Sıçanlarda Melatonin Hormonunun Tiroid Folliküler Hücreleri Üzerine Etkisi: Agnor Boyama Ve Elektron Mikroskobik Çalışma
İlter Kuş, Jale Öner, Ahmet Songur, Oğuz Aslan Özen, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Melatonin Hormonunun Tiroid Folliküler Hücreleri Üzerine Etkisi: Agnor Boyama Ve Elektron Mikroskobik Çalışma
Effects Of MelatonIn Hormone On The ThyroId FollIcular Cells In Rats: Agnor StaInIng And Electron MIcroscopIc Study
Bu çalışma, pinealektominin ve pinealektomi sonrası uygulanan melatoninin tiroid bezi üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapıldı. Bu amaçla 18 adet VVistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Hayvanlar üç gruba ayrıldı. Grup I ve Grup II sırasıyla kontrol (Sham-pinealektomi) ve pinealektomili sıçanlar olarak düzenlendi. Grup IH’deki sıçanlara da pinealektomi sonrası günlük olarak ve bir ay süresince melatonin enjeksiyonu yapıldı. Deney süresi sonunda hayvanlar vasküler perfüzyonla öldürüldü. Daha sonra sıçanlardan alınan tiroid doku örneklerinden bir kısmı AgNOR tekniği ile boyandı ve ışık mikroskopta incelenerek tiroid hücre çekirdeklerindeki AgNOR sayıları belirlendi. Tiroid doku örneklerinin bir kısmında da elektron mikroskobik inceleme yapıldı. Çalışmamızda, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücre çekirdeklerindeki AgNOR taneciklerinin sayısında artışla birlikte mitoz aktivasyon artışını gösteren bulgular gözlendi. Ayrıca hücre sitoplazmalarındaki lizozom ve salgı granüllerinde artış görüldü. Melatonin enjekte edilen grupta ise, hücre çekirdeklerindeki AgNOR taneciklerinin sayısında düşüş olduğu belirlendi. Bununla birlikte, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücrelerinde gözlenen ve hücre aktivasyon artışını gösteren ultrastruktürel değişikliklerin melatonin uygulaması ile kaybolduğu tespit edildi. Sonuç olarak, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücre proliferasyonunda ve hücre aktivasyonunda artış meydana geldiği, melatonin enjeksiyonu ile de bu artışın gerilediği görüldü.
This study was undertaken to examine effects of pinealectomy and pinealectomy followed by melatonin adminis- tration on thyroid gland. For this purpose 18 male VVistar rats were used. Animals were divided into three groups. Group I and II were designated as sham-pinealectomized (control) and pinealectomized, respectively. The rats in Group III were pinealectomized and daily injected with melatonin for 1 month. At the end of the experiment, ali animals were killed by vascular perfusion. The thyroid glands of rats were removed, then some of the thyroid tissue specimens were stained with AgNOR techniçue and examined by light microscopy. AgNOR numbers in nuclei of thyroid follicular cells were counted. Some of the tissue specimens were examined by electron microscopy. İn our study, some findings proving the increase of mitoz activation along with the increase in the number of AgNOR granules in celi nuclei of thyroid epithel were observed after pinealectomy. Furthermore, lizozomes and secretory granules in the cytoplasm of thyroid follicular cells were increased. İn the melatonin injected group, the number of AgNOR granules in celi nuclei were decreased. Additionally, ultrastructural changes, which indicate the increase of celi activation and is visible in thyroid epithel cells after pinealectomy were disappeared follovving injection of melatonin. İn conclusion, it was observed that there has been an increase in thyroid epithel celi proliferation and in celi activation after pinealectomy and this increase has been reversed by melatonin injection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik Araştırma
Aziz Polat, İbrahim Erkul, Ahmet Özel, Hasan Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik Araştırma
An EndocrInologrcal Research In ChIldren WIth Growth RetardatIon Konya ChIldren Care Center
Konya Çocuk Yuvasıruhıki 133 çocuğun ge-lişmesi incelendi. Gelişme geriliği olan 15 çocukta L-Dopa stimullasyonu ve insülin hipogliseınisi ile se-rum growth hormon (GHt değerleri tespit edildi. A-raştırma grubundaki çocukların hepsinde maksimum serum GH değeri 7 tıghnl.'nin üzerituleydi. lari ço-cukla on. yıllık büyüme hızlan•la maksimum serum GH değeri arasında ilişki olmadığı tesbit edildi (p>0.05). Kontrol grubuyla yapılan karşılaştırmada maksimum serum GH değerleri ve yıllık büyüme hız-ları arasında ilişki yaktı, (p>0.05). Araştırma grubundaki 15 çocuktan 1 l'inde kemik matiirasyonu geriydi. Anne sevgisinden mahrıonivetin büyüme üzerine etkisi tartışıldı
The growths (ıf 133 children in Konya Child-ren. Care Center were evaluated. Serum growth hor-mone (GH) kvels were measured in 15 children with growth failure bv using L-Dopa stimulation and in-sulin- induced hvoglycemia. All of the children in. research group had maximum serum GH values hig-her than 7 nghnl. Tlıere was no correlation between antıtıal growth rate (ınd maximum serum GH level (p>0.05). Eleyen of 15 children ilı research group had retanled bone maturation. The ejfects of mother deprivation on growth were discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Kanserinde 5 Yıllık Tedavi Sonuçlarımız Ve
prognostik Faktörler: Tek Merkez Deneyimi
Gül Kanyılmaz, Meryem Aktan, Berrin Benli Yavuz, Mehmet Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Kanserinde 5 Yıllık Tedavi Sonuçlarımız Ve
prognostik Faktörler: Tek Merkez Deneyimi
FIve-Year SurvIval Outcomes Of Breast Cancer And PrognostIc
factors. A SIngle InstItutIon ExperIence
Kliniğimizde tedavi edilen olgu serisini retrospektif olarak
inceleyerek 5 yıllık sağkalım sonuçlarını ve sağkalımı etkileyen
prognostik parametreleri saptamaktır. Meme kanseri tanısıyla
başvuran ve kliniğimizin rutin meme prosedürüne göre küratif olarak
tedavi olmuş olgu verileri incelenmiştir. Tüm olgular üç boyutlu
konformal RT tekniği ile göğüs duvarı veya meme dokusuna karşılıklı
paralel tanjansiyel alanlar kullanılarak günlük 2 Gy fraksiyon dozuyla
haftada 5 gün olacak şekilde tedavi edilmiştir. Rejyonel lenf nodu
bölgesinin tedavi edilmesi gereken durumlarda ise supraklavikuler
fossa ışınlaması da tedaviye eklenmiştir. Olgulara sıklıkla antrasiklin
bazlı kemoterapi rejimleri uygulanmış olup, östrojen reseptörü
pozitif olan olgular hormon tedavisi, Her-2 reseptör pozitif olgular
da trastuzumab tedavisi almıştır. Çalışmanın birincil sonlanım
noktaları genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (HS) idi. İkincil
sonlanım noktası ise sağkalım süreleri üzerine etkili olan prognostik
faktörleri saptamak idi. Tüm istatistiksel analizler SPSS (Statistical
Package for Social Sciences) 13 versiyonu kullanılarak yapılmıştır.
11.02.2010- 01.05.2016 tarihleri arasında kliniğimize başvuran
toplam 559 meme kanseri olgusu değerlendirilmiştir. 2 ve 5 yıllık GS
oranları sırasıyla %97 ve %84; 2 ve 5 yıllık HS oranları sırasıyla
%97 ve %71 olarak bulunmuştur. Çok değişkenli analizlerde, ≥70
yaş, triple (-) olmak, T3-4 evre hastalığa sahip olmak, N2-3 nodal
evre hastalığa sahip olmak ve metastaz yada lokal- bölgesel nüks
olması GS’ yi olumsuz etkileyen bağımsız prognostik faktörler
olarak bulunurken; N2-3 nodal hastalığa sahip olmak ve triple (-)
olmak HS’ yi olumsuz etkileyen faktörler olarak saptanmıştır. Meme
kanseri dünya genelinde kadınlar arasında görülen en sık kanser türü
olup insidansı artmasına rağmen hastalığa bağlı mortalite oranları
zamanla düşmeye başlamıştır. Güncel tedavi modaliteleri ışığında
prognostik faktörlerin bilinmesi hem en doğru tedavi modalitesinin
seçilmesi hem de uygulanan tedavi modalitesine alınacak yanıtın
öngörülebilmesi açısından önemlidir.
To evaluate the five year survival outcomes of breast cancer
patients treated at our department and to assess the prognostic
factors that affect survival parameters. All patients underwent our
department’s routine procedure for breast cancer. All patients received
RT to the breast or chest wall using 3D conformal technique with 2 Gy
fraction doses, five days a week with two opposite tangential fields.
If necessary, ipsilateral supraclavicular fossa field was added to the
treatment field. Anthracycline-based chemotherapy was primarily
used, patients with estrogen receptor- positive disease received
hormonal therapy and patients with Her-2 receptor-positive disease
received trastuzumab. The primary end points of this study were
to evaluate the overall survival (OS) and the disease-free survival
(DFS) of the patients. The secondary end points of this study were
to assess the prognostic factors that affect the survival outcomes.
Statistical analysis were carried out using SPSS Statistic program
version 13. Between 11.02.2010 and 01.05.2016, 559 patients with
breast cancer who had been irradiated postoperatively were included
in this retrospective study. 2 and 5 year OS rates were 97% and 84%;
2 and 5 year DFS rates were 97% and 71%, respectively. According to
multivariate analysis, ≥70 year, to have triple (-) hormonal status, to
have T3-4 disease, to have N2-3 nodal stage and to have locoregional
recurrence or distant metastasis were the independent prognostic
factors that affect OS. Also, to have N2-3 nodal stage and to have
triple (-) hormonal status were independent prognostic factors that
affect DFS. Breast cancer is the most common cancer among women.
Its incidence has been increasing but mortality has been decreasing
in the last 10-15 years. In the light of current treatment modalities,
to know the prognostic factors that affect survival outcomes is very
important for both choosing the most appropriate treatment modality
and the prediciton of treatment response.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronık Hemodiyaliz Hastalarında Renal Osteodistrofi
Mehdi Yeksan, Kemal Ödev, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul, A. Nuri Sezer
Araştırma makalesi
Özeti
Kronık Hemodiyaliz Hastalarında Renal Osteodistrofi
Renal Osteodystrophy In Chronıc Hemodıalysıs Patıents
Bu çalışmada hemodiyalize giren 20 hasta ile diyalize girme yen 10 hastada renal osteodistrofinin biyokimyasal, hormonal, radiolojik bulguları arasındaki ilişki incelendi. İnceleme sonucunda diyalize gireni yen grubta renal osteodistrofinin biyokimyasal parametreleri yükselmiş, hormonal yönden normal bulunmuş, radiolojik olarak ise %30 hastada osteodistrofik bulgu tespit edilmiştir. Hemodiyalize giren hastalarda ise biyokimyasal, hormonal, radiolojik bulgular belirgin hale gelmiştir. Renal osteodistrofinin bu grubta belirgin oluşunda diyaliz yaşının önemli olduğu, diyaliz yaşı, ile parathormon seviyesi arasında gösterilen ilişki ile ispat edilmiştir. Hemodiyalizin sekonder hiperparatiroidismi düzeltmediği gösterilmiştir.
In this report, the relationship between biochemical, hormonal and radiological findings of renal osteodystrophy was investigated in twenty undergoing hemodialysis patients and in ten non - hemodiyalysed patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Obezite Tedavisinde 2 Hz Frekansta Dietle Birlikte Elektroakupunktur Ve Sadece Diet Uygulamasının Kilo Kaybı İle Beta Endorfin, Adrenokortikotrop Hormon Ve Kortizol Düzeylerine Etkileri
Mehmet Tuğrul Cabıoğlu, Nuri Çetin, Neyhan Ergene, Nimet Ünal Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Obezite Tedavisinde 2 Hz Frekansta Dietle Birlikte Elektroakupunktur Ve Sadece Diet Uygulamasının Kilo Kaybı İle Beta Endorfin, Adrenokortikotrop Hormon Ve Kortizol Düzeylerine Etkileri
Effect Of 2 Hz Electroacupuncture ApplIcatIon And DIet RestrIctIon On The Levels Of Beta EndorphIn, Acth And CortIsol In The ObesIty Treatment
Amaç: Obezlerde 2 Hz frekanstaki elektroakupunktur ve diet tedavisinin vücut ağırlığına, serum beta endorfin, adrenokortikotrop hormon (ACTH) ve kortizol düzeylerine etkilerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Yaş ortalamaları 40.95±5.08, vücut kitle indeksleri (VKİ) 33,18±2,23 olan 22 kadına diyet ve elektroakupunktur (EA), yaş ortalamaları 43,09±3,52, VKİ’leri 33,77±2,61 olan 22 kadına sadece diyet programı uygulandı. Elektroakupunktur kulak noktalarından Hungry, Shenmen ve Stomach, vücut noktalarından KB 4, KB 11, Mi 25, Mi 36, Mi 44, Kc 3 ve Da 3 kullanılarak, haftada bir gün kulak ve vücuttan, iki gün ise sadece vücuttan, günde tek seans ve 30 dakika olmak üzere 20 gün süre ile uygulandı. Diet programı ise 20 gün süre ile 1400 kcal olarak uygulandı. Bulgular: Elektroakupunktur ve diyet uygulamasıyla % 3.83, sadece diyet uygulaması ile % 3.05 oranında ağırlık kaybı gözlendi. Elektroakupunktur ve diyet uygulanan grup ile sadece diyet uygulanan gruptaki deneklerin vücut ağırlığına, ACTH, kortizol ve beta endorfin parametrelerinin etkisinin karşılaştırılması Mann Whitney U testi ile irdelendi. Ayrıca grupların temel değişkenlerle ilgili ortalamaları arasındaki farklılık da Mann Whitney U testi ile karşılaştırıldı. EA ve diyet grubunda sadece diyet grubuna göre ağırlık kaybında (P<0.001) artma gözlendi. Aynı şekilde gruplar arasında ACTH (P<0.001), kortizol (P<0.05) ve beta endorfin’in (P<0.001) serum düzeylerindeki farklar karşılaştırıldığında EA ve diyet grubunda, diyet grubuna göre artma gözlendi. Sonuç: Obezlerde diyete ek olarak 2 Hz frekansta elektroakupunktur uygulanmasının sadece diyet uygulamasından daha fazla ağırlık kaybına neden olduğu belirlendi. Bunu EA etkisi ile artan serum beta endorfin ve ACTH düzeylerinin büyük bir olasılıkla lipolitik etki yapmasına bağlamaktayız.
Aim: To evaluate the effect of EA application at 2 Hz and diet restriction on the levels of serum beta endorphin, ACTH and cortisol in obese women. Material and Method: EA application and diet restriction was applied on 22 women who had the mean age of 40.95±5.08 and Body Mass Index (BMI) of 33.18±2.23 and only diet restriction was performed on 22 women who had the mean age of 43.09±3.52 and BMI 33.77±2.61. EA was performed on ear points of Hungry, Shenmen and Stomach and body points of KB 4, KB 11, Mi 25, Mi 36, Mi 44, Kc 3 and Da 3 once a week to ear and body points and twice a week only body points for 30 minutes for a 20 days period. Diet restriction was organized for 20 days to give a daily 1400 kcal diet. Results: Weight loss of 3,83% was observed with EA and diet application whereas 3.05% loss was observed with diet restriction alone. Comparison of effects of ACTH, cortisol and beta endorphin on body weigths of the patients in the groups of EA and diet application and diet restriction alone were made with Mann Whitney U test. Additionally the differences between the mean values of basic variables also compared with Mann Whitneyu test. An increase at the weight loss was observed in EA and diet group compared to the diet restriction group alone (p<0.001). Similarly when the differences were compared between the groups significant increases were observed in the levels of serum ACTH (p<0.01), cortisol (p< 0.05) and beta endorphin (p<0.001) in the EA and diet group compared to the diet group alone. Conclusion: It was observed that EA application at the frequency of 2 Hz in addition to diet restriction caused more weight loss than the diet restriction alone in obese individuals. This may be due to the lipolytic effect of increased beta endorphin and ACTH with EA application.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trıp13'ün Küçük Bir Moleküler İnhibitörü Olan Dcz0415'in, U87 İnsan Glioblastoma Multiforme Hücrelerindeki Antikanser Etkinliğinin İncelenmesi
Ebru Güçlü, İlknur Çınar Ayan
Araştırma makalesi
Özeti
Trıp13'ün Küçük Bir Moleküler İnhibitörü Olan Dcz0415'in, U87 İnsan Glioblastoma Multiforme Hücrelerindeki Antikanser Etkinliğinin İncelenmesi
InvestIgatIon Of The AntIcancer ActIvIty Of Dcz0415, A Small Molecular InhIbItor Of Trıp13, In U87 Human GlIoblastoma MultIforme Cells
Amaç: Tiroid Hormon Reseptörü Etkileşimli Protein 13 (TRIP13); mayotik rekombinasyonda rol oynayan, iğ-toplanma kontrol noktasında görevli bir proteindir. Son yıllarda yapılan çalışmalar TRIP13’ün glioblastoma multiforme (GBM) de dahil olmak üzere çok sayıda kanserde potansiyel bir tümör indükleyicisi olabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada TRIP13’ün küçük bir moleküler inhibitörü olan DCZ0415’in U87 insan GBM hücrelerindeki antikanser etkinliğinin araştırılması amaçlandı.
Gereçler ve Yöntem: DCZ0415’in U87 hücrelerindeki olası antikanser etkisi sitotoksisite analizi, koloni formasyon analizi ve apoptoz analizi ile belirlendi. Ayrıca qRT-PZR analizi ile DCZ0415’in apoptoz, invazyon ve Transforme Edici Büyüme Faktörü-Beta (TGF-β) sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyeleri üzerine etkisi araştırıldı.
Bulgular: DCZ0415, U87 hücre proliferasyonunu doz ve zaman bağımlı şekilde inhibe etti. U87 hücrelerinde DCZ0415’in 48 saat için IC50 dozu 19,77 µM olarak belirlendi. Bu dozda DCZ0415 uygulaması U87 hücrelerinde apoptozu indükledi ve hücrelerin koloni oluşturma yeteneklerini baskıladı. Ayrıca DCZ0415 apoptoz, invazyon ve TGF-β sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyelerini antikanser etkiye yol açabilecek şekilde değiştirdi.
Sonuç: Kanserde yeni bir onkogenik faktör olarak değerlendirilen TRIP13’ün bir inhibitörü olan DCZ0415, GBM hücrelerinde antikanser etkiye sahiptir. Bu açıdan, TRIP13’ün GBM için önemli bir terapötik hedef olabileceği ve DCZ0415’in GBM hücrelerinde antikanser etkiye yol açan etkili bir inhibitör olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir.
Aim: Thyroid Hormone Receptor Interacting Protein 13 (TRIP13) is a protein involved in spindle-aggregation checkpoint, which plays a role in meiotic recombination. Recent studies have revealed that TRIP13 may be a potential tumor inducer in many cancers, including glioblastoma multiforme (GBM). We aimed to investigate the anticancer activity of DCZ0415, a small molecule inhibitor of TRIP13, in U87 human GBM cells in this study.
Materials and Methods: The possible anticancer effect of DCZ0415 on U87 cells was determined by cytotoxicity, colony formation, and apoptosis assays. In addition, the effects of DCZ0415 on mRNA levels of genes which were involved in apoptosis, invasion and Transforming Growth Factor-Beta (TGF-β) signaling pathway were investigated by qRT-PCR analysis.
Results: DCZ0415 inhibited U87 cell proliferation in a dose and time dependent manner. The IC50 dose of DCZ0415 for 48 hours was determined as 19.77 µM in U87 cells. DCZ0415 treatment at this dose induced apoptosis and suppressed colony forming abilities of U87 cells. In addition, DCZ0415 altered mRNA levels of genes associated with apoptosis, invasion and TGF-β signaling pathway, which could lead to anticancer effects.
Conclusion: DCZ0415, an inhibitor of TRIP13 which has been evaluated as a new oncogenic factor in cancer, has an anticancer effect on GBM cells. In this respect, it is thought that TRIP13 may be an important therapeutic target for GBM and DCZ0415 may be considered as an effective inhibitor that causes anticancer effects in GBM cells.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serebral Venöz Tromboz: 33 Olgunun Retrospektif
incelenmesi
Haluk Gümüş
Araştırma makalesi
Özeti
Serebral Venöz Tromboz: 33 Olgunun Retrospektif
incelenmesi
Serebral VenousthrombosIs: A RetrospectIve AnalysIs Of 33 Cases
Serebral Venöz Trombozu beynin arteryel hastalıklarına oranla
nadir görülür, tanı ancak görüntüleme tetkikleriyle ortaya konabilir
ve morbiditesi oldukça yüksektir. Serebral ven trombozu primer veya
sekonder olarak hiperkoagülabilite yaratan durumlara bağlı olarak
gelişebilir. Farklı klinik tablolarla karşımıza çıkabilir. Kliniğimizde
2009-2013 arasında takip edilmiş SVT’lu hastaları etyolojik,
topoğrafik, başvuru, klinik özelliklerini ve prognozunu retrospektif
olarak inceledik. 33 SVT hastasının demografik özellikleri, başlangıç
süreleri, semptomları ve bulguları, etyolojik faktörleri, nöroradyolojik
bulguları ve tedavileri incelendi. Otuz üç hastanın (24 kadın, 9
erkek) SVT tanısı ile takip edildiği ve yaş ortalamalarının 33.4
(24-58 yaş) olduğu saptandı. En sık gözlenen belirtiler baş ağrısı
(%81.8) ve bulantı (%48.4) idi. Fokal nörolojik defisit %36.3, bilinç
değişikliği ise olguların %6.06’sında gözlendi. Beyin MR venografi
incelemelerinde 16 olguda tek sinüs tutulumu, 17 olguda birden
fazla sinüs tutulumu izlendi. Etiyolojik nedenler arasında, genetik ve
edinsel koagulopatiler, vaskülitler ve hormonal değişiklikleri saptandı.
Tüm hastalara antikoagulan tedavi uygulandı. 2 hastada mortalite
gözlendi. SVT olgularında oldukça farklı etiyolojik nedenlerin var
olduğu, erken tanı ve tedavi ile mortalite ve ağır özürlülük riskinin
azaltılabildiği sonucuna varıldı.
Cerebral Venous Thrombosis occurs less frequently in
comparison to the arterial diseases of the brain. The diagnosis
can only be made through imaging techniques and its mortality
and morbidity is relatively high. Cerebral Venous Thrombosis can
occur due to primary or secondary hipercoagulopathies. İt is known
to have a varied clinical spectrum. We evaluated the patients with
CVT etiological, topographical, presentational, clinical features and
prognosis of the patients whom have been followed by our inpatient
clinic years between 2009 and 2013 retrospectively. We examined
the demographical features, signs and symptoms, ethiological
factors, neuroradiological findings and treatments of 33 patients
with CVT. Thirty three patients with CVT (24 female, 9 male) were
identified. The average age was 33.4 (range:24-58). The most
common symptoms were headache (81.8%) and nausea (48.4%).
Focal neurological deficits were observed in 36.3% of patients
and impaired consciousness was observed in 6.06% of cases. In
cerebral venography examinations single sinus involvement was
recorded in 16 patients and multiple sinus involvement was reported
in 17 cases. Genetic and acquired coagulopathies, vasculitis and
hormonal changes were the most common detected etiologic causes.
All patients were treated with anticoagulants. Mortality was observed
two patient. The patients with CVT have quite different etiological
causes and the risk of mortality and severe disability could be
reduced by early diagnosis and treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Tanı T İp 2 Diyabetes Mellitus Ve Prediyabetik Hastalarda Serum İrisin Düzeyleri
Ahmet Yavuz, Zümrüt Mine Işık Sağlam, Ebru Kavak Yavuz, Melike Doğruel Yılmaz, Ezgi Değerli, Zeynep Karaali
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Tanı T İp 2 Diyabetes Mellitus Ve Prediyabetik Hastalarda Serum İrisin Düzeyleri
Serum IrIsIn Levels In Newly DIagnosed Type 2 DIabetes MellItus And PredIabetIc PatIents
Amaç: Kas hücrelerinden salınan, miyokin grubu içerisinde yer edinen, kas ile yağ dokusu arasında
mesajcı olarak görev yapan irisin hormonunun insülin direncinde, glukoz ve enerji metabolizmasının
düzenlenmesinde aktif bir rol oynadığı gösterilmiştir. Çalışmamızda irisin molekülünün glukoz
metabolizması ile olan ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır .
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya, Nisan 2017 ve Eylül 2017 arasında İç Hastalıkları Polikliniğine başvurmuş
29 yeni tanı tip 2 diyabetes mellitus hastası, 41 yeni tanı prediyabet hastası ve 28 sağlıklı kontrol grubu
dahil edildi. Serum irisin d üzeyleri, laboratuvar bulguları ve metabolik parametreler ölç ülerek kaydedildi.
Bulgular: Tip 2 diyabetes mellitus hasta grubunun serum irisin ortalaması prediabetik hastalara ve
kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p=0,015 p<0,001). Prediyabetik hastaların irisin
ortalaması kontrol grubuna göre daha yüksekti, ancak bu iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı. İrisin düzeyi ile plazma açlık glukozu, HbA1c, total kolesterol, LDL, TG ile pozitif yönde HDL
ile negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişkili saptand ı.
Sonuç: Bizim çalışmamız irisinin Tip 2 DM hastalarında artan insülin rezistansına kompansatuvar cevap
olarak glukoz metabolizmasını düzenleyici şekilde artış gösterdiğini desteklemektedir. Çalışmamızda yer
alan insülin direncine sahip prediyabetik hastalarda irisin ortalaması düzeyi kontrol grubuna göre yüksekti
ancak istatiksel olarak iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. İrisinin insülin direnci üzerine olumlu
sonuçları olduğu düşünülmekle birlikte etkisinin daha belirgin olarak anlaşılabilmesi için daha geniş ve
daha farklı değişkenlerin göz ön üne alındığı çalışmalara ihtiyaç vardır .
Aim: Irisin molecule is in the group of myokins, it is released from muscle cells and a messenger between
muscle and fat tissue. It is shown that irisin peptide has an important role in insulin resistance, glucose and
energy metabolism. In our study we aimed to show irisin molecule's relationship with glucose metabolism.
Patients and Methods: The study included 29 newly diagnosed type 2 diabetes mellitus patients, 41
newly diagnosed prediabetes patients and 28 healthy control groups who applied to the Internal Medicine
Outpatient Clinic between April 2017 and September 2017. Serum irisin levels, laboratory findings and
metabolic parameters were measured and recorded.
Results: The mean plasma irisin level of the type 2 diabetes mellitus patient group was statistically
significantly higher than the prediabetic patients and the control group (p=0.015 p<0.001). Although the
mean plasma irisin level of prediabetic patients was higher than the control group, no significant difference
was found. A statistically significant correlation was found between plasma irisin level and plasma fasting
glucose, HbA1c, total cholesterol, LDL, TG in a positive way and HDL in a negative way .
Conclusion: Our study supports that plasma irisin increases in a compensatory response to the increased
insulin resistance in Type 2 DM patients in a way that regulates glucose metabolism. Although in our
study the mean irisin level in prediabetic patients was higher than the control group, no statistically
significant difference was found between the two groups. Even tough irisin is thought to have positive
results on insulin resistance, studies that larger and consider more different variables are needed in order
to understand its ef fect more clearly .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Murat Öncel, Yüksel Dereli, Bülent Uysal, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Substernal TroId WhIch Image Of The RIght Upper Lobe Tumor
68 yaterobazal segmenti dışarıdan bası yapan 5x7x3 cm lik intatorasik troid not edildi.Troid hormon tetkikleri hipertroidiyi gösterdiğinden hastaya 1 ay antitroid tedavi uygulandı.1 ay sonra hasta elektif şartlarda ötroid olarak operasyona alındı.Genel cerrahi ile birlikte servikal insizyon sonrası parsiyel median sternotomi yapıldı.Servıkal troid serbestleştrildikten sonra trakea ve intratorasik komponeneti avasküler şekilde ,paratroid korunarak total troidektomi yapıldı .Yaklaşık 5x7 x3 (şekil 1) cmlik nodüler koloidal guvatr patolojik olarak not edildi ,hasta sorunsuz bir şekilde troid hormonu verilerek taburcu edildi.şında erkek hasta kliniğimize akciğer üst lop tümörü radyolojik ön tanısı ile özel bir klinikten gönderildi.Hastada solunum sıkıntısı,kilo kaybı,çarpıntı şikayetleri mevcuttu.Çekilen akciğer grafisinde sağ üst mediastende genişleme görünmekteydi. Bilgisayarlı Toraks tomografisinde servikal bağlantısı olan trakeayı dıştan deviye eden ve akciğer üst lop an
68-year –old male patient was being accepted from a special clinic to us with a presumed diagnosis of right upper lobe tumor .The patient has a respiratory distress,weight loss,palpitations. Mediastinal enlargement was seen in the upper right chest film. Thoracic computed tomography was noticed a mass nearly 5x7x3 size which connection with cervical area and deviated from outside the trachea,compressing right lobe anterobasal segment . Thyroid hormone tests were performed and showed hyperthyroidism .The patient took anthyroid agent only 1 month and then taken operation elective conditions .We performed operation with a general surgery cervical insision after parsial median sternotomy. Total troidectomy was performed, after the realised cervical troid upper side of neck and then tracheal , borned from intrathoracic component preserved vascular and paratroid structure.The specimen nearly 5x7x3 cm which called noduler collaidal guatr from the pathology .The patient was discharged without any problem by giving thyroid hormone.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardıopulmoner By-Pass Ye Trııodothyronıne (t3)
Cevat Özpınar, Sami Ceran, Mehmet Yeniterzi, Tahir Yüksek, Kadir Durgut, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Kardıopulmoner By-Pass Ye Trııodothyronıne (t3)
Kardıopulmoner By-Pass To Trııodothyronıne (t3)
Klinigimizde acik kalp ameliyati uygulanan 26 hastamn preoperatif erken postoperatif ve postoperatif 7. glinde alinan kanlarinda TT3, 1'4, FT3, FT4 ve TSH dego-leri calr alms ve postoperaty' erk-endijnonde hasralann 2'si hark- ti mande Film bra parametrelerin di4tagii gozlemni§tir. Tiroid hormonlarinin myokard kontraktilitesini artirdigi bir diger ijardeyle her iki ventrikill iizerine pozitif inotrop etki yaprigi gozOniine alindtgamici nzellikle hipotiroidili veya otimid 0117111371242 ragmen sal ventrikiil ejeksion fraksionu % 30'un altindaki hastalarda postoperatif gozlenen timid hormon seviye dii4iikliikleri hem hastalarin pozitij' inotrop destek ihtiyaclarzni artirmakta hatta baz1 hastalarda belirgin kalp debisi du5cilklugu nedeniyle intraaortik balon pompasi ihtiyacint giindone ge--. tirmektedir.
In the preoperative early postoperative and postoperative 7th gland blood samples of 26 patients who underwent open heart surgery in our clinic, TT3, 1'4, FT3, FT4 and TSH values were obtained and 2 of the patients who were postoperatively early were evaluated by the parameters of the film bra. Observed the di4ta. Thyroid hormones increase myocardial contractility and have positive inotropic effect on both ventricle iizer with another ijarde. patients need an intraaortic balloon pump due to the marked cardiac output sensitivity. crouching.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Deneysel Akut Kolesistitte İnflamasyon Ve Fibrozise Seks Hormonlarının Etkisi
Ahmet Tekin, Adil Kartal, Celalettin Vatansev, Tevfik Küçükkartallar, Mustafa Şahin, Selçuk Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Deneysel Akut Kolesistitte İnflamasyon Ve Fibrozise Seks Hormonlarının Etkisi
The Effects Of Sex Hormones At InflammatIon And FIbrosIs Of ExperImental Acut CholecystItIs
Amaç: Deneysel akut kolesistitte safra kesesi çevresinde ve duvarında inflamasyon ve fibrozise seks hormonlarının etkisini araştırmak. Gereç ve yöntem: Çalışmada 48 tavşan (24 erkek ve 24 dişi) kullanıldı. Akut kolesistit kontrol grupları dışındaki gruplarda sistik kanal ligatürü (SKL) ile oluşturuldu. Dişi (DI, DII, DIII, DIV) ve erkek (EI, EII, EIII, EIV) denekler 6’şar denekten oluşan dörder alt gruba ayrıldı. Akut kolesistitin makroskopik bulguları değerlendirildi. Safra kesesi çevresindeki adeziv bandlar ve ardından çıkarılan safra kesesi duvarından alınan örnekler derin dondurucuya kondu. Fibrotik bandlar ve safra kesesi kollagen ve hidroksiprolin (HP) için değerlendirildi. Bulgular: Makroskopik olarak tüm deneklerde akut kolesistit gelişti. Erkeklerde safra kesesi çevresinde daha yoğun yapışıklık görüldü. Ovariektomili deneklerde erkeklere yakın derecede kastre erkeklerde ise dişilere benzer yapışıklık izlendi. Ovariektomili dişi deneklere dıştan östrodiol verildiğinde yapışıklıkların kontrol grubuna göre daha az olduğu saptandı. Yine kastre erkeklere dıştan testosteron verildiği zaman yapışıklıkların kontrol grubuna göre daha şiddetli olduğu görüldü. Bu bulgular HP’nin kantitatif değerleriyle de uyumluydu. Safra kesesi duvarında kollajen yoğunluğu erkek deneklerde dişilerden daha yüksek bulundu. Sonuç: Kastre erkek deneklerdeki akut kolesistit sonuçlarının dişilere benzer olması ve dıştan verilen testosteronla tekrar erkeklerdeki bulguların oluşması veya ovariektomili denek sonuçlarının erkeklere benzerliği ve dışarıdan verilen östrojen (östradiol) ile benzerliğin kaybolması akut kolesistitlerdeki inflamasyon ve fibrozisi artırıcı yönde erkek seks hormonlarının etkisini açıkça göstermektedir.
Aim: To identify the effects of sex hormones on inflammation and fibrosis on and around gall bladder. Material and method: In this study 48 rabbit (24 male, 24 female) was used. Acute cholecysstitis was achived by cystic canal ligature (SCL) except control groups. Female (DI, DII, DIII, DIV) and male (EI, EII, EIII, EIV) groups had 4 subgroups, each consist of 6 members. Macroscopic findings of acute cholecystitis were evoluated. Adhesive bands around gall bladder and biopsies from gall bladder were protected in deep freezer. Fibrotic bands and gall bladder were analyzed for hidroxyprolin (HP) and collagen. Results: Acute cholecystitis was developed in all subjects macroscopically. On male subjects adhesions around gall bladder were seen more intensively. Result of subjects with ooferectomy were close to male subjects. On castrated male subjects adhesions were similar to female subjects. The adhessons were less at female subjects with ooferectomy with external estrogen use. The lesions were more at castrated male subjects with external testosteron use. These findings were relevant with quantitative values of HP. Collagen were found more in male subjects compored to female subjects. Conclusion: The results is castrated males were similar to those in females and with usage of external testosteron male type results were achieved. And the similarity of results in female subjects with ooferectomy to males achivement of female type results with usage of external estrogens clearly shows us inflammation and fibrosis increasing effect of male sex hormones in acute cholecystitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsülin Benzeri Büyüme Faktörleri
Ali Muhtar Tiftik, Esma Öztekin
Araştırma makalesi
Özeti
İnsülin Benzeri Büyüme Faktörleri
Ilke Growth Factors
Organizmanın büyüme ve gelişmesi, bi-potalarnus-hipofiz ekserıi boyunca bir dizi büyüme hormonlar] ve faktörleri tarafından regüle edilmesiyle aerçekleşir. Bu faktörlerden insülin benzeri büyüme faktörlerinin, hastalıkların teşhis ve tedavilerinde rol aldıkları, birçok araştırmacı tarafından be-lirtilmektedir_ Sunulan derlemede; bu faktörlerin, re-septörlerinin ve bağlayıcı proteinierinın kimyasal yapıları ve fonksiyonları hakkındaki bilgiler gözden geçirilmiştir.
Growth and development of a organism vere re-gulated by growth hormones and growth factors along the axis of hypothalarnus-pituitaıy. It was exp-ressed by lots of researchers that arnang these fac-tors, insulin like growth factors take role in diagnosis and treatment of diseases. fn this review, know-ledges abouf chemical structures and functions of re-ceptors and binding proteins of these factors have been reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Octreotid Ve İnterferon U-21) Uygulamasının Ratlarda Bazı Hormonal Parametreler Üzerine Etkisi'
Abdulkerim Kasım Baltacı, Rasim Moğulkoç, Cem Şeref Bediz, Halil Sünlü, Selim Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Octreotid Ve İnterferon U-21) Uygulamasının Ratlarda Bazı Hormonal Parametreler Üzerine Etkisi'
Çalışma, interferon alta - 2b ve octreotid uygulamasının ratlarda bazı hormonal parametreleri nasıl etkilediğinin ortaya konulabilmesi amacıyla planlandı. Araştırma kontrol (n = 12), interferon alta - 2b (n = 12) ve octreotid (n 12) uygulanan toplam 36 adet Wistar - Albino cinsi erkek ratlar üzerinde gerçekleştirildi. Kontrol grubu hayvanlara herhangi bir uygulama yapılmazken, interferon grubundaki ratlara gün aşırı 250.000. IU interferon alta - 2b, oct-reotid grubundaki ratlara da günde üç kez 7 gün boyunca 10 mikrogram octreotid deri altı olarak uygulandı. Çalışmanın bitiminde, bütün deney hayvaniannın kanında TSH, total T4, total T3, testosteron ve büyüme hormonu düzeyleri tayin edildi. Plazma TSH düzeylerinin interferon alfa - 2b grubunda kontrol grubuna göre düşük se-viyede olduğu görüldü (P<0.05). T3 - T4 sevıyelerinde istatistiksel olarak fark bulunmadı. Testosteron değerlerinin mukayesesinde interferon affa - 2b ve octreotid uygulanan grupların kontrol grubuna oranla daha düşük değerlere sahip bulunduğu tespit edildi (P.<0.05). Deney gruplarının karşılaştınlması sonucunda interferon alta - 2b grubunun octreotid uygulanan gruba oranla düşük testosteron seviyesine sahip bulunduğu gözlenirken (P<0.05), total T3, total T4 ve büyüme hormonu düzeylerinin gruplar arasında önemli bir farklılık göstermediği belirlendi. Gerçekleştirilen araştırmanın sonucunda elde edilen bulgular interferon alta 2b ve octreotid uygulamalarının rat-larda bazı hormonal parametreleri değişik şekillerde etkileyebileceğini düşündürmektedir.
This study was designed to determine the effects of interferon alpha - 2b and octreotid treatments on some hormonal parameters in rats. Total 36 Wistar - Albino male rates were used as control (n = 12), interferon alpha -2b (n = 12) and octreotide (n = 12) groups. 250.0001U of interferon alpha - 2b was introduced to interferon group rats at intervals of 48 hrs. To the octreotide group rats, 3 times in a day (8 hrs intervals) for 7 days, 10 mg oct-reotide was injected subcutaneously with a insulin ınjector. The levels of TSH, total T4, total T3, testosteron and growth hormone were determined in blood samples of the rats by RIA. Plasma TSH levels of interferon alpha-2b group was found lower than that of control group (P<0.05). However, no significant difference in T3 and T4 levels were determined among control, ocreotid and interferon treated groups. (P<0.05). It was established that in-terferon alpha - 2b and octreotide treated groups have lower testosteron levels than that of control group (P<0.05). Inteıferon alpha 2b group had lower testosteron levels comparing to octreotide treated group (P<0.05). Nevertheless, there was no significant difference in the growth hormone levels of the groups_ The results of the study showed that the treatments of interferon alpha 2b and octreotide can be affect some hormonal parameters in the rats.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Paratiroid Krizi İle Başvuran Kistik Paratiroid
adenomu
Ersin Turan, Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Arif Atay, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Akut Paratiroid Krizi İle Başvuran Kistik Paratiroid
adenomu
CystIc ParathyroId Adenoma WIth Acute ParathyroId CrIsIs
Paratiroid kistleri sık görülmeyen lezyonlar olup, nadir olarak
orta düzeyde hiperkalsemiye veya çok nadir olarak da primer
hiperparatiroidizmin hayatı tehdit edebilen bir komplikasyonu olan
paratiroid krizine yol açabilirler. Bu çalışmada, akut paratiroid
krizi semptomları ile acil servise başvuran ve yapılan incelemeler
sonucunda kistik paratiroid adenomu tespit edilerek, tedavi edilen
bir olgunun sunulması amaçlandı. Bilinç bulanıklığı ile acil servise
başvuran 46 yaşında erkek hastanın yapılan tetkiklerinde kalsiyum
16.6 mg/dl ve akut böbrek yetmezliği bulguları saptandı. Radyolojik
görüntülemesinde kistik paratiroid adenomu ile uyumlu görünümü
olan hasta, minimal invaziv paratiroid adenomu eksizyonu yapılarak
tedavi edildi. Hastanın takiplerinde parathormon ve kalsiyum
seviyeleri normale döndü. Paratiroid kistleri nadir görülürler,
hiperkalsemi bulgularına göre fonksiyonel ve non-fonksiyonel olarak
sınıflandırılırlar. Fonkisyonel kistik paratiroid adenomu olguları
çok nadiren görülürler. Bu tip hastalar hiperparatiroidi veya akut
paratiroid krizi semptomları ile başvurabilirler. Fonksiyonel paratiroid
kistleri ve kistik paratiroid adenomları primer hiperparatiroidizm ve
akut paratiroid krizi etyolojisinde göz önünde bulundurulması gereken
lezyonlardır.
Cystic lesions of the parathyroid gland are uncommon. Although
majority of patients with cystic parathyroid adenoma present with
mild hypercalcemia, some may present with parathyroid crisis
which can be a life-threatening clinical condition. In this article,
we present a patient who applied to emergency service with
symptoms of acute parathyroid crisis, was diagnosed parathyroid
adenoma with cystic degeneration and treated. A 46 years old male
patient was applied to emergency service with confusion. In blood
analyses, calcium level was 16,6 mg/dl and akut kidney failure was
determined. In radiological imagination, parathyroid adenoma with
cystic degeneration was determined and patient was treated minimal
invasive parathyroidectomy.After the operation, parathormon and
calcium levels were returned the normal levels. Parathyroid cysts
are uncommon, and they are classified as functional or nonfunctional
so far as hypercalcemia. Functional cystic parathyroid adenomas
are very rare. These patients can approach with symptoms of
hyperparathyroidism or parathyroid crisis. Parathyroid adenomas
with cystic degeneration and functional parathyroid cysts should be
considered about causes of primary hyperparathyroidism and acute
parathyroid crisis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonları
İbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Ümran Çalışkan, Sevim Karaarslan, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Malnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonları
ThyroId FunctIons In ChIldren WIth ProteIn - Energy MalnutrItIon
Protein-enerji malnütrisyonlu çocukların vücutlarında tüm sistemlerde değişiklikler olmaktadır. Bu arada endokrin sistemde değişiklikler olmaktadır. Endokrin sistemden hipofiz, sürrenaller, pankreas ve tiroid fonksiyonlarındaki değişikler ilgi çekicidir. Tiroid hormonlarından T3 ve T4 'de anlamlı azalmalar gözlenirken rT3 (non fonksiyonel T3) te de artmalar görülmektedir.Durum fonksiyonel bir hipotiroidiye benzemektedir. Anoreksia nervoza, deneysel uzun süreli açlıkta ve şişmanların zayıflamak için uyguladıkları açlık rejimlerinde tiroid metabolizmasındaki değişiklikler araştırılmıştır" .
In protein-energy malnutrition,some changes occur in all of the systems of body, however, in the endocrine system as well. The functional changes in the pituitary, pancreas, adrenal and thyroid glands are interesting. While the significant decreases in T3 and T4 hormones, rT3 (nonfunctional thyroid hormone) increases. This situation looks like a functional hypothyroidism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
İlker Cordan, Mustafa Can, Muhammet Kocabaş, Melia Karaköse, Mustafa Kulaksızoğlu, Feridun Karakurt
Araştırma makalesi
Özeti
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of Adrenal IncIdentaloma Cases ApplyIng To EndocrInology OutpatIent ClInIc
Amaç: Bu çalışmada, farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğimize yönlendirilen hastaların hormonal durumlarını, tedavilerini ve histopatolojik tanılarını gözden geçirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler:Çalışmaya 2015-2018 yılları arasında farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğine yönlendirilen 217 hasta alındı. Biyokimyasal olarak 1 mg deksametazon supresyon testi ve 24 saatlik idrar serbest kortizolü, 24 saatlik idrarda metanefrin ve normetanefrin düzeyleri tüm hastalarda değerlendirildi. Hipertansiyonu olan hastalara aldesteron/renin aktivitesi açısından tarama yapıldı. Adrenal insidentalomaların BT veya MRG ile değerlendirilen görüntüleme özellikleri tarandı.
Bulgular: Olguların değerlendirmesinde; 180’i (%83) nonfonksiyonel, 37’si (%17) fonksiyonel olarak değerlendirildi. Fonksiyonel olarak değerlendirilen 37 hastanın; 10’unda (%4.6) feokromasitoma, 5’inde (%2.3), Cushing sendromu, 9’unda (%4.1), subklinik Cushing sendromu, 13’ünde(%6) primer hiperaldesteronizm saptandı. Nonfonksiyonel olarak değerlendirilen 180 hastanın; 7’sinde metastatik hastalık (3’ü küçük hücre dışı akciğer karsinomu, 1’i meme kanseri, 1’i prostat karsinomu ve 2’si primeri bilinmeyen kanser), 4’ü myelolipom, 1’i ganglionörom, 1’i kisthidatik, 2’sinde adrenokortikal karsinom saptandı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre adrenal insidentalomalı hastalarda hormon aktif olma durumu nadir değildir. Bazı kitleler malign özellikte olabilmektedir. Bu nedenle adrenal insidentaloma hem fonksiyonel olup olmadığı hem de malign-benign lezyon ayırımı acısından tetkik edilmesi gereken bir durumdur.
Objective: The aim was to review the hormonal status, treatment and histopathological diagnosis of patients admitted to our endocrinology outpatient clinic with the diagnosis of adrenal incidentaloma.
Material and Methods:Between 2015-2018, 217 patients with adrenal incidentaloma who were admitted to the endocrinology outpatient clinic were included in the study. 1 mg overnight dexamethasone suppression test (DST), 24 hour urine free cortisol, 24-hour urine methanephrine and normetanephrine levels were evaluated in all patients.Patients who also have hypertension or hypokalemiawere screened for the plasma aldosterone/renin activity ratio. CT or MRI imaging properties of adrenal incidentalomas were screened.
Results: In the evaluation of cases; 180 (83%) of the masses were evaluated as non-functional and 37 (17%) as functional. Of the 37 patients evaluated as having functional adrenal mass; 10 (4.6%) pheochromocytoma, 5 (2.3%) Cushing's syndrome, 9 (4.1%) subclinical Cushing’s syndrome and 13 (6%) primary hyperaldesteronism were detected. In 180 patients who were evaluated as having non-functional adrenal mass; metastatic disease in 7 (3 non-small cell lung cancer, 1 breast cancer, 1 prostate carcinoma and 2 unknown primary cancer), myelolipoma in 4, ganglioneuroma in 1, hydatid cyst in 1, adrenocortical carcinoma in 2 patients were detected.
Conclusion: According to the results of this study, it is not uncommon for adrenal incidentalomas to be functional. It may be malignant in some cases. For this reason, adrenal incidentaloma is a condition that should be examined both in terms of
functionality and malignancy potential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
Bayram Çınar, Tuncer Süzer, Erdal Coşkun, Kadir Tahta
Olgu sunumu
Özeti
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
LymphocytIc AdenohypophysItIs FollovvIng TonsIllItIs
Lenfositik hipofizit otoimmün kökenli olduğu düşünülen, sıklıkla hipopitüitarizm bulguları ile başlayan, ve hipofiz adenomu ile karışabilen nadir bir hastalıktır. Sıklıkla hamileliğin son dönemleri ile doğum sonrası erken dönemdeki kadınlarda görülür. 29 yaşında 2 çocuk annesi kadın hasta 2 ay önce kriptik tonsilit nedeni ile tedavi görmüş. Daha sonra baş ağrıları başlayan hastanın son zamanlarda görmesinde azalma olmuş. Muayene ve radyolojik inceleme sonrası hipofiz adenomu öntanısı ile öpere edilen hastanın patoloji sonucu lenfositik adenohipofizit olarak rapor edildi. Postoperatif dönem sorunları olmayan hasta taburcu edildi. Adenomlarla karışabilen hastalığın ayırıcı tanısı tedavi planlaması açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda hastanın hikayesi, yaş ve cinsiyeti, hormon yetersizliği tablosunun ağırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme önemlidir. Kesin tanı histopatoloji yardımıyla koyulur. Otoimmün olduğu düşünülen hastalığın sıklıkla hamilelikle ilişkisi olduğu gibi, hamile olmayan kimselerde de yeni geçirilmiş bir enfeksiyonu takiben başlayabileceği ya da bulgu verebileceği akılda tutulmalıdır.
Lymphocytic adenohypophysitis is a rare disease associated with late pregnancy and early postpartum. Autoimmune mechanism is blamed as cause. İt is frequent in females, and may be misdiagnosed as pituitary adenoma. 29 years-old -female with 2 children presented with headache follovving cryptic tonsillitis. Recently she had problems vvith her Vision. Clinical and radiological work up including magnetic rezonance imaging revealed a mass in the sellar and suprasellar region. She undervvent surgical decompression follovving functional hormona! studies. Histopathologic evaluation of the specimen was reported as lymphocytic hypophysitis. Differential diagnosis of lymphocytic hypophysitis from that of adenoma is important in planning surgery. Relation to the pregnancy, a severe hypopituitarism, edematous anterior and posterior pituitary lobe are in favour of lymphocytic hypophysitis. But certain diagnosis is made via histopathologic diagnosis. İt is thought to be autoimmune in origin especially in pregnant or recently delivered vvomen. But in nonpregnant persons it may start or be aggravated after an infection as it is in our patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ratlarda Çinko Eksikliğinin Bazı Hormonlar Üzerine Etkisi
Cem Şeref Bediz, Abdulkerim Kasım Baltacı, Ali Muhtar Tiftik, Hüsamettin Vatansev, Mürsel Gökçen
Araştırma makalesi
Özeti
Ratlarda Çinko Eksikliğinin Bazı Hormonlar Üzerine Etkisi
Effect Of ZInc DefIcIency On Some Hormones In Rats
Bu çalışmada, çinko eksikliğinin ratlarda bazı hormonal parametreleri nasıl etkilediği araştırıldı. Araştırma 3 hafta süreyle çinko eksik diyetle beslenen deney grubu (n=10) ve normal diyetle beslenen kontrol grubu (n=9) olmak üzere toplam 19 adet Spraque Dawley cinsi 6 haftalık erkek ratlar üzerinde gerçekleştirildi. Üç haftanın sonunda deney hayvanlarından alınan kan örneklerinde serum çinko, büyüme hormonu, serbest ve total T3 ile T4, TSH, serbest ve total testosteron tayinleri yapıldı. Araştırmanın sonunda genel olarak elde edilen bulgular 3 haftalık çinko eksikliğinin ratlarda, büyüme hormonu ve total T4 seviyeleri üzerinde anlamlı bir değişikliğe yol açmazken, serbest ve total T3, serbest T4, TSH, serbest ve total testosteron düzeylerini önemli ölçüde azalttığını ortaya koy maktadır.
İn thls study, vve aimed to determine the effects of zinc deficiency on some hormonal parameters in rats. The in- vestigation was carried out on subjects which vvere 6-week-old Spraque Dawley rats. The first group of rats (n=9) vvere fed with a diet lack of zinc for 3 vveeks (n=10). The second group got a normal diet as Controls (n=10). At the end of three vveeks, zinc, grovvth hormone, free and total T3 and T4, TSH, free and total testosterone levels vvere determined in sera. On the vvhole, the data evaluated in the study indicated that zinc deficiency for 3 vveeks did not cause to any significant alteration in grovvth hormone and total T4 levels.. Hovvever, there vvas significant decline in free and total T3, free T4, TSH, free and total testosterone.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Tiroid Hastalıkları
Aybike Tazegül, Bülent Şimşek
Derleme
Özeti
Gebelikte Tiroid Hastalıkları
ThyroId DIseases In Pregnancy
Gebelik öncesi ve gebelik sırasında görülen tiroid hastalıklarının tanınması ve erken tedavi edilmesi, hem anne hem de bebek için çok önemlidir. Tiroid hormon sentezinin artması, idrar ile iyot kaybı ve plasenta yolu ile fetusa iyot geçişi gebelerin günlük iyot gereksinimini arttırır. Gebelerde tiroid fonksiyonlarını değerlendirebilmek için serum serbest T4 (sT4), serbest T3 (sT3) ve TSH seviyeleri tayin edilmelidir. Maternal ve fetal tiroksin düşüklüğü geri dönüşü olmayan SSS gelişim defektlerine yol açmaktadır. Endemik kretenizm ve zekâ geriliği en önemli komplikasyonlardandır. Bu nedenle iyot tedavisine mümkünse gebelik öncesi başlanmalıdır. Hipertiroidizm durumunda ise abortus, prematüre doğum, preeklampsi ve plasenta dekolmanı gibi komplikasyonlara yol açabilir. Bu nedenle gebelik sırasında tiroid fonksiyon testleri dikkatle takip edilmelidir.
The diagnosis and the early treatment of the thyroid diseases occuring before and during pregnancy are essential for both mother and baby. Increased synthesis of the thyroid hormones, urinary iodine loss, and transfer of iodine to the fetus through the placenta increase the daily iodine requirement in pregnant women. In order to evaluate the thyroid functions in pregnant women, the serum free T4 (fT4), free T3 (fT3), and TSH levels should be determined. Low levels of maternal and fetal thyroxin, lead to irreversible central nervous system development defects, where endemic cretinism and mental retardation are the most significant complications. Therefore, if possible, iodine treatment should be initiated prior to pregnancy. On the other hand hyperthyroidism, can lead to complications such as abortion, premature birth, preeclampsia, and placenta detachment. Thus, thyroid function tests should be monitored carefully during pregnancy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ketokonazol'un Hırsutısm Czerine Etkılerı
Ali Acar, Sema Soysal, Özlem Nisanoğlu, Jule Eriç Horasanlı, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Ketokonazol'un Hırsutısm Czerine Etkılerı
The Effects Of Ketoconazole On HIrsutIsm
Hirsutism tedavisinde tam etkili bir yontem heniiz bulunmiq degildir. salt mamada bir ay yiiksek, takiben iki ay duiik doz ketokonazol tedavisinin hirsutismli kadmlar iizerindeki hormonal ve klinik etkilerini degerlendirdik ye sonuclarz literatiir bilgileri ile tartunic.
The complete method in the treatment of hirsutism haven't been found. In our study, we evaluated clinical and hormonal effects of a month high dose later two months low dose ketoconazole treatment on hirsutism in women and the results were discussed with the li-teratures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntraserebral Kalsifikasyonlar: Olgu Sunumları Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Hasan Hüseyin Özdemir, Caner F. Demir, M. Said Berilgen, Metin Balduz
Olgu sunumu
Özeti
İntraserebral Kalsifikasyonlar: Olgu Sunumları Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Intracerebral CalcIfIcatIons: Report Of Cases And RevIew Of The LIterature
İntraserebral kalsifikasyonlar; bazal gangliyonlar, serebellum ve sentrum semiovaleye kalsiyum ve çeşitli minerallerin birikimi ile ortaya çıkar. Genellikle rastlantısal radyolojik bulgu olarak saptanırlar. En sık idiopatik, ailesel veya kalsiyum ve parathormon metabolizmasındaki bozukluklarda görülmektedir. Çok farklı semptom ve muayene bulguları ile prezente olabilirler. Bu yazıda; farklı olgu sunumları ile intraserebral kalsifikasyonların etyolojisi ve tedavi yönetimi değerlendirilmiştir.
Intracerebral calsifications revealed accumulation of calcium and various minerals in basal ganglia, cerebellum and centrum semiovale. They are usually detected as an incidental radiological finding. They are mostly seen as hereditary, idiopatic or in the disorders of calcium and parathormone metabolism. They may be presented with very different and examination findings. The etiology and management of intracerebral calcifications in different cases were evaluated in the present study.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
D Vitamini Ve D Vitamini Eksikliğinin Sistemik Etkileri
Bilsev İnce, Mehmet Emin Cem Yıldırım, Majid Ismayilzade, Mehmet Dadacı
Derleme
Özeti
D Vitamini Ve D Vitamini Eksikliğinin Sistemik Etkileri
VItamIn D And SystemIc Effects Of VItamIn D DefIcIency
Yağda eriyen bir prohormon olan D Vitamini, güneş ışınlarına maruz kaldıktan sonra deride üretilen bir secosteroiddir. Farklı metabolik yolaklarla kalsiyum ve fosfat metabolizmasında önemli rol oynayan kalsitriole çevrilir. D vitamini eksikliği, daha az güneş ışığına maruz kalma, D vitamini yetersiz alımı ve emilim sorunları gibi bazı faktörlerle ilgilidir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar birçok insanda D vitamini eksikliğinin olduğunu göstermiştir. Literatürde D vitamini eksikliğinin kronik kas-iskelet ağrısı, Tip 1 ve Tip 2 Diabetes Mellitus (DM), obezite, multipl skleroz, romatoid artrit, kardiyovasküler hastalıklar, osteoporoz, mikroalbüminüri, kolon, prostat ve meme kanserini içeren böbrek yetmezliği gibi çeşitli hastalıklara ve fonksiyonel bozukluklara etkileri bildirilmiştir. D vitamini, hem doğrudan hem de dolaylı olarak organizma için hayati öneme sahip çok sayıda fonksiyon sağlayan çeşitli metabolik yollarda önemli bir rol oynayan temel yapısal unsurlardan biridir. Eksikliği halinde çok sayıda fonksiyonel bozukluk ve hastalığa neden olmasına rağmen, D vitamini replasman tedavisi ihmal edilmedikçe güvenli, ekonomik ve basittir. Bu derlemede D vitamininin metabolizmasını, fonksiyonlarını ve etkilerini, D vitamini eksikliğinde karşılaşılabilecek kronik hastalık risklerinin artmasını ve D vitamini replasman tedavisinin önemini göstermeyi amaçladık.
Vitamin D is a liposoluble prohormon and a secosteroid which is produced in the skin after exposure to sun-shine. It is turned to calsitriol which has an important role in the calcium and phosphate metabolism by different metabolic pathways. Deficiency of vitamin D is related to some factors such as less sunlight exposure, inadequately intake of vitamin D and absorbtion problems. Studies recently done have shown vitamin D deficiency exists in many people. The effects of vitamin D deficiency on numerous diseases and functional disorders such as chronic musculoskeletal pain, Type 1 and Type 2 Diabetes Mellitus (DM), obesity, multiple sclerosis, rheumatoid arthritis, cardiovascular diseases, osteoporosis, microalbuminuria, renal failure involving colon, prostat and breast cancers either are reported in literature.Vitamin D is one of the main structural elements playing an essential role in several metabolic pathways both directly and indirectly providing numerous functions carring vital importance for organism. In spite of causing a lot of functional disorders and diseases, vitamin D replacement therapy in case of deficiency is safe, economic and simple unless neglected. In this review, we aimed to demonstrate the metabolism, functions and effects of vitamin D, increased risks of chronic diseases likely to be encountered in vitamin D deficiency and the importance of vitamin D replacement therapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
. ., Onur Ural, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan
Araştırma makalesi
Özeti
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
AerobIc BacterIal MIcroorganIsm And AntIbIotIc SusceptIblIty In FebrIl NeutropenIc PatIents
Pıhtılaşma faktörleri ve protinlerinin çoğunun yapım yeri karaciğerdir. Bu nedenle karaciğer hastalıklarında değişik derecelerde pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozuklukları yansıtan testlerden biri olan protrombin zamanı (PZ) kronik karaciğer hastalıklarında (KKH) en önemli testlerdendir ve karaciğer parankim yetmezliğinde ilk gösterge olarak ele alınabilir. Öte yandan KKH’da sıklıkla tiroid hormon düzeylerinde de değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızda klinik ve histopatolojik olarak KKH tanısı almış hastalarda PZ ve serbest T3 (s T3 ) düzeylerine bakılarak elde edilen değerler, aynı yaş grubu içersinde sağlıklı kişilerden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve sT3 değerinin PZ gibi KKH’lı hastalarda, karaciğer yetmezlik indeksi olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Çalışma sonunda hasta grubunda sT3 düzeylerinde belirgin azalma, PZ de anlamlı yükselme ile bir likte sT3 ile PZ arasında negatif korelasyon saptadık. sT3 düzeyinde belirgin azalma, azalmış karaciğer parankim kapasitesini yansıtır ve tıpkı PZ gibi karaciğer yctmizlik indeksi olarak kullanılabilir kanısındayız.
The aim of this study was to evaluate aerobic bacterial infections which were ocurred in febrile neutropenic patients, infectious agents and their antibiotic susceptibilies. Eighty-two febrile neutropenic attacks in 67 patients (42 male, 25 female) betvveen age 2-82 years were evaluated in this study. Two hundred and forty-nine samples were evaluated and 45 pathogen agents (21 from urine, 16 from blood, 3 from wound, 2 from throat, 2 from abcess and 1 from palate sputum) were isolated. 33.3% of these pathogens were gram-positive and 66.7% of them were gram-negative microorganisms. Escherichia coli is the most commonly isolated pathogen and than Staphylococcus aureus, Enterobacter cloaca, Klebsiella pneumoniae are isolated. Staphylococcus aureus was the most common organism isolated from blood. As there are differences in infectious agents and infection sites from one to another centereach çenter must define its own infectious agents, infection sites and antibiotic suscepti bilies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tirodektomi Sonrası Verilen Tiroksin Tedavisinin Kemik Mineral Dansitesine Etkisi
Erdal Göçmen, Tamer Ertan, Fevzi Kurt, Mehmet Kılıç, Aydın Bilgin, Mahmut Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Tirodektomi Sonrası Verilen Tiroksin Tedavisinin Kemik Mineral Dansitesine Etkisi
The Effect Of ThyroxIne Treatment On Bone MIneral DensIty GIven After ThyroIdectomy
Tiroideektomi sonrası tiroksinin süpresif veya idame amaçlı kullanımı oldukça yaygındır. Ancak uzun dönem tiroksin tedavisinin kemik mineral dansitesine (KMD) etkisi tartışmalıdır. Bu çalışmada amaç tiroidektomi sonrası uzun dönem tiroksin tedavisi alan premenopozal ve postmenopozal kadınların sekonder osteoporoz açısından bir risk altında olup olmadığının belirlenmesidir. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 5. Cerrahi Kliniğinde Eylül 2001- Ekim 2003 tarihleri arasında farklı nedenlerle tiroidektomi uygulanan 33 premenopozal ve 17 postmenepozal kadın hasta çalışmaya alındı. Tiroidektomi sonrası 50-200 mcg/gün L-tiroksin başlanan hastalara daha sonraki kontrollerde gerektiğinde doz ayarlanması yapıldı. Hastalarda preoperatif, postoperatif 6. Ay ve 1. Yılda lomber vertebra, femur boynu ve Wards üçgeninde Dual-Energy X-Ray absorbsiyometri yöntemiyle KMD ölçümleri yapıldı. Premenopozal ve postmenopozal hastalar arasında tiroid hormon düzeyleri ve L-tiroksin dozu açısından istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Her iki grupta da preoperatif, postoperatif 6. ay ve 1. yıl KDM’leri açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Premenepozal ve postmenepozal hastalarda preoperatif tanı, yapılan cerrahi işlem, L-tiroksin dozu ve süresinin KMD ile ilişkisi bulunamamıştır. Tiroidektomi sonrası uzun dönem tiroksin tedavisinin tek başına KMD’sinde azalmaya sebep olacak bir etken olmadığını düşünmekteyiz.
The use of thyroxin for suppression or replacement therapy following thyroidectomy is very common. But İts effect on bone mineral density (BMD), is beeing debated. The aim of this study is to determine whether long term thyroxine therapy is a risk factor fort he development of secondary osteoporosis in premenopousal and postmenopousal womwn after thyroidectomy. 33 premenopousal and 17 postmenopousal female patients who had thyroidectomy for different indications in Ankara Numune Teaching and Research Hospital department of fifth surgery clinic between September 2001 and October 2003 were included in this study. The patientswere put on 50-200 mcg/day L-thyroxine postoperatively and dosage was adjusted on routine follow-ups. BMD of patients at lumbar, femoral neck and Ward triangle regions was measured using dual energy X-ray absorptiometry preoperatively and postoperatively after 6th month and first year. There was no significant difference in thyroid hormone levels and I-thyroxine döşe between the premenopousal and postmenopousal patients (p>0.05). There was no significant difference in preoperative, postoperative 6th month and postoperative first year BMD of patients groups (p<0.05). no correlation was detected between the BMD and preoperative diagnosis, surgical procedure , the döşe and duration of L-thyroxine therapy. In conclusion we think that long-term thyroxine therapy is not a single predisposant factor for decrease in BMD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Karaciğer Hastalıklarında Serbest T3 Düzeylerinin Karaciğer Yetmezlik İndeksi Olarak Değeri
Hayri Karaaslan, Ekrem Doğan, Ahmet Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Karaciğer Hastalıklarında Serbest T3 Düzeylerinin Karaciğer Yetmezlik İndeksi Olarak Değeri
The Value Of Free T3 Level As A HepatIc FaIlure Index In ChronIc LIver DIseases
Pıhtılaşma faktörleri ve protinlerinin çoğunun yapım yeri karaciğerdir. Bu nedenle karaciğer hastalıklarında değişik derecelerde pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozuklukları yansıtan testlerden biri olan protrombin zamanı (PZ) kronik karaciğer hastalıklarında (KKH) en önemli testlerdendir ve karaciğer parankim yetmezliğinde ilk gösterge olarak ele alınabilir. Öte yandan KKH’da sıklıkla tiroid hormon düzeylerinde de değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızda klinik ve histopatolojik olarak KKH tanısı almış hastalarda PZ ve serbest T3 (s T3 ) düzeylerine bakılarak elde edilen değerler, aynı yaş grubu içersinde sağlıklı kişilerden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve sT3 değerinin PZ gibi KKH’lı hastalarda, karaciğer yetmezlik indeksi olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Çalışma sonunda hasta grubunda sT3 düzeylerinde belirgin azalma, PZ de anlamlı yükselme ile bir likte sT3 ile PZ arasında negatif korelasyon saptadık. sT3 düzeyinde belirgin azalma, azalmış karaciğer parankim kapasitesini yansıtır ve tıpkı PZ gibi karaciğer yctmizlik indeksi olarak kullanılabilir kanısındayız.
Most of the coagulation factors and their proteins are synthesized in the liver. Therefore many kind of coagulation disorders occur during chronic liver diseases. Prothrombin time (PT) is one of the most important coagulation tests which can be used in chronic liver diseases as the first line measurement of the severity of hepatic tissue insuffi- ciency. On the other hand the level of thyroid hormone can often change during chronic liver diseases. İn our study we measured PT and free T3 values of the patients with chronic liver diseases diagnosed by clinical findings and confirmed histopathologically and we also compared them with the same parameters obtained from the healh con- trol group with chronic liver diseases. İn the patient group we have detected significant decrease in free T3 and an increase in PT and a negative correlation between free T3 and PT. V/e think that, the decreased level of free T3 , is a manifestation of decreased liver tissue capacity and tike PT it can be used as a hepatic failure index.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
İbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Gülay Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
ZIvc And Copper Levels In Serum Of ChIldren WIth. Growth Hormon DefIcIency
Temmuz 1986 - Haziran 1987 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 14 hipofizer dwarfizm vakası ile 14 kontrol grubunda serum çinko ve bakır seviyeleri araştırıldı. Takvim yaşı ile kemik yaşı arasındaki ilişki incelendi. Hipolizer dwarfizmli hastalarda çinko seviyeleri ortalama 69.286-T 3.086 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 79.429:F-3.291 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli idi. (P<0.05). Serum bakn seviyeleri hasta grubunda ortalama 133.286-T8.754 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 100.813=7-4.845 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli bulunmuştur. (P <0.01).
Serum zinc and copper levels were investigated in 14 pituitary dwarfism cases and 14 control groups who applied to the Selcuk University Medical Faculty Pediatric Outpatient Clinic between July 1986 and June 1987. The relationship between the calendar age and bone age was examined. Zinc levels in patients with hypoglycemic dwarfism averaged 69.286-T 3.086 ugr / 100 ml., In the control group 79.429: F-3.291 ugr / 100 ml. found as. The difference between the two groups was statistically significant. (P <0.05). Serum bacterial levels averaged 133.286-T8.754 ugr / 100 ml in the patient group and 100.813 = 7-4.845 ugr / 100 ml in the control group. found as. The difference between the two groups was found to be statistically significant. (P <0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cerrahi Gama Prob Kılavuzluğunda Ektopik Yerleşimli Hiperplazik Paratiroid Bezinin Eksizyonu
Gonca Kara Gedik, Buğra Kaya, Adnan Kaynak, Oktay Sarı
Olgu sunumu
Özeti
Cerrahi Gama Prob Kılavuzluğunda Ektopik Yerleşimli Hiperplazik Paratiroid Bezinin Eksizyonu
Gamma Probe GuIded EctopIc HyperplastIc ParathyroId Gland ResectIon
Ektopik olarak sternum altına yerleşmiş hiperplazik paratiroid bezinin teknesyum 99m metoksiisobutilisonitril (Tc-99m MIBI) paratiroid sintigrafisi ile lokalizasyonu ve gama prob eşliğinde total eksizyonunun sunulmasıdır. Koroner arter hastalığı nedeniyle takip edilen 49 yaşında erkek hastaya primer hiperparatiroidizim nedeniyle Tc-99m MIBI paratiroid sintigrafisi çalışması yapıldı. Sintigrafik çalışmada ektopik olarak mediastende tiroid bezi alt kesiminde lokalize olmuş patolojik paratiroid dokusu saptandı. Koroner arter by-pass cerrahisi planlanan hastada eş zamanlı olarak ektopik hiperplazik paratiroid dokusunun çıkarılması kararı alındı. Cerrahi girişimden 2 saat önce 20 mCi Tc-99m MIBI enjeksiyonu yapıldı. Girişim esnasında gama prob kılavuzluğunda lezyon bulunarak eksize edildi. Histopatolojik inceleme paratiroid hiperplazisi olarak değerlendirildi ve takipte serum kalsiyum ve parathormon düzeylerinin normale döndüğü tespit edildi. Tc-99m MIBI paratiroid sintigrafisi ve gama prob kılavuzluğunda gerçekleştirilen paratiroid cerrahisi, ektopik paratiroid patolojilerinin lokalizasyonunu ve cerrahi eksiziyonunu kolaylaştırmaktadır.
The aim of this case report is to present an ectopically localized retrosternal hyperplastic parathyroid tissue which was resected successfully with the guide of gamma probe after localization by technetium 99m methoxyisobutylisonitril (Tc-99m MIBI) parathyroid scintigraphy. (Tc-99m-MIBI) parathyroid scintigraphy was performed for primary hyperparathyroidism in a forty nine-year-old male patient with a history of coronary artery disease. Scintigraphy depicted ectopic parathyroid tissue which was localized in the mediastinum inferior to the thyroid gland. Excision of the pathologic parathyroid tissue was planned in the same session of the coronary artery bypass surgery. During the operation day, 20 mCi Tc-99m MIBI was was injected 2 h before the operation. Lesion was found in substernal region with the guide of gamma probe in operation. Histopathological examination was reported as parathyroid hyperplasia and the levels of serum calcium and intact parathormone were returned to normal after surgery. With the help of Tc-99m-MIBI parathyroid scintigraphy and gamma probe guided parathyroid surgery, localization and surgical excision of ectopic parathyroid patholoiges is become easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnterloonler
Gülüzar Akyol, A. Zeki Şengil, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
İnterloonler
Interloons
Vücudun virüsler, bakteriler gibi yabancı mikroorganizmalara karşı savunması doğal ve edinsel immuniteyle sağlanır. Bu bağışıklık sisteminin etkinliği sitokin adı verilen protein yapılı hormonlar tarafından düzenlenir.
The body's defense against foreign microorganisms such as viruses and bacteria is provided by natural and acquired immunity. The activity of this immune system is regulated by protein hormones called cytokines.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talat Yurdakul
Olgu sunumu
Özeti
A Case Report: A Hcg SecretIng TestIcular SemInoma DIscovered DurIng RoutIne InfertIlIty EvalutIon
Rutin infertilite değerlendirilmesi sırasında tanı konulan Human Koryonik Gonadotropin sekrete eden testiküler seminoma olgusu sunulmuştur. Sperm sayı ve motilitesi normal olmasına rağmen, yıkama sonrası sperm swim-up sonuçları normalden oldukça düşük idi. Bu değerler orşiektomiden sonra normale döndü.
We present a human chorionic gonadotropin producing testicular seminoma case which was discovered during infertility evaluation. Although sperm count and motility were normal, postwash sperm swim-up results were poor that returned to normal after orchiectomy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Hıperparatiroidızm Ve Cerrahı Tedavısı
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Ahmet Kaya, Şükrü Bülent Özer, Mikdat Bozer, Özden Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Hıperparatiroidızm Ve Cerrahı Tedavısı
PrImary HyperparathIroIdIsm And SurgIcal Treatment
S.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde 1986-1992 yılları arasında primer hiperparatiroidi tanısı ile ameliyat edilen 8 olgu sunulmuştur. 7 olguda serum kalsiyum ve parathormon seviye-si yüksekti. 1 olgu dışında digerlerinde serum kreati-nin seviyesi normaldi. Preoperatif dönemde 2 olguda US ile, 5 olguda US+CT ile bir paratiroid bezinde büyüme saptandı. 1 olguda herhangi bir paratiroid bezinde büyüme saptanamadı. Adenom olduğu düşünülen 7 olguda paratiroid gland eksizyonu uygu-landı ve nodüler guatr da saptanan 3 olguda aynı za-manda subtotal tiroidektomi de yapıldı. Iliperplazi düşünülen 1 olguda 3112 paratiroid bezi çıkartılarak subtotal paratiroidektomi uygulandı. Histopatolojik tatlılar tüm olgularda benign olarak saptandı.
In University of Selçuk, Faculty of Medicine, Department of Surgery, 8 cases operated with diagnosis of primary hyperparathyroidism between 1986-1992 were presented. The level of the serum calcium and parathormon were high in 7 cases. Except one case, the level of serum creatinin were normal. In preoperative period, it was found enlarged one parathyroid gland by US in 2 cases and by US+CT in 5 cases. It was not found any enlarged parathyroid gland in one case. It was performed parathyroid gland excision in 7 cases considered as adenoma and also performed subtotal thyroidectomy in 3 cases with nodular goitre. In one case considered as hyperplasia, it was performed subtotal parathyroidectomy by exicision of 3 112 parathyroid glands. The results of hystopathologic studies were benign in all cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner Arterıografıde Damar Tutulumu Gosteren Olgularda Testosteron Ve Dheaso4 Duzeylerı İle Hdl-C Arasındakı
Mehmet Gürbilek, Alaaddin Avşar, Mehmet Aköz, Bünyamin Kaptanoğlu, Süleyman Kaleli, Bayram Korkut
Araştırma makalesi
Özeti
Koroner Arterıografıde Damar Tutulumu Gosteren Olgularda Testosteron Ve Dheaso4 Duzeylerı İle Hdl-C Arasındakı
RelatIonshIp Between Hdl-C And Testosteron As Well As Dheaso4 Levels In Subjects WIth Ar-TerIal Involvement Documented By AnjIography
HDL-C metabolizmastmn ateroskleroz olu-Finutna herhangi hir erkisinin olup olmadtgint in-celeyen pek uk calqnza yapthnzitirfapilan ca-l7malarda ateroskleroza karcz koruyucu nfiiis oldu,Onu g5steren often& bulgular mev-iiiltur.Kadinlarda HDL-C seviyesinin erkeklerden tlAct ►iiksek oldiOu bildirilrni tir.Diisfik HDL-C se-rsirairr va.sam tarzina nu yoksa endojen hO•111011htfilla rare baglt oldugu bilinrnemektedir. • Biz de calqinalartmizda aterosklemtik koroner aster- hastahgt gelisirrri iizerine HDL-C ile erkek seks hortnonlart anistndaki araotrdik. Koroner aster hastaltgt (KAH), koroner ar-terio;rafi tle tesbit edilen ve damar tutulumuna gore bir, iki ve iic dantar hastaltgt grublart ye koroner ar-te•iogrigi ile damar tutulurnu gestermeven olgular kontrol grubu olarak secildi.Olgulartn serumlarinda total koiestercl, HDL-C,LDL-C, total tes-tosteron,serbest testosteron ye DHEA SO4 Olciimleri Tiim KAH olgularda HDL-C ile serbest tes-tcsteron arasinda onemli bir korelasyon bulundu
A number of study investigating effects of HDL-C metabolism on atherosclerosis formation have been performed. These studies have shown that HDL-C has a protective role against at-herosclerosis. It has been staded that HDL-C levels of women are higher than those of men. It is not known whether this lower level of HDL-C in men de-pends on their life-style or endogen sex hormones. In our study, we investigated effects of HDL-C and male sex hormones on atherosclerosis. Patients were classified into three classes according to the number of arteries involved by coronary angioraphy as one, two and three arteries. Control group was choisen from subjects not showing any arterial in-volvement. Levels of serum total cholesterol, HDL-C, LDL-C , total testosteron, free testosteron and DHEA SO4 were analyzed in all subjects. A significant cor-relation was observed between free testosteron and HDL-C levels of all patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aile Planlaması: Geleneksel Ve Modern Yöntemler
Deha Denizhan Keskin, Seda Keskin
Araştırma makalesi
Özeti
Aile Planlaması: Geleneksel Ve Modern Yöntemler
FamIly PlannIng: TradItIonal And Modern Methods
Kliniğimize başvuran hastaların kontraseptif yöntem kullanma
oranını ve kullanılan yöntemlerin yaş, parite, sigara gibi değişkenlerle
ilişkisini ortaya koymak. Çalışmamızda aile planlaması polikliniğinde
Ocak 2010 – Ocak 2013 tarihleri arasında muayane edilen 906 olgu
retrospektif olarak incelendi. Hastaların kullandığı kontraseptif metot,
yaş, evlilik süresi, parite sayısı, küretaj sayısı, sigara kullanımı
değerlendirildi. Kullanılan kontraseptif yöntemler geri çekme,
kondom, rahim içi araç (RİA), oral kontraseptif (OKS), kontraseptif
iğne ve tubal sterilizasyon olarak sınıflandırıldı. İstatiksel anazlizleri
yapıldı. Kontraseptif yöntem kullanma oranı %85 idi. Hastaların %
48’i modern bir korunma yöntemi kullanmakta idi. Geri çekme yöntemi
%37 ile en çok kullanılan aile planması yöntemi idi. Bunu sırasıyla
rahim içi araç (%17.5), kondom (%17), oral kontraseptif (%6.5),
tubal sterilizasyon (%3.8) ve kontraseptif iğne (%3.2) takip ediyordu.
Korunma yöntemi olarak 35 yaş ve altı grupta daha çok kondom,
oral kontraseptif ve geri çekme tercih edilirken; 35 yaş üstü grupta
daha çok rahim içi araç, kontraseptif iğne ve tubal sterilizasyon
kullanılmakta idi. Bölgemizde herhangi bir aile planlaması yöntemini
kullanma oranı Türkiye verilerine göre daha yüksek saptandı. Ancak
buna rağmen modern bir yöntem kullanma oranı Türkiye ortalaması
düzeyinde idi. Toplumda yüz yüze yapılan eğitimlerle aile planlaması
bilinç düzeyi yükseltilebilir. Özellikle geri çekme metodunu kullanan
hasta grubu modern aile planlaması yöntemleri kullanma konusunda
bilinçlendirilmelidir.
To puth forward the rates of using contraceptive methods and
to find out relationships of used methods with age, parity, cigarette
smoking. In our study, 906 patients were analysed retrospectively
who applied to family planning clinic between January 2010 - January
2013. Contraceptive methods age, duration of marriage, parity,
number of curretage, cigarette smoking behaviours were evaluated.
Contraceptive methods were classified as coitus interruptes,
condom, intrauterine device (IUD), oral contraceptives, other
hormonal contraceptive methods and tubal sterilisation. For analysis
of datas, SPSS version 16 was used. The rate of using contraceptive
method was 85%. Fourty eight percent of patients were using a
modern contraceptive method. Coitus interruptes was the mostly
used family plannning method with a rate of 37%. In turn, intrauterin
device (17.5%), condom (17%), oral contraceptives (6.5%), tubal
sterilisation (3.8%) and hormonal contraceptive injections (3.2%)
were following coitus interruptes method. In patient under 35 years
old group mostly used method was condom, oral contraceptives and
coitus interruptes; while in patient group below 35 years old IUD,
contraceptive injections and tubal sterilisation was the mostly used
methods. In our region, the rate of using anyone of contraceptive
method was higher than the Turkey’s data. But rate of using a modern
contraceptive method was near to mean data of Turkey. In society,
conciousness of family planning may have been increased with face
to face education programmmes. Especially, patient group of using
coitus interruptes method must be rendered concious about modern
family planning methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
InvestIgatIon Of Grovvth Hormone In PatIents VvIth KernIcterus.
Bilirübin ensefalopatisi veya kernikterus, indirek bilirübinin beyini etkilemesi ile ortaya çıkar. Bunun sonucunda bazı hastalarda beyin felci ve sağırlık gelişir. Bu çalışma kernikterusun önceden araştırılmamış bir yönünü, büyüme üzerine etkisini incelemek amacı ile gerçekleştirildi. Araştırmada, yenidoğan (YD) döneminde kernikterus teşhisi konulanlar (22 vaka), kan değişimi yapılıp kernikterus belirtisi olmayanlar (18 vaka), sadece fototerapi uygu lananlar (14 vaka ) ve YD döneminde sarılık geçirmemiş çocuklar (15 vaka) ortalama 21 aylıkken incelendi. Bütün vakalara tam kan, tam idrar, kan şekeri ve büyüme hormonu(BH) tahlilleri yapıldı. Büyüme hormonu tayini için bütün vakalara L-Dopa uyarı testi uygulandı. Kernikterus teşhisi konulan gruptaki 6 hastada belirgin sinir sistemi bozukluğu vardı. Bunların 5’ inde büyüme ger iliği tesbit edilirken, diğer gruplardaki hiçbir vakada büyüme geriliği yoktu (p<0.01). L-Dopa uyarı testi sonuçları 0. ve 90. dakikadaki BH seviyesinin kernikterus teşhisi konulanlarda diğerlerine göre düşük olduğunu gösterdi (p<0,05). Araştırmamız kernikterus geçirmiş vakalarda büyüme geriliği görülebileceği, bunun nedenlerinden birinin de beslenme bozukluğu ve hormon değişikliklerine ait olabileceğini düşündürmüştür. Hormon değişikliklerinin tam olarak anlaşılabilmesi için başka çalışmalar gerekmektedir.
Bilirübin encephalopathy or kernicterus is a neurologic syndrome resulting from the deposition of uncongugated bilirübin in brain celis. Features of kernicterus may include cerebral palsy and deafness. The purpose of this research was to investigate the effects of kernicterus on grovvth and grovvth hormone. Our research included 22 patients with kernicterus, 18 patients vvho had exchange transfusions but having no features of kernicterus, 14 patients who had only phototherapy, and 15 patients vvho had no jaundice during neonatal period vvho vvere inves- tigated at 21 months old (mean age). Ali patients had complete blood count, urine analysis, glucose, and grovvth hormone. We observed overt neurologic abnormalities in 6 patients vvith kernicterus. There vvas grovvth retardation in 5 of 6 infants vvith neurologic abnormalities. There vvas no grovvth retardation in other patients. Our research has indi- cated that there may be grovvth retardation in patients vvith kernicterus and the reason for this may be nutritional disorders. More investigations must be done in order to understand the abnormalities in grovvth hormone in patients vvith kernicterus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Polikistik Over Sendromunda D Vitamini Seviyesinin
hormonal Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
Suna Kabil Kucur, İlay Gözükara, Havva Yılmaz, Ayşenur Aksoy, Eda Ülkü Uludağ, Hülya Uzkeser, Yasemin Kaya, Esra Ademoğlu, Ayşe Çarlıoğlu, Şenay Arıkan
Araştırma makalesi
Özeti
Polikistik Over Sendromunda D Vitamini Seviyesinin
hormonal Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
CorrelatIons Of VItamIn D Level WIth Hormonal And BIochemIcal
parameters In PolycystIc Ovary Syndrome
Polikistik over sendromu (PKOS) hastalarında 25(OH)D
düzeyi ve bunun hormonal ve biyokimyasal parametrelerle ilişkisini
değerlendirmek. Çalışmaya Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine
Mayıs - Ekim ayları arasında başvurmuş 33 PKOS tanısı almış hasta
ve 42 yaş ve vücut kitle indeksi (VKİ) uyumlu kontrol grubunu içeren
toplam 75 olgu katılmıştır. Erken folliküler fazda 12 saat açlık sonrası
total testosteron (TT), serbest testosteron (fT), 25 Hidroksi D vitamini
(25(OH)D), Dihidroepiandrostenedion sülfat (DHEAS), LH, FSH, tiroid
stimulan hormon (TSH), kortisol ve 17αOH-progesteron, açlık kan
şekeri (AKŞ) ve insülin için kan örneği alındı. HOMA-IR (açlık kan
şekeri x açlık insülini / 405) hesaplandı. PKOS hastalarında kontrol
grubuna göre 17αOH progesteron ve 25(OH)D seviyeleri istatistiksel
olarak anlamlı düşük bulundu (p<0.01). Serum LH, LH/ FSH TT, FT,
insulin, ACTH ve DHEAS seviyeleri PKOS grubunda anlamlı derecede
yüksek bulunmuştur (p<0.01). 25(OH)D düzeyi ile PKOS, LH/FSH,
TT, fT, DHEAS ve FGS arasında negatif korelasyon izlenirken,
25(OH)D seviyesi ile yaş, VKİ ve insülin direnci arasında anlamlı
bir korelasyon bulunmadı. Çalışmamızda PKOS grubunda kontrol
grubuna göre vücut kitle indeksinden bağımsız olarak D vitamini
düzeyinin istatistiksel olarak ciddi düşük olduğu gözlendi. 25(OH)D
seviesinin hiperandrojenik tablo ile korele olduğu gözlendi. Düşük
serum 25(OH)D düzeyinin PKOS hastalarında semptomları arttıracağı
düşünülebilir. PKOS’ un yönetiminde D vitamini takviyesinin hormonal
ve klinik parametrelere etkisini araştıran geniş girişimsel çalışmalara
ihtiyaç duyulmaktadır.
To investigate the level of 25(OH)D and association between
25(OH)D level and hormonal-biochemical parameters in Polycystic
ovary syndrome (PCOS). Thirty three patients diagnosed with PCOS
and 42 age- body mass index (BMI) matched control group admitted
to Bolge Training and Research Hospital from May to October were
included in the study. Serum total testosterone (TT), free testosterone
(fT), 25(OH)D, dihydroepiandrostenodione sulphate, LH, FSH, thyroid
stimulating hormone (TSH), cortisol, 17αOH-progesterone, fasting
glucose, insulin levels were evaluated after 12 hour fasting. HOMA-IR
(fasting glucose level x fasting insülin / 405) was calculated. Serum
17αOH progesterone and 25(OH)D levels were significantly lower in
PCOS group (p<0.01). Serum LH, LH/ FSH TT, FT, insulin, ACTH,
and DHEAS levels were significantly higher in PCOS group (p<0.01).
There was statistically significant negative correlation of 25(OH)D
levels with PCOS, LH/FSH, TT, fT, DHEAS ve FGS. There was no
statistically significant correlation between 25(OH)D levels and age,
body mass index and insulin resistance. The results of this study
indicated that vitamin D deficiency is highly prevalent among women
with PCOS independent of body mass index. We also demonstrated
that vitamin D deficiency was correlated with hyperandrogenism in
PCOS women. Low serum 25(OH)D levels might exacerbate PCOS
symptoms. Large intervention trials are needed to evaluate the effect
of vitamin D supplementation on hormonal and clinical parameters in
PCOS women.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizması
İbrahim Erkul, M. Emin Özdoğan, Aydın Aytaç
Araştırma makalesi
Özeti
Tam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizması
Glucose HemeostasIs In ChIldren WIth CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Açık kalp ameliyatı yöntemi ile total düzeltme uygulanan 13 siyanotik konjenital kalp hastası ve bu gruba kontrol olarak seçilen 5 asiyanotik konjenital kalp hastası üzerinde çalışıldı. Her iki grupta preoperatif ve postoperatif devrelerde oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi ve glukagon tolerans testleri yapıldı. Siyanotik grupta preoperatif açlık kan şekeri değerleri ile postoperatif açlık kan şekeri değerleri arasında, oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi, glukagon tolerans testleri sonuçlarına göre istatiksel olarak önemli fark bulundu. Asiyonetik konjenital kalp hastalarında böyle bir fark izlenmedi. Bu hastalarda gözlenen hipogliseminin, anormal bir glikoregülatör hormon sekresyonuna bağlı olabileceği gibi, daha büyük bir ihtimalle glikojenolitik veya glikoneojenetik enzimatik yollardaki bir bozukluktan meydana gelebileceği sonucuna varıldı.
13 cyanotic congenital heart patients who underwent total correction by open heart surgery method and 5 acyanotic congenital heart patients selected as control for this group were studied. Oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests were performed in both groups in the preoperative and postoperative periods. A statistically significant difference was found between preoperative fasting blood glucose values and postoperative fasting blood glucose values in the cyanotic group according to the results of oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests. No such difference was observed in patients with acionetic congenital heart disease. It was concluded that the hypoglycemia observed in these patients may be due to an abnormal glycogulatory hormone secretion or more likely to be caused by a defect in the glycogenolytic or gluconeogenetic enzymatic pathways.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Empotanslarda Venöz Kaçakların Farmakokavernozografi İle Belırlenmesı
Kadir Yılmaz, Veli Sututan, Halim Bozoklu
Araştırma makalesi
Özeti
Empotanslarda Venöz Kaçakların Farmakokavernozografi İle Belırlenmesı
The DetermInatIon Of Venous Leakage By Pharmacocavernosography In Lınpotent Ma Le PatIents
Nisan 1989 - Temmuz 1990 yılları arasında S.Ü. Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalına empotans şikayeti ile müracaat eden ve yaşları 18 ila 65 arasında (yaş ortalaması 37) değişen 15 erkek hasta ile Tıp Fakültesinde öğrenci veya klinikte yalan po-tent kişilerden seçilen ve yaşları 18-62 arasında (ortalama 36.36) olan 19 kişi kontrol grubu olarak çalışma kapsamına alındı. Empotanslı grubun ve kontrol grubunun kanlartnda; prolaktin, total testos-teron FS11 ve L11 bakıldı. Empotanslı grubun ve kontrol grubunun fossa navikülaris ateşi ve sublin-gual ateşleri ölçüldü. Empotanslt gruba farmakoka-vernozografi ve perfüzyon farmakokavernozografi yapıldı. Iler iki grubun hormonal değerlerinin mukayese-sinde sadece FSII empotanslı grupta anlamlı şekilde yüksek bulundu. Empotanslı gruba yapılan farmakokavernozograll ve perfüzyon farmakokavernozografikrde bir kişide venöz kaçak tespit edildi. Fossa navikülaris ateşi ve sublingual ateşin değerlendirilmesinde iki grup arasındaki fark anlamsız bulundu.
Between april 1989 to july 1990. 15 male impo-tent patients who applied ta the hospital of Selçuk University were investigated at our eiınıc. Patknts were al ages of betwecn 18 and 65 (mean 37) 19 male between 18 and 62 years old were taken as control group (mean 36). Prolactin, (ola/ testosteron, FS1I and LH levels in the blood of male patients with impotence and control group were ıneasured at our hospital. Only FS11 was high in male impotent patients. In addition su.blingual temperatur and fossa navicularis tempera-ture were determined in both group but there was not an important dillerence. Pharmacocavernosography and poilısion pharmacocavernosography was made in a male patient with impotence, who had venous leaknge.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnfertil Kadınlarda Prolaktin Testosteron Kortizol Ve Dehidroepiandrosteron Sulfat Hormonlarına Çinkonun Etkisi
Mehmet Cengiz Çolakoğlu, A. Vahap Özen, İrfan Karslıoğlu, Tijen Erçal
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnfertil Kadınlarda Prolaktin Testosteron Kortizol Ve Dehidroepiandrosteron Sulfat Hormonlarına Çinkonun Etkisi
Effect Of ZInc On ProlactIn, Testosteron, CortIzol, DehIdroepIandrosteron Suı,fat Hormones Who Had PrImary Infertılıty
Primer infertilitesi bulunan ve serum çinko değerleri düşük 11 vakaya çinko verilerek serum çinko düzeyleri normale döndürülmüştür. Çinko düzeyleri düşükken ve normale döndükten sonraki PRL, Testosteron, Kortizol ve DHEAS hormon miktarları tayin edilmiştir. Çinko verildikten sonraki serum çinko düzeyindeki artış istatistiki olarak anlamlı, çinkodan önceki ve sonraki hormon değerleri arasındaki fark anlamsız bulundu. Çinko değerinin yükselmesinin kısa sürede hormon değerlerini değiştirmeyeceği kanaatine varıldı. Kontrol grubu çinko değeri primer infertilite grubundan yüksek olmasına rağmen yine de normal serum çinko düzeyinin altında idi.
We invesitgated eleyen patients who had primary infertility and deficiency. Zinc were giyen to those patients and normal serum consantrations were obtained. Prolactin, Testosteron, Cortisol 132hydroepiandrosteron sulphate hormones iwere estimated before after zina treatment, and there were no differences observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Paratiroid Yetersizliğinde, Selektif Antral Vagotomi İle Kombine Mezenterik Kaval Şantın Değeri
Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Paratiroid Yetersizliğinde, Selektif Antral Vagotomi İle Kombine Mezenterik Kaval Şantın Değeri
The Value Of Mesenterıc Kaval Shunt Combıned Wıth Selectıve Anthral Vagotomy In Parathyroıd Insuffıcıency
Paratiroidektomiden sonra meydana gelen hipokalsemiye bağlı tetani krizlerini önlemek için, bir çok çalışmalar yapılmıştır. Bunlar en basitinden en komplikesine kadar, intravenöz kalsiterapi, parathormon ekstreleri kullanımı, paratiroid greftleri uygulaması şeklinde sıralanabilir. En gelişmiş yöntem olarak kabul edilen greft implantasyonlarının, ömürsüz oluşu, alerjik reaksiyonlara neden olması, araştırıcıların immun antijenleri drene etmek amacı ile portakaval anastomoz metoduna yönelmesine neden olmuştur. Bu arada porta-kaval anastomozun, paratiroidektomili hayvanlarda, kan kalsiyumu düzeyine olumlu etki yaptığı ve ancak aynı zamanda kalsiyumdan zengin diyetle hipokalseminin giderildiği görülmüştür.
Many studies have been conducted to prevent tetany crises due to hypocalcemia occurring after parathyroidectomy. These can be listed as, from the simplest to the most complicated, intravenous calcitherapy, use of parathyroid hormone extracts, application of parathyroid grafts. The fact that graft implantations, which are considered to be the most advanced method, are lifeless and cause allergic reactions have led researchers to turn to the portacaval anastomosis method to drain immune antigens. Meanwhile, it has been observed that the porta-caval anastomosis has a positive effect on the blood calcium level in animals with parathyroidectomy and at the same time, the hypocalcemia is eliminated with a calcium-rich diet.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İsofluran Ve Propofol Anestezisinin Serum Tsh, T3, T4 Düzeylerine Etkilerinin Karşılaştırılması
Selmin Ökesli, Ateş Duman, Hülagü Barışkaner, Ali Kart, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
İsofluran Ve Propofol Anestezisinin Serum Tsh, T3, T4 Düzeylerine Etkilerinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of The Effects Of Isoflurane And Propofol AnaesthesIa On Serum Tsh, T3 And T4 Levels
Cerrahi ve anestezinin endokrin fonksiyona etkileri iyi bilinmektedir. Ancak propofol anestezisinin tiroid fonksiyonuna etkilerini içeren detaylı bir çalışmaya rastlayamadık. Amacımız propopofol anestezisinin tiroid hormonları üzerine etkilerini araştırarak, isofluran anestezisi ile karşılaştırmaktır. ASA l-ll sınıfı, ötiroid, başka endokrin bozukluğu olmayan 30 olguda çalışma gerçekleştirildi. Rutin premedikasyon uygulanan olgularda indüksiyon 1. grupta (n=15) İ.V. 0.05 mg fentanil, 5-7 mg/kg tiyopental, II. grupta (n=15) İ.V. 0.05mg fentanil, 2 mg/kg propofol ile yapıldı*. 1 mg/kg süksinilkolin ile entübe edilen olgularda 1. grupta % 1-1.5 isofluran, II. grupta 6-10 mg/kg/saat propofol ve %50 02 + % 50 N2O ile anestezi idamesi uygulandı. Kas gevşemesi atrakuryum ile sağlandı. Serum TSH, T3, T4 ( Total, Serbest) düzeylerini saptamak için kan örnekleri indüksiyon öncesi ( kontrol) , sonrası, intraoperatif 1 .saat postoperatif 2. ve 24. saatlerde alındı. Kemilüminesans yöntemi ile elde edilen veriler student's t ile istatistiksel olarak değerlendirildi. p<0.05 Anlamlı kabul edildi. (p< 0.01) (p< 0.05). Gruplar arası karşılaştırmada 1. Gruptaki bu düşme anlamlı. Her iki grupta TSH serum düzeyleri değişmedi. Grup 1'deki postoperatif 24. saatteki T T3, FT3 serum düzeylerindeki düşme anlamlı idi (p< 0.05). TT4 serum düzeylerinde 1. grupta intraoperatif 1. saatte anlamlı yükselme oldu( p< 0.05). Gruplararası fark analizinde bir anlamlılık yoktu. F T4 serum düzeylerinde 1. grupta intraoperatif l.saat ve postoperatif 2. saatte anlamlı yükselme ( p < 0.01) (p< 0.05) tespit edildi. Gruplar arası karşılaştırmada FT41eki bu yükselmeler anlamlı bulundu (p<0.01) (p<0.05). Sonuç olarak,propofolun hipertiroidi hastalar güvenle kullanılabilecek, isoflurana iyi bir alternatif ajan olduğu kanısına varıldı.
The effects of surgery and anaesthesia on endocrine functions are well known. Hovvever detailed studies about the effects of propofol on thyroid functions are absent. The aim of this study is to study the effect of propofol anaesthesia on thyroid hormones and to compare it with isoflurane anaesthesia. This study was performed on ASA l-ll class.euthyroid 30 patients vvithout endocrine pathologies. After premedication, induction was performed in the first group (n=15) with i.v. 0,05 mg fentanyl, 5-7 mg thiopental; in the second group (n=15) with i.v. 0,05 fentanyl, 2 mg/kgpropofol. Patients were intubated with i.v. 1 mg/kg succinylcholine, maintenance was done with %1-1,5 isoflurane %50 O2-%50 N2O + atracurium in the first group and 6-10 mg/kg/h propofol + %50 O2+%50 N2O atracurium in the second group. Blood samples were obtained before induction(control), after induction, first hour intraoperatively on postoperative 2nd and 24 th hours chemiluminesance method was used for the plasma TSH,TT3, FT3,İ7'4, FT4 analyses. The TSH serum levels did not change in both groups. A significant decrease in TT3, FT3 serum levels in the 24th hour postoperatively was observed in the first group (p<0,01), (p<0,05).This decrease, in the first group was significant betvveen the groups (p<0,05). Significant increases in serum TT4 levels occured first hour intraoperatively in the first group (p<0,05). No difference was found betvveen the groups. Asignificant increases in serum FT4 levels was recorded in the 1st hour intraoperatively and 2nd hour postoperatively in the first group(p<0.01) (p<0.05)The increases was significant betvveen the groups (p<0.01)(p<0.05). We conclude that propofol is saf e alternative agent to isoflurane in hyperthyroid patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Estrojen Ve Progesteron Tedavisi Yapılan Ovariektomill Sıçanlarda Ritodrin Ve Nikardipinin Tokolit.ik Etkilerinin Karşılaştırılması
Mehmet Kılıç, Ayşe Saide Şahin, Kısmet Esra Atalık, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Estrojen Ve Progesteron Tedavisi Yapılan Ovariektomill Sıçanlarda Ritodrin Ve Nikardipinin Tokolit.ik Etkilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of Tocol_ytIc Effects Induced By RItodrIne And NIcardIpIne In OvarIectomIsed Rat Treated WIth Ist-Rogen And Progesterone
izole sıçan uterusunda yapılan bu in virrt) çalışmada, kasıcı ajan olarak kullanılan asetilkolin 114). ak-sitosin (100 ınUlml) ve KC1 (80 tıni,UL, btı,,;11 kastlinalunn ritodrin ve nikardipin gibi uterıts gerşetici hibisyonunda hormonal durumdaki değğinılerin eı.kinki,q araştırılmıştır. Kontrol grubundaki 1-ıavvatılura çalışmada /2 24 saat önce 1 ınglkg dozunda estradiol benzont bir grup sıçanda ise ovariekronıi yupıldıknın sonra 9. - /2. günler arası estradiol benzoat (1 tugıkg.,,,,iiııı re 13. - günler arast da yukarıda belirtilen dozda estrojenle progesteron (1 mg/kgigibıl ıtygulanınışur. Dokular temparatürii 37 'C'de sabit tutulan ve karboten ile sürekli gazlandırılan de Jalon soliisyontı içerisine ainırmş ve ce-vaplar izotonik olarak kaydedilmişrir. Kontrol ve ovariektonıi yapılan sıçan ,fır-ırplaruıda ase-tilkoline ait p132 değerleri arasında anlamlı bir fark bu-lunamamıştır. Asetilkolinle elde edilen kasılnıaların üç farklı konsantrasyonda ritodrin veya nikardipink <10-- 8,10-7,10-6 _M) inhibi.syonunda. ritodrin deneme grubunda daha etkin bulunmuştur. Submaksimal konsantrasvonda (3.10-5 M) uygulanan asetilkolhıe ba;t:,fr kasdına ce-vaplarında ritodrinie elde edilen % maksimum gevşente cevapları _farksız olduğu halde deneme grubunda ritodr-in için hesaplanan IC50 ve 11,2 de.1.-f.erleri daha düşük bu-lunmuştur. Benzer durum nikardipin-ıseıilkolin et-kileşmesi için de geçerlidir. Ritodrin veya nikardipin 10-7. 3.Ifı 10-" oksitosinle elde edilen kasılma cevaplarını denenıe gru-bunda daha güçlü bir şekilde anıagoni:c etmiştir. Benzer şekilde potasyum kloriirle elde £niiletı 4-ısıbıut vaplarının inhibisyonunda tia nikardipin deneme gru-bunda daha etkin bulunmuştur. Sonuçlar, ritodrinin asetilkolin ve oksitosinle elde edi-len kasdniaları deneme grubunda daha belirgin olarak an-tagonize ettiğini. nikardipin-asetilkolin etkileşmesinin hor-monal duruma göre farklılık gösterınedi_i;iııi. buna karşın nikardipinin oksitosin ve potasyum klorfirle oluşturuhm kasılmalart deneme grubunda daha belirgin bir şekilde in-hibe ettiğini göstermektedir. Ayrıca denenıe grubunda ok-sitosin ile oluşan kasılma cevapları üzerine nikarlipinitı inhibitör etkileri ritodrine oranla daha yüksek bu-lunmuştur.
An in vitro sıudy was designed carry out a corn-parative suni]; ta show the antagonistic effect of ritodrine and nicardipine against acetylcholine-, o.xytocin- and INCI-induced contractions in isolated t-at uterus, treated with hormones estrogen or estrogen and progesterone. ln control groups rats were treated with 1 nıglkg est-radiol benzoat 24 hrs. prior ta excision of uterus. On the other hand. the trial group of reis were ovariectomised 9. - 12. davs before estradiol benzoat treatment and tü the sanıe group of rats estradiol benzoat plus progesteron was administered between 13. - 16. clays. The two horns of the ııterus were placed irı isolated organ baths containing de Jalon solution maintained at 37 'C and aerated with 95 % and 5 % CO2 gas mixture. In both control and ovariectomized rats, pD2 values of aceıyicholitıe were not statistically significant. The in-hibirion induced by ritodrine and nicardipine (10-8, 10-7, 10.-" M) in the contractions initiated by acerylcholine was evaluated. Ritodrine was Pim(' ta be more effective on the trial group. Mat-imal percent relaxations caused by ri-todrine and nicardipine were similar in the preparations precontracted by submaximal concentration of acetyl-eholine (3.10-5 Al'). In trial group IC50 and t112 values of ritodrine and nicardipine were than those of control groııps. The inhibition of orytocin-induced contractions by ri-todrine and nicardipine was more protıounced in trial group than control group. Similarly, the inhibition of KCI-induced contraction by nicardipine was clearly more ef-fective on trial group. Results showed that acetyicholine- and oxytocin-induced contractions were antagonized more ellectively by ritodrine in trial group. Tvvo dijferent hormonal tre-anwents did not affect nicardipine-acetylcholine in-teraction, however, oxvtocitı- and KCI- induced cont-ractions were Inhibited by nicardipine more clearly irt control group. Furthermore, in trial groups the inhibitory effect of nicardipine orz oxytocin-induced contractions was greater thall those of ritodrine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Sağlıklı Ve Tip Iı Diabetes Mellituslu Kışılerde Tiroidle Ilgılı Serum Hormon Düzeylerının Karşılaştırılması
Mustafa Ünaldı, Said Bodur, Ahmet Çığlı, Aykut Çağlayan, Mehmet Aköz, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Sağlıklı Ve Tip Iı Diabetes Mellituslu Kışılerde Tiroidle Ilgılı Serum Hormon Düzeylerının Karşılaştırılması
A ComperatIve AnalysIs Of Serum ThvroId Hormone Levels Of TIp Iı DIabetIcs And Healthy Subjeets In Konya And SurroundIngs
S. Ü. Tıp Fakültesinde yapılan bir çalışmayla sağlıklı kontrol grubu (normal) ve Tip 11 diabetes mellitus (DM)rhı kişilerde (diabetiklerde) tiroidle il-gili hormonların serum düzeyleri incelendi. Kontrol ve diabetiklerde cinsivete göre serum total tiroksin (rota! T4,1T4 ), total triiyodotironin (rota! T3,77'3 ), serbest tiroksiıı (serbest T4, free thyroxine, FT4), serbest triivodotironin (serbest T3, free triiodoth•l-ronine, FT3) ve tiroid salgılatıcı hormorı (TSH) dü-zeyleri yönünden. önemli bir farklılık bulunamadı (p>0.05). Diabetik kadınların serum 77-4 ve FT4 düzeyleri sağlıklı kadınlardan daha yüksek, FT3 düzeyleri daha düşük bulundu (p>0.05). Mabet& erkeklerde kontrollere göre 17'3 düzeyleri önemli derecede düşük (p<0.01) ve 77-4, F7-4, FT3, TSH düzeyleri arasındaki fark önemsiz (p>0.05) bulundu. Bulgularımız literatür bulguları ile karşılaştırıldı.
Serum rhvroid horrnone levels of heallhy indivi-duals and tip Il diaberic patients were deterınined. There was no difference between1T4, 17'3, FT4• FT3 and TSH levels of both groups. TT4 and FT3 levels of diaberic women were higher, while FT3 levels were lower than those of healthv woınen (p<0.05). Also, TT3 levels of diaberic men were lower (pc0.01 ) than that of healthy men. Our results are discussed and compared with li-terature findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalp Hucrelerınde Ca2+ Homeostazısı
İsmail Meral, Suat Ekin
Araştırma makalesi
Özeti
Kalp Hucrelerınde Ca2+ Homeostazısı
Ca2 + Homeostasıs In Heart Cells
izole edilmi§ doku ye hticreler spesifik ilac, hor-mon ve norotransmitterlerin hticresel me-kanizmalarint ara§tirmak -igin Amerika ye Avrupa `da oldukca fazla kullandmaktadir. Hatta tek hir hiicre izole edilcrek ultraviyolc t§tgina duyarli spe-si li k iyon boyalan ile hoyanmakda ve komputerize elektron mikroskobu ile ge§itli maddelerin hiicre fizerindeki kimyasal etkileri incelenmektedir, izole edilmi§ hticreler He cali§abilmek icin ise o hticrede hulunan iyon kanallan ve transpor proteinlerinin fonksiyonlart ve hu fonkiyonlara ctki eden liziksel ve farmakolojik etkilerin cok iyi bilinmesi eerelunektedir. Bu nedenle hir hiicrede iyon ho-meostasinin mist! olu§tugunun tam olarak an-tilkemizde de izole hiicre kullantlarak yapilacak cali§malarin daha fazla yogunla§masma neden olacakttr
Isolated tissue cells are used extensively in America and Europe to investigate the cellular mechanisms of specific drugs, hormones, and neurotransmitters. Even the chemical effects of various substances on the fizer are examined with the use of ultraviolet-sensitive ion dyes that are sensitive to ultraviolet sparks, and with computerized electron microscopy, isolated cells. and the lysis and pharmacological effects of transport proteins on their functions and on these functions are well known. For this reason, the ion ho-meostasin mist! exactly how it is formed will cause more intensification of the studies to be carried out by using isolated cell in our an-fox.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tiroiditler
Mehdi Yeksan, F. Nurten Yeksan, Adil Kartal, Hasan Hüseyin Telli, Müfid İspanoğlu, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Tiroiditler
Thyroıdıtes
Tiroiditlere klinik pratikte sık rastlanmaz. Ancak troid bezinde simetrik veya asimetrik, ağrılı veya ağrısız büyüme ve sertlik tespit edilmesi halinde mutlaka tiroidit akla gelmelidir. Sintigrafik ve hormonal tetkiklerle beraber açık biyopsi yapılmalıdır. Bu yazıda 4 tiroidit vakası takdim edildi ve bu münasebetle tiroiditler gözden geçirildi.
Thyroiditis is rarely seen in clinic practice. However, i f thyroid gland is enlarged simetrically or asimetrically and hard, thyroiditis shoult be considered, biopsy shoult be done in addition to scintigraphic anr hor-monal investigations. in this report, it four cases with thyroiditis and was presented thyroiditis was reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melanokortin Peptidler
Ali Bilgiç, Neyhan Ergene
Araştırma makalesi
Özeti
Melanokortin Peptidler
MelanocortIn PeptIdes
Hipofız hormonlarından Adrenokortikotropik hormon (ACTH) ve Melanofor Stimulan Honnon'a (ot, B-MSH) ait peptidler kısaca MELANOKORTİN PEPTİD`ler olarak nitelendirilmektedir. Bu hor-monlann amino asit zincirleri endorfin ile birlikte biyolojik olarak inaktif elcildeki büyük prekürsör polipeptid proopiomelanokortin (POMC) molekülü içinde bulunmaktadır. POMC molekülü içinde ot, B-MSH ve ACTH1_36'nın tam zinciri ekle edilmiştir
Peptides belonging to the pituitary hormones Adrenocorticotropic hormone (ACTH) and Melanophore Stimulan Honnon (ot, B-MSH) are briefly described as MELANOCORTINE PEPTIDs. The amino acid chains of these hormones are contained in the large precursor polypeptide proopiomelanocortin (POMC) molecule in the biologically inactive messenger along with endorphins. Full chain of ot, B-MSH and ACTH1_36 has been added in the POMC molecule.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Testisden Tru-Cut İğne Biyopsisi İle Alınan Materyalin, Işık Ve Elektron Mikroskobu Bulgularının Karşılaştırılması
İbrahim Ünal Sert, Ali Acar, Cengiz Güven, Lema Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Testisden Tru-Cut İğne Biyopsisi İle Alınan Materyalin, Işık Ve Elektron Mikroskobu Bulgularının Karşılaştırılması
The ComparIson Of The MaterIals Removed From The Testes By Tru-Cut BIopsy-Needle And The FIndIngs Of LIght And Electron MIcroscope
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabi-lim Dalında 1989-1991 tarihleri arasında klinik pros-pektif çalışma şeklinde hormonal yapıları (FSH, LH, Testosteron, Östradiol, Prolaktin) normal olan 27 se-lektif yakaya Tru-cut silindir iğne biyopsisi uygu-landı. 11 vakadan hem ışık, hemde elektron tnikros-kobu incelemeleri için aynı testisden biyopsi alındı. Çalışmanın sonucunda elektron mikroskobunun daha ayrıntılı bulgular verdiği. iğne biyopsi tekniği ile elde edilen dokunun incelemeye yeterli düzeyde olduğu, histolojik bulguların testis fonksiyonunu belirlemede yeterli veriler gösterdiği tespit edildi.
Tru-cut cylinder needle biopsy was applied to the 27 selective cases which had normal hormonal structure of FSH, LH, Testosteron, Ostradiol, Prolactinps a clinical prospective study in Urology Department of Medical Faculty of Selçuk University from 1989 to 1991. Biopsy was taken from the same testes for both light and electron microscope examinations from 11 cases. At the end of the study, it was observed that electron microscope gave more detailed findings and the tissue obtained by needle biopsy technqie was enough to be examined and the histologic findings showed enough data to determine the testes function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Prostat Hiperplazisi Etyolojısinde Serbest Testosteron, Total Testosteron, Östradiol, Fsh, Lh Ve Yaşın Rolü
Halim Bozoklu, Kadir Yılmaz, Tamer Yazıcıoğlu, Atilla Semerciöz, Ahmet Öztürk, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Prostat Hiperplazisi Etyolojısinde Serbest Testosteron, Total Testosteron, Östradiol, Fsh, Lh Ve Yaşın Rolü
AgIng Related Levels Of Free Testosteron, Total Testosteron, EstradIol, FollIcle StImulatIng Ilormones, LuteInIzIng Ilormones And The Effect Of TheIr Levels On The EthIology Of BenIgn ProstalIe Hyperp
1989-1990 yıllarında Benign Prostat Hiperplazisi (BPH) nedeniyle müracaat eden, klinik ve labo-, ' ratuar tetkikleri ile BP11 teşhisi konan 30 erkek hasta ve kontrol grubu olarak seçilen 16 yetişkin er-kekte, 13P11 efyolojisinde rol oynadığı düşünülen hormonların serutrıdaki seviyeleri ölçüldü. Testoste-ron, östradiol, luteinize hormon (LH) ve yaşın BN] eiyolojisinde önemli rolleri olduğu tespit edildi.
Further laboratory studies carried out on 30 patients diagnosed as RP!! by the clinical evabiation. The levels of hormones that are thought ta be critical on the ethiology of 13P11 vere determin,,I and compared with those of 16 healthy control group. Overall reduction in testosteron and an increase in the levels of, follicle stimulating horrnones, luteinizing horrnones was found tobe statistically significant.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Prostat Hiperplazisi Etyolojısinde Serbest Testosteron, Total Testosteron, Östradiol, Fsh, Lh Ve Yaşın Rolü
Halim Bozoklu, Kadir Yılmaz, Tamer Yazıcıoğlu, Atilla Semerciöz, Ahmet Öztürk, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Prostat Hiperplazisi Etyolojısinde Serbest Testosteron, Total Testosteron, Östradiol, Fsh, Lh Ve Yaşın Rolü
AgIng Related Levels Of Free Testosteron, Total Testosteron, EstradIol, FollIcle StImulatIng Ilormones, LuteInIzIng Ilormones And The Effect Of TheIr Levels On The EthIology Of BenIgn ProstalIe Hyperp
1989-1990 yıllarında Benign Prostat Hiperplazisi (BPH) nedeniyle müracaat eden, klinik ve labo-, ' ratuar tetkikleri ile BP11 teşhisi konan 30 erkek hasta ve kontrol grubu olarak seçilen 16 yetişkin er-kekte, 13P11 efyolojisinde rol oynadığı düşünülen hormonların serutrıdaki seviyeleri ölçüldü. Testoste-ron, östradiol, luteinize hormon (L11) ve yaşın BN] eiyolojisinde önemli rolleri olduğu tespit edildi.
Further laboratory studies carried out on 30 patients diagnosed as RP!! by the clinical evabiation. The levels of hormones that are thought ta be critical on the ethiology of 13P11 vere determin,,I and compared with those of 16 healthy control group. Overall reduction in testosteron and an increase in the levels of, follicle stimulating horrnones, luteinizing horrnones was found tobe statistically signıficant.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Respiratuar Distres Sendromu
Rüstem Aşkın, Rahim Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Respiratuar Distres Sendromu
Respıratory Dıstress Syndrome
Akciğerler organizmanın oksijenizasyonunu ve karbondioksitin vücuttan atılmasını sağlarlar. Mit baz dengesinin sağlanması ve birçok vazoaktif hormonun arteriyel konsantrasyonunun düzenlenmesi bu organ tarafından sağlanır. Akciğerlerin_ normal şartlarda fazla olmayan bir mekanik stres altında ve düşük bir arteriyel basınç sistemine karşı çalışmaları, lenfatik sisteminin oldukça gelişmiş olması fonksiyonlarını daha kolay yerine getirmesini sağlar. Ancak akciğerlerin kapasitesinden daha ağır bir stres altına girmesi durumunda, or-ganizmanın tüm sistemlerini de etkiliyebilen ve sonuçta ölüme yol açabilen bir dizi olayların gelişebileceği ortaya konmuştur. Birçok etyolojik nedenle gelişebilen bu tabloya Respiratuar Distres Sendromu (RDS) denilmektedir.
The lungs provide oxygenation of the organism and the removal of carbon dioxide from the body. The maintenance of myth base balance and the regulation of arterial concentration of many vasoactive hormones are provided by this organ. The lungs work under normal mechanical stress and against a low arterial pressure system, the highly developed lymphatic system allows it to perform its functions more easily. However, it has been demonstrated that if the lungs are under more stress than their capacity, a series of events can develop that can affect all the systems of the organism and ultimately lead to death. This condition, which can develop for many etiological reasons, is called Respiratory Distress Syndrome (RDS).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atrial Natriuretik Peptidlerin Etkı Mekanizması
Fatma Şahin, Neyhan Ergene
Araştırma makalesi
Özeti
Atrial Natriuretik Peptidlerin Etkı Mekanizması
MechanIsms Of ActIon Of AtrIal NatrIuretIc PeptIdes
Atrial Natriüretik Peptidlerin (ANP) etki mekanizması üzerindeki araştırmalar De Bold ve grubu (1) tarafından onun diüretik ve natriüretik özelliklerinin bulunmasından sonra başlamıştır. Daha sonra yapılan çalışmalar, bu hormonun adrenokortikal fonksiyonlann inhibisyonundaki rolü, vazodilatör et-kisi, diğer yapılarda neden olduğu etkiler ve bu etki-lere aracılık eden mekanizmalar üzerinde yoğunlaş-mıştır (2). ANP'nin saflaştınlmasından önce atrial ekstraktın sıçanIara intravenöz enjeksiyonu sonucun-da plazma ve idrarda cGMP seviyesinin arttığı, cAMP seviyesinin ise değişmeden kaldığı gözlenmiştir (3). önceleri ANP'nin biyokimyasal yapısı ve etkisi bilinmediğinden atrial ekstrakt ile guanilat sik-laz aktivasyonu arasındaki ilişki gözden kaçmıştır. ANPfnin biyokimyasal yapısı belirlendikten sonra biyolojik aktivite için temel olan önemli bir disülfid bağı içerdiği öğrenilmiştir (2, 4). ANP'nin belirtilen bu özelliğinin belirlenmesinden sonra çeşitli dokularda guanilat siklazı aktive ettiği anlaşılmıştır (5). Çeşitli dokularda cGMPinin ANP için ikinci haberci olarak rol oynadığı da belirtilmiştir (6).
Atrial Natriüretik Peptidlerin (ANP) etki alanındaki araştırmalar De Bold ve grubu (1) onun onun diüretik ve natriüretik özelliklerinin bulunmasından sonra başlar. Daha sonra yapılan çalışmalar, bu hormonun adrenokortikal fonksiyonlann inhibisyonundaki rolu, vazodilatör et-kisi, diğer yapılarda neden olduğu etkiler ve bu etki-lere aracılık eden mekanizmalar üzerinde yoğunlaş-mıştır (2). ANP'nin saflaştınlmasından önce atriyal ekstraktın sıçtınlmasından önce intravenöz enjeksiyonu sonucun-da plazma ve idrarda cGMP seviyesinin arttığı, cAMP seviyesinin değişmeden kaldığı gözlenmiştir (3). önceleri ANP'nin biyokimyasal yapısı ve etkisi bilinmediğinden atrial ekstrakt ile guanilat sik-laz aktivasyonu arasındaki ilişki gözden kaçmıştır. ANPfnin biyokimyasal yapısı belirlendikten sonra biyolojik aktivite için temel olan önemli bir disülfid bağı içerdiği öğrenilmiştir (2, 4). ANP'nin belirtilen bu özelliğinin açıklamasından sonra dokularda guanilat siklazı aktive ettiği anlaşılmıştır (5). Çeşitli dokularda cGMPinin ANP için ikinci haberci olarak rol oynadığı da belirtilmiştir (6).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koloni Stımulan Faktörler
Hilal Kart, A. Zeki Şengil, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Koloni Stımulan Faktörler
Colony Stımulated Factors
Bağışık yanıtın düzenlenmesinde. antijenik uyarıyı alıp aktive olan, çeşitli hücrelerden salgılanan hormon benzeri maddelere genel olarak sitokinler; bunlardan lenfositler tarafından salınanlara lenfokinler, mo-nonükleer fagositler tarafından iiretilenlere monokinler adı verilir (1, 2, 3). Sitokinler immun sistem tarafından salgılanan; interferon, tümör nekroz faktör (TNF), interlökin (IL) ve koloni stimulan faktör (CSF) gibi düşük moleküler ağırlıkla proteinlerdir (3).Koloni stimulan faktörler; granülosit koloni stimulan faktör (G-CSF). makrofaj koloni stimulan faktör (M-CSF) ve granülosit -makrofaj koloni stimulan faktör (GM-CSF) olarak isim-lendirilirler. CSFIer stern cell hücrelerinin büyüme ve farkhlaşmasını sağlayan hormonal büyüme fak-türleridir.. Antijenle uyanlan aktive T lenfositlerince salınarak makrofajlarm etkilenmesine ve interlökin salmalarına ve böylece bağışık yanıtta gerekli mediatörlerin aktivite kazanmalarına yol açarlar
In the regulation of the immune response. cytokines in general, to hormone-like substances secreted from various cells that receive and activate antigenic stimulation; of these, those released by lymphocytes are called lymphokines, and those produced by mononuclear phagocytes are called monokines (1, 2, 3). Cytokines secreted by the immune system; Low molecular weight proteins such as interferon, tumor necrosis factor (TNF), interleukin (IL), and colony stimulating factor (CSF) (3). Colony stimulating factors; granulocyte colony stimulating factor (G-CSF). They are called macrophage colony stimulating factor (M-CSF) and granulocyte-macrophage colony stimulating factor (GM-CSF). CSFs are hormonal growth factors that enable the growth and differentiation of stern cell cells. They are released by activated T lymphocytes stimulated with antigen and cause macrophages to be affected and release interleukins and thus the necessary mediators gain activity in the immune response.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta