Tıkanma Sarılığında E Vitamini Ve Urso Deoksi Kolik Asid'in İmmün Sistem Üzerine Etkisi
Yüksel Tatkan, Ersin Çiftçi, Mustafa Şahin, Serdar Yol, İlhami Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Tıkanma Sarılığında E Vitamini Ve Urso Deoksi Kolik Asid'in İmmün Sistem Üzerine Etkisi
The Effect Of VItamIne E And UrsodeoxycholIc AcId On Immune System In ObstructIve JaundIce
Amaç: Bu çalışmada tıkanma sarılığı oluşturulan sıçanlarda; UDKA ve vitamin E'nin lökosit sayısı, T, B ve null lenfosit oranları ve floresans boya ile işaretli E.coli translokasyonu üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Araştırmada 70 VVistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Tıkanma sarılığı oluşturulan sıçanlar 15'erli dört gruba ayrıldı. Birinci grup sadece tıkanma sarılığı oluşturulan gruptu. İkinci gruba 8-14. günler arası 25mg/kg ora! UDKA verildi. Üçüncü grup, aynı günler arasında bir haftalık süre içinde günaşırı 500 mg/kg int- ramüsküler (toplam 3 kez) vitamin E verilen deney grubuydu. Dördüncü gruba UDKA ve vitamin E, yukarıda be lirtilen süre ve dozda birlikte verildi. Geriye kalan 10 denekte (5. grup) sham işlemi uygulandı. 14. günde tüm sıçanlara, ml'sinde 109 bakteri içeren floresans boya İle işaretli E.coli 2 mİ olarak nazo-gastrik tüp ile verildi. Bir gün sonra steril şartlarda sakrifiye edilen sıçanlardan, histopatolojik inceleme için MLN, karaciğer, dalak, ince bar sak ve kan örnekleri alındı. Kan yaymalarında May-Grünwald-Giemsa yöntemi ile lökosit formülü, ANAE enzimi ile T, B ve null lenfosit oranları saptandı. Bilirübin, SGOT, SGPT ve alkalen fosfataz çalışıldı. Barsak duvarı, MLN, ka raciğer, kan ve dalakta floresans mikroskopta işaretli E.coli'ler belirlendi. Bulgular: Lökosit formülünde 1 ve 2. grupta lenfosit oranlarında azalma vardı (p<0.05). E vitamini verilen gruplarda ise lenfosit oranları sham grubu ile benzerdi. T ve B lenfosit oranları ise tüm tıkanma sarılıklı gruplarda azalmıştı. Bu azalma 3 ve 4. gruplarda daha belirgindi (p<0.05). Null lenfositlerin oranı ise tüm tıkanma sarılıklı gruplarda artmış, E vitamini verilen gruplarda ise daha belirgin olarak artmıştı (p<0.05). İşaretli E.coli'lerin birinci grupta anlamlı yükseklik gösterdiği, diğer grup lar arasında fark olmadığı belirlendi. Sonuç: Tıkanma sarılıklarında E vitamininin lenfoproliferatif etkiyle Null len fositlerde anlamlı bir artış sağladığı, UDKA ’in immün sistem üzerine direkt bir etkisinin olmadığı, ancak işaretli E. colllerin dokulara geçişini E vitaminine eşdeğer oranda azalttığı tesbit edilmiştir.
Purpose: The aim of this study is to investigate the effect of Vitamine E and Ursodeoxycholic acid (UDCA) on the leucocyte count, the ratio of T, B and Null leymphocyte and translocation of E. coli labelled vvith flourescein in an experimental obstructive jaundice model in rats. Material and Methods: Seventy male VVistar-albino rats vvere used in this study. The animals vvere divided into four groups ineluding 15 rats and obstructive jaundice vvere per- formed in ali rats. İn the first group; obstructive jaundice was performed only, İn the second group; 25 mg/kg UDCA was given orally between 8-14 days. İn the third group; 500 mg/kg/im Vitamine E was given in every two days betvveen 8-14 days (three times). İn the fourth group Vitamine E and UDCA vvere given together as men- tıoned above. İn the left ten rats; sham procedure was performed (flfth group). Two mİ solution ineluding 109 E. coli labelled vvith flourescein was given via a naso-gastric tube at 14th day. Ali rats vvere sacrificed at 15th day and mesenteric lymphatic nodules (MLN), liver, spleen, small bovvel tissue samples and one mİ blood samples vvere taken. Leucocyte types vvere deteeted by May-Grüwald-Giemsa method and T, B and Null lemphocyte ratio vvere found by ANAE enzyme. Serum Bilirubine, SGOT, SGPT and Alkaline phosphatase levels vvere measured. Translocated E. coli number deteeted in bovvell wall, MLN, liver, spleen and blood samples by flourescein mic- roseopy. Findings: There was a significant decrease of lemphocyte ratio in group I and II (p<0.05). The lemp hocyte ratio of groups II and III was similar vvith control group. T and B lemphocyte ratio decreased in ali ja- undiced groups. The decrease vvas significant in third and fourth groups (p<0.05). Null lemphocyte ratio inereased in ali groups, but the differences vvas significant in groups III and IV (p< 0.05). E.coli translocation vvas significant in group I, and there vvas no differences in other groups. Conclusion: Vitamine E caused Null lemphocyte pro- liferation. UDCA has no direct effect on immune system, but it prevented the lebelled E.coli translocation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Hüseyin Tokgöz, Sabahattin Ertuğrul, Ümran Çalışkan, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
CongenItal LeukemIa In Two Newborns WIth Down Syndrome
Konjenital lösemi, doğumda veya yaşamın ilk 4 haftasında ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Konjenital löseminin görülme sıklığı 4,7 milyon canlı doğumda 1’dir. Konjenital lösemilerin büyük çoğunluğu akut myeloblastik lösemidir. Genellikle lökositoz, peteşi, ekimoz, kutanöz nodüller, hepatosplenomegali ve santral sinir sistemi tutulumu şeklinde bulgular vermektedir. Bu yazımızda down sendromu olan, sepsis kliniği ile gelen ve yenidoğan döneminde konjenital lösemi tanısı konulan iki olgu sunulmuştur. Bu hastaların erken dönemde tanınması ve sepsis gibi ikincil klinik tablolarının ortaya çıkmadan tedavi şansının yakalanması hayat kurtarıcı rol oynamaktadır
Congenital Leukemia is rare disease seen at birth or in the first 4 weeks of life . The incidence of Congenital Leukemia is 1 over 4.7 million live births. Most of the cases are myeloblastic leukemia. Usually symptoms like leukocytosis, petechia, echymosis, cutaneous nodules, hepatosplenomegaly and central nervous system involvement are seen. Two newborns with Down syndrome which were septic at application and diagnosed as congenital leukemia are presented in this article. The early recognition of such cases and finding opportunity to treat before the appearance of secondary complications such as sepsis play an essential role for saving life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Ümran Çalışkan, Kaan Demirören, Hasan Acar, Saadet Demirören
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Two Types Of ChronIc MyeloId LeukemIa In ChIldhood, Two Cases Report.
