Said Sami Erdem, Fikret Kanat, Ali Ünlü
Cengizhan Sezgi, Abdurrahman Abakay, Abdullah Çetin Tanrıkulu, Hadice Selimoğlu Şen, Ali İhsan Çalkanat, Abdurrahman Şenyiğit
Safiye Özkan
Ahmet Kaya, Selma Çivi, Mustafa Mete
Ömer Tanyeli
ÖZ
Amaç: Sternal ayrışma, kalp cerrahisi sonrasında en sıkıntılı komplikasyonlardan birisidir. Her ne kadar sternal ayrışma erken dönemde fark edildiğinde basit yöntemlerle tedavi edilebilse de, tedavideki başarısızlık veya gecikme, oldukça ölümcül olan mediastinit ile sonuçlanabilir. Bu çalışmada, başta sterna kelepçe ve titanyum sterna plaklar olmak üzere, alternatif sternum kapama yöntemlerinin özellikleri incelenmiştir. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Nisan 2015 ve Ocak 2018 tarihleri arasında, herhangi bir nedenden dolayı açık kalp cerrahisi sonrasında sternum ayrışması gelişen hastalar dahil edilmiştir. Hastalar demografik özellikleri, sternal ayrışma için risk faktörleri, operasyon tipleri ve özellikle sternal kelepçe ve titanyum sternal plakla olmak üzere sternum stabilizasyon yöntemleri açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 45 hasta sterna ayrışma nedeni ile cerrahi stabilizasyon ameliyatına alındı. Otuz dört (%75.6) hasta erkek, 11 (%24.4) hasta kadındı. İlk operasyondan sternum ayrışması gelişene kadar geçen ortalama süre 68.5 gündü (1-780 gün). Ortalama vücut-kitle indeksi 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2) olarak bulundu. Sternal fiksasyon öncesi ortalama CRP değeri 68.34 iken, taburculuk öncesi 75.55 idi. Eşlik eden risk faktörleri koroner arter hastalığı için internal mammaryan arter (IMA) çıkartılması, diabetes mellitus (DM), astım, kronik obstruktif akciğer hastalığı ve ileri yaş olarak tespit edildi. Ortalama post-operatif yoğun bakım kalış süresi 5.02 gün (1-29gün) iken, hastanede yatış süresi 17.18 gün (2-74 gün) olarak bulundu. Üç hastada (%6.67) erken dönemde mortalite gözlendi. Operasyonda ilk tercih edilen yöntem basit kapama ve/veya Robicsek yöntemi iken, 24 hastada (%53.3) sternal kelepçe ve/veya titanyum plak yöntemleri kullanıldı. DM hem hastane, hem yoğun bakım kalış süreleri ile operasyon sonrası toplam yatış sürelerini artırmaktadır. DM, aynı zamanda yüzeyel ve derin sternal infeksiyon gelişme riskini artırmaktadır (p<0.05). Sonuç: İdeal sternal kapama tekniği sternumu stabilize ederken, maliyet-etkin olmalı, minimum post-operatif komplikasyonlarla birlikte en kısa hastanede yatış süresini sağlamalıdır. Sağlam interkostal aralığı olan hastalarda sternal kelepçe, genellikle sıkı yapışıklıkların neden olduğu kardiyak rüptür gibi ciddi komplikasyonların elimine edilmesini sağlar. Sternal plaklar, özellikle stabil interkostal aralıkları olmayan parçalı kırıklarda oldukça etkilidir. Bütün hastalar, sternumdaki lezyonların ve kırıkların tiplerine göre değerlendirilerek tedavi edilmelidirler.
ABSTRACT
Aim: Sternal dehiscence is one of the most troublesome complications following cardiac surgery. Although it can be corrected by simple methods if detected earlier, treatment failure or delay in sternal dehiscence may result in mediastinitis, which is highly lethal. In this study, we aimed to investigate alternative sternal closure systems, mainly sternal talon (STalon) and titanium sternal plates (SPlate). Patients and Methods: In between April 2015 and January 2018, patients with sternal dehiscence after any kind of open cardiac surgery were included in this study. These patients were retrospectively evaluated according to the their demographic data, risk factors for sternal dehiscence, type of operations, techniques used for fixation of the sternum, mainly focusing on the STalon and titanium SPlate fixation. Results: A total of 45 patients were taken into surgical correction because of sternal dehiscence. Thirty-four (75.6%) of the patients male, whereas 11 (24.4%) were female. Mean time interval after the first operation to sternal dehiscence was 68.5 days (1-780 days). Mean body-mass-index (BMI) was 31.52 kg/m2 (22.03-43.69 kg/m2). Before the sternal fixation, mean CRP value was 68.34, whereas it was 75.55 before discharge. Confounding risk factors were internal mammarian artery (IMA) harvesting for coronary artery disease, diabetes mellitus, bronchial asthma, chronic pulmonary artery disease and advanced age. Mean post-operative intensive care unit (ICU) length-of-stay (LOS) was 5.02 days (1-29 days), whereas hospital LOS was 17.18 days (2-74 days). Early mortality was observed in 3 patients (6.67%). The first choice of operation was simple closure and/or Robicsek closure. Apart from simple and Robicsek closure techniques, sternal talon and/or titanium plates were used in 24 patients (53.3%). DM was found to be related to extanded total hospital LOS, ICU LOS, and postoperative time to discharge. DM also increased the risk of both superficial and deep sternal infection rates (p<0.05). Conclusion: Ideal sternal closure should stabilize the sternum, be cost-effective and provide shortest hospital LOS with minimal post-operative complications. In patients with intact intercostal spaces, sternal talon may eliminate serious complications, such as cardiac rupture mainly caused by dense adhesions. Sternal plates are mainly effective in fragmented fractures without stable intercostal spaces. All patients should be individualized according to type of lesions and sternal fractures.
Bülent Oğuz Genç, Savaş Yaşar, Emine Genç, Süleyman İlhan
İbrahim Koç, Yusuf Doğan, Serdar Doğan, Selçuk Köker, Ayşen Dökme, Abdülaziz Kaya
Turgut Teke, Emin Maden, Aysel Kıyıcı, Durdu Mehmet Yavşan, Hüseyin Çiçek, Kürşat Uzun
Meydan Turan, Mehmet Kemal Gündüz, Mehmet Adam
Özet
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastalarda retina sinir lifi tabakası (RNFL) ve optik sinir başı (ONH) değişikliklerini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya ağır KOAH'lı 30 hasta ve yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 29 sağlıklı kişi alındı. Ayrıntılı bir oftalmik muayeneden sonra, ONH ve RNFL kalınlık ölçümleri optik koherens tomografi (OCT) (Stratus OCT-3) ile yapıldı. Arteriyel kan gazları (pO2 ve PCO2) ölçüldü ve KOAH hastalarının evrelemesi için solunum fonksiyon testleri yapıldı. OCT parametreleri, bağımsız t testi kullanılarak iki grup arasındaki fark karşılaştırılırken, solunum fonksiyon testleri, arter kan gazı ve RNFL kalınlık parametreleri arasındaki korelasyonu değerlendirmek için Pearson korelasyon analizi yapıldı. P değerinin 0.05'ten küçük olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: KOAH ile sağlıklı bireyler arasında optik disk alanı, kap alanı ve rim alanı açısından anlamlı fark yoktu (p> 0,05). KOAH hastalarında ortalama ve üst kadran RNFL kalınlık parametrelerinin kontrol grubuna (sırasıyla 107.9 ± 5.4 µm ve 131.31 ± 13.6 µm) göre anlamlı derecede daha kalın olduğu (sırasıyla 114.52 ± 7.7 µm ve 141.07 ± 18.2 µm) p= <0.05) bulundu. PO2 ve RSLT kalınlığı arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (r = -0.22, p = 0.33), pCO2 ve üst kadran RNFL arasında orta derecede anlamlı korelasyon bulundu (r = 0.53 ve p = 0.017) ve FEV1 / FVC ve üst kadran RNFL arasında yüksek negatif yönlü korelasyon bulundu. (r = -0.76, p = 0.003).
Sonuç: pCO2'deki artış ve FEV1 / FVC'deki azalma, artmış hipoksiyi göstermektedir. RGC ölümüyle ilişkili olan peripapiller RNFL kaybını hipoksi / iskemi kaynaklı retina ve optik disk ödemi tarafından maskelenebilir. KOAH hastalarında ortalama RNFL kalınlığındaki artışın, artmış hipoksi ile ilişkili retinal ödeme bağlı olduğu düşünüldü.
Abstract
Aim: We aimed to assess the changes in retinal nerve fiber layer (RNFL) and optic nerve head (ONH) in patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD).
Patients and Methods: Thirty patients having severe COPD and 29 age and sex-matched healthy subjects were enrolled in the study. After a detailed ophthalmic examination, the ONH and RNFL thickness measurements were taken by an optical coherence tomography (OCT) (Stratus OCT-3). Arterial blood gases (pO2 and PCO2) were measured and respiratory functional tests were performed for the staging of COPD patients. The OCT parameters were compared difference between the 2 groups using independent t test, while Pearson correlation analysis was performed to assess the correlations between respiratory functional tests, arterial blood gases and RNFL thickness parameters. A p value less than 0.05 was accepted as statistically significant.
Results: There were no significant differences in optic disc area, cup area and rim area between COPD and healthy subjects (p>0.05). Parameters of mean and superior quadrant RNFL thickness were found to be significantly thicker in COPD subjects (114.52±7.7 µm and 141.07 ±18.2 µm, respectively) compared to the control subjects (107.9±5.4 µm and 131.31±13.6 µm, respectively) (p<0.05). No correlation was found between pO2 and RNFL thickness (r=-0.22, p=0.33). There was a moderate correlation between pCO2 and superior quadrant RNFL (r= 0.53 and p=0.017), and a high negative correlation between FEV1/FVC and superior quadrant RNFL (r=-0.76, p=0.003).
Conclusions: The increase in pCO2 and the decrease in FEV1 / FVC indicate increased hypoxia. Peripapillary RNFL loss associated with RGC death can be masked by hypoxia / ischemia-induced retinal and optic disc edema. Increased mean RNFL thickness in COPD patients was thought to be due to retinal edema associated with increased hypoxia.