Üçüncü Basamak Yoğun Bakım Ünitelerinde Çalışan
hemşirelere Verilen Üriner Kateter Bakımı Konusundaki
eğitimin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Rükuye Burucu, Nesibe Günay Molu, Figen Türk Düdükcü, Şerife Kurşun, Berat Holta, Elif Çaltepe, Serpil Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Üçüncü Basamak Yoğun Bakım Ünitelerinde Çalışan
hemşirelere Verilen Üriner Kateter Bakımı Konusundaki
eğitimin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Nurses WorkIng In To ThIrd Step IntensIve Care UnIts GIven
educatIon In UrInary Catheter Care And EducatIon EffectIveness
evaluatIon
Vücut boşluğu ya da bir kanaldaki sıvıyı boşaltmak amacı ile
o bölgeye kateter uygulanması işlemine kateterizasyon adı verilir.
Üriner sistemde kateterin en sık uygulandığı yer mesanedir. Üriner
kateter uygulanan hastalarda en yaygın komplikasyon bakteriüri
ve üriner sistem enfeksiyonlarıdır. Enfeksiyonun gelişmemesi
için uygulamada ve hemşirelik bakımında asepsiye uyulması çok
önemlidir. Çalışmada hemşirelere bu konuda eğitim verilmiş,
eğitim öncesi ve sonrası testlerle değerlendirilen eğitimin ardından
hemşirelerin yaptıkları uygulamalar izlenerek ayrıca bir de izlem
puanı hesaplanıp değerlendirilmiştir. Eğitim verilen ve izlenen aynı
gruptur, grubun puan sıralaması: uygulama puanı< öntest puanı<
sontest puanı (56,85< 62,96< 90,62) olarak tespit edilmiştir şeklinde
saptanmıştır. Hemşirelere verilen eğitimin etkinliğinin iyi olduğu,
ancak öğrendiklerini hemşirelerin yeterince uygulamadığı tespit
edilmiştir.
The purpose of discharging the liquid with the body cavity
or that of a channel region catheterization procedure is called
catheter application. The most frequently applied to the catheter
in the bladder to the urinary tract. The most common complication
in patients undergoing urinary catheter bacteriuria and urinary
tract infections. Infection has not improved asepsis in nursing care
for and complied with in practice is very important. In this study,
nurses have been trained in this regard, assessed pre-and post-tests
following the training of nurses also a follow-up score is calculated by
monitoring their applications were evaluated. Education and followed
the same group of the group, the ranking: application score
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Süleyman Ömer Anlıaçık, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Acute SInusItIs In A PatIent WIth PerIorbItal CellulItIs, MenIngItIs And
sInus VeIn ThrombosIs
Sinüzitin medikal tedavisindeki bunca gelişmelere karşın
halen en önemli intrakraniyal sepsis sebeplerinden biridir. Sinüzit
komplikasyonları çok sık görülmez ancak; infeksiyonun orbita ve
intrakraniyal dokulara hızla yayılması; subdural ampiyem, menenjit,
beyin absesi ve kavernöz sinüs trombozu gibi çok ciddi ve mortalitesi
yüksek komplikasyonlar ortaya çıkarabilmektedir. Bu nedenle sinüs
infeksiyonlarının nerelere yayılabileceğinin bilinmesi önemlidir. Bu
vaka sunumunda sinüzit komplikasyonu olarak periorbital selülit,
venöz tromboz ve menenjit gelişen 26 yaşında bir bayan hasta
sunuldu.
Despite all these advances in medical treatment, sinusitis
is still one of the most important reasons for intracranial sepsis.
Complications of sinusitis is not very common but; the rapid spread
of the infection to orbital and the intracranial tissue can be raised
very serious and high mortality complications such as subdural
empyema, meningitis, brain abscess and cavernous sinus thrombosis.
Therefore, it is important to know where sinus infections can spread.
In this case report, a 26 year old female patient was presented with
periorbital cellulitis, venous thrombosis and meningitis developed as
a complication of sinusitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
Sinan Tan, Mehmet Gümüş, Ali İpek, Osman Ersoy, Mustafa Karaoğlanoğlu, Hasan Öztürk, Mehmet Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
HepatIc Artery Aneurysm: Us FIndIngs
Hepatik arter anevrizmaları nadir ancak klinik olarak önemli bir durumdur. Hastaların çoğu asemptomatik olduğu için tanı genellikle radyolojik incelemeler sırasında rastlantısal olarak konulur. Rüptür ana komplikasyon olup vakaların %60-80’inde görülür. Biz bu vakada, hepatik arter anevrizmasının ultrasonografi bulgularını sunmayı amaçladık.
Hepatic artery aneurysms are a rare but a clinically significant phenomenon. Because most patients are asymptomatic, the diagnosis is usually made as an incidental finding during radiological examinations. Rupture is the main complication that occurs in 60%- 80% of the cases. In this case we aim to present ultrasonography findings of a hepatic artery aneurysm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perkutan Endoskopik Gastrostomi Deneyimlerimiz
Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Fahrettin Acar, Akın Çalışır, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Perkutan Endoskopik Gastrostomi Deneyimlerimiz
ExperIence Of Percutaneous EndoscopIc Gastrostomy
Perkutan Endoskopik Gastrostomi (PEG), beslenme sorunlu
hastalara uzun süreli enteral beslenme desteği için uygulanan
minimal invaziv bir girişimdir. Bu çalışmamızda endoskopi ünitemizde
PEG uygulanan hastaları ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel cerrahi kliniğinde
Ocak 2010 - Aralık 2012 tarihleri arasında PEG yapılan 112 hastanın
kayıtları retrospektif olarak incelendi. Endoskopi ünitesinde lidokain
(Xylocaine®) ve midazolam (Dormicum®) ile sedatize edilen hastalara
“Çekme tekniği” kullanılarak, 20 F ‘lik Abboth Flexiflo endoskopik
gastrostomi tüpü uygulandı. PEG uygulanan hastalar; yaş, cinsiyet,
endikasyon, girişimsel komplikasyonlar, port kenarında oluşan kaçak,
periportal enfeksiyon ve mortalite yönünden incelendi. Hastaların
37’si (%33) bayan, 75’i (%67) erkekti. Yaş ortalaması 53±16,57
(min 28-mak 77) idi. Hastalarda değişik patolojiler sonucu beslenme
problemi mevcuttu. Ortalama PEG beslenme süresi 180±74,84
(min 10- mak 295) gündü. PEG sonrası 4 (%3,5) hastada cilt altı
enfeksiyonu, 5 (%4,4) hastada gastrointesinal intolerans, 6 (%5,3)
hastada gastrostomi kenarından geçici kaçak gelişti. PEG, beslenme
yetersizliği olan hastalarda enteral yolun basit, emniyetli ve etkili bir
şekilde kullanılabilmesini sağlayan etkin bir yöntemdir.
Percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG) is a minimal invasive method of enteral nutrition for the patients that the oral intake is not possible. The aim of this study is to determine the results of our PEG insertion procedure performed. We analysed the medical records of 112 patients who had an initial PEG insertion retrospectively in January 2011 and December 2012 at Selçuk University Faculty of Medicine. We inserted 20 F Abboth Flexiflo endoscopic gastrostomy tubes by the “Pull Tecnique” in all cases. No general anesthesia was needed. The records were reviewed with regard to age, gender, indications, interventional complications, the port-site leakage, periportal infection and mortality were examined. PEG was performed to 112 patients comprising 37 females (33%) and 75 (67%) males, ages ranged from 28 to 77 years with a mean age of 53±16,57 years. All patients had neurological defects that impair feeding. Average time of feeding through PEG 180±74,84 (min 10- max 295) days. After PEG, subcutaneous infection was occured at 4 (3.5%) patients, gastrointesinal intolerance was occured at 5 (4.4%) patients, leakage from gastrostomy site was occured at 6 (5.3%) patients. PEG is a simple,safe and effective feeding method for enteral nutritional deficiency in patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının Değerlendırılmesı
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Osman Yılmaz, A. Erkan Ünal, Rahim Kucur, Ömer Karahan, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Klinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının Değerlendırılmesı
The EmluatIon Of IlospItalIzed And Treated Burned PatIents And TheIr ComplIcatIons
1983-89 yılları arasında kliniğimizde yatarak tedavi gören 50 yanıklı hastanın 35'i çocuk, 15'i erişkindi. Çocukların 26'si ilk dekat içindeydi. 34'ü erken, 16'sı geç müracaat etmişti. Il. derece derin yanıkların III. dereceden ayrılmasında deri biyopsilerinden yararlanıldı. 22 hastada Il. derece, 57'nde M. derece, 7'sinde hem II. ve hem de III. derece yanık vardı. Vakaların 5'ine erken tanjansiyel eksizyon ve toplam olarak 27'sine cerrahi girişim uygulandı. Tapikal antiseptik ajan olarak cio101uk gümüş nitrat solüsyonu kullanıldı. 50 hastadan 3'ü kaybedildi. hastada tedavi gerektirecek psikiatrik bozukluklar gelişti. Hipertrofik skor ve kontraktür gelişimini engellemek için otel ve basınçlı uygulamalar yararlı oldu.
We hospitalized and ireated 50 patients with burn injuries between 1983 and 1989. Of diem, 35 were children and 15 were adult. Twenty six children were in first decade. Of 50 patients, 34 adrnitted to the hospital early and 16 lately. Skin byopsies were useful in differential diagnosis of second and therd degree burn. There were second degree burn in 22 patients, third degree in 5 and second and third degree in 7. We applied surgical intervention to 27 patients and 5 early tangential excision and pulverised 10 percent of silver nitrate in early cases. Of 50 patients, 3 died and 3 developed psychiatric disorders requiring treatment. in order to prevent hyperirophic burn scar and contracture we used splint and pressure garrnents.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Frekanslı Elektromanyetik Alanın Tedavide
kullanımı
Can Demirel, Hafiza Gözen
Derleme
Özeti
Düşük Frekanslı Elektromanyetik Alanın Tedavide
kullanımı
TherapeutIc Uses Of Low Frequency ElectromagnetIc FIelds
Birçok hastalık veya komplikasyonunun tedavisinde kullanılan
statik veya pulslu elektromanyetik alanların etkileriyle ilgili net
deliller yakın zamana kadar elde edilememiştir. Tıp alanında
kullanılan terapatik manyetik alan uygulamalarında değişik teknik
ve modaliteler üzerinde anlaşma ve standart protokoller yoktur.
Yüksek frekanslarda ısı etkisi ön plana çıkar ve manyetik alan
etkisi baskılanır. Bu nedenle özellikle düşük frekanslı ve pulslu
elektromanyetik alanın birçok hastalık ve hastalık modelinde etkin
olduğu veya umut verici etkileri olduğu bildirilmiştir. Literatürde
yüksek frekanslı elektromanyetik alanın sıkça karşımıza çıkan negatif
etkilerine karşılık, bu derlemede düşük frekanslı elektromanyetik
alanın in vitro/in vivo pozitif etkilerinin araştırıldığı çeşitli tedavi
protokolleri ve sonuçları sunulmuştur.
Clear evidence could not be obtained until recently for effects
of static or pulsed electromagnetic fields which are used for the
treatment of several disorders and complications. General consensus
and standardized protocols are lacking for different techniques and
modalities used in applications of therapeutic magnetic fields in
the area of medicine. At high frequencies, heating effect becomes
dominant and the effect of magnetic field is suppressed. Thus,
particularly low-frequency pulsed electromagnetic fields has been
reported to be effective with promising results in a number of
diseases and disease models.In thecurrent compilation, in vitro / in
vivo various treatment protocols for investigating positive effects of
low frequency electromagnetic field and their results are presented,
contrasting negative effects of high frequency electromagnetic field
often reported in literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterin Atonide Yeni Bir Cerrahi Teknik: 7 Vakanın Analizi
Ali Acar, Refika Selimoğlu, Halime Göktepe, M. Furkan Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Uterin Atonide Yeni Bir Cerrahi Teknik: 7 Vakanın Analizi
New SurgIcal TechnIque For UterIne Atony: AnalysIs Of 7 Cases
Bu çalışmada 7 uterin atoni kanamalı hastada kavite uyumlu
sütür (KUS) (∞) uygulanmasını değerlendirmek amaçlanmıştır.
Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde 7
uterin atonili vakada vicril 1 no sütür kullanılarak kavite uyumlu
∞ sütür atıldı. Doğum sonu uterin kanamalı normal doğum yapan
3 hasta ve sezaryan (CS) olan 4 hastada uterin atoni gelişti.
Yedi hastanın üçünde palsenta fundal yerleşimli iken dördünde
plesenta previa hali mevcuttu. Yedi hastada da kanama kontrolü
sağlandı. Hastaların hiçbirinde komplikasyon izlenmedi. Hastalar
ortalama 3.9 günde taburcu edildiler. Olgular yaklaşık 18-24 ay
sonrasında normal menstrual sikluslarına ulaştılar. Uterin atoni
ciddi morbidite ve mortalite riski taşmaktadır. Bu patolojide mortalite
morbidite ve histerektomi oranı yüksektir. Yeni teknik ile 7 uterin
atonili hastada etkin şekilde kanamanın durduğu gözlemlenmiştir.
Ciddi bir komplikasyon görülmemiştir. Hiçbir hastaya histerektomi
gerekmemiştir.
We aim to evaluate the new cavity appropriate suture application in 7 patienst with uterin atony (UA) in our clinic. We applied the new cavity appropriate suture in 7 patienst with uterin atony via 1 no vicryl suture in Meram Medical School Hospital Department of Obs&Gyn. In 3 patients with normal vaginal delivery with postpartum hemorrhage and in 4 patients delivered by cesarian section atony occured. In 3 patients of 7 the plasenta was fundus -lying ,in 4 of them it was plasenta previa. Bleeding control was done in all of them. There was no complications in any of them. Patients discharged on an average 3.95 days. Menstruation syclus restored on an average 18 -24 months in theese patients. Uterin atony has a serious morbidity and mortality. In this pathology the risk of mortality, morbidity and hysterectomy is high. İn 7 patients with uterin atony we observed the bleeding stopped with our new tecnique. We observed no serious complication. No patient underwent hysterectomy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Pandemi Öncesi Ve Pandemi Döneminde Trakeotomi Sonuçlarının Karşılaştırılması
Fatih Yücedağ, Şerife Şamil Kahraman
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Pandemi Öncesi Ve Pandemi Döneminde Trakeotomi Sonuçlarının Karşılaştırılması
A ComparIson Of Tracheotomy Results From Before The Covıd-19 PandemIc And DurIng The PandemIc
Amaç: Bu çalışmada COVID-19 pandemi öncesi ve COVID-19 pandemi döneminde uzamış entübasyon nedeniyle
trakeotomi açılmış hastaları karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmada Karaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde, Eylül
2018 ile Ağustos 2021 tarihleri arasında uzamış entübasyon sonrası trakeotomi açılmış 179 hastanın kayıtları
retrospektif olarak incelendi. COVID-19 pandemi öncesi 18 aylık dönemde (Eylül 2018 ile Şubat 2020) trakeotomi
açılmış olan hastalar grup 1 (n:80) ve COVID-19 pandemi (Mart 2020 ile Ağustos 2021) döneminde trakeotomi
açılmış hastalar grup 2 (n:99) olacak şekilde iki gruba ayrıldı. İki grup demografik özellikler, entübasyon süreleri,
trakeotomiye bağlı erken ve geç komplikasyonlar, hastaların nihai sonuçları (exitus, eve taburcu, palyatif ve diğer
servislere devri) açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup 1’deki hastaların %45’i kadın, % 55’i erkekti. Grup 2’deki hastaların % 51’i kadın, % 49’u erkekti.
Cinsiyet bakımından gruplar arasında istatistiksel fark saptanmadı. Gruplar arasında yaş ve entübasyon süreleri
bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05). Trakeotomi komplikasyonu bakımından gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0. 05).
Sonuç: Çalışmamızda COVID-19 pandemi döneminde trakeotomi açılan hastaların pandemi öncesi döneme göre
daha genç yaşta olduğu gözlendi. Ayrıca pandemi döneminde entübasyon süresi pandemi öncesi dönemine göre
daha uzun saptandı.
Aim: To compare patients applied with tracheotomy because of prolonged intubation before the COVID-19
pandemic and during the pandemic.
Patients and Methods: A retrospective examination was made of the records of 179 patients with a tracheotomy
opened following prolonged intubation in the Intensive Care Unit of Karaman Training and Research Hospital
between September 2018 and August 2021. The patients were separated into two groups as group 1 (n:80)
of patients with tracheotomy in the 18-month period before the COVID-19 pandemic (September 2018 –
February 2020) and group 2 (n:99) of patients with tracheotomy during the COVID-19 pandemic (March
2020-August 2021). The two groups were compared in respect of demographic characteristics, duration of
intubation, early and late complications associated with tracheotomy, and patient outcomes (exitus, discharge
to home, transfer to palliative and other wards).
Results: Group 1 comprised 45% females and 55% males and group 2 comprised 51% females and 49%
males, with no statistically significant difference determined between the groups in respect of gender. A
statistically significant difference was determined between the groups in respect of age and the duration
of intubation (p<0.05). Tracheotomy-related complications were not determined to be significantly different
between the groups (p>0.05).
Conclusion: The patients in this study with a tracheotomy opened during the COVID-19 pandemic were
observed to be younger than patients with tracheotomy applied before the pandemic. In addition, the duration
of intubation was determined to be longer during the pandemic t han in the pre-pandemic period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
İsa Yılmaz, Osman Güvenç, Fatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Derya Arslan, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
ClInIcal CharacterIstIcs And EchocardIographIc FIndIngs Of PatIents
dIagnosed WIth Acute RheumatIc Fever
A grubu beta hemolitik streptokokların neden olduğu farenjit veya
tonsillitin non-süpüratif geç komplikasyonu sonucunda oluşan akut
romatizmal ateş, gelişmiş ülkelerde az sıklıkta görülmesine karşın
gelişmekte olan ülkelerde hala önemini koruyan edinsel bir kalp
hastalığıdır. Bu çalışmadaki amaç, merkezimizde akut romatizmal
ateş tanısı almış hastaların değerlendirilmesi ve ülkemizde önemli
bir sağlık sorunu olan bu nedenin son literatür bilgileri eşliğinde
tartışılmasıdır. Ocak 2010-Mayıs 2014 yılları arasında Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesine müracaat eden ve akut romatizmal
ateş tanısı konulmuş olan hastaların dosyaları geriyedönük olarak
incelendi ve demografik verileri, klinik ve ekokardiyografik özellikleri,
uygulanan tedaviye verilen yanıtları tespit edildi. Akut romatizmal
ateş tanısı konulan, tanı anındaki yaş ortalaması 11.6 yıl (5-17 yıl)
olan 26 (%40) kız, 39 (%60) erkek olmak üzere toplam 65 hastadan,
16 (%24.6) hastaya kardit, 11 (%16.9) hastaya artrit, 5 (%7.7) hastaya
kardit + artrit, 33 (%50.8) hastaya sessiz kardit tanısı konuldu.
Hastalar en sık % 59 oranında artrit ve artralji belirtileri başvurdu.
Fizik muayenede 25 (%38.4) hastada patolojik, 21 (%32.3) hastada
masum üfürüm duyuldu, 19 (% 29.2) hastada üfürüm duyulmadı.
Ekokardiyografik değerlendirmede mitral yetmezlik 14 (%21.5)
hastada, aort yetmezliği 10 (%15.4) hastada, birlikte mitral ve aort
kapak tutulumu 22 (% 33.9) hastada tespit edildi. Akut romatizmal
ateş ülkemizde hala insan sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir.
Artriti olan veya artralji şikayetleriyle başvurup akut faz belirteçleri
normalden yüksek olan hastalarda fizik muayenede patolojik üfürüm
duyulmasa bile ekokardiyografik inceleme yapılması gerektiği
vurgulandı.
Acute rheumatic fever (ARF) is an acquired cardiac disease,
that may develop as a non-supurative, late-onset complication of an
infection with group A β-hemolytic Streptococcus, such as pharyngitis
or tonsillitis, continues to maintain its importance in developing
countries, despite it is relatively rare in developed countries. The
aim of this study was to review patients, diagnosed with acute
rheumatic fever at our center, and to discuss this disease, which is
a major health problem in our country, in the light of recent literature
data. Files of patients, who referred to Selçuk University Medical
Faculty Hospital, and diagnosed with ARF between January 2010
and February 2014, were assessed, retrospectively, and patient
demographic data, clinical and echocardiographic (ECHO) features,
treatment responses were identified. A total of 65 patients, including
26 (40%) girls and 39 (60%) boys, diagnosed with ARF, with an
average age of 11,6 years (5-17 years) at the time of diagnosis, 16
(24.6%), 11 (16.9%), 5 (7.7%) and 33 (50.8%) of 65 patients has also
been diagnosed with carditis, arthritis, carditis and (+) arthritis, and
silent carditis, respectively. The most frequently referred symptoms
are arthritis and arthralgia, with a 59% rate. Although pathological
murmurs and innocent murmurs were identified during physical
examination in 25 (38.4%) and 21 (32.3%) patients, respectively; 19
(29.2%) patients had no evidence of heart murmur. The most common
findings in echocardiographic assessment are mitral insufficiency
(MI), aortic insufficiency (AI), and mitral and aortic valve involvement
in 14 (21.5%), 10 (15.4%) and 22 (33.9%) patients, respectively.
Acute rheumatic fever continues to be a health-threatining condition
in our country. Even if there are no pathological murmur in patients
referred with arthritis or arthralgia, with an increased level of acute
phase reactants; echocardiographic assessment should be taken.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventrikülo-Peritoneal Şantın Peritoneal Ucunun Skrotuma Migrasyonu
Ahmet Önder Güney, Yalçın Kocaoğullar, Mehmet Erkan Üstün, Abdullah Konak, Ertuğ Özkal
Araştırma makalesi
Özeti
Ventrikülo-Peritoneal Şantın Peritoneal Ucunun Skrotuma Migrasyonu
Scrotal MIgratIon Of PerItoneal End Of The VentrIculo PerItoneal Shunt
Ventrikülo-peritoneal (V-P) şantlann intraabdominal komplikasyonlan nadir görülmektedir. kalemizde V-P şant uygulanan bir olguda peritoneal kateterin skrotuma migrasyonu sunulmuştur.
Intraabdominal complications of V-P shunts are seen rarely. We report a case with migration of pe-ritoneal catheter into the scrotum.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Axıdental Toraxa Penetre Komplıkasyona Yolacmayan Delıcı Cısım Yaralanması
Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Sami Ceran, Ufuk Özergin, Aydın Şanlı, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Axıdental Toraxa Penetre Komplıkasyona Yolacmayan Delıcı Cısım Yaralanması
A Case Of AxItendal ThoracIc Injury Was Pe-Netreted ForeIgn Body
Gaza sonucu strum 25 cm uzunlugunda orgii mill batan hastanin tan: ve tedavisi takdim edilerek ilgili literatiir ornegi sunuldu.
A case of axidental thoracic injury was pe-netreted foreign body with 25 cm metalic crochet ne-edle. Guidlines for pnemention and management if this rare axidental thoracic injury is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
Fatma Kaya, İlhan Çiftci, Ayşe Nazlı Seçkin
Olgu sunumu
Özeti
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
A Rare Method For TakIng The Swallowed ForeIgn BodIes
out Of The ChIldren
Çocuğun çevresini tanımasının ve onunla ilişki kurmasının bir
yolu da, eline geçen her cismi ağzına götürerek tadına bakmasıdır.
Bu nedenle çocuklar hiç akla gelmeyecek tip ve büyüklükteki yabancı
cisimleri yutmaktadır. Yabancı cisim yutan büyük yaştaki çocukların
önemli bir bölümünde zeka özrü veya ruhsal sorunlar vardır. Klinik
olarak öksürük, dispne, ses kısıklığı, solunum güçlüğü, solunum
seslerinde azalma, ağızdan bol tükrük gelmesine neden olabilir.
Bu yabancı cisimler içerisinde madeni parayla sık karşılaşılır.
Yabancı cisim aspirasyonunda alternatif tedaviyi paylaşmak istedik.
Bu makalede dört yaşında, Down sendromlu bir hastada yabancı
cisim aspirasyonuna alternatif bir yaklaşım sunuldu. Müdahale
sırasında komplikasyon gelişmeyen hasta önerilerle taburcu
edildi. Çocukluk çağında yabancı cisim aspirasyonu sıktır. Yabancı
cisimlerin çoğunluğunu metal paralar oluşturmaktadır. Yabancı cisim
aspirasyonuna yaklaşımda hastanın kliniği, yabancı cismin tipi,
takıldığı yer, aspirasyon süresi ve müdahale şartlarına göre tedaviye
karar verilir. Tedavi yaklaşımını endoskopi, gözlem veya cerrahi
oluşturmaktadır. Acil müdahalenin gerektiği hastalarda foley kateter
ile balon ekstraksiyonu gibi alternatif yöntemler deneyimli cerrahlar
tarafından kullanılabilir.
One of the ways for the child to get familiar with its surrounding
environment and to build up relations with the same is bringing
any possible object to the mouth for tasting. Thus, the children
happen to swallow foreign bodies of sorts and sizes unimaginable.
A great portion of the grown up children swallowing foreign bodies
demonstrate mental deficiencies or psychological problems. The
clinic symptoms may be coughing, dyspnoea, hoarseness, breathing
difficulty, weakened respiratory sounds and hyper saliva in the
mouth. The foreign bodies are usually coins. We want to share an
alternative treatment in foreign body aspirations. In this article is
demonstrated an alternative approach for foreign body aspiration in
four years old patients with down syndrome. The patient developed no
complications during the medical intervention and discharged under
recommendations. Foreign body aspiration is common in childhood.
The majority of foreign bodies are coins. Approach to foreign body
aspiration in a patient’s clinical presentation, type of foreign bodies,
inserted in the aspiration time and the response shall be decided
to treatment according to the conditions. Approaching treatment
is endoscopy, observation or operation. In emergency alternative
methods can be used such as balloon extraction with foley catheter
by experienced surgeons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Kıstık Hıgromalarda Tedavı : Üç Olgu Nedenıyle
Adnan Abasıyanık, Alaaddin Dilsiz, Engin Günel, Burhan Köseoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dev Kıstık Hıgromalarda Tedavı : Üç Olgu Nedenıyle
Treatment Of GIant CystIc Hygroma: Three Cases Report
Kistik higroma lenfatik kiikenli benign bir yondur. Lenfatiklerde olulan konjenital mal-formasyon nedeniyle lenfatik akim bloke ol-maktadir. Bazen de aim sekestrasyonlar sonucu dev kistik higromalar olu§maktadir. Bunlar kongu do-kuMri ve vital organlarl infiltre etmektedir. Boylece solunum yollarina bast. hemoraji ve sepsis gibi ciddi komplikasyonlara yol armaktathr. Der kistik hig-romalarin total cerrahi eksizyonlari bazen miimkiin olamamaktadtr. Bu nedenle cerrahive alternatif te-davi cekilleri araprilmaktadir. Bu califmada Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi cocuk Cerrahisi nde tedavi edilmic servikal (n=1) ve ser-vikoaksiller (n=2) yerle imfi dev kistik higromalt olgu sunulmultur.
Cystic hygroma is a hamartomatou.s lesion of lymphatic origins. It is a benign tumor that appear to arise from congenital malformation of the lym-phatic resulting in blockage of lymphatic flow. It has a tendency to infiltrate and surround adjacent tissues and vital organs. Respiratory distress, hem-orrhage and sepsis are major complications of giant cystic hygroma. Total exicion of this benign tumor is sometimes impossible. Alternative treatment to sur-gery is investigated. In this report three cases of the cervical (n=1) and cervicoaxillary (n=2) cystic hy-groma that were treated at the Department of ►e-diatric. Surgery, Faculty of Medicine, Selcuk Uni-versity were presented
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trans Obturator Tape Sonrası Meş Erozyonu Önlenmesinde Vajinal Flep Yöntemi Ve Erken Dönem Sonuçları
Jule Eriç Horasanlı
Araştırma makalesi
Özeti
Trans Obturator Tape Sonrası Meş Erozyonu Önlenmesinde Vajinal Flep Yöntemi Ve Erken Dönem Sonuçları
VagInal Flap Method In PreventIon Mesh ErosIon In Trans Obturator Tape Surgery And Short Term Result
\r\n Amaç: Stres üriner inkontinans tedavisinde yaygın olarak kullanılan Trans Obturator Tape (TOT) uygulamalarında eksizyon gerektirecek meş erozyonları gelişebilmektedir. Çalışmamızda TOT uygulamasına bağlı oluşabilecek üretral meş erozyonunu önleme amaçlı olarak geliştirdiğimiz subüretral sling altına yerleştirilen vajinal flep yöntemini tanımladık ve hastaları postoperatif komplikasyonlar açısından değerlendirdik.
\r\n
\r\n Gereç ve yöntemler: Çalışmamızda Aralık 2014 ile Mayıs 2018 yılları arasında hastanemizde aynı seansta TOT ve sistosel operasyonu olan ve vajinal mukozadan oluşturulan flebin üretra önüne ve meş altına yerleştirildiği 22 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastalar üretral meş erozyonu, vajinal meş erozyonu, urgency ve disparoni şikayetleri, üriner retansiyon ve ikincil cerrahi gerekliliği açısından değerlendirildi.
\r\n
\r\n Bulgular: Hastaların postoperatif ortalama takip süreleri ortalama 8,95±8,45 aydı. 20 hastaya aynı seansta TOT ve sistosel operasyonu (%90,9), 2 hastaya aynı seansta vajinal histerektomi, TOT ve sistosel operasyonu (%9,1) uygulanmıştı. Takip süresi boyunca hiçbir hastada üretral erozyon gelişmedi. Sadece aynı zamanda menapozda olan bir hastada vajinal mesh erozyonu ve disparoni şikayeti vardı. Başka bir hastada üriner retansiyon ve taşma inkontinansı gelişti. Bu hastaya aynı seansta vajinal histerektomi, TOT ve sistosel operasyonu uygulanmıştı. Bu hastaya daha sonra meş kesilmesi işlemi uygulandı.
\r\n
\r\n Sonuç: Vakalarımızda uygulanan cerrahi teknik ortalama 9 aylık yakın dönem takipte üretral erozyondan tümüyle korumasının yanı sıra urgency ve vajinal meş erozyonunu da minimal düzeyde tutmuştur.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Purpose: Mesh erosions that necessitates excision can develop in Trans Obturator Tape (TOT) surgeries which are widely used in the treatment of stress urinary incontinence.
\r\n
\r\n In our study, we described a method of vaginal flap placed under suburethral sling to prevent urethral mesh erosion related with TOT surgery and evaluated the patients for postoperative complications.
\r\n
\r\n Materials and methods: In our study, 22 patients who had TOT and cystocele operations simultaneously and to whom flaps composed of vaginal tissue were placed in front of the urethra under the mesh between December 2014 and May 2018 were evaluated retrospectively. Patients were evaluated for urethral mesh erosion, vaginal mesh erosion, complaints of urgency and dyspareunia, urinary retention, and need for secondary surgery.
\r\n
\r\n Results: The mean postoperative follow-up of the patients were 8,95±8,45 months. 20 patients had simultaneous TOT and cystocele operations (%90,9), 2 patient had vaginal hysterectomy, TOT and cystocele operations simultaneously (%9,1). Urethral mesh erosion developed in none of the patients during the follow-up period. Vaginal mesh erosion and dyspareunia was observed in only one menopausal patient. Urinary retention and overflow incontinence developed in another patient. Vaginal hysterectomy, TOT and cystocele operations were made simultaneously in this patient. Mesh of this patient was cut later on.
\r\n
\r\n Coclusion: The surgical technique we used in our cases kept urgency and vaginal mesh erosion in a minimal level besides totally preventing urethral mesh erosion in a mean short-term follow-up period of 9 months.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerı
İsmail Arıcı, Selma Çivi, Mehmet Akman
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerı
CharacterIstIcs Of Maternal And PerInatal PerIod In HIgh RIsk Pregnancy
Ana ve çocuk grubu içinde bazı olgular; Vücut yapıları, sosyal ve ekonomik koşulları nedeni ile gebelik ve doğum sırasında daha fazla hastalanma ve ölme tehlikesine maruzdurlar. 1987 yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakımevi'nde doğum yapan 260 kadında kadın yaşı, kadının eğitim düzeyi ve ailenin gelir düzeyinin ana sağlığı ve yeni doğana etkisini belirlemek amacı ile kesitsel olarak tanımlayıcı ve analitik tipte bir çalışma yapıldı. Kadın yaşının 35 ve daha fazla olması başta üriner enfeksiyon ve anemi olmak üzere gebelik komplikasyonlarını artırmakta idi (p<0.01). Yine 35 ve üzeri yaşta iki gebelik arasındaki süre uzamakta idi (p>0.05). Kadının eğitim düzeyi arttıkça gebelik ve doğum sayısı azalmakta idi (p<0.01). Ailenin gelir düzeyi yeni doğanın kilosu, kadının gebelik ve düşük sayısına etkisizdi(p<0.05).
Same cases in mother and children group are more vulnarable to body constitution, social and economical conditions. A descriptive and cross-sectional study was estabhs. hed in Konya Maternity and Children Ileahh Center in 1987. The aim of the research was if there was any correlation between rnother age, educational level and famiiy income and among mother and newborn health. If the mother age was 35 and plus, urınary infection, anernia and other pregnancy complication were increased (p<0.01). Pregnancy interval was langer alsa for age of 35 and plus (p<0.05). Educational level of rnothers was reversely correlated with the number of pregnancy (p<0.01). Pregnancy and labor numbers was effected by mother educational level. Family income was not effect on newborn weight, number of pregnancy and abortions (p>0.05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Harap Akciğer
Tahir Yüksek, Ali Ersöz, Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Osman Yılmaz, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Harap Akciğer
Harap Lungs
Mayıs 1984-Nisan 1988 arasında, akciğerleri tahrip olan 7 vaka S. Ü. Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı. En genç ve en yaşlı hastalar 5 ve 47 yaşlarındaydı. Hastalar kendilerini öksürük, pürülan balgam, nefes darlığı, plevral ağrı ve hemoptizi ile gösterdiler. Parmakların çarpması her durumda yaygındı. Tahrip olmuş akciğer tarafında araştırabileceğimiz bir perfüzyon elde edemedik. 5 pnömonektomi ve 2 plöropnömonektomi ile cerrahi tedavi kabul edildi. Bir hastada bronko-plevral fistül ile postoperatif komplikasyon olarak 2 ampiyem vardı. Bu hasta torakoplasti sonrası öldü. Diğer hasta halen açık drenaj ile yaşıyor.
Between May 1984-April 1988 7 cases with destroyed lung were treated at S. Ü. Faculty of Medicine Thoracic and Cardiovascular Surgical Department. The youngest and oldest patients were 5 and 47 years old. Patients presented themselves with coughing, purulant sputum, dyspnea, pleural pain and hemoptysis. Clubbing of fingers was common in all cases. We obtained no perfusion in the destroyed lung side whom we could research. Surgical treatment with 5 pneumonectomy and 2 pleuropneumonectomy were corned out. There were 2 empyema as post operative complication with broncho-pleural fistula in one patient. This patient died following thoracoplasty. The other patient is still alive with open drainage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Selma Çivi, İbrahim Çivi
Araştırma makalesi
Özeti
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Complıcatıons Of Intermedıate Vehıcles Perforatıon
Geri dönüşlü ve etkinliği yüksek bir yöntem ulan rahim içi araçları (RİA) da mortalite ve morbidite, istenmiyen gebeliklerin tıbbi ve sosyal riskleri ile kıyaslandığında önemli ölçüde azdır. Etkinliği yüksek yöntemlerden doğum kontrol hapları ile kıyaslandığında mortalite RİA'larda daha azdır. Buna karşın kanama, pelvisin iltihabi hastalıkları ve uterus perforasyonu nedeni ile morbiditeleri daha fazladır. RİA'ların uterusa uygun biçimde yerleştirilmemeleri gebelik, aracın atılımı, kanama, ağa, perforasyon ve infeksiyon gibi tüm büyük komplikasyonların temel nedenidir. Uterus perforasyonu RİA uygulammında ciddi bir komplikasyondur. Perforasyon tehlikesi uygulanan rahim içi aracın şekline, büyüklüğüne ve yapısına, uygulanma yöntemine, uterusun durum ve biçimine, uygulayıcının deneyim ve bilgisine bağlıdır. Tüm bu etmenlerden uygulayıcısının deneyim ve ustalığı en önemli olandır. RİA'ı uygulayan hekim ve hekim dışı sağlık personelinin (ebe, hemşire) pelvisin anatomisi, fizyolojisi, hastalıkları ve rahim içi araç konusunda özel eğitim alması gereklidir. Bu yazıda hekimlerin uyguladığı 3, ebelerin uyguladığı 3 rahim içi araca bağlı, 5 fundal, 1 servikal perforasyon olgusu sunulmuş, perforasyonu oluşturan nedenler tartışılmıştır.
Intrauterine devices (IUDs), which use a reversible and highly efficient method, significantly lower mortality and morbidity compared to the medical and social risks of unwanted pregnancies. Mortality is less in IUDs compared to birth control pills, which is one of the most effective methods. On the other hand, morbidity is higher due to bleeding, inflammatory diseases of the pelvis and uterine perforation. Failure to properly place the IUDs in the uterus is the main cause of all major complications such as pregnancy, evacuation of the vehicle, bleeding, mesh, perforation and infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sternum Ayrışması Gelişen Hastalarda Alternatif Kapama Yöntemleri: Sternal Kelepçe Ve Titanyum Sternal Plak Fiksasyon Yöntemlerinin Artıları, Eksileri
Ömer Tanyeli
Araştırma makalesi
Özeti
Sternum Ayrışması Gelişen Hastalarda Alternatif Kapama Yöntemleri: Sternal Kelepçe Ve Titanyum Sternal Plak Fiksasyon Yöntemlerinin Artıları, Eksileri
AlternatIve Sternal Closure Methods In PatIents WIth DehIsced Sternum: Pros And Cons Of Sternal Talon And TItanIum Sternal Plate FIxatIon
ÖZ
Amaç: Sternal ayrışma, kalp cerrahisi sonrasında en sıkıntılı komplikasyonlardan birisidir. Her ne kadar sternal ayrışma erken dönemde fark edildiğinde basit yöntemlerle tedavi edilebilse de, tedavideki başarısızlık veya gecikme, oldukça ölümcül olan mediastinit ile sonuçlanabilir. Bu çalışmada, başta sterna kelepçe ve titanyum sterna plaklar olmak üzere, alternatif sternum kapama yöntemlerinin özellikleri incelenmiştir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Nisan 2015 ve Ocak 2018 tarihleri arasında, herhangi bir nedenden dolayı açık kalp cerrahisi sonrasında sternum ayrışması gelişen hastalar dahil edilmiştir. Hastalar demografik özellikleri, sternal ayrışma için risk faktörleri, operasyon tipleri ve özellikle sternal kelepçe ve titanyum sternal plakla olmak üzere sternum stabilizasyon yöntemleri açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 45 hasta sterna ayrışma nedeni ile cerrahi stabilizasyon ameliyatına alındı. Otuz dört (%75.6) hasta erkek, 11 (%24.4) hasta kadındı. İlk operasyondan sternum ayrışması gelişene kadar geçen ortalama süre 68.5 gündü (1-780 gün). Ortalama vücut-kitle indeksi 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2) olarak bulundu. Sternal fiksasyon öncesi ortalama CRP değeri 68.34 iken, taburculuk öncesi 75.55 idi. Eşlik eden risk faktörleri koroner arter hastalığı için internal mammaryan arter (IMA) çıkartılması, diabetes mellitus (DM), astım, kronik obstruktif akciğer hastalığı ve ileri yaş olarak tespit edildi. Ortalama post-operatif yoğun bakım kalış süresi 5.02 gün (1-29gün) iken, hastanede yatış süresi 17.18 gün (2-74 gün) olarak bulundu. Üç hastada (%6.67) erken dönemde mortalite gözlendi. Operasyonda ilk tercih edilen yöntem basit kapama ve/veya Robicsek yöntemi iken, 24 hastada (%53.3) sternal kelepçe ve/veya titanyum plak yöntemleri kullanıldı. DM hem hastane, hem yoğun bakım kalış süreleri ile operasyon sonrası toplam yatış sürelerini artırmaktadır. DM, aynı zamanda yüzeyel ve derin sternal infeksiyon gelişme riskini artırmaktadır (p<0.05). Sonuç: İdeal sternal kapama tekniği sternumu stabilize ederken, maliyet-etkin olmalı, minimum post-operatif komplikasyonlarla birlikte en kısa hastanede yatış süresini sağlamalıdır. Sağlam interkostal aralığı olan hastalarda sternal kelepçe, genellikle sıkı yapışıklıkların neden olduğu kardiyak rüptür gibi ciddi komplikasyonların elimine edilmesini sağlar. Sternal plaklar, özellikle stabil interkostal aralıkları olmayan parçalı kırıklarda oldukça etkilidir. Bütün hastalar, sternumdaki lezyonların ve kırıkların tiplerine göre değerlendirilerek tedavi edilmelidirler.
ABSTRACT
Aim: Sternal dehiscence is one of the most troublesome complications following cardiac surgery. Although it can be corrected by simple methods if detected earlier, treatment failure or delay in sternal dehiscence may result in mediastinitis, which is highly lethal. In this study, we aimed to investigate alternative sternal closure systems, mainly sternal talon (STalon) and titanium sternal plates (SPlate). Patients and Methods: In between April 2015 and January 2018, patients with sternal dehiscence after any kind of open cardiac surgery were included in this study. These patients were retrospectively evaluated according to the their demographic data, risk factors for sternal dehiscence, type of operations, techniques used for fixation of the sternum, mainly focusing on the STalon and titanium SPlate fixation. Results: A total of 45 patients were taken into surgical correction because of sternal dehiscence. Thirty-four (75.6%) of the patients male, whereas 11 (24.4%) were female. Mean time interval after the first operation to sternal dehiscence was 68.5 days (1-780 days). Mean body-mass-index (BMI) was 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2). Before the sternal fixation, mean CRP value was 68.34, whereas it was 75.55 before discharge. Confounding risk factors were internal mammarian artery (IMA) harvesting for coronary artery disease, diabetes mellitus, bronchial asthma, chronic pulmonary artery disease and advanced age. Mean post-operative intensive care unit (ICU) length-of-stay (LOS) was 5.02 days (1-29 days), whereas hospital LOS was 17.18 days (2-74 days). Early mortality was observed in 3 patients (6.67%). The first choice of operation was simple closure and/or Robicsek closure. Apart from simple and Robicsek closure techniques, sternal talon and/or titanium plates were used in 24 patients (53.3%). DM was found to be related to extanded total hospital LOS, ICU LOS, and postoperative time to discharge. DM also increased the risk of both superficial and deep sternal infection rates (p<0.05). Conclusion: Ideal sternal closure should stabilize the sternum, be cost-effective and provide shortest hospital LOS with minimal post-operative complications. In patients with intact intercostal spaces, sternal talon may eliminate serious complications, such as cardiac rupture mainly caused by dense adhesions. Sternal plates are mainly effective in fragmented fractures without stable intercostal spaces. All patients should be individualized according to type of lesions and sternal fractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopik Girişimlerde Direkt Trokar Girişi İle Veress İğnesi Girişinin Karşılaştırılması
Celalettin Vatansev, Mustafa Şahin, Erşan Aygün, Şakir Tekin, Mustafa Yemiş
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopik Girişimlerde Direkt Trokar Girişi İle Veress İğnesi Girişinin Karşılaştırılması
ComparIson Of DIrect Trocar InsertIon And Veress Needle InsertIon
Amaç : Bu çalışmanın amacı laparoskopik girişimlerde Veress iğne girişi ile direkt trokar girişini komplikasyon, CO2 tüketimi ve zaman kaybı yönüyle karşılaştırmaktır Materyal ve Metodlar: Çalışmaya Ocak 1998-Ocak 2001 döneminde SÜMTF Genel Cerrahi kliniğinde Laparoskopik kolesistektomi uygulanan 152 hasta alındı. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı ve Grup I: Direkt trokar ile girildi ve pnömoperiton gerçekleştirildi, Grup II: Veress iğnesi ile girildi ve pnömoperiton gerçekleştirildikten sonra trokar girişi yapıldı. Hastalarda girişlere bağlı olarak gelişen komplikasyon oranları, kamera girişine kadar geçen süre ve bu sürede kullanılan CO2 miktarı ölçüldü. Değerler gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Grup I ve ll’de komplikasyon oranlan sırasıyle % 11.8 ve % 13.2 olarak bulundu, aralarında fark yoktu. Buna karşın ikinci grupta kullanılan CO2 miktarı ve geçen zamanın bir inci gruptan fazla olduğu ve farkın anlamlı olduğu belirlendi (p<0.05). Sonuç: Direkt trokar girişinin zaman kazandırması ve daha az CO2 kullanılması nedeniyle Veress iğnesi kullanımına üstünlüğü olduğu kanaatine varıldı.
Aim: The aim of this study was to compare the effects of direct trocar insertion and Veress needle insertion on complication ratio, CO2 volüme and time consumption during laparoscopic procedures. Materials and Methods: 152 patients were included in this study which vvere operated forcholelithiasis laparoscopically in Selçuk University Meram Medical Faculty betvveen January 1998 - January 2001. The patients vvere divided into tvvo groups ran- domly. Group I: pneumoperitoneum was performed with direct trocar insertion after general anaesthesia, Group II: pneumoperitoneum was performed with Veress needle and trocar vvas inserted after general anaesthesia. Complication ratios and, time consumption and CO2 volüme vvere calculated in tvvo groups. Findings: Copmlication ratios vvere 11.8% in Group I and 13.2% in Group II, and the differences vvere not significant. CO2 volüme used insufflation and insufflation time vvere significantly more in group II than in group I (p<0.001). Conclusion: Direct trocar insertion vvithout pneumoperitoneum vvas superior than Veress needle insertion vvith respect of CO2 volüme and time consumption.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortalama Trombosit Hacminin Diyabet
komplikasyonlarını Öngörmede Rolü
Atilla Bıyık, Cevdet Duran, Şamil Ecirli, Orkide Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Ortalama Trombosit Hacminin Diyabet
komplikasyonlarını Öngörmede Rolü
The Role Of Mean Platelet Volume In PredIctIng
dIabetIc ComplIcatIons
Ortalama trombosit hacmi (MPV); trombosit hacmi yanında
fonksiyonu ve aktivasyonu hakkında bilgi veren bir belirteçdir.
Artmış MPV düzeyine sahip trombositlerin adezyon ve agregasyona
eğilimleri daha fazladır. Diyabetlilerde; trombosit aktivasyonu
sonucu adezyon ve agregasyon artar, bu durum mikrovasküler
sistemde tıkanıklıklara, dokularda iskemi ve hipoksiye neden olur. Bu
çalışmada amac; mikroalbüminüri (MA) ve/veya hipertansiyonu (HT)
olan ve olmayan tip 2 diyabetes mellitus (DM)’lu hastalarda MPV
düzeylerini karşılaştırmak ve komplikasyonların tespitinde MPV’nin
kullanılabilirliğini araştırmaktır. 18-65 yaşları arasında MA ve/veya
HT olan ve olmayan 80 (42 K, 38 E) tip 2 DM’li ile benzer özellikte
30 ( 15 K, 15 E) sağlıklı kişi çalışmaya alındı. Hastalar Grup 1; HT
ve MA olmayan tip 2 DM’li, Grup 2; HT olan ve MA olmayan tip 2
DM’li, Grup 3; HT olmayan ve MA olan tip 2 DM’li, Grup 4; HT ve MA
olan tip 2 DM’li olarak 4 gruba ayrıldı. MA ve/veya HT olan Grup 2,
Grup 3 ve Grup 4’deki hastaların MPV düzeyleri kontrollerden daha
yüksekti (sırasıyla p=0.005, p<0.001, p<0.001). Grup 2, Grup 3 ve
Grup 4’deki hastaların MPV’i, Grup 1’deki hastalardan daha yüksekti
ancak anlamlı değildi. Tüm diyabetik hastalardaki MPV, kontrollerden
daha yüksekti (p<0.001). Hipertansiyon ve/veya MA gelişen tip
2 DM’li hastaların MPV’i, sağlıklılara göre yüksek bulunmasına
rağmen diyabetik olupta komplikasyonları olmayanlara göre anlamlı
fark bulunmadı. Bu nedenle diyabetik hastaların takibinde MPV
düzeylerinin faydalı olmayacağı kanaati getirdik.
The mean platelet volume (MPV); is a marker that gives
information about platelet function, activity, and volume. Increased
MPV indicates larger platelets which are more active and inclined
to more adhesion and aggregation. In diabetics, increased adhesion
and aggregation can lead to blockage in the microvascular system,
diabetic complication, ischemia, and hypoxia. We compared MPV
in patients with microalbuminuria (MA) and/or patients with/without
hypertension (HT) who have type 2 diabetes mellitus (DM) as an
indicator of complications. Eighty patients (aged 18-65) with/ without
MA and/or HT with type 2 DM and 30 healthy subjects were included
into the study and divided into 4 groups as Group 1: Type 2 DM without
HT and MA, Group 2: Type 2 DM with HT and without MA, Group 3:
Type 2 DM without HT and with MA, Group 4: Type 2 DM with HT and
MA. The MPV’s of patients in Group 2, Group 3 and Group 4 were
higher than controls (p=0.005,p<0.001, p<0.001, respectively), but
not higher than Group 1. The mean MPV values in diabetic patients
were significantly higher than the controls (p<0.001). Although higher
MPV levels were found in diabetic patients compared to control, MPV
levels are not useful in monitoring and predicting complications in
type 2 DM patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Suna Özdemir, Osman Balcı, Halime Göktepe, İsmet Tolu
Olgu sunumu
Özeti
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Fetal GermInal MatrIx Hemorrhage DIagnosed By MrI DurIng IntrauterIne PerIod
İntraventriküler kanama (İVK) preterm doğumun önemli komplikasyonlarından biridir. Lateral ventriküllerin subepandimal tabakasını oluşturan germinal matriks intraventriküler kanamanın en sık olarak görüldüğü alandır. İVK fetüste ultrasonografi ile ventrikülomegali ve hiperekojenik alan olarak yansırken, fetal manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile daha kolay saptanır. Fakat fetüste bunu gözlemlemek kolay değildir. Bizim burada sunduğumuz olgu, 30’uncu gebelik haftasında dış merkezden ventrikülomegali ön tanısıyla tarafımıza gönderildi. Kliniğimizde yaptığımız ultrasonografi ve MRI’da fetal kraniumda germinal matrix kanaması tespit edildi. Otuz ikinci gebelik haftasında annede ağır preeklampsi gelişti ve bu nedenle gebelik sezaryen ile sonlandırıldı. Şüpheli ventrikülomegalide teşhisi doğrulamada fetal MRI yapılmalıdır.
Intraventricular hemorrhage (IVH) is a common complication associated with delivery in preterm neonates. Germinal matrix, subependymal layer of lateral ventricle is the most occurring site of intraventricular hemorrhage. IVH is imaged as a hyperechogenic area and ventriculomegaly on ultrasonography, but it is detected easily by fetal magnetic resonance imaging (MRI). The present case was referred to our clinic due to ventriculomegaly on ultrasonography. Germinal matrix was determined on the fetal cranium with ultrasonography and intrauterine MRI at 30th weeks of gestation. The pregnancy was terminated by cesarean section due to severe preclampsia. Fetal MRI should be performed to confirm the diagnosis on the cases with suspect ventriculomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erken Gebelıkte Akut Mıyokart Infarktusti
Yahya Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Erken Gebelıkte Akut Mıyokart Infarktusti
Acute MyocardIal InfarctIon DurIng Early Preg-Nancy
37 ya§inda harm. anteroseptal bOlgede akut mi-yokart infarktiisii (AM!) lie koroner yogun bakim iinitesinde yattrrldr. Son adet kanamasunn 01- madrgou burada farketti. Yaptirrlart test sonunda ge-belik oldugu anlapich. Gebeligin ilk aymdaydr. in-farktusiin akut doneminde komplikasyon olmadt. Sonraki aylarcla yaprlan takiplerinde rahattr. drizenli kullanrldi. Gebeligin sekizinci ayinda 1800 gr dogum agirlikli vaginal yoldan prernatiir dogum oldu. Gehe hammlarm gogiis agrilarr miyokart in-farktiisli yOniinden iyi degerlendirilmeli, yac, hi-pertansiyon, sigara igme, fazla kilo, wile oykiisii gihi risk faktorleri araorrilmaltchr.
A 37 - year old woman was admitted to the co-ronary care unit (CCU) with the diagnosis of acute anteroseptal myocardial infarction. Three days post admission to the coronary care unit upon history of her menstrual status a pregnancy test was done and found to he positive. Her CCU care was continued and discharged without any complications. Her later phases of pregnancy was uneventful and underwent premature vaginal delivery at 8 months. This re-inforces the idea of close follow up of pregnant women with respect to possible angina pectoris if history reveals hypertension, diabetes. SMDking. overweight and other risk factors of myocardial in-farction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
Müslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu
Özeti
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fetal Kardiyak Arıtmılerın Tedavisinde Renklı Doppler Ekokardıografının Onemı
Bülent Oran, Vedide Tavlı, Adnan Akçoral
Araştırma makalesi
Özeti
Fetal Kardiyak Arıtmılerın Tedavisinde Renklı Doppler Ekokardıografının Onemı
Doppler Echocardıograpy And Color Flow Imagıng In Treatment Of Fetal Arrythmıas
Fetal aritmiler fetal hayatin oldukca nadir bir komplikasyonu olup, fetal kalp hizirun 1001in altma inmesi, 200-230'un lizerine cikmasi veya ritmindeki degiOdik olarak tammlanabilir. Ilk defa fo-nokardiografik olarak 1930 ye elektrokardiografik olarak 19601 yillarda degijik calL5malar yayinlanimpr. M-mode ekokardiografi ye renkli Doppler eko-kardiografinin geli§mesi fetal aritmi tanisma yeni bir boyut getirmitir. Daha sonraki yillarda fetal umblikal kordosentez tekniklerinin ge4mesiyle hem aritmilerin tedavisinde, hem fetal kan orneklerinin incelenmesi ye flag diizeylerinin olculmesinde hem de fetal transvenOz pace uygulamasiyla aritmilerin prenatal tam ye tedavisinde biiyuk geli§meler ohnu*tur
Fetal arrhythmias are a very rare complication of fetal life, and the fetal heart rate decreases below 1001, increases to 200-230 lysers or changes in rhythm can be defined as orthogonal. Differential calL5mas were published for the first time in 1930 as pho-nocardiographic and in 19601 electrocardiographically. The development of M-mode echocardiography and color Doppler echocardiography brought a new dimension to the introduction of fetal arrhythmia. In the following years, with the introduction of fetal umbilical cordocentesis techniques, there were great developments in the treatment of arrhythmias, in the examination of fetal blood samples and measurement of the levels of the fetus, as well as in the prenatal full-meal treatment of arrhythmias with fetal transvenous pacing.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endoskopik Retrograt Kolanjiopankreatikografi
deneyimlerimiz
Fahrettin Acar, Mustafa Şahin, Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Mehmet Ertuğrul Kafalı, İlhan Ece
Araştırma makalesi
Özeti
Endoskopik Retrograt Kolanjiopankreatikografi
deneyimlerimiz
Our ExperIences Of EndoscopIc Retrograde
cholangIopancreatography
Endoskopik retrograt kolanjiyopankreatografi (ERKP),
hepatobiliyer ve pankreas hastalıklarının tanı ve tedavisinde önemli
bir yere sahiptir. Bu çalışmada bir genel cerrahi endoskopi ünitesinin
3 yıllık deneyimi paylaşılmaktadır. Şubat 2010-Mart 2013 arasında
200 hastada yapılan 242 ERKP’nin kayıtları retrospektif olarak
değerlendirildi. Yaş dağılımı 19-84 arasında idi (ortalama 47,3 yıl) ve
116 hasta (%58) kadındı. En sık endikasyon tıkanma sarılığı ve/veya
yüksek serum bilirübin düzeyi idi (159 hasta, %79,5). Ortalama ERKP
süresi 16,5 dakika idi (5-55 dk.). 38 hastada ERKP tekrarı (%19)
gerekti ve kanülasyon 185 hastada (%92,5) başarılıydı. Endoskopik
sfinkterotomi 177 hastada (%88,5), biliyer balon uygulaması 156’inde
(%78,3) ve taş çıkarılması 144’ünde (%72) uygulandı. Komplikasyon
8 hastada (%4) ortaya çıktı ve en sık komplikasyon akut pankreatit
idi (4 hasta, %2). Bu seride işleme bağlı mortalite görülmedi. ERKP
mortalite riski ve morbidite ilişkisine rağmen, hepatobiliyer ve
pankreas hastalıklarının tanı ve tedavisinde güvenilir bir yöntemdir.
Endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP) has
an important role in the diagnosis and treatment of hepatobiliary
and pancreatic diseases. This study was discussed the three years’
experience of general surgery of endoscopy unit. The records of 242
ERCPs of 200 patients, performed between February 2010 and March
2013, were retrospectively evaluated. The age range 19-84 years
(mean; 47.3 years) and 116 patients (58%) were female. The most
common indication was the presence of obstructive jaundice and/or a
high serum bilirubin level (159 patients, 79.5%). The average ERCP
duration was 16.5 min (5-55 min.). A repeat ERCP was needed in 38
patients (19%) and cannulation was successful 185 patients (92.5%).
Endoscopic sphincterotomy was performed in 177 patients (88.5%),
biliary balloon application in 156 (78.3%), and stone extraction in
144 (72%). Complication occurred in 8 patients (4%) and the most
common complication was acute pancreatitis (4 patients, 2%).
There was no mortality in any patient in this series. Although the
relationship between the risk of mortality and morbidity of ERCP,
a reliable method of diagnosis and treatment of hepatobiliary and
pancreatic diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırıgı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç has-tada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschner-wire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırığı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç hastada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschnerwire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
Tamer Baysal, Sevim Karaaslan
Derleme
Özeti
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
The HematologIcal SIgn And ComplIcatIons Of CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Amaç: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklarında hematolojik belirti ve bulgular derlenmiştir. Ana bulgular: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı hastalarda hematolojik yan etkilerin görülme ihtimali yüksektir. Polisitemi, trombositopeni, faktör eksiklikleri, demir eksikliği anemisi ve yaygın damariçi pıhtılaşması gibi birçok bulgu ve belirtiler bildirilmiştir. Siyanotik doğumsal kalp hastalarında azalmış arteriyel oksijen saturasyonu hemoglobin ve hematokrit değerlerinde kompanzatuar artışlara yol açar. Eritrositoz siyanotik doğumsal kalp hastalarında yeterli oksijenizasyonu sağlamak için ortaya çıkan bir cevaptır. Ancak hematokrit değerleri çok artmış hastalarda hiperviskozite bulguları ortaya çıkabilir. Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği hemoglobin değerleri yüksek olduğu için gözden kaçabilir. Hemostatik anormalliklerin zamanında tespiti ve uygun tedavi yaklaşımları ile yan etkiler azaltılabilir. Sonuç: Siyanotik doğumsal kalp hastalığı olan çocuklar hem tromboz hem de kanamaya eğilimlidir. Bu çocukların hematolojik açıdan takipleri az ilgi çekmektedir. Bu hastalara yönelik olarak pratik tedavi yaklaşımları geliştirilmediği için siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklara yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Aim: This review sought to determine the relationship between cyanosis and hematological signs and findings. Main finding: Patients with cyanotic congenital heart disease are succeptible to develope hematological side effects. Several findings, including polycytemia, thrombocytopenia, factor deficiencies, iron-deficiency anemia and disseminated intravasculary coagulation have been reported. Decreased arterial oxygen saturation in cyanotic congenital heart disease causes compensatory kurise in hemoglobin and haematocrit levels. Erythrocytosis is an adaptive response to improve oxygen transport in cyanotic congenital heart disease. However, at highly increased haematocrit levels patients may experience hyperviscosity symptoms. Iron-deficiency in cyanotic congenital heart disease patients is often overlooked due to elevated hemoglobin concentrations. The detection of a hemostatic abnormality and its correction by appropriate therapy are likely to minimize the side effects. Results: Children with cyanotic congenital heart disease are prone to both thrombosis and hemorrhage. Hematological management of cyanotic congenital heart disease has received little attention. The lack of practical therapeutic guidelines forced us to consolidate our observations on patients with cyanotic congenital heart disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Intratorasık Extrapulmoner Neurofibroma
Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Sami Ceran, Ufuk Özergin, Aydın Şanlı, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Intratorasık Extrapulmoner Neurofibroma
IntrathoracIc Extrapulmonary NeurofIbroma
Bu makalemizde neurofibrornalt bir kadui hasta takdini edildi. Radyolojik incelemede sol hemitoraks apexinde kenarlart diizgiin. homojen kitle goriilmesi fizerine neural tumor olabilecegi on tarusi ile sal thorakotomi uygulandi. Sol apexte ektrapulmoner olarak tespit edilen kitlenin histopatolojik tet-kiklerinin sonucu neurofibrorna olarak geldi. Postop herhangi !fir komplikasyon goriilmedi.
Ion our artichle, afamale women with ne-urofibroma was presented. Radiological and Cli-nical diagnosis could not been made preoperatively. Neurofibroma has been diagnosed with his-topathological examination of specimen taken at operation. Complication was not seen during the postoperative period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)
Ali Acar, Recai Gürbüz, Kadir Ceylan, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Üretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)
ForeIgn Body In The Urethra (quIlt Needle)
Üretrada genellikle infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler genellikle merak veya erotik stimülasyon amacıyla konmaktadır. 16 yaşında bir hastada; erotik stimülasyon amacıyla üretraya konmuş 10 cm boyunda bir yorgan ignesi belirledik.
Some foreign bodles which generally cause corn-plications such as infection, rupture and fistulla have been placed into the urethra for erotic stirnulation ör curio.sity. We have diagnosed a rather big consciusly placed sewing needle approximately 10 cm. in a 16-year-old patient for erothic stimulation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Oranlarımız Nereye Gidiyor?
Nedim Çiçek, Çetin Çelik, Nermin Köşüş, Hüseyin Görkemli, Ali Acar, Cemalettin Akyürek
Araştırma makalesi
Özeti
Sezaryen Oranlarımız Nereye Gidiyor?
Cesarean Rates, GoIng Where?
AMAÇ: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümündeki sezaryen oranları, endikasyonları ve komplikasyonları ile bunların nasıl azaltılabileceği konusunda tartışmak. GEREÇ VE YÖNTEM: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında 1992-1999 yılları arasında doğum yapan hastalar retrospektif olarak incelendi. Sezaryen oranları, komplikasyonları, endikasyonları, mortalite ve morbidite oranları belirlendi. BULGULAR: Toplam sezaryen oranı % 23.8 olarak tesbit edildi. Bunun 1/3'ünü (% 28.3) mükerrer sezaryenler teşkil etmekteydi. Primer sezaryen oranı % 25.5 olarak tesbit edildi. Seneler ayrı ayrı incelendiğinde her geçen yıl eski sezaryen oranında artma ile birlikte toplam sezaryen oranında artış görüldü. SONUÇ: Sezaryen oranları her geçen gün artmaktadır. Primer sezaryen endikasyonlarının belirlenmesinde daha dikkatli ve seçici davranılması, eski sezaryen-transvers keşi olan uygun vakalarda vajinal doğumun denenmesi, sezaryen oranını azaltacaktır.
AIM: Our aim is to evaluate the rates, indications and complications of cesarean section, to discuss how to reduce rates, indications and complications in Selçuk University Facult of Medicine. MATERIAL-METHODS: VVomen who gave birth in Selçuk University Facult of Medicine Obstetrics and Gynecology Department between 1992-1999 were examined retrospectively. Cesaren rates, indications, complications, mortality and morbidity were evaluated. FINDINGS: Total cesarean rate was % 23.8. 1/3 of this was composed of previous cesarean. Primary cesarean rate was % 25,5. We found an increasing cesarean rate because of previous cesareans with resultant increase in total cesarean rate every year. CONCLUSION: Cesarean rates were increasing every year. Determination of primary cesarean indication more carefully, planning of vaginal birth for previous low seğmeni transverse incisions would decrease cesarean rate.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Oranlarımız Nereye Gidiyor?
Nedim Çiçek, Çetin Çelik, Nermin Köşüş, Hüseyin Görkemli, Ali Acar, Cemalettin Akyürek
Araştırma makalesi
Özeti
Sezaryen Oranlarımız Nereye Gidiyor?
Cesarean Rates, GoIng Where?
AMAÇ: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümündeki sezaryen oranları, endikasyonları ve komplikasyonları ile bunların nasıl azaltılabileceği konusunda tartışmak. GEREÇ VE YÖNTEM: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında 1992-1999 yılları arasında doğum yapan hastalar retrospektif olarak incelendi. Sezaryen oranları, komplikasyonları, endikasyonları, mortalite ve morbidite oranları belirlendi. BULGULAR: Toplam sezaryen oranı % 23.8 olarak tesbit edildi. Bunun 1/3'ünü (% 28.3) mükerrer sezaryenler teşkil etmekteydi. Primer sezaryen oranı % 25.5 olarak tesbit edildi. Seneler ayrı ayrı incelendiğinde her geçen yıl eski sezaryen oranında artma ile birlikte toplam sezaryen oranında artış görüldü. SONUÇ: Sezaryen oranları her geçen gün artmaktadır. Primer sezaryen endikasyonlarının belirlenmesinde daha dikkatli ve seçici davranılması, eski sezaryen-transvers keşi olan uygun vakalarda vajinal doğumun denenmesi, sezaryen oranını azaltacaktır.
AIM: Our aim is to evaluate the rates, indications and complications of cesarean section, to discuss how to reduce rates, indications and complications in Selçuk University Facult of Medicine. MATERIAL-METHODS: VVomen who gave birth in Selçuk University Facult of Medicine Obstetrics and Gynecology Department between 1992-1999 were examined retrospectively. Cesaren rates, indications, complications, mortality and morbidity were evaluated. FINDINGS: Total cesarean rate was % 23.8. 1/3 of this was composed of previous cesarean. Primary cesarean rate was % 25,5. We found an increasing cesarean rate because of previous cesareans with resultant increase in total cesarean rate every year. CONCLUSION: Cesarean rates were increasing every year. Determination of primary cesarean indication more carefully, planning of vaginal birth for previous low seğmeni transverse incisions would decrease cesarean rate.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mesane Taşlarının Urat - I Ve Mekanık (punch) Lıtotriptör İle Kombine Tedavisi
İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Mesane Taşlarının Urat - I Ve Mekanık (punch) Lıtotriptör İle Kombine Tedavisi
Elektrohydrolıthotrıpsıe In Der Blase Durch Dıe Kombınatıon Von Urat-I Und Steın- Pun Chlıtotrıptor Nach Mauermeyer
Kliniğimizde 1984 yalandan beri elektrohidrolitotripsiyi uygulamaya başladık. Her ne kadar basit, herkes tarafından hiçbir ön bilgi edinilmeden yapılabilir gibi görünürse İse çok tehlikeli hatta ölümle sonuçlanabilecek komplikasyonlar yaratabileceği literatür incelemelerinde görülmektedir. Biz 28 olguluk çalışmamızı bir ön rapor halinde sunuyoruz. Çeşitli büyüklükte ve sertlikteki opak ve non-opak 28 mesane taşlı hastayı kliniğimizde URAT - I ve mekanik litotriptör (PUNCH) kombinasyonu ile mesanede kalıntı bırakmaksızın intraoperatif ve postoperatif hiçbir komplikasyon görmeksizin tedavi ettik. Hastalar çok kısa süren bir hospitalizasyondan sonra taburcu edildi.
We started to practice electrohydrolithotripsy in our clinic since 1984. Although it seems simple and can be done by anyone without any prior knowledge, it is seen in the literature that it can create very dangerous complications that may even result in death. We present our study of 28 cases as a preliminary report. In our clinic, we treated 28 patients with opaque and non-opaque bladder stones of various sizes and hardness, with the combination of URAT - I and mechanical lithotripter (PUNCH) without leaving any residue in the bladder intraoperatively and postoperatively without any complications. The patients were discharged after a very short hospitalization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
Osman Balcı
Araştırma makalesi
Özeti
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of Total LaparoscopIc Hysterectomy PatIents
Bu prospektif çalışmanın amacı, kliniğimizde total
laparoskopik histerektomi (TLH) yapılan vakalarımızın sonuçlarını
değerlendirmektir. Benign veya malign hastalıklar nedeniyle Ocak
2013 ve Nisan 2014 arasında TLH uygulanan 41 olgu prospektif
olarak değerlendirildi. Operasyonda rijid enstrümanlar olarak 10
mm teleskop ve gelişmiş bipolar enerji modaliteleri kullanılmıştır.
İlk olarak 10 mm trokar subumbilikal 1 cm’lik kesiden direk olarak
yerleştirildi. Abdominal kaviteye 3-4 litre CO2 insuflasyonunu takiben
laparoskop yerleştirildi. Batının sağ ve sol avasküler alt kadranlarına
ikinci ve üçüncü kesiler yapıldı ve bu kesilerden 5 mm trokarlar
yerleştirildi. Uterus manipülasyonu için Rumi® II uterin manuplator
kullanıldı. Uterus vajinal yoldan çıkarıldı, gerekli görüldüğünde
intrakorporeal myomektomi ve morselasyon işlemi yapıldı. Vajinal
kafın kapatılmasında 0 numara vicryl kullanıldı. Tüm hastalarda
sağ ve sol uterosakral ve kardinal ligamentlerden sütür geçildi. Tüm
operasyonlar aynı cerrah tarafından yapılmıştır. Hastaların; ortalama
yaşı, vücut kitle indeksleri (VKİ), operasyon süresi, kan kaybı miktarı,
komplikasyon oranları ve ameliyat sonrası hastanede kalış süreleri
değerlendirildi. Histerektomi endikasyonları olarak; 16 myoma uteri,
6 medikal tedaviye dirençli anormal uerine kanama, 5 benign over
kisti, 4 adenomyozis, 3 myom uteri + over kisti, 2 endometrial polip,
2 endometrioma, 2 endometrial hiperplazi ve 1 erken evre serviks
kanseri bulunmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı 47.5 (30-68),
ortalama VKİ 30.2 (24-44), ortalama spesimen ağırlığı 215.9 (90-
650 gr), ortalama operasyon süresi 107.9 (60-210 dk), ortalam kan
kaybı 81.1 (30-300 ml), ortalama preoperatif hemoglobin (Hb) değeri
12.5±0.9 gr/dl, postoperatif Hb değeri 11.5±0.8 gr/dl ve ortalama
hastanede kalış süresi 2.5 gün (2-4 gün) idi. İntraoperatif olarak
herhangi bir komplikasyon olmadı. Geç postoperatif komplikasyon
olarak 2 olguda vajinal kaf enfeksiyonu gelişti. Total laparoskopik
histerektomi jinekolojik hastalıklar için güvenli ve uygun bir
yöntemdir. En iyi sonuçları elde etmek için hastaların dikkatli seçimi
çok önemlidir.
The aim of this prospective study is to evaluate the results
of our total laparoscopic hysterectomy (TLH) cases. Forty one
patients underwent TLH due to benign or malign disorders were
reviewed prospectively between January 2013 and April 2014.
Rigid instruments 10 mm telescope, and advanced bipolar energy
modalities were used during the procedure. A primary 10-mm trocar
was inserted directly through a 1-cm sub umbilical incision. The
laparoscope was inserted through this trocar after insufflation of the
abdominal cavity with 3–4 L of CO2. The second and third incisions
were performed in the avascular right and left lower quadrant of the
abdomen and two ancillary 5-mm trocars were inserted through these
incisions. Uterine manipulation was performed by using RUMI® II.
During the removal of the specimen, if necessary, intracorporeal
myomectomy and morcellation were performed before the uterus
and ovaries were delivered intact through the vagina. A 0-Vicryl
suture was used for close the vaginal cuff. The sutures were passed
through the left and right uterosacral and cardinal ligaments in
all patients. All procedures were performed by the same surgeon.
The mean age of the cases, body mass indexes (BMI), duration of
operations, the amounts of blood loss, rates of complications and
post operative hospital stay were assessed. The indications of for
hysterectomies were, 16 myoma uteri, 6 medical treatment-resistant
abnornal uerine bleeding, 5 benign ovarian cyst, 4 adenomyozis, 3
myoma uteri+ovarian cyst, 2 endometrial polyp, 2 endometrioma, 2
endometrial hyperplasia and 1 early stage cervical cancer. The mean
age of patients were 47.5 (30-68 years), mean BMI of patients were
30.2 (24-44), mean specimen weight was 215.9 (90-650 gr), mean
operation duration was 107.9 (60-210 min), mean blood loss was 81.1
(30-300 ml), mean preoperative hemoglobin (Hb) was 12.5±0.9 gr/
dl, mean postoperative Hb was 11.5±0.8, and the mean hospital stay
was 2.5 (2-4 days). There were no intraoperative complications. Late
postoperative complication was vaginal vault infection in 2 cases.
Total laparoscopic hysterectomy is safe and feasible method for
gynecological diseases. Careful selection of patients is critical for
obtaining the best results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sol Atrıal Mıksoma Ye Perıferık Embolı
Ufuk Tütün, Ufuk Özergin, Kadir Durgut, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Sol Atrıal Mıksoma Ye Perıferık Embolı
Left AtrIal Myxoma And ArterIal EmbolIsm
60 yavnda bir kadrn pasta bilateral femoral ar-teriel emboli nedeni cerrahi tedavi altina almdi. Ilea tetkikinde sol atriumdan koken alan mik-somanIn emholiye neden oldugu tespit edildi. Kar-diak miksoma te§his edildi§inde cerrahi mildahale ile kitlenin eksizyonu endikedir. Hastalar ope-rasyonunu bile beklerken emboli komplikasyonlari nedeni ile % 8-10 oramnda Oldiiklerinden genellikle acilen operasyona alormalithrlar.
A 60 year old woman was referred because of bi-lateral femoral arterial embolism. On examination a diagnosis of cardiac myxoma is made on the left side. Surgical removal is indicated whenever a di-agnosis cardiac myxoma is made. Generally it is concidered an urgent procedure, particulary if the patient has a history of embolism since it has been noted that 8% to 10% patients die from embolic complications while waiting for operation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Talat Yurdakul, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Case Report: A Turner Syndrome Case WIth Horseshoe KIdney And Isolyted UreteropelvIc JunctIon ObstructIon
Atnalı böbrek renal füzyon anomalileri içinde en sık görülenidir. Toplumda % 0.25 oranında görülür. Kromozom anomalileri ile birlikte görülebilir. Turner sendromunda en sık görülen renal anomali atnalı böbrektir. Atnalı böbreklerde üreter obstrüksiyonuna bağlı hidronefroz, sık üriner sistem infeksiyonu, lomberağrı, tekrarlayan taş oluşumu gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu yüzden obstrüksiyon endoskopik veya açık cerrahi yöntemlerle düzeltilmelidir. Turner sendromlu bir olguda atnalı böbrek ve izole üreteropelvik darlık nedeniyle gelişmiş hidrone froz olgusu sunulmuştur.
Horseshoe kidney is the most common type of renal fusion malformation. The incidence rate is % 0.25 İn public. This malformation may accompany to the chromosomal abnormalities. The most freguent renal abnormality in Turner syndrome is horseshoe kidney. There might be seen complications such as hydronephrosis, freguent uri- nary tract infections, lumber pain and recurrent stone formation due to ureteral obstruction. So that obstruction should be corrected by endoscopic and surgical methods. W e present a horseshoe kidney case with hydronephro sis due to isolated ureteropelvic junction obstruction in a patient who has turner syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Kistlerinin Laparoskopik Dekortikasyonunda Ultrasonik Enerji Kullanımı: Etkin Ve Güvenilir Bir Yöntem
Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Murat Koşan, Tufan Çiçek, Bülent Öztürk, Hakan Özkardeş
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrek Kistlerinin Laparoskopik Dekortikasyonunda Ultrasonik Enerji Kullanımı: Etkin Ve Güvenilir Bir Yöntem
UsIng Laparoscop DecortIcatIon Of Renal Cyst WIth UltrasonIc DevIce: A Safe And EffectIve Method
Toplumda sık olarak gözlenen basit böbrek kistleri genellikle asemptomatikdirler ancak bazen yan ağrısı, hipetansiyon, idrar yolu enfeksiyonu ve toplayıcı sisteme bası gibi semptomlar verirler. Laparoskopi bu kistlerin tedavisinde iyi tanımlanmış bir yöntemdir. Bu çalışmada laparoskopik kist dekortikasyonu sırasında ultrasonik enerjinin güvenilirliği ve etkinliği gösterilmek istenmiştir. Kliniğimizde ocak 2006 ve şubat 2010 yılları arsında toplam 14 hastaya böbrek kisti nedeniyle transperitoneal laparoskopik kist dekortikasyonu uygulanmıştır. Periton içine girildikten sonra told hattı açılmış gerota fasyası açılarak kist ortaya konulmuştur, daha sonra kist duvarının kesme ve mühürleme işleminde ultrasonic enerji ile çalışan harmonic™ cihaz kullanılmıştır. Hastaların ortalama yaşı 58.1 idi ve hastaların 8’si kadın 6’sı erkek idi. Operasyon süresi 59.2 hastanede kalış süresi ort 1.57 olarak bulundu. Hiç bir hastada 4. trokara ihtiyaç kalmadan operasyon tamamlandı ve hiç bir hastada komplikasyon gelişmedi. Uzun dönem takiplerinde 1 hastada semptomatik nüks görülürken yine 1 hastada radyolojik nüks gözlendi. Ultrasonik enerji kullanarak laparoskopik kist dekortikasyonun etkin ve güvenilir bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz ancak diğer enerji kaynaklarınıda değerlendirecek karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Simple renal cysts are asymptomatic incidental findings; however, for a small subset of benign renal cysts, patients may present with pain, hematuria, urinary infection, pyelocaliceal obstruction or hypertension. Laparoscopic cyst ablation is an effective minimally invasive modality for the treatment of benign renal cyst. Our aim was to show the ultrasonic energy safe and effective method during laparoscopic renal cyst excision. In our clinic 14 patients underwent operated laparoscopic renal cyst excision with transperitoneal approach between January 2006 and February 2010. Trocar port for camera was inserted to the peritoneum in order to open the told line, gerato fascia and fat over the cyst. Harmonic™ scissor with the cautery was used to incise the cyst wall. Mean age of the patients was 58,1 years. Mean operation and hospitalization times were 59,2 minutes and 1,57 days, respectively. We did not need the fourth trocar during operation and the operation was finished. There was no complication in this procedure. Mean follow-up time was years. In long-term follow-up period symptomatic recurrence was observed in one patient and someone else be observed radiologic recurrence. We believe that using ultrasonic device is safe and effective method in laparoscopic cyst decortication. However, prospective controlled trials are needed to evaluate the other energy sources.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Infantil Akalazyada Endoskopik Dilatasyon
Celalettin Vatansev, Adnan Abasıyanık, İlhan Çiftçi, Ahmet Tekin
Derleme
Özeti
Infantil Akalazyada Endoskopik Dilatasyon
EndoscopIc DIlatatIon In InfantIle AchalosIa
Çocuklarda özofagusta akalazya, özellikle bir yaşın altında oldukça nadir ve teşhisi zor bir lezyondur. On bir aylık bir kız çocuğu endoskopik balon dilatasyonuyla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Baryumlu grafide özofagus kali bresi normale döndü ve komplikasyon gelişmedi. On iki aylık takip sonrasında kusma, beslenme sorunu ve rekür- rens gözlenmedi.
Esophageal achalasia in childhood especially in whom below one year of age is a rare lesion and difficult to diag- nose. An 11 months age female infant has been treated successfully by pneumatic dilatation, after returning of the esophagus to it’s normal calibre there was no complications seen in the barium study that performed later. After a follow up period of 12 months there was no vomiting or feeding problems or recurrence of the achalasia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Mustafa Kaçmaz
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Acute Hydrocephalus Due To ChIldhood ColloId Cyst Of The ThIrd VentrIcle
\r\n Kolloid kistler üçüncü ventrikülün nadir benign tümörleri olup tesadüfen bulunan kistlerden akut ölüme kadar çok geniş bir klinik sunum aralığına sahiptir. Bu kistlerde sık görülmeyen bir olay olan kistin büyümesi, obstrüktif hidrosefaliye ve sonuçta hastanın durumunda ani kötüleşmeye ve ölüme neden olabilen yaşamı tehdit edici bir komplikasyondur. Üçüncü ventrikülde büyük kolloid kisti olup, literatürde in vivo tanı konmuş ani ölüme yol açan çocuk kolloid kist tıkanması vakası oldukça nadir bir durumdur. Acil servise ani şuur kaybıyla başvurup Akut Hidrosefali gelişmesi nedeniyle acil ventrikülostomi yapılmasına rağmen, 24 saat içinde beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir 3. Ventrikül kolloid kist obstrüksiyonu vakasını sunuyoruz.
\r\n
\r\n Colloid cysts are rare benign tumors of the third ventricle and have a wide range of clinical representations from incidentomas to acute death. The growth of these cysts is an uncommon event and may cause obstructive hydrocephalus that lead to sudden deterioration in the patient's condition and may cause life-threatening complications. The large colloid cyst of third ventricle caused sudden death of children due to clogging, diagnosed in vivo is a very rare case in literature. We are representing here a case which patient admitted to emergency room for sudden loss of consciousness. Even he had urgent ventriculostomy due to acute hydrocephalus development, brain death has occured because of 3rd ventricle colloid cyst.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
Ruhuşen Kutlu, Gülseren Pamuk
Olgu sunumu
Özeti
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
MImIckIng BronchIolItIs ForeIgn Body (termIye) AspIratIon
Yabancı cisim aspirasyonları (YCA) çocukluk çağında sık görülen ve ciddi morbidite ve mortaliteye neden olabilen durumlardır. YCA’ları 3 yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer aniden başlayan nefes durması ve öksürük anamnezi yoksa atlanabilir, akciğer enfeksiyonlarını taklit edebilir, tekrarlayan enfeksiyonlara ve buna bağlı komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, değişik bir bakla türü olan termiye yedikten sonra aniden başlayan öksürük, kusma ve hışıltılı solunum şikayetleri ile getirilen 10 aylık bir erkek çocuk takdim edilmiştir. Hastanın teşhisi hikaye, fizik muayene, göğüs grafisi ve bronkoskopi ile konmuştur. Sağ alt bronşta yabancı cisim (termiye) vardı ve çıkarıldı. Bu olgu yabancı cisim aspirasyonunun çocukluk yaş grubunda akılda tutulması gereken bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü yabancı cisim aspirasyonu komplikasyonlara, hatta ölüme yol açabilen önemli bir problemdir.
Foreign body aspirations (FBA), which have high mortality and morbidity rate, are common pediatric emergency issues occured in childhood. FBA is seen more frequently among children under 3 years old. If there is no history of sudden-onset choking and cough, it can be ignored and the patient may come with recurrent pulmonary infections and its related complications. In this report, 10-monthold boy patient who was brought with complaints of sudden-onset of cough, vomiting and wheezing after eating a kind of broad bean ( termiye) was presented. Diagnosis was established on the history, physical examination, the chest X-ray and bronchoscopy. The foreign body (termiye) was located in the right inferior bronchus and removed. This case emphasizes that the presence of a foreign body aspiration must be kept in mind in childhood. Because foreign body aspiration is a serious problem that may lead to complications or even to death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
Esma Kepenek, Bahar Kandemir, İbrahim Erayman, Sümeyye Yüce, Rukiyye Bulut
Araştırma makalesi
Özeti
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of BrucellosIs PatIents Followed-Up In A TertIary HospItal
Giriş ve Amaç
Brusellozis Türkiye’de endemik olarak görülen aynı zamanda halk sağlığı problemi olan zoonotik bir infeksiyondur. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen brusellozis olgularının demografik/epidemiyolojik, klinik, laboratuvar özelliklerinin, komplikasyon ve tedavilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışmada kliniğimizde 1 Ocak 2010-31 Aralık 2018 tarihleri arasında takip edilen olguların özellikleri retrospektif olarak incelendi. Tanımlayıcı veriler sayı ve yüzde (%) olarak belirtildi. Kategorik değişkenler ki-kare testi, sayısal değişkenler Student-T testi kullanılarak analiz edildi.
Bulgular
Toplam 365 brusellozisli hastanın 159 (%43.56)’u kadın, 206 (%56.44)’sı erkekti. Hastaların yaş ortalaması 45.9±14.51 (18-82) idi. En sık başvuru zamanı 137 (%37.5) ile yaz mevsimiydi. Hastalığın en sık 252 (%69) bulaş yolu hayvancılıkla uğraşma öyküsü olarak bulundu. Olguların 168 (%46)’i akut, 96 (%26.3)’sı subakut, 101 (%27.7)’i kronik brusellozis idi. Hastaların en sık şikayeti 302 (%82.7) halsizlik olup akut bruselloziste daha yüksekti (0.0015). Elli üç (%33.3) erkek, 114 (%55.3) kadında anemi olup kadınlarda anemi daha yüksek (p₌0.0283) bulundu. Hastalarda %7.9 lökopeni, %16.2 lökositoz, %9.6 trombositopeni, %4.1 nötropeni, %9 nötrofili, %12 lenfomonositoz saptandı. Wright agglütinasyon testi 26 (%7.1), Brusella immuncapture aglütinasyon testi 361 hastada bakılmış olup hepsinde pozitif saptandı. Hastaların 172 (%47.1)’sinde komplikasyon gelişip en sık 58 (%15.9) spondilodiskit saptandı. Olguların 61(%31.8)’inde relaps gelişti.
Sonuç
Brusellozisin ülkemizde endemik olması ve bölgemizde hayvancılığın yaygın olarak yapılması nedeniyle halsizlik, eklem ağrısı ve ateş gibi şikayetler ile başvuran hastalarda brusellozis ön tanılar arasında yer almalıdır. Ayrıca hastalar nüks açısından takip edilmelidir.
Introduction and Objective
Brucellosis is a zoonotic infection seen as an endemic in Turkey and is a public health problem at the same time. The objective of this study was to evaluate demographic/epidemiologic, clinic, laboratory features, complications and treatments in brucellosis patients followed-up in our clinic.
Material & Methods
In this study, features of patients followed-up between 01/01/2010 and 31/12/2018 in our clinic were retrospectively evaluated. Descriptive data were expressed as number and percentage. Categorical variables were analyzed with Chi-square test and numerical variables with Student’s t test.
Results
Of the total of 365 brucellosis patients, 159 (43.56%) were female and 206 (56.44%) were male. The mean age of the patients was 45.9±14.51 (18-82) years. The most common time of presentation was summer season with 137 (37.5%) patients. The most common transmission route of the disease was a history of animal husbandry with 252 (69%) patients. Of all cases 168 (46%) were acute, 96 (26.3%) were subacute, and 101 (27.7%) were chronic brucellosis. The most common complaint of the patients was fatigue in 302 (82.7%) patients with being higher in acute brucellosis (p=0.0015). Anemia was found in 53 (33.3%) male and 114 (55.3%) female patients with being significantly higher in female patients (p=0.0283). Leukopenia was found in 7.9%, leukocytosis in 16.2%, thrombocytopenia in 9.6%, neutropenia in 4.1%, neutrophilia in 9% and lymphomonocytosis in 12% of the patients. Wright agglutination test was performed in 26 (7.1%) and brucella immunocapture agglutination test in 361 (98.9%) patients and all results were positive. Of all patients, 172 (47.1%) developed complications with spondylodiscitis being the most commonly found in 58 (15.9%) patients. Sixty-one (31.8%) of patients developed relapse.
Conclusion: Since brucellosis is endemic in our country, it should be considered in presumed diagnosis of patients presenting with complaints such as fatigue, articular pain and fever.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Mustafa Cüneyt Çiçek, Yüksel Dereli, Ömer Tanyeli, Ömer Faruk Çiçek
Olgu sunumu
Özeti
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Double InferIor Vena Cava Anomaly DetermIned By Chance
Vena kava inferior, embriyolojik hayatın beşinci ve sekizinci
haftaları arasında üç çift primitif venin kompleks anastomozu
sonucu oluşur. Vena kava inferiorun bu kompleks embriyolojik
gelişimi sırasındaki anormallikler sonucu, çeşitli anomaliler meydana
gelebilir. Nadir olarak rastlanan çift vena kava inferior anomalisi
en sık görülen inferior vena kava patolojisidir. Bu makalede, akut
karın ağrısı ile hastanemize başvuran ve rutin tetkikler esnasında
tesadüfen tespit edilen çift vena kava inferior anomalisi bulunan, 17
yaşında bir erkek hasta sunuldu. Son yıllarda, modern görüntüleme
tekniklerinin gelişmesi ve bunların klinik kullanımının yaygınlaşması
ile asemptomatik vena kava inferior anomalilerinin tesadüfi olarak
tespit edilmesine olanak sağlanmıştır. Özellikle retroperitoneal
cerrahi operasyonlarda oluşabilecek komplikasyonları önlemek adına
çift vena kava inferior anomalisinin tespit edilmesi önemlidir.
The inferior vena cava is formed by complex process involving
the several anastomoses between three paired embryonic veins
during the fifth to the eighth week of embryonic development. It is
reported that abnormalities in this complex development may result
various defects. Double inferior vena cava is the most common
anomaly affecting the vena cava, though it is a rare pathology. In
this study, a 17 year old male patient was presented who admitted
to our hospital with acute abdominal pain and were determined by
chance during routine inspections double inferior vena cava anomaly.
In recent years, the development of modern imaging techniques and
with the widespread clinical use of these asymptomatic inferior vena
cava anomaly has been identified as incidental facilities are provided.
In particular, retroperitoneal surgery in order to avoid complications
that could occur in pairs inferior vena cava anomaly detection is
important.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüz Germe Ameliyatında Hematom Riskini Azaltmada Traneksamik Asit Ve Hemostatik Netin Karşılaştırılması
Mehmet Emin Cem Yıldırım, İlker Uyar
Araştırma makalesi
Özeti
Yüz Germe Ameliyatında Hematom Riskini Azaltmada Traneksamik Asit Ve Hemostatik Netin Karşılaştırılması
ComparIson Of TranexamIc AcId And HaemostatIc Net In ReducIng The RIsk Of Hematoma In FacelIft Surgery
Amaç: Yüz germe ameliyatı, yaşlanma belirtilerini azaltmak ve daha genç bir görünüme kavuşmak için sıklıkla tercih edilen bir estetik cerrahi işlemdir. Yüz germe ameliyatı olan hastalarda hematom gibi komplikasyonların görülme sıklığı oldukça fazladır. Bu çalışma, yüz germe ameliyatı olan hastalarda TXA ve hemostatik net (ağ) tekniğinin hematom oluşumunu önlemedeki etkinliğini karşılaştırmayı amaçlamaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Ekim 2019-Şubat 2023 tarihleri arasında derin plan yüz germe ve yüz-boyun germe uygulanan 65 hasta (56 K, 9 E) dahil edildi. Hastalar TXA verilen, hemostatik net uygulananlar, ikisi birden uygulananlar ve hiçbirinin uygulanmadığı kontrol grubu olmak üzere dört farklı grupta değerlendirildi. Hastaların demografik bilgileri, takip bulguları, postoperatif dönemde hematom veya diğer komplikasyonlar kaydedildi. Gruplar arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 54’tü. Sadece TXA uygulanan hasta grubu 17 hastadan, hemostatik net uygulanan grup 9 hastadan, her ikisi uygulanan grup 21 hastadan ve kontrol grubu 18 hastadan oluştu. Toplam 6 hastada hematom görüldü. Sadece hemostatik ağ kullanılan hastalarda ve sadece TXA kullanılan hastalarda hematom insidansında sayısal bir azalma gözlense de istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). TXA ve hemostatik ağın birlikte kullanıldığı hastalarda hematom insidansı istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalmıştır (p<0.05).
Sonuç: Traneksamik Asit ve hemostatik ağın birlikte hematom insidansını azaltmada etkili olduğu gösterildi. Hemostatik ağ kullanımı, hematom insidansında istatistiksel olarak anlamlı bir azalma ile sonuçlanmıştır. Bu önlemlerin cerrahi sonuçları iyileştirebileceği ve hastaların iyileşme sürecini hızlandırabileceği düşünülmektedir.
Background: Facelift surgery is a frequently preferred aesthetic surgery procedure to reduce the signs of aging and achieve a more youthful appearance. The incidence of complications such as hematoma is quite high among patients undergoing facelift surgery. This study aims to compare the efficacy of TXA and hemostatic net technique in terms of preventing hematoma formation in facelift surgery patients.
Patients and Method: The study included 65 patients (56 F, 9 M) who underwent deep plan facelift and face and neck lift between October 2019 and February 2023. Patients were evaluated in four different groups: TXA given, those applied hemostatic net, those applied both, and the control group applied neither. Demographic information, follow-up findings, any hematoma or other complications in the postoperative period were recorded. Differences between the groups were evaluated statistically.
Results: The mean age of the patients was 54 years. The patient group using only TXA consisted of 17 patients, the group hemostatic net applied consisted of 9 patients, the group applied both consisted of 21 patients, and the control group consisted of 18 patients. Hematoma was observed in 6 patients in total. Although a numerical decrease in the incidence of haematoma was observed in patients in whom only haemostatic net was used and in patients in whom only TXA was used, it was not statistically significant (p>0.05). The incidence of haematoma decreased that is statistically significant in patients in whom TXA and haemostatic net were used together (p<0.05).
Conclusion: Tranexamic Acid and hemostatic net both together showed to be effective in reducing the incidence of hematoma. It is thought that these measures may improve surgical outcomes and accelerate the recovery process of patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Isırılmış Laringeal Mask Airway Komplikasyonu
Hasan Ali Kiraz, Cengiz Bekir Demirel
Olgu sunumu
Özeti
Isırılmış Laringeal Mask Airway Komplikasyonu
ComplIcatIon Of BItten Laryngeal Mask AIrway
Laringeal Mask Airway (LMA) özellikle günübirlik anestezi
uygulamalarında yaygın kullanılmaktadır. LMA uygulamasının da
kendisine özgü bazı komplikasyonları vardır. Bu komplikasyonlarda
genellikle LMA’nın bütünlüğü bozulmaz. Bizim olgumuzda hasta
uyanma aşamasında LMA’nın tüp kısmını ısırdığı için LMA iki
parçaya ayrıldı. Larinkste kalan parçayı almak için hastanın çenesini
açmak mümkün olmayınca propofol verilerek hasta gevşetildi ve
LMA’nın farinkste kalan parçası çıkarıldı. Airway yerleştirildikten
sonra yüz maskesi ile solutulan hasta sorunsuz olarak uyandırıldı.
LMA’nın ısırılmasına bağlı gelişebilecek komplikasyonları önlemek
için uyanma aşamasında LMA’nın yanına küçük boy bir airway
yerleştirilmesinin önemli olduğunu kanısındayız.
Laryngeal Mask Airway (LMA) is used widely in anesthesia
practice especially in outpatient anesthesia. LMA has got some
specific complications. These complication does not generally result
in impairment of the patency of the LMA. In the case reported the
patient bit the LMA during recovery and seperated it into two part. We
were not able to open the patients mouth so therefore we administered
propofol in order to open the mouth and take the part of the damaged
LMA from the pharynx. The patient was easly ventilated with a face
mask after placing an airway and the recovery was uneventful. We
believe that it is important to place a small size airway near the LMA
for preventing complications related LMA bite.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Tromboembolızm
Mehmet Gök, Güven Sadi Sunam, Sami Ceran, Ufuk Özergin, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Pulmoner Tromboembolızm
Pulmonary Thromboembolısm
Pulmoner arterin ve dallannin kan yolu ile gelen trombus hava, yag, tumor parcast gibi bir cisimle ani olarak tikanmasidir (1). ABD'lerinde her yil yakla§ik 630 bin ki§i pulmoner emboliye maruz kalmakta yakla§ik 200 bin ki§i ise olmektedir. Te§his edi-lebilen ve tedavi altina alinanlarda mortalite % 8 ci-vartnda iken, to his edilemeyenlerde % 30'a yak-la§maktadir (2). Vakalann % 331inde derin den trombozu tespit edilmi§tir (3,4). Pulmoner tromboembolizm 19. assn ba§lanndan bed bilinen bir komplikasyondur. Onceleri trom-bils'Un arterin icinde oldugu du unulmu ancak daha sonralan embolik oldugu tammlanmi§tir. 1858`de Wirchow ilk defa pulmoner trombils diye isim-lendirilen hadisenin emboli oldugunu deneylerle ispat etmi§ ve bir triad tanimlarni§nr. Buna gore damar duvannda lokal travrna, kanin pihtila§maya egilimi ye stazdrr (5). Bu faktorler etyolojide hala gegerliligini korumaktadir. ETYOLOJI Pulmoner tromboemboliye yol acan nedenler, ba§ta trombusler olmak lizere:yag, hava, amnion tumor dokusu, parazit yumurtalan, kateter gibi yabanci cisimlerdir. Mitral stenozunda ye de-kornpanze vakalarda olmak iizere ortalama 3 kardiak otopsinin l'inde pulmoner arterde emboli bu-lunmu§tur. Ka1p yetmezligi olan atrial fibrilasyonlu veya myokard infarktusii gecirmi§ vakalarda sag kalp trombiis kaynagi olabilir. Aynca ventiz trom-bozu kolayla§tiran faktorlerde pulmoner enribolinin risk faktorleri arasindadir. Pulmoner emboli riskinin arttigi durumlar.
It is the sudden occlusion of the pulmonary artery and its branches by an object such as thrombus air, fat, tumor parcast coming through the bloodstream (1). In the USA, about 630 thousand people are exposed to pulmonary embolism every year and about 200 thousand people are exposed to it. While the mortality rate is 8% in those who can be diagnosed and are treated, it approaches 30% in those who cannot be felt (2). Deep thrombosis was found in 33% of the cases (3,4). Pulmonary thromboembolism is a known complication from the beginning of the 19th pain. Previously, the thrombus was thought to be inside the artery, but later it was defined as embolic. In 1858, Wirchow first demonstrated that the so-called pulmonary thrombosis was an embolism, and he described a triad. Accordingly, local travnia at the wall of the vessel stays with the tendency of the blood to clot (5). These factors still maintain their validity in etiology. ETIOLOGY The reasons leading to pulmonary thromboembolism are mainly thrombi and lysis: fat, air, amnion tumor tissue, parasite eggs, foreign bodies such as catheters. Pulmonary artery embolism was found in 1 out of 3 cardiac autopsies on average, with mitral stenosis being in de-cornized cases. The right heart may be the source of thrombi in cases with atrial fibrillation or past myocardial infarction. In addition, factors that facilitate ventricular thrombosis are among the risk factors for pulmonary enriboli. Situations where the risk of pulmonary embolism is increased.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Soner Demirel, Ercan Özsoy, Elvin Güner, Ahmet Yegenoğlu, Neslihan Avcı
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Development Of DIplopIa After SpInal AnesthesIa
Spinal anestezi, birçok cerrahide yaygın olarak kullanılan
bir yöntemdir. Ancak, kranial sinir parezileri gibi bazı nörolojik
komplikasyonları da bildirilmektedir. Beyin omurilik sıvısının (BOS)
kaçağına bağlı olarak, VI. kranial sinir hasarına ve çift görmeye yol
açabileceği ifade edilmektedir. Diğer kranial patolojilerinden ayrımı
yapıldıktan sonra, hasta çift görmesi hakkında bilgilendirilmeli ve bol
sıvı alması önerilmelidir.
Spinal anesthesia is a widely used method in many surgeries. However, some neurological complications are reported including cranial nerve paresis. The cerebrospinal fluid (CSF) leakage was defined may lead to VI th cranial nerve damage and diplopia. After distinction from other cranial pathologies, the patient must be informed about the prognosis of diplopia and should be offered take plenty of fluids.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı Araştırılması
Yaşar Cesur, Murat Doğan, Sevil Arı Yuca, Erdal Peker, Mesut Okur, Sinan Akbayram, Şekibe Zehra Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Hastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı Araştırılması
The EveluatIon Of CystIc FIbrosIs Frequency In ChIldren WIth MalnutrItIon And/ Or Recurrent Pulmonary InfectIon
Kistik fibroz (KF), transmembran ileti regülasyonu genindeki mutasyon sonucu oluşur ve otozomal resesif kalıtım gösteren beyaz ırkın en sık rastlanan ölümcül hastalığıdır. Hastalığın sıklığı beyaz ırkta 1/2500-1/3500, Afrika kökenli Amerikalılarda 1/1700 civarındadır. KF’nin ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Bu çalışmada, hastaneye başvuran tekrarlayan akciğer enfeksiyonu ve/veya malnutisyonu olan çocuklarda Kistik fibrozis sıklığının bulunması amaçlanmıştır. Çalışmaya Şubat 2007 ile Ocak 2010 tarihleri arasında kliniğimize başvuran tekrarlayan akciğer ve/ veya malnutrisyonu olan vakalar alındı. Vakalarda kistik fibrozis tanısı, kistik fibrozis kliniği ile uyumlu bulgulara sahip olma, diğer hastalıkların dışlanması ve ter testi pozitifliği esaslarına göre kondu. Çalışmaya 491 çocuk vaka alındı. Vakaların yaşları minimum 2, maksimum 216 ay olup ortalama 26,1±35.01 ay idi. Vakaların 335 (%68.3)’si erkek, 156 (%31.7)’ü kız idi. Çalışmaya alınan vakalar ter testi sonucuna göre değerlendirildiğinde pozitif ter testi vaka sayısı 35 (%7.1) idi. Tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda KF sıklığı %5.3, malnutrisyonu olanlarda %8.8, malnutrisyonu ve/ veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda ise %7.1 (%95 Confidence interval 3.9 -9.2) olarak bulundu. Bu çalışma ile biz hastaneye başvuran malnutrisyon ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan olgularda Kistik Fibrozis tanısının erken konulması ve geç komplikasyonlarının önlenmesi için mutlaka akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik.
Cystic fibrosis (CF) which is occurred by mutations in the gene regulation of transmembrane message shows autosomal recessive inheritance. It is also the most common fatal diseases in white race. The frequency of disease is estimated as 1/2500-1/3500 in white race, 1/1700 in African Americans. But the frequency of CF is not known for our countries. In this study, the frequency of disease was tried to find in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections who admitted to hospital. This prospective study was conducted between February 2007 and January 2010 and children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections were enrolled the study. The diagnosis CF was made by using positive sweat test and appropriate clinical findings and rule out of other diseases which also caused recurrent pulmonary infections or malnutrition. A total of 491 children were enrolled the study. The mean age of children was 26,1±35.01 months with the range of 2-216 months. Of all children, 335 (68.3%) were male and 156 (31.7%) were female. Positive sweat test was found in 35 (7.1 %) children. The frequency of CF was found to be 5.3 % in children with malnutrition and 8.8 % in children with recurrent pulmonary infections. Finally we emphasized one more times that CF should be keep in mind in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections due to its early diagnosis and prevention of late complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Sami Ceran, Burhan Apilioğulları
Olgu sunumu
Özeti
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Tracheobroncheal ForeIgn Body WIth A GIant Bullae Of Lung
Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı, çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görünmektedir.
Bu hastalık çoğunlukla akciğer lobulusları arasındaki septumlara
komşu olan lobulus dış bölümünü tutar. Genellikle sigara içenlerde ve
üst loblarda görülür. Bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza
çıkabilirler. Bronşial sistemde görülen yabancı cisimler ise daha
çok çocukluk çağında karşımıza çıkan netice ve komplikasyonları
açısından oldukça önemli bir durumdur. Çıkartılmayan uzun süre
bronş içinde kalan yabancı cisimler bronş stenozu, abse, bronşektazi
gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bizim vakamız spontan
pnömotoraks ile başvurmuş olan kronik sigara içicisi olan bir
hastaydı. Hastada alt lobları tutan bilateral dev büller tespit edildi.
Operasyona alınan hastanın sağ alt lob distalinde tamamen bül
formasyonu gelişmiş olan segment komşuluğunda organize olmuş
yabancı cisime rastlandı. Bronşial obstrüksiyon yapan etkenler
check-valve mekanizması ve inflamatuar süreçte Proteolitik –
antiproteolitik dengenin bozulmasına yol açabilirler. Bu durum
akciğer hasarına ya da var olan hasarın artmasına neden olabilir.
Büllerin normal lokalizasyonu dışında alt loblarda yerleşmiş olması
ve hastada intrapulmoner bir yabancı cismin bulunmuş olması, büllöz
hastalıklarda karşılaşılan nadir bir birlikteliktir.
Bullous lung disease, one of the serious pulmonary diseases
which is mostly observed together with paraseptal emphysema
spreads on the outer part of lobulus adjacent to septums between
pulmonary lobulus. It is widely common among smokers’ upper
lobs. This patients present with spontaneous pneumothorax. And
foreign bodies in bronchial system is a situation mostly emerging at
childhod which has critical importance in terms of its consequences
and complications. If not pulled out, foreign bodies remaining
inside bronchi for extended periods can cause complications such
as bronchial stenosis, abscess and bronchiectasis. In our case, the
patient was a chronic smoker who applied us having spontaneous
pneumothorax. Bilateral giant bullae spreaded on lower lobes was
spotted. Organized foreign body in the neighbourhood of throughly
grown up bullae formation segment on distal part of right lower lobe
was observed during the surgery. Agents of bronchial obstruction
can cause proteolytic – antiproteolitik imbalance in check-valve
mechanism and inflammatory process. This circumstance can harm
the lungs or increase the existing harm. Localization of bullae in the
lower lobes rather than their standard location and presence of a
foreign body is a rare occasion of association for bullous diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mahmut Mutlu, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Ömer Şafak, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
The Results Of TranspedIcular FIxatIon Of Unstable Thoracolumbar Vertebral Fractures
Nisan-1990 ve Mayıs-1997 tarihleri arasında 101 hastanın vertebra kırıkları cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama takip süresi 27 ay idi. Yetmiş erkek ve 31 bayan hastanın ortalama yaşı 35.9 olarak bulundu. En sık birinci lumbar vertebra etkilenmişti. 94 burst kırığı, 22 kompresyon kırığı, 4 kırıklı-çıkık ve 1 emniyet kemeri yaralanması tespit edildi. Nörolojik durum, 59 hastada Frankel-E, 14 hastada Frankel-A düzeyindeydi. Ortalama lokal kifoz açısı24 derece ve anterior kompresyon yüzdesi %40.7 idi. Ortalama spinal kanal tutulumu %44.5 olarak bulundu. Ame liyatlar ortalama dörtbuçuk gün içinde yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda korse kullanıldı. Komplikasyonlar; bir hastada sreprospinal sıvı fistülü, iki yüzeyel enfeksiyon ve bir bası yarası olarak gözlendi. Nörolojik kaybı olan onsekiz hasta kısmi olarak, iki hasta ise tam olarak düzeldi. Bu kırıkların tespitinde 394 transpediküler vida kul lanıldı. Otuzbir vida eğilmesi, 9 vida kırılması ve 19 vida yer değiştirmesi tespit edildi. Transpediküler fiksasyon to- rakolumbar vertebra kırık cerrahisinde etkili bir tedavi yöntemi olarak bulundu. Sonuç olarak, iyi seçilmiş vakalarda vertebra kırıklarının posterior yaklaşımla cerrahi tedavisi, komplikasyonları ol makla birlikte etkili bir tedavi metodu olarak bulundu.
Betvveen April 1990 and May 1997, 101 patients with unstable thoracolumbar vertebral fractures were treated operatively. The mean follow-up was 27 (3-66) months. There were 70 men and 31 women. The mean age was 35.9 (18-69) years. Etiology was falling from a height in most of them (56.4%). The delay from the original trauma to the presentation ranged from 2 hours to 7 days. First lumbar vertebra was affected mostly (35.5%). According to the Deniş classification, there were 94 burst fractures, 22 compression fractures, 4 fracture-dislocations and one seat-belt injury. Fiftynine patients had Frankel type E, and 14 had Frankel type A neurologic status. The me- dium angle of local kyphosis was 24° and the percentage of anterior compression was 40.7%. The percentage of average spinal canal involvement was 44.5%. The average time after the trauma till the operation was 4.5 days (6 hrs-20 days). The mean operative time was 135 minutes and 2.8 units of whole blood transfusion was used on the average, intraoperatively. Postoperative bracing was applied to ali of the patients. One CSF fistula, two su- perficial infections and one pressure sore were noted as early complications. Eighteen patients with neurologic deficits had partial, and two patients had full recovery. 394 transpedicular screvvs vvere used and there vvere 31 (7.8%) bent screvvs, 9 (2.2%) screvv breakages and 19 (4.8%) screvv migrations. Transpedicular fixation was found to be an effective method for thoracolumbar vertebral fracture surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Intratorasik İezyonlarda Anterior Mediastinotominin Tanı Değeri
Kazım Gürol Akyol, Güven Sadi Sunam, Sami Ceran, Aydın Şanlı, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Intratorasik İezyonlarda Anterior Mediastinotominin Tanı Değeri
DIagnostIc Value Of AnterIor MedIastInotomy Irı IntrathoraeIe LesIons
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cer-rahisi Kliniğinde 1994 Ocak 1996 Eylül tarihleri arasında /6 yakaya mediastinal eksplorasyon uy-gulanmıştır. Vakaları,' 11 'i erkek, 57 kadındır. En küçük hastanuz 35, en yaşlı hastannı ise 68 yaşında olup yaş ortalaması 53_8'dir. Bunların 13 (% 81 .25)rüne sağ anterior mediastinotomi, 3 (% 18.75)7ine sol anterior Mediastinotomi uy-gulanmıştır. Sağ anterior mediastinounni uygulanan vakaların 1 'iııde hiopsi alınamanuş, hiopsi için to-rakotomi gerekmiştir_ 16 vakatun 14 (% 87.50)'ünde tnediastinal eksplorasyonla patolojik kmıya ıdaşılabilmiştir. Vakaların 3`iinde epidermoid kar-sinom. 37inde sarkoidoz, 2`sinde küçük hiicreli Ca, 2'sinde leufinna. 2'sinde tüberküloz, 1 'inde ade-nokarsinom ve 1 'inde kronik nonspesifik iltihap tanısı konmuştur. Torakoıonıi uygulanan bir hastada sonuç sarkoidoz olarak alınmıştır. Hiçbir vakada operatif komplikasyon ve mortalite gözlenmemiştir.
Between Januar). 1994 to Septemher 1996. 16 patients with mediastinal mass were surgically eAp-Iored. Among them 11 of them were males and 5 were .female. Their ages ranged 35 ta 68 vears (mean 53.8). For 13 patients right anterior me-diastinotomy were pe)formed (81.25%) and left an-terior mediastinotomy were perforıned for 3 pa-tients, respectiyely. 117 one case the right anterioı-mediastinotomy procedure failed and thoracotomy required. In 14 cases of 16 (87.50 %) pathologi• di-agnosis was made hy ınediastinal exploration. Par-hologic extıminations revealed that epidermoid can-cinonıa in 3 patients, sarcoidosis in 3 patients, oat cell carcinoma in 2 patients, lenfoğna in 2 patients. tuberculosis in 2 patients. adenocarcinoma in 1 pa-tient, and chronic nonspesıfic inflamation in 1 pa-tient refflectively. The patient who required tho-racotomy was diagnosed as sarcoidosis. Opeıyuive complication and moı-tality occured,
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dual Mesh İle Açık Ve Laparoskopik V Entral İnsizyonel
fıtık Onarımı Karşılaştırılması
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Umut Rıza Gündüz, Burhan Mayir, Uğur Doğan, Mehmet Tahir Oruç
Araştırma makalesi
Özeti
Dual Mesh İle Açık Ve Laparoskopik V Entral İnsizyonel
fıtık Onarımı Karşılaştırılması
ComparIson Of Open Versus LaparoscopIc Ventral IncIsIonal HernIa RepaIr WIth Dual Mesh
İnsizyonel fıtıklar karın cerrahisi sonrası sıkça karşılaşılan ve
tekrar cerrahi tamir gerektiren bir komplikasyondur. Biz, Dual Mesh ile
açık ve laparoskopik ventral insizyonel herni onarımı (LVHR) yapılan
hastaları geriye dönük değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamızda
Aralık 2008 ile Şubat 2015 tarihleri arasında kliniğimize başvuran ve
ventral insizyonel fıtık tanısı konulup açık veya laparaskopik olarak
Dual Mesh ile tamir edilen hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi,
fıtığın lokalizasyonu ve boyutu, uygulanan cerrahi işlem (açık/
laparaskopik), eşlik eden diğer cerrahi patolojiler, hastanede kalış
süresi, mortalite ve morbidite oranları elde edildi ve değerlendirildi.
Toplam 28 hastanın 15’i kadın ve 13’ü erkekti. Yaş ortalaması 57.78±
12.39 yıl (38-78) idi. Ventral insizyonel herni tamiri için operasyona
alınan hastaların 12’si laparaskopik olarak geriye kalan 16’sı açık
olarak ameliyat edildi. Fıtık boyutu ortalama 12.0±2.6 (5-32) cm
idi. Hastanede kalış süresi ortalama 5.75±5.25 (1-21) gündü. Her
iki grupta ikişer hastada cerrahi alan enfeksiyonu ve birer hastada
insizyon altında seroma haricinde başka bir komplikasyon görülmedi.
Dual Mesh ile LVHR ventral insizyonel herni tanılı vakalarda açık
cerrahiye kıyasla hastanede daha az kalış ve morbiditenin daha az
olması nedeniyle etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneğidir.
Incisional hernia is a frequently encountered complication
after abdominal surgery and require repeat surgical repair. We
were retrospectively evaluated the patients underwent open and
laparoscopic ventral incisional hernia repair (LVHR) with Dual Mesh.
Between December 2008 and February 2015, age, gender, body mass
index, the location and size of the hernia, surgical procedure (open/
laparoscopic), accompanied which other surgical pathology, length
of hospital stay, mortality and morbidity rates were obtained and
evaluated of the patients who were admitted to our clinic and repaired
open and or laparoscopic surgery with Dual Mesh. A total of 28
patients, 15 were female and 13 were male. The mean age was 57.78±
12:39 (38-78) years. 12 patients were operated laparoscopically,
remaining 16 with open psurgery. Hernia size was 12.0±2.6 (5-32)
cm. The average length of hospital stay was 5.75±5.25 (1-21) days.
Except the two surgical site infection and one seroma in both groups,
no other complications or recurrences were seen. Ventral incisional
hernia repair with Dual mesh at LVHR compared to open surgery was
effective and safe treatment option with its short hospital stay and
less morbidity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uzun Dönem Viskokanalostomi Sonuçlarımız
Muammer Özçimen, Tekin Yaşar, Halil İbrahim Yener
Araştırma makalesi
Özeti
Uzun Dönem Viskokanalostomi Sonuçlarımız
Long Term Results Of VIscocanalostomy
Viskokanalostomi, açık açılı glokomun cerrahi tedavisinde geliştirilen ve ümit verici yöntemlerden bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Viskokanalostomi ameliyatlarının uzun dönem göz içi basıncını (GİB) düşürücü etkisi ve postoperatif komplikasyonları değerlendirildi. Bu retrospektif değerlendirmede 21 hastanın 22 gözüne uygulanmış viskokanalostomi ameliyatı sonuçları incelendi. Hastalar en az 12 en çok 62 ay ve ortalama 27.50 ± 14.71 ay takip edildi. Postoperatif göz içi basıncının ilaçla veya ilaçsız 21 mmHg’nın altında olması cerrahi başarı, ilaçsız 21 mmHg’nın altında olması ise cerrahi tam başarı olarak kabul edildi. Olgularımızın %90’ının postoperatif son kontrollerinde cerrahi başarı sağlandı, bu orana %22.7 hastada medikal tedavi ile ulaşıldı. Viskokanalostomi yönteminin glokom cerrahisinde GİB düşürme yönünden trabekülektomiyle karşılaştırılabilecek düzeyde etkin ve daha az komplikasyon oranı nedeniyle güvenli bir alternatif yöntem olabileceği sonucuna varıldı.
Viscocanalostomy (VCS) is a new and promising surgical treatment procedure of open angle glaucoma. In this report, the long term efficacy of VCS in lowering intraocular pressure (IOP) and postoperative complications of the technique were analysed. The outcomes of 22 eyes of 21 patients underwent viscocanalostomy were evaluated. The mean follow up period was 27.50 ±14.71 months (range, 12-62). Complete success rate was defined as IOP lower than 21 mmHg without medication and qualified success rate was defined as IOP below 21 mmHg with or without medication and it was 90% (20/22). Patients with an IOP lower than 21 mmHg with medication were 22.7% (5/22). Viscocanalostomy is as effective as trabeculectomy in lowering IOP, and it lowers the risk of incidence of such complications offering a safer and more convenient option.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
Kazım Gemici, Yıldıray Dal, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
SImultaneous Cecal DIvertIculItIs PerforatIon And Retrocecal
appendIcItIs
Olgumuz apandisit ön tanısı konulan ancak ameliyatta çekum
divertikül perforasyonuyla karşılaştığımız bir vakaydı. Ayrıca
diseksiyona devam edildiğinde retroçekal subseröz yerleşimli
apandisit tespit edildi. Nadir görülen lokalizasyondaki bir apandisitin
aynı anda çekum divertikül komplikasyonu tespit edilen hastalarda
gözden kaçabileceğini vurgulamak için bu vakayı sunmak istedik.
Çekum divertikülleri nadir görülen bir lezyon olmakla birlikte
komplikasyon geliştiği zaman, semptomları akut apandisit ile
benzerlik gösterdiğinden dolayı tanı ve tedavi açısından bazı
zorluklarla karşılaşılır. Fizik muayene ile akut apandisitten hemen
hemen hiç ayırt edilemez ve radyolojik görüntüleme yöntemleri de
çoğu kez yetersizdir. Bu nedenle tanı genellikle ameliyat sırasında
konulur. Akut apandisit, akut batının en sık sebeplerinden birisidir.
Apendektomi de karın içi acil cerrahi müdahaleler arasında en fazla
yapılan ameliyattır. Akut apandisit tanısında iyi alınan bir anamnez
ile yapılacak dikkatli ve iyi bir fizik muayene oldukça önemlidir.
Bunun yanı sıra çeşitli laboratuvar ve görüntüleme tekniklerinden
de yararlanılabilir. Apendiks farklı lokalizasyonlarda yerleşmesine
rağmen retroçekal bölge bunlar içerisinde nadir görülen alanlardan
birisidir. Sağ alt kadran ağrısıyla acil servise başvuran hastalarda
başta apandisit olmak üzere hastanın yaş ve cinsiyetine göre birçok
hastalık akla gelmelidir. Bu hastalıkların aynı anda bulunabileceği
ve dolayısıyla ameliyat sırasında eksplorasyonun eksiksiz yapılması
gerekmektedir.
Our case was pre-diagnosed with appendicitis but during the
surgery it was seen that the patient had cecal diverticulum perforation.
Further, as the dissection continued appendicitis with retrocecal
subserous localization was identified. The goal of our study is to
underline the possibility that appendicitis in a rare localization can be
overlooked in patients diagnosed with simultaneous cecal diverticulum
complications. Although cecal diverticulum is a rare lesion, there
are some difficulties regarding its diagnosis and treatment since
its symptoms are similar to acute appendicitis when there is a
complication. It can hardly be differentiated from acute appendicitis
through physical examination and radiological imagining methods are
mostly insufficient. Therefore, patients are generally diagnosed intraoperatively.
Acute appendicitis is one of the most frequent causes of
acute abdomen. Appendectomy, too, is the most frequently performed
surgery among intraabdominal emergency surgical procedures. A
good anamnesis and a careful and sufficient physical examination
are very significant in the diagnosis of acute appendicitis. Alongside
these, various laboratory and imaging techniques can be utilized.
Although the appendix can be seen in different localizations, the
retrocecal site is one of the rare localizations among all. In patients
presenting to the emergency departments with complaints of right
lower quadrant pain, many diseases, led by appendicitis, based
on the patient’s age and sex should be taken into consideration.
The possibility that these diseases may co-exist should always be
remembered and, therefore, intra-operational exploration should be
performed thoroughly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Evre Iı Sarkoidoz’lu Hastalarda Ana Pulmoner Arter Çapının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
Pınar Didem Yılmaz, Sevinç Kalın, Mevlüt Hakan Göktepe
Araştırma makalesi
Özeti
Evre Iı Sarkoidoz’lu Hastalarda Ana Pulmoner Arter Çapının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MaIn Pulmonary Artery DIameter By MultIslIce Computed Tomography In PatIents WIth Stage Iı SarcoIdosIs
Amaç: Non- kazeifiye granülomlar ile karakterize sistemik granülomatöz bir hastalık olan sarkoidozun tanısında ve
prognozunu belirlemede akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT) önemli bir yer tutmaktadır. Hastalığın
nadir bir komplikasyonu olan pulmoner hipertansiyon tüm evrelerde görülebilmektedir. Pulmoner hipertansiyon
(PH) ile ana pulmoner arter çapındaki (APAÇ) artış arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu çalışmamızda evre
II sarkoidozlu hastalarda erken dönemde PH tanısı için çok kesitli BT incelemesi ile APAÇ’ ı değerlendirmeyi
amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Görüntülemelerinde hiler lenfadenopati ve parankimal değişikliklerin olduğu, ocak-2018 ile
aralık-2021 tarihleri arasında hastanemizde sarkoidoz tanısı ile takip edilen Evre II sarkoidozlu hastalarda toraks
BT’de ana pulmoner arter çapını ölçerek akciğer grafisi normal olup nonspesifik semptomlarla toraks BT çekilmiş
kontrol grubu ile karşılaştırdık. Evre II sarkoidozlu hastaların Ekokardiyografi (EKO) ile elde edilmiş pulmoner arter
basınçları ile ana pulmoner arter çapı arasındaki ilişkiyi değe rlendirdik.
Bulgular: Sarkoidozlu hastalarda kontrol grubuna kıyasla APAÇ artışı ve EKO ile ölçülen pulmoner arter basıncı
ile bu grup hastalardaki BT’den ölçülmüş olan pulmoner arter ça pı arasında anlamlı bir ilişki tespit ettik.
Sonuç: Sarkoidozlu hastalarda BT ile pulmoner arter çapının değerlendirilmesinin PH gelişimi konusunda yol
gösterici olabileceği dolayısıyla erken dönemde müdahele fırsat ı sunacağı kanısındayız.
Aim: Chest radiography and thoracic computed tomography (CT) play an important role in the diagnosis and
prognosis of sarcoidosis, a systemic granulomatous disease characterized by non-caseating granulomas.
Pulmonary hypertension, a rare complication of the disease, can be seen in all stages. There is a strong
correlation between pulmonary hypertension (PH) and an increase in the diameter of the main pulmonary
artery (MPAD). In this study, we aimed to evaluate MPAD with multislice computed tomography (CT)
examination for the early diagnosis of PH in patients with stag e II sarcoidosis.
Patients and Methods: We measured the diameter of the main pulmonary artery on thorax CT in patients
with stage II sarcoidosis, who were followed up in our hospital with a diagnosis of sarcoidosis between
January-2018 and December-2021, with hilar lymphadenopathy and parenchymal changes in their imaging,
and compared them with the control group, whose chest X-ray was normal and thorax CT scan was performed
with nonspecific symptoms. We evaluated the relationship between the pulmonary artery pressures obtained
by echocardiography and the diameter of the main pulmonary arte ry in patients with stage II sarcoidosis
Results: We found a significant correlation between the increase in MPAD and pulmonary artery pressure
measured by ECHO in patients with sarcoidosis compared to the control group, and the pulmonary artery
diameter measured by CT in this patient group.
Conclusion: We think that CT evaluation of pulmonary artery diameter in patients with sarcoidosis can guide
the development of PH and therefore of fer an opportunity for early intervention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skleral Fiksasyonlu Göz İçi Lensi İmplantasyonu Sonuçlarımız
Alparslan Şahin, Ümit Kamış, Refik Oltulu, Şaban Gönül
Araştırma makalesi
Özeti
Skleral Fiksasyonlu Göz İçi Lensi İmplantasyonu Sonuçlarımız
Results Of Scleral Sutured Intraocular Lens ImplantatIon
Amaç: Skleral fiksasyon tekniği ile arka kamaraya göz içi lensi implantasyonu sonuçlarının değerlendirilmesi. Yöntem: Ocak 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında skleral fiksasyon tekniği ile göziçi lensi implante edilen 34 olgunun 34 gözüne ait kayıtlar retrospektif olarak değerlendirildi. Olgular, yaş, cinsiyet, primer veya sekonder GİL implantasyonu, implante edilen GİL cinsi, görme keskinliği, göziçi basıncı ve komplikasyonlar yönünden incelendi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 52.55±22.08 yıl (4-83) idi. Ortalama takip süresi 6.41±6.49 (3–36) aydı. Postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği PMMA GİL grubunda 0.39±0.35, katlanabilir GİL grubunda 0.57±0.27 olarak saptandı (p=0.146). Primer GİL implante edilen grupta postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0.44±0.34 iken, sekonder GİL implante edilen grupta ise 0.47±0.32 olarak saptandı (p=0.758). Postoperatif komplikasyon oranı PMMA GİL grubunda %40.9, katlanabilir GİL grubunda %16.6 olarak saptandı.Postoperatif göziçi basıncı yükselmesi ve kistoid maküler ödem başlıca komplikasyonları oluşturmaktaydı. İmplante edilen 22 GİL PMMA,12 GİL ise 3 parçalı hidrofobik akrilik idi. Sonuç: Kapsül ve zonül desteğin yeterli olmadığı gözlerde skleral fiksasyon ile GİL implantasyonu tercih edilebilir bir yöntemdir. Her iki GİL tipi ile görsel sonuçlar benzer olsa da, katlanabilir GİL ile skleral fiksasyon tekniği daha az zaman almakta, daha düşük komplikasyon oranı saptanmakta ve erken görsel rehabilitasyona imkan sağlanmaktadır. Katlanabilir GİL ile skleral fiksasyon tekniğinin etkinliği ve güvenilirliği için daha fazla sayıda olgu ile uzun süre izlemli çalışmalar yapılması yararlı olacaktır.
Aim: To evaluate the results of posterior chamber intraocular lenses implanted by scleral fixation technique. Method: 34 eyes of 34 cases which had intraocular lens implantation by scleral fixation method between January 2002 to December 2006 were retrospectively evaluated. The parameters evaluated were the age and sex distribution, primary or secondary IOL implantation, type of implanted intra ocular lens, visual acuity, intra ocular pressure and complications. Results: The mean age of the patients was 52.55± 22.08 years (range 4 to 83 years). The mean follow up time was 6.41±6.49 (3–36) months. The mean postoperative best corrected visual acuities (BCVA) in PMMA IOL group and foldable IOL group were, 0.39±0.35 and 0.57±0.27, respectively (p=0.146). The mean postoperative best corrected visual acuities (BCVA) in primary implantation group and secondary implantation group were, 0.44±0.34 and 0.47±0.32, respectively (p=0.758). The postoperative complication rates in PMMA IOL group and foldable IOL group were 40.9% and 16.6%, respectively. Postoperative IOP increase and cystoid macular edema were the main complications. Implanted twenty-two IOLs were PMMA, and twelve were 3-piece hydrophobic acrylic. Conclusion: Implantation with scleral fixation of IOLs may be preferred in eyes with absence of zonular and capsular support. Although visual outcomes were similar for the two IOL types, scleral fixation of foldable IOLs take less time, have low incidence of complications and earlier visual rehabilitation. Long term studies with larger number of patients may better define the role of scleral sutured posterior chamber intraocular foldable lens implantation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
Levent Kart, Muhammed Emin Akkoyunlu, Yasemin Akkoyunlu, Murat Sezer, Hatice Kutbay Özçelik, Fatmanur Karaköse, Turan Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of End Stage PatIent In IntensIve Care UnIt
Mevcut teknolojik imkanlar ve bilimsel veriler çerçevesinde iyileşme umudunun kaybedildiği düşünülen hastalara uygulanan tıbbi müdahaleler, hastaya sağladığı yarar ve zarar açısından etik tartışmalara neden olmuştur. Özellikle yoğun bakım gibi ülkemiz için kısıtlı olan kaynaklar açısından değerlendirildiğinde durum yönetimsel bir boyut kazanmaktadır. Çalışmamızda üniversitemiz Göğüs hastalıkları bünyesinde bulunan dahili yoğun bakım ünitemizde takip edilen, tıbben iyileşme ümidi olmayan ve hastalığın son döneminde olduğuna karar verilen hastalar ve sonuçları değerlendirilmiştir. Retrospektif olarak 25 Ekim 2010 ile 30 Nisan 2010 tarihleri arasında yoğun bakım ünitemizde 24 saatten fazla yatmış olan toplam 163 hastanın terminal dönemde olan 17’si incelenmiştir. Hastaların 11’i onkoloji hastasıydı. Bunların 6’sında akciğer, 5’inde ise diğer organ kanserlerine bağlı tedaviye yanıtsız yaygın metastaz mevcuttu. Diğer hastalardan 3’ü miyokart enfarktüsü sonrasında ejeksiyon fraksiyonunun %15’in altında olmasına bağlı genel durum bozukluğu nedeni ile nakil şansı olmayan, 1’i ileri dönem solunum kaslarının da tutulduğu musküler distrofi, 1 olgu ileri solunum yetmezliğinde olan intersitisyel akciğer hastalığı, diğeri ise tedaviye yanıtsız çoklu komplikasyonları olan karaciğer sirozu hastaydı. Onbeş hasta yoğun bakımda yaşamını yitirirken sadece 2 hasta mekanik ventilatör desteğinde taburcu edildi. Hastaların yattığı dönem içinde yapılan tıbbi müdahale maliyeti 208.200,640 TL olarak saptandı. Hastalar toplam 233 yatak/gün boyunca yoğun bakımda takip edildi. Sonuç olarak yoğun bakımımızda terminal dönem hastalarına ayrılan yatak sayısı ve yatak başı maliyet oldukça yüksek olarak saptanmıştır. Gerekli kanuni düzenlemeler ile birlikte palyatif bakım üniteleri yada hospis sistemlerinin kurulması, gerek sınırlı olan kaynakların daha akılcı kullanımı, gerekse hasta ve hasta yakınlarının ve memnuniyeti için önemlidir.
Medical interventions to the patients from whom healing expectations (with the current technological and scientific data) were considered to be lost are being ethically discussed about the benefit and loss to the patient. When it is about the limited sources of the country, particularly like the intensive care units, it becomes an administrative issue. In this study we evaluated the patients in the terminal phase of their diseases with no expectancy of healing, hospitalized in the medical intensive care unit (ICU)of our university hospital. Thirteen terminal phase patients out of 73 patients hospitalized between 25 October 2010 and 30 April 2011 were evaluated retrospectively in ICU. Eleven of the patients had oncological disease (6 lung cancers and 5 other organ cancers). These patients had widespread metastases not responding to therapy. Tree of the other patients had ejection fraction lower than 15% following myocardial infarction with no chance for transplantation due to low health status, one had advanced respiratory muscle involvement due to muscular dystrophy, the another had intersitisyel lung diseases with severe respiratory failure, the other had liver cirrhosis with multiple complications. Fifteen patients died in the intensive care unit, whereas two patient was discharged with home mechanical ventilator support. Medical cost of the patients was 208.200,640/TL. They were hospitalized for 233 bed/days. The number of beds occupied by these terminal phase patients in this period were considered to be high. Foundation of palliative care units or hospice service with necessary law evaluations, is very useful and important not only for optimal use of limited financial sources but also for comfort of patient and relatives.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetik Ayak
Ahmet Kaya, Laika Karabulut, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Diyabetik Ayak
The DIabetIc Foot
Diabetik bir kişide nöropati, infeksiyon ve damarsal bozukluklar nedeniyle ayakta sıklıkla malformasyonlar oluşmaktadır. 70 diabetik hastanın (10 tip 1,60 tip II) 16'sında radyografik olarak kemiklerinde destrüksiyon saptandı. Bu 16 hastanın 7'inde ayak derisinde eritem, ülserasyon ve ayakta gangrene lezyonlar tespit edildi. Cilt lezyonu ve gangren bulunmayan 55 diabetik hastanın ise 9'unda ayak kemiklerinde radyolojik olarak destrüksiyon gösterildi. Diabet süresi ve hastanın yaşı ile ayak lezyonları ara-sında bir ilişki kurulamadı. Kalp yetmezliği cilt lezyonlarını hızlandıran en önemli etkendir. Ayrıca ayak hijyeninin iyi olmaması olayı proveke etmektedir. Bu nedenle diabetik ayakta oluşacak komplikasyonları önleyebilmek için ayak bakımı ve proveke edici etkenlerden hastaya uzak tutmak gerekmektedir.
In a diabetic person, foot malformations frequently occur due to neuropathy, infection and vascular disorders. Radiographic destruction of bones was detected in 16 of 70 diabetic patients (10 type 1.60 type II). In 7 of these 16 patients, erythema, ulceration and gangrenous lesions were detected on the skin of the feet. Radiological destruction of the foot bones was demonstrated in 9 of 55 diabetic patients without skin lesions and gangrene. No relationship could be established between the duration of diabetes and the patient's age and foot lesions. Heart failure is the most important factor that accelerates skin lesions. Also, poor foot hygiene provokes the event. Therefore, in order to prevent complications that may occur in the diabetic foot, it is necessary to keep the patient away from foot care and provoking factors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çalışan Kalpte Bypass Cerrahisi: Başlangıç Tecrübelerimiz
Kadir Durgut, Niyazi Görmüş, Ufuk Özergin, Tahir Yüksek
Araştırma makalesi
Özeti
Çalışan Kalpte Bypass Cerrahisi: Başlangıç Tecrübelerimiz
Off-Pump Coronary Artery Bypass: InItIal ExperIences
İlk koroner bypass operasyonları çalışan kalpte gerçekleştirilmesine rağmen ekstrakorporeal dolaşım aortik kros klemp yönteminin optimal bir cerrahi konfor sağlaması nedeniyle günümüzde koroner bypass ameliyatları ekstrakorporeal dolaşım ve aortik kros klemp yöntemiyle uygulanmakta ancak ameliyat için yüksek risk taşıyan hastalarda işlemi kolaylaştıran bu yöntemler önemli komplikasyonlara neden olarak operasyon sınırlarını daraltabilmektedir. Bu Çalışma kardiyopulmoner bypass kullanılmadan yapılan koroner arter cerrahisindeki başlangıç tecrübelerimizi bildirmektedir.
The first CABG surgery cases were performed on the beating heart, because extracorporeal circulation and cross clamping the aorta provided optimal surgical comfort this approach has gained wide acceptance worldwide. However in high risk patients, this technique carries inherent risk that may results in limiting indications for surgery. This Study reports our initial clinical experience on off-pump coronary bypass surgery especially in patients with porcelain aorta or poor ventricular function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
Ömer Faruk Erkoçak, Rabia Erkoçak, İnci Kara, Hakan Zor
Olgu sunumu
Özeti
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
MassIve IntraoperatIve Pulmonary EmbolIsm Due To OrthopaedIc Surgery
Terapötik ve proflaktik tedbirlere rağmen pulmoner embolizm halen meydana gelmektedir ve çoğu ortopedik cerrah bu ölümcül komplikasyon nedeniyle er geç bir hastasını trajik şekilde kaybetmektedir. Femur kırığı pulmoner emboli riskini kat kat artırmaktadır. Olgu sunumumuzda belirtildiği gibi, akut masif pulmoner emboli uzun kemiklerin cerrahisi sırasında meydana gelebilir. Akut masif pulmoner emboli erken teşhis edilip agresif şekilde tedavi edilmezse genellikle ölümcül seyreder. Trombolitik tedavi ve kateter embolektomi kesin tedavide giderek daha fazla kullanılmaktadır. Acil açık embolektomi daha az invaziv metodlar işe yaramadığında veya hasta kardiyopulmoner arrest geçirdiğinde sıklıkla başvurulan son çaredir.
Despite prophylactic and therapeutic measures, pulmonary embolism still occurs and most orthopaedic surgeons sooner or later suffer the tragic loss of a patient from this life threatening complication. Femur fracture has repeatedly been associated with increases in the risks of pulmonary embolism. As the following case report illustrates, massive pulmonary embolism can occur intraoperatively in a long bone fracture surgery. Acute massive pulmonary embolism usually results in death if not diagnosed early and treated aggressively. Thrombolytic therapy and catheter embolectomy are increasingly used as definitive management. Emergent open embolectomy is often reserved as a last resort when less invasive methods have failed or the patient is in cardiopulmonary arrest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Paget Hastalığında Gelışen Kemik Sarkomları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Paget Hastalığında Gelışen Kemik Sarkomları
Bone Sarcomas ArIsIng In Paget's DIsease
Paget hastalığında gelişen en önemli komplikasyon biride sarkamatöz değişimlerdir. 1983 ve 1988 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde, Paget hastalığı zemininde gelişen iki kemik sarkomlu hasta teşhis ve tedavi edildi. Bu tümörlerin histolojik incelenmesinde osteosarkom olduğu tesbit edildi. Radyolojik olarak osteolitik karakterde idiler. En önemli klinik bulgular' ağrı, patolojik kırık ve hassas şişlik olan vakaların birinde femur, diğerinde humerusta tutulum vardı. Prognoziarı kötü seyreden bu vakalar literatürle karşılaştırılarak gözden geçirildi.
The most serious complication of Paget's disease is the sarcomataus degeneration. Two cases of bone sarcoma in Paget's disease were diagnosed and treated at the University Hospital, departrnent of orthopaedy and Traumatology between 1983 and 1988. Histologically, lesions were osteogenic sarcoma and it is radiographically found ta be osteolitic. Pain, pathologic fracture and tender swelling were constant features. Femur and humerus were the affected bones. Overall prognosis for !hese patients were poor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malıgn Eksternal Otıt
Yavuz Uyar, Ziya Cenik, Levent Soley
Araştırma makalesi
Özeti
Malıgn Eksternal Otıt
MalIgn External OtItIs
Malign Eksternal Ozit (MEO); 1968 de Chandler tarafından tanımlanmıştır. Genellikle oldukça yaşlı diabelli hastalarda görülen, Pseudornonas AeruginosaWın sebep olduğu, dış kulak yolunun ilerleyici bir infeksiyonudur. Temporal kemik ve kafa tabanına yayılan infeksiyon, multipl kranial sinir paralizileri ve diğer intrakranial komplikasyonlarla ölümcül bir klinik tablo meydana getirmektedir. Bu makalede; kliniğimizde MEO tanısı alan bir yaka sunularak; etyopatogerıezi, klinik tablosu, teşhis ve tedavisiyle MEO tartışılmaktadır.
MEO was described by Chandler in 1968. it is a progressive exiernal otitis that usually occuring elderly diabetic patients caused by Pseudomonas Aeruginosa. Leads ta death by paratysis of multipl cranial nerves and other iniracranial complications when attaching ternporal bone and skull base. in this article, we present a patient who was diagnosed as MEO at arar clinic and üs etiopathogenesis, clinical features, diagnosis and Ireatment have been cliscused.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Araştırma makalesi
Özeti
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
ChangIng SurgIcal Methods In PeptIc Ulcer PerforatIon
Peptik ülser hastalığında cerrahi tedavinin yeri komplikasyonlarının tedavisi dışında giderek azalmaktadır. Son yıllarda sıkça kullanılmakta olan H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri (PPI) ile helikobakter pilori eradikasyonu bu azalmada önemli rol oynamaktadır. Koruyucu ilaçlara rağmen peptik ülserin en sık karşılaşılan komplikasyonlarından birisi halen perforasyonlardır ve cerrahi aciller içerisinde oldukça sık rastlanır. Kliniğimize 2000-2010 tarihleri arasında ülser perforasyonu nedeni ile müracaat eden 311 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Kliniğimize müracaat eden peptik ülser perforasyonlu hastalar yaş, cinsiyet, mevsimsel ilişki ve uygulanan cerrahi teknik açısından irdelendi. Hastaların 206’sı erkek ve yaş ortalamaları 52.8, 105’i kadın ve yaş ortalamaları 65.2 idi. Hastaların 266’sına primer sütür ile onarım, 35’ine bilateral trunkal vagotomi (BTV)+Piloroplasti ve 10’una laparoskopik onarım yapıldı. Ortalama hastanede kalış süreleri 7 gün idi. Hastaların 25’inde yara yeri enfeksiyonu, 8’inde evisserasyon gelişirken 9 hasta kaybedildi. Kliniğimizde son 10 yıl içerisinde peptik ülser perforasyonların tedavisinde definitif girişimlerden primer onarıma ve laparotomiden laparoskopik yöntemlere doğru bir seyir izlenmiştir.
The place of surgical treatment, except for the treatment of complications, in peptic ulcer gradually decreases. Helicobacter pylori eradication with proton pump inhibitors (PPI) and H2 receptors that have been used frequently recently have played important role in this decrease. One of the most common complications of peptic ulcer, though protective medicines, is still perforations and they are very common among surgical emergencies. The files of 311 patients with peptic ulcer perforation accepted to the clinic between 2000-2010 were examined retrospectively. The patients applied to our clinic with peptic ulcer perforation were examined in terms of age, sex, seasonal relation, and applied surgical technique. 206 of the patients were male with 52.8 mean age and 105 of them were female with 65.2 mean age. 266 of the patients were fixed with primary suture, 35 of them had bilateral truncal vagotomy+pyloroplasty and 10 were fixed laparoscopically. Average hospitalization time was 7 days. While wound infection developed in 25 of the patients, evisceration was developed in 8 patients, 9 patients were exetus. Over the last ten years there has been a change from definitive attempts to primary fixation and from laparotomy to laparoscopic methods for treatment of peptic ulcer perforations our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Post Eswl Fragmante Alt Kalıks Tasları Ve Stone Streete Inversıyon Ve Vıbrasyon Uygulaması
İbrahim Ünal Sert, Ercüment Y. Acarer, Nihal Acarer, Hatice Yöndemli, Murat Büyükdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Post Eswl Fragmante Alt Kalıks Tasları Ve Stone Streete Inversıyon Ve Vıbrasyon Uygulaması
ApplIcatIon Of InversIon And VIbratIon To Fragmented Lower Calyx Stones And Stone Street After Eswl Eswl
Ekstrakorporeal sok dalga litotiripsi (ESWL) lizellikle uriner sistem ve safra kesesi yollarina ait taVartn tedavisinde kullantlan hir tekniktir. Son za-manlarda gelistir ilen hir haVca modeli de Ortopedi ve Travmatoloji hiliminde kullantimaktachr. Ancak, heihrekte ktrilan parcactklarin yercekimi etkisiyle alt kalikste kalmast ve iireterde stone streete neden ol-mast onemli hir dezavantajdzr. Bu ralumada opt 4mm'den biiyiik tap plan ve ESWL uygulanmq ancak diipneyip alt kalikste hi-rikm4 veya stone street olupurmul taVartn amactyla kontroliii inversiyon tedavisi uy-guladik. ESWL .vaptian 33 hastadan diipneyip, alt kaliste tc4 hiriken 21 hastaya gfin aprt 64ar dakika sure ile 45 derecelik trendelenhurg pozisyonunda in-versiyon. vihrasyon tiygulanch. 21 alt kaliks tapndan 18'i (Kivu. ESWL sonrast stone street gelipn 12 has-tava ayakta 6 dakika 1.5 Watt ultrason + 6 dakika vihrasyon uygulandt. 12 stone street'li vakantn 10'unda olumlu sonuy Winch. Ayrtca primer ureter taVt 12 hastaya sadece US + vihrasyon uygulandt ve 8'i dhoti Bu 41emler hastalara 2-5 scans ara-stnda deg4en sfirelerde uygulandt. Onemli hir komplikasyon ESWL sonrast diipneyen taVarda kontrollii in-versiyon tedavisinin gfivenli, etkili ekonomik bir yon-tem oldugu sonucuna varildr.
is a method used especially in the tre-atment of urinary and biliary tract stones. A recent model is also used in Orthopedics. However there is a disadvantage of se-quiestration of broken pieces of stones at the level of lower calyx and leading to stone street. In this study we applied controlled inversion to stones to be fal-len down which were at a diameter of greater than 4 mm and broken by ESWL, but their pieces were se-questered at the level of lower caliyx or formed stone street. ESWL is applied to 33 patients 21 of them who had sequestered pieces at the level of lower caliyx, were treated by inversion-vibration method for 6 minutes at 45 degrees trendeblundum position, we used US with 15 Watticm2 and vib-ration to 12 patiens who had sequestered pieces for 6 minutes each while they are standing. The results were positive in 10. In addition to 12 patients wiho had primary uretery stones, only US and vibration were applied and 8 of them were fallen down. All these procedures were performed in 2-5 sessions. No significant complication was observed. As results we concluded that controlled inversion threapy is a relliable, effective and economic met-hod.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kafa Kaidesi Ve Kraniyofasiyal Lezyonlardaanestezi Uygulaması
Selmin Ökesli, Yavuz Uyar
Araştırma makalesi
Özeti
Kafa Kaidesi Ve Kraniyofasiyal Lezyonlardaanestezi Uygulaması
Anesthesıa Applıcatıon In Head Base And Cranıofacıal Lesıons
Kafa kaidesi ve kraniyofasiyal girişimlerde anes-tezi uygulamasının en önemli amacı cerrahi işlem es-nasında hemodinamik stabiliteyi devam ettirmek, intrakraniyal basınç artışını önlemek, hatta düşmesini sağlayarak cerrah in çalışınasım kolaylaştınnaktır. Bu tür girişimler sıklıkla dııra mater'in açılmasına ve int-rakraniyal lezyonun çıkarılmasına yöneliktir. Bu ne-denle anestezist nörocerrahi tekniklerden ve komplikasyonlarından haberdar olmalıdır. Amacımız konuyla ilgili norofizyolojik bilgiler vermek,anestetik ajanların beyin metabolizması ve vasküler yapılara etkilerini gözden geçirmek, alınabilecek önlemleri bel irimektir.
The most important purpose of anesthesia application in skull base and craniofacial interventions is to maintain hemodynamic stability during the surgical procedure, to prevent an increase in intracranial pressure, or even to decrease it, making it easier for the surgeon to work. Such attempts are often aimed at opening the diary mater and removing the intracranial lesion. Therefore, the anesthesiologist should be aware of neurosurgical techniques and complications. Our aim is to provide neurophysiological information on the subject, to review the effects of anesthetic agents on brain metabolism and vascular structures, and to determine the precautions that can be taken.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Olgu sunumu
Özeti
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
A Case Of Uterus DIdelphys WIth UnIlateral Renal AgenesIs And UnIlateral Hematometra
12 yaşında virgo hasta 1 yıldır düzenli adet görmekte olup, kliniğimize 1 yıldır adet dönemlerinde olan şiddetli pelvik ağrı sebebi ile başvurdu. Öz geçmişinde 4 ay önce tespit edilen sağ renal agenezisi mevcut idi. Aile hikâyesinde özellik yoktu. Pelvik muayenede hymen anuler ve eksternal genital organlar normal olarak izlendi. Vajen derinliği yaklaşık 6 cm ölçüldü. Pelvik ultrasonografisinde, sol tarafta endometrial kalınlığı 8 mm olan uterus, sağ tarafta 8x10 cm hematometra görüntüsü mevcuttu. Hastaya laparatomi planlandı. Operasyonda orta hatta füzyonu olan çift uterus ve çift endometrial kavite olduğu gözlendi, elle çift serviks palpe edildi. Sağ tarafta hematometra hali gözlendi. Bilateral overler doğal olarak görüldü. Uterusa orta hattan inzisyon yapıldı, aradaki fibröz doku çıkarıldı, hematom boşaltıldı. Her iki kavite birleştirildi. Hasta postoperatif 2. gününde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastaya 2 hafta sonra şiddetli vajinal kanamasının olması nedeniyle tekrar laparatomi yapıldı. Metroplasti hattı yeniden açıldı. İnsizyon hattı ile ilişkili olmayan istmus sol yan duvardan kaynaklanan açılmış arter ucu gözlendi. Damar sütüre edildi. Hasta komplikasyonsuz olarak postoperatif 4. gününde taburcu edildi.
A twelve years old virgin patient who was menstruating regularly for one year presented with severe pelvic pain associating with her menstruation. She was diagnosed to have right renal agenesis before 4 months. In her physical examination she had annular hymen and normal external genital organs. Vaginal depth was 6 cm. In her pelvic ultrasonography, the endometrial thickness was 8 mm on left side uterus and 8x10 cm hematometra appearance was seen on right side. Laparotomy was planned for the patient. During the operation double uterus and double endometrial cavities were seen with fusion line in the middle. Double cervices were palpated by hand. Hematometra was seen on right side. Bilateral ovaries were normal. Uterus was incised from the middle the separating fibrous tissue was removed, hematoma was evacuated and the two cavities united. The patient was discharged on the 2nd postoperative day without complications. After two weeks she presented with severe vaginal bleeding for which laparotomy was done. The metroplasty line was opened. A bleeding arterial end was noticed on left lateral isthmic wall and it was not related to the incision line. The vessel was sutured and the patient was discharged on the 4th postoperative day without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede Tedavi
Kadir Acar, Murat Bağlıcakoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Tekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede Tedavi
Management Of HIgh RIsk EssentIal ThrombocythemIa In Pregnant WIth Recurrent Pregnancy Loss
Esansiyel trombositemia (ET) tormbositoz, megakaryosit hiperplazisi, kanama veya tombozlar ile karaekterize bir hastalıktır. ET kadınlarda daha sık görülmektedir ve yaklaşık %15-20’sini doğurganlık çağındaki hastalar oluşturmaktadır. ET’li kadınlarda gebelik kayıpları normal popülasyona göre daha sık görülmektedir. Yaklaşık 1/3’ü erken gebelik kayıpları şeklindedir. Hidroksiüre tedavisi altında 3 adet erken gebelik kaybı, 1 adet ölü doğum gerçekleştiren, portal ven trombozu bulunan yüksek riskli bir ET hastasında interferon-alfa (IFN-α) ve düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi ile miadında sağlıklı, canlı doğum gerçekleştiren bir olgu sunulmuştur. ET’li gebelerde tedavi amacı maternal komplikasyonların ve fetal kayıplara neden olacak vazooklüsiv olayların önlenmesi olmalıdır. Sonuç olarak ta IFN-α, aspirin ve DMAH tedavisi gebelerde güvenli olduğu ve gebelik sonuçlarını olumlu etkilediği görülmektedir.
Essantial Thrombocythemia (ET) is a disease characterized by an increased platelets count, megakaryocyte hyperplasia and increased thrombotic or hemorrhagic events. ET is frequent in women and 15-20% of patients with ET are diagnosed in childbearing age. Pregnancy loss is more in patients with ET than normal population. Early pregnancy loss occurs in 1/3 of patients with ET. We present a women, with ET complicated with portal vein thrombosis who had 3 early and 1 late pregnancy loss with hydroxyurea treatment. She had live birth after treatment with interferonalfa (IFN-α) and low molecular weight heparin (LMWH). Aims of treatment of pregnant women with ET prevent of maternal complications and pregnancy loss due to vasooclusive events. Thus, treatment with IFN-α, aspirin and LMWH are safe and improve pregnancy outcomes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tiroid Ameliyatlarında Nervus Laryngeus Rekurrens Ve Dığer Tiroidektomi Komplikasyonları
Şükrü Bülent Özer, Şakir Tavlı, Mikdat Bozer, Adnan Kaynak
Araştırma makalesi
Özeti
Tiroid Ameliyatlarında Nervus Laryngeus Rekurrens Ve Dığer Tiroidektomi Komplikasyonları
The Recurrent Laryngeal Nerve In ThyroId O PeratIons And Other ComplIcatIons Of ThyroIdectomy
Bu makalede tiroid ameliyat: yapılan ve 621'i kadın, 71'i erkek olan 692 vakabildirilmiştir. Hasta-ların 19 unda nodül çıkarılması, 532'sinde subtotal çıkarma (157 bir taraflı 375 iki taraflı), 141'inde to-tal çıkarma (30 bir taraflı, 96 bir taraf tela! + karşıtaraf subtotal, 15 iki taraflı) uygulanmıştır. Postoperatif mortalite oranı %0.0 dır. 692 hastanın 292'sinde 508 sinir disseksiyonu yapılmış ve 276 kez nervus laringeus recurrens ve ar-teria tiroidea inferior ilişkisi ortaya konmuştur. Sinir-arter disseksiyonu yapılan 292 hastanın sa-dece birinde geçici hipoparatiroldizm görülmüştür. Zorunlu olmadıkça inferior tiroid arterin trunkusu iki taraflı baglanmamalı, arterin dalları paratiroidlerin ilerisinde baglanırsa karşı tarafta baglanmamasına dikkat edilmelidir.
In this article, 692 patients in whom thyroid op-erations were made have been reported. Of these cas-es, 621 were female and 71 mal e. Enucleation was petformed in 19 patients, subtotal excision in 532 cases (157 unilateral, 375 bilateral) and total exci-sion in 141 patients (30 unilateral, 96 total on one side+subtotal on the other side, 15 bilateral). The postoperative mortality rate was %0.0. 508 nerve dissections were carried out in 292 of 692 pa-tients and the relations of the recurrent laryngeal nerves to the inferior thyroid arteries were found in 276 dissection. Only one transient hypoparatiroidism was found in one of 292 patients in whom nerve and artery dis-section were peıformed. Bilateral ligation of the trunk of the inferior thy-roid artery must not be carried out ıf it is not neces-sary, the branches of this vessel should be ligated be-yond the parathyroid glands. If the trunk of the artery is ligated on one side for hemorrhage atention is paid not to ligate it on the other side.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi İle Maksiller Sinüs Septanın Değerlendirilmesi: Retrospektif Klinik Çalışma
Ali Kılınç, Dilek Menziletoğlu, Bozkurt Kubilay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi İle Maksiller Sinüs Septanın Değerlendirilmesi: Retrospektif Klinik Çalışma
Assessment Of MaxIllary SInus Septa UsIng Cone Beam Computed Tomography: A RetrospectIve ClInIcal Study
Amaç:
Bu çalışma maksiller sinüs septa prevalansını, yüksekliğini, anatomik dağılımını dişli ve dişsiz maksillalarda konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanarak değerlendirmek için yapılmıştır.
Gereçler ve Yöntem:
Bu tanımlayıcı çalışma Haziran 2016 ve Şubat 2018 tarihleri arasında 661 hastadan elde edilen 1322 maksiller sinüs konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntülerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi ile yapıldı. Çalışmada 1322 maksiller sinüsün 1092’si dişli hastalardan, 230’u dişsiz hastalardan oluşmaktaydı.
Bulgular:
661 hastanın (373 kadın, 288 erkek) yaş ortalaması 42.1 ± 18.2 idi. 1322 maksiller sinüste ortalama yüksekliği 7.95 ± 4.03 mm olan toplam 468 (% 35.4) septa kaydedilmiştir. 468 sinüs septasının çoğunluğu maksiller sinüsün arka bölgesinde idi. Bunlardan 121'i (% 25.8) ön, 140'ı (% 29.9) orta ve 207'si (% 44.2) arka bölgede idi.
Maksiller sinüs septa dağılımı dişli ve dişsiz çenelerde değerlendirildiğinde ise 387 dişli hastada (% 35.4) ve 81 dişsiz hastada (% 35.2) septa varlığı mevcuttu.
Sonuç:
Maksiller sinüsün tüm bölümlerinde çeşitli yükseklik ve şekillerde septa görülme sıklığı yüksektir. Bu nedenle sinüs cerrahisi sırasında olası komplikasyonları önlemek için uygun bir radyografik teknikle kapsamlı değerlendirme yapılmalıdır.
Aim:
The present study was undertaken to evaluate the prevalence, height and location of maxillary sinus septa in patients with a dentate and an edentulous maxilla using cone beam computed tomography imaging.
Patients and Methods:
This descriptive study was conducted on a retrospective evaluation of cone beam computed tomography images of 1322 maxillary sinus with 661 subjects from January 2016 to February 2018. The study consisted of 1322 maxillary sinuses: 1092 from patients with a dentate and 230 from patients with an edentulous maxilla.
Results:
The mean age of the 661 patients (373 women, 288 men) was 42.1 ± 18.2 years. A total of 468 (35.4%) septa was recorded in 1322 maxillary sinuses with a mean height was 7.95 ± 4.03 mm. Of 468 sinus septa, the majority was located in the posterior region of the maxillary sinus. Of these, 121 (25.8%) were in the anterior, 140 (29.9%) were in the middle and 207 (44.2%) were in the posterior region.
Regarding the status of the dentition in the maxilla in relation to the distribution of sinus septa, septa were present in 387 (35.4%) dentate and in 81 (35.2%) edentulous regions.
Conclusion:
The prevalence of septa is high in all parts of the maxillary sinus. For this reason, comprehensive evaluation should be performed with an appropriate radiographic technique to prevent possible complications during sinus surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Ve Yöresınde Hipertansiyon Sıklığının Araştırılması
Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Hasan Hüseyin Telli, Doğan Çiftçi, Mustafa Cirit, Süleyman Türk, Mustafa Sait Gönen, Mehmet Numan Tamer, Mehmet Polat, Andaç Argon
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Ve Yöresınde Hipertansiyon Sıklığının Araştırılması
The EvaluatIon Of HypertensIon Frequency In Konya Area
Bu çalışmada Konya ve yöresinde Dünya Sağlık Örgütü'nün kriterlerine göre saha ve poliklinik grup-larında hipertansiyon sıklığı araştırılmıştır. Saha populasyonunda 1000, poliklinik populasyonunda 2036 hasta taranmıştır. Poliklinik grubunda hipertansiyon isidensi 45 yaş altında %22.5, 46-60 yaş grubunda 9'644.5, 61 yaş ve üzeri grupta %60.3, ortalama %32.5 bulunmuştur. Saha grubunda hipertansiyon insidensi 45 yaş ve altında %14.2, 46-60 yaş grubunda %42.2, 61 yaş ve üzeri grupta %44, ortalama %23.1 bulunmuştur. Yaş arttıkça hipertan-siyon insidensinin arttığı, hipertansıflerin çoğunun hafif grupta olduğu, hipertansiyonlarda şişmanlık ve diabet önemli risk faktörleri iken serebrova,sküler aksidan, kalp ve böbrek hastalığı önemli komplikasyonlar olduğu gösterilmiştir.
We investigated hypertension incidence among °at patients and the patients from the province in Konya. The first group included 1000 randomized out patients and the. second group included 2036 patients examined during health sereening studies in certain areas. We used World Health Organisation criterias for hypertension diagnosis. In first group hypertension incidence among patients under 45 years old was 22.5%, 46-60 years 44.5%, 61 years and over 60.3% and the mean 32.5%. In second group hypertension incidence among patients under 45 years oid was 14,2%, 46-60 years 42.2%, 61 years and over 44% and the mean 23,1%. The hypertension incidence increases gradually in older patients and most of them are mild cases, obesite and diabetes mellitus are important risk factors, cerebrovascular accident, cardiac and renal pathologies are the most common complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
Mehmet İnce, Erol Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
False Treatment TechnIque For PIlonIdal SInus DIsease
Sakrokoksigeal pilonidal sinüs hastalığının (SPH) ideal
tedavisinde hastalara en az zarar veren, nüks oranı düşük ve en
kısa zamanda normal çalışma gücüne dönmesini sağlayan yöntemler
tercih edilmelidir. Bu olgumuzda, bir ay önce eksizyon ve primer
onarım yöntemi ile tedavi edilmiş ancak kısa sürede enfeksiyon ve
yara açılması ile başvuran bir olguyu sunduk. Yirmiüç yaşında erkek
hasta, 10 gündür devam eden intergluteal akıntı ve ağrı şikâyetleri ile
acil servise başvurdu. Hastaya bir ay önce dış bir merkezde pilonidal
sinüs tanısı ile eksizyon ve primer onarım uygulandı. Hastanın
muayenesinde; intergluteal alanda enfekte, sütürleri açılmış ve
cilt altında geniş bir boşluk saptandı. Bizim yaptığımız ikinci
operasyonda; cilt altı boşlukları ve açılmış yarayı içine alan modifiye
eşkenar dörtgen şeklinde eksizyon ve sağ taraftan hazırlanan cilt
flebi ile primer onarım uygulandı. Hasta postoperatif 3. gün taburcu
edildi ve postoperatif 5.günde derni çekildi. Hasta postoperatif 20.
günde herhangi bir komplikasyon olmadan tamamen iyileşti. Olgumuz
benzersiz ya da nadir değildir. Ancak, biz SPH tedavisi için en
uygun yöntemin ülkemizdeki tüm cerrahlar tarafından bilinmesi ve
uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.
The ideal therapy for sacrococcygeal pilonidal disease (SPD)
would be a prompt cure that allowed patients to return quickly to
normal activity, with minimal morbidity and a low risk of complications.
We report the case operated with excision and primer suture for SPD
a month ago had infected and decomposed wound. A 23-year-old
male patient was admitted to the emergency room with complaints of
intergluteal discharge and pain that last for 10 days. Surgery which
was excision and primer suture was applied him in other health center
for SPD a month ago. There was infected and decomposed wound and
a large cavity under sutured skin on intergluteal area. In the second
operation, we excised decomposed wound including cavities and skin
as modified equilateral quadrangle shape, a right flap was prepared
and rotated to left side for primer suture. Patient was discharged on
postoperative 3th day and drain was getting out on postoperative
5th day. Patient recovered completely without any complication on
postoperative 20th day. Our case is no not only unique but also rare.
However, we think that the most appropriate method for treatment of
SPD should be known and applied by all surgeons in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Türkiye'de İç Anadolu'da Kuduz Riskli Isırıklarda Tedavi Yaklaşımımızın Gözden Geçirilmesi
Neşe Kurt Özkaya, İnanç Doğan Çiçek
Araştırma makalesi
Özeti
Türkiye'de İç Anadolu'da Kuduz Riskli Isırıklarda Tedavi Yaklaşımımızın Gözden Geçirilmesi
RevIew Of Our Treatment Approach In RabIes-RIsky BItes In Central AnatolIa In Turkey
Amaç:Isırıklar tüm dünyada önemli bir yaralanma sebebidir. Belli rehber ve prensiplere göre ısırıkların tedavisi yapılır. Bu çalışmada amacımız yatarak tedavi edilen ısırık yaralarının demografik özelliklerini incelemek, cerrahi tedavi deneyimlerimizi paylaşarak yeni çalışmalara ve tedaviler için yol gösterici olmaktır.
Gereç Yöntem: Çalışmaya ınsan veya hayvan tarafından ısırılıp yatarak cerrahi tedavi gerektiren hastalar dahil edildi. Demografik özellikleri, tetanoz ve kuduz proflaksisi uygulamaları, yara yerinden izole edilen enfeksiyon etkenleri, uygulanan antibiyoterapiler, cerrahi tedaviler kaydedildi.
Bulgular: Hastaların 43 ü erkek ve ortalama yaş (±SD) of 34.5±23.8 (min3-85max). 15 yaş altı hastaların yaralanmaların 13’ünde(65%), 15 yaş üstündeki hastaların 12’sinde (27.3) baş boyun bölgesinde idi. Extremitelerde ise 15 yaş altında 7 (35%), 15 yaş üstünde de 28 (63.6%) hastada yaralanma mevcut idi. Yaralanmaların 50 (78.1%) si köpek kaynaklı, 8 (12.5%) i yabani hayvan (7 domuz, 1 kurt), 4’ü (6.3%) diğer evcil hayvan (at, eşek, inek), 2’si (3.1%) insan kaynaklı idi. Hastaların tümüne Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafınan belirlenen Kuduz Proflaksi Rehberi’ne göre müdahele edilmişti. Yara yerlerine basınçlı, bol sabunlu su ile yıkama yapılmış idi. Tetanoz proflaksisi gereken 40 hastaya tetanoz, 62 hastaya kuduz proflaxisi başlanmış ve uygun görülen hastalara kuduz immunglobülini yapılmış idi. Hastaların 38’ınde proflaktik amoksisilin klavulonat, 12’sinde kristalize penisilin-G, 6’sında sultamisilin, 6’sında sultamisilin ve aminoglikozit kombinasyonu, 2’sinde sefazolin tedavisi başlanmıştı. 12 (18.8%) hastaya geldiği gün mikrobiyolojik inceleme yapılmadan acil operasyona alınarak cerrahi yapılmış idi. İlk gün onarım yapılan hastaların 7’sinde primer suturasyon, 3’ünde lokal flep, 1’inde kulak, 1’inde burun replantasyonu, 1’inde femoral arter, 1’inde peroneal sinir onarımı yapılmıştı. Geç onarım yapılan 52 hastanın 35’ine primer suturasyon, 4’üne deri grefti, 17’sine lokal flep, 2’sinde paramedian alın flebi yapılmış idi. Erken ve geç onarım yapılan hastaların hiçbirinde komplikasyon görülmemişti.
Sonuç: Isırıklarda yaranın bol ve basınçlı sabunlu su ile irrigasyonu sayesinde yaranın bakteriyal yükü, acil onarım yapılmasına olanak sağlayacak kadar, azaltılabilir.
Aim: Bites are an essential cause of injury since the world. Treatment of bites is made according to specific guides and principles. The study's purpose is to examine the demographic characteristics of patients hospitalized due to bite wounds and to be a guide for new studies and treatments by sharing surgical treatment experiences.
Material and Method: Patients who were bitten and required surgical treatment were included in the study. Demographic characteristics, tetanus, and rabies prophylaxis applications, infection agents isolated from the wound site, antibiotherapies applied, and surgical treatments were recorded.
Results: Of the patients, 43 were male and mean age (±SD) of 34.5±23.8years (range, 3-85 years). Bites were in the head and neck region in 13(65%) of patients under 15 years old and in 12(27.3%) of the patients over 15 years old. In extremities, the injury was present in 7(35%) patients under 15 and in 28(63.6%) patients over 15 years old. Of the injuries, 50(78.1%) were caused by dogs, 8(12.5%) by wild animals (7 pigs, one wolf), 4(6.3%) by other pet species (horse, donkey, cow), and 2(3.1%) by humans. The intervention was made to all the patients according to guide of rabies prophylaxis specified by the Ministry of Health, General Directorate of Public Health. Irrigation was applied to the wound site with plenty of pressurized and soapy water. Forty patients received tetanus prophylaxis, 62 patients received rabies prophylaxis, and rabies immunoglobulin was applied to patients considered as suitable. Prophylactic amoxicillin clavulanate treatment was started in 38 of the patients, crystalline penicillin-G in 12, sultamicillin in 6, the combination of sultamicillin and aminoglycoside in 6, and cefazolin treatment in 2. 12(18.8%) patient underwent an urgent operation for repair process without any microbiological examination on the date of arrival. Among the patients to whom repair was applied on the first day, 7 had primary saturation, 3 had a local flap, 1 underwent ear, and 1 underwent nasal replantation, one patient had femoral artery repair, and one patient had peroneal nerve repair. Among 52 patients who underwent late repair, primary suturation was applied to 35, skin graft to 4, local flap to 17, and paramedian forehead flap to 2. No complication was seen in any of the patients who underwent early and late repairs.
Conclusion: Bacterial burden of the wound can be reduced enough to allow urgent repair owing to the irrigation of the wound with plenty of pressurized and soapy water in bites.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
Suat Keskin, Zeynep Keskin, Sinan Tan
Derleme
Özeti
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
The ComplIcatIons Of ChronIc Inflamatuar MIddle Ear PathologIes
Kronik otitis media ve mastoidit düşük virulanslı organizmalarca oluşturulur. Bir diğer neden akut infeksiyonun ilerlemesidir. Mastoid inflamasyon yeni kemik oluşumuna sekonder bazı trabeküllerde kalınlaşmaya ve aynı zamanda diğer trabeküllerde demineralizasyona yol açar. Kolesteatom histolojik olarak stratifiye skuamöz epitelin iç tabakasından oluşan epidermoid bir kisttir. Kistin lümeni deskuamöz epitelyal debrisle doludur. Kist genişledikçe orta kulak, mastoid ve petröz piramidin komşuluğundaki kemik yapılarla temas eder. Bu kemik yapılarda enzimatik lizis ve basınç nekrozu nedeniyle erozyon meydana gelir. Kemikçik erozyonu %70 oranında görülür. Kemikçik erozyonu geç dönemde görülen bir bulgu olup en sık inkus uzun bacak erode olur. Ancak çok büyük lezyonlar tüm kemikçiklerde erozyon yapabilir. Kolesteatomlar büyüklüklerine ve sürelerine göre değişik derecelerde tegmen erozyonu, mastoid korteks düzensizliği, fasial sinir kemik kontur düzensizliği ve semisirküler kanal defekti yapabilirler. Timpanoskleroz aselüler hyalin ve kalsifiye çöküntülerin timpanik membran ve orta kulak submukozasına birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Bunlar timpanosklerotik plaklar şeklindedir. Otitis media veya travma sonucunda ortaya çıkar.
Chronic otitis media and mastoiditis are the result of infection by an organism of low virulence or of acute infection with incomplete resolution. Mastoid inflammation produces thickening of some trabeculae secondary to reactive new bone formation and at the same time mineralization of other trabeculae. A cholesteatoma is an epidermoid cyst that consists histologicaly of an iner layer of stratified squamous epithelium. The lumen of the cyst is filled with desquamated epithelial debris. As the cyst enlarges and comes into contact with contigious bony structures of the middle ear, mastoid and petrous pyramid, erosion of these structures occurs owing to pressure necrosis and enzymatic lysis of bone. Ossicular erosion is seen %70 ratio. Ossicular erosion is seen later and the long crus of incus is eroded the most frequently. But the bigger lesions may make erosion whole ossicles. Cholesteatomas may make tegmen erosion, mastoid cortex irregularity, fasial nevre contour irregularity and semisircular canal defect according to bigness and period. Tympanosclerosis develops in the result of collecting hyalin and calsific deposits in tympanic membran and the submucosa of middle ear. These are tympanosclerotic plugs. It appears in the result of otitis media or trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parmak Defektlerinde Birinci Dorsal Metakarpal Arter Flebinin Kullanımı – V Aka Serisi
İlker Uyar, Tunahan Berk Başol
Araştırma makalesi
Özeti
Parmak Defektlerinde Birinci Dorsal Metakarpal Arter Flebinin Kullanımı – V Aka Serisi
Use Of The FIrst Dorsal Metacarpal Artery Flap In FInger Defects – Case SerIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı, parmaklardaki yumuşak doku defektlerinde FDMA flep kullanımının çok
yönlülüğünü değerlendirmektir.
Hastalar ve Yöntemler: Mayıs 2018-Mayıs 2021 tarihleri arasında üst ekstremitede yumuşak doku defekti
sebebiyle rekonstrüksiyon yapılan hastalar dosya üzerinden tarandı. Bu hastalardan parmakta defekti
olan ve birinci dorsal metakarpal arter flebi ile rekonstrükte edilen hastalar çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: 12 hasta çalışmaya dahil edildi. Defektin etiyolojisi tüm hastalarda travma idi. Flep adaptasyonu
için 5 hastada tünel açma tekniği kullanıldı. Hiçbir hastada to tal flep veya greft kaybı yaşanmadı.
Komplikasyonlar açısından yaş, cinsiyet, komorbidite, defekt lokalizasyonu, defekt boyutu ve operasyon
süresi incelendi. İstatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sigara içenler ve içmeyenler incelendi,
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Flep adaptasyonu için tünel kullanımı komplikasyon açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark yaratmadı.
Sonuç: Birinci dorsal metakarpal arter flebi 1. ve 3. parmaklardaki defektlerde oldukça güvenilir bir
seçenektir. Tünel tekniği kullanılıyorsa tünel genişliğinin yeterli olduğun dan emin olunmalıdır .
Aim: The aim of this study is to evaluate the versatility of the use of FDMA flaps in soft tissue defects in
the fingers.
Patients and methods: Patients who underwent reconstruction due to soft tissue defect in the upper
extremity between May 2018 and May 2021 were scanned over the file. Among these patients, patients
who had a finger defect and were reconstructed with the first dorsal metacarpal artery flap were included
in the study .
Results: 12 patients were included in the study. The etiology of the defect was trauma in all patients.
Tunneling technique was used in 5 patients for flap adaptation. No patient experienced total flap or graft
loss. Age, gender, comorbidity, defect localization, defect size and operation time were examined in terms
of complications. No statistically significant difference was detected. Smokers and non-smokers were
examined, no statistically significant difference was found. The use of tunnel for flap adaptation did not
make a statistically significant dif ference in terms of complications.
Conclusion: First dorsal metacarpal artery flap is a very reliable option for defects in the 1st and 3rd
fingers. If the tunnel technique is used, it should be ensured that the tunnel width is suf ficient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
Fatih Akın, Alaaddin Yorulmaz, Abdullah Yazar, Esra Türe, Tarık Acar, Birsen Ertekin, Esma Erdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
PrognostIc Importance Of Thrombocyte IndIces In ChIldren WIth Carbon MonoxIde PoIsonIng
\r\n Amaç: Karbonmonoksit zehirlenmesi, tüm dünyada hala önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Trombosit fonksiyonlarının karbonmonoksit zehirlenmesindeki rolü net olmamakla birlikte, trombosit aktivasyon ve agregasyonunun arttığı bildirilmiştir. Karbonmonoksit zehirlenmesinde, endotel hasarına bağlı artan trombotik eğilim, artmış trombosit yapışması ve fibrinolitik yoldadeğişiklikler ortaya çıkar. Çalışmamızın amacı trombosit indekslerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olan çocuklarda klinik yarar sağlayıp sağlamadığını belirlemektir.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Konya Beyhekim Devlet Hastanesi Çocuk Acil Servislerine başvuran karbonmonoksit zehirlenmesi tanılı çocukların kayıtlarını retrospektif olarak gözden geçirdik. Çalışmaya karbonmonoksit zehirlenmesi olan 92 çocuk ve 62 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol dahil edildi.
\r\n
\r\n Bulgular: CO zehirlenmesi olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken (9,34 ± 0,55 vs 9,78 ± 0,97fL, p = 0,001; 11,46 ± 2,64 vs 10,57) ± 1,41, sırasıyla, p = 0.007), trombosit sayısı ve plateletrit (324,05 ± 82,07 vs 357,27 ± 89,70 x109 p = 0,015; 0,31 ± 0,06 vs 0, 33 ± 0,07, sırasıyla, p = 0.039) anlamlı olarak daha düşüktü. Ortalama trombosit hacmi seviyeleri ise karboksi hemoglobin düzeyi 20'den yüksek olan hastalarda, karboksi hemoglobin seviyeleri 20-20 arasında olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Sonuç: Sonuçlarımız karbonmonoksit zehirlenmesi olan hastalarda trombosit indekslerinden ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliğinin belirgin şekilde yükseldiğini trombosit sayısı ve plateletritin azaldığını gösterdi. Trombosit aktivasyonu ve fonksiyonundaki değişiklikleri yansıtan ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri, karbonmonoksit zehirlenmesi sırasında özellikle tromboembolik komplikasyonların gelişimini öngörebilir. Ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri karbonmonoksit zehirlenmesinin prognostik tahmininde yararlı olabilir
\r\n
\r\n Prognostic importance of thrombocyte indices in children with carbon monoxide poisoning
\r\n
\r\n Abstract
\r\n
\r\n Objective: Carbon monoxide (CO) poisoning is still being a major cause of morbidity and mortality all over the world. Although the role of platelet functions in CO poisoning is not clear, increased platelet activation and aggregation had been reported previously. Increased thrombotic tendency due to endothelial damage, increased platelet stickiness, and alterations in the fibrinolytic pathway occurs in CO poisoning. The aim of our study was to determine whether platelet indices provide clinical benefit or not in children with CO poisoning.
\r\n
\r\n Materials and Methods: We retrospectively reviwed the records of children with the diagnosis of CO poisoning who admitted to the pediatric emergency departments of Konya Beyhekim State Hospital and Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty. A total of 92 children with CO poisoning and 62 age- and gender-matched healthy controls were included in the study.
\r\n
\r\n Results: While mean platelet volume (MPV) and platelet distribution width (PDW) levels were significantly higher (9,34±0,55 vs 9,78±0,97fL, p=0.001 ; 11,46±2,64 vs 10,57±1,41, retrospectively, p=0.007), platelet count and plateletcrit (PCT) (324,05±82,07 vs 357,27±89,70 x109 p=0.015 ; 0,31±0,06 vs 0,33±0,07, retrospectively, p=0.039) were significantly lower in patients with CO poisoning. MPV levels were also significantly higher in patients with a carboxy hemoglobin (COHb) level higher than 20, when compared with COHb levels between 10-20 (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Conclusion: Our results showed that platelet indices MPV and PDW are markedly elevated in patients with CO poisoning while platelet count and PCT were decreased. MPV and PDW levels, which reflect the changes in platelet activation and function, may predict the development of especially thromboembolic complications in the course of CO poisoning. MPV and PDW levels may be useful in prognostic estimation of CO poisoning.
\r\n
\r\n Keywords: carbon monoxide; children; platelet indices; poisoning
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Hüsnü Alptekin
Araştırma makalesi
Özeti
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Local AnesthesIa Usage At InguInal HernIa RepaIr
Amaç: Kasık fıtığı ameliyatlarının lokal anestezi altında yapılmasının olguların hastanede kalma süreleri, postoperatif ağrı skorları ve gelişen komplikasyonlar üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ekim 2000-Aralık 2005 tarihlerinde tek taraşı kasık fıtığı nedeniyle lokal ve genel anestezi ile ameliyat edilen tek taraşı kasık fıtığı olan 193 hastada gerçekleştirilmiştir. Lokal anestezik madde olarak 0.5 cc/kg %1’lik prilokain solüsyonu kullanıldı. Genel anestezi için thiopentone sodium (6 mgr/kg), sucsinilycholine chloride (1 mgr/kg), atracurium besylate (0.4 mgr/kg), isoşurane kombinasyonu kullanıldı. Postoperatif dönemde analjezi, diklofenak sodyum (75 mgrx2/gün i.m.) kullanılarak sağlandı. Olgularda kullanılan anestezi yöntemi ile hastanede kalış süresi, postoperatif dönemde hissedilen ağrı, postoperatif komplikasyonlar ve hasta memnuniyeti arasındaki ilişki araştırıldı. Elde edilen sonuçlar karşılaştırıldı. Bulgular: 193 hastanın %81.87’si lokal anestezi, %18.13’ü genel anestezi altında ameliyat edildi. Lokal anestezi ile ameliyat edilen hastaların %69.7’si postoperatif birinci günde taburcu edilirken, genel anestezi ile ameliyat edilen hastaların ancak %20’si postoperatif ikinci günde taburcu edilebildi. Postoperatif 6. saatteki ağrı skoru ortalaması lokal anestezi ile ameliyat edilen hasta grubunda 2.82±0.93 iken, bu skor genel anestezi ile ameliyat edilen grupta 6.62±1.57 olarak bulundu (p<0.05). Genel anestezi ile ameliyat edilen grupta, postoperatif dönemde üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonlar daha sık görüldü. Sonuç: Kasık fıtığı onarımlarının, kolaylıkla uygulanabilen lokal anestezi altında yapılması; hastanede kalış süresini kısaltmakta, postoperatif dönemde daha az ağrı hissedilmesini sağlamakta ve üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonları azaltmaktadır.
Aim: We aimed to investigate probable effects of inguinal hernia repairing under local anesthesia on duration of hospital stay, postoperative complications and pain. Material and Method: This prospective study was conducted between October 2000 and December 2005. In 193 patients with unilateral inguinal hernia. Prilocain 1% solution was used as local anesthetic maretial. Thiopentone sodium (6 mg/kg), sucsinilycholine chloride (1 mg/kg), atracurium besylate (0.4 mg/kg), isoflurane olumcombination was used for general anesthesia. Analgesia was obtained with diclofenac sodium (75 mg x 2 per day) in postoperative period. The length of hospital stay, postoperative pain, postoperative complications, satisfaction were recorded and relation between used anesthesia method was investigated. The results obtained were compared. Results: A total 193 patients were operated under general or local anesthesia (respectively 18.13%-81.87%). Sixty-nine point seven percent of patients were discharged postoperative first day in operated under local anesthesia group but only 20% of patients were discharged postoperative second day in operated under general anesthesia group. Postoperative pain scores at sixth hour was 2.82±0.93 in local anesthesia group and 6.62±1.57 in general anesthesia group (p<0.05). In the group oparetod under general anesthesia, the postoperative complicaties such as urinery retantion and nausea were recorded more often. Conclusion: Inguinal hernia repairment under local anesthesia is suitable with less length of hospital stay, reduced postoperative pain scor and less complications such as urinary retantion and nausea.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Serdar Karaköse, Aydın Karabacakoğlu, Talat Yurdakul, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Accuracy Of ResIdual UrIne Measurement In ProstatIsm: ComparIson Betvveen Ultrasonography And Tran- Surethral CatheterIzatIon
Rezidüv idrar miktarının tayininde rutin olarak kullanılan ultrasonografi ve transüretral kateterizasyon yöntemlerinin etkinliği karşılaştırıldı. Prostatizm bulguları olan 58 erkek hasta çalışma kapsamına alındı. Ult rasonografi ile miksiyon öncesi ve sonrası mesane volümleri Simpson metoduna göre elips formülü (n/6 x W x D x H) kullanılarak hesaplandı. Ultrasonografi incelemeleri sonrasında transüretral yaklaşımla 10F kateter yoluyla rezidüv idrar mesaneden drene edildi. Miksiyon sonrası rezidüv idrar miktarları; ultrasonografi ile 0-367 mİ (ort.62.6 mİ), transüretral kateterizasyon ile 0-500 mİ (ort. 70.7 mİ) arasında değişmekte olup iki yöntem arasında an lamlı bir farklılık saptanmadı. Non-invaziv, kolay uygulanabilir, hiç bir komplikasyon riski taşımayan, ayrıca mesane ve prostat morfolojisi hakkında önemli bilgiler verebilen bir yöntem olan ultrasonografinin ; üriner enfeksiyon ve/ veya üretral striktür gibi komplikasyonlara neden olabilen, invaziv bir yöntem olan kateterizasyona göre öncelikle tercih edilmesi gerektiği kanısındayız.
The effectiveness of ultrasonography which is used for routine determination of postvoiding residual urine volüme was compared vvith transurethral catheterization. İn 58 male patients who had prostate disease and bladder emp- tying difficulty, pre-postvoiding bladder volumes vvere measured ultrasonographically using Simpson’s method (iti 6 x W x D x H). After ultrasonographic examination, residual urine volüme was determined by postvoiding 10F catheterization. Postvoid residual bladder urine volumes measured by ultrasonography and transurethral cat heterization vvere between 0-367 mİ (mean 62.2) and 0-500 mİ (mean 70.7) respectively. A high correlation was demostrated betvveen the catheterized volüme and ultrasound estimation. There was no statistically significant dif- ference betvveen them. Ultrasonography is a noninvasive. practical method vvithout a complication risk and an ef- fective method to evaluate bladder and prostate morphology. Catheterization has risk of urinary infection and urethral stricture secondary to the procedure, also this is an invasive method. l/Ve think that bladder ult rasonography techniçue, vvhich does not carry the risk of urinary tract infection or trauma must be preferred in ac- curate determination of postvoiding residual urine volüme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Komplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik Değerler
Selim Karahan, Şamil Ecirli, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Komplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik Değerler
HematologIc Values In UncomplIcated PeptIc Ulcer
1987 yılında S.Ü.T.F. Îç Hastalıkları ABD po-likliniğine başvuran hastalar arasında radyolojik tet-kik, anamnez ve klinik ile desteklenerek seçilen 33 peptik ülserli hastada hematolojik değerler incelendi. Hastaların kanama geçirmemiş olması ile gaitada gizli kan ve parazit olmaması koşulları arandt. Bu hasta grubu peptik ülseri ve gastrik şikayetleri ol-mayan, anemi yapacak bir hastalığı bulunmayan 10 normal kişi ile kıyaslanarak incelendi. Yapılan ince-leme sonunda hasta grubunda normallere oranla he-moglobin, kırmızı küre, hemotokrit sayımlarında çok hafif düşüklük; serum demiri ve demir bağlama kapasitesi değerlerinde de belirgin farklılıklar ortaya konuldu.
In 33 patients with peptic ulcer which were included by radiologic and clinic examination and history were evaluated for hematologic values. These patients should not have a history of gastrointestinal hemorrhage and occult blood and parasites in stool. These patients group were compared with 10 normal people who had not peptic ulcer and gastric compliants and no prominent anemia. At the end of the study; the patient group had a ligde dillerence from the normal group in 1lb, red blood cell count, PCV. There was important dillerence between the values of iron and total Iran binding capacity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreas Yaralanmaları
Rahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnguinal Hernilerin Tedavisinde Gerilimsiz Preperitoneal Mesh Hernioplasti (geç Dönem Sonuçları)
Hüseyin Kan, Faruk Aksoy, Mustafa Şahin, Adnan Kaynak
Araştırma makalesi
Özeti
İnguinal Hernilerin Tedavisinde Gerilimsiz Preperitoneal Mesh Hernioplasti (geç Dönem Sonuçları)
PosterIor PreperItoneal TensIon-Free Mesh HernIoplasty In InguInal HernIa RepaIr: Long-Term Results.
Amaç: İnguinal hernilerin tedavisinde posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplasti uygulanan hastaların geç dönem sonuçlarının sunulması amaçlandı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya Ekim 1992 - Haziran 2000 tarihleri arasında inguinal herni nedeniyle öpere edilmiş ve posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplasti uygulanmış 624 hasta alındı. Hastalar operasyondan sonra 1 ve 3. aylarda, daha sonra yıllık kontrollerle izlendiler. Kontrollere gelmeyen hastalara mektup yazılarak veya telefon edilerek nüks veya operasyonla ilgili bir sorunlarının olup olmadığı soruldu. Kontrollere hiç gelmeyen ve irtibat kurulamayan hastalar çalışma dışı tutuldular. Hastalar erken ve geç dönemde idrar retansiyonu, kanama, spermatik kord ödemi, enfeksiyon, operasyon alanında ağrı ve nüks açısından değerlendirildiler. Sonuçlar: Çalışmaya alınan hastaların 584’ü erkek, 4O'ı kadın idi. Hastalar ortalama 37.4 ay (6-108 ay) izlendiler. Nüks %1.8, hematom %0.3, enfeksiyon %2.7, spermatik kord ödemi %4.2, nevralji %0.6, idrar retansiyonu %0 oranında belirlendi. Yorum: İnguinal hernilerin tedavisinde posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplastinin düşük morbidite ve düşük nüks oranları ile güvenle uygulanabilecek bir yöntem olduğu kanaatine varıldı.
Aim: We aimed to report the long-term results of the patients undergone posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation for inguinal hernia. Patients and Methods: IVe icnluded in this study 624 patients undergone posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation for inguinal hernia betvveen October 1992 and June 2000. The patients were invited for control in the first and third postoperative months and yearly. The patients who did not come to control were asked by telephone and letter if they had any recurrences and problem with their operation. The patients lost their communication with us after the operation were excluded from this study. The patients were examined and evaluated for urinary retention, bleeding, spermatic cord edeme, wound infection, neuralgia and recurrence in the early and late postoperative periods. Results: 584 of the patients were men and 40 were women. The patients were follovved 37.4 months (range: 6-108 months) after the operation. We found 1.8% recurrence, 0.3%> bleeding, 2.7%> infection, 4.2% spermatic cord edeme, 0.6% neuralgia and 0%> urinary retention ratio. Conclusion: We concluded that, posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation is a safe method with low morbidity and recurrence rate in inguinal hernia repair.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alveoler Kemik Grefti Donör Sahasındaki Kemik Balmumu Nedeniyle İyileşmeyen Ülser - Bir Olgu Sunumu
Moumita De de, Rakesh Dawar, Maneesh Singhal, Ashish Bichpuriya, Ravikiran Nalla
Olgu sunumu
Özeti
Alveoler Kemik Grefti Donör Sahasındaki Kemik Balmumu Nedeniyle İyileşmeyen Ülser - Bir Olgu Sunumu
Non-HealIng Ulcer Due To Bone Wax In Alveolar Bone Graft Donor SIte- A Case Report
Kemik balmumu, balmumundan üretilmiş yaygın olarak kullanılan bir hemostatik ajandır. Nöroşirürji, ortopedik cerrahi, çene ve ortognatik ameliyatlarda yaygın olarak kullanılır. Her ne kadar kemik balmumu nedeniyle komplikasyon ile ilgili birkaç vaka bildirilmiş olmasına karşın, çeşitli cerrahi bölgelerde kullanımı devam etmektedir. Alveoler kemik greftlenmesi için kemik kemik grefti yerleştildikten bir yıl sonra ortaya çıkan iliak krest üzerinde olağandışı bir iyileşmeyen ülser vakasını sunuyoruz.
Bone wax is a commonly used hemostatic agent derived from beeswax. It is used widely in neurosurgery, orthopaedic surgery, maxillofacial and orthognathic surgery. Although few case reports have emerged regarding complication due to the bone wax, the use of it continues in various surgical sites. We report an unusual case of a non-healing ulcer over the iliac crest appearing one year after bone harvest was done for alveolar bone grafting
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal Anesteziklerin Komplikasyonları
Şeref Otelcioğlu, A. Feyza Ünal, Şükrü Bülent Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Lokal Anesteziklerin Komplikasyonları
Case Report Of EntoxIcatIon Of Local AnesthetIcs
Lokal anesteziklerin tarihçesi 1860 lara dayanmasına rağmen komplikasyonları güncelliğini korumaktadır. Tamamıyla tehlikesiz kabul edilebilecek lokal anestezik ajan yoktur. Bu. ajanlar uygun dozlarda, gerekli önlemler (uygun premedikasyon ve komplikasyonlara müdahale imkanları) alındıktan sonra tatbik edilmeli ve vaktinde gerekli tedavi yapılamadığı takdirde komplikasyonların ölüme yol açabileceği unutulmamalıdır.
Although the short history of local anesthetics is basecl on 1860's its complications are stili carrying out their valw at present. There. are no local cnesthetic agents that can be accepted as not dangerous totally.. These agents must be applied in appropriate doses and after the neces-sary precctutions (the possibility of interference to the appropriate pre-medications and complications) and it musn't be forgotten that if .necessa•y cure isn't made on time, these cornplications may cause death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Arterıa Femoralıs Dallarının Çıkış Varyasyonu
Nadire Ünver Doğan, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Mehmet Tuğrul Yılmaz, İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker
Olgu sunumu
Özeti
Arterıa Femoralıs Dallarının Çıkış Varyasyonu
VarIatIon In The OrIgIns Of Branches Of Femoral Artery
Amaç: Bu çalışmada, a. femoralis’in dallarında gözlenen kompleks ve nadir bir varyasyonun değerlendirilmesi ve konu ile ilgili literatürün gözden geçirilmesi amaçlandı. Olgu sunumu: Anatomi Anabilim Dalı rutin laboratuvar diseksiyonları sırasında 65 yaşındaki erkek kadavranın sağ uyluğunda a. profunda femoris, a. circumşexa femoris medialis ve a. circumşexa femoris lateralis’in a. femoralis’ten orijin aldığı tespit edildi. Sonuç: A. femoralis ve dallarındaki varyasyonlarla ilgili çalışmalar, cerrahi yaklaşımlar ve özellikle anjiografi gibi girişimsel radyolojik işlemler sırasında oluşabilecek komplikasyonların önlenmesinde bilgi kaynağı olabilir.
Aim: In this study, it is aimed to evaluate a complex and rare variation on branches of femoral artery and to review related literature. Case report: During routine dissections in laboratory of the Department of Anatomy, it is determined that deep femoral artery, medial femoral circumflex artery and lateral femoral circumflex artery had originated from femoral artery in the right thigh of 65-yearold cadaver. Conclusion: Studies related with the variations on femoral artery and its branches may be information source in preventing complications during surgical approachs and especially invasive radiologic procedures like angiography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
Ali Acar, Kadir Karabacak, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
KIdney Damages ResultIng From MultIple Trauma.
Multipl travma sonucunda böbrek yaralanması nedeniyle üroloji kliniğinde takip ve tedavi edilen 26 hastanın kayıtları incelendi. Hastalar saptanan patolojik bulgulara göre minör, majör ve vasküler yaralanma olarak sınıflandırıldı. Hastaların % 65.4 'ünde majör, % 34.6 ’sında minör böbrek yaralanması mevcuttu. Böbrek yaralanmalarının % 76.8 ’i künt travma orjinli idi. Majör böbrek yaralanmalarının % 88.8'inde multipl organ yaralanması birlikteliği vardı. Majör böbrek yaralanmalarında cerrahi tedavi, minör yaralanmalarda ise konservatif izlem uygulanmıştır. Multipl travma orjinli böbrek yaralanmaları erken dönemde hemoraji ve ürinoma, geç dönemde ise hidronefroz, hipertansiyon ve arteriovenöz fistül gibi komplikasyonlar nedeniyle acil yaklaşım ve tedavi gerektirmektedirler.
IVe evaluated the medical records of 26 patients vvith kidney injuries resulting from multiple trauma at urological department. The patients vvere classified as minör and majör depending on the pathological sign. 65.4% of the patients had majör renal damage vvere as 34.6% of the patients had minör renal damage. From kidney injuries 76.8% was blunt injuries. 88.8% of majör kidney injuries vvere associated with multiple organ damage. Surgical treatment's vvere used for majör renal traumas wereas only conservative treatment vvere used in management of minör renal injuries. VVhile emergency interferances vvere reçuired only due to early complications of multiple trauma like hemorrage and urinoma, and late complications like htfdronephrosis, hypertension and arteriovenoous fistulas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Plevranın Lokalize Solid Fibröz Tümörü
Olgun Kadir Arıbaş, Niyazi Görmüş Görmüş
Olgu sunumu
Özeti
Plevranın Lokalize Solid Fibröz Tümörü
LocalIzed SolItary FIbrous Tumor Of The Pleura.
Plevranın lokalize solid fibröz tümörü, az görülen primer plevra tümörüdür. Tümörün histogenezl, diferansiyasyonu, malignite potansiyeli ve klinik davranışı halen tartışmalıdır. Sıklıkla 5-8. dekatta görülen olguların yarısından çoğu asemptomatikdir. Tümörün boyutu, sellülaritesinin yüksek olması ve rezektabilitesi en önemli prognostik faktörlerdir. Bu nedenle, cerrahi tedavide özellikle tümörün oldukça geniş bir rezeksiyon sınırıyla tamamen çıkarılması önemlidir. Bu makalede, diafragmatik plevradan kaynaklanan lokalize solid fibröz tümör saptadığımız, 48 ve 53 yaşlarında iki kadın olgu sunuldu. Tümörler başarıyla rezeke edildi ve hastalarda postoperatif komplikasyon görülmedi. Oldukça ender görülmeleri nedeniyle klinikopatolojik, radyolojik bulguları ve tedavi sonuçları literatür verileriyle tartışıldı.
Localized solitary fibrous tumor of the pleura is a rarely seen tumor of the pleura beyond It’s unclear histogenesis, differantiation, malignity potential, and clinical behaviour. They are usually seen in 5-8. decades and more than 50 % of the cases are asymptomatic. The most important prognostic factors are the size, cellularity, and resectability of the tumor. For these reasons in surgical treatment wide resection is advised. İn this article, two female patients who were 48 and 53 year-old are reported with the diagnosis of localized solitary fibrous tumor originated from diaphragmatic pleura. The tumors removed successfully and the patients did not have any complication postoperatively. Because of the rareness of localized solitary fibrous tumor of the pleura it is thought to be worth reporting.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
Köksal Yuca, Mehmet Akif Eryılmaz, Kürşad Yasin Varsak, Hamdi Arbağ
Derleme
Özeti
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
ClInIcal EvaluatIon Of EpIstaxIs
İnsanların %60’ı hayatları süresince en az bir defa, spontan
olsun veya olmasın epistaksis ile karşı karşıya kalmakta ve bunların
%6’sı tedavi gerektirmektedir.(1) Epistaksis insidansı 10 yaş altı ve
50 yaş üstünde pik yapan bimodal dağılım göstermekte ve erkeklerde
bayanlara göre daha sık görülmektedir.(2,3) Endoskopik teknolojinin
gelişmesi ile birlikte değişen tedavi stratejilerini epistaksisli hastaya
yaklaşım algoritmaları ile kombine etmek komplikasyonları azaltarak
daha etkili tedavi olanakları sağlayabilmektedir.
Epistaxis, whether spontaneous or otherwise is experienced by
up to 60% of people in their lifetime, 6% requiring medical attention.
The condition has a bimodal distribution, with incidence peaks at ages
younger than 10 years and older than 50 years. Epistaxis appears
to occur more often in males than in females. With the evolution
of endoscopic technology new treatment strategies combined with
the use of stepwise epistaxis management plans can limit patient
complications and provide effective treatment possibilities.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Ahmet Önder Güney, Olcay Eser, Mehmet Erkan Üstün, Ertuğ Özkal
Derleme
Özeti
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Anal MIgratIon Of VentrIculo-PerItoneal Shunt Catheter
Şant uygulaması sonrası intraabdominal komplikasyonlar seyrektir. (Abdominal kateterin skrotuma migrasyonu ve intestinal perforasyonu) Bizde ventrikülo-peritoneal (V-P) şantların intraabdominal komplikasyonlarından bir olgu sunduk.
Ventriculo-peritoneal shunt, hydrocephalus, anüs
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Post-Travmatik Akciğer Psödokistleri
Olgun Kadir Arıbaş, Ganime Dilek Emlik, Niyazi Görmüş
Olgu sunumu
Özeti
Post-Travmatik Akciğer Psödokistleri
Post-TraumatIc Pseudocysts Of Lung
Post-travmatik akciğer psödokisti, kunt toraks travmalarının oldukça nadir lezyonlarındandır. Genellikle 2-4 ay içinde spontan rezolüsyon gösterirler. Ancak çok azı, infekte olursa abse formasyonu oluşturabilir veya progresif olarak expanse olursa tansiyon kisti geliştirebilir. Bu tür komplikasyonlarda ise seçilecek tedavi, cerrahidir. Genellikle 40 yaşın altındaki travmalı olgularda, ince duvarlı, hava-sıvı seviyesi gösteren bu lezyonlar, drenaj bronşu yoksa başlangıçta pulmoner hematom şeklinde de görülebilir. Biz, künt toraks travmasına maruz kalan 15, 17, 47 ve 49 yaşlarında 3’ ü erkek, 1’ i kadın psödokistii 4 olgu sunduk. Hepsi sağ akciğerde lokal ize bu psödokistler, 2 olguda 2.5 ve 4 ay sonra konservatif tedaviyle tamamen kayboldu. Ancak 2 olguda progressif expansiyona bağlı büyüme gösterdiklerinden dolayı psödokistlere cerrahi rezeksiyon gerekti. Bu makalede, psödokistlerin ender görülmeleri dolayısıyla klinikopatolojik, radyolojik özellikleri, tedavi yaklaşımları literatür ışığında gözden geçirildi ve tartışıldı.
Post-traumatic pseudocysts of lung are rarely seen complications of blunt chest traumas. Usually spontaneous resolution is seen in 2- 4 months after trauma, but a few of them are get into abscess or tension cyst formation after Progressive expansion and in these circumstances surgical resection is indicated. Radiologically they are frequently seen as thin-wall cysts consisting air-liquid levels. Unless they had a drainage bronchus in the beginning they are usually seen as pulmonary hematomas due to hemorrhage. 14/e herein report 15, 17, 47 and 49 year old four cases who were hospitalized for blunt chest traumas in our clinic. Three of them were male and one was female. Ali the pseudocysts localized in the right lung, and in two of the case the cysts resolved in a period of 2.5 and 4 months with medical treatment. But in two cases surgical treatment needed for their Progressive expansions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik Yaklaşım
Süleyman Bakdık, Mehmet Giray Sönmez, Pınar Didem Yılmaz, Cengiz Kadıyoran, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Antegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik Yaklaşım
Antegrad Ureteral Stentıng; Indıcatıons - Methods - Complıcatıons And Radıologıcal Approach To Complıcatıons
ANTEGRAD ÜRETERAL STENTLEME; ENDİKASYON- YÖNTEM- KOMPLİKASYONLAR VE KOMPLİKASYONLARA RADYOLOJİK YAKLAŞIM
Özet
Amaç
Bu çalışmanın amacı malign ve benign etyolojilerin neden olduğu üreteral obstrüksiyonların ve üreteral kaçakların tedavisinde antegrad üreteral stentlemenin endikasyonlarını, başarı oranını, komplikasyonlarını , teknik başarıyı artıcak yöntemleri, retrograd ve antegradüreteralstentlemeye ikincil oluşan komplikasyonların radyolojik yönetimini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem
Bu retrospektif çalışmada Ocak 2016 ve Aralık 2018 tarihleri arasında floroskopi ve US rehberliğinde yapılan antegradüreteralstentleme işlemleri incelendi.Ortalama yaşları65,87(20-90) olan 25 kadın (%32,05)ve ortalama yaşları 68,73( 30-90) olan 53erkek (%67,94) toplam 78 hastaya 110 adet antegradüreteral stentleme ve perkütan nefrostomiyapıldı. Her hasta için demografik veriler antegradüreteralstentlemeendikasyonları, işlem sonuçları ve komplikasyonları tarandı.
Sonuç:
Antegrad üreteral stent yerleştirilmesi, retrograd üreteral stent yerleştirmenin başarısız olduğunda ve zaten perkütannefrostomi kateteri bulunan hastalarda iyi bir alternatiftir. Yüksek bir teknik başarı oranı ve düşük komplikasyon riski içermektedir. Diğer radyolojik prosedürlerde kullanılan ekipmanlardan antegradüreteralstentlemede faydalanılması teknik başarıyı artırmaktadır. Retrograd veya antegradüreteralstentlemesırasında oluşanmalpozisyon, perforasyon, kanama, ürinom, apse gibi kompliaksyonlarında radyolojik metodlarla yönetimi mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Duble J üreteral stent, Üreteral obstrüksiyon, Perkütan, Antegrad, Hidronefroz,
ANTEGRAD URETERAL STENTING; INDICATIONS - METHODS - COMPLICATIONS AND RADIOLOGICAL APPROACH TO COMPLICATIONS
Abstract:
Objectives
The aim of this study is to evaluate the indications, success rate, complications, technical success enhancing method, methods of antegrad ureteral stenting and the radiological management of complications due to retrograde and antegrade ureteral stenting in the treatment of ureteral obstructions and ureteral leaks caused by malignant and benign etiologies.
Materials and Methods
In this retrospective study, fluoroscopy and US-guided antegrade ureteral stenting procedures between January 2016 and December 2018 were examined. The study included 110 antegrade ureteral stenting and percutaneous nephrostomy in a total of 78 patients with 25 female patients (32.05 %), a mean age of 65.87 (20-90) and 53 male patients (67.94%) with a mean age of 68.73 (30-90). Demographic data, antegrade ureteral stenting indications, procedure results and complications were evaluated for each patient.
Results
Antegrade ureteral stenting is a good alternative for patients with retrograde ureteral stent placement and already with percutaneous nephrostomy catheters. It has a high technical success rate and low complication risk. The use of the equipment used in other radiological procedures in antegrade ureteral stenting increases the technical success. Malposition, perforation, hemorrhage, urinoma, abscess complications such as retrograde or antegrade ureteral stenting can be managed by radiological methods.
Key Words: Double J Ureteral stent, Ureteral obstruction, Percutaneous, Antegrade, Hydronephrosis,
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Tamer Demir, Burak Turgut, Şahap Kükner, Turgut Yılmaz, Lokman Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Prognostıc Factors In Perforatıng Eye InjurIes
Amaç : Önlenebilir körlük nedenleri içinde önemli bir yere sahip olan perforan göz yaralanmalarına ait prognostik faktörlerin ortaya konup, bazı risk faktörlerinin belirlenmesine çalışılmıştır. Yöntem: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği’ ne 1994-1999 yılları arasında perforan göz yaralanması ile baş vuran 157 hastaya ait kayıtlar değerlendirilmiştir. Olguların tümüne tek ya da ikinci cerrahi işlem uygulanmıştır. Olgular; yaş, cinsiyet, mesleki dağılım, travma nedeni, travmaya uğrayan doku, travmaya eşlik eden ek patoloji, uygulanan cerrahi işlem, yaralanma anından operasyona kadar geçen süre, ikinci operasyon gereksinimi, operasyon öncesi ve sonrası görme düzeyleri ve komplikasyonlar açısından irdelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 157 olgunun % 77.7'si erkek, % 22.3 ‘ü ise kadın olup, yaş ortalamaları 25.25 ( 4-85) olarak belirlendi. Perforan yaralanmaya en sık 0-12 yaş grubunda (%40.1) rastlanıldı. Bu oran işçilerde % 19.1, çiftçilerde ise %15.3 tespit edildi. En sık yaralanma yeri kornea olup (%62.4), en sık etkenin ise delici- kesici aletler olduğu belirlendi (%22.9). Olguların operasyona kadar geçen süreleri değerlendirildiğinde, % 76.4' ünün ilk 24 saatte öpere edildiği görüldü. İkinci operasyon olguların %27.4’ünde gerekli oldu. Operasyon öncesi görme düzeyinin en sık olarak persepsiyon- projeksiyon düzeyinde olduğu saptandı (15.9). Takiplerde en sık karşılaşılan komplikasyonun ise pupilla düzensizliği (%29) ve korneal lökom (%25.9) olduğu belirlendi. Sonuç: Perforan göz yaralanmalarında tedaviden ziyade yaralanmanın önlenmesi esastır. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri her şeyin önünde gelmektedir. Perforan göz yaralanmak hastaların hastahaneye erken başvurmaları ve erken cerrahi müdahalenin de görme prognozuna olumlu etkileri olduğu muhakkaktır.
Aim : İn this study vve aimed at determining the prognostic factors and some risk factors in perforating eye in juries which have important role in preventable blindness. Method: VVe retrospectively evaluated data from a total of 157 patients, admitted to Fırat University Medical School, Department of Ophthalmology with perforated eye injuries, betvveen 1994-1999. One or two surgical interventions were performed in ali cases. They were eva luated with respect to patients’ age, sex and occupation; etiology of trauma, affected tissue, accompanying pat- hological findings, performed surgical intervention, delay betvveen the injury and surgery, Vision level before and after surgery and complication. Result: Of the total 157patients included in this study, 77.7% was male; 22.3 % female; and mean age of patients was 25.25 (4-85) years old. Perforated eye injuries vvere frequently seen (40.1%) in young patients (0-12 years old). This ratio was found to be 19.1% in vvorkers and 15.3 % in farmers. Among the most frequently injured tissues, cornea vvas the first (62.4%) and knives and Sharp tools were res- ponsible from most of the perforations (22.9%). Of the cases 76% vvas received surgical intervention in the first 24 hours' period. Before operation, visual level frequently found to be betvveen perception and projection (15.9). Most frequent complication among the follovv up period vvas ubnormal shaped pupil (29%) and corneal leukoma (25.9%). Conclusion: İt is knovvn that in perforated eye injury treatments, prevention of injuries is more important th an cure. Therefore prevention al public health Services ar e essential. Our results suggest that, urg en t admission to the hospital and possible early surgical intervention is important determinants of visual prognosis after per forated eye injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ailesel Akdeniz Ateşi
İlhan Sezer, Hilal Kocabaş
Derleme
Özeti
Ailesel Akdeniz Ateşi
FamIlIal MedIterranean Fever
Amaç: Ailesel Akdeniz Ateşi, günümüzde bilinen herediter periyodik ateş sendromları arasında en yaygın ve en iyi tanınmış olanıdır. Biz bu derlemede, yurdumuzda sıkça görülen bu hastalığı ve yeni tedavi metotlarını özetledik. Ana bulgular: Ailesel Akdeniz ateşi literatürde ilk defa 1908 yılında bir Yahudi kızında tanımlanmıştır. Çoğunlukla Ermenilerde, Sefarad Yahudilerinde, Araplarda, Anadolu Türklerinde görülür. Hastalığın patogenezi tam olarak aydınlatılamamıştır. Tipik özelliği karın ağrısı, göğüs ağrısı veya eklem ağrısının eşlik ettiği akut ateş ataklarıdır. En önemli komplikasyonu ise AA tipi amiloidozdur. Spesifik bir laboratuvar veya radyolojik bulgusu yoktur. Tedavide en çok kullanılan kolşisin, akut atak sıklığını azalttığı gibi amiloidoz gelişimini önlemede de etkindir. Sonuç: Hastaların yaklaşık 1/4’ü kolşisin tedavisine dirençlidir. Bu hastalarda tedaviye eklenen interferon a, selektif seratonin reuptake inhibitörleri veya biyolojik ajanların etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır.
Aim: Familial Mediterranean fever, is the most common and well known disease in hereditary periodic fever syndromes at the present time. In this review we summarized the disease, which was seen frequently in our country, and newly treatment methods. Main findings: Familial Mediterranean fever was described in a Jewish girl in 1908. Generally it was seen in Armenians, Sefaradian Jew, Arabians and Anatolian Turks. Pathogenesis of the disease was not clear. Characteristic feature of the disease is acute fever attacks accompanied with abdominal pain, chest pain and joint pain. The most important complication is type AA amiloidosis. There is no specific laboratory or radiological finding. Colchicum which is used in the treatment, decreases frequency of attacks and prevents from development of amiloidosis. Result: Aproximately 1/4 patients are resistive to colchicum treatment. There are some studies which shows adding interferon a, selective seratonine reuptake inhibitors and biological agents to the treatment are effective in these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
Osman Balcı, Suna Özdemir, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu
Özeti
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
A Full Term Pregnancy And DelIvery That Occurred After A Neglected Lost IntrauterIne DevIce
Rahim içi araçlar (RİA), tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde sık kullanılan bir kontraseptif yöntemdir. Uterin perforasyon, RİA’ların yerleştirilmesi sırasında oluşan nadir fakat önemli bir komplikasyondur. Bu olgu sunumunda; RİA takılan bir hastanın yapılan kontrollerinde, RİA ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylenen, daha sonra gebe kalıp miadında doğum yapan ihmal edilmiş bir kayıp RİA olgusu sunulmuştur. Otuz sekiz yaşında, 4 gebelik ve 4 vajinal doğum öyküsü olan hasta kayıp RİA nedeniyle kliniğimize sevk edildi. Hastaya 2 yıl önce normal vajinal doğumundan 6 hafta sonra bir klinikte RİA takıldığı, sonrasında ağrı şikayeti ile başvurduğu klinikte yapılan muayenesinde RİA’nın ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylendiği, sonrasında gebe kalıp miadında vajinal doğum yaptığı öğrenildi. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesi normaldi. Ultrasonografide uterus ve adneksler normal, Douglasta RİA ekosu izlenmekte idi. RİA laparoskopik olarak çıkarıldı. RİA’nın takılma esnasında uterus perforasyonu olup Douglasa yerleşitirildiği düşünüldü. RİA taktırma öyküsü olan ve muayenede RİA ipleri görülmeyen hastalarda mutlaka RİA lokalizasyonu belirlenmelidir. Uterus kavitesinin boş olduğu hastalarda uterus perforasyonu akılda tutulmalıdır.
Intrauterine devices (IUDs) are the most commonly used method of contraception, worldwide, especially in developing countries. Uterine perforation by an IUD is a rare but an important complication of IUD insertion. In this case report; we present, a patient who had “a neglected lost IUD”, in whom string of IUD was not seen in her follow up examination. The patient was told that in spite of the absence of the string; it will reserve its contraceptive effect. The patient had uneventful pregnancy and delivered at term. Thirty eight years old patient who had gravida 4, parity 4 was referred to our clinic because of lost IUD. In her history she had normal vaginal delivery before 2 years, after 6 weeks IUD was introduced in a health centre. She had pelvic pain and consulted the same health centre where she was told that the string was not seen but it will reserve its contraceptive effect. The patient got pregnant and delivered a full term baby. She had normal gynecological examination uterus and adnexa were normal in ultrasonographic examination but an echo of IUD was seen in Douglas. The IUD was extracted laparoscopically. We think that uterine perforation occurred during insertion of the IUD and it passed to Douglas pouch. For patients who have IUDs with lost string we should determine the location of the IUD. Uterine perforation should be thought of when empty uterine cavity is seen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toraks Travması
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Simsen Avvuran, Tahir Yüksek, Hasan Solak, Tunç Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Toraks Travması
ThoracIc Trauma
1983 ve 1994 ytllart arastnda klinigimizde toraks yaralatzmast gecirm4 1064 hasta yattrilarak tedavi Bu vakalartn 762'si (%71 .61 ) kiint toraks travinast, 294'u (%23.40) kesici delici alet ya-ralanmast, 537i (%4 .98 ) ateVi silah yaralanmast idi. 1014 (%95.30) vakaya konser-vatif tedavi (kapalt to-raks drenajt, trakeostomi, toraks thwart defekt ta-miri, aspirasyon, medikal tedavi) uygulandt. Diger kalan 50 vakaya (%4.69) ise cerrahi gir4imde bu-lunuldu. Cerrahi miidahale 19 (%1.78) vakada acil olarak 31 (%2.91) vakada da komplikasyonlart do-laytstyla gel' uygulandt. Konservatiif tedavi gO-renlerin 986 (%97.2)'si, erken cerrahi radahale edilenlerin 16 (%84.2)si gec cerrahi miidahale edi-lenlerin 28(%2.76)'st erken cerrahi miidahale edi-lenlerin 3 (% 15.78)'i gel cerrahi miidahale edi-lenlerin 4 (% eksitusla sonuclandi.
1064 cases who were treated in the Thoracic Surgery Clinic, Faculty of Medicine, Universty of Selcuk between 1983 and 1994 were presented 762 of them injured due to blunt trauma, 249 were due to sharp weapons and is were gunshad wounds. 50 cases were treated surgically. Results are sum-marized in the article and involving literature was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ameliyathane Dışı Anestezi Deneyimlerimiz
Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Ameliyathane Dışı Anestezi Deneyimlerimiz
Our Non-OperatIng Room AnesthesIa ExperIences
Amaç: Bu çalışmada ameliyathane dışı anestezi deneyimlerimizi ve sonuçlarını tartışmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Mayıs 2017-Aralık 2017 tarihleri arasında tanı ve tedavi amacıyla ameliyathane dışında sedo-analjezi uygulaması yapılan 18 yaş üstü olguların anestezi kayıtları retrospektif olarak tarandı. Kayıtlar; demografik veriler, uygulanan işlem, işlemin süresi, sedasyon derecesi, kullanılan ilaçlar, gelişen minör ve major komplikasyonlar, kronik obstrüktif akciğer hastalığı öyküsü ve yoğunbakım ihtiyacı açısından incelendi. Komplikasyonlar ile demografik veriler ve kategorik değişkenler arasındaki ilişkiler analiz edildi.
Bulgular: Toplam 2562 hastaya sedo-analjezi uygulandı. Bu olguların 1428 (%55.7)’i kadın, 1134 (%44.3)’ü erkek idi. Yaş ortalaması 53.08±16.55 idi. Olguların 268 (%10.5)’i ASA I, 1683 (%65.7)’ü ASA II, 598 (%23.3)’i ASA III, 13 (%0.5)’ü ASA IV idi. 519 (%20.3) hastaya minimal sedasyon, 1541 (%60.1) hastaya orta derecede sedasyon, 502 (%19.6) hastaya derin sedasyon uygulandı. En uzun işlem süresi endoskopik retrograd kolanjiopankreatografide 28.7±16.3 dk, en kısa işlem süresi üst gastrointestinal endoskopide 10.3±3.1 dk olarak tespit edildi. En fazla uygulanan işlem %31 ile kolonoskopi idi. En çok kullanılan ilaç kombinasyonu 1231(%48) hastaya uygulanan midazolam+propofol+fentanil kombinasyonu idi. 148 (%5.76) hastada minör komplikasyon, 10 (%0.37) hastada major komplikasyon gelişti. Toplam 15 (%0.58) hasta prosedür sonrası yoğunbakıma devredildi. Desatürasyon; ASA III ve üzeri hastalarda,15 dakikadan uzun süren işlemlerde, 65 yaş üstü hastalarda ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı varlığında istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti. İşlem sonrası yoğunbakım ihtiyacı da bu hasta gruplarında anlamlı oranda yüksekti.
Sonuç: Ameliyathane dışı anestezi uygulamalarının sıklığı giderek artmaktadır. Bu uygulamalar taşıdığı riskler açısından ameliyathanedeki anestezi uygulamalarıyla benzerdir. Hasta güvenliğinin artırılması ve komplikasyonların azaltılması için işlem öncesi ayrıntılı bir değerlendirme yapılması, uygun fiziksel şartlarda doğru bir monitörize anestezi bakımı sağlanması ve ekipler arasında sağlıklı bir iletişim kurulması önemlidir.
Aim: In this study, we aimed to discuss our experience and results of non-operating room anesthesia.
Materials and Methods: Anesthesia records of patients older than 18 years who underwent sedo-analgesia outside the operating room for diagnosis and treatment between May 2017 and December 2017 were retrospectively screened. The records were examined in terms of demographic data, applied procedure, duration of the procedure, sedation grade, medications used, developing minor and major complications, chronic obstructive pulmonary disease story and intensive care need. Relationships between complications with demographic data and categorical variables were analyzed.
Results: Totally 2562 patients underwent sedo-analgesia. 1428 (55.7%) of these cases were female and 1134 (44.3%) of them were male. The average age of patients was 53.08±16.55. 268 (10.5%) of the cases were ASA I, 1683 (65.7%) were ASA II, 598 (23.3%) were ASA III and 13 (0.5%) were ASA IV. 519 (20.3%) patients were minimally sedated, 1541 (60.1%) were moderate sedated and 502 (19.6%) deep sedated. The longest procedure time in endoscopic retrograde cholangiopancreatography was 28.7 ± 16.3 min, and the shortest procedure time in endoscopy was 10.3 ± 3.1 min. The most commonly performed procedure was colonoscopy with 31%. The most commonly used drug combination was midazolam + propofol + fentanyl applied to 1231 patients (48%). 148 (5.76%) patients had minor complication, and 10 (0.37%) patients had major complication. A total of 15 (0.58%) patients underwent intensive care after the procedure. Desaturation was statistically significantly higher in patients with ASA III and above, in procedures take longer than 15 minutes, in patients older than 65 years, and in the presence of chronic obstructive pulmonary disease. The intensive care need after the procedure was also significantly higher in these patient groups.
Conclusion: The incidence of non-operating room anesthesia is increasing steadily. The risks associated with these practices are similar to the anesthesia in the operating room. In order to increase patient safety and reduce complications, it is important to carry out a thorough evaluation before the procedure, to provide proper monitored anesthesia care in appropriate physical conditions, and to establish healthy communication between the teams.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
Jale Bengi Çelik, Alper Yosunkaya, Ruhiye Reisli, İnci Kara, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
A GastrIc ObstructIon DurIng The MultI-Dose ActIvated Charcoal Treatment
Bu çalışmada, organofosfat zehirlenmesi olgusu nedeni ile tekrarlayan dozlarda aktif kömür uygulanmasının nadir bir komplikasyonu olan gastrik obstrüksiyona dikkat çekilmesi amaçlandı. 65 yaşında organofosfat zehirlenmesi nedeni ile tekrarlayan aktif kömür tedavisi uygulanan erkek hastada, tedavinin ikinci günü intestinal obstrüksiyon düşündüren klinik bulgular gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilen hastanın midesinde solid oluşumlar tespit edildi. Bunların aktif kömüre ait olabileceği düşünüldü. Gastrik lavaj ile aktif kömür birikintisi boşaltılamayınca endoskopik girişim ile bu oluşumlar temizlendi. tekrarlayan dozlarda aktif kömür tedavisi sırasında gastrointestinal obstruksiyon gelişebilir. Bu durumda dikkatli olmak ve zamanında müdahale etmek önemlidir.
In this study, it was aimed to rise a notice of gastric obstruction, a rare complication of multidose activated charcoal treatment of organophosphate poisoning, because of a case. Clinical signs that thought to be an intestinal obstruction was recognized in a 65 aged male patient who was treated with multi-dose activated charcoal because of organophosphate poisoning. Some solid images could be related to activated charcoal determined by the computerized tomography. These congromelates were emptied by endoscopy since the gastric lavage was insufficient. A gastrointestinal obstruction may develope during the multi-dose activated charcoal treatment. In this case it is important to being aware of this complication and managing it in the appropirate time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
Egemen Altan, Müjdat Adaş, Murat Tonbul, Osman Orman
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
FunctIonal Results Of ArthroscopIc Bankart RepaIr Of TraumatIc Recurrent Shoulder InstabIlIty PatIents
Travma sonrası tekrarlayan anterior-inferior glenohumeral instabilite tanısıyla artroskopik Bankart tamiri yapılan hastaların fonksiyonel sonuçları değerlendirildi. Hastaların ortalama takip süreleri 45 aydı (dağılım 32- 80 ay). Olguların 4’ü (%10) kadın, 37’si (%90) erkekti ve yaş aralıkları 24-44 (ortalama 32)’dü. Olgularımızın 27’inde (%65) sağ omuzda, 14’ünde (%35) sol omuzda patoloji gözlendi ve bunların 25’inde dominant taraf tutulumu vardı. Olgularımızın hepsinde travmatik omuz çıkığı meydana gelmiş ve travma şekli olarak düşme, futbol oynarken darbe alma, yüzme gibi aktiviteler etyolojide sıklıkla rol oynamışdır. 10 hasta düşme sonucu, 4’ü voleybol oynarken, 2’si kaledeyken, 1’i güreş yaparken, 2’si kavga sırasında, 2 hasta yüzerken, diğerleri de çeşitli travmalar sonucunda çıkık episodları geçirmiştir. Ameliyat öncesi manyetik rezonans incelemelerinde tüm hastalarda Bankart lezyonu saptandı. Hastalar Rowe ve Constant skorlama sistemlerine göre değerlendirildi. Ameliyattan sonra ortalama Rowe skoru 87 (ortalama 15-100) olarak ve Constant skoru ise 95 (dağılım 88-100) olarak bulundu. Buna göre 33 (%80.5) hastada mükemmel sonuca ulaşıldığı tespit edildi. Tekrar instabilite gelişen 8 (%19.5) hastadan 2’sine artroskopik revizyon cerrahisi 2’sine Laterjet prosedürü uygulandı. Artroskopik omuz cerrahisi uzun bir öğrenme eğrisi olan, eğitim süreci gerektiren ama aynı zamanda kanama, rehabilitasyon ve yara iyileşmesi gibi pek çok konuda avantajları olan bir yöntemdir. Sonuç olarak bu etkili yöntemle daha az komplikasyon oranları ile omuz instabilitesi olan hastalar başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir.
The purpose of this study was to present, through a retrospective case series, results of the patients who were treated arthroscopically for anterior glenohumeral instability. We evaluated 41 patients. Mean follow-up of the patients were 45 months (range 32-80). There were 4 (10%) female and 37 (90%) male with a mean age of 32 (range 24- 44). There were 27 (65%) right and 14 (35%) left shoulders. Dominant side was injured in 25 patients. All of the patients were suffered from a traumatic shoulder dislocation. Many etiological factors are responsible for these traumatic dislocations like swimming, falling on the side while playing soccer or volleyball or a direct trauma to the shoulder. MRI was performed before the surgery and it was found to be a Bankart lesion for all the patients. Also, all patients were evaluated according to Rowe and Constant scores. Postoperatively, mean Rowe score was 87 (range 15-100) and mean Constant score was 95 (range 88-100). Excellent resuls were obtained in 33 (80.5) patients. There were 8 (19.5) patients of recurrences and 2 of them had arthroscopic revision surgery and Laterjet procedure was performed for the latter 2 patients. Arthroscopic shoulder surgery is a long learning curve, requiring the training process but also has the advantages of less bleeding, easy rehabilitation and wound healing. As a result, this effective method can be performed for recurrent shoulder instability patients with less complication rates.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Engin Günel, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
A Case Of IntestInal ObstrucIIon Due Lo MesenterIc Cyst
Mezenterik kistler benign, uniloküler veya rnultiloküler yapıda, nadir görülen lezyonlardır. Nadir olmalarına karşılık bilhassa çocuklarda ölümcül komplikasyonlara sebep olabilmektedirler. Bu yazıda 3 aylık bir bebekle jejunumda basıya bağlı tıkanma oluşturan bir mezenter kisti vakası sunulmuştur.
Mesenterk cysts are uncom.rnon, benign, ımilocular ör multilocular cysts. Although !hese are rarely in population, !hey may present with potential life-threatening complications especially in children. in ankle a case of jejunal obstruction due to mesenteric cyst in a 3 morıthold infani was described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dekortikasyon Ameliyatlarında Aprotinin Kullanımı
Güven Sadi Sunam, Tahir Yüksek, Sami Ceran, Mehmet Yeniterzi, Simsen Avvuran, Cevat Özpınar, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Dekortikasyon Ameliyatlarında Aprotinin Kullanımı
Use Of AprotInIn In DecortIcatIon Surgery
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Kliniğinde Dekortikasyon ameliyatı yapılan 40 hasta per ve postoperatif değerlendirilmeye tabi tutulmuş olup 20 hastaya aprotinin uygulanmış, postoperatif drenlerden olan kanama miktarı karşılaştırılması yapılmıştır. Aprotinin uygulanan grupta ortalama drenaj miktarı 210+142 cc., kontrol grubunda ise 562,5+230 cc., bulunmuştur. Sonuçların istatistiksel açıdan anlamlı olduğu, aprotinin kullanımının homolog kan trasfüzyonunun azalttığı ve komplikasyonlardan koruduğu vurgulanmıştır.
40 patients who underwent decortication surgery in Selçuk University Faculty of Medicine, Thoracic and Cardiovascular Surgery Clinic were evaluated per pair and postoperatively, aprotinin was applied to 20 patients and the amount of bleeding from the postoperative drains was compared. The average amount of drainage in the aprotinin group was 210 + 142 cc. And 562.5 + 230 cc in the control group. It was emphasized that the results were statistically significant and the use of aprotinin reduced homologous blood transfusion and protected from complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatıt C Sonrası Geıaen Fatal Aplastik Anemi
Mehmet Bitirgen, R. Korur, Mustafa Sünbül, Şamil Ecirli, Hakkı Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Hepatıt C Sonrası Geıaen Fatal Aplastik Anemi
Fatal AplastIc AnemIa AssocIated WIth HepatIt C
Aplastik anemi viral hepatitin ciddi ve nadir bir komplikasyonudur. Bu komplikasymulan daha fok non-A. non-B vimslart (Ozellikle hepatit C virusu) soriwilu tutulmaktaysa da diner hepatit viruslerin de sebep oldugu gosteriltnivir. Sunmak istedigimiz17 ya,unda hepatit erkek bir hastada aplastik anemi geligi. 3 ay sonra re-misym gortilen hastada 26 ay sonra relaps gortild11. Hasta ailesinin zararh geleneksel uygulamalarmin da katkisiyla E. coli sepsisi sonucunda karbedildi.
Aplastik anemia is a rare and severe comp-lication of viral hepatitis. It's mortality rate is al-most 85%. This coplication has been observed most often in association with non A, non-B viruses (es-pecially hepatitis C virus) and also the other he-patitis viruses can cause this complication. We presented a 17 years old male patient who had aplastir anemia associated with hepatitis C virus. Although full hematologic recovery occured in three months but aplastic anemia recurred after 26 months. The patient died of E. roll septicemia ca-used by harmful traditional application.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusella Endokarditi
Ahmet Kaya, Hasan Hüseyin Telli, Laika Karabulut, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Brusella Endokarditi
Brusella Endocardıtıs
Bölgemizde oldukça yaygın olarak görülen Brusellosisin en korkulan ve en az görülen komplikasyonu endokarditisdir.
A case report of endocarditis patient due to Brucellosis who had gaye to open heart surgery and had an aortic walve replacement.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusella Endokarditi
Ahmet Kaya, Hasan Hüseyin Telli, Laika Karabulut, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Brusella Endokarditi
Brusella Endocardıtıs
A case report of endocarditis patient due to Brucel-losis who had gaye to open heart surgery and had an aortic walve replacement.
Bölgemizde oldukça yaygın olarak görülen Brusellosisin en korkulan ve en az görülen komplikasyonu endokarditisdir.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopik Gastrik Band Uygulaması: Band Migrasyonu Ve Portokutanöz Fistül Arasındaki İlişki
Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Murat Çakır, İlhan Çiftçi, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopik Gastrik Band Uygulaması: Band Migrasyonu Ve Portokutanöz Fistül Arasındaki İlişki
LaparoscopIc GastrIc BandIng: The RelatIonshIp Between Band MIgratIon And Portocutaneous FIstula
Laparoskopik ayarlanabilir gastrik band (LAGB) uygulaması güvenli ve etkili bir kilo verme prosedürü olarak gösterilmektedir. Ancak, band migrasyonu ve gastrik duvar erozyonu gibi sık görülen komplikasyonları bildilmiştir. LAGB uygulanan hastalarda portokutanöz fistül gastrik band migrasyonunun sonucu oluşabilir. Biz morbid obezite nedeniyle LAGB uygulaması yapılan ve sonrasında migrasyon ile ilişkili portokutanöz fistül gelişen 3 vaka rapor ettik.
Although laparoscopic adjustable gastric banding has been shown to be a safe and effective weight loss procedure, band migration and erosion in to gastric wall has been reported in all series. Gastric band migration may lead to portocutaneous fistula. We report three cases. All of patients underwent laparoscopic adjustable gastric banding for morbid obesity and subsequently presented portocutaneous fistula associated with band migration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Kord Yaralanırnalı Hastalarda Üriner Enfeksiyon İle Lezyon Düzeyi Ve Kateterizasyon Arasındaki İlişki
Hatice Uğurlu, Sami Küçükşen
Araştırma makalesi
Özeti
Spinal Kord Yaralanırnalı Hastalarda Üriner Enfeksiyon İle Lezyon Düzeyi Ve Kateterizasyon Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between UrInary Tract In-FectIon And &vel Of LesIon And CatheterIsatIon In PatIents WIth SpInal Cord Injury
Üriner sistem enfeksiyonu, ürolojik rehabilitasyonda kaydedilen ilerlemelere rağmen spinal kord yaralanması (SKY) olan hastaların rehabilitasyonu sırasında en sık karşılaşılan komplikasyonlardan biridir. Çalışmamızda kullanılan mesane boşaltım yöntemleri ve lezyon düzeyleri ile üriner enfeksiyon riski arasındaki ilişkiyi tespit etmeyi amaçladık. Çalışmaya 1994-1997 yılları arasında kliniğimizde takip edilen 22 paraplejik hasta alındı. Hastaların % 68.1'inde üriner enfeksiyon tespit edildi. Lezyon düzeyi ve kullanılan mesane boşaltım yöntemleri ile üriner enfeksiyon riski arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmedi.
Ahhough the inıprovements irt urologic re-urinary tract infection (UTI) is one of the most common complication eneountered during the rehabilitation of patients with spinal cord injury. In this study, we investigated the relationship bet-weeen urinafry tract infretion and level of lesion and methods of bladder drainage ir7 patients with spinal cord injurv (SCI).22 paraplegic patients followed in our ciiriic berween 1994 and 1997 were included in this study. I.rTI was observed in 68.1 pe• cent of the patients, Na significant relation was found between the incidence of UTI and the level of lesion and the meth
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukta Distal Falanksın Seymour Kırığı
Murat Kayıpmaz
Olgu sunumu
Özeti
Çocukta Distal Falanksın Seymour Kırığı
Seymour Fracture Of DIstal Phalanx In A ChIld
Çocuklarda el distal falanks epifizleri kapanmadan önce büyüme plağında kırıklar meydana gelebilir. Ekstansör ve fleksör tendonlarının asimetrik yapışmasından dolayı genç çocuklarda bu yaralanmanın klinik belirtisi çekiç parmak deformitesine benzer. 13 yaşında erkek, araba kapısına elini sıkıştırma nedeniyle acil servise başvurduğunda yapılan tetkikler sonucu Seymour kırığı tanısı konuldu. Kırıklar Kirschner teli (K teli) ile tespit edildi ve komplikasyonsuz iyileşti. Bu olgu sebebiyle, başka yaralanmalara benzetilen Seymour kırığının bu ilginç kırık paterni, tanı ve tedavisi literatür eşliğinde incelendi.
In children, fracture may occur in growth plate before the epiphysis of hand distal phalanx become closed. Because of the asymmetry of the insertions of the extensor and the flexor tendons, the clinical manifestation of this injury in young children mimics a mallet finger deformity. When admitted to the emergency service due to the hand squeezing in the door of the car, the 13-year-old male child was diagnosed with Seymour fracture as a result of investigations. Fractures were fixed by a Kirschner wire (K wire) and healed without complications. Because of this case, the diagnosis and treatment of Seymour fracture‘s interesting pattern which resembles other injuries, have been researched with the accompaniment of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kuru Göz Hastalarında Otolog Serum Uygulamasının Etkinliği
Nazmi Zengin, Ahmet Özkağnıcı, Mehmet Kemal Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Kuru Göz Hastalarında Otolog Serum Uygulamasının Etkinliği
EffIcacy Of Autolog Serum ApplIcatIons In Dry Eye PatIents
Amaç: Kuru göz hastalarında otolog serum uygulanışının etkinliğinin ve olası komplikasyonlarının belirlenmesi. Yöntem: Dokuzu Sjögren sendromlu 27 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalara kullanmakta oldukları ilaçlara ek olarak kendi serumlarının, serum fizyolojikle %20 oranında seyreltilmesiyle elde edilen damlalardan uygulandı. Hastalar yakınmaları, gözyaşı karakteristikleri ve oküler yüzey parametreleri açısından değerlendirildi. Olası kontaminasyonu belirlemek amacıyla damlalıklardan kültür için örnekler alındı. Bulgular: Hastaların %40'ında ilk 15 gün içinde, %85’inde ise birinci ayın sonunda yakınmalarda ve oküler yüzey parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşmeler saptandı. Kültürlerin üç hastanın damlalıklarından alınan örneklerde kontaminasyon olduğunu ortaya koymasına karşın enfeksiyon ya da başkaca bir komplikasyona rastlanmadı. Sonuç: Otolog serum uygulaması diğer ilaçlarla yeterli düzelme sağlanamayan kuru göz hastalarında etkili ve güvenilir bir ek tedavi seçeneği olabilir.
Aim: To determine the eficacyandpossible complications of autulogous serum application in patients with dry eye. Methods: 27patients, nine with Sjögren’s syndrome, were included in the study. İn addition to their previous med- ications, patients were administered drops which were prepared by diluting their own serum to 20% with şaline. Symptoms, tear characteristics and ocular surface parameters were evaluated. Results: Statistlcally significant improvements in symptoms and ocular surface parameters were observed in 40% of the patients at the 15th day and in 85% of the patients at the 30th day. Tear characteristics did not show any diffference throughout the study. Although cultures revealed contamination in three patients, no clinically significant infection or any other complication was encountered. Conclusion: Autologous serum applications can be an efficient and safe adjunct treatment for dry eye patients who do not show improvement with other medications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Mustafa Yel, Recep Memik, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Smooth PInnIng In Femoral Neck Fractures Of Chlldren Aged NIne Years Old And Younger
Amaç: Bu çalışmada çocuk femur boyun kırıklarında uyguladığımız kapalı redüksiyon, perkütan Kirshner teli ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı sonuçlarımızı ve karşılaştığımız problemleri bildirdik. Gereç ve Yöntem: Femur boyun kırığı nedeniyle 1986-1998 yılları arasında tedavi edilen 48 hastanın 49 kalçası bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar ortalama 6.2 yaşındaydı (2-9 yaş arası). Colonna sınıflamasına göre dört kalça tip I, 27 kalça tip II, 16 kalça tip III, iki kalça tip IV olarak ayrıldı. Tüm hastalara fraksiyon masasında C-kollu skopi cihazı ile kapalı redüksiyon, perkütan yada açık ameliyat ile 2 veya 3 mm’lik Kirshner telleri ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı uygulandı. Bulgular: Hastalar ortalama 43 ay (27-163 ay arası) takip edilip, Ratliff değerlendirme kriterlerine göre değerlendirildiler. Buna göre 39 (%79.6) kalça iyi, 9 (%18.4) kalça orta, 1 (%2) kalça kötü olarak değerlendirildi. Komplikasyon olarak 10 (%20.4) kalçada avasküler nekroz, erken epifiz plağı kapanması 3(%6.1) kalçada, kaynamama 3(%6.1) kalçada, varus deformitesi 5(%10) kalçada, Kirshner teli gevşemesi ve geriye çıkması 3(%6.1) kalçada tespit edildi. Sonuç: Çocuk femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde düz çivilerin uygulanması epifiz plağına daha az zarar verir, perkütan uygulama ile daha kısa süreli ameliyat yanında çivilerin çıkarılmasıda kolaydır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda femur boyun kırıklarında kompresyon yapan sistemlere ihtiyaç duyulmadan kırık kaynaması elde edilebilmektedir. Düz çivilerin kullanıldığı bu çalışmada görülen komplikasyonlar çoğunlukla yivli internal tespit araçlarının kullanıldığı diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmamıştır.
Introduction: İn this study, we presented the results of smooth pinning which is a less aggressive surgical procedure with pelvipedal cast application in fractures of the neck of the femur in children. Materials and Methods: This study covers the results of surgically treated 48 hips of 49 children with fractured neck of femur who were admitted to our clinic betvveen 1986-1998. The mean age was 6.2 years (range 2-9 years). According to Colonna classification, four hips were type I, 27 hips were type II, 16 hips were type III, and two hips were type IV. İn ali patients, closed reduction with three or four percutaneus or öpen surgical smooth pins of two or three millimeters in diameter was applied using image intensifier and traction table. Pelvipedal cast was applied postoperatively. Results: Patients were follovved for 43 months (range 27-163 months) and the results were assessed using Ratliff’s criteria. Thirty-nine (79.6%) hips had good, nine (18.4%) hips had fair, one (2%) hip had poor results. Complications included avascular necrosis in 10 hips, prematüre closure of the epiphyseal plate in 3 hips, non-union in 3 hips, varus deformity in five hips, pin loosening in three hips. Conclusion: We realized that smooth pins were advantageous as their damages on epiphyseal plate were less, their percutaneus applications were easier and removing them by minör surgical procedures was possible. Unlike in adults, the femoral fractures in children are healed easily vvithout using compressive systems. İn relation to this, we observed that smooth pins had no negative effects in fracture union. The complication rates in this study were not higher than other studies reported in the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bariyatrik Cerrahi Yapılan Hastalarda Standart Doz Profilaksi Uygulaması Ve V Enöz Tromboemboli Sonuçları
Mehmet Aykut Yıldırım, Mehmet Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Bariyatrik Cerrahi Yapılan Hastalarda Standart Doz Profilaksi Uygulaması Ve V Enöz Tromboemboli Sonuçları
Standard Dose ProphylaxIs ApplIcatIon And Venous ThromboembolIsm FIndIngs In PatIents Who Had BarIatrIc Surgery
Amaç: Obezite cerrahisindeki en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biri, derin ven trombozu (DVT)
ve pulmoner emboliyi (PE) kapsayan venöz tromboembolizm (VTE) olaylarıdır. Bu çalışmada, bariyatrik
cerrahi yapılan ve standart doz profilaksisi uygulanan hastalarda VTE sonuçlarının değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: 2015-2019 yılları arasında morbid obezite nedeni ile ameliyat edilen hastalar
retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya, laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan ve standart doz
Enoksaparin profilaksisi uygulanan olgular dahil edildi. Hastaların demografik verileri, preoperatif hazırlık
ve postoperatif antiembolik tedavi koşulları kaydedildi.
Bulgular: Laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan 87 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 66'sı (%75,8)
kadın 21'i (%24,1) erkekti. Ortalama yaş 38,7 (18-55) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 6,6 (3-69)
gündü. Dört hastada (%4,5) postoperatif komplikasyon gelişti. İki hastada PE, birer olguda sızıntıya bağlı
mediastinit ve kesi fıtığı meydana geldi.
Sonuç: Mevcut profilaksi yöntemlerine rağmen, VTE, obezite cerrahisi geçiren hastalarda önemli bir
morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. Yüksek doz düşük molekül ağırlıklı heparin
(DMAH) kullanımı kanamaya neden olabilirken, düşük doz DMAH kullanımı ise VTE olasılığını artırmaktadır.
Bu durum, DMAH'ların bir sınırlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken dönemde artırılmış doz ve
taburculuk sonrası standart doz uygulaması için yeni çalışmalar a ihtiyaç bulunmaktadır .
Aim: Venous thromboembolism (VTE) events covering deep vein thrombosis (DVT) and pulmonary
embolism (PE) constitute the most important morbidity-mortality cause in obesity surgery. The objective
of this study was to assessment of thromboembolism results in patients who underwent bariatric surgery
with standard dose prophylaxis.
Patients and Methods: The patients who were operated for morbid obesity in our clinic between 2015 and
2019 were retrospectively examined. Cases that had laparoscopic sleeve gastrectomy and were applied
standard dose Enoxaparin prophylaxis were included in the study. Demographic data, preoperative
preparation and postoperative antiembolic treatment conditions of the patients were registered.
Results: Eighty-seven patients who had laparoscopic sleeve gastrectomy were included in the study. 66
(%75,8) of the patients were female and 21 (%24,1) were male. The mean age was 38.7 (18-55). Mean
hospitalization duration was 6.6 (3-69) days. Four patients (% 4,5) had postoperative complication. PE
developed in two patients while leak-related mediastinitis and incisional hernia (%1,1) developed in one
case each.
Conclusion: Despite available prophylaxis methods, VTE constitutes an important morbidity and mortality
cause in patients who had bariatric surgery. While high-dose low-molecular weight heparin (LMWH) use
may cause bleeding, the possibility of VTE increases with using low-dose LMWH. This situation appears
as a limitation of LMWHs. New studies are needed for increased dose at early period and standard dose
application after discharge.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Eğilmiş Küntscher Çivisinin Çıkarılması
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Eğilmiş Küntscher Çivisinin Çıkarılması
The Removal Of A Bend NaIl
Intramedüller çivi uygulamaları femur cisim kırıklarında sık uygulanan bir cerrahi işlemdir. Bunların çeşitli komplikasyonları olabilmektedir. intramedüller çivilerin eğilme durumu nadir görülür ve çıkarılması önemli bir cerrahi problem oluşturur. 17 yaşında bir hasta, bir başka merkezde femur cisim kırığı nedeniyle Küntscher çivisi ile cerrahi tespit yapılmış ve ameliyat sonrası üçüncü ayda düşmeye bağlı uyluğunda eğilme olmasıyla kliniğimize müracat etmiştir. Radyografide Küntscher çivisinin eğildiği tespit edildi. Özel cerrahi uygulama ile çivi kesilerek çıkarıldı ve tekrar Küntscher çivisi ile cerrahi tespit uygulandı.
Intrarnedullary nailing has the braadest applicatiorz for the fetnoral shaft fracture. Various cotrıplications of the fixation device may occur at the postoperative period_ A rare con2plications of femoral nailing is the bend nail. Removal of a grossly clefortned intratnedullary nail can create a serious surgical problem. A 17 year-old boy was referred us for evaluating, cornplaining of deformity of the thigh after he fell. Ile was initially operated at an outside hospital for the fernoral shaft fracture with (.2 Küntscher nail. There was a bend nail radiographically. This problem was corrected by cutting and removal of the bend nail. This is accompolished with special surgical procedure. After the removal of the bend nail, the fracture has been internally fixed with a Küntscher nail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntertrokanterik Kırıkların Cerrahi Tedavisi
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
İntertrokanterik Kırıkların Cerrahi Tedavisi
OperatIve Treatment Of IntertrochanterIc Fractures Of The Femur
İntertrokanterik femur kırığı olan, anotomik beş ayrı internal fiksasyon aracı hasta gözden geçirildi. Hastalarımızın idi. En % 12 si edildi. ile tedavi ortalama redüksiyon edilen 48 yaşı 61,2 az 3 ay, ortalama 18 ay takip edildiler. Kırıkların stabil tip, % 82 si stabil olmayan tip olarak tespit Değerlendirmemizde, stabil olmayan kırıklarda daha fazla komplikasyon olduğu ve hastaların % 92 sinin kırık öncesi durumlarını kazandığı görüldü.
Five anatomical internal fixation devices with intertrochanteric femur fractures were reviewed. It was our patients. The most was 12%. They were followed up for a mean age of 48 years 61.2 less than 3 months, average 18 months. In our evaluation, it was seen that there were more complications in unstable fractures and 92% of the patients gained their prefracture conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Kazım Gezginç, Halime Göktepe
Derleme
Özeti
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Approach To Trauma In Pregnancy
Gebelerde travma nonobstetrik maternal-fetal mortalite ve morbiditeden sorumludur. Gebelikte travmaya yaklaşım gebe olmayanlara benzemekle birlikte gebelikte olan fizyolojik değişiklikleri bilerek hastaya yaklaşılmalı ve gelişebilecek obstetrik komplikasyonlara zamanında önlem alınmalı ve bu komplikasyonların maternal mortalite ve morbiditeyi de etkileyebileceği unutulmamalıdır.
In pregnant women, trauma is responsible for nonobstetrik maternal-fetal mortality and morbidity. Approach to trauma in pregnancy is similar to non-pregnant women. Approach to patient with considering physiological changes during pregnancy and timely prevention of possible obstetrical complications is significant keeping in mind that these complications may affect maternal mortality and morbidity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefrektomi Yapılan 150 Hastada Endikasyonlar Ve Komplikasyonlar
Mehmet Kılınç, Kadir Yılmaz, Salim Güngör, Mehmet Arslan, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Nefrektomi Yapılan 150 Hastada Endikasyonlar Ve Komplikasyonlar
Nephrectomy Related IndIcatIons And ComplIcatIons In 150 PatIents
Son sekiz yıl zarfında nefrektomi uygulanan 150 hastada, endikas•onlar, yaş ve ınortalite oranı Yeniden incelendi. Kronik pyelonefrit en sık nefrektomi sebebidir (% 38). Böbrek tümörü ise üçüncü sık se-beptiı- (% 14). 150 vakanın 98'i erkek, 52'si kadındır. Genel mortalite oram % 1.33'tür. Fakat tümör ol-mayan vakalarda mortalite oranı hemen hemen sıfırdır.
The indications, age and mortality rate in a re-cent 8-vear eıperience with 150 nephrectomies reveiwed. Chronic pyelonephritis is the most .frequent condition (38 per cent) requiring nephec-tom•. Renal tıonor is the thinl frequent cause (14 per cent). Of 150 cases 98 were mıde, 52 }vere fe-male. The over-all mortalite rate was 1.33 per cent but was almost nil in the absence of malignancy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, Mehmet Metin Belviranlı, A. Öğüldü
Araştırma makalesi
Özeti
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
MassIve Intestınal Resectıon And Short Bowel Syndrom
1983-1987 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp FakUltesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda üçü akut mezenterik vasküler oklüzyon, biri massif adezyona bağlı gangren, biri Mediterranean lenfomaya bağlı mültipl jejunoileal perforasyon, biri de askaris tıkaçlarına bağlı gangren nedeniyle yapılan 6 massif intestinal rezeksiyon vakası incelendi. Hepsinde kısa barsak sendromu (KBS) gelişti. Hastaların barsaklarının yeni duruma adaptasyonu gelişinciye kadar beslenmeyi sağlamak, ayrıca komplikasyonların önlenmesi ve tedavisi amacıyla total pareteral beslenme (TPB) uygulandı.5 hasta Şifa ile taburcu edildi, bir hasta kaybedildi. KBS gelişen hastalarda yüksek oranda görülen erken mortalite ve morbiditenin TBP ile düşürülebildiği sunucuna varıldı.
It was been presented 6 massive intestinal resection cases due to acute mesenteric vasculary occlusion in 3 cases strangulated small bowel obstruction in one case, perforated Mediterranean lymphoma in one case and ascariasis in one case between 1983-1987 in Selçuk University Medicine Faculty Alt of them developed short bowel syndrome. Total parenteral nutrition (TPN) was applied up to adaptation for new condi-tion and prevention of and treat the early complications. Five cases were successful, one case died after two months postoperation. The highy early mortality and morbidity rate can be decreased by TPN in short bowel syndrome cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellanın Alışılmamış Bir Sunumu: Pansitopeni
Turgay Ulaş, Cemal Bes, Emine Gültürk, Fatma Paksoy, Sadi Kerem Okutur, Mehmet Ali Eren, Fatih Borlu
Olgu sunumu
Özeti
Brusellanın Alışılmamış Bir Sunumu: Pansitopeni
Unusual ManIfestatIon Of BrucellosIs: PancytopenIa
Akut brusellozun nadir görünümünden ve ender hemotolojik komplikasyonundan biri olan pansitopeniye sahip bir hasta sunuyoruz. 29 yaşında bayan hasta ateş yüksekliği ve pansitopeni nedeniyle hastaneye yatırıldı. Brusella standart tüp aglutinasyon testi positif bulundu ve kan kültüründe Brusella melinentis üredi. 6 haftalık kombine doksisiklin ve streptomisin antibiyotik tedavisini takiben hastanın tamamı ile iyileştiği gözlendi. Brusella pansitopeninin nadir bir nedeni olarak akılda tutulmalı ve bir an önce tedavi edilmelidir.
We report a patient with pancytopenia which is an unusual manifestation and a rare hematologic complication of acute brucellosis. A 29-year-old female patient was hospitalized with fever and pancytopenia. Brucella standard tube agglutination test was found to be positive and cultures from blood yielded growth of Brucella melitensis. The patient completely recovered by the sixth week following combined antibacterial treatment of doxycycline and streptomycine. Brucella should be considered as an uncommon cause of pancytopenia and should be treated immediately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Pansıtopenı
Mehmet Bitirgen, Onur Ural, Ekrem Çopur
Araştırma makalesi
Özeti
Brusellozda Pansıtopenı
PancytopenIa In BrucellosIs
Brusella infeksiyonunda değişik. spesifik mayan hematolojik bozukluklar ohi abilir. Bu in-feksiyonda kemik iligi ve dalak yaygm olarak et-kilenir t e bu ter tundundar pansitopeniye neden olahilir. Bu yaztda, pansitopenili bir brusellozis ol-gusu hildirilnristit. Brusella infeksiyonunun tedavisi ile pansitopeni Bu olgti nedeniyle. brusellozisde hemotolojik komplikasyonlarm rinentini vurgulamak istedik.
Brucella infection may produce a variety ofnon-spesific haematological abnormalities. Bone mar-row and spleen are commonly involved in this in-fection and such involvement may result in a pane-topenia. In this arcticle. a pancytopenia case in brucellosis has been reported. Pancytopenia re-solved on treatment of the brucella infection. We want to stressed the importance of ha-ematological complications for brucellosis Ltiith this case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalp Kapagı Protezlerının Swım Ve Komplıkasyonları
Ufuk Özergin, Sami Ceran, Tahir Yüksek, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Kalp Kapagı Protezlerının Swım Ve Komplıkasyonları
SelectIon And ComplIcatIons Of CardIac Valvular Protheses
Ronzatizmal kalp hastaliklari ülkemizde stk karplaplan bir saglik problemidir ve cogu kez kapak replastnamm gerektirir. Kapak dizaym ye rek-nolojisindeki geliprzeler her hir hasta kin farkli avantajlari olan kapaklarin kullanilmasini gerekli kilar. Bu rnakalede nzekanik ye bioprotez kalp ka-paklarinirz seciminde dikkat edilmesi gereken fak-torler ye komplikasyonlari tartiplmtvir.
Acquired diseases of the heart valves are fre-quently seen in our country and in most of the cases they require valve replacement. Selection of cardiac valves which has different advantages are needed for each patient, because of improvement of valve engineering and technology. In this article, selection of heart valves and their complications were discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yuksek Doz Alfentanıl Anestezısıne Baglı Konvulsıyon (bir Vaka Nedeniyle)
Alper Yosunkaya, Sadık Özmen, Ateş Duman, Lütfi Yavuz, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Yuksek Doz Alfentanıl Anestezısıne Baglı Konvulsıyon (bir Vaka Nedeniyle)
ConvulsIon Caused By HIgh - Dose AlfenIanIl AnesthesIa.
Günümüzde yüksek doz opioid anestezisi kardiyak cerrahide sağladığı kardiyovasküler stabilite sebebiyle popüler bir teknik haline gelmiştir. Fakat bu teknigin intraoperarif olayları hatırlama, solunum depresyonu, kas rijiditesi ve konviilsiyon gibi yan etkileri de vardır. Biz de yüksek doz alfentanil uyguladığımız vakaların birinde, indüksiyon esnasında konvulsiyon gözledik. Yüksek doz opioidleri anestezide tek ilaç olarak kullanirken bir komplikasyon olarak, konvülsiyon gelişebileceginin bilinmesi gerektiği kanısına vardık
For today: because of its cardiovascular sta-bility. high dose opioid anesthesia has become a po-pular method for cardiac surgery. This method also has some drawbacs such as perioperative awa-reness. respiratory depression. nutscular rigitidy and convulsions. We witnessed a convulsion during induction with high dose alfentanil. We concluded that the posibility of convulsions nuist be bared in mind during high close opioid anesthesia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anterior İliak Crest'ten Minimal İnvazif Greft Alımının Klinik Sonuçları: Yeni Bir Tekniğin Tanımı
Onur Bilge, İsmail Hakkı Korucu, Faik Türkmen, Nazım Karalezli
Araştırma makalesi
Özeti
Anterior İliak Crest'ten Minimal İnvazif Greft Alımının Klinik Sonuçları: Yeni Bir Tekniğin Tanımı
ClInIcal Results Of MInImally InvasIve Graft HarvestIng From The AnterIor IlIac Crest: DescrIptIon Of A Novel TechnIque
Amaç: Otolog kemik greft kullanımı çeşitli ortopedik girişimlerde altın standarttır. Bu çalışmanın amacı,
anterior iliak krestten Jamshidi ile K-teli kılavuzlu, çok yönlü perkütan kemik grefti almanın alternatif bir
tekniğini tanıtmak ve bu tekniğin erken karşılaştırmalı klinik sonuçlarını ortaya koymaktır .
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif karşılaştırmalı çalışmaya Ocak-Kasım 2013 tarihleri arasında kemik
grefti gerektiren çeşitli el ameliyatları geçiren 38 hasta dahil edildi. Hastaların dahil edilen tanıları; el ve
bilek kemiği kırıkları psödoartrozları ve iyi huylu kemik tümörleriydi. Hastaların prospektif olarak toplanan
verileri geriye dönük olarak iki grupta değerlendirildi. İliak krest otogreft alımı, sırasıyla grup I ve II'de
standart bir açık teknikle ve sonraki bölümde anlatılacak olan yeni bir perkütan teknikle gerçekleştirildi.
Hastaların ortalama yaşı sırasıyla grup I ve II'de 29,6 +/- 6,4 ve 28,6 +/- 8,2 idi. Hastaların postoperatif ağrı
ve cerrahi yara izi algısına bağlı ağrıları Görsel Analog Skala üzerinden derecelendirilmiş; postoperatif 6.
ayda kaydedildi. İstatistiksel olarak Mann-Whitney U testi kull anıldı.
Bulgular: Perkütan grupta hiçbir majör postoperatif komplikasyon görülmedi. Ağrı açısından, postoperatif
6. ayda orta vadede V AS skorları grup II'de grup I'e göre anlamlı olarak düşük bulun du (p <0.05).
Sonuç: İliak krestten Jamshidi ile yeni K-teli kılavuzlu kemik grefti toplama, postoperatif ağrı azaltma
açısından güvenli ve hasta dostu bir yöntemdir. Bu teknik, kemik grefti gerektiren küçük eklem ve kemik
ameliyatlarında faydalıdır. Bu çalışmanın sonuçları, daha yüksek düzeyde kanıt çalışmaları ile daha da
desteklenmelidir.
Aim: Autologous bone harvesting is the gold standard for grafting in a variety of orthopaedic procedures.
The aims of this study were to introduce an alternative technique of K-wire guided, multidirectional
percutaneous bone graft harvesting with Jamshidi from the anterior iliac crest, and to put forward the early
comparative clinical results of this technique.
Patients and Methods: 38 patients, who underwent a variety of hand surgeries in which bone grafting was
required between January and November 2013, were included in this retrospective, comparative study.
The included diagnoses of the patients were; non-unions of hand and wrist bone fractures, and benign
bone tumors. The prospectively collected data of patients were retrospectively evaluated in two groups.
Iliac crest autograft harvesting were performed with a standardized open technique, and with a novel
percutaneous technique -which will be described in the subsequent section- in group I, and II, respectively.
The mean age of the patients was 29.6 +/- 6.4, and 28.6 +/- 8.2 in group I, and II, respectively. The patients’
postoperative pain related with the perception of the pain and surgical scar, were evaluated according to the
graded Visual Analogue Scale; at postoperative 6th months. Statistically , Mann-Whitney U test was used.
Results: There were no major postoperative complications in the percutaneous group. Regarding pain,
mid-term at postoperative 6th months, VAS scores were found to be lower in group II than in group I,
significantly (p< 0.05).
Conclusion: The novel K-wire guided bone graft harvesting with Jamshidi from the iliac crest is a safe and
patient-friendly method in terms of postoperative pain reduction. This technique is useful in small joint and
bone surgeries, requiring bone grafting. The results of this study should be further supported with higher
level of evidence studies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
F-18 Fdg-Pet/ct’de Multiple Kemik Metastazını Taklit Eden Benign Bir Patoloji: Brown tm
Özlem Şahin, Ahmet Eren Şen, Zeynep Aydın, Buğra Kaya
Olgu sunumu
Özeti
F-18 Fdg-Pet/ct’de Multiple Kemik Metastazını Taklit Eden Benign Bir Patoloji: Brown tm
A BenIgn Pathology MImIckIng MultIple Bone MetastasIs On F-18 Fdg-Pet/ct: Brown Tumor
\r\n Brown tümörler uzun süreli hiperparatiroidinin nadir bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilen, benign ancak lokal agresif seyreden tümörlerdir. Klinik ve radyolojik olarak kemik metastazları ile karışabilirler. F-18 FDG PET/CT’de Brown tümörler tıpkı metastatik kemik lezyonları gibi artmış metabolik aktivite gösterirler. Çalışmamızda multiple kemik metastazı ön tanısı ile primer odak aramak için PET/CT çekilen, görüntülerde primer odak saptanmayıp paratiroid lojlarında artmış FDG tutulumu görülmesi nedeni ile Brown tümörden şüphelenilen ve ileri tetkiklerle tanısı doğrulanan bir hasta sunulmuştur. Bu olgu sunumu ile klinik ve radyolojik olarak kemik metastazı düşünülen hastalarda Brown tümörünün de ayırıcı tanıda akılda tutulması gerektiğini vurgulamayı amaçladık.
\r\n
\r\n Brown tumors are benign, but locally aggressive tumors that may emerge as a rare complication of prolonged hyperparathyroidism. They may be clinically and radiologically confused with bone metastases. Browns tumors show increased metabolic activity on F-18 FDG-PET/CT just as metastatic bone lesions. In this study, we present a patient who underwent PET/CT to seek a primary focus with the presumed diagnosis of multiple bone metastasis, and Brown tumor was suspected because no primary focus was detected on imaging and increased FDG enhancement was seen in parathyroid locations, and the diagnosis was confirmed with further investigations. Herein, we aimed to underline that Brown tumors should be kept in mind in the differential diagnosis in patients who are clinically and radiologically considered to have bone metastasis.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mastoidite Bağlı Sekonder Gelışen Bır Orbita Absesi Olgusu
Süleyman Okudan, Nazmi Zengin, Mehmet Kemal Gündüz, Mehmet Okka
Araştırma makalesi
Özeti
Mastoidite Bağlı Sekonder Gelışen Bır Orbita Absesi Olgusu
A Case Of OrbItal Abscess Secondary To MastoIdItIs
Görmeyi ve potansiyel olarak hayatı tehdit edici komplikasyonlartnı önlemek için orbital enfekkiyon-ların acilen twıı ve tedavisi çok gereklidir. Bu makalede mastoiditi takiben orbital abse tanısı konan 10 haftalık bir kız çocugunda çeşitli tanı yöntemlerinin ve tedavi seçeneklerinin degeri tartışılmıştır.
in order to prevenl the visual and potentially life-threateııing complications, prompi diagnosis and treatment of orbital infections are vital. In this aı-tic-le, the value of various diagnostic and therapeutic options are discussed in a 10 weeks oldfemale diag-nosed as oı-bital abscess following mastoidits.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Medıkal Ve Cerrahı Olarak Tedavı Edilmıs Bir Vertebra Kıst Hıdatık Vakası
Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Recep Memik
Araştırma makalesi
Özeti
Medıkal Ve Cerrahı Olarak Tedavı Edilmıs Bir Vertebra Kıst Hıdatık Vakası
CombIned MedIcal And SurgIcal Treatment Of Vertebral HydatId DIsease: A Case Report
Kemigin kist hidatik hastahgt, diger organ tu-tulumlartna gore cok az goriiliir. Kemik tu-tuluntlarunn yaklaok yawl vertebrada ortaya cikar. Ciddi komplikasyonlarla seyreden vertebra kiss hi-datiginin ve sedavisinde bircok sorunlar mev-cuttur. Bu makalede; cerrahi ye medikal tedavi ile iyi sonuc alum bir vertebra kist hidatik vakası takdim edildi.
The hytiatid disaese of bone is very rare then the other organ involvements. The vertebral column is in-volved in about 50 % of the patients. Vertebral hyda-tidosis is characterized by serious complications and it causes many diagnostic and therapeutic problems. One patient with hydatidosis of the vertebral column who was treated succesfidly by ehemoterapy and sur-gery was reported in this article
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner Anjiografi Laboratuvarında Nadir Karşılaşılan Bir Komplikasyon: Stent Sıyrılması
Hasan Sarı, Yakup Alsancak, Selman Soylu, Ahmet Seyfeddin Gürbüz, Mehmet Akif Düzenli
Olgu sunumu
Özeti
Koroner Anjiografi Laboratuvarında Nadir Karşılaşılan Bir Komplikasyon: Stent Sıyrılması
Rare ComplIcatIon In The Coronary AngIography Laboratory: Stent StrIppIng
Yabancı cisim embolizasyonu, perkütan koroner girişimin nadir bir komplikasyonu olmasına rağmen, işlem sayısının artması, bu sorunun girişimsel kardiyologlar tarafından daha sık karşılaşılmasına neden olmaktadır. Son yapılan vaka çalışmaları, stent sıyırma oranının % 1'in altında olduğunu bildirmiştir. Girişimsel kardiyologlar, günlük pratikte önemli sayıda vakayla ilgilenir ve çok çeşitli komplikasyonlarla karşı karşıya kalır. Stentin sıyrılması, acil koroner baypas cerrahisi, koroner tromboz, miyokardiyal enfarktüs, serebrovasküler olay ve ölüm gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Bu nedenle, stent sıyırlmasının doğru yönetimi, mortalite ve morbidite riskini azaltmak için önemlidir. Bu vaka da sol ana koroner arterde stentinin sıyrılma olgusunu sunuyoruz; sıyrılan stentin kaldırma prosedürünü ve ortaya çıkan komplikasyonları tartışıyoruz.
Although foreign body embolization is a rare complication of percutaneous coronary intervention, the increase in the number of procedures results in this problem being more frequently encountered by interventional cardiologists. Contemporary case studies have reported the rate of stent stripping to be below 1%. Interventional cardiologists attend to a considerable number of cases in everyday practice and witness a diverse spectrum of complications. Stent stripping can result in severe complications such as emergency coronary bypass surgery, coronary thrombosis, myocardial infarction, cerebrovascular event and death. Thus, the proper management of stent stripping is important for reducing the risk of mortality and morbidity. In this article, we present a case of left main coronary artery stent stripping; we discuss the removal procedure and the complications that arose.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Kist Hidatiği Üzerine İn-Vitro Ortamda Değişik Konsantrasyonlardaki Nacı, Albendazol Ve Praziquantel Solüsyonlarının Skolisidal Etkilerinin Araştırılması
Nurullah Aksoy, Mehmet Avni Gökalp, Ersin Borazan, Yasemin Zer
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Kist Hidatiği Üzerine İn-Vitro Ortamda Değişik Konsantrasyonlardaki Nacı, Albendazol Ve Praziquantel Solüsyonlarının Skolisidal Etkilerinin Araştırılması
A Research About The Effects Varıous Concentratıons Of Nacl, Albendazole And Prazıquantel Solutıons On Human's Cyst Hydatıd In In-Vıtro Envıronment
Kist hidatik dünya üzerinde yaygın bir coğrafyada görülen, önemli komplikasyonlara neden olan ve azımsanmayacak düzeyde nüks izlenen bir hastalıktır.Enfektif bir hastalık olmasına rağmen hala primer tedavisi cerrahidir. Bu noktada tedavinin başarı şansını arttırmak için cerrahi teknik ve kullanılan skolisidal madde önem arzetmektedir.
Literatürde en etkin skolisidal maddenin belirlenmesi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle her klinik farklı ajanları kullanabilmektedir.
Bu çalışmada in-vitro ortamda sık kullanılan bazı skolisidal maddelerin zamanla ilişkili olarak etkinliğini araştırdık. Çalışmamızda kullanılan ajanların 20. dakikada hepsinin başarılı olduğunu, ancak en erken ve en efektif yanıtın praziquantel ile alındığını gördük. Bu bulgular praziquantelin E. granulosusu öldürmedeki başarısını göstermekle birlikte medikal tedavide yer edinmesini öneren çalışmalara destek vermektedir.
E.granulosusun hem medikal hem de cerrahi tedavisi sırasında kullanılacak ideal skolisidal maddenin belirlenmesi için efektivite-yan etki analizi yapılan daha fazla çalışma yapılmalıdır.
The hydatid cysts that are common geographically over the world; causing serious complications and considered as a high recurrent average disease . In spite of the infective nature of the disease; the primary treatment is a surgical one . And in this point the surgery techniques and the using of the scolicidal agents is important to increase the chances of the successful treatment.
In the literature, there is not enough information about the determination of the most effective scolicidal substances. Therefore clinically there are different opinions in the using of the different agents
In this study, in –vitro we investigated the activity of some frequent used scolicidal substances related to the time . All the agents that used in our study for 20 minutes were successful. But we have seen that the earliest and the most effective response is noticed with praziquantel. These findings that demonstrate the success of praziquantel to kill E. granulosus are proposing to support the medical treatment.
To determine the ideal scolicidal material that will be used in the medical and the surgical E.granulosus treatment, and its side effects more efficiencies-study analysis must be performed
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kontakt Lensler: Endikasyonları, Komplikasyonları Ve Kontrendikasyonları
Süleyman Okudan, Mehmet Okka, Ahmet Özkağnıcı
Araştırma makalesi
Özeti
Kontakt Lensler: Endikasyonları, Komplikasyonları Ve Kontrendikasyonları
Contact Lenses: Indıcatıons, Complıcatıons And Contraındıcatıons
Kontakt lenslerin tarihçesi oldukça eskiılir. Ilk kez 16. yüzyılda Leonardo de Vinci ile başlaını.ş ve günümüze kadar çok aşamalar kaydenniştir. 1926 yılında skleral lens, 1942 yılında korneal lens, 1962 yılında hidrofilik lens ve 198011i yıllarda silikon lensler geliştirilmiştir. Kontakt lensler önceleri optik amaçla refraksiyon kusurlarının düzeltilmesnde kul-lanılirken daha sonraları kozmetik amaçla ve korncanın hastalıklarında tedavi amacı ile kullanılır duruma gelmiştir
The history of contact lenses is very old. It started with Leonardo de Vinci in the 16th century for the first time, and many stages have been recorded until today. Scleral lenses were developed in 1926, corneal lenses in 1942, hydrophilic lenses in 1962 and silicone lenses in 198011i. While contact lenses were used to correct refractive defects for optical purposes, later they became used for cosmetic purposes and for the treatment of horn diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdomınal Aort Anevrızmaları
Mehmet Yeşiltay, Kadir Durgut, Ufuk Özergin, Işık Solak, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Abdomınal Aort Anevrızmaları
AbdomInal AortIc Aneursyms
Abdominal aort anevrizmasi hayati tehdit eden bir patolojidir. Anevrizmanin rupture olmastnt en-gellernek kin ilk yakla§intlar ligasyon, elekt-rokoagliisyon, wramping gibi anevrizma ici pihn te-ekkuliine girifimlerdir. 1951 yrItiida Dubost abdominal anti anevrizma vakalarinda ilk kez greft uygulayarak anevrizmayi tedavi etnzigir Bu tarihten sonra sentetik greft interpozisyonu abdominal aort anevrizma tedavisinde tercih edilen metot olniugur. Selcuk Universitesi Tip Fakiiltesi Kalp Damar Cerrahisi kliniginde 1990-1995 yillan arasinda 10 ab-dominal aort anevrizmalt vaka ameliyat edilmigir. 9 hasty elektif olarak, 1 hasta acil ,sartlarda ameliyata Operasyon strasinda I hastcuntz kay-betlilmigir. 9 hastanuzda postopertif donenrde ciddi bir komplikasyonla karplaiivilniamt,sttr.
Abdominal aortic aneurysms have been to life the-ratening a pathologic process. Early aternpts to pre-vent rupture of aneurysm included ligation, wram-ping sac in an attend to induced trombosis. In 1951 Dubost introduced graft replacement of aortic ane-urysm that a reliable method of aneursym repair be-come available. Since then graft interposition for ab-dominal aortic aneursym has been become prefer therapy. Between 1990 and 995, 10 patients underwent operations for abdominal aortic aneurysms at the Sel-cuk University Medical Faculty clinic of car-diovascular surgery patients had elective procedure and 1 patient had urgent procedure. One patient had been died during the operation and in the other pa-tients haden't been seriously a postoperatif cop-lication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Ve Nüks Pterjiyumlu Hastalarda Otogreftli Pterjiyum Cerrahisinde Fibrin Doku Yapıştırıcısı Ve Vikril Sütür Tekniğinin Karşılaştırılması
Meydan Turan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Ve Nüks Pterjiyumlu Hastalarda Otogreftli Pterjiyum Cerrahisinde Fibrin Doku Yapıştırıcısı Ve Vikril Sütür Tekniğinin Karşılaştırılması
ComparIson Of FIbrIn TIssue AdhesIve TechnIque WIth VIcryl Suture TechnIque In Autograft PterygIum Surgery In PatIents WIth PrImary And Recurrent PterygIum
Amaç: Kliniğimizde otogreftli pterjiyum cerrahisinde uyguladığımız fibrin doku yapıştırıcı ve vikril sütür tekniğininin karşılaştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya vikril sütür ile otogreftli pterjiyum cerrahisi yapılan 72 hasta (Grup 1), (primer pterjiyumlar Grup 1a, Nüks pterjiyumlar Grup 1b), fibrin doku yapıştırıcısı kullanılarak otogreftli pterjiyum cerrahisi yapılan 58 hasta (Grup 2), (primer pterjiyumlar Grup 2a, Nüks pterjiyumlar Grup 2b) dahil edildi. Hasta dosyaları retrospektif olarak gözden geçirildi. Her iki grupta cerrahi işlem süreleri ve komplikasyonlar not edildi. SPSS, 20.0 versiyon istatistik analiz programı kullanıldı. Veriler bağımsız örneklem t testi kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Gruplara dahil edilen hastaların yaşları Grup 1’de 37 ile 65 yıl arasında olup, ortalama yaş 47.04±5.70 yıl iken, Grup 2’de 38 ile 57 yıl arasında olup ortalama yaş 47.10±4.88 yıl idi. Gruplar arasında hastaların yaşı değerlendirildiğinde anlamlı fark görülmedi (p= 0.95). Ameliyatın ortalama süresi grup la, 1b, 2a ve 2b'de sırasıyla 24.91 ± 3.08 dk, 25.60 ± 2.20 dk, 17.62 ± 2.57 dk ve 18.84 ± 2.83 dk idi. Grup 1a ve 1b (p = 0.021), grup 2a ve 2b (p = 0.001), grup 1 ve 2 (p <0.001) arasında ameliyat süresi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Nüks pterjiyumda her iki teknikte daha fazla cerrahi süresi gerektirdiği tespit edildi. Her iki grupta hastalarda nüks görülmedi.
Sonuç: Otogreftli pterjiyum cerrahisi, pterjiyumda güvenilir, nüks oranı düşük bir cerrahi yöntemdir. Fibrin doku yapıştırıcı ile yapılan otogreftli pterjiyum cerrahisi daha kısa cerrahi süresine olanak sunması nedeniyle tercih edilebilecek bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
Objectives: The aim of this study was to compare the fibrin tissue adhesive technique with vicryl suture technique in autograft pterygium surgery.
Material and Methods: Seventy two patients (Group 1) who underwent autograft pterygium surgery with vicryl suture technique (Primary pterygium Group 1a, recurrent pterygium Group 1b) and 58 patients who underwent autograft pterygium surgery with fibrin tissue adhesive technique (Primary pterygium Group 2a, recurrent pterygium Group 2b) were included in this retrospective study. Duration of the surgery and complications were analyzed from the file records. Statistical analyses of the data were performed using the SPSS 20.0 software. Independent samples – t test was used for the comparisons between groups.
Results: The mean age of the patients was 47.04±5.70 years (ranging between 37-65) in Group 1 and 47.10±4.88 years (ranging between 38-57) in Group 2. There was not a statistically significant difference in terms of age between two groups (p=0.95). The mean duration of the surgery was 24.91±3.08 min, 25.60±2.20 min, 17.62±2.57 min, and 18.84±2.83 min in groups 1a, 1b, 2a and 2b, respectively. There were statistically significant differences in terms of the duration of the surgery between groups 1a and 1b (p=0.021), groups 2a and 2b (p=0.001), groups 1 and 2 (p<0.001). Recurrence pterygium was found to require more surgery time in both techniques. Postoperative recurrence was not observed in any of the patients.
Conclusion: Pterygium surgery with conjunctival autograft is a reliable surgical method with low recurrence rates. The duration of surgery in recurrent pterygium was found to be longer in both surgical techniques. It is concluded that autograft pterygium surgery with fibrin tissue adhesive is the preferred surgical method that shortens the duration of the surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetiklerde Erıtrosıt Superoksıd Dısmutaz, Glutatyon Peroksıdaz Ile Plazma E Vıtamınının Aral5tırılması
Mehmet Gürbilek, Neşe Hayat Aksoy, İdris Akkuş, Sadinaz Kalak, Osman Çağlayan, Mehmet Aköz, Elif Zeren
Araştırma makalesi
Özeti
Diyabetiklerde Erıtrosıt Superoksıd Dısmutaz, Glutatyon Peroksıdaz Ile Plazma E Vıtamınının Aral5tırılması
InvestIgatIon Of Serum VItamIn E Level And Erythrocyte Super OxIdase And GlutathIone Pe-RoxIdase ActIvthes Of PatIents- WIIh Type Iı DI-Abetes MellItus
Divabelin komplikasyonlari, insulin ho-meostasizinde ve enerji metabolizmasuzdaki de-e4ikliklerden kaynaklanan metabolik stresin bir so-nucu olarak kabul edilmektedir. sires, oksidatif stresin a•tmaszna vol acarak komp-likasyonlarin tepik eden yapisal ye fonk-sivonel hasar oluvurmaktadir. Ozellikk ivi kontrol edilemeyen divabette oksidatif aktiVitenin artmasi serbest radikal oluyitinumi arturmaktadw. Serbest radikallerin :ararlz etkile•ine karst. organi:ntalarda antioksidan savunina sistemleri hrr-lunur. Bit calksmada, 35-75 vallarz a•asindaki 57 tip II diabetes mannish? pasta lie 34-66 yagari ara-szndaki 33 saglach kiside eritrosit ici Glutatyon pe-roksida: (GSH-P) ve Siiperoksid dismutaz (SOD) He serum E vitamini dikeyleri tayin Diabetes mellitus grubunda GSH-Px 26.7±12.8 U g Hb. SOD 550±200 U Hb. F vitamini ise 472.6 ± 183 .ugldl iken, /control grubunda GSH-Px 21 .8±6.2 U g fib. SOD 649±165 U g Hb Ye E 422_7±145 11 r d1 olarak bulundu. Her iki g•uba ait GS11-Px. SOD ye E vitamini arasuidaki lark istatistiki aculan &en& bultannadi. caltsina ile, antioksidanlarin aktivitesinde hicbir dekisiklik bulwark-IA.010cm, divabetin serhest radikallerin Uretimini en-gelleyebileceki sonu.cuna vartldt
Complications of Diabetes mellitus are beleived to be resulted from altercations in insulin ho-meostasis and energy metabolism. Metabolic stress, by increasing oxidative stress causes jimctional and structural damage which results in diabetic comp-lications. The formation of free radicals as a result of an increase in oxidative tetil.ity increases in Un-controlled diabetes mellitus. In organisms, an-tioxidant defense systems are present agains harm-ful effects Of free radicals. In the present study. sermon vitamin E and ervt-hrocyte superoxide disimuase (SOD) and ght-tathione peroxidase (GSH-P.►-) activities of 33 he-alty subjects aged between 34-b6 and 57 patients with type II diabetes mellitus under treatment and aged between 35-75 nears have been investigated. Erythrocyte SOD and GSII-Px activities and serum Otani'', E level of patients were 550±200 U g 11b. 26.7±12.8 g lib and 472.6±183 ftg ill whereas these of controls were 649±165 .. gr 21.8±6.2 U gr III and 422.7±145 fig;d1 res-pectively. The difference between the parameters of the two groups were nor significiant statistically. - Since no significiant alteration was found in the activity of antioxidants. it was concluded that tre-atment of diabetes mellitus might prevent preduction of, free radicals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Greft Enfeksıyonları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Hakan Filizlioğlu, Neşe Ünal, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Greft Enfeksıyonları
Graft InfectIons
Ocak 1988 - Mart 1996 tarihleri arasinda kli-ni§imizde toplam 167 vakaya otojen yen velveya prostetik materyal (Dacron veya PTFE) kullanilarak vaskiiler rekonstriktif ameliyat yaptimiftir. Aynt ytllar arasinda takip siiresince 6 (%3.56) hustada greft enfeksiyonu gel4migir. Greft en-feksiyonlarinda temel tedavi prensihi ktiltiir an-tibiyogram sonuclanna gore uygun antibiyotik te-davisi ye greftin total olarak clkarilmast olmuour. Morbidite 1 amputasyon olup, mortalitemiz yoktur. Greft enfeksiyonlan vaskiiler cerrahinin en korkulan komplikasyonlanndan biridir ye yiiksek morbidite ye mortalite sebehidir. Degi4ik serilerde %1.3 ile %6 arasinda de,g4en greft enfeksiyonu in-sidanst gorulmu tar.
167 vascular reconstructive operations have been performed in our clinic using a prosthetic vas-cular graft (Dacron or PTFE) and/or autogenous vein graft between the dates of January 1988 -March 1996. During their follow up in this period 6 graft infection (%3.56) have been developed. Our major treatment protocol in graft infections was to remove the infected graft totally and to use app-ropriate antibiotics according to culture results. Our morbidity was I amputation . In different series incidence of graft infections is reported to he between 1.3 - 6%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Turban İ6nest Aspırasyonu
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Ufuk Özergin, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Turban İ6nest Aspırasyonu
Turban PIn AspIratIon
Ocak 1990 ile Aral& 1995 tarihleri arasinda S. U. Tip fakiiltesi Gages Ka1p Damar Cerrahisi kli-nigine 39 k4i boncuklu igne aspirasvonu nedenivie nitiracaat etmigir. Hastalarin tamanu bavan °hip, 11-20 grubu cogutiluku olugurmaktadir. Te,shis; anamnez ye cekilen PA Akciker grafisinde rad-voopak ignenin gorultnesivle kontilmujtur. 4 has-tada spontan atilim, 2 hastada gastrointestinal sis-tenze Klasik tedavi olarak rijit bronkoskopi uygulannusur. 5 hasta skopi + bron-koskopi teknigi ile komplikasyonsuz olarak tedavi edinilmiş, 4 hastaya da torakotomi uygulanmıştır.
Between January 1990 and December 1995, 39 patients applied to Thoracic and Cardiovascular-Surgery Department, Faculty of Medicine Selcuk University with the complain of turban pin's as-piration. All the patients were female and most of them were between 11 and 20 years age. Diagnosis dependent on anamnesis and posteroanterior chest x ray. Rigid bronchoscopy was performed except 6 pa-tients. 4 of them exhausted their foreign bodies spontaneously and in 2 of them foreign bodies was recognized to swallowed into gastrointestinal tract. Five patients were succesfUlly treated by rigid bronchoscopy together with fluoroscopy without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
Adnan Abasıyanık, Ahmet Hamdi Gündoğan, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
TherapeutIc LaparoscopIc SurgIcal Procedures In ChIldren
Ocak 1994 - Aral& 1995 tarihleri arasinda 39 olgu laparoskopik cerrahi ile tedavi edildi. Bu calqmamizin anzact, laparoskopik cer-rahinin cocuk cerrahisindeki tedavi endikasyonu ve etkinligi konusundaki izlenimlerimizi aktarrnakttr. Olgulartnnz 1 ile 16 ya§. arasindadtr. En stk la-paroskopik cerrahi uygulamalaruntz; apendektomi (13 olgu), over kist drenaji (4 olgu). splenektomi (4 olgu), kolesistektomi (3 olgu) dir. Toplam 4 olguda (%10) teknik zorluktan dolayi actk cerrahiye gecrnek zorunda kalindt. Intraoperatif komplikasyon olarak 2 olguda ekstraperitoneal ensuflasyon, 5 olguda ta-411cardi ye aritmi, 2 olguda gevici hipertermi tespit edildi. Postoperatif dijnemde apendektomi ya-pzlan hit- olguda ileus Ameliyet siireleri actk cerrahiye layasla sple-nektomi ye Swenson uygulamalarmda daha uzun, apendektomilerde aynt, koksistektorni, over kist as-pirasyonu ye travma nedeniyle yaptigimiz mii-dahalelerde daha ktsa siirdugii tespit edildi. 01- gularunizin hastanede kalg siireleri ise actk cerrahiye layasla tiimiinde daha ktsa siireli idi. Laparoskopik cerrahi, actk cerrahiye oranla daha az kornplikasyonlarmzn ()imam ve hu komp-likasyonlarin genellikle kisa siirede gecehilmesi ne-deniyk rahat tolere edilehilen yararh hir yontemdir.
Between January 1994 and December 1995.29 pa-tients were treated with laparoscopic surgery in our department. The aim of this study is to present our ex-perience with the indications and efficacy of la-paroscopic surgery in pediatric surgery. The age of the patients was heteen one and 16 years. The most common procedure that we per-formed was appendectomy (13 patients). The other-common procedures were ovarian cyst drainage (four patients), hemostasis in traumatic int-raabdominal hemorrhage (three patients). sple-nectomy (four patients). Swenson's procedure (three patients), and cholecystectomy (three patients). We had to converse to open surgery for technical reasons in a total of four patients (10%). We observed extra peritoneal insujilation in ma patients, transient tachycardia and arrhythmia in five patients. and tran-sient hyperthermia in another two patients as int-raoperative complications. One patient developed postoperative ileus after appendectomy. The duration of the laparoscopic procedures was longer than that of the open surgery in spknectomy and Swenson's procedure. similar in apendectomy, but shorter in cholecystectomy, ovarian cyst dra-inage, and hemostasis for intraandominal he-morrhage. Hospital stays were shorter in all la-paroscopic procedures comparing with open surgery. Laparoscopic surgerey is a useful method with low incidence of complications which are well to-lerated for the treatment of the surgical pediatric pa-tients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Retroperaoneal-Kitlelere Etkın Bir Cerra-Hi Ulasım Yolu : Modifiye Torakoabdomınal Yol
Recai Gürbüz, Ali Acar, Şükrü Çelik, Mehmet Özeroğlu, Şenol Ergüney, Ercüment Y. Acarer
Araştırma makalesi
Özeti
Retroperaoneal-Kitlelere Etkın Bir Cerra-Hi Ulasım Yolu : Modifiye Torakoabdomınal Yol
An FlactIve SurgIcal Approach For Ret-RoperItoneal Masses: ModIfIed ThoracoandotnInal Approach
1984 - 1994 villarm arasmnda Seljuk Oniversitesi Tip Fakiiltesi Uroloji Kliniginde retroperitoneal kitle = tmedeniyle 41 hasta opere edildi. Ope-rasyonlarda 15 hastaya (midline) orta hat, 11 has-taya paleintedial, 10 hasta-ya mock he to-rakoabdominal. hastaya subkostal (flank) insizyonu uygulandt. Cerrahi vaklasimlar postoperatif erken. am-bulasyon, 1110thidite. haStanede kcliq siiresi ye in-sizyonua bagim erken ye gel: komplikasyonlar yä-nilyle degerlendirildi. Rerroperironeal kitlelerde modifiye to-rakoabdominal illSi.7)M11111, ci ellikle transperitoneal anterior midline ye paramedian insilvonlara gosterdigi belirlendi.
41 patients with retroperitoneal mass were ope-rated in the Selcuk University medical Faculty Uro-logy' Clinic between 1984-1994. For 15 patients midline approach, for 11 patients paramedical app-roach, for 10 patients ntodllied thoracoabdominal approach, for 4 patients subcostal flank approach were applied_ Surgical tipproaches. early ambulation, mor-bidity, days of hospitilization, early and late comp-lications due to incision were evaluated. More succesfill results are obtained with 1110- dified ihOraCOabdOillinal approach titan other app-roaches for retroperitoneal amasses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Mıyokart Infarktusu Sonrası Gelısen Ventrıkuler Septum Rupturu
Hasan Hüseyin Telli, Hasan Gök, V. Gökhan Cin, Mehmet Çelik, Ahmet Altıntaş, Mehmet Tokaç
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Mıyokart Infarktusu Sonrası Gelısen Ventrıkuler Septum Rupturu
InterventrIcular Septum Rupture Developed After Acute MyocardIal InfarctIon
Bu makalede. Akut miyokard it farktiisiinfin en komplikasyonlardan bin olan, ituraventrikiiler septum bir vak'a takdiin edihli. Akut in-ferior mivokard irz c l ktiislt bir hastantn klinik du-rumu. Doppler ekokardivografi ile degerlendirildi. bu vara nedeniyle, akut miyokard Iikte olan intraventrikider septum riiptiirliniin curia tanist, teşhis yontemieri, prognozu 'e en iyi tedavi metodları tartışıldı
In. this article, a case with interventricular sep-tum rupture which is one of the most serious coup-lications of acute myocardial infarction was int-roduced. The clinical situation of the patient with acute inferior myocard inlarction f1 /5 evaluated with the Doppler echocardiograph. Owing to this case differential diagnosis. diagnostics methods. prognosis and the best treatment of intervetricular septum rupture with acute myocardial infarction was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derin Boyun Enfeksiyonları
Ahmet Kaya, Fuat Yöndemli
Araştırma makalesi
Özeti
Derin Boyun Enfeksiyonları
Deep Neck Infectıons
Erken teşhis ve tedavi edilmediği takdirde fatal komplikasyonlarla seyreden derin boyun infeksiyonlarmın (DBİ) insidensi antibiyotiklerin kullanım alanına girmesiyle oldukça azalmıştır. Ancak primer °dağın tedavisinde yetersiz kalındığı ya da etkisiz antibiyotiklerin kullanıldığı durumlarda DBİ'mn önemli bir bölümünde hastalığı özgü bulgu ve belirtiler maskelenebilmektedir. Çalışmamızda gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle kliniğimize kabul ettiğimiz ve DBİ tanısı alan bir hasta sunularak konu irdelenmiştir.
Deep neck infection (DNI) used to manifest itself with a lethal compliactions when early diagnosis and treatment was ignored. Although, the advent of antibiotics has reduced considerably the incidence of overall number of deep neck infections. However, insufficient cure of infection of concerned tissue or the USC of inappropriate antibiotic treatment can mask the DNI related symptoms and findings. In this report, we are presenting a case tha was admitted to our clinic with a gastrointestinal hemorrhage and Iater her deep neck infection was diagnosed. The pus was drained out and treated with appropriate antibiotic regiment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
Sıtkı Göksu, Ünsal Öner, Nursan Tahtacı
Araştırma makalesi
Özeti
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
The ComparIson Of Oral KetamIne Usage In Two DIfferent Doses For PedIatrIc PremedIcatIon
cocuklarda premedika.vvon arnactyla ketamin clegiVk doff ve yollarla uygulanmaktadir. 20'Fr kirilik iki grup olgutarda uygulandr. Farkli dozda ketamin pediatrik preniedikasyonda oral olarak verildi. Ketamin 1. gruba 4 mg/kg, 2. gruba 6 mglkg dozda 0.2 'nag kola icinde anestezi indiiksiyonundan 20 dk. once peroral verildi. Her iki gruptaki cocuklar ketamini iyi tolere etti. cocuklarm sedasyon durumlari Wilton tun sedasyon skalasina gore degerlendirildi_ Premedikasyondan 5 dk son-raki degerlerde her iki grupta istatistiksel _vOnden fork bulunmadi (p>0.05). Ancak 10. 15. ve 20. dkilardaki uyatukhk, sakin, uyuyor alma degerleri arastnda istatistiksel olarak belirgin farkldrklar go-riildii (p<0.05). 2. grupta moskeye reaksiyon daha iyi idi. Her iki grupta komplikasyon olarak nistagmus, dil d e fasikiilasyon ve oral sekresvon artut Sonucta 6 mg/kg oral ketaniin 4mglkg oral ke-tamine gore iyi sedasyon saglamasi, maske uy-gulamasma reaksiyonun daha iyi alma I.V.kateter uygulamastiza reaksiyon gostertnemesi ve lamplikasyonlartnin benzer olmasi acrsmdan taysiye edilebilir nitelikte gorüldü.
Ketamine has been applied in children in dif-ferent doses and ways for patients. Ketamine was given to the first group in dose 4 mglkg and to the second group in dose 6 mglkg mixed in 0.2 mlik-g cola 20 minutes before induction of anesthesia.,Ke-tamine was tolerated well in both groups. Sedation was evaluated according to Wilton's sedation scales. Five minutes after premedication there was no sta-tistical difference in sedation scores (p>0.05). But in the period 10., 15. and 20. minutes after pre-medication significant statistical difference was oh-served in the scores of awake, calm and asleep si-tuation (p<0_05). The second group tolerated the mask better than the first. As a complication nis-tagmus, tongue fasciculation, increase in oral sec-reafion were noticed during the procedure_ As a result oral ketamine in dose 6 mglkg was found preferable due to sedation, reaction to mask, I.V. catheter application and causing the similar complication as comparated with oral ketamine in doses, 4 mg/ k g
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boğaz Kültürlerınde A-Grubu Beta Hemolitık Streptökok Üreyen Hastalarda Aso-Crp Düzeylerının Araştırılması
Mahmut Baykan, A. Zeki Şengil, Emine İnci Tuncer, Hilal Kart, Ayşen Karabayraktar, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Boğaz Kültürlerınde A-Grubu Beta Hemolitık Streptökok Üreyen Hastalarda Aso-Crp Düzeylerının Araştırılması
Aso-Crp Levels In PatIents. FIavIng A Group Beta HemolytIc StreptococcI In Throat Culture
Yapmış oldukları çeşitli enfeksiyonlar (özellikle OSYE)'dan sonra kardit, glomerulonefrit ve akut eklern romatizması gibi ciddi kom.plikasyonlara neden olabilen A-Grubu Beta Hemolitik Streptokok (AGBHS)' arın tanı ve tedavisi yanında komp-likasyonların izlenmesi de oldukça önemlidir. Bu amaçla boğaz kültürlerirule AGBHS üreyen hastaların serumlarında anti Streptolizin-O (ASO) antikoru ve bir akut faz reaktanı olan C-Reaktıf Pro-tein (CRP) düzeylerini araştirdık. Bulgulartmızı mevcut literatür bilgileri ışığında tartışarak ÜSYE geçiren hastaların ASO, CRP değerleri ile takip edilmesinin toplum sağlığı ve ekonomik açıdan yararlı olacağı kanısına vardık.
Carditis, glomerulonephritis and acute rheumat-ic fener case important comphlications that may fol-low upper respiratory infectious, especially caused by Group A-Beta hemolytic streptococci. Serum levels of anti-streptolysin-O (ASO) and C-reactive protein (CRP) were measured in patients with upper respiratory infectious due to group A-B hemolytic streptococci. It was concluded that CEP and ASO were important laboratory tests in the follow-up of patient with upper respiratory tract infectious.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epifiz Kırıkları
Recep Memik, Abdurrahman Kutlu, Mahmut Mutlu, M. İ. Safa Kapıcıoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Epifiz Kırıkları
EpIphyseal Fractures
Epıfizler, çocuklarda iskelet sistemi travma-larından sonra en sık yaralanan yerlerdir. Bu kırıklar büyüme bozukluğu oluşturabilme yönünden özel önem taşırlar. Bu çalışmamızın gayesi; tedavi ettiğimiz 1320 çocuk uzun kemik kırığın: analize ederek, epifiz kırıklarının insidansını tesbit etmektir. Epifiz kırıklarının insidansı %6.2 olfirak bulundu.En fazla yaralanan yer humerus ve radius distal epifizleri olmuştur. Toplam 78 epifiz kınğının 26'sı cerrahi metodla tedavi edildi. Bu kınklarda %11 oranında komplikasyon görüldü.
Epıphvsis is a rıtare common site of injury fnllowing traııma to the skeleton in children. They are particular importance because of the cbmplication of growıh disturbance. It was the aim of this study to analize of 1320 long-bone factures in children for determination of the incidance of epiphyseal fracture.s. Epiphyseal fractures was accounted for 6.2%. The most frequently injuired site were the disıal Mune. rus and distal radius. 26 of 78 epiphyseal fractures were treated with operative method. Complication rate was %11.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta