Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
Muzaffer Haldun Çolak, Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Halil İbrahim Taşcı, Ramazan Atalay
Özeti
Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
TorsIon Of Meckel's DIvertIculum Caused By CongenItal FIbrous Band
Meckel divertikülü, gastrointestinal traktın en sık görülen konjenital anomalisidir. Vakaların çoğu asemptomatiktir. Genel olarak cerrahi ve otopsiler esnasında rastlantısal olarak bulunur. Ani gelişen karın ağrısı ve akabinde hayatı tehdit edici komplikasyonlarla karşımıza çıkabilir. Komplikasyon gelişmiş bir Meckel divertikülünde tanı, genel olarak tanısal laparotomiler sonrasında konulmaktadır. Biz bu makalemizde, akut apandisit (a.apandisit) ön tanısı ile operasyona alınan ve cerrahisi laparoskopik olarak tamamlanan, literatürde ender bir komplikasyon olarak belirtilen fibrotik banta bağlı torsiyona uğrayarak gangrene olmuş meckel divertikülü olgumuzu sunmak istedik.
Meckel’s diverticulum is the most frequently seen congenital anomaly of the gastrointestinal tract. Most of the cases are asymptomatic. Generally they are found randomly during surgical procedures and autopsies. They can be seen following fulminant abdominal pain and subsequently life-threatening complications. A Meckel’s diverticulum with complications is generally diagnosed following diagnostic laparotomy procedures. In our study, we present the case of a gangrened Meckel’s diverticulum case twisted and attached to the fibrotic band, which is reported to be a rare complication in literature. The patient was taken into surgery with the pre-diagnosis of acute appendicitis and the procedure was completed laparoscopically.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
Cengiz Kadıyoran, Hilal Akay Çizmecioğlu, Ahmet Çizmecioğlu, Pınar Didem Yılmaz, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
ComparIson Of The GadoxetIc AcId And Gadopentate DImeglumIne EffIcIency For DetermInIng LIver Metastases By An Enhanced Mrı Of PatIents WIth GastroIntestInal MalIgnancIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistem malignitesi bulunan hastaların karaciğer metastazlarının MRG ile görüntülenmesinde gadoksetik asit ve gadopentate dimegluminin etkinliğinin karşılaştırılarak değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya histopatolojik olarak gastrointestinal sistem malignitesi bulunan 50 hasta dahil edilerek bu hastalardaki karaciğer metastazları değerlendirilmiştir. Her iki kontrast madde ile elde olunan seriler karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Her iki kontrast madde için elde edilen serilerde arteryel, portal ve geç fazda karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından istatistiksel anlamlı fark tespit edilemezken, gadoksetik asit uygulanan hastalarda 20. dakikada elde edilen seriler gadopentate dimeglumine uygulanmasını takiben geç fazda elde edilen seriler ile karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından karşılaştırıldığında gadoksetik asit lehine istatistiksel anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Gadoksetik asit uygulamasını takiben arteryel, portal, geç fazda ve 20. dakika serilerde karaciğer parankim intensitesinde fazlar süresince istatistiksel anlamlı kontrastlanma artışına yol açmaktadır.(p<0.05) Bu süre zarfında metastatik lezyonlarda ise anlamlı intensite artışı mevcut değildir.(p>0.05) Karaciğer kontrastlanması artarken metastatik lezyonlardaki kontrastlanmanın artmıyor olması karaciğerdeki metastatik lezyon ve normal karaciğer parankimi arasında belirgin kontrast farkına yol açmaktadır. Böylece zamanla gittikçe artan karaciğer kontrastlanmasını takiben fazlar süresince anlamlı artış göstermeyen metastatik lezyon intensitene de bağlı olarak lezyonların tespiti kolaylaşmaktadır.
Sonuç :
Gadoksetik asit hepatoselüler bir kontrast madde olup gastrointestinal sistem maligniteli hastaların karaciğer metastazlarının manyetik rezonans ile değerlendirilmesinde önemli tanısal katkılar sağlar.
Aim: The aim of this study was to evaluate the efficacy of gadoxetic acid and gadopentate dimeglumine in the evaluation of liver metastases of patients with gastrointestinal malignancy by magnetic resonance.
Patients and Methods: A total of 50 patients were diagnosed gastrointestinal malignancies histopathologically were included in the study and their hepatic metastases were examined by magnetic resonance for two contrast agent.
Results: There was no statistically significant difference for these contrast agent at arterial, portal and late phase series. (p>0.05) But we found a statistically significant difference between the series obtained at the 20th minutes after administration of gadoxetic acid and late phase for gadopentate dimeglumine for hepatic parenchymal and metastatic lesion intensity. (p<0.05) After the administration of gadoxetic acid, arterial, portal, late phase and the 20th minute series intensity of hepatic enhancement significantly reduced. At this time there was not a significant enhancement of the metastatic lesions. (p>0.05) When the hepatic parenchymal enhancement increased and the enhancement of metastatic lesions reduced, thus the enhancement difference between normally hepatic parenchyma and metastatic lesions might help the detection of the lesions.
Conclusion:
Gadoxetic acid, a hepatoceluler contrast agent, have important diagnostic contribution to the assessment of the patients with liver metastases of gastrointestinal malignancies by magnetic resonance imaging.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Ersin Turan, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Spontaneous IdIopathIc PneumoperItoneums: Four Case Reports And
revIew Of The LIterature
Pnömoperitoneumların %90’dan fazlası gastrointestinal
perforasyonların sonucu olarak meydana gelmektedir. Ancak
bazen pnomoperitoneum visseral perforasyonla ilişkili değildir. Bu
çalışmamızda spontan idiopatik pnömoperitoneum tespit edilen 4
vakanın takdimi ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Yaşları 58-83 arasında değişen ve acil servise başvuruları esnasında
yapılan görüntüleme yöntemlerinde karın içi serbest hava tespit
edilen ancak etyolojisi belirlenemeyen 4 olgu takdim edilmektedir.
Bu olgulardan 3’üne cerrahi sonrası, birine ise medikal takip sonrası
spontan idiopatik pömoperitoneum tanısı konulmuştur. Olguların tümü
erkek olup özgeçmişlerinde KOAH tanıları dışında pnömoperitoneum
oluşturacak etyolojik faktör yoktu. Spontan pnömoperitoneumların
belirlenmesinde detaylı öykü, fizik muayene bulgularının da ayrıntılı
olarak değerlendirilmesi gereksiz laparotomileri engelleyebilir.
Pnömoperitoneum tespit edilen hastalarda neden bulunamamışsa
KOAH öyküsünün sorgulanması önerilir.
More than 90% of pnömoperitoneum occur as a result of
gastrointestinal perforation. However, sometime spneumoperitoneum
is not associated with visceral perforation. In this study, we aimed to
introduce the four cases of idiopathic spontaneous pneumoperitoneum
and to review the literature. Ages were between 58 and 83 years old
and intra-abdominal free air was determined during the emergency
room imaging applications with undetermined etiology. One patient
was diagnosed with idiopathic spontaneous pömoperitoneum after
medical follow-up, and the others were diagnosed after surgery.
All patients were male and did not have any etiologic factors other
than diagnosis of COPD to create pneumoperitoneum. A detailed
history and physical examination findings may prevent unnecessary
laparotomy for diagnosis spontaneous pnömoperitoneum. In
spontaneous pnömoperitoneum patients, it is suggested that COPD
history should be questioned if no other etyological factor was found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntestinal T İp Mide Adenokarsinomlarında Tümör Tomurcuklanmasının Prognostik Önemi
Aysun Gökçe, Mustafa Taner Bostancı, Serap Yörübulut, Tuğba Taşkın Türkmenoğlu, Gülfidan Öztürk, Neslihan Düzkale
Araştırma makalesi
Özeti
İntestinal T İp Mide Adenokarsinomlarında Tümör Tomurcuklanmasının Prognostik Önemi
The PrognostIc Importance Of Tumor BuddIng In IntestInal-Type GastrIc AdenocarcInoma
Amaç: Mide kanseri kansere bağlı ölümlerin önde gelen sebeplerinden biridir. Tümör tomurcuklanması
birçok kanserde prognostik faktör olarak gösterilmiştir. Bu çalışmada intestinal tip mide adenokarsinomunda
tümör tomurcuklanmasının prognostik önemini değerlendirmeyi ama çladık.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2015-2021 yılları arasında Patoloji Kliğinde intestinal tip mide
adenokarsinom tanısı almış 152 olgu dahil edildi. Tümör tomurcuklanması düşük, orta, yüksek olarak
gruplandı. Hematoksilen-Eosin boyalı preparatlar tümör diferansiyasyonu, lenfovasküler invazyon (LVİ),
perinöral invazyon (PNİ), lenf nodu tutulumu, invazyon derinliği (pT) ve tümör tomurcuklanması açısından
yeniden değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan olguların %30.9 (n=47)’unda tümör tomurcuklanması düşük, %37.5
(n=57)’inde orta, %31.4 (n=48)’ünde yüksek yoğunlukta idi. İstatistiksel olarak tümör tomurcuklanması
arttıkça tümör boyutu artmakta (p<0,05), olguların takip süreleri kısalmakta, sağ kalım süresi (p<0,05)
ve tümör diferansiasyonu (p<0,05) azalmakta idi. Tümör tomurcuklanması ile LVİ (p<0,05), PNİ (p<0,05),
pT(p<0,05), lenf nodu tutulumu (p<0,05) ve olguların mortalitesi (p<0,05) arasında istatistiksel olarak
anlamlı ilişki gözlendi. Tümör tomurcuklanması ile cinsiyet, yaş, tümör lokalizasyonu ve operasyon tipi
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki gözlenmedi (p>0,05 ).
Sonuçlar: Tümör tomurcuklanması kötü prognostik faktörlerle ilişkilidir. Tedavi seçiminde ve olguların
takibinde önemli olabileceğinden tümör tomurcuklanma durumu pat oloji raporlarına dahil edilebilir .
Aim: Gastric cancer is one of the leading causes of cancer-related deaths. Tumor budding has been
shown to be a prognostic factor in many cancers. In this study, we aimed to evaluate the prognostic
significance of tumor budding in intestinal-type gastric adenoc arcinoma.
Patients and Methods: A total of 152 cases diagnosed as intestinal type gastric adenocarcinoma in
the Pathology Clinic between 2015 and 2021 were included in the study. Tumor budding was grouped
as low, medium and high. Hematoxylin and eosin-stained slides were re-evaluated in terms of tumor
differentiation, lymphovascular invasion (LVI), perineural invasion (PNI), lymph node involvement, depth
of invasion (pT) and tumor budding.
Results: Tumor budding was low in 30.9% (n=47) of the subjects included in the study, moderate in 37.5%
(n=57) and high in 31.4% (n=48). Statistically, as tumor budding increased, tumor size increased (p<0,05),
follow-up times were shortened, survival time (p<0,05), and tumor differentiation (p<0,05) decreased. A
statistically significant correlation was observed between tumor budding and LVI (p<0,05), PNI (p<0,05),
pT(p<0,05), lymph node involvement(p<0,05), and mortality of the cases (p<0,05). No statistically
significant correlation was observed between tumor budding and gender, age, tumor localization and
operation type (p>0.05).
Conclusions: Tumor budding is associated with poor prognostic factors. As it may be important to guide
the treatment modality and follow-up, tumor budding status may be mentioned in routine pathology reports.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
Tevfik Küçükkartallar, Bayram Çolak, Murat Çakır, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
PerforatIon Caused By GastroIntestInal Stromal Tumour In ProxImal Jejunum
Gastrointestinal tümörlere (GİST) bağlı perforasyon çok sık görülen bir durum değildir. Bu yüzden proksimal jejenumda GİST’e bağlı perforasyon görülen bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 30 gündür karın ağrısı olan bir hasta akut karın tanısıyla ameliyat edildi. Proksimal jejenumda perforasyon vardı. Bu segmentin rezeksiyonundan sonra yapılan histopatolojik inceleme sonucu yüksek risk grubunda GİST olarak bildirildi. Hastanın cerrahi tedavisi tamamlandıktan sonra medikal tedavisi düzenlendi. Histopatolojik olarak yüksek risk grubunda olduğu için yakın takibe alınan hastada sürelik takipte nüks bulgusu bulunmadı. Genellikle rastlantısal olarak saptanan GİST vakaları bazen perforasyonla da akut karın tablosu olarak karşımıza çıkabilir.
Perforation caused by gastrointestinal stromal tumours (GIST) is not a frequently observed phenomenon. Therefore, we intend to present a case in which perforation was observed in proximal jejunum caused by GIST. A patient who had been complaining of abdominal pain for about 30 days was operated on after being diagnosed with acute abdominal pain. Perforation was observed in proximal jejunum. At the end of the histopathological examination performed after the resectioning of this segment, the case was reported as high risk GIST. A medical treatment was arranged for the patient after his surgical treatment was completed. No finding of recurrence of the disease exists in the patient who has been kept under close observation as he is in the high risk group histopathologically. Generally identified by chance, cases of GIST may also present themselves as acute stomach through perforation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kısa Barsak Sendromunda Famotidin Ve Omeprazol'ün Etkılerı
İrfan Tunç, Şakir Tavlı, Şakir Tekin, Adnan Kaynak, Özden Tunç, Lema Tavlı, Erşan Aygün
Araştırma makalesi
Özeti
Kısa Barsak Sendromunda Famotidin Ve Omeprazol'ün Etkılerı
The Effects Of FamotIdIne And Omeprazole In Short Bowel Syndrome
35 rat 3 ayrı gruba ayrılarak %80 ince barsak rezeksiyonu uygulandı. 1. grup içme suyuna 1 mg/kgl gün famotidin, 2. grup içme suyuna 0.5 mgikg1 gün omeprazol kondu, 3. gruba musluk suyu verildi. Tüm gruplar postoperatif 1. gün standart rat yemi ile beslenmeye başlandı. Hayvanların günlük gaita kıvamları, ağırlık değişimleri incelendi. 15. gün tüm radar sakrı:fiye edilerek karaciğer, mide ve ileum bi-yopsileri alındı, ileal pH ölçüldü, biyokimyasal tet-kik için kan örnekleri alındı. Villus eni, boyu, lie-berkühn kripta derinliği, 0.43 trırn2fdeki villus sayısı yönünden karşdaştırıldt. Famotidin ve omeprazolün mide asidini bloke ederek intestinal pifyı düşürmesine rağmen bu yolla veya villuslar üzerine direkt etki ederek intestinal adaptasyonda etkileri olmadığı görüldü. Adaptasyo-nun hipertrofi değil hiperplazi ile olduğu, hiperplazinin erken dönemde oral gıda alımı ile sağlanabildiği tespit edildi.
35 rats were divided in 3 groups and resection of 80% the small bowel was performed. First group received 1 mglkgid of famotidine and second group 0.5 mglkgld omeprazole in water and third group re-ceived only tap water. Oral feeding with standart rat food initiated on first postoperative day. The weight and stool consistency were examined everyday. On 15th postoperative day alt rats were sacnfied and liv-er, stomach and ileum biopsies and blood samples for biochemical investigation were obtained. The weight and length of villi, depth of Lieberkühn crypts and the number of villi in 0.43 square mm were compared. Despite the ellect of reducing intestinal pH by blockading gastric acide secretion of famotidine and omeprazole, intestinal adaptation was not influenced in this way or direct ellect to the villi. We esta-blished that adaptation occured not by hypertrophy bul hyperplasia and provided by oral intake in early postoperative period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Halil İbrahim Taşcı, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Murat Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Male Occult Breast Cancer ManIfestIng As AxIllary Lymph Node
metastasIs
Okult meme kanseri memede herhangi bir fizik muayene
bulgusunun olmadığı; ya da radyolojik olarak gösterilemeyen bir
kanser türüdür. Genelde primeri belli olmayan aksiller metastazla
kendini gösterir. Erkeklerde meme kanseri nadir görülen bir kanser
türüdür. Okult meme kanseri ise çok daha nadirdir ve literatürde
ancak olgu sunumu şeklinde vakalar bildirilmiştir. 46 yaşında erkek
hasta, 3 aydır olan sağ koltuk altında ele gelen kitle nedeni ile
başka bir sağlık kurumunda eksizyonel biyopsi yapılmış. Patolojik
tanısı, memenin infiltratif duktal karsinom metastazını düşündürür
bulguların ön planda olduğu adenokarsinom metastazı şeklinde
raporlanmış. Hastaya primer odak araştırması açısından batın ve
toraks tomografisi, üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopileri
yapıldı. Meme ultrasonografisi, meme manyetik rezonans
görüntülemesi ve pozitron emisyon tomografi çekildi. Bunlarda primer
odak açısından pozitif bir bulguya rastlanmaması üzerine hasta okült
meme karsinomu olarak kabul edildi ve modifiye radikal mastektomi
yapıldı. Sonuç olarak aksillada primeri belli olmayan metastatik lenf
nodu varlığında, hasta erkek olsa bile, okult meme kanseri hatırda
tutulmalıdır.
Occult breast cancer is a type of cancer with no symptoms found upon physical examination on the breasts or which can not be radiologically shown. It generally manifests itself with axillary metastasis with no known primary tumor. Breast cancer in males is rarely seen. Occult breast cancer, on the other hand, is even rarer and only case reports were found in literature. A 46-year-old male patient had excisional biopsy at another medical facility because of a palpable mass on his right armpit. The pathological diagnosis had stated that the patient had adenocarcinoma metastasis with symptoms implying an infiltrative ductal carcinoma metastasis of the breast. Abdominal and thoracic tomography, upper and lower gastrointestinal system endoscopy procedures were performed on the patient in order to determine the primary focus. Breast ultrasonography, breast magnetic resonance imaging and positron emission tomography were also performed. Upon not being able to detect any positive findings, the patient was considered to have occult breast carcinoma and modified radical mastectomy was performed. In conclusion, in the presence of metastatic lymph node with no known primary tumor in the axillary, the possibility of occult breast cancer should be taken into consideration even if the patient is male.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
Mehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hasan Mollahüseyinoğlu, Cemil er, Mustafa Şahin, Yaşar Ünlü
Araştırma makalesi
Özeti
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
The Effects Of AbdomInal Compartement Syndrome, On RespIratory And UrInary Systems
Amaç: Karın içi basınç (KİB) artışı ile Abdominal Kompartman Sendromu (AKS) arasındaki ilişkiyi mesane içi basıncını ölçerek incelemek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne akut batın nedeniyle müracaat eden 61 olgu kullanıldı. Olgulardan 25’i ileus, 13’ü akut pankreatit, 11’i mezenter iskemi ve 12’si gastrointestinal perforasyon tanısı aldı. Olguların tamamında mesaneye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla karın içi basıncının bir göstergesi olan mesane içi basıncı ölçüldü. Bu ölçümle eş zamanlı olarak arteriyel ve venöz kanda pH, PaCO2, PaO2, SGOT, SGPT, üre ve kreatinin değerlerine bakıldı. İlk başvuru anında yapılan bu işlemler, 24, 48 ve 72. saatlerde tekrar edildi. KİB artışı ile kan değerleri arasındaki ilişki incelendi Bulgular: Çalışmamızda KİB artışının böbrekler, solunum sistemi ve karaciğer üzerinde birtakım değişikliklere yol açtığı izlendi. KİB 10 cm H2O’yu geçince böbrek fonksiyonlarının bozulmaya başladığı, 20 cm H2O basınçtan sonra ise belirgin olarak bozulduğu görüldü. Solunum sisteminde KİB artışı ile başlangıçta solunumsal alkaloz gelişirken, AKS’nun ortaya çıktığı geç dönemlerde ise hipoksi, hiperkarbi ve metabolik asidozla karakterize solunum yetmezliği görülmekte idi KİB’nın arttığı bütün olgularda karaciğer enzimleri yüksek değerlerde bulundu. Sonuç: Mesane içi basıncı KİB’nın indirekt göstergelerinden birisidir. KİB artışı ile arteriyel ve venöz kandaki üre, kreatinin, SGOT, SGPT ve PaCO2 düzeyleri arasında pozitif, PaO2 ve pH arasında ise negatif ilişki mevcuttur.
Aim: Our aim is to investigate the relation between the increase of abdominal pressure and abdominal compartmant syndrome Material and Method: 61 patients admitted to Selçuk Univercity Meram Medical Faculty Emergency Service with diagnosis of acute abdomen were included in this study. The diagnosis were; 25 cases ileus, 13 cases acute pancreatitis, 11 cases mesentery ischemia seviand 12 cases with intestinal perforations. In all cases urine bladder pressures were recorded as the reflection of abdominal pressure. Meanwhile pH, PaCO2, PaO2, SGPT , SGOT, urea and creatinin levels were measured in venous and arterial blood samples. The procedure was repeated consequently 24, 48 and 72 hours. The correlation between abdominal pressure increase and these parameters were evaluated. Results: Increase in abdominal pressure has negative effects on renal, pulmonary and liver organ systems. Renal function effected by 10 cm H2O pressure and was obviously affected after 20 cm H2O pressure. The increase of abdominal pressure causes respiratory alcholosis; at initial time and hypoxia, hypercarbia, metabolic acidosis and respiratory insuffiency at the late period. Liver enzyms were recorded at high level in abdominal pressure increase. Conclusion: Urine bladder pressure is reflecting abdominal pressure. The incerase of abdominal pressure has positive correlation with urea, creatinin, SGOT, SGPT, and PaCO2 levels and negative correlation with PaO2 and pH levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Burhan Mayir, Umut Rıza Gündüz
Olgu sunumu
Özeti
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
IntestInal ObstructIon Due To TorsIoned Meckel’s DIvertIculum
Yetişkinlerde Meckel divertikülü mekanik bağırsak tıkanıklığının
nadir bir nedenidir. Non spesifik semptom ve preoperatif tanı
yetersizliği sebebiyle cerrahlar bu nadir durumu akıllarında
bulundurmalıdırlar. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hasta acil servisimize
yaklaşık 8 saat önce başlayan karın ağrısı, bulantı ve kusma
şikayetleri ile başvurdu. Hastaya akut ince bağırsak tıkanıklığı
tanısı konuldu ve acil cerrahiye alındı. Operasyonda ileoçekal valfin
60 cm proksimalinde ileumu torsiyone etmiş bir Meckel divertikülü
ve proksimalindeki ince barsakta distansiyon izlendi. Torsiyone
olmuş ileum detorsiyone edildi ve Meckel divertikülüne rezeksiyon
uygulandı. Hasta Postoperatif 3. Günde taburcu edildi. Spesimenin
histopatolojisi 3x2x1cm boyutlarında Meckel divertikülü olarak
raporlandı.
Meckel’s diverticulum is a rare cause of mechanical intestinal
obstruction in adults. Due to non-specific symptoms and preoperative
diagnosis of this rare condition, surgeons should keep in mind. A
28-year-old male patient was admitted to our emergency department
with abdominal pain, nausea and vomiting for about 8 hours before
onset. The patient was diagnosed as acute small bowel obstruction
and underwent emergency surgery. At operation a torsioned ileum
due to Meckel’s diverticulum 60 cm proximal to ileocecal valve and
small bowel distention proximal to this site was seen. Ileum was
detorsioned and Meckel’s diverticulum resection was performed.
The patient was discharged on postoperative day 3. Histopathologic
specimen were reported as Meckel’s diverticulum in 3x2x1cm size.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolostomi Endikasyonları Ve Komplikasyonları
Asım Duman, Tufan Taşçı, Bayram Işık, Nuri Ildız
Araştırma makalesi
Özeti
Kolostomi Endikasyonları Ve Komplikasyonları
IndIcatIons And ComptIcatIons Of Colostomy
Bu araştırma 1 Ağustos 1969 ile 1 Ocak 1981 tarihleri arasında D.Ü.T.F. Genel Cerrahi Kliniğinde çeşitli nedenlerle kolostomi uygulanan 247 yaka üzerinde yapılmıştır. Hastalarımızın 200'ü (% 81) erkek. 47'si (% 19) kadındır. Yaş ortalaması 39'dur. 247 kolostomi olgusunun 196'sında (% 79,3) acil, 51'inde (% 20,7) ise elektif olarak kolostomi uygulanmıştır. 109 olguda (% 44,2) barsak tıkanması. 64 hastada (% 25,9) kolorektal yaralanma. 30 vakada (% 12,2) ise kolorektal kanser en sık rastlanan kolostomi nedenleridir. 248 kolostominin 193'ü (% 77.8) geçici, 55'i (% 22,2) devamlı kolostomidir. Tüm kolostomilerin 85'i (% 34.3) Hartmann, 52'si (c7c 21) sigmoid, 41'i (% 16,5) sağ transvers. 25'i (%10,1) sol transvers, 17'si (% 6,8) sigmoid uç, 16'sı (% 6.5) çekostomi, 12'si (% 4,8) ise çifte namlusu tipinde kolostomi idi. 248 hastanın 76'sında (% 30,8) 114 postoperatif komplikasyon saptandı. Bunların 24'ü (% 21,1) kolostomi ile ilgili ciddi komplikasyonlardı. 247 kolostomilinin 86'si (%34.8) çeşitli nedenlerle kaybedildi.
This research was conducted between August 1, 1969 and January 1, 1981 at the D.Ü.T.F. It was performed on 247 collars undergoing colostomy for various reasons in the General Surgery Clinic. 200 of our patients (81%) are male. 47 (19%) of them are women. The average age is 39. Colostomy was performed urgently in 196 (79.3%) of 247 colostomy cases, and elective in 51 (20.7%). Intestinal obstruction in 109 cases (44.2%). Colorectal injury in 64 patients (25.9%). In 30 cases (12.2%), colorectal cancer is the most common cause of colostomy. Of the 248 colostomies, 193 (77.8%) were temporary and 55 (22.2%) were continuous colostomies. Of all colostomies, 85 (34.3%) Hartmann, 52 (c7c 21) sigmoid, 41 (16.5%) right transverse. 25 (10.1%) were left transverse, 17 (6.8%) were sigmoid end, 16 (6.5%) were cacostomy, and 12 (4.8%) were double barrel type colostomy. 114 postoperative complications were detected in 76 (30.8%) of 248 patients. Of these, 24 (21.1%) were serious complications related to colostomy. 86 (34.8%) of 247 colostomilis were lost due to various reasons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Halil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Mehmet Aykut Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Unusual CoIncIdences In Gunshot Wound Cases: Two Case Reports
Bu yazıda intraabdominal ateşli silah yaralanması şüphesi olan, radyolojik görüntülerin
yanıltıcı sonuçlarına rağmen konservatif olarak takip edilen 2 olgu sunulmuş ve hasta takip,
tedavisinde anamnez ve fizik muayenenin önemine vurgu yapılması amaçlanmıştır. Maruz
kaldıkları ateşli silah yaralanması sonrasında erken dönemde acil servise getirilen 20 ve 34
yaşlarında 2 erkek hastada çekilen karın tomografilerinde gastrointestinal trakt içerisinde
ateşli silah saçma tanesi saptanmış. Radyolojik görüntüleri ile uyumsuz olarak peritoneal
irritasyon bulguları olmaması üzerine hikayeleri daha detaylı bir şekilde sorgulandı. Neticede
her iki hastanın da olaydan kısa süre öncesinde ava gittiği ve av eti yediği öğrenildi. Barsaklar
içindeki saçma tanelerinin yenilen ete bağlı olduğu düşünüldü ve hastalar medikal takip
sonrasında sorunsuz şekilde taburcu edildi. Karın içi ateşli silah yaralanması sonrasında
medikal takip uygulanacak hastalarda sık sık muayene ve monitorizasyon prensiplerinin yanı
sıra iyi sorgulanmış bir hikaye de gereksiz yapılacak laparotomilerin önüne geçmede önem
arz etmektedir.
In this study two cases were presented, whom had suspicion of intraabdominal gunshot
wound and were followed conservatively despite the misleading radiological results, and
we aimed to emphasize the importance of anamnesis and physical examination. Abdominal
tomography results of two male patients aged 20 and 34, who were admitted to the emergency
department with gunshot wounds in early phase, revealed that the patients had gunshot
pellets in their gastrointestinal tracts. Upon observing that the patients had no peritoneal
irritation signs, incongruous with the radiological results, their anamnesis were questioned
in a more detailed manner. Ultimately, it was learnt that both patients had been hunting and
had eaten game meat a short while before the incident. We thought that the gunshot pellets
seen in their intestines were related to the game meat they had eaten and the patients were
discharged without any problems following medical follow-up. These cases, which were seen
to have gunshot pellets in the gastrointestinal tract as revealed by abdominal tomography
results and were followed-up medically without any problems, show that, well questioned
anamnesis alongside with careful physical examination and monitorization principles prove
to be significant in preventing unnecessary laparotomy procedures in patients receiving
medical follow-up after intra-abdominal gunshot injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Görüntülemede Bir Yenilik: Kapsül Endoskopi
Ahmet Tekin, Celalettin Vatansev
Derleme
Özeti
Gastrointestinal Görüntülemede Bir Yenilik: Kapsül Endoskopi
A New Approach In GastroIntestInal VIsualIzatIon ImagIng: Capsule Endoscopy
Amaç: Kapsül endoskopi non-invaziv bir yolla sindirim sistemi hastalıkların tanısının konmasında bir devrimdir. Bu yazımızın amacı sindirim sistemi hastalıklarının tanısında kapsül endoskopi kullanımının tartışılmasıdır. Ana Bulgular: Kapsül endoskopi gizli gastrointestinal sistem kanamaları, barsak tümörleri, Celiac hastalığı, Crohn hastalığı gibi gastrointestinal sistem hastalıklarının tanısında yeni bir tanı aracı olarak kullanılmaktadır. Bu hastalarda bu teknik aynı zamanda sonraki tedaviler hakkında karar vermede yardımcıdır. Ayrıca bu yöntem konvansiyonel görüntüleme yöntemlerinden çok daha sensitiftir. Sonuç: Kapsül endoskopi; potansiyeli bilinen, endikasyonları genişletilmiş, gelişmiş yeni bir tekniktir. Kapsül endoskopinin klinik sonuçlar üzerine etkilerini değerlendirmek için daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: Capsule endoscopy is a revolution at the diagnosis of digestive tract diseases by providing a new non-invasive way. In our manuscript we discuss the use of capsule endoscopy in the diagnosis of digestive tract disease. Main Findings: Capsule endoscopy is a new diagnostic tool especially used for the diagnosis digestive tract disease such as obscure gastrointestinal bleeding, small below tumours, coeliac disease, Crohn’s disease, etc. In these patients, the technique is also helpful for effective decision-making concerning subsequent treatments. Beside it is clearly more sensitive than conventional imaging modalities. Conclusion: The capsule endoscopy is a new tecnique consolidated and as its potential is known, its indications are extended. Larger studies are needed to assess the influence of capsule endoscopy on clinical outcoumes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Deniz Necdet Tihan, Uğur Duman, Emrah Bayam, Fatih Mehmet Erol, Evren Dilektaşlı, Özgür Pekel, Volkan Arayıcı, Özgür Dandin
Olgu sunumu
Özeti
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Acute MechanIcal IntestInal ObstructIon Due To HydatId Cyst
Echinococcus granulosus’un etken olduğu hidatik kisti,
özellikle hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde endemiktir.
Öncelikle tutulan organ karaciğer olsa da, ekinokkoz vücudun her
yerinde görülebilir. Olgu sunumu, ülkemizde endemik olarak görülen
kist hidatik hastalığının, primer olarak intraperitonealkavitede tutulum
yapabileceğini ve bu durumun akut mekanik intestinalobstruksiyon
tablosu ile prezante olabileceğini vurgulamaktadır.
Hydatid disease which is caused by Echinococcus
granulosus, is endemic in the husbandry regions. Primary
localization of the disease is liver; however, echinococcosis may
infect every organ and tissue of the human body. Aim of this report
is to emphasize that primary peritoneal hydatidosis may clinically be
presented with an acute mechanical intestinal obstruction in endemic
regions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
Lema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Apandisit İle Karışan Brusellaepididimorşiti; Bir Olgu Sunumu
Adem Bayraktar, Yusuf Doğan, Mehmet Reşat Ceylan, İbrahim Koç, Alper Aytekin
Olgu sunumu
Özeti
Akut Apandisit İle Karışan Brusellaepididimorşiti; Bir Olgu Sunumu
Brusella EpIdIdymo-OrchItIs Confused WIth Acute AppendIcItIs; A Case Report
Bruselloz, pastorize edilmemiş süt ve süt ürünleri ile bulaşan bir zoonozdur. En sık gastrointestinal sistemi tutmakla birlikte daha az sıklıkta genito-üriner sistemi de tutmaktadır. Brusellozun en sık görülen genitoüriner komplikasyonu ise brusella epididimoorşitidir.
\r\n
Bu yazıda sadece sağ alt kadran ağrısı ile gelen hastanın yapılan ilk fizik muayenesinde akut apandisit ön tanısı düşünülürken, tetkik ve bulgular sonucunda öyküsünün derinleştirilmesiyle bruselloza bağlı olarak gelişen unilateral epididimoorşit olgusu irdelenmiş ve olgunun klinik ve laboratuvar bulguları sunulmuştur. Brucellozun endemik olduğu ülkemizde, özellikle akut batının eşlik ettiği ama bunu görüntüleme yöntemlerinin onaylamadığı durumlarda bruselloz akla getirilmelidir.
Brusellosis is a zoonotic disease which is transmitted with nonpasteurized milk and milk products. Mostly effects the gastrointestinal system and less the genitourinary system. Most common genitourinary complication of brucellosis is epididymo-orchitis.
\r\n
Here we present a case which presented with right lower quadrant pain in which physical examination lead us to the preliminary diagnosis of appendicitis after laboratuary results, cilinical findings and deepining the history the patient was diagnosed with unilateral epididimoorchit and here presented with clinical laboratuary findings. Brusellosis which is endemic in our country, should be kept in mind especially when accompanied with acute abdomen eventhoug imaging prosedures do not confirm the diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
Tevfik Küçükkartallar, Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Serhat Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
PrImary Small IntestInal Tumor Cases In Emergency Surgery
İlerlemiş tanı yöntemlerine rağmen ince barsak tümörlerinin teşhisi zordur ve genellikle tanı esnasında ilerlemiş olarak bulunurlar. Bu kanserler sinsi olarak seyreden karın ağrısı ve kilo kaybına veya kanama, obstrüksiyon ve perforasyon gibi cerrahi gerektiren acil durumları oluşturabilirler. Acil şartlarda cerrahi işlem uyguladığımız primer ince barsak tümörlü 29 hastanın kısa dönem sonuçlarını ve klinik deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Kliniğimizde 2005-2011 yılları arasında acil şartlarda ameliyat edilen 29 ince barsak tümörlü hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri araştırılan parametrelerdi. Hastaların 16’sı erkek, 13’ü kadın olup, yaş ortalamaları 62 (35- 80) idi. Tüm vakalar acil şartlarda ameliyat edildi. Vakaların 19’u da instestinal obstrüksiyon, 6’sında invajinasyon, 6’sında perforasyon ve 1’inde ise mezenterik iskemi saptandı. Tümör yerleşimi 14 hastada ileumda, 10 hastada jejunumda ve 5 hastada ise duodenum olarak saptandı. Patolojik tanı olarak en sık 7 olgu GİST ve 7 olgu adenokarsinomdu. İnce barsak rezeksiyonu ve anastomoz en sık uygulanan cerrahi işlemdi. Ameliyat sonrası dört hastada cerrahi alan infeksiyonu, üç hastada anastomoz kaçağı görüldü. Erken postoperatif dönemde beş hastada mortalite izlendi. İnce barsak tümörleri çok nadir olarak görülür. Bulgular spesifik değildir ve tanı sürecinde daha ileri yöntemlere gereksinim duyulmaktadır. Genellikle acil cerrahi tedavi gerektirecek klinik tablo oluşturmaktadır. Tedavinin başlama zamanı sağkalımı belirleyen önemli bir etkendir.
Despite advanced diagnostic methods, diagnosis of small
intestinal tumors is hard and they are generally detected at an
advanced stage. These cancers may form emergency cases that
need to be addressed surgically like bleeding, obstruction, and
perforation or insidious abdominal pain and weight loss. We present
our clinical experiences and the short term results of 29 patients
with primary small intestinal tumors who had undergone emergency
surgical procedures. The data of these 29 patients treated at our
clinic between 2005 and 2011 were retrospectively evaluated. Study
parameters included the patients’ demographic, clinical, radiological,
and pathological characteristics. All the cases underwent emergency
surgery. 16 of the patients were male, while 13 were female, and their
mean age was 62 (35-80). Intestinal obstruction was detected in 19
of the cases, while perforation in 6, and mesenteric ischemia in 4.
Tumors were located in the ileum in 14 patients, in the jejunum in 10,
and in the duodenum in 5. The most frequent pathological diagnoses
were GIST with 8 cases and adenocarcinoma with 8 cases. The
most frequently performed surgical procedures were small intestinal
resection and anastomosis. Four patients developed surgical site
infection and three had anastomotic leaks in the post-op period.
Mortality was seen in five patients in the early post-op period. Tumors
of the small intestine are very rare. The findings are non-specific
and advanced diagnostic methods are needed during the diagnostic
process. They generally cause clinical conditions that necessitate
emergency surgery. The timing of the treatment is a significant factor
determining survival.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
Veli Avci, Mehmet Melek, Salim Bilici, Perihan Tunçdemir, Deniz Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
A Rarecause Of IntestInal ObstructIonIn Infancy: PrImary IntestInal
tuberculosIs
Tüberküloz, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak
üzere halen tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu
çalışmada primer bağırsak tüberkülozu tanısı alan 14 aylık kız olgu
rapor edildi. İki aydan beri devam eden emmeme, ateş, karın şişliği,
kusma ve zayıflama yakınmaları ile kliniğimize başvuran hastaya
akut batın tablosu nedeni ile acil cerrahi uygulandı. Cerrahi girişim
sırasında makroskopik olarak tüm bağırsaklarda peynir görünümünde
lezyonlar dikkati çekti.Histopatolojik değerlendirmede bağırsak
tüberkülozu saptandı. Erken dönemde teşhisi konulamadığı için
tüberküloz tedavisini alamayan hasta kaybedildi. Çalışmada hastanın
klinik bulguları, teşhis ve tedavisi ile ilgili ayrıntılar rapor edilerek bu
ender duruma dikkat çekilmesi hedeflendi.
Tuberculosis is still an important public health problem in the
World, especially, in undeveloped and developing countries. In this
study, the primary diagnosis of intestinal tuberculosis was reported
from a 14 months old female patient. The patient applied to our
clinic with complaints of refusing breastfeeding, fever, abdominal
distention, vomiting and loss of weight, then, the patient was taken
to emergency operation due to the acute abdomen. In the operation,
cheese-shaped lesions on whole intestines were macroscopically
observed. Its histopathological examination revealed intestinal
tuberculosis. Tuberculosis treatment for patient who were not
diagnosed in the early stage was lost. In this study, details related
with clinical findings, diagnosis and curation were reported with the
aim of making an awareness on this rare case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Closed Segment ObstructIon Related To Tumor ObstructIon On Both Ends
Mekanik barsak tıkanıklıkları; cerrahların günlük cerrahi pratiğinde sık karşılaştıkları klinik problemlerdir. Kapalı segment tipi tıkanıklıklar mekanik barsak tıkanıklıklarının nadir bir tipi olmasına rağmen distansiyonun hızla artması, barsak duvarında dolaşımın bozularak strangülasyona yol açması nedeniyle oldukça tehlikeli bir obstrüksiyon tipidir. İlk olgu; 38 yaşında kadın hasta, dış merkezde 10 ay önce inoperabl rektosigmoid köşe tümörü nedeniyle rezeksiyon yapılmaksızın yalnızca loop ileostomi uygulanmış. Hasta kliniğimize karın ağrısı ve distansiyon nedeniyle başvurdu.Hastada rektosigmoid bölgedeki tümörün çekumu infiltre etmesine bağlı kapalı segment tıkanıklığı tespit edildi.Transvers kolostomi açılarak hasta tedavi edildi. İkinci olgumuz ise 50 yaşında erkek hastaydı. Üç yıl önce sigmoid kolon tümörü nedeniyle sol hemikolektomi geçiren hasta mekanik ileus tablosu ile acil servise başvurdu. Operasyonda ince barsak mezenterindeki metastatik kitlelere bağlı ince barsakta kapalı segment tıkanıklığı geliştiği tespit edildi. Subtotal ince barsak rezeksiyonu yapılarak hasta tedavi edildi. Kapalı segment tıkanıklıkları nadir görülen, hızla tedavi edilmesi gereken mekanik barsak tıkanıklığı nedenleridir. Her iki tarafından tümör infiltrasyonuna bağlı gelişen kapalı segment tıkanıklığı oldukça nadir görülür. Bu nedenle kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen her iki tarafından tümör obstrüksiyonuna bağlı kapalı segment tıkanıklığı gelişen iki olguyu bu yazımızda literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Mechanical intestinal obstructions are frequent clinical problems that the surgeons come across in their daily surgical practices. Although the closed segment obstruction is a rare type of the mechanical intestinal obstruction, it is all the more dangerous because of the rapid increase in distension and its entailing strangulation based on the upset circulation in the intestinal wall. In our study we have discussed two closed segment cases related to colon tumor existence along with literature on the subject. The first case is a 38-year-old female patient who underwent only loop ileostomy without a resection because of inoperable rectosigmoid corner tumor 10 months ago at another health center. The patient presented to our clinic with complaints of abdominalgia and distension.The patient was diagnosed with closed segment obstruction based on the infiltration of the cecum by the tumor in the rectosigmoid area. The patient was treated through opening up a colostomy from the transverse colon.The second case was a 50-year-old male patient. The patient, who had undergone left hemicolectomy because of sigmoid colon tumor three years before, presented to the emergency service with a condition of mechanical ileus.The patient was diagnosed with closed segment obstruction in the small intestine related to the metastatic masses in the small intestinal mesentery, intraoperatively. The patient was treated through subtotal small intestinal resection.Closed segment obstructions are rare causes of mechanical intestinal obstructions that need to be treated rapidly. Closed segment obstructions that develop because of the tumor infiltration on both ends are quite rare. Therefore, we aim at discussing the aforementioned cases of closed segment obstruction that developed because of tumor obstruction on both ends and surgically treated in our clinic, along with literature on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
GIant MesenterIc LIpoma As A Rare Cause
Lipomlar tüm vücutta yaygın olarak görülen iyi huylu, matur yağ
dokusu içeren mezenkimal tümörlerdir. Fakat intestinal mezenter
kaynaklı lipomlar nadir görülür. Kırk iki yaşında bayan hasta karın sağ
tarafını dolduran kitle tanısı ile başvurdu. Laparatomi ile tüm batın içi
kitle çıkarıldı. Lipomlar semptomatik veya asemptomatik olabilirler.
Tek tedavisi cerrahi olarak tam çıkarılmasıdır. Tam çıkarıldığında çok
iyi prognoza sahiptirler.
Lipomas are benign mesenchymal neoplasm commonly occurring
throughout the whole body and comprise mature fat tissue. However,
intestinal mesentery originated lipomas are rarely seen. A 42-yearold
female patient presented with right sided abdominal distension.
Exploratory laparotomy was performed and fat tissue was excised.
Lipomas might or might not present with any symptoms. Complete
surgical excision is the only treatment with a very good prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaygın Değişken İmmün Yetmezlik Hastaları Ve Yakınlarında Malignite Sıklığı
Gökhan Kalkan, Fügen Ersoy
Araştırma makalesi
Özeti
Yaygın Değişken İmmün Yetmezlik Hastaları Ve Yakınlarında Malignite Sıklığı
IncIdence Of MalIgnancy In PatIents WIth Common VarIable Immune DefIcIency And TheIr FamIly Members
Özellikle lenforetiküler ve gastrointestinal malignitelerin yaygın
değişken immün yetmezlik (Common Variable ImmunodeficiencyCVID)
hastalarında daha sık görüldüğü bilinmektedir. Semptomsuz
gen taşıyıcılarının bulunabileceği akrabalar arasındaki malignite
sıklığı da az sayıdaki çalışmayla gösterilmiştir. Bu calismada CVID
ve immünoglobülin A (IgA) eksikliği hastaları ve bu hastaların
akrabalarındaki malignite insidansı araştırılmıştır. Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik İmmünoloji Ünitesi’nde takip
edilen Toplam 25 CVID hastası ile 727 akrabası ve 68 IgA eksikliği
hastası ile 1802 akrabası malignite insidansı açısından incelenmiştir.
Ayrıca CVID hastalarının birinci derecen akrabalarında IgA eksikliğinin
bulunma sıklığı serum immünglobülin A (IgA) düzeyi tayiniyle ve CVID
hastalarında otoantikor varlığı serum antinükleer antikor (ANA) ve
anti çift sarmallı DNA antikor (dsDNA) varlığı ile taranmıştır. Malignite
insidansı CVID hastalarında %12, akrabalarında %1,9 olarak tespit
edilmiştir. IgA eksikliği hastalarında maligniteye rastlanmazken
akrabaların %2,3’ünde malignite bulunmuştur. Üç CVID hastasının aile
bireyinde IgA eksikliği saptanmıştır. Hiçbir CVID hastasında serum
ANA ve anti dsDNA pozitif bulunmamıştır. Sonuçlar, literatüre paralel
olarak CVID’lı hastaların artan malignite insidansını doğrulamaktadır.
Hem CVID hem de IgA eksikliği hastalarının yakınlarında malignite
sıklığında artış saptanmamıştır. Otoantikor negatifliği ve kanser
sıklığı ilerleyen yaşla değişebileceğinden CVID hastalarının bu iki
durum konusunda yakın takibi önerilmektedir. CVID’lı hastaların aile
bireylerinin IgA eksikliği yönünden taranması bir çok asemptomatik
vakanın erken tanısına yardımcı olacaktır.
It is well known that malignancies especially of lymphoreticular and gastrointestinal origin are more common in patients with common variable immune deficiency (CVID). Incidence of malignancy among relatives of patiens with CVID was reported in a limited number of studies. In this study incidence of malignancy among patients with CVID, IgA deficiency and their relatives were investigated. We evaluated 25 CVID and 68 IgA deficiency patients, and their 727 and 1802 respective relatives for the presence of malignancy. In addition, all the first degree relatives of patients with CVID were screened for the presence of IgA deficiency and autoantibodies in terms of positive anti nuclear antibody (ANA) and anti double stranded DNA antibody (dsDNA). Incidence of malignancy in patients with CVID and their relatives were 12% and 1.9%, respectively. A history of malignancy was positive in none of the patients with IgA deficiency but in 2.3% of their relatives. None of the patients with CVID had positive ANA or anti dsDNA. Our results confirm the notion that incidence of malignancy is increased in patients with CVID. However, relatives of neither CVID nor IgA deficiency patients , displayed any increase in the incidence of malignancy. Screening of patients with CVID for malignancy and their relatives for IgA deficiency might provide early diagnosis of these conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Murat Gölcük, Şükrü Salih Toprak, Mustafa Şahin, Sema Hücümenoğlu, Hatice Paşaoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Amaç: Deneysel sepsis modelinde pentoksifilin, L-arginin ve aminoguanidin’in plazma nitrik oksid (NO) ve malondialdehit (MDA) düzeylerine etkisini belirlemek NO ve MDA düzeyleri ile barsak hasarı arasındaki ilişkiyi ve nitrik oksit inhibitörü aminoguanidin ile tedavinin etkilerini incelemektir. Sepsiste barsaklarda görülen doku hasarının nedeni bakteriyel translokasyon, intestinal iskemidir. Bu hasar ile NO ve serbest oksijen radikallerinin ilişkisi ve aminoguanidin ile tedavinin etkileri araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmada Wistar albino cinsi 60 rat kullanıldı. Ratlar 10’arlı 6 gruba ayrıldı. Ratlarda çekum ligasyon-perforasyon (ÇLP) yöntemi ile sepsis geliştirildi. Ratlar, Grup I: Sham işlemi, Grup II: ÇLP (sepsis), Grup III: ÇLP +10 mg/kg L-arginin, Grup IV: ÇLP + 15 mg/kg Aminoguanidin, Grup V: ÇLP + L-arginin + Aminoguanidin (aynı dozlar), Grup VI: ÇLP + 15 mg/kg Pentoksifilin şeklinde gruplara ayrıldı. İşlemden 24 saat sonra ratlardan NO, MDA, lökosit tayini için kan örnekleri ve doku hasarını belirlemek için ileum örnekleri alındı. Bulgular: Lökosit sayısı ÇLP uygulanan gruplarda anlamlı olarak arttı. NO düzeyleri sepsis grubu ve L-arginin grubunda anlamlı olarak yükselirken, Aminoguanidin + L-arginin gruplarında sham grubuna benzer bulundu. ÇLP uygulanan gruplarda barsak doku hasarı, sham grubuna göre anlamlı olarak yüksekti, ancak Pentoksifilin, Aminoguanidin ve Aminoguanidin + L-arginin gruplarının değerleri sepsis ve L-arginin gruplarına göre anlamlı olarak düzelme gösterdiler. Sepsis ve L-arginin gruplarındaki MDA düzeyleri sham grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Sepsiste oluşan barsak doku hasarına artan MDA ve NO düzeylerinin neden olduğunu ve bu hasarı önlemek amacıyla pentoksifilin ve aminoguanidin tedavi protokollerine eklenebileceğini düşünmekteyiz.
Objective: Nitric oxide (NO) and free oxygen radicals have been implicated in the pathogenesis of intestinal circulatory dysfunction in sepsis. The aim of this study is to investigate the effects of pentoxyfillin, L-arginin and Aminoguanidine on plasma malondialdehide (MDA) and nitric oxide (NO) levels, and to determine the relations between MDA and NO levels on intestine pathology. Methods: 60 Wistar Albino rats were used in this study. The rats were divided into 6 groups, each containing 10 subjects. Sepsis was induced by cecal ligation and puncture (CLP) method. Group I: Sham group, Group II: CLP (sepsis), Group III: CLP + 10 mg/kg L-arginin admiministration, Group IV: CLP + 15 mg/kg Aminoguanidine administration, Group V: CLP + L-arginin + Aminoguanidine (as groups III and IV) Group VI: CLP + 15 mg/kg/day pentoxyfillin. Blood samples were taken fort he determination of NO, MDA, leukocyte counts, a segment of ileum tissue sample was obtained for determination of tissue damage. Results: Leukocyte count increased in CLP induced groups significantly. While NO levels were significantly higher in sepsis and L-arginin groups the levels in Aminoguanidine and Aminoguanidine + L-arginin groups were similar to Sham group. Intestine tissue damage in sepsis and L-arginin groups were more severe than the other groups. MDA levels in CLP induced groups were found to be higher than the sham group. Conclusion: Aminoguanidine and Pentoxifillin may be added to treatment protocols in sepsis in order to prevent intestinal tissue damage and dysfunction both of which (at least partially) caused by elevated NO levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonu
İhsan Çetin, Mahmut Tahir Nalbantçılar, Birsen Yılmaz, Kezban Tosun, Aydan Nazik
Araştırma makalesi
Özeti
İçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonu
CorrelatIon Of Trace Element Levels In DrInkIng Water WIth Body
composItIon Of ChIldren
Su ile alınan minerallerin iyon şeklinde görünmeleri ve sindirim
yolunda hemen emilmelerinden dolayı içme suyu, mineral alımında
önemli bir kaynak olmaktadır. Ancak içme suyundaki eser element
seviyelerinin, çocukların vücut kompozisyonları ile nasıl bir ilişki
içinde olduğu henüz kapsamlı bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bunun
üzerine bu çalışmada, içme suyundaki klinik olarak önemli eser
element seviyeleri ile Batman’daki çocukların vücut kompozisyonları
arasındaki ilişkiyi değerlendirme amaçlandı. Araştırmanın örneklemi,
Batman Bölge Devlet Hastanesi Diyet Polikliniği’ne başvuran
beden kütle indeksi (BKİ) ile persentil eğrilerine göre fazla kilolu,
obez ve normal kilolu olarak 20 kişilik gruplara ayrılan 13-18 yaş
aralığındaki (ortalama yaş 15.9±1.68) kız çocuklarından oluşturuldu.
İndüktif eşleşmiş plazma spektrometresi kullanarak, belediyenin
ve şahısların kuyularındaki sulardan alınan örneklerde lityum (Li),
nikel, kurşun (Pb), silisyum, kalay, stronsiyum (Sr), bor, alüminyum
(Al), baryum ve rubidyum seviyeleri ölçüldü. Vücut kompozisyonu
ölçümleri biyoelektrik empedans cihazı (Tanita BC 418) ile
gerçekleştirildi. İçme suyundaki lityum seviyeleri, bütün çocuklarda
BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde pozitif korelasyon
göstermiştir. Benzer şekilde, içme suyundaki kurşun seviyeleri
de çocuklarda BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Son olarak, içme suyundaki Al ve
Sr seviyeleri, çocuklardaki vücut ağırlığı, BKİ, yağ yüzdesi ve vücut
kompozisyonunun dahil olduğu birçok değişken ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Elde edilen bu bulgulara göre; suyun
içeriğinde bulunan Li, Pb, Al ve Sr seviyelerinin 13-18 yaşlarındaki
çocukların vücut kompozisyonları ile ilişkili olduğu önerilebilir.
Drinking water is a significant source in mineral intake due to
the fact that waterborne minerals are present in ionic form and are
instantly absorbed by the gastrointestinal tract. However, up until
now, no comprehensive research has been encountered about how
levels of trace elements in drinking water are related with body
compositions of the children. Thereupon, in this study, it was aimed
to assess the relationship between clinically important trace element
levels in public drinking water and body composition of the children
in Batman. The universe of the study consisted of female children,
at the age range of 13-18 (mean age 15.9±1.68), who were divided
into overweight, obese and normal weight groups of 20 participants,
according to body mass index (BMI) and percentile curves, and
who applied to Batman Regional State Hospital Diet Policlinic. The
levels of lithium (Li), nickel, lead (Pb), silicon, stannum, strontium
(Sr), boron, aluminium (Al), barium and rubidium were measured
in water samples obtained from municipality and individual wells
by employing inductively coupled plasma spectrometry. Body
composition measurements were performed by means of bioelectrical
impedance analysis (Tanita BC 418). Li levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and
fat percentage in all children. Similarly, Pb levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and fat
percentage in children. Finally, Al and Sr levels in drinking water
showed significantly positive correlations with body weight, BMI, fat
percentage and several variables of body composition in children.
According to the findings obtained, it may be suggested that there is
a relationship between Li, Pb, Al and Sr contents in drinking water
and body composition of children aged 13-18.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Açlığın İnce Bağırsak Mukozası Üzerine Olan Etkilerinin Işık Mikroskobik İncelenmesi
Neriman Çolakoğlu, Aysel Kükner, Enver Ozan
Araştırma makalesi
Özeti
Açlığın İnce Bağırsak Mukozası Üzerine Olan Etkilerinin Işık Mikroskobik İncelenmesi
LIght MIcroscopIc ObservatIon Of Effects Of StarvatIon On IntestInal Mucosa.
Bu çalışmada açlık ve açlık sonrası beslenmenin ince bağırsak ileum mukozasına olan etkileri incelendi. Çalışmada toplam 42 adet ergin erkek sıçan kulan ildi. Üç grup oluşturuldu. Birinci gruptaki hayvanlar 1, 2, 3, 5, 9, 11 ve 14 gün aç bırakıldı. İkinci gruptaki hayvanlar belli açlık sürelerini takiben doyurulup 1, 2, 3, 5 ve 12 gün sonra kesildi. Üçüncü gruptaki denekler kontrol olarak kullanıldı ve normal beslendi. Aç bırakılma süresince deneklere sadece su verildi. Denekler açlık süresi boyunca günlük .olarak tartıldı. Deney süreleri sonunda eter anestezisi altında öldürülen deneklerin ileum bölgelerinden ışık mikroskopta incelemek üzere doku örnekleri alındı. Hazırlanan parafin kesitlere çeşitli boyalar uygulandı. Ayrıca villus'uzunlukları oküler mikrometre ile ölçülerek değerlendirildi. Yapılan mikrometrik ölçümler sonucunda açlığın 3. gününden itibaren açlık süresinin artışına paralel olarak villus boylarında giderek kısalma gözlendi. Bunun yanında vucut ağırlıklarında azalma saptandı. Uzun süren açlık dönemlerinde (5, 9, 11 ve 14 gün) villusların lamina propriasındaki lenfatiklerde genişleme, kan damarlarında dolgunluk gözlendi. Paneth hücrelerinin ve içerdikleri granül yapılarının kontrol grubuna göre artmış olduğu tespit edildi. Açlık sonrası doyurulan gruplarda villus uzunluklarında uzama saptandı. Paneth hücrelerinin ve salgı granüllerinin yoğunlukları devam etmekteydi.
The effects of starvation and refeeding on intestinal mucosa nere studied in ileum of rat intestine. Forty-two adult male rats nere used in this study. Animals nere divided into three groups. First groups of twenty-one rats nere starved for 1, 2, 3, 5, 9, 11 and 14 days. Second group of fifteen rats nere refed after a period of starvation and then decapitated after 1, 2, 3, 5 and 12 days. Third groups of three rats nere used as control animals. Starved rats nere alloned to drink nater ad libitum. Control animals had free access to nater and to chon pellets until the time of killing. Animals nere neighed daily during the fasting period. Animals nere killed under ether anesthesia. Ileal sections nere stained. Ileal villi size nere measured by ocular micrometre. After 3-day fasting, villi heigth nas observed to be gradually decreased nith days of fasting. Body neigth and after 3-day-fasting villi heigth gradually decreased nith days of fasting. Lymphatics nere dilated (5, 9, 11 and 14 day fasting), blood vessels nere fulled up nith erytrocyte at the long term fasting (9, 11 and 14- day fasting). Paneth cells and their granules nere gradually increased nith days of fasting. Ileal villus nere determined to height increased after refeeding. Paneth cells and their dense granules nere persistent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronş Kanserlerinde Teşhis Ve Tedavi Yöntemleri
Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Hasan Solak, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronş Kanserlerinde Teşhis Ve Tedavi Yöntemleri
Dıagnosıs And Treatment Methods In Bronchıc Cancers
Bronş kanserlerinin morbiditesi, genel kanser morbiditesi içinde yaklaşık %20'lik bir orandadır. Bu oranla bronş kanserleri sıralamada gastrointestinal kanserlerden sonra ikinci sırayı almaktadır. Bazı istatistiklerde erkeklerde ilk sırayı almaktadır (4). Son yıllarda diğer kanser türlerinde duraklama - şayet varsa çok az bir yükselme - gözlenirken, bronş kanserlerinde aşırı oranda yükselme dikkati çekmektedir. Yapılan çeşitli araştırmalarda, kanserden ölenlerin 1/3 - 4'ünde sebep; bronş kanserleridir (2).
In this article, we researched 87 patients in our clinic with primary bronch carcinoma for diagnosis and treatment methods. Seventy-five of the cases were men (86.2 %) and 12 of them (13.7 %) were women. 72 of thern smokers of different numbers and times. 15 of the cases were passive smokers. Most of the patients were applied often 5 or more months that the symptoms began because of the patients' uneducation and the physicians uncare. In our research, the best diagnostic technic is the endoscopy and biopsy together in 69 cases (79.3 %). Thoracotomy were applied in 25 cases. We couldn't know about the 5 years survey because the patients never come to control. The mortality rate was 4 % with 1 death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Behçet Hastalığı Ve Amiloidoz Birlikteliği
İlknur Albayrak, Adem Küçük, Sinan Bağçacı, Sami Küçükşen, Recep Tunç
Olgu sunumu
Özeti
Behçet Hastalığı Ve Amiloidoz Birlikteliği
Behçet’s DIsease And AmyloIdosIs
Behçet hastalığı (BH) tekrarlayan oral, genital ülser ve göz
tutulumuyla seyreden, ayrıca eklem, kardiyovasküler, nörolojik,
gastrointestinal sistem ve böbrek tutulumunun da görüldüğü sistemik
bir vaskülittir. Böbrek tutulumu genelde amiloidoz olarak kendini
gösterir. Bu vaka sunumunda BH tanısıyla takip edilirken proteinüri
saptanması üzerine yapılan biyopsi sonrasında amiloidoza bağlı
böbrek tutulumu tespit edilen bir hastadan bahsedilmiştir.
Behçet’s disease (BD), is characterised with recurrent oral and
genital ulcers and eye involvement, as well as joint, cardiovascular,
neurological, gastrointestinal and renal involvement may be seen in
systemic vasculitis. Renal involvement usually manifests itself as
amyloidosis. In this paper we report a case of BH presenting with
proteinuria due to amyloidosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Stromal Tümörlerin Histopatolojik Ve İmmünhistokimyasal Özellikleri
Sıddıka Fındık, Hasan Esen, Pembe Oltulu, Fahriye Kılınç, Zeliha Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Stromal Tümörlerin Histopatolojik Ve İmmünhistokimyasal Özellikleri
HIstopathologIcal And ImmunohIstochemIcal CharacterIstIcs Of GastroIntestInal Stromal Tumors And RIsk Group AnalysIs
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST); gastrointestinal traktın en sık görülen mezenkimal tümörleridir. Gastrointestinal sistemin peristaltizmini düzenleyen interstisyel Cajal hücrelerinden köken aldıkları düşünülmektedir. Gastrointestinal stromal tümörler farklı morfolojik ve biyolojik davranış özellikleri ile heterojen bir tümör grubudur bu nedenle farklı ülkelerde farklı epidemiyolojik, klinikopatolojik ve prognostik özellikler sergileyebilmektedir. Bu çalışmanın amacı, son 10 yılda GİST tanısı alan 100 olgunun histopatolojik, immünhistokimyasal özellikleri ve risk gruplarının analizini yapmaktır.
Hastalar ve Yöntem: 2006- 2016 yılları arasında patoloji laboratuarımızda GİST tanısı alan 100 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların çap ve mitoz oranlarına göre risk grupları belirlendi. Çap ve mitoz dışındaki histopatolojik ve immünohistokimyasal özellikleri ile risk grupları arasındaki ilişki analiz edildi. Verilerin analizinde Chi- kare- Fischer testleri kullanıldı.
Bulgular: Olgularımızda yaş ve cinsiyet dağılımı risk gruplarına göre değişmemektedir. En çok; sırası ile kolorektal, ekstra gastrointestinal sistem (mezental, omental ve retroperiton), ince barsak ve mide GİST leri yüksek risk grubunda yer almaktadır. İnce barsak, kolorektal ve ekstra gastrointestinal tümörler daha büyük çaplı olup mide tümörleri daha küçük çaplıdır. İmmünhistokimyasal CD-34, S-100, SMA, desmin ekspresyonu ile risk grupları ilişkili değildir. Ki-67 %10’ un üzerinde ekspresyon gösteren tümörler yüksek risk grubunda yer almaktadırlar. Mide ve ekstra gastrointestinal tümörler daha fazla CD-34 ekspresyonu göstermektedir. Nekroz ve kanama gösteren tümörler ile selüleritesi yüksek tümörlerin bir üst risk grubunda olma oddsları artmıştır. Ülserasyon, büyüme paterni ve atipi ile risk grupları arasında ilişki mevcut değildir.
Sonuç: GİST ler gastrointestinal sistemin nadir tümörlerinden olup farklı bölgelerde, farklı varyasyonlarda ortaya çıkabilirler. GİST lerin histopatolojik ve immünhistokimyasal olarak detaylı incelenmesi ve risk gruplarına göre klasifiye edilmesi klinik tedavi ve takipte önemli rol oynamaktadır.
Aim: Gastrointestinal stromal tumours (GISTs) are the most common mesenchymal tumours of the gastrointestinal tract. GISTs are thought to originate from the precursors of interstitial Cajal cells which regulate gastrointestinal peristaltism. GISTs include a group of heterogeneous tumors with different morphology and biologic behavior so their epidemiology, clinico-pathological features and prognosis is distinct in different countries. The aim of this study is to analyze the histopathological, immunohistochemical characteristics and risk groups of 100 patients with GIST in the last 10 years in our depertment.
Patients and Methods: Between 2006-2016, 100 patients with GIST diagnosed in our Pathology laboratory were examined retrospectively. Risk groups were determined according to diameter and mitotic rates of the cases. Histopathologic and immunohistochemical features excluding diameter and mitosis were analyzed and the relationship between risk groups was analyzed. A Chi-care- Fischer was used for descriptive statistical analysis.
Results: In our cases, there is no relationship between age, gender and risk groups. Colorectal, extra gastrointestinal system (peritoneum, mesentery and retroperitoneum), small intestine and stomach GISTs are in high risk group respectively. Small intestine, colorectal and extra gastrointestinal system tumors are larger diameter than stomach tumors. There is no relationship between immunohistochemical CD-34, S-100, SMA, desmin and risk groups. Tumors expressing over 10% of Ki-67 are in high-risk group. Stomach and extra gastrointestinal tumors represent more CD-34 expression. Tumors with necrosis, haemorrhage and high cellularity are at higher risk group. There is no relationship between risk groups and ulceration, growth pattern and atypia.
Conclusions: GISTs are rare tumors of the gastrointestinal tract and may occur in different regions, in different variations. Detailed histopathologic and immunohistochemical examination of the GİSTs
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın Değerlendirilmesi
Ayşe Gülhan Kanat Ünlüer, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi
Özeti
1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın Değerlendirilmesi
The FIndIngs Of 539 AnemIc PatIents Who HospItalIzed
between 1996-2003
Bu çalışmada 1996-2003 yılları arasında S.Ü. Meram Tıp
Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Servisinde
yatan ve anemisi olan 539 hastanın klinik ve laboratuar bulguları
değerlendirilmiştir. Çalışmamızda demir eksikliği anemisi 280 hasta
ile en sık görülen anemi sebebi olup kadınlarda 3 kat fazlaydı.
Menapoz öncesi dönemdeki kadınlarda en sık anemi oluşturan sebep
menometrorajiydi (%48). Menapoz sonrası dönemdeki kadınlarda
ve erkeklerde ise en önemli sebep gastrointestinal sistemden
kanamalardı. Hastalarımızda özofagogastroduodenoskopi ile kanama
oluşturabilecek lezyon görülme sıklığı kolonoskopinin 2,7 katı idi. B12
vitamini eksikliğine bağlı görülen megaloblastik anemiler 115 hasta ile
ikinci sıklıkta anemi sebebiydi. Otuziki hastada demir ve B12 eksikliği
birlikteydi. Hastalarımızın 21‘inde folik asit eksikliğine bağlı anemi
görülmüştü Çalışmamızda 28 hastada hemolitik,26 hastada aplastik
anemi mevcuttu. Kronik hastalık anemisi 27 hastada görülmüştü. Dört
hastamızda refrakter anemili miyelodisplastik sendrom, 6 hastamızda
da kronik böbrek yetersizliğine bağlı anemiydi. Araştırmamız yatan
hastalarla ilgilidir. Anemi bütün sistemleri etkileyen, pek çok
hastalığın kötüye gitmesine yol açan bir bulgudur. Bu sebepten
önemli bir sağlık sorunudur.
In this study, the clinical and laboratory findings of 539 anemic
patients who were hospitalized between 1996 and 2003 in Hematology
inpatient clinics of Internal Medicine Department in Selçuk University
Meram Medical Faculty, were evaluated. In our study the most
common anemia was Fe deficiency anemia, there were 280 patients,
it was seen three-fold more in women. In premenapausal period,
menomethrorhagea was the most common cause (48%) in women.
Among postmenapausal women and men, the most gastrointestinal
hemorrhageas. In our patients, the rate of lesions which might bleed
observed in colonoscopy. The second common cause of anemias
was vit B12 deficiency causing megaloblastic anemias. In our study,
cobalamine deficiency was detected in 115 patients.Thirty two
patients had both Fe and vit B12 deficiencies. Twenty one patients
had folic acid deficiency anemia. In our study, 28 patients had
hemolytic. Twentysix patients had aplastic anemia. Twenty seven
patients had chronic disease anemias. Four female patients had
myelodysplastic syndrome with refractory anemia and 6 patients had
anemia due to chronic kidney failure. Our study was carried out in
inpatient clinics. Anemia, affecting all systems, makes many diseases
worse. That’s why, it’s an important health problem.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
Müslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu
Özeti
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
Mehmet Özdemir, Mehmet Emin Demircili, Bahadır Feyzioğlu, Sibel Yavru, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
InvestIgatIon Of Acute VIral GastroenterItIs Agents In DIarrhaeIc
patIent
Viral gastroenterit etkeni olan virüsler insanlarda sporadik ve
epidemik salgınlara yol açabilir. Sık görülen viral enterit etkenleri
rotavirüs, nörovirüs ve adenovirüstür. Bu çalışmada Konya
bölgesinde ishalli hastalarda bu viral etkenlerin araştırılması
amaçlandı. Hastanemiz Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına çeşitli
klinik, poliklinik ve yoğun bakım ünitelerinden gönderilen ve karın
ağrısı, ishal, kusma şikayeti olan hastalardan alınan 300 gaita örneği
çalışmaya alındı. Bu örneklerde mikroskopik inceleme yapılarak
parazit yönünden negatif bulunanlarda Adenovirus ve Rotavirus
immunokromotografik yöntemle, Nörovirus ELISA yöntemi ile
çalışıldı. Bu örneklerin 52’(%17,3) si Rotavirüs, 8(%2,6)’i Adenovirüs
35(%11,7) i Nörovirüs açısından pozitif olarak saptandı. Rotavirüsün
en yüksek pozitif bulunduğu aylar Kasım ve Şubat iken, Nörovirus
Ağustos ve Eylül aylarında yüksek bulundu. Viral gastroenterit
etkenleri, mevsimsel ve yaş gurubu farklılıkları olmakla beraber
her coğrafik bölgede görülmekte ve bazen ciddi infeksiyonlara
neden olmaktadır. Çocukluk yaş guruplarında ölümlere kadar varan
infeksiyonlar görülebilir. Bu nedenle sık görülen viral gastroenterit
etkenlerini rutin tanıda tespit edecek tanı sistemleri hastane
laboratuvarlarında bulunmalı ve gastrointestinal infeksiyonlarının
tanısında kullanılmalıdır.
The viruses that cause viral gastroenteritis can lead to sporadic
and epidemic outbreaks in humans. Common viral enteritis agents
are Rotavirus, Nörovirus, and Adenovirüs. In this study it was aimed
to investigate viral agents in diarrheic patients in Konya region. From
patient who has diarrhea and abdominal pain, 300 stool samples
which sent from various clinics, outpatient clinic and intensive care
units to central clinical microbiology laboratory of our Hospital, were
included in the study. Of these samples, were 52 (17.3%) positive
for Rotavirus, 8 (2.6%) positive for adenovirus, and 35 (11.7%)
positive for Norovirus. while it was detected the highest positivity to
Rotavirus in November and February; Norovirus was higher in August
and September. Although the differences observed in seasonal and
age group, viral gastroenteritis agents could be detected in each
geographical region, and sometimes can cause serious infections up
to death. For this reason, routine diagnosis of common viral agents of
gastroenteritis must be available and should be used in the diagnosis
of gastrointestinal infections in hospital laboratories.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mide Divertikülüne Bağlı Gelişmiş Pilor Darlığı
Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Mide Divertikülüne Bağlı Gelişmiş Pilor Darlığı
PylorIc StenosIs Secondary To A GastrIc DIvertIculum
Amaç: Mide divertikülü nadir görülen ve genellikle asemptomatik seyir gösteren bir hastalıktır. Literatürde bugüne kadar, mide divertikülü nedeniyle pilor darlığı gelişmiş yalnızca bir hasta rapor edilmiştir. Mide divertikülüne bağlı pilor darlığı gelişmiş bir hastanın klinik özelliklerinin literatür eşliğinde tartışılması ve sunulması amaçlandı. Olgu sunumu: Üç aydır peptik ülser tanısı ile tedavi edilen 66 yaşında bayan hasta, son onbeş gündür oral gıda alımı sonrası kusma şikayetinin başlaması üzerine hastanemize başvurdu. Üst gastrointestinal sistemin görüntülenmesini sağlayan tetkikler sonrasında midede pilora bitişik yerleşimli, pilor halkasını içine alıp deforme etmiş divertikül saptandı. Hasta endoskopik pilor balon dilatasyonu yapılarak tedavi edildi. Sonuç: Semptomatik mide divertikülü olan hastalarda tedavi amacıyla divertikülün basit rezeksiyonu önerilmekteyse de, divertiküle bağlı oluşan pilor darlığının endoskopik pilor balon dilatasyonu ile tedavi edilebileceği unutulmamalıdır.
Aim: Gastric diverticula are uncommon and usually asymptomatic. Only one case of pyloric obstruction secondary to a gastric diverticulum was published in the literature. A case treated for pyloric obstruction secondary to a gastric diverticulum and the related literature are reviewed. Case report: The 66-year-old female, treated for peptic ulcus along three month, consulted to our hospital complaining about vomiting after eating something for last 15 days. Having examined upper gastrointestinal system, diverticulum was found on at lesser curvature, located adjacent to and partially including the pylor. Patient was treated with endoscopic balloon dilatation. Conclusion: Even if simple resection was suggested for symptomatic gastric diverticula, pyloric stenosis secondary to a gastric diverticulum can be cured with endoscopic balloon dilatation was reosanable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bezoarlara Bağlı Barsak Tıkanmaları
A. Erkan Ünal, Ömer Karahan, Adil Kartal, Yüksel Tatkan
Araştırma makalesi
Özeti
Bezoarlara Bağlı Barsak Tıkanmaları
IntestInal ObstructIons Due To Bezoars
Bu çalışmada fitobezoarlara bağlı akut barsak tıkanmalı altı hasta sunuldu. Hastaların hepsinde, ülser nedeniyle önceden geçirilmiş mide ameliyatı ile Trabzon hurması (Amerikan hurması) ve/veya portakal yenilmesi öyküsü mevcuttu. Hastaların tümü cerrahi olarak tedavi edildi. Beş hastaya kapalı dekompresyon, birine açık dekompresyon (enterotomi) yapıldı. Bir hasta nüks ve intussusepsiyon nedenleriyle iki kez daha ameliyat edildi. Ülser nedeniyle mide ameliyatı geçiren hastaların, Trabzon hurması veya portakal gibi yiyecek maddelerini lifleriyle beraber yememeleri konusunda uyarıImaları gerektiği sonucuna varıldı.
In this study, six patients with acute intestinal obstructions due to phytobezoars is presented, All of patients had previous gastric surgery for ulcer disease and had a history of persimrnon or orange ingestion. Whole patients were treated surgically. Five patients were applied close decompreiion and one patient was applied opera decompretion (enterotomy) A patient was reoperated twice because of relapse and intussusception. Consequently, patients who have undergone gastric surgery for ulcer disease should be warned about not tü eat persimmon or orange with their fibers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pnömatosis Sistoides İntestinalis
Yüksel Arıkan, Faruk Aksoy, İbrahim Sungur
Olgu sunumu
Özeti
Pnömatosis Sistoides İntestinalis
PneumatosIs CystoIdes IntestInalIs.
Sadece ileıımu tutan bir pnömatozis sistoides intestinalis olgusu klinik, radyolojik, histopatolojik ve laparotomi bulguları ile birlikte sunulmuş ve literatür bilgileri gözden geçirilmiştir.
A case of pneumatosis cystoides intestinalis involving only the ileum is reported with clinical, radyologic, histopathological and operation findings by the review of the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Serdar Yol, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Adil Kartal, Mehmet Karademir
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Emergency OperatIons In Elderly PatIents: MorbIdIty And MortalIty
Yaşlı hastaların acil operasyonlarında mortalite elektif operasyonlara göre en az 2-3 kat artmaktadır. Yaşlı hastalardaki acil operasyonların riskleri ile tedavi sonuçlarının mortalite ve morbiditeye etkilerini incelenmiştir. Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'da Mayıs 1991 ile Nisan 1997 tarihleri arasında ameliyat edi-len 65 yaş ve üzerindeki 884 hasta (tüm olguların %11.9'u) dosya analizi ile retrospektif olarak incelendi. Bunların 183'ünü (%20.7) acil, 701'ini (%79.3) efektif olarak operasyona alınan hastalar oluşturuyordu. Acil arrıeLyat yapılan olgularda erkek/ kadın oranı 1.9 (120/63), yaş ortalaması 72.3 (65-95) idi. En sık acil operasyon nedenleri barsak tıkanması (49 olgu), akut mezenterik iskemi (24 olgu) ve peptik ülser perforasyonu (23 olgu) idi. Ortalama hastanede yatış acil vakalarda 10.8 gün (3-51), elektif vakalarda 7.2 gün (1-41) idi (p<0.0001). Acil operasyon uy-gulanan olgularda mortalite %18.6 iken elektif olgularda bu oran %3.4 idi (p<0.0001). Yaşlı hastaların değişik yaş gruplarındaki mortalite oranları arasında istatistik' bır fark saptanmadı (p<0.05). Acil vakalarda ölüm en sık karın içi abseler ve safra kesesi perforasyonlarında görüldü. Ölen olguların %70.6`sında (24/34 olgu) yandaş kalp ve/veya akciğer hastalığı mevcuttu. En sık ölüm nedenleri sepsis ve kardio-pulmoner yetmezlik idi. ileri yaş acil operasyon için kontrendike değildir ve mortaliyeti etkilemernektedir. Mortalite ve morbidite, doğrudan hastalığın kendisi ve bir-likte bulunan kardio-pulmoner patolojilerle ilgilidir. Bu nedenle yaşlı hastaların acil operasyonlarında zamanlama son derece önemlidir ve genel durumu iyi olmayan hastalarda en konservatif operasyon yöntemi tercih edilmelidir.
in this study, the risks of emergency surgical procedures in elderly patients and the effect of surgery on the morbidity and mortality were investigated. The records of 884 patients, those who were 65 years old or elder, and who were operated on in the Department of Surgery, University of Selçuk beetwen May 1991 and April 1997 were analyzed, retrospectively. One hundred eighty three patients (20.7%) were operated on urgently and 701 patients (79.3%) were elective. The ratio of male ifemale was 1.9 (120M/63F) and the mean age was 72.3 (range 65-95) in the emergency operations. Most frequent reason for the emergency operations were intestinal obstruction (49 cases), acute mesenteric ischemia (24 cases) and pepic ulcer perforation (23 cases). Mean hospital stay was 10.8 days (3-51 days) in the emergency and 7.2 days (1-41 days) in the elective operation (p<0.0001). The mor-tality was 18.6% in the emergency and 3.4% in the elective operations (p<0.0001). There was no correlation bet-ween mortality rates in different age groups (p>0.05). The highest mortality was observed in intraabdominal abs-cess and in perforated gallbladder disease. Intestinal resection and anastomosis was performed in 55.9% of expired cases. The majority of the patients (70.6%), who had died, had coexisting cardiopulmonary diseases. The main causes of death in alt patients were sepsis and cordio-pulmonary diseases. The main causes of death in all patients were sepsis and cardio-pulmonary failure. In conclusion, age is not a contraindication for an emergency operation and does not affect mortality which appears to be directly related to the severity and nature of the di-sease and to the coexisting cordio-pulmonary diseases. For this reason, timing is very important in the operations of elderly patients, and it is wise to perform the most conservative operation in some severe surgical conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Mehmet Işık, Ali Sarıgül
Olgu sunumu
Özeti
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Surgıcal Treatment In A Patıent Wıth Celıac Artery Stenosıs: Aorta-Hepatıc Bypass
Kronik mezenterik iskemi, intestinal perfüzyon bozukluğundan kaynaklanan nadir görülen bir hastalıktır. Yemeklerden sonra artan karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtilerle seyreder. Olgu sunumu yapılan hastada, intestinal iskemi, arterya dorsalis pedis tıkanıklığı, çölyak arter (ÇA) ve süperior mezenterik arter (SMA) tutulumu mevcuttu. 35 yaşındaki bir bayan hastada tüm bu lezyonların birlikte görülmesi, nadir olması açısından ilginçti.
Bu çalışmada, multipl lezyonlar nedeniyle endovasküler işleme uygun olmayan ve safen ven ile aorta-hepatik bypass yapılan genç hastanın cerrahi tedavisi paylaşılmak istendi.
Chronic mesenteric ischemia is a rare disease caused by intestinal perfusion disorder. Increased abdominal pain after meals, loss of appetite, weight loss, such as the symptoms of the course. The patient was presented with intestinal ischemia, arterial dorsalis pedis obstruction, celiac artery and superior mesenteric artery involvement. The coexistence of all these lesions in a 35-year-old female patient was interesting because of its rarity. In this study, we wanted to share the surgical treatment of a young patient who was not suitable for endovascular treatment and underwent saphenous vein and aorta-hepatic bypass due to multiple lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
Mehmet Kılıç, Mehmet Keşkek, Ömer Yoldaş, Tamer Ertan, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
An Unusual Cause Of IntestInal ObstructIon: AbdomInal Cocoon
Amaç: Cerrahi aciller içerisinde sıkça rastlanılan intestinal obstrüksiyonun sebebi genellikle intestinal adezyonlar ve boğulmuş fıtıklardır. Abdominal cocoon veya sklerozan enkapsüle peritonit ise intestinal obstrüksiyonun nadir sebeplerindendir. İdiyopatik formu abdominal cocoon olarak bilinir ve karakteristik olarak ince barsaklar koza benzeri fibrokollajenöz membranla sarılmıştır. Olgu Sunumu: İntestinal obstrüksiyon nedeniyle başvuran 35 yaşındaki erkek hastaya laparotomi yapıldı. Ameliyat sırasında hemen tüm ince barsakların fibröz bir kese ile sarıldığı ve barsaklar arasında yoğun fibröz yapışıklıklar olduğu gözlendi. Künt ve keskin diseksiyonla kapsül ve adezyonlar açıldı. Sonuç: Tedavide ince barsaklar arasındaki ve çevresindeki fibröz kese ve bantların açılması yeterli olup, mümkün olduğunca sınırlı biridektomi ve rezeksiyon yapılmalıdır.
Aim: Intestinal obstruction is a commonly encountered surgical emergency, and usually occurs secondary to intestinal adhesions, bads and obstructed hernia. However, at times, rare causes of intestinal obstruction may be encountered such as the abdominal cocoon, also known as sclerosing encapsulating peritonitis, which is a rare condition that is characterized by the encasement of the small bowel by a fibrocollagenic cocoon like sac. Case Report: A 35 years old male patient was operated for intestinal obstruction. During the the surgery, it was observed that all the small intestines were encaged in a fibrous case and dense adhesions were present between the intestines. Capsule and adhesions were separated by blunt and sharp dissections. Conclusion: Separation of the fibrous sac and bands between the intestines is the sufficient treatment, bridectomy and resections must be as limited as possible
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çekum Volvulusu
Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı, İrfan Tunç, Nahit Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Çekum Volvulusu
Cecal Volvululus
Çekal volvulus intestinal obstrüksiyonun sık olmayan nedenlerinden biridir. Tüm intestinal obstrüksiyonların %1'ini ve tüm kolonik obstrüksiyonların %3'ünü oluşturur. Operasyon, tedavinin kabul edilen şekli olmakla birlikte son yıllarda literatürde bazı cerrahi olmayan tedavi teknikleri de bulunmaktadır.
Cecal volvulus is an uncommon cause of intestinal obstruciion. It accounts for 1 percent of all intestinal obstruction and 3 percent of all colonic obsiructions. Although the operative managernent is the accepted form of treatrnent, in recent years there is some non.surgical treatment lechnics in lit-erature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Amebıasıslı Ve Giardıasislı Hastalarda Barsak Bakterıyel Florasının De 6erlendirilmesı
Emel Türk Arıbaş, Mehmet Bitirgen, Mehmet Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Amebıasıslı Ve Giardıasislı Hastalarda Barsak Bakterıyel Florasının De 6erlendirilmesı
EvaluatIon Of IntestInal BacterIal Flora In Pa-TIents WIth AmebIasIs And GIardIasIs
Bu çalışmada ishalli 147 hastanin gotta ornegi patojen protozoon yoniinden degerlendirildi. Otuz-bir ornekte patojen protozoon saptandt, bunlartn 20'si Entanzobea histolytica (E. hisiolytica) ye 117 Giardia lamblia (G. lamblia) idi. Gaita ornekkri pa-tojen non-patojen bakterikrin izolasymu kin bakteriyolojik yOtukn incelendi. Patojen protozoon pozitif olan Urneklerin yalnizra ikisinde patojen bak-teri edildi ye istatistiksel olarak anlamsiz bit-hindu. Patojen intestinal protozon bulunan pita Or-neklerinde Escherichia coli (E. coil) amp gdzIendi ye bit ariq isiatistiksel olarak anlanalt buhtndu.
In this study, stool samples of 147 patients with diarrhea were examinated for pathogen protozoa. Pathogen protozoa were detected in 31 of stool samples: These were identified as Entamobea his-tolytic: (E. histolytica) in 20 and as Giardia latnblia (G. lamblia) in 11„5tool samples were examined for isolation of pathogenic and non-pathogenic bacteria by using bacteriological methods. Pathogen bac-teria in 2 also were isolated from the samples yi-elded positive for pathogen protozoa and this was found to be statistically in significant. The inc-reasing E. coli in stool samples with pathogen in-testinal protozoa were observed and that increase was found to be statistically significant.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
Osman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
İdris Mehmetoğlu, Abdullah Sivrikaya
Derleme
Özeti
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
SItosterolemIa (ß-SItosterolemIa)
Amaç: Sitosterolemi; fitosterolemi olarak da adland›r›lan, artmış plazma ve doku sterol konsantrasyonuyla karakterize, çok nadir görülen otozomal resesif kalıtsal bir hastalıktır. Erken koroner ateroskleroza eğilim gösteren, tendon ve tüberoz ksantomlarıyla karakterizedir. Bu makalede sitosterolemi hastalığı ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Ana Bulgular: Sağlıklı kişilerde total plazma bitki sterol konsantrasyonu 1mg/dl’den daha az olduğu halde, sitosterolemi hastalarında bu oran 12-40 mg/dL kadar yükselmektedir. Sitosterolemi hastalarında, bitki sterolleri olarak başta sitosterol ve kampesterol artmış olmasına rağmen, aynı zamanda stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol ve sitositanol da bulunur. Sitosterolemi’nin ABCG8 ve ABCG5 proteinleri için genlerin herhangi birinde mutasyonlardan kaynaklandığı belirlenmiştir. ATP-bağlayıcı kaset (ABC) transport proteinleri bitki sterollerini intestinal hücrelerde bağırsak lümeni içerisine geri pompalayarak, sterol absorpsiyonunu azaltırlar. Sonuç: Sitosterolemi hastalığının teşhis ve tedavisinde yanılmamak için, şüpheli kişilerde mutlaka sitosterollerin ölçülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Aim: Sitosterolemia -also known as phytosterolemia- is a rare autosomal, recessively inherited disease characterized by elevated plasma and tissue plant sterol concentrations. Sitosterolemia is characterized by tendon and tuberous xanthomas and by a strong propensity toward premature coronary atherosclerosis. In this article information concerning sitosterolemia disease are reviewed. Main Main Findings: In contrast to healthy subjects with total plasma plant sterols less than 1 mg/dl, patients with sitosterolemia have plasma phytosterol levels in the range of 12 to 40 mg/dl. The main plant sterols in patients with phytosterolemia are sitosterol and kampesterol but also elevated levels of stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol, sitostanol are found. Sitosterolemia has been shown to result from mutations in either of the genes for 2 proteins (ABCG5 or ABCG8). These ABC transporters preferentially pump plant sterols out of intestinal cells into the gut lumen, thereby decreasing sterol absorption. Results: We believe that it is important to measure blood sitosterol levels in suspicious patients in order to get correct diagnosis and treatment the sitosterolemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme Çalışması
Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Günay Kanber, Tacettin Tütüncü
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme Çalışması
EvaluatIon Of SprIng-Water In EvlIyatekke VIl-Lage In Hatunsaray Town Of Konya DIstrIct
Evliyatekke kayfindeki kavnaktan kimyasal analiz kin airman ye kiikfirt iceren hu suyun hanyo §.eklinde kullarami kapntilt deri hastalzklarinda yarar sag-layict ozelliktedir. Buharina maruz kalma ya da 441- mesi solunum vetmezligi, kollaps. koma, ollim olu,y-. turabilir. Duciik miktarlarda bile mukozalarda irritasyon yapzcz niteliktedir. Bu suyun asit yapida olnzasi da mukozalarda irritasyon nedenidir. Top-lam organik madde ve amonyak bulunmasz, sudaki nitrifikas_yonan tamamlandigint giisterir ye harsak enfeksiyonlarzna ?widen olahilecek organik mad-deleri Toplam organik madde miktarmin ye amonyagzn yiiksek olmasz, koruma alanz ol-maywndan kaynaklanabilir. Kloriirfin yiiksek dii-zeyde olmasz insan ya do hayvan kaynaklz idrartn karivIktna delildir.
Bathing with the water containing suiphure has succesful effects in pruritic dermal lesions. Being ex-posed to its vapour or ingestion may cause collaps, coma and death. Even in low doses of sulphure may cause irritation in mucosa and adverse effects. The acidic characteristic of this water is the main cause of the irritation in mucosa. High levels of organic substance and ammonium show discontinued nit-rification of the water. The water containing organic substances may cause intestinal infections. The absence of protective area may increase ammonium concentration and total organic substance. High chlorine con-centration confirms that the water is contaminated with the urine of human beings or animals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İlı Ve Çevresınden Gelen Hastalarda Kopro - Parazitolojik Inceleme Sonuçları
Naci Kemal Kırca, Nedret Albayrak
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İlı Ve Çevresınden Gelen Hastalarda Kopro - Parazitolojik Inceleme Sonuçları
The IncIdence Of IntestInal ParasItes In Konya
Bir kapro-epidemiyolojik araştırmaya katkıda bulunacağı düşüncesiyle Mayıs 1983 - Aralık 1984 tarihlerinde parazitoloji laboratuvarımıza gelen 3400 hasta dışkısı nativ preparasyon yöntemi ile barsak parazitleri yönünden incelenmiştir. 1356 hasta dışkısında %39.8 oranında bir veya birden fazla barsak parazitine rastlanmıştır. Parazitlerin %76.1'ini protozoonlar, %23.9'unu helmintler oluşturmaktadir.
3400 fecal specirnens were examined. in 1356 of these (%39.8) various parasites have been found, but 2044 (%60.2) specirnens showed no parasites. The prevalence of parasite species were as foilows: Protozoa and helrninthes %23.9.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ust Gastroıntestınal Sıstem Endoskopısı Uygulanan Olgularda Asemptomatık Slıdıng Hernı Sıklıgı
İhsan Taşçı, Feridun Şirin, Berat Apaydın, Sinan Çarkman, Kağan Zengin, Can Gökdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Ust Gastroıntestınal Sıstem Endoskopısı Uygulanan Olgularda Asemptomatık Slıdıng Hernı Sıklıgı
The IncIdance Of AsymptomatIc SlIdIng Her-NIas In The PatIents Undergone Gastroscopy
Ozofagogastrik bileyigin ve /veya midenin prok-shnal ktsnunin arahkli ya da devamh protrtizyonuna hiatal herniasyon denir. Bu anatomik konum de-gonigi kardia kontinansinda bozukluga neden ohm Sonurta semptomsuz seyredebilecegi gibi gam-rotizofageal refill, peptik Ozofajit gibi komp-likasyonlara yol acabilir. bu caltymada 1995 ythnda endoskopik in-reknte yapt►nnak amactyla Cerrah,yapa Tip Fa-ktiltesi Genel Cerrahi Klinigi Endeskopi Sek-siyontena bayvuran 76 hastada hiatal herni insidensini, bayvunt yikayetkrini, tantlannt ret-rospektif olarak inceledik. Hastalannuzin 47 ta-nesinde (%61.8) sliding herni saptadik. Sliding herni saptanan hastalann 3(%6.4) tanesinde sliding herni'ye bagh sempto►t bulduk. Bona gore toplumda asentplontatik sliding herni insidanstntn ytiksek ol-dugu ye herhangi bir nedenle yaptlan inceleme st-rastnda, ortaya rtkan bit patolojinin semptom ver-tneden herhangi bir tedavi gerektinnedigi kanistna yard► ve bunu az olan litettirle karytlayurdtk.
Endoscopic diagnosis and Evaluation of Asym-ptomatic sliding Hernias Intermittent or continous protrision of esophagogastric junction and/or pro-xitnal segment of stomach is called "Hiatal Her This anatomical change of location results in dysfunction of cardia continence. While it can have an asymptomatic course, hiatal hernia can re-sult in complications like gastroesophageal reflux and peptic esophagitis. In this stdudv we observed retrospectively. The incidence of hiatal hernia, the complaint and diagnoses of 76 patients who can re-sulted Cerrahyapa Medical faculty General Surgery Department Endoscopy section in order to have en-doscopic investigation in 1995. Sliding Hiatal Hernia was detected in 47 (61.8%) of our patients. We found symptoms due to sliding Hernia in 3 (6.4%) of these patients. Ac-cording to this we concluded that the incidence of asymptomatic sliding hernia is quite high in the so-ciety and that this pathology that reveals itself du-ring investigations due to other causes does not re-quire any therapy as for as it is not symptomatic and we compared this with the literature that is scant.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
Fatma Bilgen, Yakup Duman, Mehmet Bekerecioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
A Rare LocatIon: ActInomyces In Tongue
Aktinomikozis, kültürde zor üretilebilen gram pozitif anaerobik bir bakterinin neden olduğu kronik süpüratif bir infeksiyondur. Sıklıkla servikofasial, respiratuar ve gastrointestinal sistemden izole edilmektedir. Servikofasial yerleşimli olanlara sıklıkla maksillafasiyal travma ve diş manipulasyonu eşlik etmektedir. Çalışmada, 45 yaşında bayan hasta travma, dental girişim ve aile öyküsünde anlamlı bulgu olmayan aktinomiçes vakası sunulmaktadır.
Actinomyces is a chronic suppurative infection caused by Gram positive anaerobic bacteria which grows hardly in bacterial culture. It is commonly isolated from cervicofacial, respiratory, and gastrointestinal system. Its exact pathogenesis is still unknown. Actinomyces located in the cervicofacial region is frequently accompanied by maxillofacial trauma and dental procedures. Herein, we report a 45-year-old female case of actinomyces in tongue which was treated with antibiotherapy and good oral hygiene.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Demir Eksikliği Anemisi Tespit Ettiğimiz Vakaların Klinik Değerlendirilmesi: 203 Vaka
Şamil Ecirli, Ali Borazan, Hakkı Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Demir Eksikliği Anemisi Tespit Ettiğimiz Vakaların Klinik Değerlendirilmesi: 203 Vaka
ClInIcal AnalysIs Of The Our ConfIrm Cases Of Iron DefIcIency AnemIa:203 Cases
Bu çalışmada, kliniğimizde Ocak 1996-Haziran 2000 yıllan arasında yatırılarak tetkik ve tedavi edilen 203 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların 143’ü kadın (K), 6O’ı erkek (E) ve yaş ortalaması K’larda 45.09±17.11 yıl, E’lerde 58.43±14.75 yıl idi. Hastaneye yatırıldıkları esnada ortalama eritrosit K’larda 3.673.007±677.929/mm3, Elerde 3.520.333±780.210/mm3, Hemoglobin ortalaması K’larda 8.49+2.2 g/dl, E’lerde 7.42±2.3 g/dl, Hematokrit ortalaması K’larda % 27.1 ±6.3, E’lerde % 23.9+6.3, ortalama eritrosit hacmi K’larda 70.2±9.3 fl, E’lerde 66.9±10.4 fl bulundu. Serum demiri K’larda 27.66±8.5 mcg/dl, E’lerde 25.97+8 mcg/dl iken Serum demir bağlama kapasitesi K’larda 383.94±56.11 mcg/dl, E’lerde 389.72±48.4 mcg/dl, serum ferritin düzeyi K’larda 4.73+3.3 ng/ml, E’lerde 5.05±3.3 ng/ml olarak bulundu. En sık demir eksikliği anemisi sebebi K’larda kronik gastrointestinal ve jinekolojik kanamalar, E’lerde kronik gastrointestinal kanamalar idi.
İn this study, totally 203 patients with iron deficiency anemia who had been hospitalised and became therapy in our department between January 1996-June 2000 were examined. Of the patients143 were female and 60 were male, mean age was 45.09+17.11 year in females and 58.43+14.75 year in male. The mean values of erythrocyte were 3.673.007±677.929/mm3 İn females, 3.520.333±780.210/mm3 in males, haemoglobin was 8.49+2.2 g/dl in females, 7.42±2.3 g/dl in males, hematocrit was 27.1+6.3 % İn females, 23.9+6.3 % in males, mean corpusculer volüme was 70.2±9.3 fl in female, 66.9+10.4 fl in males, serum iron was 27.66±8.5 mcg/dl in females, 25.97+8 mcg/dl in males, serum iron binding capacity was 383.94±56.11 mcg/dl in females, 389.72±48.4 mcg/dl in males, serum ferritin was 4.73+3.3 ng/ml in females, 5.05±3.3 ng/ml in males. Chronic gastrointestinal bleeding and gynecologic bleeding were found to be the most commen causes of iron deficiency anemia in females vvhereas chronic gastrointestinal bleeding in males.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mıde Endoskopık Bıopsılerınde Intestınal Metaplazı Sıklıgı Ye Çesıtlı Hıde Lezyonları İle Ilıskılerı
Özden Vural, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Mıde Endoskopık Bıopsılerınde Intestınal Metaplazı Sıklıgı Ye Çesıtlı Hıde Lezyonları İle Ilıskılerı
The Prevalence Of IntestInal MetaplasIa In Gast-RIc EndoscopIc BIopsIes And Its RelatIonshIp To Va-RIous GastrIc LesIons.
Bu histokirnyasal calgmada 332 gastroskopik bi-opsi ornegi gozden ge irilrrti tir. Intestinal metaplazi orani %24.421dir. intestinal metaplazinin kronik gastrit, illser ye karsinoinlardaki sakligc si-rasula %23.55, %19.35 ye %29.68rdir.. Intestinal metaplazi kronik atrofik gastritlirde (%3437), tro-nik stiperfisyel gastritlerden (%21.59) daha saw. Tip III intestinal metaplazinin %70'inin kar-sinomlarla birlikte bulundugu bunun benign lez-yonlardakine gore daha yiiksek bir oran oldugu görüldü.
332 gastroscopic biopsy specimens were re-viewed in this histochemical study. The prevalance of intestinal metaplasia was 24.42%. The incidence of intestinal metaplasia in chronic gastritis, ulsers and carcinomas was 23.55%, 19.35% and 29.68% res-pectively. Intestinal metaplasia was more common in chronic atrophic gastritis (34.37%) than in chronic superficial gastritis (21.59). The prevalance of type III intestinal metaplasia in carcinomas was 70% and this higher than benign processes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnce Barsak Tıkanmalarrnda Operatif Dekompresyon Metodlarının Bakteriyemiye Etkisi
Şakir Tekin, Adnan Kaynak, Zafer Daşçı, Nilgün Kuru, Duygu Fındık
Araştırma makalesi
Özeti
İnce Barsak Tıkanmalarrnda Operatif Dekompresyon Metodlarının Bakteriyemiye Etkisi
The Effect Of OperatIve DecompressIon Methods On BaeterIemIa In Small Bowel ObstructIon
İnce barsak tıkannıası oluşturulan bir köpek MO-delinde, perope•atuar yapılan dekompresyon !ne-todlarının, bakteriyemive etkisi incelendi. 40 sokak köpeğinin kullanıldığı bu çalışmada, 10 köpeğe sa-dece lapaı-otomi, 30 köpeğe ileoçekal valvin 5 cin proksimalinden bağlama konarak ince barsak tıkanması oluşturuldu. 48 saat sonra 10 köpekte sa-dece bağlama çözilldii, 10 köpekte bağlama açılıp ren-ogmt dekompresyon ve nazogastrik aspirasyon, 10 köpeğe enterotomi ile dekompresyon uygulandı. Dekompresyondan önce ve 15 dakika sonrası alınan kan kı'iltürlerinde E.coll bakteriyemisi, de-lwmpresyon gruplartyla lıgasyonun •özüldüğii grup arasında belirgin fark vardı (p<0,05). Her iki de-konıpresyon grupları arasında hakteriyemi açısından fark bulunamadı. Çalışma sonunda ince barsak nkanmalarında dekompr-esyon işleminin bak-yerivemi riskini artırdığı kanaatine varıldı.
We studied- the eflect of decompression methods for bacteriemia in the obstruction of small in-testine. Fourty mongrel dogs were included iız this study and the only laparotomy was peıformed in ten (control group), intestinal obstruction was per-formed irz thiı-ty hy obliterating terminal ileum 5 cm pı-oximal to the caecum using silk. After a 48 hours peı-iod, nhstruction was opened in ten, ohstruction was opened and retrograde decompression and na-sogastric aspiration was added in ten, obstruction was opened and decompression was performed hy enterotomy in ten. Blood sample was taken for blood culture 15 m.inute hefore and atter decompression procedııre. Bacteriemia hy E. coli was higher in de-compression groups than the control group which obstr-uction was opened only (p<0,05). There was no differences hetween the two decompression groups. As a result of study, we concluded that de-•ompression cause bacteriemia iıı small intestinal obstruction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Komplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik Değerler
Selim Karahan, Şamil Ecirli, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Komplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik Değerler
HematologIc Values In UncomplIcated PeptIc Ulcer
1987 yılında S.Ü.T.F. Îç Hastalıkları ABD po-likliniğine başvuran hastalar arasında radyolojik tet-kik, anamnez ve klinik ile desteklenerek seçilen 33 peptik ülserli hastada hematolojik değerler incelendi. Hastaların kanama geçirmemiş olması ile gaitada gizli kan ve parazit olmaması koşulları arandt. Bu hasta grubu peptik ülseri ve gastrik şikayetleri ol-mayan, anemi yapacak bir hastalığı bulunmayan 10 normal kişi ile kıyaslanarak incelendi. Yapılan ince-leme sonunda hasta grubunda normallere oranla he-moglobin, kırmızı küre, hemotokrit sayımlarında çok hafif düşüklük; serum demiri ve demir bağlama kapasitesi değerlerinde de belirgin farklılıklar ortaya konuldu.
In 33 patients with peptic ulcer which were included by radiologic and clinic examination and history were evaluated for hematologic values. These patients should not have a history of gastrointestinal hemorrhage and occult blood and parasites in stool. These patients group were compared with 10 normal people who had not peptic ulcer and gastric compliants and no prominent anemia. At the end of the study; the patient group had a ligde dillerence from the normal group in 1lb, red blood cell count, PCV. There was important dillerence between the values of iron and total Iran binding capacity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
Hatice Kutbay Özçelik, Sibel Yurt, Gülşah Günlüoğlu, Turan Aslan, Murat Sezer, Filiz Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
An Unusual Case Of Esophageal TuberculosIs
Gelişmekte olan ülkelerde yaygın organ tüberkülozu önemli bir halk sağlığı problemidir. Ağızdan anüse kadar gastrointestinal sistemin herhangi bir yerinde tüberküloz görülebilir. Özefageal tüberküloz ise % 0,14 gibi çok az bir oranda görülür. Genellikle mediastinel lenf nodlarından direkt olarak yayılır. Bizim vakamız, polikliniğimize disfaji, odinofaji, kilo kaybı ve 6 aydır devam eden epigastrik ağrı şikayeti ile başvuran 55 yaşında bayan hasta idi. PA akciğer grafisinde; sol hemotoraksta hilustan perifere uzanan fibrotik bant izlenimi veren lineer opasite ve sol kostofrenik sinüste küntleşme mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde subkarinal ve sağ hiler milimetrik sekel kalsifik lenf nodları, torakal özefagusta karina düzeyinde ve hemen proksimalinde duvar kalınlaşması ve lümende daralma, sağ akciğer orta ve sol akciğer alt lobda subsegmenter atelektazi alanları izlendi. Üst gastrointestinal endoskopisinde; özofagusta 19. cm’de arka duvarda yaklaşık 1 cm çapında ülsere lezyon görüldü. Bu bölgeden alınan biyopside tüberküloz ile uyumlu nekrotizan granülomatöz iltihap izlendi. Antitüberküloz tedavinin 2. ayında yapılan endoskopide ülsere lezyonun iyileştiği, alınan biopsi örneğinde tüberküloza ait bir bulgunun görülmediği saptandı. Sonuç olarak; disfaji ve kilo kaybı ile başvuran ve radyolojik bulgusu olan hastalarda ayırıcı tanıda özofageal tüberküloz düşünülmelidir.
Organ tuberculosis is an important problem for the public health in devoloping countries. Tuberculosis can be seen on any part of the gastrointestinal tract from mouth to anus. Esophageal tuberculosis is very rarely seen with 0.14% prevalance. It usually originates from mediastinal tuberculous lymphadenopathy. We report a 55-year-old woman who admitted to our hospital with complaints of dysphagia, weight loss, audinophagia and epigastric pain. The chest radiography revealed a linear opacity compatible with fibrotic tape was seen on chest x-ray. Thorax CT examination revealed milimetric calcified lymph nodes at subcarinal and the right hilar region, thickening of proximal part of esophageal wall through carinal leveland subsegmenter collapse on left lower lobe. Ulcerative lesion with dimension of 1×1 cm localized in the 19th cm of the esophagus was seen on upper gastrointestinal endoscopy, suggesting esophageal carcinoma. Biopsy revealed necrotizing granulomatous ulceration which resembled tuberculosis. After antituberculous chemotherapy, the endoscopy repeated in end of the 2nd month of antituberculous therapy and the recovery of ulcer lesion was seen and the biopsy showed no signs of tuberculosis. Conclusion; esophageal tuberculosis should be kept in mind at differential diagnosis in patients who have complaints of dysphagia and loss weight and radiological signs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
Kazım Gezginç, Tuba Korkmaz
Derleme
Özeti
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
The Causes And Treatment Of NonobstetrIc Acute Abdomen
ın Pregnancy
Günümüzde gebelikte akut batın hala tanısı kolay olmayan bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebe bir kadında gebelikte
oluşan fizyolojik ve anatomik değişikliklere bağlı olarak tanı koymak
ve tedaviye karar vermek zorlaşabilir. Ayrıca tanı amaçlı yapılacak
işlemlerin fetus için riskli olması nedeniyle bazı tetiklerden kaçınılır.
Gecikmiş teşhis maternal morbitide, mortalite, fetal kayıp ve erken
doğum riskine sebep olabilir. Cerrahi müdahale gerektirebilir veya
bazı durumlarda cerrahi müdahale zararlı olabilir. Gebelikte akut
batın insidansı 500-635 olguda 1 olarak bildirilmiştir. Gebelikte
nonobstetrik akut batın nedenleri arasında akut apandisit, intestinal
obstrüksiyonlar, akut kolesistit, kolelitiazis, inflamatuar barsak
hastalıkları, peptik ülser, akut pankreatit, hepatik rüptür, intestinal
obstrüksiyon, gebeliğin akut yağlı karaciğeri ve ağır preeklampsi
sayılabilir. Tanı ve tedavide hem fetus hemde anne hayatı önem
taşır. Erken tanı ve tedavinin uygulanması hem anne hemde fetus
açısından oldukça önemlidir.
Diagnosis of acute abdomen in pregnancy is still a difficult
situation. Due to physiological and anatomical changes of a pregnant
woman during pregnancy, the diagnosis and treatment can be difficult
to decide. In addition, some of the procedures used for the diagnosis
are avoided because of risk to the fetus. Delay in the diagnosis may
cause maternal morbidity, mortality, risk of fetal loss and can cause
premature birth. Surgical intervention may be required or surgical
intervention may be harmful in some cases. The incidence of acute
abdomen in pregnancy has been reported as 1 in 500-635. Among
the causes of nonobstetric acute abdomen in pregnancy are: acute
appendicitis, intestinal obstruction, acute cholecystitis, cholelithiasis,
inflammatory bowel disease, peptic ulcer, acute pancreatitis, hepatic
rupture, intestinal obstruction, acute fatty liver of pregnancy and
severe preeclampsia. The life of the mother and fetus are important
in the diagnosis and treatment. Early diagnosis and treatment are
very important for the fetus and the mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Sayıda Trikobezoar
Müslim Yurtçu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Ahmet Önder Güney, Olcay Eser, Mehmet Erkan Üstün, Ertuğ Özkal
Derleme
Özeti
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Anal MIgratIon Of VentrIculo-PerItoneal Shunt Catheter
Şant uygulaması sonrası intraabdominal komplikasyonlar seyrektir. (Abdominal kateterin skrotuma migrasyonu ve intestinal perforasyonu) Bizde ventrikülo-peritoneal (V-P) şantların intraabdominal komplikasyonlarından bir olgu sunduk.
Ventriculo-peritoneal shunt, hydrocephalus, anüs
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Büşra Totan, Hilal Yıldıran, Feride Ayyıldız
Derleme
Özeti
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Does Gut MIcrobIota Effect On Body WeIght?
Günümüzde prevalansı gittikçe artan ve en büyük sağlık problemlerinden biri olan obezite; diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, inme, kanser, astım, obstrüktif uyku apne sendromu gibi bir çok kronik hastalıkla ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle obezitenin tedavisi bir çok kronik hastalık riskinin önlenmesine katkı sağlamaktadır. Yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivitede artış ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra son dönemlerde obezite tedavisinde gastrointestinal sistem etkilerinin üzerinde durulmaya başlanmıştır. Özellikle bağırsak mikrobiyatasının obeziteyle ilişkilendirildiği görülmektedir. Bağırsak mikrobiyatasının beslenme alışkanlıkları ve obeziteyle birlikte değişebildiği bir çok çalışmada gösterilmiştir. Değişen mikrobiyatanın obezite ve obeziteyle ilişkili bir çok hastalıkla ilişkisi olabileceği tartışılmaktadır. Bu alanda uzun dönemde yapılacak kontrollü çalışmaların obezitenin tedavisinde yeni bir yaklaşım oluşturacağı ve obeziteyle mücadelede önem kazanacağı düşünülmektedir. Bu derlemede bağırsak mikrobiyatası ve obezite arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
\r\n
Today an increasing prevalence of obesity, which is one of major health problems is associated with many chronic diseases such as diabetes, cardiovascular disease, stroke, cancer, asthma obstructive sleep apnea syndrome. Therefore, treatment of obesity contribute to prevention of many chronic diseases risk. Recent years, it has started to consider on effects on the gastrointestinal system in treatment of obesity as well as adequate and balanced diet, increasing physical activity and lifestyle changes. Especially it was seen that gut microbiota has been associated with obesity. Many studies showed that gut microbiota may be vary with eating habits and obesity. It is discussed changed microbiota might be associated with obesity and many obesity-related diseases. It is thought that long term-controlled studies in this area will create a new approach to the treatment of obesity and come into prominence in the fight against obesity. In this review,it was aimed to evaluate the relationship between body weight and the gut microbiota.
\r\n amaçlanmıştır.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ameliyathane Dışı Anestezi Deneyimlerimiz
Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Ameliyathane Dışı Anestezi Deneyimlerimiz
Our Non-OperatIng Room AnesthesIa ExperIences
Amaç: Bu çalışmada ameliyathane dışı anestezi deneyimlerimizi ve sonuçlarını tartışmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Mayıs 2017-Aralık 2017 tarihleri arasında tanı ve tedavi amacıyla ameliyathane dışında sedo-analjezi uygulaması yapılan 18 yaş üstü olguların anestezi kayıtları retrospektif olarak tarandı. Kayıtlar; demografik veriler, uygulanan işlem, işlemin süresi, sedasyon derecesi, kullanılan ilaçlar, gelişen minör ve major komplikasyonlar, kronik obstrüktif akciğer hastalığı öyküsü ve yoğunbakım ihtiyacı açısından incelendi. Komplikasyonlar ile demografik veriler ve kategorik değişkenler arasındaki ilişkiler analiz edildi.
Bulgular: Toplam 2562 hastaya sedo-analjezi uygulandı. Bu olguların 1428 (%55.7)’i kadın, 1134 (%44.3)’ü erkek idi. Yaş ortalaması 53.08±16.55 idi. Olguların 268 (%10.5)’i ASA I, 1683 (%65.7)’ü ASA II, 598 (%23.3)’i ASA III, 13 (%0.5)’ü ASA IV idi. 519 (%20.3) hastaya minimal sedasyon, 1541 (%60.1) hastaya orta derecede sedasyon, 502 (%19.6) hastaya derin sedasyon uygulandı. En uzun işlem süresi endoskopik retrograd kolanjiopankreatografide 28.7±16.3 dk, en kısa işlem süresi üst gastrointestinal endoskopide 10.3±3.1 dk olarak tespit edildi. En fazla uygulanan işlem %31 ile kolonoskopi idi. En çok kullanılan ilaç kombinasyonu 1231(%48) hastaya uygulanan midazolam+propofol+fentanil kombinasyonu idi. 148 (%5.76) hastada minör komplikasyon, 10 (%0.37) hastada major komplikasyon gelişti. Toplam 15 (%0.58) hasta prosedür sonrası yoğunbakıma devredildi. Desatürasyon; ASA III ve üzeri hastalarda,15 dakikadan uzun süren işlemlerde, 65 yaş üstü hastalarda ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı varlığında istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti. İşlem sonrası yoğunbakım ihtiyacı da bu hasta gruplarında anlamlı oranda yüksekti.
Sonuç: Ameliyathane dışı anestezi uygulamalarının sıklığı giderek artmaktadır. Bu uygulamalar taşıdığı riskler açısından ameliyathanedeki anestezi uygulamalarıyla benzerdir. Hasta güvenliğinin artırılması ve komplikasyonların azaltılması için işlem öncesi ayrıntılı bir değerlendirme yapılması, uygun fiziksel şartlarda doğru bir monitörize anestezi bakımı sağlanması ve ekipler arasında sağlıklı bir iletişim kurulması önemlidir.
Aim: In this study, we aimed to discuss our experience and results of non-operating room anesthesia.
Materials and Methods: Anesthesia records of patients older than 18 years who underwent sedo-analgesia outside the operating room for diagnosis and treatment between May 2017 and December 2017 were retrospectively screened. The records were examined in terms of demographic data, applied procedure, duration of the procedure, sedation grade, medications used, developing minor and major complications, chronic obstructive pulmonary disease story and intensive care need. Relationships between complications with demographic data and categorical variables were analyzed.
Results: Totally 2562 patients underwent sedo-analgesia. 1428 (55.7%) of these cases were female and 1134 (44.3%) of them were male. The average age of patients was 53.08±16.55. 268 (10.5%) of the cases were ASA I, 1683 (65.7%) were ASA II, 598 (23.3%) were ASA III and 13 (0.5%) were ASA IV. 519 (20.3%) patients were minimally sedated, 1541 (60.1%) were moderate sedated and 502 (19.6%) deep sedated. The longest procedure time in endoscopic retrograde cholangiopancreatography was 28.7 ± 16.3 min, and the shortest procedure time in endoscopy was 10.3 ± 3.1 min. The most commonly performed procedure was colonoscopy with 31%. The most commonly used drug combination was midazolam + propofol + fentanyl applied to 1231 patients (48%). 148 (5.76%) patients had minor complication, and 10 (0.37%) patients had major complication. A total of 15 (0.58%) patients underwent intensive care after the procedure. Desaturation was statistically significantly higher in patients with ASA III and above, in procedures take longer than 15 minutes, in patients older than 65 years, and in the presence of chronic obstructive pulmonary disease. The intensive care need after the procedure was also significantly higher in these patient groups.
Conclusion: The incidence of non-operating room anesthesia is increasing steadily. The risks associated with these practices are similar to the anesthesia in the operating room. In order to increase patient safety and reduce complications, it is important to carry out a thorough evaluation before the procedure, to provide proper monitored anesthesia care in appropriate physical conditions, and to establish healthy communication between the teams.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
Jale Bengi Çelik, Alper Yosunkaya, Ruhiye Reisli, İnci Kara, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
A GastrIc ObstructIon DurIng The MultI-Dose ActIvated Charcoal Treatment
Bu çalışmada, organofosfat zehirlenmesi olgusu nedeni ile tekrarlayan dozlarda aktif kömür uygulanmasının nadir bir komplikasyonu olan gastrik obstrüksiyona dikkat çekilmesi amaçlandı. 65 yaşında organofosfat zehirlenmesi nedeni ile tekrarlayan aktif kömür tedavisi uygulanan erkek hastada, tedavinin ikinci günü intestinal obstrüksiyon düşündüren klinik bulgular gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilen hastanın midesinde solid oluşumlar tespit edildi. Bunların aktif kömüre ait olabileceği düşünüldü. Gastrik lavaj ile aktif kömür birikintisi boşaltılamayınca endoskopik girişim ile bu oluşumlar temizlendi. tekrarlayan dozlarda aktif kömür tedavisi sırasında gastrointestinal obstruksiyon gelişebilir. Bu durumda dikkatli olmak ve zamanında müdahale etmek önemlidir.
In this study, it was aimed to rise a notice of gastric obstruction, a rare complication of multidose activated charcoal treatment of organophosphate poisoning, because of a case. Clinical signs that thought to be an intestinal obstruction was recognized in a 65 aged male patient who was treated with multi-dose activated charcoal because of organophosphate poisoning. Some solid images could be related to activated charcoal determined by the computerized tomography. These congromelates were emptied by endoscopy since the gastric lavage was insufficient. A gastrointestinal obstruction may develope during the multi-dose activated charcoal treatment. In this case it is important to being aware of this complication and managing it in the appropirate time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
Nahit Ökesli, Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
TraumatIc Ruptures Of The DIaphragm
Travmatik diyafragma rüptürü tanısı güç bir hastalıktır. Bu yazıda barsak obstrüksiyonu, mide volvulusu, dispeptik bulgular ve karın içi kanama bulgularıyla başvuran dört diyafragma rüptürü olgusu reirospekiif incelenrniştir. Kesin tanı iki olguda preoperatif konabilmiş, diğer iki olguya ameliyat-ta tanı konmuştur. Tanı için öncelikle hastalıktan şüphe etmek gerekir. PA akciğer grafisi ve diğer yardımcı muayene yöntemleri tanıya yardımcı olur. Ultrasonografi, diyafrnagmaya yönelik ve dikkatli yapıldığı tak-dirde önemli yeri olan bir yöntemdir
Traurnatic diaphragmatic rupture is a condition which the diagnosis is difficıdt. in Mis article 4 cases with traumatic diaphragmatic rupture which presented intestinal obstruction, volvulus of the dyspepsia and intraabdominal haemorhagea were evaluated retrospectively. Two cases were diagnosed prooperatively and the athers during operation. Unless probabilitiy is thought the diagnosis could easily be ınissed. Chest X-rays and other routine diagnostic ınethods were our diagnostic criteria in Mese cases. ff ultrasonographic exarnination is available diagnosing of such cases becomes accurate and easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pnömatozis Sistoides İntestinalis
Lema Tavlı, Şakir Tavlı, Nahit Ökesli, Ömer Karaaslan, Osman Yılmaz, Özden Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Pnömatozis Sistoides İntestinalis
PneumatosIs CystoIdes IntestInalIs
Bu yazıda, bir pneumatosis cysteides intestinalis vakası sunularak, literatür bilgileri ile birlikte, bulgular tartışılmıştır.
In this article, a case of pneurnatosis cystoides intestinalis is presented and relevant literature was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Engin Günel, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
A Case Of IntestInal ObstrucIIon Due Lo MesenterIc Cyst
Mezenterik kistler benign, uniloküler veya rnultiloküler yapıda, nadir görülen lezyonlardır. Nadir olmalarına karşılık bilhassa çocuklarda ölümcül komplikasyonlara sebep olabilmektedirler. Bu yazıda 3 aylık bir bebekle jejunumda basıya bağlı tıkanma oluşturan bir mezenter kisti vakası sunulmuştur.
Mesenterk cysts are uncom.rnon, benign, ımilocular ör multilocular cysts. Although !hese are rarely in population, !hey may present with potential life-threatening complications especially in children. in ankle a case of jejunal obstruction due to mesenteric cyst in a 3 morıthold infani was described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv Yaklaşım
Mustafa Şahin, Hüsnü Alptekin, Hüseyin Yılmaz, Fahrettin Acar, Mehmet Ertuğrul Kafalı
Olgu sunumu
Özeti
Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv Yaklaşım
EndoscopIc RepaIr Of AnastomotIc Leakage After Total Gastrectomy: A MInImal InvasIve Approach
Son yirmi yılda, cerrahi sonrasında gelişen özefageal ve gastrointestinal anastomoz kaçaklarının konservatif tedavisinde fibrin doku yapıştırıcı kullanımı gündeme gelmiştir. Bu çalışmada özofagojejunostomi sonrası anastomoz kaçağı gelişen ve fibrin doku yapıştırıcısı kullanarak tedavi ettiğimiz olguyu sunduk. Anastomozdaki defekt çapı küçükse, fistül debisi fazla değilse ve endoskopik olarak ulaşılabilecek mesafede ise bu tedavi yöntemi rahatlıkla uygulanabilir.
In the last 20 years the endoscopic use of fibrin tissue adhesive has been mainly used for the conservative treatment of many postsurgical esophageal, gastrointestinal leaks. In this case report, a patient with anastomotic leakage after esophagojejunostomy treated by endoscopic use of fibrin tissue adhesive was presented. If anastomotic defect is smaller, fistula flow is not more, and distance can be reached by endoscopically, this treatment method can be applied easily.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Denizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital Malformasyontar
Aziz Polat, Fahir Demirkan, Zafer Aybek
Araştırma makalesi
Özeti
Denizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital Malformasyontar
CongenItal MalformatIons Seen In ChIldren Aged 0-18 Months In DenIzlI ProvInce
Bu calqinada yaVart 0-18 ay arasinda 667 cocukta konjenital malformasvon a•ytirddt. % 3.9 major, % 6.6 minor malPonasyon tespit edildi. Malformasvonlu cocuklarda erkekiktz °win 3.4/1, anne-babalar arastnda akraba evliligi °rant % 9.8 idi. Minor ye major dim malliirmasvonlarin % 65.7'si arogenital sistemde. (70 17.1 'i iskelet sis-teminde, % 4.37i santral sinir sisteminde, % 4.3w gastrointestinal sistemde, % 8.6'st diger sistemlerde bulundu. Hipospadias, sindaktili, vartk duck& Ye damak anomalileri diger bolgelere göre viiksek bulundu
Six hundred and sixty seven children, aged 0-18 months, were screened for congenital malformations in Denizli front December 1995 to February 1996. As a result of this study, the prevalance of major inc were 3.9 % and minor malformations were 6.6 %, respectively. The incidence of parental consanguinity was 9.8 % and the ratio of boylgirl was 3.411, among children with malformations. When all malformations were considered the per-cent of malformations were as follows: 65.7 % uro-genital system, 17.1 % skeletal system, 4.3 % central nervous system, 4.3 % gastrointestinal system, and 8.6 % other systems. Anomalies such as hypospadias. syndactyly, cleft lip and palate were found to be higher than other regions of Turkey
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
Alaaddin Dilsiz, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
ChIldhood IntussusceptIon
Invajinasyon çocukluk çağında en sık rastlanan barsak tıkanıklık nedenidir. S.Ü.T.F. Çocuk cerrahisinde tedavi edilen 11 in-vajinasyonlu hasta retrospektif olarak değelendirildi. Yaş dağılımı, semptom ve bulgular açısından, diğer yayınlarla benzerlik görülürken, farklı olarak kızların çokluğu (K1E:912), hastaların kliniğe geç başvur-duğu, barsak redüksiyon oranının yüksekliği dikkati çekti. Rezeksiyon oranı ile hastaların geç gelişi birbiri ile ilişkili idi. Bu da hastaların yanlış tanı ve tedavi ile zaman kaybetmesine bağlandı.
Intussusception is the most common cause of intestinal obstruction in childhood. 11 children with intussusception were retrospectively reviewed in the departmant of pediatric surgery in Selçuk Üniversity medical faculty. Age configuration, symptoms and signs were similar with the other reports, but most of the patients were girls (girl I boy:9/2) and (his made the difference. Besides intestine resection ratio was high and the patients presentations in hospital were lale. There is a relationship between resection ratio and the patients lale presentations. And this was related to the loss of time with the wrong diagnosis and treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, Mehmet Metin Belviranlı, A. Öğüldü
Araştırma makalesi
Özeti
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
MassIve Intestınal Resectıon And Short Bowel Syndrom
1983-1987 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp FakUltesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda üçü akut mezenterik vasküler oklüzyon, biri massif adezyona bağlı gangren, biri Mediterranean lenfomaya bağlı mültipl jejunoileal perforasyon, biri de askaris tıkaçlarına bağlı gangren nedeniyle yapılan 6 massif intestinal rezeksiyon vakası incelendi. Hepsinde kısa barsak sendromu (KBS) gelişti. Hastaların barsaklarının yeni duruma adaptasyonu gelişinciye kadar beslenmeyi sağlamak, ayrıca komplikasyonların önlenmesi ve tedavisi amacıyla total pareteral beslenme (TPB) uygulandı.5 hasta Şifa ile taburcu edildi, bir hasta kaybedildi. KBS gelişen hastalarda yüksek oranda görülen erken mortalite ve morbiditenin TBP ile düşürülebildiği sunucuna varıldı.
It was been presented 6 massive intestinal resection cases due to acute mesenteric vasculary occlusion in 3 cases strangulated small bowel obstruction in one case, perforated Mediterranean lymphoma in one case and ascariasis in one case between 1983-1987 in Selçuk University Medicine Faculty Alt of them developed short bowel syndrome. Total parenteral nutrition (TPN) was applied up to adaptation for new condi-tion and prevention of and treat the early complications. Five cases were successful, one case died after two months postoperation. The highy early mortality and morbidity rate can be decreased by TPN in short bowel syndrome cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Alaaddin Vural, Kemal Ödev, Ahmet Candan Durak, Mehmet Çerçi
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc Features Of PrImary And MetastatIc LIver Cancers
Çalışma kapsamtna aldığımız 15 primer, 18 met-astatik karaciğer kanserli hastada, tümörlerin ultraso-nografik (US) özellikleri incelendi. Ilepatosellüer karsinomların ve gastrointestinal sistemden kaynak-lanan metastatik karaciğer tümörlerinin çoğunluğu hiperekoik iken; hedef yapı bull's-eve pattern meta-statik lezyonlar için spesifiktir. Metastatik karaciğer tümörlerinin büyük kısmı hipoekoik yapı arzetmek-tedir. Bu sonuçlar, primer ve metastatik karaciğer karsinomlarının ayırıcı tanısında US`nin faydalı olduğunu gösterir.
Ultrasonographic features of tumor lesions in 15 patients with hepatocellular carcinoma and 18 with metastatic liver cancer were analyzed. Hepatocellular carcinomas and metastatic liver cancers originating from the gastrointestinal tract were frequently hyper-echoic. Bull's-eye (target sign) pattern was spesific for metastases. Most of metastatic liver cancers showed hypoechoic pattern. These results indicate that ultrasonography is useful for the dillerantial di-agnosis of hepatocellular carcinoma and metastatic liver cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
Haluk Yavuz, Orhan Çelik, Hasan Koç, Ahmet Özel, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
A Report Of 106 ChIldren WIth AnaphylactoId Purpura
1983-1990 yılları arasında anaflaktoid purpura teşhisi konulan 106 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalığın en çok 5-14 yaşları arasında görüldüğü, cinsiyet ayrımı= olmadığı gözlendi. Başta solunum yolları enfeksiyonu olmak üzere, hastaların %38 inde predispozan faktörler tesbit edildi. Hastaneye başlıca getiriliş sebepleri döküntü ile karın ve ekstremite ağristydı. Hasta-ların %100 önde derinin, %65 inde gastrointestinal sistemin, %42 sinde bobrekler ve ekstremitelerin etkilendiği tesbit edildi. Deri belirtileri kendisini daha çok alt ekstremile ve kalçalarda olmak üzere purpura ve peteşi şeklinde gösterdi. Gastrointestinal tutulumu olanların %38 inde kanama bulunurken, bir hastada pankreatit olduğu anlaşıldı. Hastalık vakaların %15 inde nüks gösterdi. Sedimantasyon ve protrombin zamanında uzama, CRP in pozitifleşmesi, ASO nun yükselmesi önemli laboratuvar anor-mallikleriydi. Bir hastada steroid tedavisi sırasında ileum perforasyonu geliştiği dikkati çekti.
In this retrospective investigation, 106 children diagnosed as anaphylactoid purpura between 1983-1990 were evaluated. The disease was mostly encountered 5-14 years old. There was no sex predilection. 38% of the patients had predisposan factors and most of them were respiratory tract in-fections. The important symptorns were cutaneous manifestations, abdornirzal pain, limp pain consec-utively. Skin (100%), gastrointestinal system (65%), kidneys and musculoskeletal system (42%) were mainly allected. The leading cutaneous manifestations were purpuras and petechias. 38% of the pa-tients with gastrointestinal manifestations had hemorrhage. One patient was diagnosed as pancreaii-tis. The percent of the recurrences was 15%. The noticable laboratory abnormalities were the increas-ing of erythrocyte sedimentation rate, the elongation of prothrombin time, CRP and ASO positivity. [Jetirn perforation was developed during corticosteroid therapy in a case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolıtıs Ulseroza Zemınınde Gelısen Bır Amıplı Dızanterı Vakası
Onur Ural, Mehmet Bitirgen, İbrahim Erayman
Araştırma makalesi
Özeti
Kolıtıs Ulseroza Zemınınde Gelısen Bır Amıplı Dızanterı Vakası
A Case Of AmebIasIs Secondary To ColItIs Ulcerosa
Klasik anti-amehiasis tedavisine cent!) ver-meyen ye kanli ishaliolan intestinal an ebiasisli bit olgu sunubtut4tur. Bit hastada arm zamancht vaptlan rektosigmoidoskopi ve histopakdojik inceleme so-nnet, kolitis da bulunnugtur. Rasta sul-lasalazin se metranidazol ile tedavi Bu alga nedeni•le. amebiasis ye kolitis birlikte görülebileceği vurgulanmıştır.
1 with intestinal amebiasis who had bloody diarrhoea and was responsless for the anti-amebic therapy was presented. Colitis ificerosa itkiS also found with rectosigmoidoscopy and histopathology in this patient. This case was treated with sul-fasalaIine and memmida:ole. It was stressed that amebiasis and colitis iiIcerosa would seen together.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Mide Lenfoması (bir Yaka Nedeni İle)
Kemal Ödev, Şükrü Bülent Özer, Bilge Çakır, Şakir Tavlı, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Mide Lenfoması (bir Yaka Nedeni İle)
PrImary GastrIc Lymphoma (a Case Of Report)
Primer mide lenfoması nadir görülen hastalıktır. Üst gastrointestinal sistemin baryumlu inceleme-sinde mide duvarında belirgin olarak kalinmaşma, anormal şekilde kalınlaşan mukozal kıvrtmlar görülen 1 olguda, bilgisayarlı tomografi (BT) ile primer mide lenfoması tanısı konuldu. Klinik olarak mide lenfomasından şüphe edilen olguların teşhisinde bilgisayarlı tomografi noninvaziv, güvenilir inceleme yöntemidir.
Primary gastric lymphoma is a rare disease. On barium studies of the upper gastrointestinal tract, one case had marked gastric wall thickening. Primary gastric lymphoma was diagnosed by computed to-mography (CT). Computed tomography is iz noninvasive, accurate ınethod of evaluating patients with suspected gastric lymphoma clinically.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleum Duplikasyonu
Yüksel Arıkan, Faruk Aksoy, İbrahim Sungur
Araştırma makalesi
Özeti
İleum Duplikasyonu
DuplIcatIon Ofthe Small Intestlne.
Gastrointestinal kanal duplikasyonu nadir rastlanan bir konjenital anomalidir. Kliniğimizde ileum duplikasyonu nedeniyle ameliyat edilen bir olgu klinik, radyolojik ve laparotomi bulguları ile sunulmuş ve literatür bilgileri gözden geçirilmiştir.
Duplication of Gasrointestinal Tractus is a rarely seen congenital abnormality. İn our clinic a patient is operated because of ileum duplication. This case is reported with clinical, radyological and operation findings by the review of the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sindirim Sistemi Primer Ve Metastatik Malign Melanomları
Özgür Külahcı, Gülay Turan
Araştırma makalesi
Özeti
Sindirim Sistemi Primer Ve Metastatik Malign Melanomları
PrImary And MetastatIc MalIgnant Melanomas Of The DIgestIve System
Amaç:
Primer ve metastatik sindirim sistemi malign melanomları oldukça nadirdir. Çalışmamızda safra kesesi, mide, ince bağırsak ve anorektal bölge malign melanomlarında lenf nodu metastazı ile klinik ve patolojik parametreleri karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntemler:
Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2010- Ocak 2020 yılları arası XXXXXXXXXXXX gastrointestinal sistem organlarından safra kesesi, mide, ince bağırsak ve anorektal bölgede malign melanom tanısı konan 20 olgu dahil edildi. Çalışmamızda gastrointestinal sistemde görülen primer ve metastatik malign melanom olgularında bölgesel lenf nodu metastazı ile yaş, cinsiyet, tümör lokalizasyonu, tümör boyutu, ekstraintestinal melanom öyküsü, melanin pigmenti, nötrofil-lenfosit oranı ve tanı sonrası yaşam süreleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmek istedik. Ayrıca melanomun sindirim sisteminde kaynaklandığı hücrelerin kökenini ve literatürü gözden geçirdik.
Bulgular:
Tümör çapı ile bölgesel lenf nodu metastazı arasında istatistiksel bir ilişki vardı(p=0.000). Tümör çapı arttıkça lenf nodu metastaz oranı artmaktaydı. Hayatta kalma ile cinsiyet, tümör lokalizasyonu, uzak metastaz, primer ve metastatik sindirim sistemi melanomları arasında ilişki vardı(tümü p<0.05). Erkeklerin ve sindirim sisteminden uzak metastaz yapmayan olguların çoğu hayattaydı. Sindirim sistemine melanom metastazı olan hastaların tamamı ile safra kesesi ve ince bağırsak lokalizasyonlu hastaların tamamı hayattaydı. Safra kesesi primer malign melanom tanılı 70 yaşındaki olgumuz literatürde belirleyebildiğimiz en yaşlı hastaydı.
Sonuç:
Kutanöz veya kökeni ne olursa olsun, tüm melanomlar, embriyolojik sinir krestinden türetilen hücreler olan melanositlerden kaynaklanır. Malign melanom gastrointestinal sistemde anorektal bölgede daha sık olmak üzere her bölgede primer görülebilir. En sık metastaz ise ince bağırsağa olmaktadır. Sindirim sistemi gibi az görüldüğü yerlerde doğru tanı hayati önem taşımaktadır. Son zamanlarda metastatik melanomda, hastalığın metastatik yayılmasını önlemeye yardımcı olmak için immüno-onkolojik ajanların adjuvan tedavide kullanımı söz konusudur. Bu tedaviler sayesinde cerrahi rezeksiyon sonrası metastaz riski taşıyan melanomlu hastaların yarıdan fazlasında rekürrensiz sağ kalım sağlandığı bildirilmektedir. Çok nadir görülmesine rağmen sindirim sistemi biyopsilerinin değerlendirilmesinde primer veya metastatik malign melanom olabileceği akılda tutulmalıdır.
Purpose:
Primary and metastatic digestive system malignant melanomas are extremely rare. In our study, we aimed to compare lymph node metastasis with clinical and pathological parameters in gallbladder, stomach, small intestine and anorectal region malignant melanomas.
Materials and methods:
This retrospective study included 20 cases diagnosed with malignant melanoma in the gastrointestinal tract organs between January 2010 and January 2020 at XXXXXXXXXXXX. In our study, we wanted to evaluate the relationship between regional lymph node metastasis and age, gender, tumor localization, tumor size, extraintestinal melanoma history, melanin pigment, neutrophil-lymphocyte ratio and post-diagnosis life span in primary and metastatic malignant melanoma cases. We also reviewed the origin and literature of the cells from which melanoma originates in the digestive system.
Results:
There was a statistical relationship between tumor diameter and regional lymph node metastasis (p =0.000). As the tumor diameter increased, the lymph node metastasis rate increased. There was a relationship between survival and gender, tumor localization, distant metastasis, primary and metastatic digestive system melanoma (all p <0.05). Most of the men and those who did not metastasize away from the digestive system were alive. All patients with melanoma metastases to the digestive system and all patients with gallbladder and small intestine localization were alive. Our 70 year old patient with gallbladder primary malignant melanoma was the oldest patient we could identify in the literature.
Conclusions:
Regardless of cutaneous or origin, all melanomas originate from melanocytes, cells derived from embryological nerve crest. Malignant melanoma can be primary in every region, more frequently in the anorectal region in the gastrointestinal tract. The most common metastasis is to the small intestine. Accurate diagnosis is vital in places where it is rarely seen, such as the digestive system. Recently, in metastatic melanoma, immuno-oncological agents are used in adjuvant therapy to help prevent metastatic spread of the disease. Thanks to these treatments, it is reported that more than half of patients with melanoma who have the risk of metastasis after surgical resection provide recurrence-free survival. Although it is very rare, it should be kept in mind that there may be primary or metastatic malignant melanoma in the evaluation of digestive system biopsies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Turban İ6nest Aspırasyonu
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Ufuk Özergin, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Turban İ6nest Aspırasyonu
Turban PIn AspIratIon
Ocak 1990 ile Aral& 1995 tarihleri arasinda S. U. Tip fakiiltesi Gages Ka1p Damar Cerrahisi kli-nigine 39 k4i boncuklu igne aspirasvonu nedenivie nitiracaat etmigir. Hastalarin tamanu bavan °hip, 11-20 grubu cogutiluku olugurmaktadir. Te,shis; anamnez ye cekilen PA Akciker grafisinde rad-voopak ignenin gorultnesivle kontilmujtur. 4 has-tada spontan atilim, 2 hastada gastrointestinal sis-tenze Klasik tedavi olarak rijit bronkoskopi uygulannusur. 5 hasta skopi + bron-koskopi teknigi ile komplikasyonsuz olarak tedavi edinilmiş, 4 hastaya da torakotomi uygulanmıştır.
Between January 1990 and December 1995, 39 patients applied to Thoracic and Cardiovascular-Surgery Department, Faculty of Medicine Selcuk University with the complain of turban pin's as-piration. All the patients were female and most of them were between 11 and 20 years age. Diagnosis dependent on anamnesis and posteroanterior chest x ray. Rigid bronchoscopy was performed except 6 pa-tients. 4 of them exhausted their foreign bodies spontaneously and in 2 of them foreign bodies was recognized to swallowed into gastrointestinal tract. Five patients were succesfUlly treated by rigid bronchoscopy together with fluoroscopy without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Meryem İlkay Eren Karanis, İlknur Küçükosmanoğlu, Tuğba Günler, Yaşar Ünlü, Hande Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Non-Gıst Mesenchymal Tumors Of The GastroIntestInal Tract
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler dışındaki gastrointestinal sistemin mezenkimal tümörleri nadirdir ve çoğu iyi huyludur. Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörlerinin klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntemler: 2008-2018 yılları arasında tüm gastrointestinal endoskopik ve cerrahi rezeksiyon materyalleri retrospektif olarak incelendi. Gastrointestinal stromal tümör dışındaki mezenkimal tümör tanısı alan olgular dahil edildi.
Bulgular: Yirmi dört lipom, 14 inflamatuar fibroid polip, altı leiomyom, dört lenfanjiyom, dört hemanjiyom, dört schwannom, iki nöroma, iki malign melanom, bir leiomyosarkom, bir granüler hücreli tümör ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Olguların ortanca yaşları 61 (29-87), ortanca tümör boyutu 1.5 cm (0.2-14) idi. Otuz yedi olgu (% 58,7) kadın, 26 olgu (% 41,3) erkekti. Bu tümörler spesifik olmayan semptomlara neden oldular. Benign tümörlerde eksizyon sonrası patolojik tanıya bakılmaksızın nüks veya metastaz saptanmadı.
Sonuç: Gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörleri her yaşta görülebilen ve sıklıkla kadınlarda izlenen, çoğunlukla küçük ve iyi huylu tümörlerdir. En yaygın olanları lipomlar ve inflamatuar fibroid poliplerdir. Mide tümörlerinin çoğu dispeptik şikayetlere, barsak tümörleri de karın ağrısı, bulantı veya kusmaya neden olurlar. Ayrıca bağırsak tümörlerinin bazıları akut ve kronik kanama, obstrüksiyon, perforasyon, volvulus veya intussussepsiyon gibi ciddi, hatta ölümcül klinik durumlara yol açarlar. İyi huylu tümörlerin tedavisi için eksizyon yeterlidir, nüks veya metastaz göstermezler.
Aim: Mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract other than gastrointestinal stromal tumors are rare and most of them are benign. The aim of this study to reveal the clinical and pathological features of non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract.
Materials and Methods: All gastrointestinal endoscopic and surgical resection materials, between 2008-2018, were retrospectively reviewed. Cases diagnosed with mesenchymal tumor other than gastrointestinal stromal tumors were included.
Results: Twenty four lipomas, 14 inflammatory fibroid polyps, six leiomyomas, four lymphangiomas, four hemangiomas, four schwannomas, two neuromas, two malignant melanomas, one leiomyosarcoma, one granular cell tumor and one Kaposi sarcoma were detected. The median ages of the cases were 61 years (29-87), the median tumor size was 1.5 cm (0.2-14). Thirty seven (58.7%) cases were female and 26 (41.3%) were male. They caused nonspecific symptoms. No recurrence or metastasis was detected after excision in benign tumors regardless of the pathological diagnosis.
Conclusion: Non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract are mostly small and benign tumors that can be seen at any age and are frequently seen in women. The most common ones are lipomas and inflammatory fibroid polyps. Most gastric tumors cause dyspeptic complaints and intestinal tumors cause abdominal pain, nausea or vomiting, as well as some of the intestinal tumors lead to serious, even fatal clinical situations such as acute and chronic bleeding, obstruction, perforation, volvulus or intussusception. For benign tumors’ treatment, excision is sufficient, they do not exhibit recurrence or metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malin Atrofik Papülozis (degos Hastalığı)
Hatice Uce Özkol, Ömer Çalka, Sema Elibüyük, İrfan Bayram
Olgu sunumu
Özeti
Malin Atrofik Papülozis (degos Hastalığı)
MalIgnant AtrophIc PapulosIs (degos DIsease)
Degos hastalığı ya da diğer adıyla malin atrofik papülosiz çok
nadir görülen otozomal dominant kalıtımla geçen mikrovasküler
oklüzyon sendromudur. Gastrointestinal ve merkezi sinir sistemi
başta olmak üzere iç organ tutulumuna yol açan ve ölümcül
seyredebilen bir hastalıktır. Hastalığın başlangıcı genellikle 20-40
yaş arasındadır. Bu yazıda Degos hastalığı olan 33 yaşında bayan
hasta sunuldu. Vücudunda özellikle bacaklarında kabuklu yara
şikâyeti ile başvuran hastanın şikâyetleri yaklaşık 10 yıldır varmış.
Dermatolojik muayenesinde her iki bacakta daha yoğun olarak
yerleşen eritemli, üzerinde nekrotik kurutun olduğu 3-5 mm ebatlı,
keskin sınırlı papüller vardı. Ayrıca her iki bacakta ve gövdede
çok sayıda porselen beyazı renginde atrofik lezyonlar mevcuttu.
Hastanın eski ve yeni lezyonlarından biyopsi alındı. Biyopsi sonuçları
Degos hastalığı ile uyumlu olarak değerlendirildi. Hastanın yapılan
tetkiklerinde sistemik tutuluma rastlanmadı. Hastalığa ait aktif ve
eski lezyonların histopatolojik farklılıklarını göstermek ve hastalığı
tekrar gözden geçirmek için sunmayı uygun bulduk.
Degos disease, also called malignant atrophic papulosis, is a
very rare autosomal dominant microvascular occlusion syndrome. It
is a disease involving the internal organs, mainly the gastrointestinal
and central nervous systems, and can be fatal. Disease onset is
usually between the ages of 20-40 years. In this paper, a 33-year-old
female patient with Degos disease was presented. The patient was
admitted with the complaint of scabbed wounds particularly on her
legs that had been present for the past 10 years. On her dermatologic
examination, she had erythematous scabbed papules measuring 3-5
mm on her both legs. In addition, she had multiple white atrophic
lesions on both her legs and trunk. Biopsies were taken from old
and new lesions. Biopsy results were consistent with Degos disease.
Systemic involvement was not detected on her tests. We wanted
to present this case in order to demonstrate the histopathological
differences between old and new active lesions and review the
disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
Murat Bıyık, Ramazan Uçar, Gökhan Güngör, Hasan Esen, Sinan Demircioğlu, Özlem Özer Çakır, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
GranulocytIc Sarcoma Of Colon In A PatIent WIth Acute MyeloId
leukemIa Who Is In RemIssIon
Granulositik sarkom, lösemik hücrelerin ekstramedüller
tutulumudur ve bunun gastrointestinal sistem tutulumu oldukça
nadirdir. Bu olgular karın ağrısı, ileus, gastrointestinal sistem
kanaması ve perforasyon ile başvurabilir. Biz, karın ağrısı ile
başvuran, kemoterapi sonrası kemik iliği remisyona giren akut
miyeloid lösemi hastasında gelişen kolon granulositik sarkomu
olgusunu sunmayı amaçladık.
Granulocytic sarcoma is extramedullary infiltration of leukemic
cells and the involvement of the gastrointestinal tract is rare. These
cases may present with abdominal pain, ileus, gastrointestinal
bleeding and perforation. We present an acute myeloid leukemia
patient that admitted with abdominal pain whose bone marrow is in
remission after chemotherapy in whom the reason of abdominal pain
was granulocytic sarcoma that occurred in the colon.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Neoözofagusta Neolokalizasyon: Presternal Transpozisyon
Murat Çakır, Mehmet Biçer
Olgu sunumu
Özeti
Neoözofagusta Neolokalizasyon: Presternal Transpozisyon
NeolocalIzatIon In The Neoesophagus: Presternal TransposItIon
Erken evre distal özofagus kanserleri ve proksimal mide kanserlerinde en yaygın tedavi yöntemi cerrahidir.
Özofagus cerrahisinin zorluklarından biri gastrointestinal devamlılığının sağlanmasıdır. Bu amaçla mide,
ince barsak ve kolon kullanılabilir. Neoözofagus posterior mediastinal veya retrosternal alandan servikal
bölgeye ulaştırılır. Distal özofagus kanseri nedeniyle opere edilip özofagusu güdük halinde bırakılan
hastanın yapılan presternal kolonik transpozisyonu literatür eşliğinde tartışılması amaçlandı. 61 yaşında
erkek hasta, özofagus ca nedeniyle transhiatal olarak total gastrektomi ve distal özofajektomi cerrahisi
uygulanmış. Anastomoz kaçağı nedeniyle sağ torakotomi yapılmış ve özofagus güdük olarak bırakılmış.
Beslenme jejunostomisi açılmış. Akciğer metastazı nedeniyle sol torakotomi ile metastazektomi yapılmış.
Rekonstruksiyon amaçla sol kolon presternal alandan ilerletilerek servikal bölgeye ulaştırılarak özofagus
amastomozu yapıldı. Özofagus cerrahisinde konduitin lokalizasyonunda son çare olarak presternal alanda
ilerletilmesi akılda tutulmalıdır .
The most common therapeutic method for early stage distal esophageal cancers and proximal stomach
cancer is surgery. One of the challenges in esophageal surgery is to maintain gastrointestinal continuity.
The neoesophagus is transferred from the posterior, mediastinal, or retrosternal areas to the cervical
region. A 61-year-old male patient with esophageal cancer had received transhiatal total gastrectomy,
distal esophagectomy, and Roux-en-Y esophagojejunostomy. Right thoracotomy had been performed due
to anastomotic leak with the esophageal stump left behind. Left thoracotomy and metastasectomy were
also performed due to lung metastasis. The left colon was transpositioned from the presternal area to
the cervical region for reconstructive purposes. Physicians should bear in mind that the conduit can be
advanced in the presternal area as the last resort for its localization in esophageal surgery. The aim of this
study was to present, along with literature review, the case of a patient with distal esophageal cancer for
whom presternal colonic transposition was performed with the es ophageal stump left behind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peptık Ulserılı Hastaların Biyopsı Materyallerınde Helıcobacter Pylorı'nın Saptanması
Mahmut Baykan, Özden Vural, Fatma Keklikoğlu, Ömer Karahan, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Peptık Ulserılı Hastaların Biyopsı Materyallerınde Helıcobacter Pylorı'nın Saptanması
The DetectIon Of HelIcobacter PylorI In BIopsy SpecImens From PatIents WIth PeptIc Ulcer
Üst gastrointestinal sisteinde Helicobacter pylori saptanmasinda mitli rani kul-landmaktathr. Endoskopi ycolan peptik 57 hastantn antral biyopsi Orneklerinde HP varhgt arawma amactyla ilc fa•kli yiintem calwinnvir. belirlenmesinde kullandignm: CO test. Christensen besiyerinde iireaz aktivitesi ye his-topatolojik kesitlerde mikroskopik inceleme yöntemleri karşılaştırılmıştır.
Many different methods have been used for the identification Helicobacter pylori in upper gast-rointestinal system. The activity iirease in Chris-tensen cigar, CLO test and microscopical oh-s'eryation in histopatolog_ycal cross sections .were comparied. in this study the aim is to research He-licobacter pylori existence in antral biopsy spe-cimens from 57 patients with peptic ulcer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derin Boyun Enfeksiyonları
Ahmet Kaya, Fuat Yöndemli
Araştırma makalesi
Özeti
Derin Boyun Enfeksiyonları
Deep Neck Infectıons
Erken teşhis ve tedavi edilmediği takdirde fatal komplikasyonlarla seyreden derin boyun infeksiyonlarmın (DBİ) insidensi antibiyotiklerin kullanım alanına girmesiyle oldukça azalmıştır. Ancak primer °dağın tedavisinde yetersiz kalındığı ya da etkisiz antibiyotiklerin kullanıldığı durumlarda DBİ'mn önemli bir bölümünde hastalığı özgü bulgu ve belirtiler maskelenebilmektedir. Çalışmamızda gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle kliniğimize kabul ettiğimiz ve DBİ tanısı alan bir hasta sunularak konu irdelenmiştir.
Deep neck infection (DNI) used to manifest itself with a lethal compliactions when early diagnosis and treatment was ignored. Although, the advent of antibiotics has reduced considerably the incidence of overall number of deep neck infections. However, insufficient cure of infection of concerned tissue or the USC of inappropriate antibiotic treatment can mask the DNI related symptoms and findings. In this report, we are presenting a case tha was admitted to our clinic with a gastrointestinal hemorrhage and Iater her deep neck infection was diagnosed. The pus was drained out and treated with appropriate antibiotic regiment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hırschsprung Hastalığında Etyopatogenez Ve Tanı Yöntemlerı
Alaaddin Dilsiz, Fatma Çağlayan, Burhan Köseoğlu, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler
Araştırma makalesi
Özeti
Hırschsprung Hastalığında Etyopatogenez Ve Tanı Yöntemlerı
Ethopatogenesıs And Dıagnosıs Methods In Hırschsprung's Dısease
Hirschsprung Hastalığı (111-1) etyolojisi halâ bulanık olan fonksiyonel intestinal obstruksiyondur. Bu hastalıkla ilgili daha önce vakalar yayınlanmış olmakla birlikte ilk olarak 1886 yılında Danimarkalı pediatrist Hirschsprııng, izlediği iki vakanın klinik ve otopsi bulgulanyla hastalığın konjenital bir maiformasyon olabileceğini söyledi. Bu sebeple ileriki yıllarda hastalığa onun adı verildi.
Hirschsprung's Disease (111-1) is functional intestinal obstruction with still blurred etiology. Although cases of this disease were published before, the Danish pediatrician Hirschspring said in 1886, with clinical and autopsy findings of the two cases he followed, that the disease may be a congenital malformation. For this reason, the disease was named after him in the following years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postbuller Stenozan Ülserlerin Cerrahı Tedavısınde Bir Teknik Kombinasyon (vagaomi + Piloromyektomi+duodenoplasti)
Mehmet Metin Belviranlı, Adil Kartal, Faruk Aksoy, Mehmet ak
Araştırma makalesi
Özeti
Postbuller Stenozan Ülserlerin Cerrahı Tedavısınde Bir Teknik Kombinasyon (vagaomi + Piloromyektomi+duodenoplasti)
A SurgIcal AlternavIte CombInatIon In Treatment Of ObstructIng Postbulbar Ulcers
Postbıdber stenoran ülserlerin cerrahi tedavisinde uygulanan tekniklere alternatif teknik kombinasyon olarak iki olguda trunkal vagotomi (m+ekstraıniiköz anterior piloromiyektomi (EAP)+ duodenoplasti uyguladık. Kısa dönem sonuçlarını iyi bulduğumuz bu teknik kombinasyon, proksimal gastrik vagotomi (PGV) de deneyimi olmayan, PGV'yi nüks oranının yüksekliği nedeniyle tercih etmeyen ve duodenumu gastrointestinal sistem sürekliliği içinde tutmak isteyen cerrahlar için seçimli bir teknik olabilir.
We peıl-brıned a surgical alternative combination of TV+EAP+Duodenoplasty in treatınent of obstructing postbulbar ulcers. This combination is a reasonable surgical alternative for the surgeons unexperienced in PGV or who do not prefer PGVfor high recurrence rates and to have duodenum in gastrointestinal system way. The early results are successful however more long term clinical studies are needed to better assess the merits of this procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelık Yaşına Bağlı Fötal İntestinal Sıstem Gelişiminin Ultrasonografik İncelenmesi
Serdar Karaköse, Sema Soysal, Serdar Tarhan, Aydın Karabacakoğlu, Kemal Ödev, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelık Yaşına Bağlı Fötal İntestinal Sıstem Gelişiminin Ultrasonografik İncelenmesi
Ultrasound AssesmenI Of Fetal IntestInal Development In DIfferent GestatIonal Ages
Gebelik yaşları 15-40 hafta arasında değişen 132 komplikasyonsuz gebeliğe obstetrik ultrasonograji yapıldı. Biparietal çap (BPD). femur uzunluğu (FL), maksimum tranvers kolon ve ince barsak çapkın öküldii. Değişik gebelik yaş gruplarında ince barsak ve kolonun görülebilirlik oranları saptandı. Aynı zamanda ince barsak peristallizmi ve kolon hausirasyonunun verdiği ve kolon lii»reırindeki ekojenite değişiklikleri de-ğerlendirildi. İntestinal sistemin izlenebilmesi maksimum intestinal lünrerr çaplannın ölçülrrresi, ince barsak segmentleri ve kolonun fötal abdomen içinde veya dışında lokalize olması; Hirschsprung hastalığı, atrezi, volvulus, in-tusepsiyon, mekonyum iklimi ve fitık gibi patolojilerin tanısında önemlidir. Çalışmamız sonuçlarına göre kolonun haustaral yapısının ve incebarsak peristaltizminin görülmesi, farklı gebelik yaşlarındaki kolonun ekojenite değişikliklerinin gözlenmesi ni n bazı olgularda diagnostik açıdan değerli olduğu kanısındayız
A prospective obstetric ultrasound snıdy were evaluated in 132 unconplicated pregnancies with gesiational ages rangingfrom 1 5-40 weeks.Biornetric measurements obtained including biparietal diameter (BPD), femur lenght (FL.), maximal transvers colon and small intestinaldiameter.Visibdity ratio of small intestine and colon in diğerent gestationages were detennined the panern of small intestinal peristalsis, presence of colonic haustra and progressive changes in the colonic intraluminal echogenicity were also evaluated. Visibility of the intestinal system, the measurement marium intestial lumen diameters, locolization of small bowel and colon in or ow offetal abdomen were important for evaluationofintestinal pathologies as Hirschsprung's disease, aıresia, volvulus, intuseption, meconiwn ileus and herniation. As a result of our studywe think chat presence of colonic haustra and intestinal perisıalsis, observation of int-raluminal echogenicity changes in the colonoffetuses in diflerent gestational ages were valuable in some cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta