Mehmet Tuğrul Cabıoğlu, Nuri Çetin, Neyhan Ergene, Nimet Ünal Gündoğan
Emre Avcı, Erdinç Çakır
Bayram Çolak, Serdar Yormaz, İlhan Ece, Fahrettin Acar, Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Mehmet Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin
Mehmet İhsan Okur, Alpagan Mustafa Yıldırım, Tahir Şen, Bilsev İnce
Kürşat Uzun, Şebnem Yosunkaya, Turgut Teke, Emin Maden, Zuhal Yavuz, Levent Kart
İsmail Otlamaz, İlhan Ece
A. Ferdane Oğuzöncül, Yüksel Güngör, Yasemin Açık, Leyla Güngör
Gülden Gedikoğlu, Neyhan Ergene, Yıldız Divanlı, Erdoğan Özkal, Çiğdem Kavun, Abdulkerim Kasım Baltacı
Fatma Hümeyra Zengin, Efsun Karabudak
Adipoz dokunun sadece pasif bir enerji deposu değil, aynı zamanda endokrin bir organ olduğunun anlaşılması ile salgıladığı biyoaktif faktörlere ilgi artmıştır. Adipositlerin yanı sıra
pre-adipositler, makrofajlar, endotel hücreler, fibroblastlar ve lökositlerden oluşan adipoz doku, sistemik metabolik regülasyonda önemli bir role sahiptir. Tazaroten ile indüklenen gen 2 (TIG2) veya retinoik asit reseptör cevaplayıcı 2 (RARRES2) olarak adlandırılan chemerin ilk olarak 1997'de psoriatik cilt lezyonlarında, retinoik aside duyarlı bir gen olarak keşfedilmiştir. Daha sonra chemerin'in, adiposit farklılaşmasını, glukoz ve lipit metabolizmasında önemli genlerin ekspresyonunu değiştirdiğini gösteren verilerle adipogenezi ve adiposit metabolizmasını düzenlediği belirlenmiş ve yeni bir adipokin olarak sınıflandırılmıştır. Chemerin dolaşımda ve inflamatuvar sıvılarda etkilerine reseptörü G protein-bağlı reseptör kemokin benzeri reseptör 1 (CMKLR1) yoluyla aracılık etmektedir. Obezite, metabolik sendrom (MetS), tip 2 diyabet (T2DM), polikistik over sendromundan (PKOS) inflamatuvar hastalıklara kadar çeşitli hastalıklarda lokal ve/veya dolaşımdaki chemerin seviyelerinin artması ile ilişkili klinik araştırmaların sayısındaki artış chemerinin bu hastalıkların patogenezindeki önemli rollerini desteklemektedir. Her ne kadar bu hastalıklarda serum chemerin seviyelerinin yükseldiği açık olsa da, chemerin ekspresyonunu düzenleyen mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Chemerinin etki mekanizmalarının anlaşılabilmesi için daha fazla randomize kontrollü çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
With the understanding that adipose tissue is not only a passive energy store, but also an endocrine organ, interest in bioactive factors secreted from adipose tissue has increased. Adipose tissue, consisting of pre-adipocytes, macrophages, endothelial cells, fibroblasts and leukocytes, as well as adipocytes, has an important role in systemic metabolic regulation. Chemerin, called tazarotene-induced gene 2 (TIG2) or retinoic acid receptor responder 2 (RARRES2), was first discovered in 1997 in psoriatic skin lesions as a retinoic acid-sensitive gene. It was later determined that chemerin regulates adipogenesis and adipocyte metabolism, with data showing that it alters adipocyte differentiation, expression of important genes in glucose and lipid metabolism, and is classified as a new adipokine. The effects of chemerin in circulating and inflammatory fluids are mediated through receptor G protein-bound receptor chemokine-like receptor 1 (CMKLR1). The increase in the number of clinical trials associated with increased levels of local and / or circulating chemerin in various diseases, from obesity, metabolic syndrome (MetS), type 2 diabetes mellitus (T2DM), polycystic ovarian syndrome (PCOS) to inflammatory diseases, supports the important roles of chemerin in the pathogenesis of these diseases. Although it is clear that serum chemerin levels increase in these diseases, the mechanisms regulating the expression of the chemerin are not fully understood. More randomized controlled studies are needed to understand the mechanisms of action of chemerin.
Bilsev İnce, Mehmet Emin Cem Yıldırım, Majid Ismayilzade, Mehmet Dadacı
Mehmet Tuğrul Cabıoğlu, Neyhan Ergene, Said Bodur
Gülden Gedikoğlu, Neyhan Ergene, Tülin Bilgili
Ahmet Özaslan, Murat Yıldırım
Amaç: Yönetici işlevlerde bozukluklar dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) kliniğinde oldukça
sık görülmektedir. Güncel çalışmalarda obezite ve DEHB'nin patofizyolojisindeki ortak mekanizmaların
dürtü kontrolü ve yönetici işlevlerle ilişkili olabileceği öne sürülmektedir. Bu çalışma, aşırı kiloluluk /
obezitesi olan ve olmayan DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin yönetici işlevleri ve benlik saygısı düzeylerinin
karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca, çocuk ve ergenlerde aşırı kiloluluk / obezite, yönetici işlevler,
DEHB ve benlik saygısı arasındaki karmaşık ilişkinin incelenmes i amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Mart 2021- Nisan 2022 arasında Gazi Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
polikliniklerine başvuran DEHB tanılı herhangi bir ilaç kullanmayan 71 ergenin dahil edildiği örneklemin yaş
ortalaması 16.12±1.71 (yaş aralığı= 12-18 yıl) yıl olup, %71.83’ü erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcılara
Yönetici İşlevlere Yönelik Davranış Değerlendirme Envanteri Ölçeği (anne baba formu), Rosenberg Benlik
Saygısı Ölçeği ve Conners Ana baba Derecelendirme Ölçeği- Yenilenmiş Kısa Formu verilmiştir .
Bulgular: DEHB tanılı ergenlerde hiperaktivite belirtilerinin ve çalışma belleği fonksiyonunun benlik
saygısının en önemli yordayıcıları olduğu saptanmıştır. Ayrıca aşırı kiloluluk / obezite durumuna göre
DEHB’li ergenler karşılaştırıldığında çalışma belleği ve planlama/örgütleme fonksiyonları açısından
gruplar arası farklılık bulunmuştur. Ancak gruplar arasında benlik saygısı ve DEHB şiddeti açısından bir
farklılık saptanmamıştır.
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde DEHB’li ergenlerin benlik saygısında çalışma belleği
ve hiperaktivite belirti şiddetinin önemli rol oynayabileceğini göstermektedir. Aşırı kiloluluk/obezite
durumuna göre DEHB tanılı ergenlerde benlik saygısı ve DEHB kliniğini açısından farklılık saptanmazken
çalışma belleği ve planlama/örgütleme becerilerinde farklılık saptanması, DEHB’de yönetici işlevlerin
aşırı kiloluk/obezite için kritik bir rol oynadığını düşündürme ktedir.
Aim: Executive function deficits are very common in attention deficit hyperactivity disorders (ADHD).
Recent studies suggest that common mechanisms in the pathophysiology of obesity and ADHD may be
related to impulse control and executive functions. This study aimed to compare the executive functions
and self-esteem levels of children and adolescents with ADHD with and without overweight/obesity. The
study also aimed to examine the relationships between overweight/obesity, executive functions, ADHD
and self-esteem in children and adolescents.
Patients and Method: Participants included 71 children/adolescents (mean age = 16.12±1.71; age range=
12-18 years; 71.83% males) with ADHD who applied to Gazi University Child and Adolescent Psychiatry
outpatient clinics between March 2021 and April 2022 and did not use any medication. Participants
completed the Executive Functions Behavior Evaluation Inventory Scale (parent form), Conners Parent
Rating Scale-Revised Short Form and Rosenberg Self-Esteem Scale .
Results: Results showed that hyperactivity symptoms and working memory function were significant
predictors of self-esteem in adolescents with ADHD. In addition, when adolescents with ADHD were
compared according to their overweight/obesity level, significant differences were found between the
groups in working memory and planning/organization functions. However, no difference was found
between the groups in terms of self-esteem and ADHD severity.
Conclusion: The findings suggest that working memory and hyperactivity symptom severity may play an
important role in understanding the self-esteem of adolescents with ADHD. While no difference was found
in terms of self-esteem and ADHD clinic in adolescents diagnosed with ADHD according to overweight/
obesity status, differences in working memory and planning/organization skills suggest that executive
functions play a critical role in overweight/obesity in ADHD.
Büşra Totan, Hilal Yıldıran, Feride Ayyıldız
Günümüzde prevalansı gittikçe artan ve en büyük sağlık problemlerinden biri olan obezite; diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, inme, kanser, astım, obstrüktif uyku apne sendromu gibi bir çok kronik hastalıkla ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle obezitenin tedavisi bir çok kronik hastalık riskinin önlenmesine katkı sağlamaktadır. Yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivitede artış ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra son dönemlerde obezite tedavisinde gastrointestinal sistem etkilerinin üzerinde durulmaya başlanmıştır. Özellikle bağırsak mikrobiyatasının obeziteyle ilişkilendirildiği görülmektedir. Bağırsak mikrobiyatasının beslenme alışkanlıkları ve obeziteyle birlikte değişebildiği bir çok çalışmada gösterilmiştir. Değişen mikrobiyatanın obezite ve obeziteyle ilişkili bir çok hastalıkla ilişkisi olabileceği tartışılmaktadır. Bu alanda uzun dönemde yapılacak kontrollü çalışmaların obezitenin tedavisinde yeni bir yaklaşım oluşturacağı ve obeziteyle mücadelede önem kazanacağı düşünülmektedir. Bu derlemede bağırsak mikrobiyatası ve obezite arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
\r\n Today an increasing prevalence of obesity, which is one of major health problems is associated with many chronic diseases such as diabetes, cardiovascular disease, stroke, cancer, asthma obstructive sleep apnea syndrome. Therefore, treatment of obesity contribute to prevention of many chronic diseases risk. Recent years, it has started to consider on effects on the gastrointestinal system in treatment of obesity as well as adequate and balanced diet, increasing physical activity and lifestyle changes. Especially it was seen that gut microbiota has been associated with obesity. Many studies showed that gut microbiota may be vary with eating habits and obesity. It is discussed changed microbiota might be associated with obesity and many obesity-related diseases. It is thought that long term-controlled studies in this area will create a new approach to the treatment of obesity and come into prominence in the fight against obesity. In this review,it was aimed to evaluate the relationship between body weight and the gut microbiota.
\r\n amaçlanmıştır.
Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Murat Çakır, İlhan Çiftçi, Mustafa Şahin
Mehmet Aykut Yıldırım, Mehmet Işık
Amaç: Obezite cerrahisindeki en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biri, derin ven trombozu (DVT)
ve pulmoner emboliyi (PE) kapsayan venöz tromboembolizm (VTE) olaylarıdır. Bu çalışmada, bariyatrik
cerrahi yapılan ve standart doz profilaksisi uygulanan hastalarda VTE sonuçlarının değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: 2015-2019 yılları arasında morbid obezite nedeni ile ameliyat edilen hastalar
retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya, laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan ve standart doz
Enoksaparin profilaksisi uygulanan olgular dahil edildi. Hastaların demografik verileri, preoperatif hazırlık
ve postoperatif antiembolik tedavi koşulları kaydedildi.
Bulgular: Laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan 87 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 66'sı (%75,8)
kadın 21'i (%24,1) erkekti. Ortalama yaş 38,7 (18-55) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 6,6 (3-69)
gündü. Dört hastada (%4,5) postoperatif komplikasyon gelişti. İki hastada PE, birer olguda sızıntıya bağlı
mediastinit ve kesi fıtığı meydana geldi.
Sonuç: Mevcut profilaksi yöntemlerine rağmen, VTE, obezite cerrahisi geçiren hastalarda önemli bir
morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. Yüksek doz düşük molekül ağırlıklı heparin
(DMAH) kullanımı kanamaya neden olabilirken, düşük doz DMAH kullanımı ise VTE olasılığını artırmaktadır.
Bu durum, DMAH'ların bir sınırlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken dönemde artırılmış doz ve
taburculuk sonrası standart doz uygulaması için yeni çalışmalar a ihtiyaç bulunmaktadır .
Aim: Venous thromboembolism (VTE) events covering deep vein thrombosis (DVT) and pulmonary
embolism (PE) constitute the most important morbidity-mortality cause in obesity surgery. The objective
of this study was to assessment of thromboembolism results in patients who underwent bariatric surgery
with standard dose prophylaxis.
Patients and Methods: The patients who were operated for morbid obesity in our clinic between 2015 and
2019 were retrospectively examined. Cases that had laparoscopic sleeve gastrectomy and were applied
standard dose Enoxaparin prophylaxis were included in the study. Demographic data, preoperative
preparation and postoperative antiembolic treatment conditions of the patients were registered.
Results: Eighty-seven patients who had laparoscopic sleeve gastrectomy were included in the study. 66
(%75,8) of the patients were female and 21 (%24,1) were male. The mean age was 38.7 (18-55). Mean
hospitalization duration was 6.6 (3-69) days. Four patients (% 4,5) had postoperative complication. PE
developed in two patients while leak-related mediastinitis and incisional hernia (%1,1) developed in one
case each.
Conclusion: Despite available prophylaxis methods, VTE constitutes an important morbidity and mortality
cause in patients who had bariatric surgery. While high-dose low-molecular weight heparin (LMWH) use
may cause bleeding, the possibility of VTE increases with using low-dose LMWH. This situation appears
as a limitation of LMWHs. New studies are needed for increased dose at early period and standard dose
application after discharge.
Ali Bayram, Hüseyin Kazancı, Alaaddin Avşar, Talat Tavlı, Süleyman Türk, İrfan Güner