Kronik myelositer lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin %2-5’ini oluşturur. Adult tip ve juvenil tip şeklinde iki formu vardır. Juvenil tipi (J-KML) çocukluk çağı tüm myelodisplastik sendrom vakalarının %18’ini oluşturmaktadır. Adult tip ise (A-KML) çocukluk çağında juvenil tipten iki kat daha fazla görülür. Lökositoz, splenomegali, lenfadenopati, periferik yaymada kemik iliği elemanlarının görülmesi ortak bulgulardır. Ciltte döküntü, monositoz, fetal hemoglobinin %10’dan fazla oluşu ve Philadelphia (Ph) kromozomunun olmayışı J-KML için tipik bulgular olup, kemik iliğinde megakaryosit ve eozinofilik serinin artmış olması, lökosit sayısının 100000/ mm 3 den fazla oluşu ve Ph kromozomu varlığı A-KML için karakteristik bulgulardır. Çocukluk çağında kronik lösemilerin nadir görülmesi dolayısıyla, bahsedilen bulgulara sahip, biri üç yaşında olup juvenil tip, diğeri dört yaşında olup adult tip KML tanısı alan iki vakayı literatür bilgilerini gözden geçirerek sunmayı düşündük.
Chronlc myeloid leukemia accounts for 2-5% of cases of childhood leukemia. There are two types: adult type (A-CML) and juvenile type (J-CML). Juvenile type accounts for 18% of cases of the childhood myelodysplastic syndrome. Adult type is seen in the childhood period two fold of juvenile type. Leucocytosis, splenomegaly, lymphadenopathy, bone marrow elements in the periferic smear are the common findings. Skin rash, monocytosis, fetal hemoglobin above 10% and absence of Philadelphia (Ph) chromosome are the typical findings of J-CML and increase in the number of the megakaryocytic and eosinofilic series in the bone marrow, leucocytosis above 100.000/mm 3 and existence of Ph chromosome are the typical findings of A-CML. Since the chronic leukemia cases are rarely seen in the childhood period, we aimed to present two cases having mentioned symptoms, one of which is a 3 years old boy diagnosed as J-CML, the other is 4 years old boy diagnosed as A-CML.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Murat Gölcük, Şükrü Salih Toprak, Mustafa Şahin, Sema Hücümenoğlu, Hatice Paşaoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Amaç: Deneysel sepsis modelinde pentoksifilin, L-arginin ve aminoguanidin’in plazma nitrik oksid (NO) ve malondialdehit (MDA) düzeylerine etkisini belirlemek NO ve MDA düzeyleri ile barsak hasarı arasındaki ilişkiyi ve nitrik oksit inhibitörü aminoguanidin ile tedavinin etkilerini incelemektir. Sepsiste barsaklarda görülen doku hasarının nedeni bakteriyel translokasyon, intestinal iskemidir. Bu hasar ile NO ve serbest oksijen radikallerinin ilişkisi ve aminoguanidin ile tedavinin etkileri araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmada Wistar albino cinsi 60 rat kullanıldı. Ratlar 10’arlı 6 gruba ayrıldı. Ratlarda çekum ligasyon-perforasyon (ÇLP) yöntemi ile sepsis geliştirildi. Ratlar, Grup I: Sham işlemi, Grup II: ÇLP (sepsis), Grup III: ÇLP +10 mg/kg L-arginin, Grup IV: ÇLP + 15 mg/kg Aminoguanidin, Grup V: ÇLP + L-arginin + Aminoguanidin (aynı dozlar), Grup VI: ÇLP + 15 mg/kg Pentoksifilin şeklinde gruplara ayrıldı. İşlemden 24 saat sonra ratlardan NO, MDA, lökosit tayini için kan örnekleri ve doku hasarını belirlemek için ileum örnekleri alındı. Bulgular: Lökosit sayısı ÇLP uygulanan gruplarda anlamlı olarak arttı. NO düzeyleri sepsis grubu ve L-arginin grubunda anlamlı olarak yükselirken, Aminoguanidin + L-arginin gruplarında sham grubuna benzer bulundu. ÇLP uygulanan gruplarda barsak doku hasarı, sham grubuna göre anlamlı olarak yüksekti, ancak Pentoksifilin, Aminoguanidin ve Aminoguanidin + L-arginin gruplarının değerleri sepsis ve L-arginin gruplarına göre anlamlı olarak düzelme gösterdiler. Sepsis ve L-arginin gruplarındaki MDA düzeyleri sham grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Sepsiste oluşan barsak doku hasarına artan MDA ve NO düzeylerinin neden olduğunu ve bu hasarı önlemek amacıyla pentoksifilin ve aminoguanidin tedavi protokollerine eklenebileceğini düşünmekteyiz.
Objective: Nitric oxide (NO) and free oxygen radicals have been implicated in the pathogenesis of intestinal circulatory dysfunction in sepsis. The aim of this study is to investigate the effects of pentoxyfillin, L-arginin and Aminoguanidine on plasma malondialdehide (MDA) and nitric oxide (NO) levels, and to determine the relations between MDA and NO levels on intestine pathology. Methods: 60 Wistar Albino rats were used in this study. The rats were divided into 6 groups, each containing 10 subjects. Sepsis was induced by cecal ligation and puncture (CLP) method. Group I: Sham group, Group II: CLP (sepsis), Group III: CLP + 10 mg/kg L-arginin admiministration, Group IV: CLP + 15 mg/kg Aminoguanidine administration, Group V: CLP + L-arginin + Aminoguanidine (as groups III and IV) Group VI: CLP + 15 mg/kg/day pentoxyfillin. Blood samples were taken fort he determination of NO, MDA, leukocyte counts, a segment of ileum tissue sample was obtained for determination of tissue damage. Results: Leukocyte count increased in CLP induced groups significantly. While NO levels were significantly higher in sepsis and L-arginin groups the levels in Aminoguanidine and Aminoguanidine + L-arginin groups were similar to Sham group. Intestine tissue damage in sepsis and L-arginin groups were more severe than the other groups. MDA levels in CLP induced groups were found to be higher than the sham group. Conclusion: Aminoguanidine and Pentoxifillin may be added to treatment protocols in sepsis in order to prevent intestinal tissue damage and dysfunction both of which (at least partially) caused by elevated NO levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Normal Ve Kanserli Olgularda Lökosit İçi 3', 5'-Siklik Adenozin Monofosfat (camp) Seviyelerinin İncelenmesi
İdris Akkuş, Ferhat Türkmen, Süleyman Türk, Ebubekir Bakan, Yaşar Nuri Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Normal Ve Kanserli Olgularda Lökosit İçi 3', 5'-Siklik Adenozin Monofosfat (camp) Seviyelerinin İncelenmesi
DetermInatIon Of IntraleukocytIc 3',5'-CyclIc AdenosIne Monophosphate Levels (camp) In Normal And PatIents WIth Cancer
Bu çalışmada 27-56 yaşları arasında toplam 25 sağlıklı şahıs ile 30-72. yaşları arasında 37 kanserli hastada lökosit içi cAMP değerleri arasında önemli bir fark bulunmadığı anlaşıldı. Bulgularımız literatür değerleri ile tartışıldı.
In this study we have determined intraleukocytic 3', 5'-cyclic adenosine monophosphate levels of 25 healty subjects aged between 27-56 years and 37 pa-tients with cancer aged between 30-72 years. There was no significant dillerence between values of the two groups. Dur results were discussed with literature findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Şakir Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
BIlateral NatIve Nephrectomy Due To PyonephrosIs FollowIng Renal TransplantatIon
Transplantasyon sonrası Nt. N (nativ nefrektomi) sık uygulanan bir işlem değildir. Çünkü böbreklerin organizmada önemli endokrin fonksiyonları vardır. Bu nedenle transplantasyon sonrasında nativ böbrekler yerinde bırakılmaktadır. Kırk sekiz yaşında bayan hasta; karın ağrısı, bulantı, kusma ve ateş yakınmalarıyla acil servise başvurmuş. Hastanın özgeçmişinden yaklaşık 30 ay önce kadeverik böbrek nakli geçirdiği öğrenildi. Fizik muayenede tüm karında yaygın hassasiyet ve rebaund tespit edildi. İdrar sedimentinde bol lökosit ve eritrosit vardı. Sıvı replasmanı ve uygun antibiyoterapiye rağmen sepsis bulguları gerilemeyen hasta opere edildi. Hastaya orta hat insizyondan iki taraflı Nt. N yapıldı. İki taraflı Nt. N nadir uygulanan bir operasyondur. Bu olguda tekrarlayan nativ böbrek enfeksiyonu nedeniyle gelişen sepsis ve akut batın tablosu iki taraflı Nt. N başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Ancak bu olgunun sık tekrarlayan böbrek enfeksiyonları olması nedeniyle sepsis ve akut batın tablosu gelişmeden önce daha iyi şartlarda Nt. N yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde morbidite ve mortalitenin azalacağı ve transplante böbreğin daha uzun ömürlü olacağını düşünüyoruz.
Nt. N (native nephrectomy) is not a frequently performed procedure following transplantation because the kidneys have important endocrinal functions in the organism. Therefore, native kidneys should not be displaced following transplantation. A 48-year-old female patient presented to the ER (emergency room) with complaints of abdominal pain, nausea, vomiting and fever. The patient’s history revealed that she had undergone cadaveric renal transplant about 30 months ago. Examination showed that there was comprehensive sensitivity and rebound all about the abdomen. Her urinary sediment contained an ample amount of leucocytes and erythrocytes. The patient who did not show any improvement regarding the sepsis indications in spite of liquid replacement and appropriate antibiotheraphy was taken into surgery. The patient received bilateral Nt. N from the midline incision. Bilateral Nt. N is a rare procedure. Sepsis and acute abdomen problems brought about by recurrent native renal infections of the patient were successfully treated by bilateral Nt. N . We think that for this case native nephrectomy should have been performed under better conditions before development of sepsis and acute abdomen conditions due to recurrent renal infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
Halil Kıyıcı, Erdal Karagülle, Eda Ermişler
Olgu sunumu
Özeti
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
KIkuchI’s LymphadenItIs. A Case Report And EvaluatIon Of Cases Reported From Turkey
Kikuchi lenfadeniti tanısı konan bir olgunun sunumu eşliğinde Türkiye’den bildirilmiş aynı tanıya sahip olguların topluca değerlendirilmesi. 26 yaşında, koltuk altında ele gelen kitle ve ateş şikayetleriyle başvuran kadın hastada tüberküloz lenfadeniti klinik ön tanısıyla eksizyonel lenf nodu biyopsisi yapılmıştır. Patolojik incelemede lenf nodlarında düzensiz keskin sınırlı nekroz odakları görülmüştür. Bu odaklarda yoğun histiyosit proliferasyonu saptanmış, nötrofil lökosit infiltrasyonu görülmemiştir. Enfeksiyöz lenfadenitlerin ve lenfomanın ekarte edildiği bu olguda klinik ve morfolojik bulguların Kikuchi lenfadeniti ile uyumlu olduğu görülmüştür. Nadir görülen bir lenfadenopati olan Kikuchi hastalığı, özellikle lenfoma ile ayırıcı tanıya girmesi sebebiyle özel bir öneme sahiptir. Bu hastalık, klinik ön tanılar içine pek konulmadığından dolayı patolojik değerlendirmede mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu olgu sunumu ile birlikte Türkiye’den bildirilen toplam 31 olgunun yaş ortalaması 31’dir. Bu olgularda kadın / erkek hasta oranı 1.45’tir. En sık saptanan klinik bulgular ele gelen şişlik ve ateştir. Şişlik, ağrılı veya ağrısız olabildiği gibi, ateş de subfebril olabilmektedir. En sık servikal bölge, ikinci sıklıkta aksiller bölge tutulmaktadır. Laboratuvar bulgusu olarak sıklık sırasıyla ESR, CRP, LDH yüksekliği ve lökopeni görülür. Bu patoloji, özellikle lenfoma ve sebebi bilinmeyen ateş klinik ön tanıları olan, servikal – aksiller lenfadenopatisi bulunan olguların ayırıcı tanısına dahil edilmelidir.
Evaluation of Turkish cases reported as Kikuchi lymphadenitis, together with an additional case report. Excisional lymph node biopsy is performed on a 26 years old female patient, who is admitted to the hospital with complaints of a palpable mass at axilla and fever. Pathological examination revealed multiple foci of necrosis with sharp, irregular borders. Dense histiocytic proliferation without presence of neutrophil leukocytes is seen in these foci. Clinical and morphological findings of this case are found to be concordant with Kikuchi’s lymhadenitis. As a rare type of lymphadenitis, Kikuchi’s disease has a special importance due to its inclusion in differential diagnosis of lymphoma. Since it is uncommon to be counted in clinical pre-diagnosis, it must be absolutely taken into consideration in pathological evaluation. Together with this case report, mean age of totally 31 cases from Turkey is 31. Female to male ratio of these cases is 1.45. The most common clinical findings are palpable mass and fever. Masses may be painful or painless, as if fever may be subfebrile. Most common location is cervical region and the second common location is axillary region. As laboratory findings, ESR, CRP and LDH levels are increased and leukopenia is found. This pathology must be included especially in differential diagnoses of cases with clinical pre-diagnoses of lymphoma and fever of unknown origin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Yetmezlikli Hastalarda İdrar Yolu Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi
Selma Güler, Mustafa Haki Sucaklı, Orçun Altunören, Ömer Faruk Kökoglu, Hasan Uçmak, Seyyit Kus, Ekrem Doğan, Gözde Yıldırım Çetin, Hayriye Sayarlıoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrek Yetmezlikli Hastalarda İdrar Yolu Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of UrInary Tract InfectIons In PatIents WIth Renal InsuffIcIeny
Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda gelişen idrar yolu
enfeksiyonlarında (İYE) predializ ile diyaliz hastaları ve 65 yaş altı
ile üstü hasta grupları arasında üriner enfeksiyon belirteçleri ve
muhtemel risk faktörlerini araştırmayı amaçladık. Ocak 2012 ve Aralık
2012 tarihleri arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Araştırma Hastanesi Nefroloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde
Kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı olan ve İYE gelişen 82 hasta
retrospektif olarak değerlendirildi. prediyaliz KBY hastalar grup 1,
sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) ve hemodiyializ hastaları grup
2, olarak sınıflandırıldı. Hastaların 58’i (%70,7) diyaliz hastası iken,
24’ ü (%29,3) ise predializ KBY hastasıydı. Hastaların yaş ortalaması
diyaliz grubunda 50±21 iken prediyaliz grubunda ise 63,6±15,4, idi.
Hastaların 36 sı (%43,9) diyabetikdi. Vakaların 37’si (%45,1 ) ≥65
yaş olup, bu grupta kolesterol, trigliserid ve albümin değerleri 65 yaş
altı gruba göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Her iki grupta
da idrar kültürlerinde en sık üreyen mikroorganizma Escherichia coli
(E. Coli) idi. Diyaliz ve prediyaliz gruplarının karşılaştırılmasında
lökosit sayımı, eritrosit sedimentasyon hızı, tam idrar tahlili ve
CRP düzeyleri açısından gruplar arasında istatistikî olarak anlamlı
fark yoktu. Ateş, piyürü ve nitrit pozitifliğinin prediyaliz ve diyaliz
gruplarında sık olmasına rağmen her iki grup arasında istatistiksel
olarak fark bulunmadı. 65 yaş üstü grupta ise eşlik eden komorbid
durumlar idrar enfeksiyonuna eğilimi arttırabilir.
We aimed to investigate the markers and possible risk factors
of urinary infection in predialysıs patients with CRF and patients
undergoing dialysis by comparing groups younger or older than 65
years of age. We evaluated 82 patients with chronic renal failure
who have been followed by nephrology and infectous disease
policlinic due to urinary infection during January 2012 and December
2012 in medical faculty of Kahramanmaras Sutcu Imam University.
The patient in the predialysis period was accepted as group I, the
patients ongoing dialysis and continuous ambulatory peritoneal
dialysis (CAPD was accepted as group II. 58 (70,7%) of these
patients were in dialysis program. 34 (29,3%) were in predialysis
patients. The average age of the patients in predialysis group was 63,
62±15,482 and the average age of the patients in dialysis group were
50, 08±21,086. (45,1%) of these patients were ≥65 years old and
compared with serum levels of the kolesterol, trigliserid ve albumin,
levels in ≥65 years old cases were statistically significant than ≤65
years old cases. Escherichia coli was microorganism that the most
commonly isolated in urinary cultures in both groups. (43.9%) of
patients were diabetic. There was no statistical difference between
the levels of serum CRP, ESR and leucocytosis between the groups
(p>0.05). Fever, pyuria and nitrite positivity between the predialysis
and dialysis groups was statistically no significant. Comorbidity in the
group above 65 years of age may increase the tendency of infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebe Kadınlarda Vulvovaginal Kandidiasis İle Serum Çinko Düzeyleri Arasındaki İlişki#
Abdulkerim Kasım Baltacı, Rasim Moğulkoç, Ekrem Sapmaz, Cem Şeref Bediz, Hüsnü Çelik, Selahattin Kumru
Araştırma makalesi
Özeti
Gebe Kadınlarda Vulvovaginal Kandidiasis İle Serum Çinko Düzeyleri Arasındaki İlişki#
The AIm Of ThIs Study Was To InvestIgate The RelatIon Of Serum ZInc Levels In VulvovagInal CandIdIasIs
Bu çalışmanın amacı vulvovaginal kandidiasis ile serum çinko seviyeleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır Vul-vovaginal kandidiasis tanısı konmuş 15 gebe ve hasta olmayan 10 gebe kadından alınan kan örneklerinde serum çinko düzeyleri, lökosit sayıları, lenfosit yüzdeleri tespit edildi. Serum çinko düzeyleri vulvovaginal kandidiasisli ge-belerde kontrol gebelere oranla anlamlı şekilde daha düşük bulundu (sırasıyla 62.36±8.26 pg/dI ve 80.11± 715 pg/dI) (P<0.001). Benzer şekilde lökosit sayıları (sırasıyla 7300±1927 ve 9700±803 /mm3) ve lenfosit oranları (sırasıyla % 16.09±4.43 ve % 22.26±2.4) hasta grubunda daha düşüktü (p<0.05). Bu çalışmanın sonuçları vul-vovaginal kandidiasisli gebe kadınlarda serum çinko düzeyleri ve lenfosit oranlarının azaldığını göstermektedir. Sonuç olarak vulvovaginal kandidiasisde hücresel immünitenin baskılanmasından çinko eksikliğinin de sorumlu olabileceği söylenebilir.
Fifteen pregnant women with vulvovaginal candidiasis and 10 healthy pregnant women participated in the study. Serum zinc levels, leukocyte counts and lymphocyte ratios were measured, Zina levels in pregnants with vulvovaginal candidiasis were significantly lower than controls (62.36±8.26 pg/dI and 80.11-± 7.15 i_ıg/d1, res-pectively) (P<0.001). Similarly leukocyte counts (7300±1927 mm3 and 9700±803mm3, respectively) and lymphocyte ratios (16.09±4.43% and 22.26-±2.4%, respectively) were lower in pregnants with vulvovaginal can-didiasis (p<0.05). The results of this study showed a decrease in serum zina levels and lymphocyte ratios in preg-nant women with vulvovaginal candidiasis. ln conclusion, zinc deficiency might contribute to suppression of cağ-tutar immunity in vulvovaginal candidiasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
Müslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Apandisitli Hastalarda Kalsiyum Ve Serum Fosfat
düzeyinin Klinik Önemi
Hakan Buluş, Ömer Akyürek, Erdem Akbal, Mustafa Doğan, Ahmet Koyuncu
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Apandisitli Hastalarda Kalsiyum Ve Serum Fosfat
düzeyinin Klinik Önemi
The ClInIcal SIgnIfIcance Of CalcIum And Serum Phosphate In
patIents WIth Acute AppendIcItIs
Bu çalışmanın amacı, laboratuar test sonuçlarında öncelikli
değişiklikleri değerlendirmek ve bunların akut apandisit hastalarında
rüptür riskini nasıl değiştirdiğini değerlendirmektir. Buna ek olarak,
olası bir erken teşhis sağlamak için, bu sürecin gelişimini analiz
etmek amaçlanmıştır. Bu çalışmaya genel cerrahi kliniğinde acil
apendektomi uygulanan 110 (58 bayan ve 52 erkek) hasta alınmıştır.
Hastaların serum Ca, P ve CRP düzeyleri WBC ile birlikte ölçüldü.
Çalışmaya alınan hastalar perfore (n=30) ve perfore olmamış (n=80)
olarak iki gruba ayrıldı. Preoperatif P düzeyi perfore olmamış
grupta (2.66±0.58 mg/dl) perfore gruba (2.95±0.46 mg/dl) göre daha
düşük saptandı ve istatiksel olarak her iki grup arasında fark vardı
(p=0.024). Ameliyat öncesi ve sonrası dönemlerde perfore olmayan
gruptaki lökosit sayımı ve CRP düzeylerinde anlamlı düşüşler vardı.
Ayrıca, operasyon öncesi ve sonrası dönemlerde perfore grubunda
lökosit sayımı ile birlikte P ve CRP düzeylerinde istatistiksel olarak
anlamlı değişiklikler vardı. Operasyon öncesi ve sonrası dönemlerde
oluşan P düzey değişikliği perfore grubta istatiksel olarak daha
belirgin olarak saptandı (p=0.045). P seviyelerindeki artış tek başına
akut apandisit tanısı koymak için yeterli değildir. Ancak, serum P
düzeyleri perfore apandisitin erken tanısı için öngörü sağlar.
The aim of this study was to evaluate the primary changes in
laboratory test results and assess how this alters the risk of rupture
for patients with acute appendicitis. In addition, we sought to analyze
the evolution of this process in order to provide a possible early
diagnosis. This study was comprised of 110 patients (58 females and
52 males) who underwent emergency appendectomies at the general
surgery clinic. Serum calcium (Ca), phosphate (P) and C-reactive
protein (CRP) levels of the patients were measured along with the
white blood cell (WBC) count. The prospektif study participants were
placed into the perforated (n=30) or non-perforated (n=80) group.
The preoperative P value in the non-perforated group was lower (2.66
± 0.58 mg/dl) than the perforated group (2.95 ± 0.46 mg/dl), and this
was statistically significant (p=0.024). While there were no significant
changes in the Ca and P levels in the non-perforated group in the
pre- and postoperative periods, there were significant decreases in
the WBC count and CRP levels. Furthermore, there were statistically
significant changes in the P and CRP levels along with the WBC
count in the perforated group, but the changes in the Ca levels did
not reach significant levels in either the pre- or postoperative periods.
With regard to the changes in laboratory values versus those during
surgery, the P levels in the perforated group were significantly higher
(p=0.045). An increase in P levels alone is not sufficient to make the
diagnosis of acute appendicitis. Nevertheless, serum P levels are
valuable for the early diagnosis of perforated appendicitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Miyeloproliferatif Neoplazi Tanılı
114 Hastanın İncelemesi
Zafer Gökgöz, Füsun Özdemirkıran, Melda Cömert, Güray Saydam
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Miyeloproliferatif Neoplazi Tanılı
114 Hastanın İncelemesi
ExperIence Of 114 PatIents WIth ChronIc MyeloprolIferatIve Neoplasm
Kronik miyeloproliferatif neoplaziler , kemik iliğindeki
multipotansiyel kök ve öncül hücrelerde ortaya çıkan ve kontrolsüz
hücre yapımı sonucu periferik kanda olgun hücrelerin artışı ile
karakterize hastalıklardır. Biz bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hematoloji Polikliniğine ayaktan başvuran Philedelphia
(-) 114 Kronik miyeloproliferatif neoplazi hastasının geriye yönelik
olarak klinik özelliklerini inceledik. Hastalarımızın 58’i kadın (%49.1),
56’sı (%50.1) erkekti. Tanı anında ortanca yaş 52 idi. 39 hasta
polisitemia vera, 23 hasta primer miyelofibrozis, 52 hasta esansiyel
trombositoz tanılarıyla izlenmekteydi. 29 hasta iskemik semptomlar,
29 hasta halsizlik, 11 hasta başağrısı, 10 hasta karın ağrısı,8 hasta
kaşıntı, 3 hasta baş dönmesi yakınması ile başvurmuş. 24 hasta ise
tesadüfen yapılan tetkikler sonucu tanı almış. Hastalarımızın tanı
anında ortalama tam kan değerleri ise sırasıyla; lökosit:11.163x 〖10
〗^6 ±5600µL, trombosit: 901.336±439.105/µ , hemoglobin:13.8±2.91
g/dl idi. Hastalarımızın %25.4 ‘ünde tromboz hikayesi varken %74.6
‘sında tromboz hikayesi yoktu. Tedavilere baktığımızda ise 18
hasta anegralide, 26 hasta hidroksiüre, 8 hasta asetilsalisik asit
diğer hastalar ise ya tedavisiz takipte ya da kombinasyon tedavileri
almaktaydı. Bu çalışma ülkemizde yapılan kronik miyeloproliferatif
neoplazi hastalarının klinik özelliklerinin incelendiği en büyük
serilerden biridir.
Chronic myeloid neoplasms are pluripotent hematopoetic
diseases characterized by maturating and differantiating defects
of bone marrow cells and reflecting to peripheral blood. We
retrospectively analysed the clinical features of Philedelphia (-)
114 Chronic myeloid neoplasm diagnosed patients of Ege Universty
Hematology Department Outpatient Clinic. 58 (49.1%) of patients
are female, 56 (50.1%) of patients are male. The median age is
52. 39 of patients has policytemia vera, 23 of patients has primary
myelofibrosis, and 52 of patients have essential trombocytosis
diagnosis. The appealing sypmtoms are; for 29 of patients have
weakness, for 29 of patients have ischemic symptomps, 11 have
headache, 8 have pruritis and 3 patients have vertigo. 24 patients
were diagnosed incidentally. The mean leucocyte value is 11.163x 〖10
〗^6±5600µL, platelet: 901.336±439.105/µ and hemoglobin:13.8±2.91
g/dl. 25.4% of patients had a story of thrombosis while the 74.6% not.
18 patients are under treatment with anegralide, 26 hydroxyurea,
8 acetylsalisilic acid other patients have combination treatments or
under follow up without treatment. This study is one of the largest
series in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kırşehir Bölgesinde Bruselloz Seroprevalansı Ve Tanıda Serolojik Ve Biyokimyasal Testlerin Yeri
Tülin Demir, Bağnu Orhan
Araştırma makalesi
Özeti
Kırşehir Bölgesinde Bruselloz Seroprevalansı Ve Tanıda Serolojik Ve Biyokimyasal Testlerin Yeri
Seroprevalence Of BrusellosIs In KIrsehIr ProvInce And SIgnIfIcance Of SerologIcal And BIochemIcal Tests In The DIagnosIs Of BrucellosIs
Bruselloz enfekte hayvanların sıklıkla et ve sütlerinin tüketimi ile insanlara bulaşan; ateş, kas ve eklem ağrıları ile seyreden bakteriyel zoonotik bir hastalıktır. Çoğu laboratuvarda kan kültürü yapılamaması, bakterinin yavaş üreme özelliği göstermesi ve antibiyotiklerden etkilenmesi nedeniyle tanıda Rose Bengal plate aglutinasyon (RBPA) ve tüp aglutinasyon testi gibi serolojik test yöntemleri kullanılmaktadır. Enfeksiyon seyrinde biyokimyasal parametrelerde değişimler de izlenmektedir. Bu çalışmada, bölgemizdeki bruselloz seroprevalansı Rose Bengal ve standart tüp aglutinasyon (STA) testi ile belirlendi ve bruselloz olarak tanımlanan hasta serumlarında biyokimyasal değerlerdeki değişimler incelendi. Bruselloz ön tanısı ile mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 4041 hasta serumundan 144’ünde Rose Bengal testi pozitif olarak saptandı. Bunların 121’inde ise STA testi ile 1/160 ve üzeri titre tespit edildi. Çalışma grubumuzda bruselloz seroprevalansı %2,99 olarak belirlendi. Bu örneklerin 98’inde (%81) C-reaktif protein (CRP), 66’sında (%54,5) eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), 29’unda (%24) alanin aminotransferaz (ALT) ve aspartat aminotransferaz (AST) yüksek olarak belirlendi. Ayrıca olguların 11’inde (%9,1) lökositoz, 12’sinde (%9,9) lökopeni, 46’sında (%38,1) anemi ve 53’ünde (%43,8) trombositopeni mevcuttu. STA titresi arttıkça CRP seviyesinde paralel bir yükselme olduğu, lökosit ve trombosit sayısının düştüğü saptandı. Sonuç olarak, özellikle serum CRP düzeyinin bruselloz tanı ve takibinde faydalı bir biyokimyasal test parametresi olabileceği düşünülmektedir.
Brucellosis is a bacterial zoonotic disease with the major symptoms such as fever, joint and muscle pain generally caused by consumption of meat and milk of infected animals. Serological test methods such as Rose Bengal plate agglutination (RBPA) and standart tube agglutination test, are used in the diagnosis of brucellosis because of the lack of availability of blood culture in several laboratories, the low growth rate and ease to be effected by antimicrobials of the bacteria. Variations in biochemical parameters could be seen in the course of infection. In this study, seroprevalence of brucellosis in our region was determined by Rose Bengal and standart tube agglutination tests, and variations in biochemical parameters of the sera defined as positive for brucellosis were also evaluated. Rose Bengal test was found to be positive for 144 out of 4041 patient sera send to Microbiology Laboratory with the initial diagnosis of brucellosis. Among these sera, agglutination titer of 1/160 and over was detected in 121 samples. Seroprevalence for brucellosis was 3.56% for our study group. Among patient sera found to be positive in STA, 98 (81%) showed increase in C-reaktif protein (CRP) level, 66 (54.5%) in erytrocyte sedimantation rate (ESR), 29(24%) in alanin aminotransferase (ALT) and aspartat aminotransferase (AST). Additionally, leucocytosis was seen in 11 (9.1%), leucopenia in 12 (9.9%), anemia in 46 (36%) and thrombocytopenia in 53 (43.8%) patient sera. As STA titer increased CRP level had a paralel rise, but the platelet and leukocyte number decreased. In conclusion, especially serum CRP level could be a useful biochemical test parameter for the diagnosis and follow-up of brucellosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nötrofil Lökositlerde Solunum Patlaması Ve Nadıı Oksidaz
Mustafa Ünaldı, Osman Yılmaz, Mehmet Gürbilek, Mehmet Aköz, Mustafa Yöntem
Araştırma makalesi
Özeti
Nötrofil Lökositlerde Solunum Patlaması Ve Nadıı Oksidaz
RespIratory Burst IrI Fluman NeutrophIls And Namı OxIdase
Fagositozda önemli bir rol üstlenen nötrofil lökositler antibakteryal ajanları ve lizozomları içererek mikroorgartizmaları tahrip ederler. Hareketli olmaları ve fagositoz yapmaları dolayısıyla aktif bir matabolizmaya sahiptirler. Fagositozda esas olarak iki biyokimyasal olay vardır: Birisi heksoz rnonofosfat yolunun hızlanması, diğeri de 11202 oluşumudur. Fagositozda enerji ihtiyacı ve oksijen harcaması artar. Glikozun Embden-Mreyerhoff ve fosfoglukonat yolu ile yıkımı hızlanır. Glikolizde üretilen NADH üzerine oksidazın etkisiyle I-1202 oluşur. 11202 iri bakteriler üzerine öldürücü etkisi vardır. Fagositoz olayına bağlı olarak bir solunum artışı olur, buna solunum patlaması denir. Solunum patlaması kemotaksisden itibaren başlar, fagositoz sonuna kadar devam eder. Lökositlerde üretilen 11202 yetersizliğinde, mikroorganizrnaların öldürülüşü iyi olmayacağından bazı hastalıklar ortaya çıkar.
Neutrophil leukocytes, which have antibacterial agents and lysosom.es, play an important role in phagocytosis and destroy rnicroorganisms. They have active metabolism, because !hey are ~ille and phagocytose microorganisrnv, Principally, There are two biochernical events in phagocytosıs. First one is the acceleration of the hexose-monophosphate shunt and the second one is the generation of 11202 in phagocytosis the energy reguirement, oxygen consumption, and the breakdown of glucose via Etnbden-Meyerhoff patway increase. 11202 is produced as a resuit of the effect of oxidase on NADH produced in glycolysis. 11202 has killing effect on microorganis?rı. In phagoytosis respiration accelerates in the neutrophil leukocytes. This is called as respiratory burst. Respiratory burst siarts at the begining of the chernotaxis and continues tip ta the end of phagocytosis. 1mpaired 11202 production causes some infections. Because rnicroorganisms can not be effectively killed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pnomonı Tedavısının Izlenmesınde Yenı Bir Test
Kemal Balcı, Ali Özkurt, Mehmet Gök, Adil Zamani, Faruk Özer, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Pnomonı Tedavısının Izlenmesınde Yenı Bir Test
A New Test In The Follow -Up Of The Tre-Atment Of PneumonIa
Pnömoninin klinik seyrinin izlenmesinde ye helirlenmesinde plazma fibrinojen seviyesi (PFL) ile yaklapk olarak uyumlu plan pratik hir slide testin (ST) ne derecede giivenilir olabilecegi 18 hakteriyel pnomonili hastada ve 18 saglikli kontrol gruhunda araprildt. Sonuclar lOkosit saytmuun, pe-riferik yaymada notrofil yazdesittin (PY), eritrosit sedimantasyon hizintn (ESR) ye PFL tayinininin so-nu•lart ile karplaprildt. Bu hes hematolojik testin hepsi de tedavi sonunda (15. gun) tedavi Oncesi de-gerlere gore helirgin hir dame giisterdiginden pno-moninin iyilepnesinin gastergesi olahilecegi so-nucuna varildt. Ancak lijkosit saytmt ye ESRide tedavi Oncesi lie tedavinin 5. ve 10. giinlerinin son-lartndaki degerlerin karpla§ttrilmastnda anlamh hir lark saptanmadt. Buna karphk ST. PY ye PFL de-gerleri tedavi siiresince derece derece azalarak has-taligin iyile§mesi ile heraher normale veya normale cok yakm seviyelere ductii. Sonuc olarak hunlar ara-sinda ST'in ye PYinin ucuzlugu ye kolayllgt nedeni ik pnOmoni tedavisinin takihinde daha uygun testier oldugu kantsina vartldt.
The reliability in the clinical follow - up of prog-ress and recovery from pneumonia of a practical slide test (ST) that is approximately parallel to the plasma fibrinogen level (PFL) has been investigated in a group of 18 patients with bacterial pneumonia and 18 healthy subjects considered as a control group. Test results were compared with white blood cell (WBC) count, WBC differential count, eryt-hrocyte sedimentation rate (ESR) and PFL. It was concluded that since at the end of the treatment (15. day) all five of these hematologic tests showed mar-ked declines compared to pre-treatment levels, they could be accepted as indicators of the cure of pne-umonia. However, no significant differences were observed between pre-treatment levels of WBC count and ESR and the corresponding levels me-asured at the end of the 5. and 10. days of the tre-atment period. In contrast. ST. WBC differential count and PFL values dropped consistently thro-ughout the treatment and returned either to normal or nearly normal levels upon recovery. We conclude that among these tests ST and WBC differential count were better suited to the treatment of bacterial pneumonia because of their low cost and ease in application.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Propofolun Immun Sısteme Etkısının Tıyopental İle Karsılastırılmasp
Mustafa Altındiş, Sadık Özmen, Celalettin Vatansev, Ali Kart
Araştırma makalesi
Özeti
Propofolun Immun Sısteme Etkısının Tıyopental İle Karsılastırılmasp
The ComparIsIan Of The Effects Of ThI-Opentone WIth Propofol On The Immune System
Aneztetik ajaniarm immiin sisterne etkisinin goz-lemek amactyla, total intravenek anestezi (TIVA) teknigiyle hirinci gruptaki hastalara propofol in-flizyortu (induksiyon kin 2 mglkg. idame it in 6-12 mglkglsaat). ikinci gruptakilere ise tiyopental (in-diiksiyon icin 3-5 inglkg, idame kin 7 mgaglsaat) uygulandi. Anestezik gaz verilmedi. Hastalardan operasyondan 30 dk once. 30 dk ve 24 saat sonra alinan kanlarda immunolojik (IgG, 1gM, IgA, C3, C4, CD4 ye CD8) ye hematolojik tetkikler (LOkosit, Ha, 11b, periferik yayma, lenfosit sayinu) yapildt. imMUll g lobulinler ye komplernan, Radyal im-munodifffizyon tekniki ile, CD4-CD8 ise monokional antikorlar kullantlarak, immunofloresans yon-temiyle araWrildt. Ayrica hastalara anestezi in-diiksiyonundan 2 giin Once ye sonra titherkiilin testi uygulandt. caltymamiz sonucunda, propofol uy-gulanan grupta (1. grup) postoperatif 30. dk'da IgG, IgM, IgA ye C3, tiyopental uygulanan grupta ise IgM, IgA ve C4 dOzeylerindeki azalma anlanth bulundu. Postoperanf 24. saatte 1. grupta IgG, 1gM ve Cneki artma ile IgA'daki azalma, 2. grupta ise IgAsdaki azal-ma anlanilt idi. Gruplar arast lark karplaotrildiginda postoperatif 30, dk ile 24. saat arasmda IgA'daki azal-maw)a farklart anlanth hulundu. Hiicresel im-munitenin etkilepmi gozden gecirildiginde her iki grupta da CD4, lokosit ye lenfosirdeki azalma an-lamhdir. Postoperatif 24. saatte CD4, CD8 ve len-fosit dek-erleri 1. grupta anlamIt artarken 2. grupta sadece lenfosit artmn anlanth bulundu_ Gruplar arast lark aravirikliginda 1. gruptaki liikosit ve len-fnsit degerlerthdeki azalma anlamit idi. Tither kiilin testi postop. 2. gtin Olciint sonuclarmin her iki grup-ta da anlanth derecede azaldigt gorrildii. Gruplar arasi fork yoktu. Sonuc olarak. propofoliin daha be-lirgin olmak iizere, her iki ajanin da immunsupresif etkiye sahip olduku tespit edildi.
The Comparisian Of The Effects Of Thi-opentone With Propofol On The Immune System By using TIVA technique first group patients were infused with propofol (2 mglkg for induction, 6-12 niglkg1hr for maintenance) and second group infused with thiopentone (3-5 mglkg for induction, 7 mglkglhr for maintenance). Anaesthetic gas was not given. Many immunological (IgG. 1gM, IgA, C3-C4, CD4 and CD8) and haematological (leucocyte, het, fib, blood smear and lymphocyte counts) testes were studied on samples obtained 30 min. before. 30 min. and 24 hr after the operation.Thc im-munoglohulin and complement were studied by radial immunodiffusion technique and CD4-CD8 were stu-died by immunoflorescence + monoclonal antibodies technique. The ppd test was also implemented before and after two days of anaesthesia. In the study at pos-toperative 30 WI min decrease of IgG. IgM. IgA and C3 in the group used propofol and decrease of IgM. IgA and C4 in the group used thiopentone were sig-nificant. At postoperative 24 'di hours increase of the IgG, IgM and C3 levels and decrease of IgA level in the first group and decrease of the IgA level
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fötusunda Timusun Işık Mikroskobik Seviyede Çeşıtlı Boyalar Yapılarak Histolojik Yapısının İncelenmesi
Safiye Sayar, Aydan Canbilen, Refik Soylu, Fatih Demirbaş, Selçuk Duman, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fötusunda Timusun Işık Mikroskobik Seviyede Çeşıtlı Boyalar Yapılarak Histolojik Yapısının İncelenmesi
A LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of Fetal Human Thyrnus WIth DIfferent StaIns
İnsan fötusunda timusun ışık mikroskopik se-viyede çeşitli boyalar yapılarak histoiojik yapısının incelenmesi. Histolojik olarak timus lenforetiküler bir yapıya sahiptir. Yeni doğanda nispeten büyük olan timus in-sanlarda iki, üç yaşına kadar büyümeye devam eder. Timus puherteye kadar bu büyüklüğünü korur. T len-fositlerin olgunlaşma yeridir. Bu araştırma timusun histolojik yapısının in-celenmesi amacıyla yapıldı. Bu çalışmada toplam 15 adet, 4.. 5., 6., aylık insan l'ötüslarmın timusu alındı. Histolojik preparatlarda kemik iliği ana hüc-releri, plaznıa hücreleri, mast hücreleri ve eo-sinofilik lökositlerin varlığı gözlendi. Sonuç olarak sekresyon yapan hücrelerin yapısı görevlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için ise im-nıtınohistokimyasal çalışmaların tekrar yapılması gerekmektedir.
Thymus has a lenjOreticular structure. Thymus is higger in newborn and goes on ta grove until 2-3 years old. It keeps this size until puberty. Thymus is the ma-tu•ation place of T lymphoc_ytes. This investigation was ~Ide to examine the his-tological structure of thymus. In this investigation fifteeıı h.urnan fetus thymus were examined from fourth, fifth and sixth months. In histological slides. the existen.ce of bo-nernarrow stern cells. plasma cells, mast cells and eosinophil leucocytes were observed. Neverthless, ta reveal the structure and function of secretion cells the immunohistochemical studies must be repeated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bır Vak'a Nedeniyle Kutanöz Vaskülit
Şükrü Balevi, Hüseyin Endoğru, Hüseyin Tol, Müfide Bozkürk
Araştırma makalesi
Özeti
Bır Vak'a Nedeniyle Kutanöz Vaskülit
A Case Of Cutaneous VasculItIs
Lökositoklastik vaskülit küçük damar nekrotizan vaskülitinin en çok görülen şeklidir. Hastalık deride sınırlı kalabildiği gibi kutanöz-sistemik angiitis olarak adlandırıldıgı tipte farklı bir çok organları il-gilendirebilir. Histolojik olarak küçük dermal da-marların (venüllerin) fibrinoid nekrozu. lökositoklasis, endotel hücrelerinin şişmesi ve erit-rositlerin ekstravazasyonu vardır. Kutanöz vaskülitin klasik bulgularına sahip 63 yaşında bir erkek hasta, hastalıgın nadir görülmesi nedeniyle takdim edilmiştir.
Leukorywclastic vasculiiis is the most common form of small vessel nerrotizing vasculifis. The di-sease may be limited to the skin or involve many dif-ferent organs, in which rase it is called cutaneous systemir angütis. Histologirally there is fibrinoid necrosis of small dermal blood vessels (venules), le-ukocytoclasis, endothelial rell swelling, and ext-ravasation of RBCs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozlu Vakalarımızın Degerlendirilmesi
İsrafil Şimşek, Mehmet Bitirgen, Mustafa Sünbül, Hakkı Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Brusellozlu Vakalarımızın Degerlendirilmesi
BrucellosIs : ClInIcal PresentatIon, Laboratory-FIndIngs And Skeletal System ComplIcatIons
1990-1994 pilaf., icinde Infeksivon Hastalsklart Kliniginde tefhis ye tedavisi yaptlan 63 arusellozits vaka retrospektif olarak arafttrilmz§nr. Bu vakalarats klinik bulgulartsun stklik, tiirii, la-boratuar bulgulart ve iskelet sistemi komp-likasyonlart geizden ge irilmi, tic. Vakalartn 40't kadin 231ii erkektir. Klinik semptom olarak 51 has-tada atec (% 81), 42 hastada terleme (% 67). 39 hastada ii§lime-titreme (% 61), 39 hastada artrit (% 46). 2 hastada lokositoz (% 3), 7 hastada llikopertr (% 11), 42 hastada lenfomonositoz (% 67) bulundu. Vakalartn 6'suula (% 9) kart kiiltiirii pozinfti. Klinik ye radvolojik de gerlendirmelere Ore 13 hastada spondilir (% 20.6). 8 hastada seakroileit (% 12). 4 hastada orFit (% 6) komplikasyonit bulimmuftur. Hastalarm tamainmda Wright aglutina.syon testi I 'us iizerinde pozitifti. 160
It consists of the Central Nervous System and the Peripheral Nervous System, which helps living beings with nervous systems to adapt to their environment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta