketokonazol, flukonazol ve itrakonazole karşı antifungal duyarlılıkları Epsilometer test (E test: AB Biodisk, Solna, Svveden) yöntemi ile araştırıldı. Çalışılan suşların büyük bir çoğunluğu idrar örneklerinden izole edildi (%76.1). Yirmidört saatlik inkübasyondan sonra okunan MİK aralıkları (mg/l) amfoterisin B, ketokonazol, flukonazol ve itrakonazol için sırası ile <0.002-0.38, 0.004->32, 0.25->256, 0.008->32 olarak saptandı. MİK50 ve MİKgo değerleri (mg/l) ise amfoterisin B için 0.032, 0.125, ketokonazol için 0.38, 4, flukonazol için 2, 64 ve itrakonazol için 0.094, 3 olarak bulundu. Amfoterisin B’ye karşı tüm suşlarda duyarlılık görülürken, flukonazole %19.2, itrakonazole %17.8 oranında direnç gözlendi. Ketokonazol testlerinde ise 5 suşun (% 11.1) MİK değeri >32mg/l olarak saptandı. Sonuç olarak antifungallere karşı direnç geliştiği gözlenmektedir, bu durum antifungal duyarlılık testlerinin önemini arttırmaktadır.
İn this study the antifungal susceptibility patterns of 63 clinical isolates of Candida albicans isolated from from hospitalized patiens vvere studied against amphotericin B, ketoconazole fluconazole and itraconazole using the Epsilometer test (E-test). Most of the isolates vvere isolated from urine samples (76.1%). The MIC ranges determined at 24 h incubation for amphotericin B, ketoconazole fluconazole and itraconazole vvere: <0.002-0.38. 0.004->32, 0.25->256, 0.008->32 respectively. The MIC50 and MIC90 (mg/l) for each antifungal vvere; amphotericin B 0.032, 0.125, ketoconazole 0.38, 4, fluconazole 2, 64 and itraconazole 0.094, 3. Ali strains vvere susceptible to amphotericin B, the resistance rates vvere 19.2% for fluconazole and 17.8% for itraconazole. Five İsolates shovved >32mg/l MIC values for ketoconazole. The results indicate that there is resistance against antifungal agents and this increases the importance of antifungal susceptibility tests.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vitamın B12 (cobalamin) Ve Eksiıkliği
Yıldız Divanlı
Araştırma makalesi
Özeti
Vitamın B12 (cobalamin) Ve Eksiıkliği
Vıtamın B12 (cobalamıne) And Its Defıcıency
B12 Vitamini noksanlığı; Başlıca besinde eksikliği, yetersiz folat alımı, vejetaryen ve diğer beslenme taşkınlıkları, yeşil yapraklı sebzelerin uzun süre kaynatılması ile mide ve ince bağırsağa bağlı absorbsiyon bozukluğu, intrinsek faktör noksanlığı, absorbsiyon yüzeyinin küçülmesi, malabsorbsiyon gibi metabolik bozukluklardan meydana gelir. Bütün bu hallerde megaloblastik anemi denilen anemi ortaya çıkar ki, bu aneminin tanıtanlarını açıkladık.
Le mangue de Vitamin B12 se produisent surtout dans mes cas suivants; Mangue de nourriture, action de manger de folat rnsuffisamment, du N.70tarien et celui des autres alimentations, le d«ant de l'estomac caus6par le bouillonnement des legumes aux feuilles vertes et celui de l'absorption d6rivant de l'intestin grle, le mangue du facteur intrinsque l'&troitement de la surface de l'absorption, les dUauts mfrtaboliques. A la fin de tous ces cas, rtıgaloblastique se produit, commoneus en avons mentionne" les preuves cidessus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Haluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Barsak Infeksıyonlarının Tanımlanması Ve Malıyet Analizi
Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Şerafettin Demirci, Mehmet Bitirgen
Araştırma makalesi
Özeti
Barsak Infeksıyonlarının Tanımlanması Ve Malıyet Analizi
A DescrIptIve And Cost-AnalysIs Of InfectIous Bowel DIseases
Ocak 1994 - 30 Haziran 1995 tarihleri ara-smdaki 18 aylik donernde. Sekuk Oniversiresi Tip Fakfiltesi Klinik Bakteriyoloji ve infeksiyon Has-taliklari Anahilim Dalt`nda toplam 136 pasta harsak infeksiyonu tanisi ile _vanrilarak tedavi edildi. Bar-sak infeksiyonu tanist alanlartn (% 59.6) kadin olup, % 5.11i 18 gal. ye altinda. % 43.4'fi 19-39 yava, % 28.7'si 40-59 yalta. % 22.8'i 60 yas. Ye fize-rinde idiler. Klinik ve lahoratuvar bulgulartna Ore 136 hastadan 80'i (% 58.8) Akut gastroenterit, 12'si (% 8.8) Amipli dizanteri. 14'fi (% 10.3) Sal-rnonellozis. 18'i 1% 13.2) Shigellozis, 6frst (% 4.4) Paratilo. 1 'i (% 0.8) Kolera. 3'ii (% 2.2) Giardiazis olup, 2 olguda (% 1.5) Krona,- gastroenterit tams, konuldu. 136 olgudan 99'u (% 72.8) ilk 12 aylik do-nernde, 37'si (% 27.2) son 6 ayltk dOnemde yatarak tedavi giirdfiler. 1994 yilindaki 99 olgudan 39'u (% 39.4) Ocak Maps aylarttula. 60'i (% 60.6) Haziran - Aralik aylarinda, 1995 yilindaki 37 olgudan 117 Mart. 10'u haziran aylnda tespit edildi. 1994 ol-gularmm 8371 (% 83.8), 1995 viii olgularunn 317 (% 83.8) Konya it merkezinde ikarnet edivordu. 1994 vilinda turn barsak infeksivonlarinda ortalama has-tanede yatt► sfiresi 7.7±0.5 ,Mira. 1995 yilinda ise 6.010.8 gfindii. Ortalama yatty sfiresi 1994 ytlinda Salmonelloziste 11.4 gfin ile an uzun, digerlerhlde benzer sayzda olup 7-10 gfindii. Ki ci bapna or-talama hastane maliyeti. 1994 yllinda 3.040.000 TL (95 $). 1995 yilinda ise 5.125.000 TL (115 $) olarak hesaplandt.
In Selok University. Faculty of Medicine, Cli-nical Bacteriology and Infectious Diseases de-partment. 136 patients had treated via hos-pitalization as infectious bowel disease (1BD)from 1 janua•y 1994 to 30 june 1995. 81 % of the patients (59.6 %) were female. 5.1 % of the patients were 18 and below 18. 43.4 % were between 19-39. 28.7 % were between 40-59. 22.8 % were 60 and above. by age. 80 of the 136 patients were diagnosed as Acute gastroenteritis and remaining were Ameobiasis (12), Salnionellosis (14), Shigellosis (18), Salmonella pa-ratyphi (6). Cholera (1), Giardiasis (3) and Chronic gastroenteritis (2). Among all of the cases, 99 pa-tients were determined in first year and 38 patients were determined in last 6 months. Of 37 cases di-agnosed and treated in 1995. 11 cases were fol-lowed in march and 10 cases were followed in june. 83 (f the cases of 1994 and 31 of the cases of 1995 had been lived in the vicinity of the town, Konya. Mean hospitalization time in 1994 was 7.7±0.5 days, and in 1995 was 6.0 ±0.8 days. The longest du-ration of hospitalization time was belonged to the Salmonella inji•ction as 11.4 days. The cost of the ill-ness per patient in 1994 was 95 $ and was 115 $ in 1994.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
H G Kshamaa, Aswath Manju, Aswath Padmanabha
Araştırma makalesi
Özeti
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
BehavIoural Problems In Adolescent ChIldren Of AlcoholIcs.
Bağlam: Alkol bağımlılığı sendromu hem bireyleri hem de aileyi etkileyen önemli bir sorundur. Alkole bağımlı ebeveynlerin çocukları birçok davranış problemine karşı savunmasızdır. Batıdaki çalışmalar, bu çocuklarda hem içsel hem de dışsal semptomları göstermiştir.
Amaç: Alkole bağımlı ebeveynlerin yavrularında psikolojik işlevlerini ve alkol bağımlılığının şiddeti ile ilişkilerini değerlendirmek.
Ayarlar ve Tasarım:
Bu çalışma Bangalore'deki bir üçüncü basamak hastanenin Psikiyatri Bölümü'nde bir yıllık bir süre içinde yürütülmüştür. Alkol bağımlılığı olan 11 baba ile 18 yaş arasındaki 80 çocuğa yaklaşıldı.
Yöntem ve Gereç: Ebeveynin ve çocuğun sosyografik demografik bilgileri yarı yapılandırılmış bir Performa tarafından bilgilendirilmiş onam alınarak toplandı. Alkol bağımlılığının şiddeti Alkol Bağımlılığı Şiddeti Anketi (SADQ) kullanılarak değerlendirildi. Çocukların psikolojik işlevleri Gençlik Öz Raporlama Ölçeği (YSR) kullanılarak değerlendirildi.
Kullanılan istatistiksel analiz: SPSS V20
Bulgular: Değerlendirilen 80 çocuktan 41'i erkek, 39'u kadındı. % 47.5'i anlamlı içselleştirme belirtileri ve% 48.7'si önemli dışsallaştırma belirtileri gösterdi. İçselleştirme puanları kızlarla daha yüksek korelasyona sahipti (P - 0.004) ve erkeklerde dışsallaştırma semptomları (P - 0.008). Ancak babada bağımlılığın şiddeti ile korelasyon bulunmadı.
Sonuç: Alkol bağımlısı babaların çocuklarında dışsallaştırma ve içselleştirme davranışları açısından psikiyatrik morbidite prevalansının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu sorunların erken teşhisi ve müdahale bu grupta daha iyi çalışmayı sağlayacaktır.
Context: Alcohol dependence syndrome is a major problem affecting both individuals and their family. Children of alcohol dependent parents are vulnerable to a host of behavioural problems. Studies in the west have shown both internalizing and externalizing symptoms in these children.
Aims: To assess the psychological functioning in offspring of alcohol dependent parents and its association with severity of alcohol dependence.
Settings and Design: This study was conducted at the Department of Psychiatry of a Tertiary hospital in Bangalore spanning a period of one year. Eighty children aged 11 years - 18 years, along with their alcohol dependent fathers were included.
Methods and Material: Socio demographic details of the parent and the child were collected by a semi structured Performa along with informed consent. Alcohol dependence was diagnosed based on ICD 10 criteria. Severity of Alcohol dependence was assessed using Severity of Alcohol Dependence Questionnaire (SADQ). Psychological functioning of the children was assessed using Youth Self Report Scale (YSR).
Statistical analysis used: descriptive statistics, and Chi-square test
Results: Among 80 children assessed 41 were males and 39 were females. 47.5% of them showed significant internalizing symptoms and 48.7% significant externalizing symptoms. Internalizing scores had higher correlation with girls (P – 0.004) and externalizing symptoms in boys (P – 0.008). However no correlation was found with severity of dependence in the father.
Conclusions: It was found that there was high prevalence of psychiatric morbidity in terms of externalizing and internalizing behaviours in children of alcohol dependent fathers. Thus early detection of these problems and intervention would ensure improved functioning in this group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hayat Kadınlarında Cınsel Temasla Bulaşan Hastalıkların Serolojik Markerlerinin Ve Vajen Külturlerinde Oreyen Patojen Mikroorganizmaların Araştırılması
Bülent Baysal, Ahmet Saniç, Halil Özerol, Murat Günaydın, Mahmut Baykan, Büyük Neşati
Araştırma makalesi
Özeti
Hayat Kadınlarında Cınsel Temasla Bulaşan Hastalıkların Serolojik Markerlerinin Ve Vajen Külturlerinde Oreyen Patojen Mikroorganizmaların Araştırılması
The InvestIgatIon Of Seromarkers For Sexually TransmItted DIseases And PathogenIc MIcroorganIsms Isolated From VagInal SpecIments Of ProstItues
Dünyada en fazla görülen bulaşıcı hastalıklar olan cinsel temasla bulaşan hastalıkları (CiBlI)'ın insi-darısı, son yirmi yıl içerisinde giderek artmtştır. Cin-sel temasla bulaşan hastalık etkenleri direkt kişiden kişiye cinsel temas sırasında bulaşmalart.,yanında do-laylı yollarla da bulaşabilirler. Konyadaki 95 hayat kadınında ve kontrol grubun-daki 71 kadında cinsel temasla bulaşan hastalıklardan Ilerpes genitalis, Sitomegalovirus, Hepatit, B, AIDS ve Sıfilis'in (Sy) serolojik markerleri ve vajen kültürlerinde üreyen patojen mikroorganizmalar araştırılmıştır. Hayat kadınları ve kontrol grubunda Anti 111V-1, RPR slide test, 1lBeAg, CMV-IgM ve Anti-liBe, CMV-IgG ve IISV-1gG arasındaki an-laınlilık bulunmuştur. Hayat kadınlarının vajen kültürlerinde %34.78 S. aureus, %20.29 E.coli, %17.39 Enterokok, %15.94 Laktobasil, %4.35 C.albicans, %2.90 Enterobacter, %2.90 Corynebacter, 0101.45 Klebsiella cinsi bakteriler izole edilmiştir.
Sexually transmitted diseases being the most common communicable ones all over the world have steadily increased in incidence for the past two dec-ades. The causative agents are able to spread not only by sexual but indirect contact as well. In Konya, we searched for serological markers of Ilerpes genitalis, CMV, 11BV, AIDS, Syphilis and investigated pathogen microorganisms isolated from vaginal specimens of 95 prostitues and 71 women consisting up the control group. Despite no signıficancy established between anti 111V-1, RPR, 11BeAg, CMV-IgM and IISV-IgM lev-els, we established a significant correlation between the levels of 1lBsAg, anti-118s, anti-IIBe, CMV-IgG and 11SV-IgG. Microorganisms isolated from vaginal specimens of prostitues were as follows; S.aureus 34.78%, E.coli 20.29%, Enterococci 17.39%, Lactobacilli 15.94%, C.albicans 4.35%, enterobacteria 2.90%, Corynebacteria 2.90% and Klebsialk spp. bacteria 1.45%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Özge Atay
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Sars-Cov-2 ImmunopathogenesIs And PossIble AntI-Inflammatory Treatment OptIons
2019'un sonlarına doğru, Çin'in Wuhan Eyaletinde hastalarda akut solunum sıkıntısı sendromuna neden olan yeni koronavirüs tespit edildi. Bu virüse, Uluslararası Virüs Taksonomi Komitesi tarafından ciddi akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) adı verildi. Bu yeni koronavirüsün neden olduğu hastalığa ise Dünya Sağlık Örgütü tarafından koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) adı verildi. Bu virüsün yarasalardan kaynaklanan Betakoronavirus alt sınıfında olduğu belirlenmiştir. Viral enfektiviteden sorumlu zarf, membran, nükleokapsid ve spike proteinleri gibi viral proteinlerin immünopatogenezdeki rolü çalışmalarda araştırılmaktadır. Özellikle hastalığın ileri evrelerinde sitokin fırtınası gelişimine bağlı çoklu organ yetmezliklerinin geliştiği çalışmalarda vurgulanmıştır. SARS-CoV-2'ye karşı doğal ve adaptif bağışıklık da dahil olmak üzere etkin konakçı bağışıklık yanıtı viral enfeksiyonu kontrol etmek ve tedavi için çok önemlidir. Günümüzde hastalıkta etkili bir tedavi bulunamamakla beraber çalışmalarda çeşitli immünsupresif ve immunmodülatör özelliği olan bazı ilaçların faydası gösterilmiştir. Bu yazıda SARS-CoV-2’nin immunopatogezi ve bunun üzerinden etkili olabilecek tedavi modelleri, güncel literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Towards the end of 2019, new coronavirus causing acute respiratory distress syndrome in patients was detected in Wuhan Province, China . This virus was called serious acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2) by the International Virus Taxonomy Committee. The disease caused by this new coronavirus was called coronavirus disease-2019 (COVID-19) by the World Health Organization. This virus was found to be in the subclass of Betakoronavirus caused by bats. The role of viral proteins such as envelopes, membranes, nucleocapsids and spike proteins responsible for viral infectivity in immunopathogenesis is being investigated in studies. It has been emphasized in studies in which multiple organ failure develops due to the development of cytokine storm, especially in the advanced stages of the disease. An effective host immune response, including natural and adaptive immunity to SARS-Cov-2, is essential for controlling and treating viral infection. Although there is no effective treatment for the disease today, the benefits of various immunosuppressive and immunomodulatory drugs have been shown in studies. In this article, the immunopathogenesis of SARS-CoV-2 and the treatment models that can be effective on immunopathogenesis are reviewed in the light of current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Porselen Safra Kesesi Vakası
Ömer Karahan, Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Porselen Safra Kesesi Vakası
A CalcıfIed GalIbladder Case
Eylül 1989'da müracaat eden bir porselen safra kesesi yakası ameliyat edilmiş ve kolesisiektomi yapılmıştır. Nadir ve demonstratif olan yaka takdim edilerek bu konu kısaca incelenmiştir.
A calcified gallbladder case was operated in Septernber 1989, cholecysiectorny was performed. As this is very rare and demonstrative we presented the case and explained the subject briefly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trakeobronkomegalı
Faruk Özer, Güven Bektemur, Savaş Yaşar
Araştırma makalesi
Özeti
Trakeobronkomegalı
Tracheobronchomegaly
Trakea ile santral bronVariron geniylemesi olan trakeobronkomegali etyoloji ye patogenezi hi-linmeyen seyrek rastlanan bir patolojidir. Er-keklerde re 30-40 yallarinda daha sik rastlanir. Sik-ltkla hronpktazi ye tekrarlayan bronkopulmoner enfeksiyonlar ile hirlikte hulunur. Tani bronkografi yeya hilgisayarli tomografide trakea capinin artmg oldugunun gosterilmesi ile konur. Bu makalede klinigimilde tam konan bir olgu sunuyoruz.
Tracheobronchomegaly is a rare condition with dilatation of trachea and central bronchi. It is en-countered more commonly in men and middle aged persons. Bronchiectasis and bronchopulmonary in-fections is common in this disorder. The diagnosis is established if the dilatatiton of trachea is de-monstrated by either bronchography or com-puterised tomography. In this article, we present a case of tracheobronchomegaly established in our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Ve Çevresınde Primer İnfertil Kadınlarda Antichlamydial Igg Antikoru Prevalansının Elısa Yöntemı İle Tespıtı
Mahmut Baykan, Bülent Baysal, Cemalettin Akyürek, Metin Çapar
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Ve Çevresınde Primer İnfertil Kadınlarda Antichlamydial Igg Antikoru Prevalansının Elısa Yöntemı İle Tespıtı
DelectIon Of AntIchlatnydIal AntIbody Prevalence By ElIsa In PrImary InferIIle Women Around Konya
Kadınlarda infertiliteye neden olan genital enfeksiyonların etyolojisinde Chlamydia trachomatis önemli bir yer işgal etmektedir. Bu etken patojene karşı serumda oluşan IgG aniikorunun hızlı ve güvenilir bir şekilde tesbiti amacı ile 42 infertil ve 42 yeni doğum yapmış toplam 84 kadının sorum-ları ELISA yöntemi ile çalışıldı. S.Ü. Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Kln. Mikrobiyoloji rutin laboratuvartılda yapılan bu araştırnuıdaki kadınların yaş ortalaması 30 idi. Antichlarnydial IgG antikoru kontrol grubunda negatif, hasta grubunda %12 oranında (5142) pozitif bulundu. Çalışmada kullanılan ELISA yönteminin spesifite ve sensitivite açısından güvenilir olduğu gözlend
Detection of antihlarnydial IgG antibody prevalance by ELISA in pritnary enfertile women who dwell in Konya Chlamydia trachomatis plays in important role as an etiologic agent ,of genital tract infections causing infertility in women. In order to detect 1gG antibodies against this pathogenis agent rapidly, sera of 84 women of whom 42 were infertile and 42 had normal delivery were assayed by ELISA. Mean age of women involved in (his study performed in routin laboratory of Microbiology and Clinic Microbiology Departmant of Selcuk Univercity Medical School was 30. Antichlamydial IgG antibodies found to be negative in control group and positive in 12% of patients (5 of 42). We observed that ELISA had both reliable sensitivity and specifity in this study.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
MorgagnI HernIa And SurgIcal Treatment's A Case Of ClInIcally SIlent MorgagnI HernIa Is Presented
Klinik olarak sessiz seyreden, morgagni hernisi tants' alan, kiint abdominal agar' olan, 62 yaltnda hir erkek hasta takdim edilmistir. Morgagni hernisi PA Akciger graifisi ye Pnomoperitoneum ile techis Defekt cerrahi olarak tamir Modern goriintilleme yontemlerinin rutin kullanima girmesiyle morgagni hernisi tamp olan olgu sa-ytstnin artacagintn beklenilmesi dogaldir.
The patient has blunt abdominal pain and asyptomatic. The diagnosis of morgagni hernia is X-Ray pnemoperiteneum and CT. The patiend was re-pair surgical treatment. THe diagnosis of silent mor-gagni hernia can he revealed bly using modern ima-ging techniques such as CT or MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bosanma Ve Sonrası
Ömer Böke, İshak Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Bosanma Ve Sonrası
Breedıng And After
Bosanma evlilik birliginin hukuki olarak sona ermesidir. Bosanan da iyi bir evliligi gercekleştirememiş, kötü bir evliligi sürdüremeyendir. Toplumun temelini oluşturan ailenin kurum olarak varligini sürdürdüğü toplumlarda olumsuz nitelenen boşanma sureci icindeki kişilerde uyku ve beslenme bozukluklari baş gosterdigini, icki ve sigara kullaniminin arttigini, iş veriminin azaldiginı, kendisini yetirsiz bulma, yalnizlik hissi ye kaygi gibi olumsuz ruh hallerinin cogaldigini ortaya koymaktadir
Divorce is the legal end of the marriage union. The divorcee is the one who could not make a good marriage and maintain a bad marriage. It reveals that in societies where the family, which forms the basis of the society, continues its existence as an institution, sleep and nutritional disorders occur in people in the divorce process, which is defined negatively, increased drinking and smoking, decreased work efficiency, negative moods such as finding themselves incompetent, feeling lonely and anxiety increase.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Hasan Koç, Alaaddin Dilsiz, Saim Açıkgözoğlu, Aziz Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Spontaneous ResolutIon Of Gallstone In A Newborn (a Case Report)
Yenidoğan döneminde safra taşı nadirdir. Safra taşına sıkhkla başka patolojikr öncülük eder. Bu yazıda yenidoğan döneminde teşhis edilen safra taşı yakası sunuldu. Rh uyuşmazlığına bağlı hemolitik sardığı olan ve fototerapi uygulanan bir yenido-ğanda ultrasonografik inceleme ile safra taşı tesbit edildi. 6 ay sonra tekrarlanan uhrasonogramda taşın spontan rezolusyona uğradığı gözlendi.
Gallstone in the newborn period is rare and usually other pathological causes precede. in this report a gallstone case diagnosed in the ııewborn period is presented. By using ıdtrasorwgraphic technique, a gallstone was diagn.osed in a newborn with hemolitic jaundice caused by Rh incompatibi-lity and having phototheraphy. Six ınonths Inter it was observed that the gallstone had resoluted spontaneously when ultrason.ography repeated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sindirim Sistemi Primer Ve Metastatik Malign Melanomları
Özgür Külahcı, Gülay Turan
Araştırma makalesi
Özeti
Sindirim Sistemi Primer Ve Metastatik Malign Melanomları
PrImary And MetastatIc MalIgnant Melanomas Of The DIgestIve System
Amaç:
Primer ve metastatik sindirim sistemi malign melanomları oldukça nadirdir. Çalışmamızda safra kesesi, mide, ince bağırsak ve anorektal bölge malign melanomlarında lenf nodu metastazı ile klinik ve patolojik parametreleri karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntemler:
Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2010- Ocak 2020 yılları arası XXXXXXXXXXXX gastrointestinal sistem organlarından safra kesesi, mide, ince bağırsak ve anorektal bölgede malign melanom tanısı konan 20 olgu dahil edildi. Çalışmamızda gastrointestinal sistemde görülen primer ve metastatik malign melanom olgularında bölgesel lenf nodu metastazı ile yaş, cinsiyet, tümör lokalizasyonu, tümör boyutu, ekstraintestinal melanom öyküsü, melanin pigmenti, nötrofil-lenfosit oranı ve tanı sonrası yaşam süreleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmek istedik. Ayrıca melanomun sindirim sisteminde kaynaklandığı hücrelerin kökenini ve literatürü gözden geçirdik.
Bulgular:
Tümör çapı ile bölgesel lenf nodu metastazı arasında istatistiksel bir ilişki vardı(p=0.000). Tümör çapı arttıkça lenf nodu metastaz oranı artmaktaydı. Hayatta kalma ile cinsiyet, tümör lokalizasyonu, uzak metastaz, primer ve metastatik sindirim sistemi melanomları arasında ilişki vardı(tümü p<0.05). Erkeklerin ve sindirim sisteminden uzak metastaz yapmayan olguların çoğu hayattaydı. Sindirim sistemine melanom metastazı olan hastaların tamamı ile safra kesesi ve ince bağırsak lokalizasyonlu hastaların tamamı hayattaydı. Safra kesesi primer malign melanom tanılı 70 yaşındaki olgumuz literatürde belirleyebildiğimiz en yaşlı hastaydı.
Sonuç:
Kutanöz veya kökeni ne olursa olsun, tüm melanomlar, embriyolojik sinir krestinden türetilen hücreler olan melanositlerden kaynaklanır. Malign melanom gastrointestinal sistemde anorektal bölgede daha sık olmak üzere her bölgede primer görülebilir. En sık metastaz ise ince bağırsağa olmaktadır. Sindirim sistemi gibi az görüldüğü yerlerde doğru tanı hayati önem taşımaktadır. Son zamanlarda metastatik melanomda, hastalığın metastatik yayılmasını önlemeye yardımcı olmak için immüno-onkolojik ajanların adjuvan tedavide kullanımı söz konusudur. Bu tedaviler sayesinde cerrahi rezeksiyon sonrası metastaz riski taşıyan melanomlu hastaların yarıdan fazlasında rekürrensiz sağ kalım sağlandığı bildirilmektedir. Çok nadir görülmesine rağmen sindirim sistemi biyopsilerinin değerlendirilmesinde primer veya metastatik malign melanom olabileceği akılda tutulmalıdır.
Purpose:
Primary and metastatic digestive system malignant melanomas are extremely rare. In our study, we aimed to compare lymph node metastasis with clinical and pathological parameters in gallbladder, stomach, small intestine and anorectal region malignant melanomas.
Materials and methods:
This retrospective study included 20 cases diagnosed with malignant melanoma in the gastrointestinal tract organs between January 2010 and January 2020 at XXXXXXXXXXXX. In our study, we wanted to evaluate the relationship between regional lymph node metastasis and age, gender, tumor localization, tumor size, extraintestinal melanoma history, melanin pigment, neutrophil-lymphocyte ratio and post-diagnosis life span in primary and metastatic malignant melanoma cases. We also reviewed the origin and literature of the cells from which melanoma originates in the digestive system.
Results:
There was a statistical relationship between tumor diameter and regional lymph node metastasis (p =0.000). As the tumor diameter increased, the lymph node metastasis rate increased. There was a relationship between survival and gender, tumor localization, distant metastasis, primary and metastatic digestive system melanoma (all p <0.05). Most of the men and those who did not metastasize away from the digestive system were alive. All patients with melanoma metastases to the digestive system and all patients with gallbladder and small intestine localization were alive. Our 70 year old patient with gallbladder primary malignant melanoma was the oldest patient we could identify in the literature.
Conclusions:
Regardless of cutaneous or origin, all melanomas originate from melanocytes, cells derived from embryological nerve crest. Malignant melanoma can be primary in every region, more frequently in the anorectal region in the gastrointestinal tract. The most common metastasis is to the small intestine. Accurate diagnosis is vital in places where it is rarely seen, such as the digestive system. Recently, in metastatic melanoma, immuno-oncological agents are used in adjuvant therapy to help prevent metastatic spread of the disease. Thanks to these treatments, it is reported that more than half of patients with melanoma who have the risk of metastasis after surgical resection provide recurrence-free survival. Although it is very rare, it should be kept in mind that there may be primary or metastatic malignant melanoma in the evaluation of digestive system biopsies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesı Adenokarsınomları
Lema Tavlı, Özden Vural, Şakir Tavlı, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Safra Kesesı Adenokarsınomları
Adenocarcznomas Of The Gallbladder
Bu yaztda, 17 safra kesesi adenokarsinontunun klinikopatolojik ozellikleri sunuldu. Histolojik tipler ile safra taslart, karaciger invazyonu ye lenf nodiilii metastazlan arasindaki iliskiler incelendi. Lenf no-data metastazlanna ye karaciger invazyonuna en sik, az diferansiye adenokarsinomda rastlandi. Safra taslan papiller adenokarsinomda sik bu-lundu.
In this study, the clinicopathologic cha-racteristics of 17 cases of carcinoma of the gall bladder was presented. The relationship between. histological types, gallstones, liver invasion and lymph node metastasis were investigated. Frequent lymph node metastasis and invasion of the liver, was encountered in the poor differentiated ade-nocarcinoma The presence of gallstones were fre-quent in papillary adenocarcinoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adölesan Annelerin Sosyodemografik Özelliklerinin, Anksiyete Ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirilmesi: Ağrı İli Örneklemi
Halil Kara, Mahmoud Almbaidheen, Ebru Sağlam
Araştırma makalesi
Özeti
Adölesan Annelerin Sosyodemografik Özelliklerinin, Anksiyete Ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirilmesi: Ağrı İli Örneklemi
EvaluatIon Of SocIodemographIc CharacterIstIcs, AnxIety And DepressIon Levels Of Adolescent Mothers: Sample Of Ağrı ProvInce
Amaç: Evlilik izni için yönlendirilen adölesan annelerin sosyodemografik özelliklerinin, anksiyete ve depresyon düzeylerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: 2018-2020 tarihleri arasında evlilik izni için polikliniğe başvurduğu dönemde anne olan 65 ergen olgu dahil edilmiştir. Olguların psikiyatrik değerlendirmelerini içeren hastane kayıtları, sosyodemografik verileri ve düzenlenmiş adli raporları retrospektif olarak incelenmiştir. Değerlendirildiği dönemde depresyon ve anksiyete düzeylerini belirlemek amacıyla Anksiyete ve Depresyon Ölçeği-Yenilenmiş (ÇADÖ-Y) öz bildirim ölçeğini doldurmaları istenmiştir ve bilişsel gelişimin değerlendirilmesi için psikolog tarafından uygulanan Kent E-G-Y ve Porteus Labirentleri zeka testleri uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 16,33±0,307 yıldı. Gayriresmi evlilik yaptıkları yaşlar değerlendirildiğinde ise ortalama evlilik yaşının 15,44±0,499 yıl olduğu tespit edildi. Ortalama eğitim sürelerinin 5,08± 1,461 yıl olduğu görülmüştür. Gayriresmi evlilik yapmadan önce olguların %70,8’i köyde, %29,2 kentte yaşıyorken evlilik sonrası ise olguların %53,8’i köyde, % 46,2 ‘sinin kentte yaşıyordu. Yapılan gayriresmi evliliklerin % 27,7’sinin ise akraba evliliği olduğu tespit edilmiştir. Olguların kliniğe başvurdukları esnada sahip oldukları çocukların yaş ortalaması 4,05±3,701 ay olduğu saptanmıştır. Sonuç: Erken evlilik yapan ve 18 yaş öncesi doğum yapan kızların eğitim sürelerinin ve sosyoekonomik düzeylerinin düşük, eşleri ile aralarındaki yaş farkının fazla, eşlerinin iş imkanlarının kısıtlı olduğunu ortaya koymaktadır. Erken yaş evlilikleri önlemeye yönelik müdahale programlarının ve yasal düzenlemelerin geliştirilmesi, hem ergen evliliklerin hem de ergen anne olmanın ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların engellenmesine katkıda bulunabilir.
Objective: ıt was aimed to retrospectively evaluate the sociodemographic characteristics, anxiety and depression levels of adolescent mothers who were referred for marriage leave. Material and methods: 65 adolescent cases who became mother when they applied to the outpatient clinic for marriage permission between 2018-2020. Hospital records, sociodemographic data and edited forensic reports including psychiatric evaluations of the cases were reviewed retrospectively. In order to determine their depression and anxiety levels during the evaluation period, they were asked to fill in the anxiety and depression scale-revised self-report scale and kent e-g-y and porteus labyrinths intelligence tests applied by the psychologist were applied to evaluate the cognitive development.
Results: The mean age of the subjects included in the study was 16.33±0.307 years. It was determined that the mean age at which they were married unofficially was 15.44±0.499 years. It was observed that the average education period was 5.08±1.461 years. Before the unofficial marriage, 70.8% of the cases lived in the village and 29.2% in the city, after the marriage, 53.8% of the cases lived in the village and 46.2% in the city. It has been determined that 27.7% of unofficial marriages are consanguineous marriages. It was determined that the mean age of the children of the patients when they applied to the clinic was 4.05±3,701 months.
Conclusion: Girls who married early and gave birth before the age of 18, ıt reveals that their education period is short, their socioeconomic level is low, the age gap with their spouses is high, and their spouses' job opportunities are limited. The development of intervention programs and legal regulations aimed at preventing early marriages may contribute to the prevention of both adolescent marriages and the negative consequences of being an adolescent mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spor Hekimliğinde Etik Yaklaşımlar Ve Malpraktis
Sabriye Ercan, Hüseyin Tolga Acar, Berke Aksöz
Derleme
Özeti
Spor Hekimliğinde Etik Yaklaşımlar Ve Malpraktis
EthIcal Approaches And MalpractIce In Sports MedIcIne
Spor, dünya çapında birçok insan tarafından benimsenmiş ve bir yaşam şekli olarak kabul edilmiştir. Barındırdığı kardeşlik, kenetlenme ve adalet gibi ilkeler sayesinde sağlıklı yaşam için gerekli olan egzersiz bilincine katkısının yanı sıra insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları birçok sorunun çözümüne de katkı sağlamaktadır. Spor hekimliği pratiği, diğer hekimlik uygulamaları ile karşılaştırıldığında etik çatışmalar açısından bazı farklılıklar barındırmaktadır. Bu farklılıkların temelini, klasik hekim-hasta ilişkisine ek olarak spor hekimlerinin özellikle de profesyonel takım doktorlarının, hekim-hasta-takım ilişkisini yönetmesi oluşturmaktadır. Bu ilişkinin yönetilmesi sırasında spor hekimleri bazı etik çatışmalar ile karşı karşıya gelebilmektedir. Hekimin, sporcuya yaklaşımında ve vereceği kararlarda, dürüst ve vicdana uygun hareket etmesi gerekmektedir. Bununla beraber, hekimin sporcuya yeterli bilgi vermesi, sporcunun kendi bedeni üzerinde karar vermesini ve özgürce hareket etmesini sağlaması önemli diğer bir etik davranıştır. Takımlar ve sporcular üzerindeki özellikle finansal baskılar ve bununla birlikte sporun temelinde var olan rekabet ve başarı hırsı, spor hekimlerinin karar verme süreçlerini etkileyebilecek ikilemler yaratabilmektedir. Fakat spor hekimleri profesyonelliklerini kaybetmeden, etik ilkelere uyması beklenen kişilerdir. Bu etik ilkelere uyulmadığı takdirde, ortaya malpraktis durumları çıkabilmekte ve hekimler adli süreçlerle karşılaşabilmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte her alanda olduğu gibi spor hekimliği alanında da birçok yenilik pratik kullanıma girmektedir. Bu yeniliklerin, spor hekimliği uygulamalarının gelişmesindeki rolü oldukça önemlidir. Bununla birlikte, bu gelişmelerin yaratabileceği olası etik problemler ve optimal karar verme sürecinde, mesleki bilgilerin güncel tutulması önemlidir. Özellikle doping kullanımı gibi etik ve yasal olarak uygun olmayan durumlarla mücadelede spor hekimlerine büyük görevler düşmektedir. Bu derlemeyle, spor hekimlerinin karşılaşabileceği olası etik sorunlar ve malpraktis durumları gözden geçirilecektir.
Sport has been adopted by many people around the world and has been accepted as a way of life. It not only contributes to the consciousness of exercise required for healthy life, but also contributes to the solution of many problems that people face in their daily lives thanks to the principles such as brotherhood, interlocking and justice. The practice of sports medicine has some differences in terms of ethical conflicts compared to other medicine practices. In addition to the classical physician-patient relationship, managing the physician-patient-team relationship, especially sports team physicians, forms the basis of these differences. During the management of this relationship, sports physicians may face some ethical conflicts. The physician must act in an honest and conscientious manner in his approach to the athlete and in his decisions. However, it is another important ethical behavior that the physician provides sufficient information to the athlete and enables the athlete to decide on his own body and act freely. Particularly financial pressures on teams and athletes, as well as the competition and ambition of success that are at the core of sports, can create dilemmas that can affect sports physicians' decision making processes. However, sports physicians are people who are expected to comply with ethical principles without losing their professionalism. If these ethical principles are not followed, malpractice situations may arise and physicians may encounter judicial processes. With the development of technology, many innovations in the field of sports medicine, as in every field, come into practical use. The role of these innovations in the development of sports medicine practices is very important. However, it is important to keep professional information up-to-date in the process of possible ethical problems and optimal decision making that these developments can create. Sports physicians have a great role in dealing with ethical and legally inappropriate situations, especially the use of doping. This review will review possible ethical problems and malpractice situations that sports physicians may encounter.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kanserin Ayırt Edici Özelliklerine Güncel Bakış
Esra Bozgeyik
Derleme
Özeti
Kanserin Ayırt Edici Özelliklerine Güncel Bakış
A Current Perspectıve To The Hallmarks Of Cancer
Kanser, genomda meydana gelen bir seri bozukluklar sonucu ortaya çıkan ciddi bir genetik hastalıktır. Yüksek verimli yeni nesil dizileme teknolojilerinin geliştirilmesi ve büyük ölçekli projelerin verilerinin yayınlanması farklı kanser türlerinde değişik ifade profili gösteren birçok kodlanmayan RNA (ncRNA) molekülünün tespit edilmesine olanak sağlamıştır. Uzun kodlanmayan RNA (lncRNA) ve mikroRNA (miRNA) gibi ncRNA transkriptlerinin kanserin oluşumunda ve ilerlemesinde kritik rollerinin olduğu ve kanser tanısında/tedavisinde kullanılabilir olduğu bildirilmiştir. Özellikle, miRNA’lar gen ifadesini post-transkripsiyonel seviyede kontrol eden ve kanserin önemli ayırt edici özellikleri olan metastaz, invazyon, hücre çoğalması, farklılaşması, anjiyogenez gibi önemli süreçlerde kritik rolleri olduğu bilinen küçük RNA molekülleridir. Benzer şekilde, lncRNA’lar da kanserin moleküler mekanizmasının aydınlatılmasında önemli yeri olan RNA transkriptleri olarak tanımlanmışlardır. Dolayısıyla, bu kapsamlı derlemede miRNA, lncRNA, T-UCR gibi protein kodlama kapasitesi olmayan ancak işlevsel olan ncRNA’lar ile kanserin ayırt edici özellikleri güncel bir bakış açısı ile ele alınmıştır.
Cancer is a serious genetic disease caused by a series of disorders in the genome. Development of hightroughput sequencing approaches as well as the publication of large-scale projects have enabled the identification of several non-coding RNA molecules that are differentially expressed in various types of cancer. It has been reported that ncRNA transcripts such as long non-coding RNAs (lncRNAs) and microRNAs (miRNAs) have critical roles in the development and progression of cancer and can be used in the diagnosis/treatment of cancer. In particular, miRNAs are small RNA molecules which control gene expression at the post-transcriptional level and play critical roles in the important hallmark capabilities of cancers such as metastasis, invasion, cell proliferation, differentiation, and angiogenesis. Similarly, lncRNAs have also been identified as RNA transcripts that have important roles in the understanding of the molecular mechanism of cancer. Accordingly, in this comprehensive review, functional ncRNA molecules without protein coding capacity such as miRNAs, lncRNAs, and T-UCRs and the hallmarks of cancer were discussed together with a current perspective.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
Hakkı Polat, Hamdi Ekici, Şamil Ecirli, Sabri Keşçi
Araştırma makalesi
Özeti
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
EvaluatIon Of The 200 PatIents' Data Who Had The DIagnosIs Of ChronIc ParachImal LIver DIsease From 1989 To 1994 In The Department Of Internal MedIcIne Of Selçuk UnIversIty School Of MedIcIne
Bu çalışma, ülkemiz ve tüm dünya için önemli bir sağlık sorunu olan Kronik Karaciğer Parakinı Has-talığının (KKPI1) bölgemizdeki etiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerini belirlemek için plan-lanmıştır. Bu maksatla, kliniğimizde 1989-1994 yıl-ları arasında yatarak tetkik ve tedavi edilen ve KKPH bulunan 200 vakanın dosyalarınııı ret-rospektif olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Vakaların I 30'u (%65) erkek, 70'i (%35) kadın olup erkek/ kadın oranı 1,8 bulundu (P<0,001). Vakalann yaş ortalaması erkeklerde 50, kadınlarda 55 idi. Kadın-erkek arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Vakalar etiyolojik olarak de ğerlendirildiğinde ilk üç sırada 1. Hepatit B (HBV), 2. Hepatit C (HCV), 3. Alkol olduğu görüldü. Hastalardaki ilk sıralardaki semptomlar ise sırasıyle I. Halsizlik, 2. Karın şiş-kinliği, 3. iştahsızlık ve kilo kaybı olarak yer al-mıştır. Fizik muayenede en sık hepawmegali, asit ve splenomegali olduğu görüldü. Kornplikasyon olarak en sık özefagus varis kanaması tespit edilmiştir.
This study was performed retrospectively by eı'a-luating the 200 cases. Of cases 130 was male ( 65%, mean ages 50), of them 70 was female (35%, mean ages 55 ). The ratio male/female was 1,8 (p<0,005). In the Ethiologic distribution; HBV(36%) was the striking cause where as HCV (33%) was second and alcohol consumption was the third causal factor. Alt-hough there are some differences in ı-atio, this dist-ribıttion was consistent with the results of other studies in Turkey. On the other hand, while the leading cause of chronic paranchimal liver disease is alcohol con-sumption in Europe and USA, it is HBV, an infectious agent, in developping countries. Weakness and fa-inting, abdominal swelling and loss of appetite and body weight at-e the most prominent svrnptoms. The connnonest abnormality and phvsical exa-mination was hepatomegaly which was followed bı-ascites and splenomegaly. The distribution of symptorns and physical findings were consistent with those in the literature published in Turkeı•. In over study easophagial bleeding to varies was the leading conıplication while hepatic en-cephaloapthy was reported as the comınonest one of chronic liver disease in Istanbul.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Izole Sıçan Gastro-Özofagal Sfinkterinde Asetılkolin'e Bağlı Kasılmalarda Felodipin, Verapamil, Nımodipin Ve Nikardipin'in İnhibıtor Etkılerı
Arzu Küçükosmanoğlu, Ekrem Çiçek, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Izole Sıçan Gastro-Özofagal Sfinkterinde Asetılkolin'e Bağlı Kasılmalarda Felodipin, Verapamil, Nımodipin Ve Nikardipin'in İnhibıtor Etkılerı
The InhIbItory Effects Of FelodIpIne, VerapamIle, NImodIpIne And NIcardIpIne On The ContractIle Response To AcetylcholIne In Isolated Rat Gastro-Esophageal SphIneter
Sunulan bu in vitro çalışmada, sıçan gastro-özofagal sfinkterinde, asetilkoline bağlı kasılma üzerine felodipin, verapamil, nimodipin ve nikardipi-nin gevşetici etkileri araştıri1611. Sıçandan alıan gastro-özofagal sfinkter şeritleri Krebs-Ilenseleit solüsyonu içine alınarak, 10-4 M asetilkolin ile kasıldı. Plato fazı oluştuktan sonra, antagonistlerden biri kiiınülatıf konsantrasyonda (10-9-10-4 M) ilave edilerek cevaplar gözlendi. Çalışmanın diğer bölümünde ise, Ca2+-suz ortamda aseiilkolinle kasılan doku üzerine aynı antagonist kümülatıf konsantrasyonda uygulandı. Ca2+'suz ortamda asetilkoline bağlı maksimum kasılma cevabı, başlangıçta Ca2+'lu ortamda meyda-na gelen kasılmaya yakın büyüklükte oluştu. Bu du-rum asetilkoline bağlı kasılmalarda ekstraselüler Ca2+ yanında, intraselüler Ca2+ kullanıldığını da göstermektedir. Bulgular; bu dokuda kullanılan antagonistlerin inhibitör güç sıralaması= felodipin> verapamil> nimodipin=nikardipin şeklinde olduğunu, ayni inhi-bisyonun Ca2+suz ortamda meydana gelmediğini, böylece söz konusu ilaçların gastro-özofagal sfinkter kasılmaları üzerine etkili olabileceklerini ortaya koymaktadır.
In this in vitro study, the dilatory effects of felodipine, verapamile, nimodipine and nicardipine on the contractile response to acetylcholine in isolated rat esophageal splıincter were investigated. The ga,s-tro-esophageal sphincters, obtained from rats, were suspended in Krebs-lIenseleit solution and were contracted with 10-4 M acetylcholine. In this part of investigation, cumulative concentrations (10-9-10-4M) of one of the antagonists were added in the medium. Then the responses were observed. tn the other part of investigation, cumulative concentrations of the same antagonist were applied on the preparation, which was contracted with acetylcholine in the Ca2+ -free medium. The maximuın contraction response induced by acetylcholine in Ca2+ -free medium was simi lar ta the response, obtained in medium with Ca2 . It was showed that, acetylcholine used both intra-and extracellular Ca2+. The poıency of the inhibitory effects of these calcium channel blockers was felodipine>verapamile>nimodipine=nicardipine. In Ca2+-free medium, there was no inhibition. The re,s-ults suggest that, these calcium channel blockers are effective on gastro-esophageal sphincter contractions and may be tıseful in the treatment of esophageal spasm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Ve Çocuk
Haluk Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Ve Çocuk
SmokIng And ChIld
Son yıllarda sigaranın kanser ve diğer bazı hastalıklara sebep olarak, insan sağlığını tehdit etmesinin kesinleşmesinden sonra, birçok ülkede sigaraya karşı kampanyalar yoğunlaştırılmış ve bu ülkelerde sigara içme oranı önemli derecede azalma göstermiştir. Yurdumuzda ise maalesef tüketilen ve ithal edilen sigara miktarı giderek artmaktadır. Bu sigaranın zararına uğrayacak insanlarımızın çoğalması demektir. Bu zarara uğrayacaklar sadece aktif olarak sigara içen erişkinler değil, aynı zamanda anne kamındaki fetus, bebekler ve çocuklardır. Bu yazıda sigaranın çocuk sağlığı ile ilgili bazı etkilerinden bahsedilecektir. Sigaranın diğer etkilerinin de yer alacağı bir kitapçığın parçası olarak bu yazı hazırlanmıştır.
In recent years, after it became clear that smoking poses a threat to human health by causing cancer and some other diseases, anti-smoking campaigns have intensified in many countries and the smoking rate has decreased significantly in these countries. Unfortunately, the amount of cigarettes consumed and imported in our country is gradually increasing. This means the number of people who will be harmed by smoking. Those who will suffer are not only actively smoking adults, but also the fetus, babies, and children in the mother's abdomen. In this article, some of the effects of smoking on child health will be discussed. This article has been prepared as part of a booklet that will also include other effects of smoking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatitlerin Klınık Incelenmesı Ve Prognostik Faktörler
Suat Kağızman, Serdar Yol, Mustafa Şahin, Erşan Aygün, Mehmet Metin Belviranlı, Mustafa Atabek, Ersin Çiftçi, Lütfi Dağdönderen
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Pankreatitlerin Klınık Incelenmesı Ve Prognostik Faktörler
ClInIcal EvaluafIon Of Acute PancreatItIs And PrognostIc Factors
Akut pankreatit değişik etyolojik faktörlerin etkili olduğu basit pankreatik ödemden etraf dokulaı-da nekrozla seyreden ölümcül sonuçlara kadar de-ğişehilen retroperitoneal bir hadisedir. Bu çalışmada akut pankreatit nedeniyle kli-niğimize başvuran ve tedavi gören 28 hasta hak-kıııda tecrübelerimizi gözden geçirdik. 28 hastanın 1.5rinde safra taşı, 2'sinde alkol, 1 finde rinde pankreas başı CA vardı. 9 ta-nesinin sebebi bulunamadı. 6 hasta ex oldu, 3 has-tada perirenal ahse gelişti. 3 hastaya laparatomi yapıldı. Takiplerimiz prognostik kriterleri ile uygunluk gösterdi. Pankreatitin teşhisinde, ilaç ve antibiyotik te-davisinde gelişmelerin olmasına rağmen tedavi gi-rişimleri halen etyolojiye yönelik yapılmaktadır. Etyolojide sebebi bilinmeyen pankreatitlerin yoğunluğunu gittikçe artırdığına inanılmaktadır (1).
Acute pancıeatitis is the inflanırnation of this retcoperitoneal organ with various etiological factors varying in severity from slight edema tn peripancreatic necrosis that may deteriorate ta death. In this actiele, we eı'aluated the recolyis of 28 pa-tients with acute pancreatitis ı-etrospectively who adrnitted ta University of Selçuk. General Surgery Department, hetween .lanuaty 1992 and Novembeı-1995. Etiological factoı-s weı-e gallstone in 15, al-cohol in 2. lipe•lipidemia in one and pancreas head cancer in one. There was no identifiable cause in 9 patients. Six patients died of disease_ Three patients underwent lapaı-atomy. FollovıLtıp of the casus sho-wed good correlation with the lmrie prognosticcriterias tiCcriterias criteılas
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transaksıyonel Analız Kuramında Davranıın Kuramsal Temelı Ve Psıkolojık Danısmanın Hedeflerıne İliskin Bır Aratırma
Ramazan Arı
Araştırma makalesi
Özeti
Transaksıyonel Analız Kuramında Davranıın Kuramsal Temelı Ve Psıkolojık Danısmanın Hedeflerıne İliskin Bır Aratırma
TheoretIcal FoundatIon Of BehavIor In Tran-SactIona AnalysIs
Bu calismada, TA kummindaki basica'', hen du-rutnlartntn Ogrencilerin tiyumuna ve anIgnilagnia etkisi arastinlinivir. Baskin hen durtunlan og-rencilerin 111•1112111111 etkilemektedir. Baskin Dogal cocuk hen dunimuna sahip Ogrenciler iirneklemin en uyiimsuzu iken. Baskin Yetiskin ben durumuna sahip .0renciler iirneklemin en uytimlu grubudur. Ogrencilerin baskin ben duridan ogrencilerin atilganlignu etkilemektedir. Baskin Uymus cocuk ben durutnu ozelligi gasteren ogrenciler en az atil-gan gruptur. Gruhun en atilgan ogrencileri ise, Bas-kin Yetiskin hen chirurnima sahip ogrencilerdir.
In this study, in the TA. dominant ego states with effects adjustment and assertiveness of students have been examined. The dominant ego states of students was effective on their adjustement. The students with dominant Free Child have the least adjustment. all groups. The students with dominant Adult are the most adjusted. The dominant ego satates of the students effect their assertivenes. The students with dominant adap-ted Child had the least assertiveness in all groups. On theother hand, the students with dominant adult were the most assertive of all group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Migrende Beyın Safı Işıtsel Uyarılmış Potansıyellerı
Betigül Kayserili, Bülent Oğuz Genç, Nurhan İlhan, Süleyman İlhan
Araştırma makalesi
Özeti
Migrende Beyın Safı Işıtsel Uyarılmış Potansıyellerı
BraInstem AudItory Evoked PotentIals In MIgraIne PatIents
Bu çalışmada 37 kadın, 8 erkek toplam 45 mi-grenli yeterli sayıda kontrol yakasında beyin sapı işitsel uyartılmış potansiyel (B1UP) incelemesi yapıldı. Elde edilen 1,11 ,111 1V ve V. dalga latan-slari ile 1-111 , 111-V ve 1-V dalgalar arası latans değerleri istatistik olarak analiz edildi. Migren grubunun ağrılt dönem ve'ağrısız dönem B1UP dalga ve dalgalar arası değerlerinin, normal kontrol grubuyla karşılaştirilmasında istatistik önemde fark görülmedi. Ünilateral başağrılarında da ağrılı taraf ile ağrıstz taraf B1UP latans değerlerinin karşılaştirılmasında an-lamlı bir farklılık yoktur. Sonuçlarımız ilgili literatür bilgileri ile değerlendirildi.
In this study brainstem auditory evoked potential (BAEP) responses were obtained from 45 migraine patients (consisting of 8 males and 37 females) and a sufficient number of control cases. Peak latencies (I, II, III, IV and -V) and interpeak latencies (1411, I-V) were calculated and analysed statistically. Latency values of the tıvo group (migraine pa-tients and controls) were compared. We found no sta-tistically signıficant difference between the values of migraine patients (in painless and painful periods) and the controls. In unilateral headaches comparing BAEP latency values of painful and painless sides of head was of no statistically dillerence. Our results were evaluated in the light of the relevant literature
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otoakustık Emüsyonlar
Bedri Özer, Yavuz Uyar, Ziya Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Otoakustık Emüsyonlar
OtoacoustIc EmIssIons
Otoakustik emüsyonlar kokleadan kaynaklanan, iç kulak sıviları, kcmikcik zinciri ve timpan zarı aracılığı ile dış kulak yoluna taşınan enerjinin işit-sel frekan.staki miktandir. Bir başka tanımlama ile dış kulak yolundan kaydedilen koklear kaynaklı enerji salınımıdir. Koklear fonksiyon hakkındaki görüşler son 10 yılda çok büyük değişikliklere uğramıştır. Bu ko-nudaki morfolojik, fizyolojik, pisikoakustik ve de-neysel çalışmalar bu değişime katkıda bulunmuştur. Koklear fonksiyonla ilgili görüşlerde en önemli katkı kokleanın sadece sesleri alan değil aynı za-manda akustik enerji üreten bir yapı olduğu ger-çeğidir. Bilindiği gibi işitsel sensoryal hücreler mekanik stimulusu elcktriksel impulsa dönüştüren bir me-kanoreseptördür. Orta kulağın mekanik fonksiyonu gereği iç kulak sıvılannda başlayan dalgalanma korti organında sensoryal hücrelerin silier de-metlerinde eksitatör ve inhibitör etkili harekete neden olmakta, bu hareket eksitatür yönde iken si-naptik aralıkta afferent nörotransm ilter ajan salınımını başlatmakta, sonuçta nöral impuls doğmaktadır
Otoacoustic emulsions are the amount of energy in the auditory frequency that originates from the cochlea, carried to the external auditory canal via the inner ear fluids, the small chain and the tympanic membrane. In other words, it is the cochlear energy release recorded from the external auditory canal. Views about cochlear function have changed enormously over the past 10 years. Morphological, physiological, psychoacoustical and experimental studies on this subject have contributed to this change. The most important contribution to the views on cochlear function is the fact that the cochlea is a structure that not only receives sounds but also produces acoustic energy. As it is known, auditory sensory cells are a meta-canoreceptor that converts mechanical stimulus to electrical impulse. Due to the mechanical function of the middle ear, the fluctuation that starts in the inner ear fluids causes excitatory and inhibitory action in the ciliary de-metes of the sensory cells in the corti organ, while this movement is in the excitatory direction, it initiates the release of afferent neurotrans ilter agent in the synaptic space, resulting in a neural impulse.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Inferıor Ve Inferoposterıor Mıyokard İnfarktuslu Ve Atrıoventrıkuler Tam Bloklu Hastaların Hastane İçin Mortalıtesının Arastırılması
Hasan Hüseyin Telli, Muharrem Güldal, Remzi Karaoğuz, Turhan Akyol
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Inferıor Ve Inferoposterıor Mıyokard İnfarktuslu Ve Atrıoventrıkuler Tam Bloklu Hastaların Hastane İçin Mortalıtesının Arastırılması
Investıgatıon Of Mortalıty In Hospıtal Of Patıents Wıth Acute Inferıor And Inferoposterıor Mıyocard Infarctus And Atrıoventrıcular Full Block
(VET Akut inferior (AIM!) ye inferoposterior myocard infarktuslu (AIPA41), atrioyentrikfiler tam blok (AV) gelien ye gelilineyen vak'alarrn hastane ici mor-talitesini belirlemek icin 247 vak'a incelendi. Ai 192 yak'ailtit 35'inde AV tarn blok AV tarn blok gelime orant % 18 idi. AV tam blok gelifenlerle geklmeyenler: angina pectoris, hi-pertansiyon, sigara ye diabetes mellitiis artsindan kryaslandiguida anlamstz bulunurken (P>0.05)m, ventrikiil fibrilasvonu (VF), yentrikiiler takikardi (VT). paroksismal atrial fibrilasyon (PAF), konjestif kalp yetmezligi (KKY), kardiomegali, pulmoler bdem ve kadiojenik fok gibi komplikasyonlar actsandan kiyaslandiginda attlanilt bultinmuour (p<0.05), AV tam blok gelietzkrde enzim degerleri CPK: 1491±202 UIL, LDH: 1493±559 IUIL. SGOT 301±24 UIL, gel4meyenlerde ise CPK 12714 UI L, CDH 785±51 U1IL SCOT 280±17 UIL olarak bu-lundu. AV tam blok geli§enlerde enzim degerleri an-lamIt olarak viiksekti (P<0.05). Yakalartn cogunlugunda AV tam blok ilk 24 saat iverisinde ge-1411. AV tam blok siiresi ise 1-13 gfin arasinda de-Nirken yak'alann fogunlugu 1-8 gfin arastnda bloktan ctlai ye sinus nimble clondii. AIPMPlii 55 yak'anut 17'sinde AV tam blok ve AV tam blok ge14me orant %31 idi. AV tam blok gelien ve geleftneyen yak'alar; angina pec-toris, diabetes mellitus gibi Oink bulgular kt-yaslandtgmda anlamstz bulunurken (P>0.05), hi- pertansiyon, sigara ye VF, VT, PAF, KKY, kar-diontegali, pulmoner odem ye kardiyojenik bir fok gibi komplikasyonlar actsindan ktyashindtginda an-lamh hulundu (P<0.05). AV tam blok gelipnlerde enzim degerleri CPK I237±112 UIL. LDH 672-145 ILIIL SCOT 211±I7 UIL, gelipneyettlerde CPK 1121-1-128 UIL. LDH 573±34 SGOT 211±.30 UIL hulundu ve aralarindaki .fark anlandzych. (P<0.05). AIPMI'lli vakalaruz fogunlugunda AV tam blok 1-2 giin arasinda gelifti. AV tam blok sii-resi 1-12 gun arasinda deg4irken yakalann cn-gratlugu 1-6 arasinda bloktan ctkn ve sitzis ritmine dondii. AMtsfinfin seyri esnasincla ortaya fikan riiim ve ileum bozukluguttun tedavisinde, tarti§mall a-manita ragnien gevici pacemaker kullandtk. Hastane ici mortalite, AIMPlii ye AV tam blok gelifen vakialarda %14. gel4meyenlerde %7. AIPMI'lit ve AV tam blok gelienlerde %28, ge-liftneyenlere %13 olarak bulundu. Bulgular kr-yaslandtginda anlamlz idi (P<0.05). Sonuc olarak divebilirizki, AV tam blok gelifen ve AIPMI 'la valealarda, komplikasyon ge-lipneyerdere gore daha fazla, enzirn degerleri daha viiksek ye nekroz lanlari daha geitiftir. Hastane mortalitesini etkileyetz, AV tam blokun kendisi değil henzodinamik bazukluga yal Kan yaygin miyocard nekrozudur.
(VET Acute inferior (AIM!) And inferoposterior myocard infarction (AIPA41), atrioentricphs were examined in 247 cases to determine the intra-hospital mortality of cases with complete block (AV). Tarn block was 18% in proportion to development of AV block. Those who did not develop AV complete block: angina pectoris, hy-pertension, smoking and diabetes mellitiis increased compared to increased (P> 0.05) m, ventricular fibrillation (VF), yentricular tachycardia (VT) Complications such as paroxysmal atrial fibrillation (PAF), congestive heart failure (CHF), cardiomegaly, pulmolar bdem, and cadiogenic seal when compared to actsan attlanilt bultinmuour (p <0.05), enzyme values in AV complete blockade are increased CPK: 1491 ± 202 UIL, LDH: 1493 ± 559 IUIL. SGOT was found to be 301 ± 24 UIL, CPK 12714 UI L, CDH 785 ± 51 U1IL SCOT 280 ± 17 UIL for those who did not come. In the majority of colleges, AV full block lasts for the first 24 hours. is in ge-1411. AV complete block poise ranged between 1-13 grams, while the density of the people between 1-8 grams was nimble from block to ctlai. In 17 of 55 Yak'anut with AIPMP, the ratio of AV complete block and AV complete block was 31%. Yaks with and without AV complete block; Oink findings such as angina pec-toris, diabetes mellitus were significant when compared to age (P> 0.05), while complications such as hypertension, smoking and VF, VT, PAF, CHF, car-diontegaly, pulmonary edema and a cardiogenic seal were significant. -lamh hulundu (P <0.05). Enzyme values CPK I237 ± 112 UIL in those with complete AV block. LDH 672-145 ILIIL SCOT 211 ± I7 UIL, CPK 1121-1-128 UIL in gelipneyets. The LDH was 573 ± 34 SGOT 211 ± .30 UIL, and the difference between them was anlandzych. (P <0.05). Full AV block developed in 1-2 days in the foggy majority of our cases with AIPMI. While the number of AV complete block varied between 1-12 days, the cn-grat of the caught took off the block between 1-6 and turned into sitzis rhythm. We used the controversial a-pacemaker pacemaker to treat pain and ileum disturbances that occur during the course of AMtsfin. In-hospital mortality is 14% in cases with AIMP and complete AV block. 7% of those who did not come. AIPMI and AV were found to be 28% in those with complete block and 13% in those who did not. Results were significant when compared (P <0.05). As a result, we can divide that in patients with complete AV block and AIPMI valeas, complications are higher, those with higher enzyme values and necrosis are more advanced than those with advanced complications. It is not the complete AV block itself, but the hemodynamic basucolic Blood diffuse myocardial necrosis that affects hospital mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta