Pseudomonas Aerugınosa Suşlarının Antimikrobik Direnci
Muhammet Güzel Kurtoğlu, Hamza Bozkurt, Görkem Yaman, Kumru Aygül, Yasemin Bayram, Mustafa Berktaş
Araştırma makalesi
Özeti
Pseudomonas Aerugınosa Suşlarının Antimikrobik Direnci
AntImIcrobIc ResIstance Of Pseudomonas AerugInosa StraIns
Amaç: Pseudomonas aeruginosa (P. aeruginosa) sufllarının antibiyotik direncinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada materyal olarak çeşitli örneklerden izole edilen 130 P. aeruginosa suşu kullanıldı. Bulgular: İzole edilen suşlar sıklıkla Yoğun Bakım(%60), Pediatri(%16.2) ve Kulak Burun Boğaz (%10) servislerinden izole edilmişlerdir. P. aeruginosa suşlarına yapılan duyarlılık testleri sonucunda en sık gentamisin (%75.4), tobramisin (% 64.6) ve imipenem (%50)’e direnç saptanmıştır. Sonuç: Çalışma sonucunda P. aeruginosa suşlarının antimikrobiyal dirençleri önceki yıllara göre gentamisin dışında azalma gösterdiği saptanmıştır.
Aim: In the study where antibiotic resistance of Pseudomonas aeruginosa (P. aeruginosa) strains were aimed to be investigated. Material and method: In the study 130 P.aeruginosa strains isolated from various samples as materials were utilized. Result: Isolated strains were mainly provided from the intensive care unit (60%), the pediatry department (16.2%), and the otorhinolaryngology department (10%). As a result of the sensitivity tests performed for P. aeruginosa strains, the most resistance was provided with gentamicin (75.4%), tobramycin (64.6%), and imipenem(50%). Conclusion: Consequently, it was determined in our study that antimicrobial resistance of P. Aeruginosa strains be decreased, except gentamicin compared to previous years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak Değerlendirilmesi
Fatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Osman Güvenç, Derya Arslan, İsa Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of PatIents WIth Isolated VentrIcular Septal
defect Who Came To PedIatrIc CardIology OutpatIent ClInIc
Venriküler septal defekt (VSD) doğumsal kalp hastalıkları
içinde 1000 doğumda 3-6 oranı ile en yaygın görülen kardiyak
malformasyondur. Defekt kendi kendine kolayca kapanabilen
musküler septumda küçük bir açıklıktan, kardiyak operasyonla
kapatılması gereken komplike bir lezyona kadar geniş paternde
özellik gösterebilir. Bu çalışmadaki amaç izole VSD’li vakaların
dosya tarama metodu ile uzun dönem takip ve prognoz sonuçlarının
değerlendirilmesidir. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Temmuz 2010-Şubat 2013 yılları arasında çocuk kardiyoloji bölümüne
müracaat eden ve izole VSD tanısı olan hastaların ekokardiyografi
verileri retrospektif olarak incelendi. Ventriküler septal defektler
sırasıyla; %71.52 perimembranöz VSD (n=103), % 40.6 musküler VSD
(n=80), %9.72 çoklu defekt (n=14) şeklindeydi. Hastaların % 52.4’ünde
(n=54) VSD’nin kendiliğinden kapandığı görüldü ve %22.3’ünde
(n=23) VSD klinik izlemde kendiliğinden kapanmadığından ve kalp
yetmezliğine neden olduğu için cerrahi işlem uygulandı .Cerrahiye
verilen VSD’lerin çoğunlukla perimembranöz VSD olduğu gözlendi (%
43.4). Ventriküler septal defekt, konjenital kalp hastalıklarının en sık
görülen formudur ve soldan sağa şanta neden olarak kalp yetmezliği
yapabilir. Ayrıca VSD’li hastalarda endokardit riski artmıştır. Bu
nedenle bu hastaların yakın takibi önem arzetmektedir.
VSD is the most common cardiac malformation among congenital
cardiac diseases and ocur in 3-6 in 1000 live births. The pattern of
this defect may vary from a minor hole in the muscular septum, with
a tendency to spontaneous closure, to complicated lesions requiring
heart surgery. The aim of this study was to evaluate retrospectively
long-term follow-up results and prognosis of pediatric patients
with isolated VSD. The study was conducted in Selçuk University
Medicine Faculty Pediatric Cardiology Department between July 2010
and February 2013. The echocardiography results of the patients with
isolated VSD have been examined retrospectively. Among the included
patients, % 71.52 of cases were perimembranous (n=103), % 40.6 of
cases were muscular (n=80) and % 9.72 of cases were multipl VSD
(n=14). Spontaneous closure rate was % 52.4 (n=54). % 22.3 of the
cases required surgical closure because of heart failure. % 43.4 of
the cases that requıred surgical closure were perimembranous VSD
defects. VSD is the most common malformation of congenital cardiac
diseases and can lead to heart failure by left to right shunt. And also
the incidence of endocarditis in these patients has increased so the
follow-up of the patients is significant.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Üriner Sistem Taş Vakalarında Retrospektif Bir Çalışma
Esat M. Arslan, Ali Acar, İbrahim Ünal Sert, Necip Uluz
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Üriner Sistem Taş Vakalarında Retrospektif Bir Çalışma
PedIatrIc UrolIthIasIs: RetrospectIve Study
Bu araştırma, Dicle Üniverstesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında 1984-1988 yılları arasında yatmış 95 ve Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında 1983-1992 yılları arasında yatmış 136, toplam 231 üriner sistem taş yakasını içermektedir. Vakalaı-ın %73 ü erkektir. Ya;ş gruplarına göre dagılımda ise 0-5 yaş grubu, toplam vakaları!! %44.5 idir. Üriner sisem taşları lokalizasyonunda ilk sırayı böbrekler (%53.9), ikinci sırayı mesane (%21) almıştır. Üriner sistem taşlı vakalarda %73.5 oranında üriner enfeksiyon tesbit edilmiştir.Enfeksiyon etkeni mikroorganizmalar sırasıyla E.coli (%59), pseudo-monas (%17), streptococus facecalis (%13.3) olarak bulunmuştur. Taş ile enfeksiyon arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla vakalar enfeksiyonlu ve enfeksiyonsuz ola-rak iki gruba ayrılıp, yaş, cins, taşların lokalizasyo-nu, preoperatif ve postoperatıf idrar kültürü yönünden k.arşılaştırıldı. I aşlı vakalarda enfeksiyon oluşmasında yuka-rıdaki parametrelerin payı olduğu görüşüne varıldı. Ayrıca bu vakaların üriner enfeksiyon düzeyinde, taşın lokalizasyonunun etkili olmadığı düşünüldü
in this study, we rewieved 95 patients with uri-nary tract stone that had been treated in Dicle Univer-sity Medical Faculty Urology Clinic between the years of 1984-1988 and 136 patients with urinary tract stone that had been treated in Selçuk University Medical Faculty Urology Clinic between the years of 1983-1992. %73 of the patients were males and %44.5 of them were 0 to 5 years old. The stones were found mostly in kidneys (%53 .9) and bladder (%21 ). Urinary tract infection was found in %78 of the patients with stone. Causative microorganism were E.coli (%59), pseudomonas (%17) and streptococcus faecalis (%13.3). in order to show the relation between stone and infection, the patients were divided into two groups according to the existance of infection. The two groups were studied with respect to the age, sex, lo-calization, hiochemical analysis, pre and post opera-tion urine cultures. It is concluded that the above parameters were ef-fective in the development of infection in patients with urinary tract stone. It is also concluded that the infection site was not effective in the localization of the stne.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
Mahmut Abuhandan, Hasan Kandemir, Cemil Kaya, Bülent Güzel, İbrahim Fatih Karababa, Bülent Koca, Muazzez Çevik
Araştırma makalesi
Özeti
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
QualIty Of LIfe And PsychIatrIc PropertIes In ChIldren WIth FunctIonal
abdomInal PaIn
Bu çalışmada fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerde,
rahatsızlığın yaşam kalitesi ve psikiyatrik belirtileri üzerine etkisinin
değerlendirilmesi amaçlandı. Roma III kriterlerine göre fonksiyonel
karın ağrısı tanısı alan 30 hasta ile birlikte yaş ve cinsiyetleri eşleşmiş
30 sağlam çocuk kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Gruplara,
Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Çocuklar için DurumlukSüreklilik
Kaygı Ölçeği (ÇDSKÖ) ve Çocuklar için yaşam kalitesi
ölçeklerinin Ebeveyn ve Çocuk formları (ÇİYKÖ-E ve C) uygulandı.
Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerin yaşam kalitesi
tüm ölçek puanları, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan
çocuk ve ergenler için yaşam kalitesi ebeveyn açısından tüm ölçek
puanları, kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve
ergenlerin çocuklar için depresyon ölçeği, çocuklar için süreklilik
kaygı ölçeği ve çocuklar için durumluluk kaygı ölçeği puanları, kontrol
grubun göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p
değerleri sırasıyla p<0.001, p=0.003, p=0.001). Fonksiyonel karın
ağrısı olan çocukların, kontrol gruplarına göre yaşam kalitesinde
azalma, sürekli kaygı içinde oldukları ve depresyona meyil oldukları
tespit edildi.
In this study, it was aimed to evaluate the effects of functional
abdominal pain and psychiatric signs on life quality in childrens and
adolescents. 30 patients diagnosed with functional abdominal pain
according to Roma III criterias and 30 healthy children as control
group matched of age and gender were included in the study. Child
Depression Inventory (CDI), State-Trait Anxiety Inventories for
Children (STAI-C) and Pediatric Quality of Life Inventory Parent
and Child Versions (PedQL-P and C) were applied to both patient
and control groups. All scale scores of life quality of childrens
and adolescents with functional abdominal pain were statisticaly
significance lower than control group (p<0.001). All the score of
life quality in terms of parents of childrens and adolescents with
functional abdominal pain were statisticaly significance lower than
control group (p<0.001). Depression scale, trait anxiety inventory
and state anxiety scores for children and adolescents with functional
abdominal pain were statisticaly significance higher than control
group (p<0.001, p=0.003, p=0.001, respectively). When compared
to control group, lower life quality scale scores , increased anxiety
levels tendency to depression and generally decreased life quality
status were determined in functional abdominal pain group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
Sevim Karaaslan, Bülent Oran, Osman Başpınar, Tamer Baysal, Abdullah Yazar
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
A RetrospectIve Follow-Up On The PatIents WIth The Acute RheumatIc Fever:
Akut romatizmal ateş tamlı hastalarımızın klinik ve laboratuar özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Hasta kayıtlarından akut romatizmal ateş tamlı 395 vaka seçildi. Hastaların atak anındaki başvuru yaşı 5-18 yaş (ortalama 11.3±2.8), cinsiyetleri 213 (% 53.9) erkek, 182 (%46.1) kız olarak belirlendi. Hastaların asıl klinik bulguları kardit °%70.3, artrit % 66.5, Sydenham koresi % 22.2, eritema marginatum %1 ve subkütan nodul % 0.7 şeklinde idi. Perikardiyal efüzyona % 3.5 oranında rastlanıldı. Karditli hastalarda mitral ve aort yetmezliği sırasıyla % 95.3 ve % 46.4 oranında oluştu. Takip esnasında kapak yetmezlikleri % 23.6 ve % 33 oranında kayboldu. Penisilin profiaksisinin düzensiz uygulanması bazı hastalarda tekrarlamalara neden oldu.
Patients with acute rheumatic fever, who were admitted to Pediatric Cardiology Unit of Selçuk University Meram Faculty of Medicine, were studied ret- rospectively to verify the clinical and laboratory profile of the disease. 395 cases were identified among patients admitted to the present institution. Age on admission was 5-18 years (mean 11.3±2.8), they were 213 (53.9%) boys, and 182 (46.1%) giriş. Manifestations included carditis 70.3°%, arthritis 66.5°%, Sydenham’s chorea 22.2%, eritema marginatum 1 °%,subcutaneous nodules 0.7%. Pericardial effusion was occurred in 3.5°%. Mitral insuffi- ciency and aortic insufficiency and aortic insufficiency were occurred in 95.3°% and 46.4°%, respectively. The regur- gitation disappeared in 23.6°% and 33°% of patients with mitral and aortic regurgitation, during follow-up. The caus- ing recurrence was the non-compliance with penicillin prophylaxis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Girişimsel Çocuk Kardiyolojide İki Yıllık Deneyimlerimiz
Derya Arslan, Derya Çimen, Osman Güvenç, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Girişimsel Çocuk Kardiyolojide İki Yıllık Deneyimlerimiz
Our Two Year ExperIence In The InterventIonal PedIatrIc CardIology
Girişimsel tedavi günümüzde artık çocuk kardiyolojisi merkezleri için vazgeçilmez tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır. Merkezimizde iki yıl içinde yaptığımız girişimsel tedavi sonuçlarımız sunuldu. Merkezimizde Şubat 2011-Kasım 2012 tarihleri arasında girişimsel işlem yapılan 40 hastanın sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 40 hastaya girişimsel tedavi uygulandığı görüldü. Bu hastaların %55’i (n:22) kız, %45’i (n:18) erkek idi. Yaşları 10 gün ile 15 yaş arasında, kiloları ise 3.7-60 kg arasındaydı. Valvüler pulmoner stenozu olan dokuz hastaya pulmoner balon valvüloplasti yapıldı. Aort koarktasyonu olan 10 hastaya koarktasyon anjioplasti yapıldı. Atriyal septal defekti olan 12 hastaya transkateterle ASD kapatma uygulandı. Geniş duktus açıklığı olan beş hastanın duktusu transkateter kapatıldı. Mitral darlığı olan 14 yaşında bir hastaya mitral balon valvüloplasti uygulandı. Hastanemizde pediyatrik anjiyo işlemlerinin yapılmaya başlandığı Haziran 2010 tarihinden Kasım 2012 tarihine kadar toplam 155 anjio işlemi yapıldığı ve bu hastaların 40’ına (%25.8) girişimsel işlem uygulandığı görüldü. Anjiyografi ünitemizde öncelikle tanı amaçlı kalp kateterizasyonu yapıldığı görülmektedir. Akabinde sırasıyla aort koarktasyonuna balon anjiyoplasti ve pulmoner balon valvuloplasti gibi girişimsel işlemler yapılmaktadır. Son zamanlarda ise transkateter ASD ve PDA kapatılması ve aort koarktasyonuna stent implantasyonu gibi komplike ve deneyim gerektiren işlemlerin yapılmaya başlandığı saptanmıştır. Son 6 ay dikkate alındığında girişimsel işlemlerin oranının tanı amaçlı olanlara kıyasla artarak %50 lere yaklaştığı görüldü.
Nowadays, interventional treatment is one of the indispensable methods of treatment for pediatric cardiology centers. The results of interventional treatment of our center were presented within two years. The results of 40 patients who underwent interventional procedure in our center between February 2011-November 2012 were retrospectively reviewed. Interventional therapy was applied to 40 patients. Fifty-five percent (n:22) of these patients were female, 45% (n:18) were male. Their age is from 10 days to 15 years, their weight is between 3.7 and 60 kg. Pulmonary balloon valvuloplasty was performed to nine patients with valvular pulmonary stenosis. Angioplasty was performed to 10 patients with the coarctation of aorta. Transcatheter ASD closure was performed to 12 patients with atrial septal defect. The five patients’ ductus with a wide range closed by transcatheter. Mitral balloon valvuloplasty was performed to 14-year-old patient with mitral stenosis. In our hospital,angiography was performed since June 2010 until November 2012, with total of 155 patients with angio process and interventional procedure was applied to 40 of these patients (25.8%). At first,diagnostic angiography is performed in our angiography unit. Subsequently, interventional procedures were performed such as balloon angioplasty to the coarctation of the aorta and pulmonary balloon valvuloplasty, respectively. Recently, processes that are complicated and requires experience such as transcatheter closure of ASD and PDA, and aortic stent implantation transactions began to be performed in our clinic. Considering the last 6 months, the rate of invasive procedures increased to 50% compared with diagnostic procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
2000 Canlı Doğumda İntra Uterin Gelişme Geriliği İle Doğan Bebekler Üzerıne Bir Araştırma
Ümran Çalışkan, Hacer Çalışkan, İbrahim Erkul, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
2000 Canlı Doğumda İntra Uterin Gelişme Geriliği İle Doğan Bebekler Üzerıne Bir Araştırma
A Research On Babıes Born Wıth Intra Uterıne Growth Restrıctıon In 2000 Lıve Bırds
İUGG ile doğan bebekler, günümüzde pediatrisler için önemli bir sorun teşkil ederler. Bu tür doğumlar toplumun sosyo-ekonomik durumu ile ilişkili oldukları için özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha fazla görüldükleri yapılan araştırmalarda gösterilmiştir (7). Yurdumuzda ise İUGG ile doğan bebeklerin insidansı ve özellikleri üzerine yapı/an bir araştırma vardır (5). Bu çalışmada 2000 vakalık seri üzerinde bu tür doğumların insidansını, anne yaşı, gebelik sayısı ve gebelik sıklığı ile olan ilişkisini araştırdık.
The newborn infants with IUGG are an important problem for pediatritions today, Because of the fact that this kind of births are releated to the socioeconomic status of population, it has been shown that these births are especially seen in the underdeveloped countries. In this investigation, we have searched the IUGG incidence and the re/ationship between IUGG and rnother's age, the number and the fri-quency of delivery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
Nezihe Yılmaz, Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş, Çiğdem Artuk, Fatmanur Çakmak
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of Respuratory Syncytıal Vurus (rsv) AntIbodIes In PedIatrIc PatIents WIth Lower RespIratory InfectIon
Respiratuvar Sinsityal Virus (Res-piratory Syncytial Virus-RSV) çocuklarda solunum yolları infeksiyonlarrnın sık hir sehehidir. Bu çalışmada, akut alt solunum yolları infeksiyonu tanısı almış 126 çocuk hastada RSV ye karşı se-rolojik cevap yönünden. spesifik Ig M ve 1g G an-tikoı-laı-ı indirekt Immünolloresans Antikor(1FA) tekniği ile tıı-aştırıldı. RSV-1g M ve RSV-1g G antikorları kan örneklerinde sırasıyla % 44.44 ve % 56.34 olarak saptandı.
Respiratory Syncytial Virus(RSV) is a fi-equent cause of respiratory tract infections in children. In this study. the serological response ta respiratory Syncytial Virus in 126 pediatric patients with lower respiratory infection was investigated hy 1ndirect immunolltıorescence Antibody(IFA) technique for spesific Ig M and 1g G. RSV- Ig M and RSV- 1g G antihodies vere detected in 44.44% and 56.34% of the hlood samples, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif Analizi
Harun Peru, Cüneyt Karagöl, Ahmet Midhat Elmacı, Fatih Kara
Araştırma makalesi
Özeti
Nefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif Analizi
The RetrospectIve AnalysIs Of 141 ChIldren PatIents WIth NephrotIc Syndrome
Amaç: Bu çalışmada retrospektif olarak nefrotik sendromlu (NS) olgularımızın yaş, cinsiyet, etyolojik dağılım, steroide yanıt ve prognoz yönünden bulguları, ülkemiz verileri ve literatür bulguları ile karşılaştırıldı. Gereç ve yöntem: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Kliniği’nde Ocak 2000 - Aralık 2006 tarihleri arasında izlenen 141 NS’lu olgu değerlendirildi. Etyolojilerine göre primer ve sekonder NS olarak sınışandırılarak, olguların klinik ve laboratuvar bulguları incelendi. Bulgular: Olguların 83’ü (%59) erkek, 58’i (%41) kız (erkek/kız oranı 1.44) olup yaş ortancası 9 yıl (0.3-18.5) idi. Olguların 115’inde (%81.5) primer, 26’sında (%18.5) sekonder NS saptandı. Primer NS olgularının 67’si erkek, 48’i kız olup yaş ortancası 8 yıl (0.3-18) iken; sekonder NS olgularının 16’sı erkek, 10’u kız ve yaş ortancası 14 yıl (7.5-18.5) idi. Primer NS’lu olguların %.76.5’i steroide yanıtlı, %22.6’sı steroide dirençli idi. Oniki olguda steroide bağımlılık saptandı. Steroide yanıtlı primer NS olgularımızda %64.8 oranında relaps geliştiği tespit edildi. Olguların %3.4’ünde sık relaps, %61.3’ünde seyrek relaps gözlendi. Primer NS’lu 31 olguda en sık histopatolojik tanı mezangioproliferatif glomerulonefrit (%45), sekonder NS’lu 26 olguda ise Henoch-Schonlein purpurası nefriti (%53.8) idi. Sonuç olarak, primer NS sıklığının ve steroide yanıt oranlarının literatürdeki verilerle benzer olduğu görüldü. Sık relaps oranımız ise diğer çalışmalara göre daha düşük saptandı. Sonuç: Çocukluk çağındaki NS olgularına ait bölgesel, ulusal ya da ırksal farklılıkların altında yatan sebeblerin ortaya konulması için büyük hasta gruplarını kapsayan çok merkezli ve kontrollü çalışmaların yapılmasının faydalı olduğunu düşünmekteyiz.
Aim: In this retrospective study, our patients with nephrotic syndrome (NS) were evaluated according to age, sex, etiology, response to steroid, prognosis, and compared with national data and the literature. Material and method: 141 children with nephrotic syndrome (NS) who admitted to the Department of Pediatric Nephrology of Selcuk University between January 2000 and December 2006 were assessed. Patients were classified into two groups according to etiology as primary and secondary NS. Results: 59% of the patients were male and 41% of them were female. Male/female ratio was 1.44, and median age was 9 (0.3-18.5) years. It is observed that 81.5% of the cases had primary and 18.5% had secondary NS. 67 of the patients with primary NS were male and 48 of them were female. Median age was 8 (0.3-18) years. 16 of the patients with secondary NS were male and 10 of them were female. Median age was 14 (7.5-18.5) years. Of patients with primary NS, 76.5% had steroid-responsive, and 22.6% steroide resistant. %64.8 of the patients with steroid responsive NS developed one and more relapses. Percentage of rare and frequent relapses were 3.4% and 61.3%, respectively. Our results showed that mesangioproliferative glomerulonephritis (MesPGN) was the most common histopathologic diagnosis, 15 (45%) of the 31 biopsied patients with primary NS were found to have MesPGN. Henoch Schonlein purpura nephritis was diagnosed in 14 (53.8%) patients and it was the most common cause of secondary NS. As a result, NS frequency and response to rate of steroid therapy are similar to present literature finding. However, frequent relaps ratio was lower than the others studies. Conclusion: We think that further research including more patients population and multiple center and control studies to investigate NS events to reveal causes of concerning with regional, national or race differences at the childhood period is warranted.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özofagus Atrezili Olgularla İlgili 20 Yıllık Deneyim (1991-2010)
Aytekin Bilirim, Müslim Yurtçu, Engin Günel, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Özofagus Atrezili Olgularla İlgili 20 Yıllık Deneyim (1991-2010)
20 Years’ ExperIence On Esophageal AtresIa
Bu çalışmanın amacı, üçüncül bir çocuk cerrahisi merkezi olan kliniğimizde tedavi edilen özofagus atrezisinin 20 yıllık sürede karşılaşılan sorunlarını ve ortaya çıkan gelişmeleri değerlendirmektir. Çalışmada kliniğimizde son 20 yılda tedavisi yapılan özofagus atrezili 118 olgu geriye dönük olarak irdelendi. Olgular başvuru yıllarına göre Grup I (1991-1998) ve Grup II (1999-2010) olmak üzere iki ana gruba ayrıldı. Tüm hastalar prenatal öykü, doğum şekli ve zamanı, başvuru zamanı, tanı yöntemleri, ameliyata alınma zamanı, cerrahi teknikler, ek anomali, komplikasyonlar ve mortalite oranları açısından değerlendirildi. Olguların ortalama başvuru ağırlığı 1960±5.35 gram idi. Doğumların %75’i hastane ve %25’i evde gerçekleştirildi. Bebeklerin %85’i miyadında ve % 15’i erken doğum idi. Bebeklerin %55’inde prenatal polihidroamnioz hikayesi saptandı. Vakaların hastaneye gelme zamanları ortalama 5.9±1.42 gündü. Kliniğimize başvurduğunda olguların tamamına yakını ön tanılı idi. Ek anomali %39 oranında saptandı. Grup I’deki olgular acil, Grup II’deki olgular ise hasta stabilize edildikten sonra elektif şartlarda ameliyata alındı. Cerrahi teknik olarak olguların çoğuna primer onarım ve uc uca anastomoz yapıldı. En sık rastlanan ameliyat sırası komplikasyon plevranın iyatrojenik açılması idi. En sık rastlanan ameliyat sonrası erken dönem komplikasyonlar atelektazi ve pnömoni; geç dönem komplikasyon ise GÖR idi. Olguların ortalama %56’sı kaybedilirken, bu oran Grup 1 de %76, Grup 2 de %45 olarak tespit edildi. En sık ölüm nedeni solunum yetersizliği, pnömoni ve anastomoz kaçağı idi. Kliniğimizde geriye dönük olarak yapılan bu çalışma, çocuklarda en sık rastlanan anomalilerden biri olan özofagus atrezisinde; düzeltilmiş yoğun bakım koşulları ve artmış cerrahi deneyimin, preoperatif ve postoperatif komplikasyonları ve mortaliteyi gittikçe azalttığını ortaya koymaktadır.
The aim of the study was to evaluate the problems and progresses of esophageal atresia (EA) treated in our department for 20 years at a single tertiary center for pediatric surgery. The study used a retrospective chart review of infants diagnosed with EA between 1991 and 2010. Patients were divided into 2 groups as Group I (1991-1998) and Group II (1999-2010) according to the years of diagnosis. All patients were also assessed regarding the prenatal history, delivery method and time, time of admission, diagnostic procedures, time of surgery, surgical techniques, associated anomaly, complications, and mortality rates. Mean weight of the cases was 1960±5.35 gr when they were admitted, 75% of deliveries was performed in hospital and 25% was at home. 85% of the babies was in term and 15% was preterm. Prenatal polyhydramnios story was detected in 55% of babies. Mean admittion time of the cases was 5.9±1.42 days. Almost all the patients admitted to our department had prediagnosis. The associated anomaly rate was 39%. Patients in Group I were operated immediately, and the ones in Group II were operated in elective conditions after being stabilized. As surgical technique, primary repair and end-to-end anastomosis were carried out in most of the cases. Most common intraoperative complication was iatrogenic pleural opening. The most common early period postoperative complications were pneumonia and atelectesia; late complication was gastroesophageal reflux. Overall mortality was 56% and this rate was 76% for Group 1 and 45% for Group 2. Respiratory insufficiency, pneumonia, and anastomotic leakage were the most common causes of mortality. This retrospective study performed in our department showed that corrected intensive care conditions and the developments in surgical techniques decreased preoperative and postoperative complications and mortality rates in esophageal atresia, which was one of the most anomalies seen in newborns.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin Karşılaştırılması
Sema Tuncer, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan, Süleyman Uzun, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin Karşılaştırılması
ComprarIson Of Recovery CharacterIstIcs Of Desflurane And Isoflurane In PedIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada tonsillektomi ve/veya adenoidektomi geçiren çocuklarda desfluran ve isofluranın derlenme özellik leri karşılaştırıldı. Yaşları 4-12 olan 40 çocuk çalışmaya alındı ve anestezi indüksiyonundan 30 dk. önce 0.5 mg/kg midazolam oral uygulandı. Anestezi indüksiyonu için 2;2.5 mg/kg propofol ve 10 pg/kg alfentanil verildikten sonra hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı ve anestezi idamesi için % 1-1.5 isofluran (grup I) ve % 6-7 desfluran (grup II) uygulandı. Cerrahi başlamadan önce, hastalara postoperatif analjezi için 20 mg/kg parasetamol rektal uygulandı. Postoperatif bulantı-kusma insidansını azaltmak için 150 pg/kg deksametason verildi. Anestezik ajanlar operasyon bitiminde kesildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı saptandı. Ekstübasyon zamanı anestezik gazların kesiminden, ekstübasyona kadar geçen süre; derlenme zamanı anestezik gazların kesiminden Aldret skoru 8 oluncaya kadar geçen süre olarak tanımlandı. Ajitasyon üç puanlı skorlama ile değerlendirildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı desfluran grubunda isofluran grubuna göre anlamlı olarak kısa bulundu. Ajitasyon insidansı iki grupta benzerdi. Sonuç olarak, çocuklarda kısa süreli cerrahi girişimlerde desfluran, isoflurana göre daha hızlı derlenme sağlamaktadır.
The study compares the recovery charecteristics of desflurane and isoflurane in children undergoing tonsillectomy and/or adenoidectomy. Forty children 4-12 year of age were studied and thirty minutes prior to the induction of anesthesia, ali patients received 0.5 mg/kg midazolam orally. They were randomly assigned to receive 1-1.5 % isoflurane (group I) and 6-7 % desflurane (group II) for maintenance of anesthesia afterpatients given 2-2.5 mg/kg propofol and 10 pg/kg alfentanyl for anesthesia induction. Before surgery, patients received 20 mg/kg paracetamol rectally for postoperative analgesia. Dexamethasone 150 pg/kg was given to reduce the incidence of postoperative nausea and vomiting. Administration of anesthetic agents was terminated at the end surgery. At the end of operation extubation and recovery time determined. Extubation time was defined as the time from discontinuation of anesthetics to extubation. Recovery time was measured from the time the anesthetics were discontinued until the patients achieved a score of 8 on the Aldrete score. Agitation was evaluated by using the three-point score. Extubation and recovery time were significantly faster in the desflurane group than isoflurane group (p<0.05). İncidence of agitation was similar for both groups. As a result, desflurane provides a faster recovery than isoflurane in short-term surgery on children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
Mehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
Funda Gök, Alper Kılıçaslan, Mehmet Sargın, Alper Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
AmlodIpIne And Valsartan+hydrochlorothIazIde ToxIcIty In ChIld
Kalsiyum kanal blokerinin yüksek doz alımı ciddi klinik sonuçlara
ve ölüme neden olabilir. 13 yaşındaki çocuk hasta intihar amaçlı
yüksek doz amlodipin ve valsartan+hidroklorotiazid alımına bağlı
gelişen belirgin hipotansiyon nedeniyle yoğun bakım ünitemize alındı.
Sıvı, kalsiyum glukonat, dopamin, dobutamin ayrıca glukoz ve insülin
ile başarılı olarak tedavi edilerek ileri komplikasyonların gelişmesi
önlenen hasta, yoğun bakım ünitemizden 8 gün sonra sağlıklı olarak
taburcu edildi.
Intake of high doses of calcium channel blocker can cause serious
clinical consequences and death. A child patient at 13 years old was
admitted to the intensive care unit because of significant hypotension
due to high-dose amlodipine and valsartan+hydrochlorothiazide
intake aiming commit suicide. The patient successfully treated with
fluid, calcium gluconate, dopamine, dobutamine in addition to insulin
and glucose was discharged from intensive care unit after eight days
healthy by preventing development of further complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Onkoloji Hastalarında Dental Yaklaşım
Emre Korkut, Alparslan Esen, Fatma Demiray, Yağmur Şener
Derleme
Özeti
Pediatrik Onkoloji Hastalarında Dental Yaklaşım
Dental Approach In The PedIatrIc Oncology PatIent
Çocukluk çağı kanserlerinin oranı son iki yıldır nispeten sabit
kalmış olmasına rağmen, erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki
gelişmeler sayesinde ölüm oranlarında ciddi düşüşler olmuştur.
Günümüzde yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen halen, kanser tanısı
alan çocukların %75’inden fazlası beş yıldan fazla yaşayamamaktadır.
Ağız ve diş sağlığı problemleri; kanser tedavisi öncesinde, sırasında
ve sonrasında çocuğun sağlığını ve yaşam kalitesini bozabilir. Bu
nedenle pediatrik diş hekimleri, bu hastaların ağız hijyeni ve diş
tedavi gereksinimlerinin sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.
Although it remains relatively stable childhood cancer rates
in the last two years, thanks to advances in early diagnosis and
treatment there has been a serious decline in the mortality rate.
Despite all these developments, it still experienced today that
children diagnosed with cancer 75% more than they can not survive
more than five years. Before cancer treatment, oral and dental health
problems may impair during and after the child’s health and quality of
life. Therefore, pediatric dentists, the provision of oral hygiene and
dental treatment needs of these patients have a very important place.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta/geç Preterm Bebeklerin 11-12 Yaş Arası Nörogelişimsel Prognozu
Ozge Kucur, Sultan Kavuncuoğlu, Mahmut Cem Tarakçıoğlu, Müge Payaslı, Esin Yıldız Aldemir
Araştırma makalesi
Özeti
Orta/geç Preterm Bebeklerin 11-12 Yaş Arası Nörogelişimsel Prognozu
Neurodevelopmental Outcomes Of Moderate/late Preterm Infants At 11-12 Years Of Age
Amaç: Orta/geç preterm doğan 11-12 yaşındaki çocukların nörogelişimsel sonuçlarını ve okul başarısını araştırmayı ve prognozu etkileyen risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
Yöntemler: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde Ocak 2004-Aralık 2004 tarihleri arasında izlenen orta ila geç preterm bebekler çalışmaya dahil edildi; çocuklar 2016 yılında hastanemiz pediatri polikliniğinde muayene edildi. Perinatal ve neonatal dönem öyküleri hastane veri tabanından elde edildi. Somatik büyüme özellikleri yorumlandı. Nörogelişim, Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R) ölçeği kullanılarak değerlendirildi. Pediatrik Semptom Kontrol Listesi (PSC) uygulandı. Sosyoekonomik düzeyin nörogelişimsel sonuç üzerindeki etkisi incelendi. Okul performansı karne notları kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 11.6 olan 41 çocuk değerlendirildi. Somatik büyüme ile ilişkili risk faktörleri anne yaşı (>35 yaş), fetal distres ve patent duktus arteriyozus idi. Sepsis, sözel zekada bir azalma ile ilişkilendirildi; periventriküler lökomalazi hem sözel hem de performans zekası üzerinde olumsuz etkilere sahipti. Sosyoekonomik düzey, performans ve tam ölçekli zeka ile orta düzeyde bir korelasyon gösterdi. PSC puanı pozitif olan çocukların zeka bölümü anlamlı olarak daha düşüktü.
Sonuç: Orta ila geç preterm bebekler, beynin tam olgunlaşmaması ve doğum sorunları nedeniyle hem nörolojik hem de gelişimsel olarak geride kalmaktadır. Erken prematüre bebeklere benzer şekilde, bu çocuklar uzun süre izlenmelidir; aile desteği, rehabilitasyon ve özel eğitim ihtiyaçları karşılanmalıdır.
Background: We aimed to investigate the neurodevelopmental outcomes and school success of 11- to 12-year-old children born as moderate/late preterm infants and identify risk factors affecting prognosis.
Methods: Moderate/late preterm infants followed in the neonatal intensive care unit between January 2004 and December 2004 were included, and the children were examined again in our pediatrics outpatient clinic in 2016. Perinatal and neonatal histories were obtained from the hospital database. Physical growth characteristics were interpreted. Neurodevelopment was evaluated using the revised Wechsler Intelligence Scale for Children (WISC-R). The Pediatric Symptom Checklist (PSC) was also applied. The effect of socioeconomic level on neurodevelopmental outcome was examined. School performance was evaluated using report card grades.
Results: Forty-one children with a mean age of 11.6 years were evaluated. Risk factors associated with physical growth outcomes were maternal age of >35 years, fetal distress, and patent ductus arteriosus. Sepsis was associated with a decrease in verbal intelligence while periventricular leukomalacia had negative effects on both verbal and performance intelligence. Socioeconomic level showed a medium correlation with performance and full-scale intelligence. The intelligence quotients of the children with positive PSC scores were significantly lower.
Conclusions: Moderate/late preterm infants lag both neurologically and developmentally due to incomplete maturation of the brain and natal problems. Similarly, to early preterm infants, these children should be monitored for extended periods, and family support, rehabilitation, and special education needs should be met.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Mehmet Akdoğan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
CerebrospInal FluId Lactate Dehydrogenase Enzyme Levels In PalIents BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Bakteriyel menenjit ve aseptik menenjit ayrıcı tanısı için beyin omurilik sıvısı (B.O.S.) taktik dehidrogenaz (LDH) enzim düzeyi araştırıldı. B.O.S. LDH enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. LDH düzeyleri; kontrol grubunda 25,02±9,47 IUIL, bakteriyel menenjit grubunda 119,26±41,34 IUIL ve aseptik menenjit grubunda 403112,61 11.111, olarak bulundu. Karşılaştırma yapıldığında normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubunun B.O.S. LDI1 enzim düzeyleri belirgin olarak daha yüksektir (p<001). Bu verilere dayanarak B.O.S. LDH enzim düzeylerinin saptanmasının bakteriyel menenjitin aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceği kanaatindeyiz.
Cerebrospinal fluid lactate dehydrogenase (LDH) enzyme levet was investigated in this research for the differential diagnosis of bacterial and aseptic meningitis. LDH enzyme levels in CSF were determined in a group of 58 pediatric cases which were constituted of 30 normal imdividuals, 14 patients with bacterial meningitis and 14 patients with aseptic meningitis. The values of CSF LDII levels in normal group, bacterial meningitis group and aseptic meningitis group were obtained as 25,02 ±9 ,47 IUIL, 119,26 ±41,34 IUIL, ± 0 ÷ ,61 IUIL, respectively. In the levels of LDH enzyme ,in CSF of bacterial meningitis cases, a significant difference was found in comparison to the other groups which were normal individuals and aseptic meningitis cases (p<0,001).Based on these findings, it is concluded that the determinations of LD11 levels of CSF are helpful in differentiating bacterial from aseptic meningitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
İbrahim Erkul, Mehmet Gödeneli, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
Early Ethıologıcal Dıagnosıs Of Bacterıal Menıngıtes Wıth The Latex Aglutınatıon Test
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Kliniğine menenjit nedeniyle yatırılan 44 hastaya etiolojik teşhis için Wellcogen lateks aglütinasyon testi uygulanarak sonuçların beyin - omirilik sıvısı kültür sonuçlarıyla karşılaştırılması yapılmıştır. Lateks aglütinasyon ve kültür birlikte kullanıldığında tek başına kültür kullanılmasına oranla daha yüksek oranda sonuç vermiştir. Ancak lateks aglütinasyon ile kültür sonuçları karşılaştırıldığında literatürde de olduğu gibi arada istatistiki bir fark bulunamamıştır. Kullandığımız kitler arasında B grubu N. meningitidis kitinin bulunmamasının bu sonuçtan sorumlu olduğu ve ülkemiz gibi antibiotiklerin gelişigüzel kullanıldığı yerlerde lateks aglütinasyon testinin kültüre oranla daha anlamlı sonuç vereceği düşünülmüştür.
The Wellcogen latex agglutination test was applied to 44 patients who were hospitalized in the Department of Pediatric Health and Diseases for meningitis, and the results were compared with the cerebrospinal fluid culture results. When latex agglutination and culture were used together, it gave a higher rate than culture alone. However, when the culture results were compared with latex agglutination, no statistical difference was found between the results, as in the literature. It was thought that the absence of group B N. meningitidis kit among the kits we used was responsible for this result and latex agglutination test would yield more significant results than culture in places where antibiotics were used indiscriminately, such as in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Karditli Çocukların Elektrokardiyografilerinde Kardiyak Elektrofizyolojik Denge İndeksi
Fatih Şap, Ahmet Yasin Güney, Mehmet Burhan Oflaz, Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Karditli Çocukların Elektrokardiyografilerinde Kardiyak Elektrofizyolojik Denge İndeksi
Index Of CardIac ElectrophysIologIcal Balance In ElectrocardIography Of ChIldren WIth Acute RheumatIc CardItIs
Amaç: Çalışmamızda akut romatizmal karditli çocukların elektrokardiyografilerinde kardiyak
elektrofizyolojik denge indeksi (iCEB), ve kardiyak aritmi için diğer risk belirteçlerinin incelenmesi
amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2016-Ağustos 2018 tarihleri arasında, akut romatizmal kardit tanılı 40
çocuk hasta ile yaş ve cinsiyet olarak benzer 40 sağlıklı çocuk retrospektif olarak çalışmaya alındı. Tüm
vakaların demografik özellikleri kayıtlardan elde edildi. Elektrokardiyografide; P dalga dispersiyonu (Pd),
QT dispersiyonu (QTd) ve düzeltimiş QTd (QTcd) süreleri, Tp-e intervali (Tp-e), Tp-e/QT ve Tp-e/QTc
oranları, ve iCEB ve düzeltilmiş iCEB (iCEBc) ölçüm değerleri gruplar arasında karşılaştırıldı. İstatistiksel
olarak p <0,05 olması anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması sırasıyla; 11,40±3,48 yıl ve 11,41±3,31 yıldı. Her iki
grupta 16 kız (%40) ve 24 erkek (%60) çocuk vardı. Hasta grupta, kalp hızı, PR intervali, Pd, QTd, QTcd,
Tp-e, Tp-e/QT oranı ve iCEBc ölçümleri anlamlı derecede yüksek saptandı. iCEB düzeyi hasta grubunda
sağlıklı kontrollere daha yüksek olmasına rağmen istatistiksel anlamlı bir fark yoktu.
Sonuç: Akut romatizmal karditli çocuklarda, repolarizasyon-depolarizasyon dengesi bozulmuş olabilir. Bu
nedenle aritmi için diğer elektrokardiyografik risk parametrelerine ilave olarak iCEB(c) kullanımı da yararlı
olabilir. Ancak, bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır .
Aim: In this study, examination of the index of cardiac-electrophysiological balance (iCEB) and of other
risk markers for cardiac arrhythmia in electrocardiography of children with acute rheumatic carditis was
aimed.
Patients and Methods: Forty pediatric patients with acute rheumatic carditis and 40 healthy children
matched in terms of gender and age were retrospectively enrolled in the study between January 2016
and August 2018. Demographic data of all cases were obtained from records. By electrocardiography, P
dispersion (Pd), dispersion durations of QT (QTd) and corrected QT (QTcd), Tpeak-to-end interval (Tpe),
ratios of Tp-e/QT and Tp-e/QTc, and measurements of iCEB and corrected iCEB (iCEBc) were all
compared between the groups. Statistically significant dif ference was accepted as p< 0.05.
Results: In the patient and control groups, mean ages were 11.40±3.48 years and 11.41±3.31 years,
respectively. Both groups had 16 female (40%) and 24 male (60%) children. In the patient group, heart
rate, PR interval, Pd, QTd, QTcd, Tp-e, Tp-e/QT ratio and iCEBc were found to be significantly increased.
Though iCEB level was higher in the patient group, there was no statistically significant difference with
healthy controls.
Conclusion: In children with acute rheumatic carditis, repolarization-depolarization balance may be
impaired. Therefore, in addition to other electrocardiographic risk parameters for arrhythmia, use of
iCEB(c) may also be beneficial. However , further studies on this issue are needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaygın Değişken İmmün Yetmezlik Hastaları Ve Yakınlarında Malignite Sıklığı
Gökhan Kalkan, Fügen Ersoy
Araştırma makalesi
Özeti
Yaygın Değişken İmmün Yetmezlik Hastaları Ve Yakınlarında Malignite Sıklığı
IncIdence Of MalIgnancy In PatIents WIth Common VarIable Immune DefIcIency And TheIr FamIly Members
Özellikle lenforetiküler ve gastrointestinal malignitelerin yaygın
değişken immün yetmezlik (Common Variable ImmunodeficiencyCVID)
hastalarında daha sık görüldüğü bilinmektedir. Semptomsuz
gen taşıyıcılarının bulunabileceği akrabalar arasındaki malignite
sıklığı da az sayıdaki çalışmayla gösterilmiştir. Bu calismada CVID
ve immünoglobülin A (IgA) eksikliği hastaları ve bu hastaların
akrabalarındaki malignite insidansı araştırılmıştır. Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik İmmünoloji Ünitesi’nde takip
edilen Toplam 25 CVID hastası ile 727 akrabası ve 68 IgA eksikliği
hastası ile 1802 akrabası malignite insidansı açısından incelenmiştir.
Ayrıca CVID hastalarının birinci derecen akrabalarında IgA eksikliğinin
bulunma sıklığı serum immünglobülin A (IgA) düzeyi tayiniyle ve CVID
hastalarında otoantikor varlığı serum antinükleer antikor (ANA) ve
anti çift sarmallı DNA antikor (dsDNA) varlığı ile taranmıştır. Malignite
insidansı CVID hastalarında %12, akrabalarında %1,9 olarak tespit
edilmiştir. IgA eksikliği hastalarında maligniteye rastlanmazken
akrabaların %2,3’ünde malignite bulunmuştur. Üç CVID hastasının aile
bireyinde IgA eksikliği saptanmıştır. Hiçbir CVID hastasında serum
ANA ve anti dsDNA pozitif bulunmamıştır. Sonuçlar, literatüre paralel
olarak CVID’lı hastaların artan malignite insidansını doğrulamaktadır.
Hem CVID hem de IgA eksikliği hastalarının yakınlarında malignite
sıklığında artış saptanmamıştır. Otoantikor negatifliği ve kanser
sıklığı ilerleyen yaşla değişebileceğinden CVID hastalarının bu iki
durum konusunda yakın takibi önerilmektedir. CVID’lı hastaların aile
bireylerinin IgA eksikliği yönünden taranması bir çok asemptomatik
vakanın erken tanısına yardımcı olacaktır.
It is well known that malignancies especially of lymphoreticular and gastrointestinal origin are more common in patients with common variable immune deficiency (CVID). Incidence of malignancy among relatives of patiens with CVID was reported in a limited number of studies. In this study incidence of malignancy among patients with CVID, IgA deficiency and their relatives were investigated. We evaluated 25 CVID and 68 IgA deficiency patients, and their 727 and 1802 respective relatives for the presence of malignancy. In addition, all the first degree relatives of patients with CVID were screened for the presence of IgA deficiency and autoantibodies in terms of positive anti nuclear antibody (ANA) and anti double stranded DNA antibody (dsDNA). Incidence of malignancy in patients with CVID and their relatives were 12% and 1.9%, respectively. A history of malignancy was positive in none of the patients with IgA deficiency but in 2.3% of their relatives. None of the patients with CVID had positive ANA or anti dsDNA. Our results confirm the notion that incidence of malignancy is increased in patients with CVID. However, relatives of neither CVID nor IgA deficiency patients , displayed any increase in the incidence of malignancy. Screening of patients with CVID for malignancy and their relatives for IgA deficiency might provide early diagnosis of these conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
Emre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi
Özeti
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
Selmin Karataylı Özgürsoy, Ulaş Onay, Emine Polat, Tülay Tos
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
FacIal Asymmetry And CongenItal AnomalIes In Newborn CousIns
Yeni doğan bebeklerde fasiyal asimetri her zaman fasiyal paralizi
olduğu anlamına gelmez. Konjenital fasiyal asimetri, doğumsal
travmatik fasiyal paraliziye bağlı olabileceği gibi, “konjenital
asimetrik ağlayan yüz” olarak adlandırılan depresor anguli oris
kasının aplazisi (DAOA) nedeniyle de olabilmektedir. İzole kas
aplazilerine, iskelet, kardiyovaskuler, ürogenital, solunum ve santral
sinir sistemi anomalileri eşlik edebilir. Burada sunulan DAOA’li
hastanın kuzeninde iki elde 8 parmak aplazisi, kalça çıkığı, bilateral
ayak parmaklarında parsiyel kutanöz sindaktili ve ASD mevcuttur.
DAOA, kulak burun boğaz ve pediatri doktorları tarafından bilinmesi
gereken, etiyolojisi netleşmemiş, karşılaşıldığı vakit ek tarama tetkiki
gerektiren, konjenital bir anomalidir.
Facial asymmetry in new-born babies is not always due to facial
paralysis. Congenital facial asymmetry, might as well as be due to
depressor anguli oris muscle aplasia (DAOA), so called “congenital
asymmetric crying facies”. Additional congenital anomalies like
skeletal, cardiovascular, urogenital, respiratory or central nerve
system anomalies can also accompany this disorder. Here, we
present a case with DAOA whose cousin had aplasia of 8 fingers in
two hands, hip dislocation, partial cutaneous syndactyly in bilateral
feet fingers, and ASD. DAOA is a rare congenital anomaly with
unknown etiology; therefore, screening tests should be done when
encountered by otolaryngologists and pediatricians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Birsen Uçar, Zehra Karataş, Zübeyir Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Three Years ExperIence Of TranstelephonIc ElectrocardIography In ChIldren
Disritmilerin çoğunlukla aralıklı olarak ortaya çıkması nedeniyle, her zaman tespit edilmesi mümkün değildir. Transtelefonik elektrokardiyografi (TTE), disritmisi olan hastanın ritim sorunu olduğu anda elektrokardiyografi (EKG)’nin çekilerek telefon hattı ile hastaneye ulaştırılmasını sağlar. Bu çalışmada çocuklarda aralıklı olarak ortaya çıkan disritmilerin tanısını koymada ve izleminde TTE monitorizasyonun etkinliğini araştırmayı amaçladık. Mayıs 2003 - Mayıs 2006 yılları arasında pediatrik kardiyoloji polikliniğinde TTE ile değerlendirilen 121 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaşları 4 ay ile 18 yıl (12±4.4 yıl) arasında değişmekteydi. En sık başvuru şikayetleri çarpıntı (%42.1), göğüs ağrısı (%15.7), senkop (%5), çarpıntı ve göğüs ağrısı (%6.6), çabuk yorulma (%5) ve ilaç etkinliğini araştırma (%3.3) idi. Standart EKG’si normal olan 110 olgunun 21’inde TTE’de disritmi bulgusu saptanmıştı. Holter monitorizasyonu (HM) ile disritmi saptanmayan 25 olgudan üçünde TTE’de supraventriküler taşikardi saptandı. TTE kayıtlarının %24’ünde disritmi (11 olguda supraventriküler erken vuru, 7 olguda ventriküler erken vuru, 4 olguda sinuzal taşikardi, 3 olguda supraventriküler taşikardi, 2 olguda sinuzal bradikardi, 1 olguda sinuzal duraklama ve 1 olguda Mobitz tip I atriyoventriküler blok) saptandı. Transtelefonik EKG öncesi 4 hasta ilaç kullanmaktaydı. Daha önce tedavi almayan 10 hastaya (5’ine verapamil, 3’üne propranolol, 1’ine digoksin, 1’ine amiodaron) TTE kaydı sonucuna göre tedavi başlandı. Disritmi düşündüren semptomlarla başvuran ve standart EKG’de disritmi saptanmayan hastalarda disritminin saptanmasında HM’nin son derece yararlı ve invazif olmayan bir yöntem olduğu, TTE’nin ise HM ile saptanamayan bazı disritmilerin belirlenebilmesi, tedavisinin planlanması ve takibinde de yararlı olabileceği kanısına varıldı.
It is not possible to determine dysrhythmias at any time, because those may occur briefly and unpredictably throughout the day. Transtelephonic electrocardiography (TTE) allows arrival to the hospital by the phone line dysrhythmia at the time. The aim of this study was to evaluate the value of TTE in the diagnosis and treatment of dysrhythmias, especially seen intermittently, in pediatric patients. We retrospectively evaluated records of 121 children, followed-up in Pediatric Cardiology Unit between May 2003 and May 2006. The patients were age of between 4 months to 18 years (median age 12 ± 4.4 years). The most common presenting symptoms were palpitation (42.1%), chest pain (15.7%), palpitation together with chest pain (6.6%), syncope (5%), easy fatigability (5%) and also the research of drug efficiency (3.3%). The dysrhythmia findings were determined on TTE in 21 of 110 cases whose standard electrocardiographies were normal. On TTE, supraventricular tachycardia was observed in three of 25 patients with normal HM. The dysrhythmia was detected in 24% of TTE records (supraventricular extrasystoles, ventricular extrasystoles, sinusal tachycardia, supraventricular tachycardia, sinus bradycardia, sinus tachycardia, sinus pause, Mobitz type I atrioventricular block were detected in 11, 7, 4, 3, 2, 1 and 1 cases, respectively). Four patients were using drugs (verapamil in 3 and propranolol in 1) before TTE recordings. According to the TTE records, medical treatments were started in 10 patients with previously untreated (verapamil in 5, propranolol in 3, digoxin in 1 and also amiodarone in 1). Eventually, we suggest that HM is a usefull, reliable and non-invasive diagnostic method for the detection of dysrhythmias in patients with dysrhythmia suggestive symptoms and normal ECG. Additionally, TTE should be used in follow-up and treatment of the patients with some dysrhythmias, even undetectable with HM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
Aysun Görkem, Ayşe Ruveyda Uğur, Bahadır Feyzioğlu, Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of ParaInfluenza VIrus Caused Lower RespIratory Tract InfectIons In PedIatrIc PatIents
Özet
Amaç: Parainfluenza virüslerinin (PIV) neden olduğu solunum yolu infeksiyonları bebek ve küçük çocuklarda başlıca morbidite ve hastanede yatış nedenleri arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle takip edilen çocuk hastalarda Parainfluenza virüs infeksiyonlarının sıklığının ve mevsimsel dağılımının araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında çeşitli çocuk kliniklerinde alt solunum yolu infeksiyonu ön tanısıyla ayaktan ve yatarak takip edilen 18 yaş altı hastaların nazofaringeal sürüntü örneklerinde PIV etkeni multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (m-PZR) yöntemi ile çalışıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda değerlendirmeye alınan 1983 çocuk hastadan 224’ünde (%11.3) solunum yolu örneğinde PIV tiplerinden herhangi biri tespit edilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında etken olarak en sık PIV-3 (%75) saptanmıştır. Bunu sırasıyla %15.17 ile PIV-4, %5.8 ile PIV-1 ve %4 ile PIV-2 takip etmektedir. Hastaların %75.9 oranında 5 yaş ve altında olduğu belirlendi. Mevsimsel dağılım incelendiğinde, PIV-3 ‘ün sıklıkla (%53.6) yaz aylarında, PIV-1 ve PIV-2’nin ise tamamına yakınının sonbahar ve kış aylarında görüldüğü belirlendi.
Sonuç: Hasta grubunda sıklıkla alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olan PIV-3 belirlendi. PIV’lerin neden olduğu solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin m-PZR yöntemi ile belirlenmesi, klinisyenlere bu viral infeksiyonların tedavi ve korunmasında faydalı olacaktır.
Abstract
Aim: Respiratory infections caused by PIV are related to major morbidity and hospitalization rates in infants and young children. The aim of the present retrospective study is to investigate the rate and seasonal distribution of PIV infections in pediatric patients with lower respiratory tract infections.
Patients and Methods: Nasopharyngeal swab specimens of pediatric in- and outpatients with the diagnosis of lower respiratory infection were collected from various pediatric clinics between January 2014 and December 2016. PIV types 1, 2, 3 and 4 were identified by multiplex real time PCR method.
Results: One of the four PIV types was identified in 224 of 1983 nasopharyngeal swab specimens of patients aged less than 18 years (11.3%). PIV-3 was the most common agent among the subtypes (75%) followed by PIV- 4 (15.2%). The rate of PIV-1 and PIV-2 were 5.8% and 4%, respectively. Of all pediatric patients, 75.9% were under 5 years of age. When the seasonal distribution was examined, it was determined that PIV-3 was frequently observed in summer (53.6%), whereas PIV-1 and PIV-2 were observed in autumn and winter months.
Conclusion: PIV-3 was the most common subtype. Prompt identification of PIV by multiplex real time PCR method would be very helpful for clinicians in the treatment and prevention of the respiratory infections caused by viral pathogens.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Chorea Ve Romatizmal Kalp Hastalığı
Ümran Çalışkan, Hacer Çalışkan, Şencan Özme, Ali Ertuğrul
Araştırma makalesi
Özeti
Chorea Ve Romatizmal Kalp Hastalığı
Chorea And Romatısm Heart Dısease
Bu çalışmada 1975 - 1980 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Ünitesinde Sydenham Chorea tanısı alan 135 yaka retrospektif incelenip takdim edilmiş, romatizmal kalp hastalığı ile ilişkisi gözden geçirilmiş ve sonuçlar tartışılmıştır.
In this investigation, it has been introduced Orle kundred and thirty five cases wich vere retrospective//y diagvosed as Sydenham Chorea iri cleparment of pediatric cardiology of Hacettepe medical faculty between 1975 and 1980. It has been reviewed its relation with the heart disease and it has been discussed t.he results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antiepileptik İlaç Serum Konsantrasyonlarının Ölçümünde Hplc Vthe Comparison Of Hplc And Turbidimetric Methods İn The Measurement Of Serum Antiepileptic Drug Concentrationse Türbidimetrik Yöntemlerin
Aysel Kıyıcı, Mehmet Şeneş
Araştırma makalesi
Özeti
Antiepileptik İlaç Serum Konsantrasyonlarının Ölçümünde Hplc Vthe Comparison Of Hplc And Turbidimetric Methods İn The Measurement Of Serum Antiepileptic Drug Concentrationse Türbidimetrik Yöntemlerin
The ComparIson Of Hplc And TurbIdImetrIc Methods In The Measurement Of Serum AntIepIleptIc Drug ConcentratIons
Amaç: Antiepileptik ilaçların serumdaki konsantrasyonlarının ölçümünde yıllardan beri farklı yöntemler kullanılmış olup halen pek çok laboratuvarda değişik yöntemlerle ölçüm yapılmaktadır. Biz çalışmamızda serumda antiepileptik ilaç düzeyi ölçümünde türbidimetrik yöntemi HPLC yöntemi ile karşılaştırarak, türbidimetrik yöntemin performansını değerlendirmeyi amaçladık Gereç ve Yöntem: S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi nöroloji ve pediatri kliniklerinde takipte olan epilepsi hastalarının ilaç düzeyi kontrolü için verdikleri kan örneklerinden her iki yöntemle ölçüm yapıldı. Çalışma aynı hastanenin biyokimya laboratuarında gerçekleştirildi. Karbamazepin için 35, fenitoin için 31 ve fenobarbital için ise 30 örnek çalışmaya alındı. Bulgular: Çalıştığımız ilaçlara ait çalışma içi %CV değerleri düşük ve yüksek düzeydeki serum havuzlarında HPLC yönteminde karbamazepin, fenitoin ve fenobarbital için sırasıyla şöyleydi : % 1.57 ve % 3.62; % 2.15 ve % 4.14; % 1.53 ve % 4.34. Türbidimetrik yöntemde ise aynı serum havuzlarında karbamazepin için % 2.66 ve % 7.03; fenitoin için %1.98 ve %2.04 ve fenobarbital için ise % 3.31 ve % 5.24 bulundu. Ayrıca yöntemin HPLC tekniği ile korelasyonu oldukça iyiydi (Karbamazepin için r = 0.95, fenitoin için r = 0.97 ve fenobarbital için r = 0.86). Yaptığımız geri kazanım çalışması sonuçlarına göre ise türbidimetrik yöntemin karbamazepin, fenitoin ve fenobarbital için % R değerlerini sırasıyla % 80.4, % 88 ve % 86.8 olarak bulduk. HPLC yönteminde ise ortalama % R değerleri karbamazepin, fenitoin ve fenobarbital için sırasıyla % 105, % 107 ve % 110 olarak bulundu. Sonuç: HPLC tekniği serumda antiepileptik ilaç konsantrasyonu ölçümünde referans yöntem olarak kabul edilmektedir. Türbidimetrik yöntemin performansı HPLC ile kıyaslandığında daha zayıftır, ancak daha hızlı ve ucuz olması nedeniyle ülkemizde hala tercih edilmektedir.
Aim: Many different methods have been used for detection of antiepielptic drug concentrations for many years in clinical chemistry laboratories. In our study we aimed to evaluate the performance of turbidimetry as a method for detection of serum antiepileptic drug concentrations by comparing it with HPLC technique. Material and Method: Measurements were performed in both methods teknion the blood samples of the epileptic patients who were in follow up in neurology and pediatrics clinics of Ministry of Health Ankara Education and Research Hospital. This study was carried on laboratory of biochemistry of the same hospital. 35 samples for carbamazepine, 31 for phenytoin and 30 for phenobarbital were taken into this study. Results: Within run CV values for HPLC technique in measurement of sera were as follows for each drug: Carbamazepine 1.57% and 3.62%; phenytoin 2.15% and 4.14%; and phenobarbital 1.53% and 4.34%. They were found in turbidimetric method as follows: Carbamazepine 2.66% and 7.03%; phenytoin 1.98% and 2.04% and phenobarbital 3.3%1 and 5.24%. There was a significant correlation between turbidimetric method and HPLC technique (for carbamazepine r= 0.95, phenytoin r= 0.97 and phenobarbital r= 0.86 ). The recovery rates for each drug in turbidimetry were satisfactory (carbamazepine R%= 80.4%, phenytoine 88% and phenobarbital 86.8%).They were as follows in HPLC technique: R%= 105%, 107%, 110%. Conclusion: HPLC technique is accepted as a reference method for detection of serum antiepileptic drug concentrations. The performance of turbidimetric method is weak when compared with HPLC technique. But because of the cost effectiveness and the short turn around time, turbidimetry was preferred in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
Mehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Murat Günaydın, Ümran Çalışkan, O Seyfi. Şardaş, A. Zeki Şengil, Doğan Çiftçi, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegalovIras (c:a.1v) Iga.1 And 1gg AntIbodIes In Lett-MIe And Lymp Fr Om A PatIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi ibn-i Sina Hastanesi Hematololi-Onkoloji Kliniklerinde yatan lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alman kan örneklerinde Cyzoınegalovirus 1g/U ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELİSA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 Iösemi ve 33 lenfoma hastalarında bulunan sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 7'si (%10.15), lenfomalı hastaların (%3.03) CMV-IgM bakımından seropozitifıi. CMV-1gG seropozitifligi ise lösemili has-taların 35'ınde (%50,72), lenfornalt hastaların I3'ünck (%39.39) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda ise CMV-IgA1 seropozitilligi I hastada (%2), CMV-IgG se.ropozinfligi ise 25 hastada (%50) sap-tanmıştır. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan T.•inde (%6.25) L.1,1V-IgM, 13 hastada (%40.63) CMV-1gG antikorları saptanmıştır. Sitostalik kernoterapi uygulanan hastalardan 6'sında (%8.75) CMV-1gM, 35'inde (%50) CMV-IgG antikorları pozitif bulunmuştur. olarak; kontrol gruba göre löserni hastalarında CA1V-IgM seropozit‘lli,s,;i anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Lenforna hasta-larında ise fark yoktu (p>0.05). IgG antikorları bakımından ise lösemi ıre tenroma hasialartyla nor-mal kontrol grup arasında fark bulunamadı (p>0.05). sitostaıik ilaç alan ha,vialarla olmayanlar arasında da fark yoktu (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lympho,rıa patients tit ho were ıreated in Internal Medicine pediatric Clinic of Selçuk University Medical Faculty and Ilematology Clinic of İbn-İ Sina Hospital of Ankara University. CMV-IgM and 1gG antibodies were investigated with the enzyrne-linked immunosorbent assay (ELİSA) rnethod on the blood saınples, The serologic examinations were made in Alicrobiology ELİSA taboratory of Selçuk University Medical Faculty. The finding.s- in 69 leukernic and 33 iyınphoma patients compared tere control group. CA1V-IgM seropositivity was found in 7 lebtkernic palienis (10.15%) and 1 lyınphoırıa patienı (3,03%). CMV-1gG seropositivity waz found in 35 leukeınic patients (50,72%) and 13 lymphoına patients (39,39%). CMV-IgM sero-positivily of control group was found in 1 patient (2';;> and CMV-1gC sepropositivity was found in 25 patients (50%, seropositivity wa? Pyr,nd in 2 paıienis (6.25[70) and CMV-IgG in 13 pa-tients (40.63%) 'vere not (reale(' with cyto(atic ::-1ceıno0;crapy. scropositivily was
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Yaş Grubunda Kazanılmış Melanositik Nevusların Dermoskopik Yapıları Ve Gelişimleri
İlkay Özer, Murat Orhan Öztaş, Esra Adışen, Mehmet Ali Gürler
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Yaş Grubunda Kazanılmış Melanositik Nevusların Dermoskopik Yapıları Ve Gelişimleri
The DermoscopIc Patterns And EvolutIon Of AcquIred MelanocytIc NevI In PedIatrIc Age Group
Amaç: Pediatrik yaş dönemi nevogevez için dinamik bir yapıya sahip olup nevus gelişimi için önemli ip uçlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bu çalışmada pediatrik yaş grubunda kazanılmış melanositik nevuslerin dermoskopik patern ve pigment ağ yapıları incelenerek banal ve atipik yapılı nevusların tanınmasına katkı sağlanması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya nevogenez için yatkınlığı bulunmayan 150 pediatrik gönüllü dahil edilmiştir. Çocuklar 7 yaş ve altı ve 8 yaş ve üstü olarak iki gruba ayrılmıştır. Muayene edilen nevuslerden gövde ve ekstremite yerleşimli nevuslerin sayı, boyut, patern ve pigment yapıları incelenmiştir.
Bulgular: Nevus sayı ortalaması büyük yaş grubunda (9,72) küçük yaş grubundan (3,44) daha fazla olduğu izlendi. Her iki grupta da predominant patern yapısının globuler patern olduğu, 8 yaş ve üstü grubunda retiküler paterne sahip nevusların 7 yaş ve altı grubundan daha fazla olduğu izlendi (p=0,03). Her iki grupta da globuler paterne sahip nevusların gövdede, retiküler paterne sahip nevusların ekstremite de daha yoğun olduğu izlendi (p=0,001). Nevuslerin Pigment ağ yapıları incelendiğinde en sık izlenen pigment ağ yapısı uniform olmakla birlikte 8 yaş ve üstü grupta santral pigmentasyon değişikliği bulunan nevusların daha fazla izlendiği görüldü (p=0,001).
Sonuç: Pediatrik yaş grubunda kazanılmış melanositik nevusler sıklıkla globüler patern ve uniform pigment ağ yapısına sahip olsa da artan yaş ile birlikte retiküler paterne ve santral pigmentasyon değişikliğine sahip nevus sayısı artmaktadır.
Aim: Pediatric age period has a dynamic structure for nevogenesis. In this paper, it was aimed to contribute to recognition of banal and atypical nevi through examining dermoscopic pattern and pigment network structures of acquired melanocytic nevi in pediatric age group.
Patients and Methods: One hundred and fifty pediatric volunteers who were not predisposed to nevogenesis were included in the study. Children were divided into two groups as 7 and under, and 8 and over.
Results: It was observed that the mean number of nevus was higher in the older age group (9.72) than in the younger age group (3.44). It was observed that the predominant pattern structure was globular pattern in both groups, and nevi with reticular patter in the age group of 8 and above were more than the age group 7 and below (p = 0.03). In both groups, nevi with globular pattern were found to be denser in the trunk and nevi with reticular patter in the extremities (p = 0.001). When the pigment network structures of nevi were examined, it was observed that the most frequently observed pigment network was uniform, but nevi with central pigmentation changes were observed more frequently in the age group of 8 years and older (p = 0.001).
Conclusion: Although acquired melanocytic nevi in the pediatric age group often have a globular pattern and uniform pigment network, the number of nevi with reticular pattern and central pigmentation changes increases with increasing age.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
İbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Gülay Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
ZIvc And Copper Levels In Serum Of ChIldren WIth. Growth Hormon DefIcIency
Temmuz 1986 - Haziran 1987 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 14 hipofizer dwarfizm vakası ile 14 kontrol grubunda serum çinko ve bakır seviyeleri araştırıldı. Takvim yaşı ile kemik yaşı arasındaki ilişki incelendi. Hipolizer dwarfizmli hastalarda çinko seviyeleri ortalama 69.286-T 3.086 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 79.429:F-3.291 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli idi. (P<0.05). Serum bakn seviyeleri hasta grubunda ortalama 133.286-T8.754 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 100.813=7-4.845 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli bulunmuştur. (P <0.01).
Serum zinc and copper levels were investigated in 14 pituitary dwarfism cases and 14 control groups who applied to the Selcuk University Medical Faculty Pediatric Outpatient Clinic between July 1986 and June 1987. The relationship between the calendar age and bone age was examined. Zinc levels in patients with hypoglycemic dwarfism averaged 69.286-T 3.086 ugr / 100 ml., In the control group 79.429: F-3.291 ugr / 100 ml. found as. The difference between the two groups was statistically significant. (P <0.05). Serum bacterial levels averaged 133.286-T8.754 ugr / 100 ml in the patient group and 100.813 = 7-4.845 ugr / 100 ml in the control group. found as. The difference between the two groups was found to be statistically significant. (P <0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnfantta Paroksismal Supra Ventriküler Takikardia
Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Hacer Çalışkan
Araştırma makalesi
Özeti
İnfantta Paroksismal Supra Ventriküler Takikardia
Infantta Paroxısmal Supra Ventrıcular Tachcardıa
Paroksismal supra ventriküler takikardi (P.S.V.T.) pediatrik yaş grubunda da görülebilen bir kardiak aritmidir. Bu yazıda bir paroksismal supra ventriküler takikardi vakası takdim edildi ve konu kısaca gözden geçirildi.
Paroxysmal supra ventricular tachycardia is a cardiae aritmia which can alsa be occurred in pediatric popullation. in this article a patient with supra ventricular tachycardia has been presented and this subject has been shortly reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları Seropozitifliği
Mehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Dursun Odabaş, O Seyfi. Şardaş, Murat Günaydın, Doğan Çiftçi, A. Zeki Şengil, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi
Özeti
Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları Seropozitifliği
Toxoplasma Ig M And Kg G AntIbody SeroposItIvIty Tn LeukeınIe And Lymphoma PalIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi İbn-i sina Hastanesi Hematoloji Kliniklerinde Tedavi gören lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alınan kan örneklerinde toxoplasma-IgM ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELISA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 lösemi ve 33 lenfoma hastasında bulunan sonuçlar kontrol grubu sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 3'4 (904.35), lenfomalı hastaların 2'si (%6.06) toxoplasma-lgM bakımından seropozitifti. Toxoplasına IgG seropozitifli6'ii ise lösemili hastaların 34'ünde (%49.28), lenfomalı hastaların 14'ünde (%42.42) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda toxoplasma IgM seropozitifliğine rastlanmazken, 24 hastada (%46.0) toxoplasma IgG seropozitifligi saptandı. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan 1 hasta-da (%3.13) toxoplasma IgM, 14 hastada (%43.75) toxopla. sına IgG seropozitifligi saptandı. Sitostalik keınoterapi alan 4 hastada (%5.71) toxoplasma IgM, 34 hastada (%48.57) toxoplasma IgG seropozitifligi bulundu. İstatistiki olarak kontrol gruba göre lösemi ve lenfoına hastalanda toxoplasma IgM seropozitifligi anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). toxoplasma IgG bakımından ise löserni ve lenfoma hastalartyla kontrol grup arasında fark yoktu (p>0.05). Sitostatik ilaç alanlarla olmayanlar arasında da fark bulunamadı (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lymphoma patients who were treated in internal Medicine Clinic, pediatric Clinic of Selçuk University and Ileınatolog,y Clinic of İbn-i sina Hospital of Ankara University. toxoplasma IgM and IgG antibodies were investigated with the enzyme-linked immuno-sorbent assay (ELISI%) ınethod on the blood saınples. The serologic examination was made in Micro-biology ELISA laboratory of Selçuk University. The findings in 69 leukemic and 33 lymphorna pa-tients cornpared with the control group. toxoplasma IgM seropositivity was found in 3 leukemic patients (4.35%) and 2 lyrrıphorna patients (6.06%). Toxoplasma IgG seropositivity was found in 34 leukeınic patients (49.28%) and 14 lyrrıphorna patients (42.42%). Toxoplasma IgG seropositivity of control group was found in 24 patients (46%). Alt control pers-ons were seronegative for toxoplasma IgM antibody. Toxoplasına 1gM seropositiVity was found in 1 patients (3.13%) and IgG in 14 pa-tients (43.75%) who were not treated with cylostatie chemodıerapy, toxoplasma IgM seropositivity was found in 4 patients (5.71%) and IgG in 34 patients (48.57%) in the patients who were treated
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
Yılmaz Akbaş, Nuh Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
EvaluatIon Of CardIac ArrhythmIa Markers In PedIatrIc PatIents WIth A DIagnosIs Of NeurofIbromatosIs Type-1: A ProspectIve SIngle Center Study
Amaç: Bu çalışmamızda ki amacımız bölgemizde takip ettiğimiz Nörofibromatozis tip 1 tanılı hastaların kardiak tutulumlarının değerlendirilmesi ve diğer klinik bulgularla karşılaştırılmasıdır. Bu çalışma ile kardiyak tutulumun sıklığını ve çeşitliliğini göstermek istedik
Gereç ve Yöntem: Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Polikliniği’ne 01/09/2019-01/09/2020 tarihleri arasında Nörofibromatozis tip 1 tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından muayene edilip ekokardiografi ve elektrokardiografi çekimleri yapıldı. Hastaların dosya kayıtlarından demografik bilgileri, muayene bulguları, beyin manyetik rezonans görüntüleri toplandı. Elektrokardiografi ve ekokardiografi Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından incelenip kayıt altına alındı.
Sonuçlar: Çalışmaya merkezimizden 17 hasta kabul ettik. Altı hastamız (%35,3) sporadik Nörofibromatozis-1 tanısı alırken 11 hastamızda (%64,7) familyal Nörofibromatozis-1 mevcuttu. Hastalarımızın tamamında ciltte cafe au late lekeleri (%100), 10 tanesinde (%58,8) aksiller ve/veya inguinal çillenme 3 (6/17-%35,2) tanesinde optik glioma ve papil ödemi 3 tanesinde ise lish nodülü tespit ettik. Santral sinir sistemi tutulumuna baktığımızda 8 (%47) hastamızın beyin MRG’lerinde çeşitli tutulumlarla karşılaştık. Kardiyak açıdan yaptığımız incelemede 1 hastada QT uzunluğu, 3 hastada subendokardiyal nörofibromla uyumlu nodüler görünüm, 3 hastada mitral yetmezlik, 1 hastada patent foramen ovale, 1 hastada atrial septal defekt, 1 hastada ise biküspit aorta vardı.
Tartışma: Çalışmamızda literatürden farklı olarak 3 hastamızda subendokardiyal nodüler hiperekojen görüntü mevcuttu. Bu bulgular oldukça nadir olmasına rağmen bizim 17 hastamızın 3’ünde saptanması bu patolojinin daha sık olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca bir hastamızda uzun QT mevcuttu. Bu vakada bildiğimiz kadarıyla Nörofibromatozis tip 1 ve Uzun QT sendromuna sahip ilk vakadır. Sonuç olarak; Nörofibromatozis tip 1 hastalarında kardiyak tutulumun literatürde bahsedilen oranlardan daha yüksek olabilir
Introduction: Our aim is to evaluate the cardiac involvement of Neurofibromatosis type 1 patients in our region and to compare them with other clinical findings. In this study, we wanted to show the frequency and variety of cardiac involvement.
Material and Methods: Patients diagnosed with Neurofibromatosis type 1 in Hatay Mustafa Kemal University Medical Faculty Pediatric Neurology Clinic between 01/09/2019 and 01/09/2020 were included in the study. The patients included in the study were examined by a Pediatric Cardiology Specialist, and echocardiography and electrocardiography were taken. Demographic information, examination findings, brain magnetic resonance images were collected from the files of the patients. Electrocardiography and echocardiography were examined and recorded by the Pediatric Cardiology Specialist.
Results: We accepted 17 patients from our center to the study. Six patients (35.3%) were diagnosed with sporadic Neurofibromatosis type 1, while 11 patients (64.7%) had familial Neurofibromatosis type 1. All of our patients had cafe au late spots on the skin. In addition, 10 (58.8%) patients also had axillary and / or inguinal freckles. We detected optic glioma in 3 of our patients with ocular involvement, and lish nodules in 3 of them with papillary edema. When we looked at central nervous system involvement, we encountered various involvements in brain MRIs of 8 (47%) patients. In our cardiac examination, we found QT length in 1 patient’s electrocardiography. In the echocardiography we performed for the detection of cardiac structural pathologies, we detected nodular appearance compatible with subendocardial neurofibroma in 3 patients, mitral insufficiency in 3 patients, patent foramen ovale in 1 patient, atrial septal defect in 1 patient, and bicuspid aorta in 1 patient.
Discussion: In our study, unlike the literature, subendocardial nodular hyperechogenic appearance was present in 3 patients. Although these findings are quite rare, subendocardial nodular hyperechogenic images in 3 of our 17 patients suggest that this pathology may be more common. In addition, one of our patients had a long QT. As far as we know, this is the first case of Neurofibromatosis type 1 and Long QT syndrome. In conclussion; Cardiac involvement in patients with Neurofibromatosis type 1 could more common than mentioned in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, Mustafa Ünaldı, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
CerebrospInal FluId AlkalIne Phosphatase Enzyrne Levels In PatIents WIth BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Menenjit ayırıcı tanısı için beyin omurilik sıvısında (8.0.S.) alkalen fosfataz (ALS) enzim düzeyleri araştırıldı. B.O.S. ALF enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. ALP düzeyleri; kontrol grubunda 0,13 ± 0,08 KU/ dl, bakteriyel menenjit grubunda 1,.33 ± 0,78 KUMl ve aseptik menenjit grubunda 0,29 ± 0,12 K1.11d1 olarak bulundu. Normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubu 8.0.S. ALP. enzim düzeyi belirgin olarak daha yüksektir (p<0.001). Bu bulguların ışığında B.O.S. ALF enzim düzeylerinin yüksek düzeyde saptanmasının özellikle negatif B.O.S. kültürüne sahip bakteriyel menenjit vakalarının aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz.
Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme level was investigated in this research for the differential diagnosis of meningitis. Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme levels were de-terrnined en a group of 58 pediairic cases which were constituted of 30 normal individuals, 14 pa-'lents with bacterial meningitis and 14 patients with aseplic meningitis. In the normal group, the levels of alkaline phosphatase in cerebrospinal fluid ıvere estimated as 0,13 ± 0,8 Kuld.I.The values of alkaline phosphatase levels in bacterial and aseptic meningitis were obtained as 1,33 ± 0,78 KU/ dl, 0,29 ± 0,12 KUM], respectively. In cases of bacterial meningitis, a significant difference was founcl in comparison to the other groups which normal group and aseplic meningilis group (p<0,001). Based on these findings its is concluded that the determinations of alkaline phosphatase levels in the cerebrospinal fluid are helpful in differentiating bacierial from aseptic meningitis, especially in the cases which were negative cultures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
Alper Yıldırım, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ahmet Osman Kılıç, Mehmet Uyar, Ayşegül Zaimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
ConsultatIons To SurgIcal Departments In PedIatrIc Emergency Department In CovId-19 PandemIc
Amaç: Çalışmanın amacı pandemi döneminde çocuk acil servisten cerrahi branşlara danışılan hastaların
klinik özelliklerinin ve konsültasyon sürecinin değerlendirilmesi, elde edilen bulguların pandemi öncesi verilerle
kıyaslanmasıdır.
Hastalar ve Yöntem: Araştırma 11.03.2020-11.03.2021 tarihleri arasında hastanemizin çocuk acil servisinde
yapılmıştır. 0-18 yaş grubundaki hastalar geriye dönük olarak cinsiyet, yaş, tanı, konsültasyon sonucu, konsültasyon
yanıt süresi açısından değerlendirildi. Elde edilen bulgular 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasındaki pandemi
öncesi verilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların; %42,4'ü kadın, %57,6'sı erkektir. Ortalama yaş 6,9±4,9 yıldır. Hastalarımızın %27,3'ünün
cerrahi kliniklerden birine yabancı cisim, %22,2'sinin akut karın, %10,6'sının yabancı cisim aspirasyonu tanısı ile
başvurduğu belirlendi. Hastaların %38,5'inin çocuk cerrahisi, %33,9'unun kulak burun boğaz ve %11,4'ünün göğüs
cerrahisi bölümüne konsülte edildiği belirlendi. Ortalama konsültasyon yanıt süresi 72,2±48,8 dakikaydı. Pandemi
sırasında acil servise başvuran hastaların tanı dağılımı, konsültasyon yanıtlanma süresi, konsültasyon yapılan
cerrahi bölüm dağılımı, konsültasyon sonuçları, cerrahi bölümlere göre konsültasyon yanıt sürelerinin dağılımı
pandemi öncesi döneme göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda pandemi döneminde çocuk acil servisine başvuran hasta sayısının azaldığı, yatış sayısının
arttığı, travma ve yakın fiziksel temasla ilişkili tanıların azaldığı, epididimoorşit tanılarının arttığı saptandı. Bununla
beraber konsültasyon yanıtlanma sürelerinin oldukça uzadığı gör üldü.
Aim: The aim of the study was to evaluate the clinical features and consultation process of the patients who
were consulted from the pediatric emergency department to the surgical departments during the pandemic
period, and to compare the findings with the data before the pa ndemic.
Patients and Methods: The research was conducted between 11.03.2020-11.03.2021 in the pediatric
emergency department of our hospital. The enrolled patients at 0-18 years of age were retrospectively
evaluated in terms of gender, age, diagnosis, consultation result, consultation response time. Our study was
compared with the prepandemic data between 01.01.2019 and 31.12 .2019.
Results: Of the patients; 42,4% were female and 57,6% were male. The mean age was 6,9±4,9 years. It
was determined that 27,3% of our patients were consulted to one of the surgical clinics with the diagnosis of
foreign body, 22,2% acute abdomen, 10.6% foreign body aspiration. It was found that 38,5% of the patients
were consulted to the pediatric surgery department, 33,9% to the otolaryngology department and 11,4% to the
thoracic surgery department. The mean consultation response time was 72,2±48,8 minutes. The distribution
of diagnoses, consultation response time, consulted surgical departments, consultation results by age groups,
and distribution of the consultation response times by surgical departments during the pandemic were found
to be statistically significant compared to the pre-pandemic pe riod (p<0,05).
Conclusion: In our study, it was found that the number of patients admitted to the pediatric emergency
department decreased during the pandemic period, the number of hospitalizations increased, the diagnoses
associated with trauma and close physical contact decreased, and the diagnosis of epididymorchitis increased.
In addition consultation response times were observed to be con siderably longer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
Nergiz Öner, Gürses Şahin, Şule Yeşil, Burçak Kurucu Bilgin, Emre Çapkınoğlu, Azize Ceren Kılcı, Şeyma Ünüvar Gök, Ali Fettah
Araştırma makalesi
Özeti
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
The DIagnostIc Value Of BleedIng DIathesIs Rate And PedIatrIc BleedIng Score In PatIents PresentIng WIth EpIstaxIs
Amaç: Epistaksis çocukluk yaş grubunda sık görülen bir durumdur. Ancak bu şikayet ile başvuran çocuklarda altta yatan kanama bozukluklarına tanı konulması önemlidir. Hastalarda kanama bozukluğu olup olmadığını belirlemek için birinci basamak sağlık hizmetlerinde kullanılacak basit yöntemlere ihtiyaç vardır.
Bu çalışmanın amacı, epistaksis ile başvuran hastaları pediatrik kanama anketi ile değerlendirmek ve semptomatik ancak başlangıç hemostatik testleri normal olan hastaların tanısal değerini belirlemektir.
Gereç ve yöntemler: Çalışma grubuna burun kanaması olan 77 çocuk, kontrol grubuna 20 sağlıklı çocuk dahil edildi. Değerlendirme için Pediatrik Kanama Anketi (PBQ) kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların % 19,4'üne (n = 15) kanama diyatezi (vWh: 10, nadir faktör eksikliği: 5) tanısı konuldu. Hastaların ortalama başvuru yaşı 8,99 ± 3,42 (3-17) yıldı. Otuz yedi’si (%48) kız, 40’ı erkekti. PBQ epistaksis skoru açısından kanama diyatezi olanlar ve olmayanlar arasında istatistiksel olarak fark yoktu, genel skor istatistiksel olarak farklı olmamakla birlikte kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti (p>0,05). Kutanöz kanama skoru kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p:0,004) (ED: 0,62).
Sonuç: Bu çalışma, birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran epistaksisli hastalarda pediatrik kanama anketinin kullanılabileceğini ve yüksek genel skor ve kutanöz kanama skorlu hastalardan ileri araştırmalar için hematoloji konsültasyonu istenmesi gerektiğini göstermiştir.
Objective: Epistaxis is a common condition in the childhood age group. However, it is important to diagnose the underlying bleeding disorders in children presenting with this complaint. Simple methods to be used in primary health care are needed to determine whether patients have bleeding disorders.
This study aims to evaluate patients presenting with epistaxis with the bleeding questionnaire and determine the diagnostic value of patients with symptomatic but normal hemostatic tests.
Methods: Seventy-seven children with epistaxis were included in the study group and 20 healthy children in the control group. Pediatric Bleeding Questionnaire (PBQ) was used for evaluation.
Results: In our study, 19.4% (n = 15) of the patients were diagnosed with bleeding diathesis (vWh: 10, rare factor deficiency: 5). The mean age at presentation was 8.99 ± 3.42 (3-17) years. Thirty-seven (48%) were girls and 40 were boys. In terms of PBQ epistaxis score, there was no statistically significant difference between those with and without bleeding diathesis. However, the overall score was not statistically different; it was higher in the group with bleeding diathesis. The cutaneous bleeding score was higher in the group with bleeding diathesis and there was a statistically significant difference.
Conclusions: This study showed that bleeding scores can be used in patients with epistaxis who apply to primary health care institutions and patients with high overall scores and cutaneous bleeding scores should be directed to the hematologist for further research.Keywords: Epistaxis, bleeding diathesis, bleeding score
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
Muhammet Güzel Kurtoğlu, İhsan Hakkı Çiftçi, Hamza Bozkurt, Oğuz Tuncer, Hanefi Körkoca, Mustafa Berktaş
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Three Kluyvera StraIns Isolated From PedIatrIcs Cases
Amaç: Enterobacteriaceae familyasında yer alan Gram negatif bir bakteri olan Kluyvera sp. Çocuklarda üriner sistem infeksiyonları, enterit, yumuflak doku infeksiyonları ve sepsis gibi birçok infeksiyona sebep olabilmektedir. Kluyvera türlerinin immunsupresif hastalarda olduğu kadar immunkompetanlar için de fırsatçı bir patojen olduğu bilinmektedir. Kluyvera infeksiyonları ile ilgili bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutacağı düşünülerek Kluyvera hakkında yapılan literatür çalışmaları da gözden geçirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kluyvera izolat verileri klinik mikrobiyoloji kayıtlarının retrospektif analizi ile elde edilmiştir. Bulgular: Retrospektif incelemede üç izolatın birinin idrar, ikisinin umblikal apse örneklerinden soyutlandığı saptandı. Çalışmada, klinik öneme sahip Kluyvera izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları, (birinci ve ikinci kuşak sefolosporinler ve ampisiline karşı dirençli olmaları ile amikasin, siproşoksasin, gentamisin ve trimetroprim+sulfametoksazol’e duyarlılıkları) literatürde rapor edilen paternlerle benzerlik gösterdi. Sonuç: Hem bizim verilerimiz hem de literatür bilgilerinin bir sonucu olarak Kluyvera gibi nadir ve fırsatçı organizmalar çocuklarda önemli infeksiyon etkeni olabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: Kluyvera sp., a Gram-negative bacterium in Enterobacteriaceae family, may give rise to such infections as urinary system infections, enteritis, soft tissue infections and sepsis in children. It is known that Kluyvera species is an opportunistic pathogen detected in immunosuppressed hosts as well as in immunocompetent ones. Considering that it may enlight future studies related to Kluyvera infections, studies in the literature have been scanned. Material and Method: The data about Kluyvera spp. isolates were obtained retrospectively from clinical microbiology records. Result: It was seen that, of the 3 Kluyvera isolates, 1 was a urine specimen, and the other 2 were from umbli cal area. In this study, antimicrobial susceptibility studies of the clinically significant Kluyvera isolates showed susceptibility patterns similar to those reported in the medical literature, namely trends of resistance to ampicillin and first- and second-generation cephalosporins. Moreover none of the clinically significant isolates were resistant to amikacin, ciprofloxacin, gentamycin, and trimethoprim+sulfametoxazole. Conclusion: It was concluded in the light of both the studies in the literatüre and this study that rare and opportunistic organisms, such as Kluyvera may be an infection cause in children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Meltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Frequency Of HepatItIs A In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları genel polikliniğine çeşitli nedenlerle getirilen 2-16 yaş arası çocuklarda Hepatit A virüsü seropozitişik oranlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2005- Haziran 2006 tarihleri arasında çocuk kliniğine başvuran 345 hasta çalışmaya alındı. Çocuk hastalar 2-6, 7-11 ve 12-16 yaş olmak üzere üç gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ELISA yöntemi ile anti-HAV Ig M ve Ig G çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Anti-HAV Ig M ve Ig G pozitişiği sırasıyla % 1.4 ve % 28.7 olarak saptandı. Çalışmaya katılan olgular yaş gruplarına göre incelendiğinde, okul çağı çocuklarda okul öncesi çocuklara göre seropozitişiğin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Okula başlama ile birlikte çocuklarda Hepatit A seropozitivitesinde belirgin artış saptanması nedeniyle okul öncesi dönemde aşılanma önerilmelidir.
Aim: In this study, we aimed to evaluate the ratio of hepatitis A seropositivity in patients who applied to the outpatient clinics of of Pediatrics in Meram Medical Faculty of Selcuk University. Material and Method: 345 patients who applied to our outpatient clinics between December 2005 and June 2006 were included in the study. These children were divided into three groups as 2-6, 7-11 and 12-16 years, respectively. AntiHAV Ig M and Ig G were studied in all patients using ELISA method. The statistical analysis of the results was evaluated according to SPSS 10.0 program. Results: Positivity of anti-HAV Ig M and Ig G were found as 1.4 % and 28.7 %, respectively. When compared, hepatitis A seropositivity was significantly higher in children of school age than children under school age. Conclusion: Because hepatitis A seropositivity in children increases significantly with school age, vaccination should be recommended before school age.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
Ruhuşen Kutlu, Gülseren Pamuk
Olgu sunumu
Özeti
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
MImIckIng BronchIolItIs ForeIgn Body (termIye) AspIratIon
Yabancı cisim aspirasyonları (YCA) çocukluk çağında sık görülen ve ciddi morbidite ve mortaliteye neden olabilen durumlardır. YCA’ları 3 yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer aniden başlayan nefes durması ve öksürük anamnezi yoksa atlanabilir, akciğer enfeksiyonlarını taklit edebilir, tekrarlayan enfeksiyonlara ve buna bağlı komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, değişik bir bakla türü olan termiye yedikten sonra aniden başlayan öksürük, kusma ve hışıltılı solunum şikayetleri ile getirilen 10 aylık bir erkek çocuk takdim edilmiştir. Hastanın teşhisi hikaye, fizik muayene, göğüs grafisi ve bronkoskopi ile konmuştur. Sağ alt bronşta yabancı cisim (termiye) vardı ve çıkarıldı. Bu olgu yabancı cisim aspirasyonunun çocukluk yaş grubunda akılda tutulması gereken bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü yabancı cisim aspirasyonu komplikasyonlara, hatta ölüme yol açabilen önemli bir problemdir.
Foreign body aspirations (FBA), which have high mortality and morbidity rate, are common pediatric emergency issues occured in childhood. FBA is seen more frequently among children under 3 years old. If there is no history of sudden-onset choking and cough, it can be ignored and the patient may come with recurrent pulmonary infections and its related complications. In this report, 10-monthold boy patient who was brought with complaints of sudden-onset of cough, vomiting and wheezing after eating a kind of broad bean ( termiye) was presented. Diagnosis was established on the history, physical examination, the chest X-ray and bronchoscopy. The foreign body (termiye) was located in the right inferior bronchus and removed. This case emphasizes that the presence of a foreign body aspiration must be kept in mind in childhood. Because foreign body aspiration is a serious problem that may lead to complications or even to death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?
Derya Çimen, Bülent Oran, Semra Arıbaş, Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?
Do We Perform EchocardIography Assesment For Innocent Heart Murmurs In ChIldhood?
Amaç: Kardiyovasküler sistem muayenesi sonucu masum üfürüm ön tanısı konulan hastaların kesin tanısında ekokardiyografinin mutlaka gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Haziran 2007 ile Aralık 2007 tarihleri arasında fakültemiz Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine ilk kez başvuran ve yaşları 1 gün ile 17 yaş arasında değişen ve fizik muayene, elektrokardiyografi (EKG) ve telekardiyografi incelemeleri sonucunda masum üfürüm ön tanısı ile ekokardiyografik inceleme yapılan 466 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Masum üfürümlü hastaların hiçbirinde hemodinamik olarak önemli kardiyak patoloji tespit edilmedi. Ayrıca masum üfürümler tiplerine göre değerlendirildiğinde, masum pulmoner üfürümünün en yüksek oranda (%47.4) duyulduğu tespit edildi. Sonuç: Hastaların % 69’unda ekokardiyografik inceleme ile hemodinamik olarak anlamlı olmayan minör doğumsal kalp hastalıkları tespit edilmiş ve bunların %12’sinin infektif endokardit proşaksisi verilmesi gereken hastalıklar olduğu görülmüştür. Bu nedenle üfürüm duyularak polikliniğimize gönderilen hastalarda fizik muayene ile masum üfürüm düşünülse bile ekokardiyografik inceleme yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
Aim: It is aimed to evaluate the necessity of echocardiographic asssesment for the patients in whom the innocent heart murmurs are heard after the cardiovascular system examination. Material and Methods: The files of 466 patients, ages varied between 1 day and 17 years-old, who were performed echocardiographic assessment and referred to our Pediatric Cardiology Outpatient Clinic because of innocent heart murmur due to physical examination, electrocardiography and telecardiograpy between June 2007- December 2007 were evaluated respectively. Result: Patients who have innocent heart murmurs were not detected any important cardiac patology for hemodynamic physiology. Also, when the innocent heart murmurs is evaluated according to types, it is determinated that the most heart murmur is the innocent pulmoner murmur (47,4%). Results: In 69% of the patients who were performed ecocardiographic assesment, minor congenital heart anomalies were establised with any hemodynamic abnormalities and also 12% of them were given infective endocarditis preventive treatment. For this reason; it is determined to be suitable that echocardiographic assesment for the children who are reffered to our outpatient clinic because of heart murmur in physical examination despite the result of innocent heart murmur.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut Isısı
Hayrullah Alp, Sevim Karaarslan, Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hakan Altın, İlknur Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Doğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut Isısı
Body Temperature In Down Syndrome ChIldren WIth CongenItal Heart DIsease
Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda gün içerisindeki vücut ısı değerlerinin belirlenmesi ve bulguların kontrol grubu ile karşılaştırılması. Çalışmaya, hastanemiz çocuk kardiyoloji servisinde Eylül-2010 ve Ağustos-2011 tarihleri arasında enfeksiyon dışı çeşitli nedenler ile yatırılarak takip edilen ve doğuştan kalp hastalığı bulunan 51 Down sendromlu vaka alındı. Kontrol grupları ise sırasıyla Down sendromu olmayan doğuştan kalp hastalığı bulunan ve bulunmayan olmak üzere her biri 26 kişiden oluşan çocuklardan seçildi. Tüm gruplarda yatış esnasında; sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı belirlendi. Ayrıca, açıklanamayan ve sık tekrarlayan üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan Down sendromlu vakalarda humoral ve hücresel immün sistemler değerlendirildi. Tüm hastalarda sabah, öğlen, akşam ve gece ikişer kez olmak üzere toplam sekiz zaman diliminde vücut ısısı ölçümü yapıldı. Gruplar arasında sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı açısından istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi. Down sendromlu vakalarda en sık tespit edilen doğuştan kalp hastalığı izole ventriküler septal defektti. Down sendromlu grup ile diğer iki kontrol grupları arasında ölçüm yapılan tüm zaman aralıklarında, vücut ısısı değerleri açısından anlamlı fark olduğu ve Down sendromlu vakalarda bazal vücut ısısının gün boyunca yüksek seyrettiği görüldü. Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda bazal vücut ısısı gün içerisinde sağlıklı çocuklara göre daha yüksek seyretmektedir. Bunun nedeni eşlik eden hemodinamik bozukluklardan öte bu Down sendromunda hipotalamik termoregülatuvar merkezin bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Bu nedenle Down sendromlu vakalarda ateş için sınır değer sağlıklı çocuklardan farklı olmalıdır.
Evaluation of body temperature in a day period in Down syndrome children with congenital heart disease and comparison of results with control group. Fifty-one Down syndrome children with congenital heart diseases who were hospitalized and followed up in pediatric cardiology clinic because of various non-infectious etiologies between September 2010 and August 2011 were included in the study. The two control groups were selected from 26 non-Down children who had and had not congenital heart disease respectively. Sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts were determined in all groups during hospitalization. Humoral and cellular immune systems were evaluated in Down syndrome patients with recurrent and/or nonexplained upper and lower airway infectious. Body temperature was determined in all patients twice a day in morning, noon, evening and night. No statistical differences was detected between the groups according to sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts. Isolated ventricular septal defect is the most common detected congenital heart disease in Down syndrome patients. Body temperature measurements were statistically different in Down syndrome group than two control groups and it was detected that basal body temperature was higher during the day. Body temperature is higher in Down syndrome children with congenital heart disease during the day. This is because of the defect in hypothalamic temperature regulator center rather than the hemodynamic defect. For this reason the limit temperature of fever in Down syndrome patients should be different than healthy children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki Değişim
Bülent Ataş, Serkan Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki Değişim
The Changes Of Heat Shock ProteIn 90 Alpha And VItamIn Levels In PedIatrIc PatIens WIth FamIlIal MedIterranean Fever
Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) tanılı hastalarımızın atak ve remisyon dönemlerinde ısı şok protein (HSP) 90 alfa ve vitamin düzeyindeki değişimleri sağlıklı gönüllülerle kıyaslamak ve bu moleküllerin AAA atağını kontrol etmede, amiloid birikimini önlemede faydasının olup olmayacağını araştırmak, ayrıca bu moleküllerin AAA gen mutasyonları ile ilişkilerinin araştırılması amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Hastanemiz çocuk nefrolojisi bölümünde AAA tanılı 6 ay-18 yıl arası 30 hastadan atak ve remisyon dönemlerinde ve 30 sağlıklı gönüllüden alınan kan örneklerinde HSP 90 alfa, A vitamini, B 12 vitamini, D vitamini, E vitamini ve folik asit düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar istatistiki olarak birbirleriyle kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların 19’u (%63,3) erkek, 11’i (%36,7) kızdı ve yaş ortalaması 11 yıldı. Hastaların atak döneminde en sık başvuru şikayeti ateşten sonra 19 (%63,3) hastada karın ağrısı idi ve sadece yüksek ateş beş (%16,7) hastada saptandı. En sık genetik mutasyon M694V 14 (%46,7) hastada varken beş (%16,7) hastada mutasyon saptanmadı. HSP 90 alfa atak grubunda en yüksek, en düşük ise remisyon grubunda olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. B12 vitamini gruplar arasında anlamlı düzeyde farklıydı ve en yüksek değer kontrol grubundaydı. D vitamini atak ve remisyon grupları arasında anlamlı derecede farklıydı ve en yüksek değer atak grubunda idi. Ayrıca D vitamini düzeyi erkeklerde anlamlı yüksekti. A vitamini, E vitamini ve folik asit değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı. AAA gen mutasyonlarının HSP 90 alfa ve vitamin düzeyleri üzerinde etkili olmadığı saptandı.
Sonuç: Bulgularımız AAA'da serum HSP 90 alfa, D vitamini, E vitamini ve folik asit değerlerinin normal olduğunu, ancak B12 vitamini ve A vitamini düzeylerinin atak ve remisyon sırasında düşük olduğunu göstermiştir. Ancak konuyla ilgili daha geniş serileri içeren prospektif çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Aim: It was aimed to compare with healthy volunteers the changes in heat shock protein (HSP) 90 alpha and vitamin levels during exacerbation and remission periods in our patients with familial Mediterranean fever (FMF), to research whether these molecules will benefit in control of FMF exacerbation and prevention of amyloid accumulation, and also to investigate the relationship of these molecules with FMF gene mutations.
Patients and Methods: HSP 90 alpha, vitamin A, vitamin B 12, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were studied in 30 patients with AAA diagnosed in our hospital's pediatric nephrology department during the exacerbation and remission periods and 30 healthy volunteers. The results were compared statistically.
Results: In our series, 19 (63.3%) of the patients were male, 11 (36.7%) were female, with a mean age of 11 years. The most common presenting complaint was abdominal pain (n=19; 63.3%) after fever and only high fever was found to be present in five (16.7%) patients. The most common genetic mutation was M694V (n=14; 46.7%), whereas no mutation was detected in five (16.7%) patients. Although HSP 90 alpha was the highest in the exacerbation group and the lowest in the remission group, there was no significant difference between the groups. Vitamin B12 was significantly different between the groups and the highest value was in the control group. Vitamin D was significantly different between the exacerbation and the remission groups and the highest value was in the exacerbation group. In addition, vitamin D levels were significantly higher in boys. There was no significant difference between vitamin A, vitamin E and folic acid levels. FMF gene mutations did not affect HSP 90 alpha and vitamin levels.
Conclusion: Our findings showed that serum HSP 90 alpha, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were normal in AAA, but vitamin B12 and vitamin A levels were low during exacerbation and remission. However, we think that prospective studies including larger series should be performed about the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Malign Hastalıklarda Otolog Hematopoietik Kök Hücre Nakli-12 Yıllık Deneyim
İbrahim Kartal, Ayhan Dağdemir, Oğuz Salih Dinçer, Murat Elli, Canan Albayrak
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Malign Hastalıklarda Otolog Hematopoietik Kök Hücre Nakli-12 Yıllık Deneyim
Autologous HematopoIetIc Stem Cell TransplantatIon In PedIatrIc MalIgnant DIseases: 12 Years Of ExperIence
Amaç: Bu çalışmada yüksek riskli pediatrik solid tümör hastalarında uyguladığımız otolog hematopoietik
kök hücre tedavisinin (OHKHT) etkinlik ve güvenilirliğini 12 yı llık tecrübemizle paylaşmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2009-Temmuz 2021 tarihleri arasında Çocuk Kemik İliği Nakil Ünitesi'nde 18
yaş altı OHKHT yapılan pediatrik maligniteli hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Ortanca yaşı 7,8 (0,5-18) yıl olan 51 hasta (24 kız, 27 erkek) çalışmaya dahil edildi: sırasıyla
nöroblastom, ewing sarkomu, hodgkin lenfoması, hodgkin dışı lenfoma, germ hücreli tümör ve yumuşak
doku sarkomu olan 20, 15, 8, 4, 2 ve 2 hasta vardı. Hastaların nötrofil ve trombosit engraftman ortanca
süreleri sırasıyla 11 (8-45) gün ve 16 (4-62) gün ve ortanca hastanede kalış süresi 38 (17-67) gün idi.
Tüm hastalarda ortanca takip süresi 2.83 (0.12-10.81) yıl ve genel sağkalım %51.3±10.3; Ewing sarkomu
ve nöroblastom olgularının ortanca takip süreleri ve sağkalım oranları sırasıyla 2,63 (0,12-10,55) yıl ve
% 64,2 ±14,9 ve 2,81 (0,31-7,91) yıl ve %42,8±12 idi. Nöroblastom hastalarında; karboplatin, etoposid,
melfalan (CEM) hazırlık rejimi olarak alan 4 hastanın tümü ölürken, hazırlık rejimi olarak busulfan ve
melfalan (Bu/Mel) rejimi alan 16 hastanın 6'sı öldü: Bu/Mel grubunun ortanca takip süresi 3.08 (0.32-7.91)
yıl ve genel sağkalım %55,1±13,8 idi (p:0,001).
Sonuç: Hasta sayımızın sınırlı olmasına rağmen, kliniğimizde Ewing sarkomu ve nöroblastom
olgularımızda elde edilen verilerde ve literatürde OHKHT'nin yapılmayan hastalara göre daha iyi sağkalım
sağladığı görülmektedir.
Aim: In this study, we discuss the efficacy and safety of autologous hematopoietic stem cell transplantation
(AHSCT) for high-risk pediatric solid-tumor patients based on 1 2 years of experience.
Patients and Methods: The data of patients aged < 18 years with pediatric malignancies who underwent
AHSCT between January 2009 and July 2021 at the Pediatric Bone Marrow Transplant Unit were evaluated
retrospectively.
Results: Fifty-one patients (24 girls and 27 boys; median age, 7.8 years; range: 0.5–18 years) were
enrolled in the study; 20, 15, 8, 4, 2, and 2 patients had diagnoses of neuroblastoma, Ewing’s sarcoma,
Hodgkin’s lymphoma, non-Hodgkin’s lymphoma, germ cell tumor, and soft tissue sarcoma, respectively.
The median neutrophil and platelet engraftment times were 11 (8–45) and 16 (4–62) days, respectively,
and the median hospital stay was 38 (17–67) days. The median follow-up time was 2.83 (0.12–10.81)
years and the overall survival (OS) rate was 51.3 ± 10.3% for all patients; the median follow-up times
and survival rates for the Ewing’s sarcoma and neuroblastoma cases were 2.63 (0.12–10.55) years and
64.2 ± 14.9%, and 2.81 (0.31–7.91) years and 42.8 ± 12%, respectively. All four patients who received
the conditioning regimen of carboplatin, etoposide, and melphalan (CEM) died; 6 of 16 neuroblastoma
patients who received the busulfan and melphalan (Bu/Mel) regimen as a conditioning regimen died: the
median follow-up period of the Bu/Mel neuroblastoma patients was 3.08 (0.32–7.91) years and the OS
rate was 55.1 ± 13.8%.
Conclusion: Although the number of patients in this study was limited, AHSCT resulted in better survival
for Ewing’s sarcoma and neuroblastoma cases than reported for those who did not undergo AHSCT in
our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Mekanik Ventilasyon
Gökhan Kalkan
Derleme
Özeti
Çocuklarda Mekanik Ventilasyon
MechanIcal VentIlatIon In ChIldren
Mekanik ventilasyon (MV) çağdaş yoğun bakım anlayışının en önemli parçası ve yoğun bakımlara yatışların en sık nedenlerinden biridir. Bu yazıda günümüzde yoğun bakım ortamında, çocuk yoğun bakım uzmanlarınca gerçekleştirilme eğiliminde olan mekanik ventilasyon uygulamalarının tüm hekimlerce gerektiğinde kolaylıkla kullanabilmeleri açısından bazı temel mekanik ventilasyon prensiplerinin aktarılması hedeflenmiştir. Hayatı devam ettirmek için gerekli olan spontan solunum tehdit altında olduğunda MV endikasyonu doğar. Günümüzde hastaların MV ihtiyacını belirlemede temel kriter hastaların laboratuvar değerlerinden çok hekimin klinik kanaatidir. Ventilatörle ilgili bazı terimlerin doğru bilinmesi mekanik ventilasyonun başlatılması açısından önemlidir. Hastaya verilecek solunum desteğinin tarzı ventilatörün moduyla belirlenir. Temel modlar arasındaki esas fark hastanın spontan solunumuna karşı ventilatörün davranış şeklidir.
Mechanical ventilation (MV) is the most important part of contemporary critical care concept and one of the most frequent reasons for intensive care admissions. Currently, there is a tendency to use the mechanical ventilators in the intensive care units by pediatric intensivists. The aim of this review is to summarize the basic principles of mechanical ventilation in order to be applied when required by all physicians. There is an indication for MV when the spontaneous respiration is threatened to sustain life. Currently, the principal criteria to determine the need for MV is the clinical judgement of the physician rather than laboratory results of the patients. Some of terminology should be well- known to initiate the MV. The main difference between the basic ventilator modes ventilator’s ability to detect and and respond to patient’s own spontaneous respiration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Alaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
İsmail Reisli, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
EpIdural Emphysema And PneumomedIastInum In An InfIant WIth Severe CombIned ImmunodefIcIency
Pnömoniye bağlı gelişen pnömomediastenler hakkında var olan bildirilerin hemen hepsi yetişkinlere aittir ve pediatrik yaş grubunda nadirdir. Bu vaka takdiminde pnömomediasten ve epidural amfizemle komplike olmuş bir pnömonisi olan infant sunuldu. 8 aylık kız çocuğunun altta yatan hastalığı şiddetli kombine immun yetmezlikti. Olgu sunumu yapılmasının bir diğer nedeni de pnomoni ve pnömomediastene bağlı epidural amfizem (pnomoraşis) gelişiminin nadir olmasıdır.
Nearly all of the reports about pneumomediastinum associated with pneumonia have been conducted in adults as pneumomediastinum was uncommon in pediatric age group. This case report is described an infant with pneumonia complicated with pneumomediastinum and epidural emphysema. Her original disease is a severe combine immunedeficiency (SCID). Another reason to provide this case report is that epidural emphysema or pneumorachis associated with pneumonia and pneumomediastinum is a rare condition.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonları
Sevim Karaaslan, Kadir Ükisten, Eralp Arıkan, Kadir Gül, Yusuf Çelik, Mahmut Mete, Mehtap Turfan, Mine Turhanoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonları
Urıne Tract Infectıons In Dıyarbakır Provıncıal Prımary Schools
Diyarbakır ili ikliminin çok sıcak olması nedeniyle ilkokul çocuklarında idrar yolu infeksiyon insidansı ve idrar yolu infeksiyonuna sebep olabilecek predispozan faktörler araştırılmış olup idrar yolu infeksiyonu saptadığımız çocuklarda infeksiyonun cinse, yaşa göre dağılımı, çocukların şikayetleri, klinik ve laboratuvar bulguları da incelenmiştir. İdrar yolu infeksiyon insidansının yüksek bulunuşu iklimin sıcaklığına ve predispozan faktörlerin çokluğuna bağlanmış, konunun önemi üzerine pediatrisyenlerin dikkati çekilmiştir.
Because of the hot climate of Diyarbakır we have investigated the incidence of urinary tract infection among the students of elementary-school in Diyarbakır and the predisposing factors which can cause urinary tract infection. We have also investigated the distrubition of urinary tract infection according to age and sex, the complaints, c/inica/ and /aboratuary findings among the students who vere diagnosed to have urinary tract infection. The high incidence of urinary tract infection is attributed to the hot climate and the abundant predisposing factors. The attention of the pediatrists is attracted upon the importance of this subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
Osman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Nilüfer İlhan, Esra Ayhan Tuzcu, Özgür İlhan, Mutlu Cihan Dağlıoğlu, Mesut Coşkun, Nesrin Atçı, Işıl Davarcı, Cahide Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Ocular FIndIngs Of ChIldren WIth Neurocutaneous DIsorders
Nörofibromatozis tip 1 (NF 1) ve tuberoskleroz (TS) tanısı ile takip
edilen çocuklarda oküler bulguların sunulması amaçlandı. Çalışma
pediyatrik nöroloji kliniğinden konsültasyonla göz kliniğine gönderilen
31 çocuk hasta üzerinde prospektif olarak yürütüldü. NF1 tanılı 22
olgunun 16’sı (%72.7) erkek, altısı (%27.3) kız olup yaş ortalamaları
9.9±4.2 (3-16 yıl) idi. TS tanılı 9 olgunun 2’si (%22.2) erkek, 7’si
(%77.8) kız iken yaş ortalamaları 5.5±3.6 (1.5-12 yıl) idi. Snellen
eşeline koopere olabilen NF 1’li 20 hastanın sağ göz ortalama görme
keskinliği 0.93±0.14 (0.4-1.0), sol gözde ise 0.94±0.14 (0.4-1.0) iken,
TS’li 7 hastanın sağ göz ortalama görme keskinliği 0.84±0.22 (0.4-
1.0), sol gözde ise 0.85±0.19 (0.5-1.0) idi. NF 1’li çocuklarda %40.9
miyopi, %4.5 hipermetropi, %18.1 astigmatizma; TS’li çocuklarda ise
%11.1 miyopi, %22.2 hipermetropi, %11.1 astigmatizma saptandı. NF
1’li bir olguda keratokonus nedeniyle vizyon bilateral 0.4 iken TS’li
bir olguda hipermetropik astigmatizma nedeniyle vizyon sağ gözde
0.4, sol gözde 0.5 idi. NF 1’li tanılı olguların 14’ünde (%63.6) iriste
Lisch nodülü tespit edildi. Bilateral optik gliom saptanan 5 (%22.7)
hastanın yaşları ortalama 7.6±4.4 yıl arasında değişmekteydi.
Tümörlerin hepsi intraorbital yerleşimli olup olgular asemptomatikti.
Optik gliom dışında olgulardan birinde (%4.5) bilateral miyelinli sinir
lifleri, birinde (%4.5) geçirilmiş beyin ameliyatı nedeniyle gelişen
bilateral optik atrofi saptandı. TS’li dokuz çocuktan birinde (%11.1)
iriste sektöryel hipopigmentasyon mevcuttu. Oküler bulguların sık
görüldüğü bu hastalıklarda detaylı oftalmolojik muayene önem arz
etmektedir. Refraksiyon kusuru ve optik gliom açısından hastalar
mutlaka göz hekimleri tarafından değerlendirilmelidir.
Ocular findings in children with neurofibromatosis type 1 (NF 1)
and tuberous sclerosis (TS) are presented. The study was conducted
prospectively and comprised 31children who were referred from
pediatric neurology clinic to the ophthalmology clinic. Sixteen of 22
patients with NF1 (72.7%) were male and 6 (27.3%) were female and
the mean age was 9.9 ± 4.2 (3-16 years). Two of 9 patients with TS
(22.2%) were male and 7 (77.8%) were female, the mean age was 5.5
± 3.6 (1.5-12 years). Twenty of children with NF1 had cooperation to
the snellen chart, the mean visual acuity of the right and left eye were
0.93 ± 0.14 (0.4-1.0) and 0.94 ± 0.14 (0.4-1.0), whereas the mean
visual acuity of 7 patients with TS was 0.84 ± 0.22 (0.4-1.0) at the
right and 0.85 ± 0.19 (0.5-1.0) at the left eyes. Percentages of myopia,
hyperopia and astigmatism in children with NF 1 were 40.9%, 4.5% and
18.1%, respectively. Percentages of myopia, hyperopia, astigmatism
in children with TS were 11.1%, 22.2% and 11.1%, respectively. In a
NF 1 patient with keratoconus, his visual acuity was 0.4. Also another
patient with TS had diminished visual acuity of 0.4 at the right eye
and 0.5 at the left eye because of hyperopic astigmatism. Iris Lisch
nodules were detected in 14 (63.6%) of children with NF 1. Five
cases (22.7%) had bilateral optic glioma, the mean age was 7.6 (3-15
years). All tumors were located at intraorbital and the patients were
asymptomatic. Except optic glioma, it was found out that one patient
(4.5%) had bilateral myelinated nerve fibers and the other one (4.5%)
had bilateral optic atrophy due to previous neurosurgery. Sectorial
iris hypopigmentation was determined in one (11.1%) of nine children
with TS. Detailed ophthalmic examination has a great importance
in patients with TS and NF 1 because of ocular findings which are
commonly seen. Patients should be evaluated by ophthalmologists in
terms of refractive error and optic glioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Meltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Frequency Of HepatItIs B In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Hepatit B virüsü enfeksiyonunun ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olmasından yola çıkarak, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne çeşitli nedenlerle getirilen çocuklarda Hepatit B virüsü ile karşılaşma oranını saptamak ve seronegatif çocukların aşı programına katılımını sağlamaktı. Gereç ve Yöntem: Temmuz-Aralık 2005 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne sarılık dışı nedenlerle getirilen 3 ay-18 yaş arasında 297 çocuk çalışma kapsamı na alındı. Çalışma kapsamındaki çocuklar 3 ay-7 yaş ve 8-18 yaş olmak üzere iki gruba ayrıldı. Araştırma kapsamına giren çocukların anne ve babalarından izin alındıktan sonra, her çocuktan 3 cc venöz kan örneği alındı. Hepatit B virüsünün serolojik belirleyicileri Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuarı’nda Enzyme-Linked Immunosorbent Assay yöntemi ile çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 297 çocuğun 143’ünde (% 48,1) anti-HBs pozitişiği saptandı. Bu çocuklardan 117’si (% 81,8) aşılı, 26’sı (% 17,5) hepatit B enfeksiyonu geçirmiş idi. Çalışmaya alınan 297 çocuğun 5’inde (% 1,6) HBsAg pozitişiği saptandı. Yaşlara göre aşılanma oranları sırasıyla 3 ay-7 yaş grubunda % 66,4, 8-18 yaş grubunda % 11,0 idi. Tüm çocuklardaki aşılanma oranı ise % 39,3 olarak bulundu. Sonuç: Hepatit B aşısı ulusal aşı programımızda uygulanmasına rağmen, bölgemizdeki anti-HBs seropozitişik oranlarımız henüz istenen düzeylere ulaşmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda, bölgemizdeki çocuklarda Hepatit B aşılanmasının önemi hakkında halkı bilgilendirmede yetersiz kalındığı vurgulanarak, bu noktada biz hekimlere düşen görevin önemine dikkat çekilmiştir.
Aim: Hepatitis B virus infection is a very important health problem in our country. In this regard, we evaluated the children who were inspected in our outpatient clinics for Hepatitis B virus seropositivity. We aimed to join the children who were seronegative in the immunization program. Material and method: A total of 297 children between the ages of 3 months and 18 years who were inspected in the General Pediatric Outpatient Clinics of Meram Medical Faculty except for jaundice between July 2005 and December 2005 were evaluated. The children were divided into two groups as 3 months-7years and 8-18 years. After getting permission from parents, 3 cc venous blood samples were collected from all of the children. The serological markers of Hepatitis B virus were studied by Enzyme-Linked Immunosorbent Assay Method in the microbiology laboratories of Meram Medical Faculty. The statistical analysis was performed by SPSS 10.0 program. Results: Anti-HBs positivity were found in 143 ( 48,1 %) of 297 children. One hundred seventeen (81,8 %) of those children were vaccinated while 26 (17,5 %) of them had experienced the infection. Five children (%1,6) had HBsAg positivity. The ratios of children who were vaccinated were 66,4 % in 3 months-7years group and 11,0 % in 8-18 years group, respectively. The ratio of children who were vaccinated was 39,3 % in all children. Conclusion: Although Hepatitis B vaccination is a part of our National Immunization Program, the seropositivity of our region is not as much as it is expected. In this study, we found that the people in our region are not well-informed about the necessity of vaccination against Hepatitis B virus infection, and attention is called to the importance of our job in this point.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
Sadık Özmen, Lütfi Yavuz, Alper Yosunkaya, Alaaddin Dilsiz, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
The ComparIson Of Intraosseous KetamIne WIth Intravenous And Intramuscular Routes In Pe-DIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada genel anestezi planlanan damar yolu bulamadtgunt: pediyatrik vakalarda, snit-elektrolit tedavisi ye anestezi indiiksiyonu icin int-raosseoz yolun etkinligini degerlendirmeyi amaçladık. 1-6 yac grubtindan 48 pasta 3 gruba ayrtldt. In-diiksiyonda; I. gruba intraosseoz (10) 2 mglkg ket-min; 11. gruba intrayeitoz (117) 2 mg/kg ketamin; grubs- ise intramuskiiler (iM ) 6 mg/kg ketamin uy-gadandt.. :Name; her iii' grupta da % 1.5 isoflurane ye N20 ile saglandi. indiiksiyonda ketaminin etki baclama siiresi, nistagmus baylama siiresi olarak kabul edilip kaydedildi. Operasyon suresince Kalp Awn Hut (K II). Sistolik Arter Basznct (SAB) ye Di-aStolik Arter Bastnct (DAB) degerleri tespit edildi. Operasyon saresince SAB, DAB ye KAH de-gerleri her iic grupta karplavirtldiginda, ara-larinda istatistiksel bir fark tespit edilmedi. Post-operatif herhangi bir komplikasyima rastlanilmadt. Sow olarak, genel anestezi alacak pediyatrik vakalarda damar yolu bulunamadtgt takdirde, gerek sivi-elektrolik tedayisi gerekse de anestezi in-diiksiyonu ye idamesi icin ketamin uygularken, 16 yolun gavenilir Ye alternatif bir yontem oldugu ka-ntsina vardik.
In our study; we tried to evaluate the int-raosseous route for water-electrolyte replacement and anesthetic induction with ketamine in children. 48 patients whose ages are between I and 6 years, were divided into three groups. 2 mg/kg ke-tamine intraosseous (10) in group 1; 2 mglkg ke-tamine intravenous (IV) in group II, and 6 mgike ke-tamine intramuscular (IM) in group II was used for induction. The maintenance of anesthesia in all three groups were administered with 1.5 % tsof lurane and N20. Nystagmus was considered as the begining time of induction for ketamine. During the operation the heard rate (HR), systolic arterial blood pressure (SABP) and diastolic arterial blood pressure (DABP) was recorded and the comp-lications of the intraosseous route were evaluated. When we have compaired the SABP, DABP and HR values of each group recorded during operation, it was found that there were no significant sta-tistically difference among them. As a conclusion; if the intravenous approach is impossible, the intraosseous route is a safe al-ternative for water-electrolyte replacement and in-duction with ketamine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
Mustafa Kursat Evrenos, Mehmet Emin Mavili
Araştırma makalesi
Özeti
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
ReconstructIon Of CrItIcal SIze Defect WIth TItanIum Mesh In DevelopIng RabbIt CalvarIum
\r\n Amaç: Gelişen kalvaryum defekt rekonstrüksiyonu hala zorlu bir prosedürdür. Kullanılan materyaller sağlamlık ve koruma sağlamalı; hafif, kimyasal olarak inert, kanserojen olmayan, estetik sonucu arttırmak için kolay şekillenebilir olmalı, manyetik rezonans görüntülemeye izin vermek için demir içermemelidir ve osteokondüktif ve osteojenik olmalıdır. Ayrıca, alloplastik materyal, donör alan morbiditesine yol açmaz ve sınırsız bir tedarik sağlar. İdeal bir implant hala tanımlanmamış olsa da, titanyum meş kabul edilebilir alternatiflerden biridir. Bu çalışmada, titanyum meş implantın gelişen kalvaryumdaki defektlerin rekonstrüksiyonunda kullanılabileceği ve implantın rijid veya semirijid fiksasyonu ile sekonder asimetri deformitesine yol açıp açmadığı değerlendirildi.
\r\n
\r\n Gereç ve Yöntem: 6 haftalık 24 Yeni Zelanda tavşanı ve dört eşit gruba ayrıldı. Birinci grup normal popülasyon grubuydu. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplarda her bir tavşanın pariyetal kemiği üzerinde 15 mm. çaplı kritik boyutlu defekt oluşturuldu. İkinci grup kritik boyutlu defekt için sham grubu olarak belirlendi. Üçüncü grupta defektler 0.3 mm ile kalınlıkta titanyum meşin 4.0 polipropilen sütür ile semirijid olarak fikse edilmesiyle; 4. Grupta ise aynı kalınlıkta titanyum meşin 4 mm. çaplı titanyum vidalarla rijit fiksasyonuyla rekonstrükte edildi. Başlangıçta, tavşan kalvaryumu kraniyal bilgisayarlı tomografi ile tarandı ve üç boyutlu rekonstrüksiyonlar oluşturuldu. Deney, tavşanlar 18 haftalıkken sonlandırıldı. Tüm gruplarda her tavşan için sakrifikasyon ve kraniyal BT taraması yapıldı ve standart fotoğraflar alındı. Uzunluk ölçümleri referans noktalarından gerçekleştirildi ve gruplar arasında karşılaştırmalar yapıldı.
\r\n
\r\n Sonuçlar: 6 haftalık üç boyutlu bilgisayarlı tomografi ölçümlerine göre, grupların dengeli dağıldığı değerlendirildi. 18 haftalık 3D BT ölçümlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p <0,017). Ayrıca her grupta defekt tarafı ve karşı taraf ölçümlerinde istatistiksel olarak farklılık saptanmadı (p <0.008).
\r\n
\r\n Tartışma: Titanyum meşin, büyüme gösteren kalvaryumda herhangi bir deformiteye neden olmadığını ve meş fiksasyon tekniğinin sonucu değiştirmediğini değerlendirdik. Dolayısıyla pediatrik kalvaryum defektlerinde, otojen kemik grefti ile rekonstrüksiyonun mümkün olmaması durumunda, titanyum meş ile rekonstrüksiyon kabul edilebilir bir seçenek olabilir.
\r\n
\r\n Aim: Defect reconstruction of growing calvarium is still challenging procedure. The materials should provide strength and protection, be lightweight, chemically inert, noncarcinogenic, malleable to enhance aesthetic outcome, nonferrous to allow utilization of magnetic resonance imaging, and osteoconductive and osteogenic. In addition, the benefits of alloplastic material avoid donor site morbidity and provide an unlimited supply. Although an ideal implant is not still defined, titanium mesh is one of the acceptable alternatives. In this study, we evaluated that if titanium mesh implant can be used for reconstruction of defects in growing calvarium and caused a secondary asymetry deformity with rigid or semirigid fixation of implant.
\r\n
\r\n Material and Method: 6 week-old 24 New Zealand rabbits were used and divided into four equal groups. First group was normal population group. 15 mm. diameter critical size defects were created on parietal bone of each rabbit in second, third and fourth groups. Second group was decided as sham group for critical size defect. Defects were reconstructed with 0.6 mm. thickness titanium mesh and fixed with 4.0 polypropylene sutur in the third group as semirigid fixation and with 4 mm. long titanium screws as rigid fixation in the fourth group. At the beginning, rabbit calvarias were scanned with cranial CT and 3D reconstructions were created. Experiment finished when rabbits were 18 weeks old. Sacrifisation and cranial CT scan performed and standart photographs were taken for each rabbit in all groups. The length measurements were performed from reference points and comparisons were made between groups.
\r\n
\r\n Results: According to 6 week 3D CT measurements, groups were well-balanced. According to 18 week 3D CT measurements there was no statistically difference between groups. Also measurements of defective side and opposite side in each group were not different.
\r\n
\r\n Discussion: We evaluated that the titanium mesh did not cause any deformity in growing calvarium and fixation technique of the mesh did not change the result. So in defects of pediatric calvarium, if reconstruction with autogen bone graft is impossible, reconstruction with titanium mesh can be an acceptable choice.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akraba Evliliklerinin Doğumsal Kalp Defektlerinin Sıklığına Etkisi
Sennur Demirel, Sevim Karaaslan
Araştırma makalesi
Özeti
Akraba Evliliklerinin Doğumsal Kalp Defektlerinin Sıklığına Etkisi
The Influence Of ConsanguIneous MarrIage Upon The Frequency Of CongenItal Heart Defects
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalına Eylül 1999-Eylül 2001 tarihleri arasında başvuran ve doğumsal kalp defekti (DKD) tanısı alan 370 olgu incelendi. Literatüre uygun olarak en sık rastlanan DKD’nin ventriküler septal defekt olduğu ve bunu atriyal septal defektin izlediği görüldü. DKD’li olguların ebeveyn lerinde akraba evliliğine % 30.0 oranında rastlandı. Bu oran sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak daha yüksek ti. Ebeveynleri akraba olan DKD’li olguların ebeveynleri arasındaki akrabalık derecesi araştırıldığında, 3.derece akraba (birinci kuzen) evliliklerine, uzak akraba evliliklerinden anlamlı olarak daha fazla rastlandığı tespit edildi. Sonuçlarımız, özellikle 3. derece akraba evliliklerinin DKD’li çocuğa sahip olma riskini artırdığını telkin etmektedir.
Three hundred seventy patients with congenital heart defects (CHD) who were admitted to Pediatric Cardiyology Unit of Selçuk University, Meram Medical School Hospital, between September 1999 and September2001, were evaluated. Ventricular septal defect was the most common type of CHD and it was follovved by atrial septal defect as in literatüre. Consanguinity marriage was detected as 30.0 % among the parents of the patients with CHD. This ratio was significantly higher than the ratio detected from the healthy control group. As we Investigated the degree of relativity among the parents of the patients with CHD, we found that the first cousin marriage was higher than the far consanguinity marriage. These findings indicated that first cousin marriage could increase the occurence of CHD among the offsprings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
Fatih Akın, Alaaddin Yorulmaz, Abdullah Yazar, Esra Türe, Tarık Acar, Birsen Ertekin, Esma Erdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
PrognostIc Importance Of Thrombocyte IndIces In ChIldren WIth Carbon MonoxIde PoIsonIng
\r\n Amaç: Karbonmonoksit zehirlenmesi, tüm dünyada hala önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Trombosit fonksiyonlarının karbonmonoksit zehirlenmesindeki rolü net olmamakla birlikte, trombosit aktivasyon ve agregasyonunun arttığı bildirilmiştir. Karbonmonoksit zehirlenmesinde, endotel hasarına bağlı artan trombotik eğilim, artmış trombosit yapışması ve fibrinolitik yoldadeğişiklikler ortaya çıkar. Çalışmamızın amacı trombosit indekslerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olan çocuklarda klinik yarar sağlayıp sağlamadığını belirlemektir.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Konya Beyhekim Devlet Hastanesi Çocuk Acil Servislerine başvuran karbonmonoksit zehirlenmesi tanılı çocukların kayıtlarını retrospektif olarak gözden geçirdik. Çalışmaya karbonmonoksit zehirlenmesi olan 92 çocuk ve 62 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol dahil edildi.
\r\n
\r\n Bulgular: CO zehirlenmesi olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken (9,34 ± 0,55 vs 9,78 ± 0,97fL, p = 0,001; 11,46 ± 2,64 vs 10,57) ± 1,41, sırasıyla, p = 0.007), trombosit sayısı ve plateletrit (324,05 ± 82,07 vs 357,27 ± 89,70 x109 p = 0,015; 0,31 ± 0,06 vs 0, 33 ± 0,07, sırasıyla, p = 0.039) anlamlı olarak daha düşüktü. Ortalama trombosit hacmi seviyeleri ise karboksi hemoglobin düzeyi 20'den yüksek olan hastalarda, karboksi hemoglobin seviyeleri 20-20 arasında olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Sonuç: Sonuçlarımız karbonmonoksit zehirlenmesi olan hastalarda trombosit indekslerinden ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliğinin belirgin şekilde yükseldiğini trombosit sayısı ve plateletritin azaldığını gösterdi. Trombosit aktivasyonu ve fonksiyonundaki değişiklikleri yansıtan ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri, karbonmonoksit zehirlenmesi sırasında özellikle tromboembolik komplikasyonların gelişimini öngörebilir. Ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri karbonmonoksit zehirlenmesinin prognostik tahmininde yararlı olabilir
\r\n
\r\n Prognostic importance of thrombocyte indices in children with carbon monoxide poisoning
\r\n
\r\n Abstract
\r\n
\r\n Objective: Carbon monoxide (CO) poisoning is still being a major cause of morbidity and mortality all over the world. Although the role of platelet functions in CO poisoning is not clear, increased platelet activation and aggregation had been reported previously. Increased thrombotic tendency due to endothelial damage, increased platelet stickiness, and alterations in the fibrinolytic pathway occurs in CO poisoning. The aim of our study was to determine whether platelet indices provide clinical benefit or not in children with CO poisoning.
\r\n
\r\n Materials and Methods: We retrospectively reviwed the records of children with the diagnosis of CO poisoning who admitted to the pediatric emergency departments of Konya Beyhekim State Hospital and Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty. A total of 92 children with CO poisoning and 62 age- and gender-matched healthy controls were included in the study.
\r\n
\r\n Results: While mean platelet volume (MPV) and platelet distribution width (PDW) levels were significantly higher (9,34±0,55 vs 9,78±0,97fL, p=0.001 ; 11,46±2,64 vs 10,57±1,41, retrospectively, p=0.007), platelet count and plateletcrit (PCT) (324,05±82,07 vs 357,27±89,70 x109 p=0.015 ; 0,31±0,06 vs 0,33±0,07, retrospectively, p=0.039) were significantly lower in patients with CO poisoning. MPV levels were also significantly higher in patients with a carboxy hemoglobin (COHb) level higher than 20, when compared with COHb levels between 10-20 (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Conclusion: Our results showed that platelet indices MPV and PDW are markedly elevated in patients with CO poisoning while platelet count and PCT were decreased. MPV and PDW levels, which reflect the changes in platelet activation and function, may predict the development of especially thromboembolic complications in the course of CO poisoning. MPV and PDW levels may be useful in prognostic estimation of CO poisoning.
\r\n
\r\n Keywords: carbon monoxide; children; platelet indices; poisoning
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Öksürüklü Çocuklarda Fleksible Bronkoskopi Bulguları
Sevgi Pekcan, Mehmet Köse, Nural Kiper, Ayşe Tana Aslan, Nazan Çobanoğlu, Özge Aydemir, Ebru Yalçın, Eda Ütine, Deniz Doğru, Uğur Özçelik
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Öksürüklü Çocuklarda Fleksible Bronkoskopi Bulguları
The FlexIble Bronchoscopy FIndIngs Of ChIldren Who Have ChronIc Cough
Amaç: Kronik öksürük, çocukluk ça¤›nda s›k karfl›lafl›lan, hasta ve aileyle birlikte hekimi de huzursuz eden bir bulgudur. Bu çal›flman›n amac›; merkezimizde kronik öksürük nedeni ile araflt›r›lan ve fleksible bronkoskopi (FB) yap›lan hastalar›n klinik, laboratuar ve bronkoskopik bulgular aç›s›ndan de¤erlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Hacettepe Çocuk Gö¤üs Hastal›klar› Ünitesinde Ocak 2002- Aral›k 2006 tarihleri aras›nda kronik öksürük nedeniyle izlenen, 4-6 haftadan beri öksürü¤ü olan, akci¤er grafi bulgular› spesifik olmayan bu nedenle FB yap›lan 23 hasta çal›flmaya al›nd›. Hastalar›n dosyalar› retrospektif olarak demografik, klinik ve bronkoskopik bulgular aç›s›ndan incelendi. Gastroözofagial reflü veya immün yetmezli¤i olan hastalar çal›flmadan ç›kar›ld›. Bulgular: Kronik öksürük nedeniyle bronkoskopi yap›lan 23 hastan›n 12’i erkek, 11’i k›zd›. Yafllar› 1-13,8 y›l aras›nda de¤ifliyordu. Ortalama yafl 5 y›l idi. Bir hasta hariç tüm hastalar›n radyolojik incelemesi normaldi. Bir hastada sanal bronkoskopide bronfl anomalisi saptand›. Yirmi üç hastan›n FB ile de¤erlendirilmesinde 10 hastada normalin d›fl›nda bulgu saptand›. ‹ki hastada sol ana bronflta yabanc› cisim ve granülasyon dokusu, 2 hastada trakeomalazi, 3 hastada enfeksiyonla uyumlu olan hiperemi ve sekresyon, 1 hastada mantar enfeksiyonu düflündüren trakeada beyaz plaklar saptand›. ‹ki hastada ise bronfl anomalisi saptand›. Fleksible bronkoskopi de patoloji tesbit edilen hastalar›n 6’›nda da BAL kültürlerinde üreme tesbit edildi. Üç hastada Bronkoalveolar lavaj (BAL) da lipid yüklü makrofaj tesbit edildi ve daha önce gastroözofageal reflü (GÖR) sintigrafisi normal olan iki hastan›n tekrarlanan GÖR sintigrafisi pozitif olarak bulunup reflü tedavisi baflland›. Sonuç: Fleksible bronkoskopi invaziv bir giriflim olmas›na ra¤men solunum sisteminin fonksiyonel, anotomik özelliklerini iyi de¤erlendiren, kronik öksürükte nedeni ayd›nlatmakta tan›ya yard›mc› bir yöntemdir.
Aim: Coughing is a common symptom in childhood. The cough last for over 4 to 6 weeks and also which makes patients the family and the doctor feel discomfort is called chronic cough. If this cough last long and repeats, it has to be investigated. After a detailed history and physical examination, distinctive studies have to be made. The purpose of this study is to evaluate the patients, which have been made flexible bronchoscopy because of chronic cough, by their clinical, laboratory and bronchoscopic findings. Material and Method: In this study we evaluated 23 patients with chronic cough; which were examined between January 2002 and December 2006 in Pediatric Chest Unit of Hacettepe University. Patients have cough for over 4 to 6 weeks, without specific chest X Ray findings, gastroesophageal reflux and problem with their immunologic system were and because of all these reasons they have been made bronchoscopy. The patients files are analyzed retrospectively by their demographic, clinic and bronchoscopic findings. Results: The study consisted of 23 patients: (12 males/11 females). The age of the patients vary between 1 and 13,8 years (mean age: 5 years). All patient’s radiological findings were normal without one patient. This patient’s have bronchial abnormalities in sanal bronchoscopy. When it is observed with flexible bronchoscopy ten patients have abnormal findings. Two patients have foreing body aspiration in their left main bronchus, two patients have tracheomalasia, three patients have hyperemia and secretions infection and two have bronchial abnormalites.In six patients’ bronchoalveolar lavage microorganism grew. Three patients have lipid laden macrophage and two patients whose previous gastroesophageal reflux scintigraphie were negative then found in and started treatment Conclusion: Although flexible bronchoscopy is an invasive technique, it evaluates respiratory system’s functional, anatomic characteristics well and it is a valuable technique in finding the etiology of chronic cough.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Doğum Tartılı (sga) Bebekler Ve Sorunları
Erdal Yılmaz, Saadet Akarsu, Yaşar Doğan, M. Kaya Gürgöze, A. Denizmen Aygün
Araştırma makalesi
Özeti
Düşük Doğum Tartılı (sga) Bebekler Ve Sorunları
BabIes WIth Low BIrth VveIght (sga) And TheIr Problems
Düşük doğum tartılı (SGA) bebekler için risk faktörleri ve takipte karşılaşılan sorunlar gözden geçirildi. Kliniğimizde izlenen 108 SGA’lı bebek değerlendirildi. Olguların 52’si (%48.2) erkek, 56’sı (%51.8) kızdı. Bebeklerin %40.7’si prematüre olup, diğerleri term bebekti. Hastaların %53.7’si şehir merkezinden müracaat edenlerdi. Düşük sosyoekonomik seviye, anne yaşının 18’in altında olması ve preeklampsi en sık gözlenen risk faktörleriydi. Bu bebeklerin takibi sırasında en çok karşılaşılan sorunlar enfeksiyon (%32.4), asfiksi (%25.9), hipoglisemi (%21.3) ve polistemiydi (%19.4). Mortalitenin önde gelen nedenleri olarak enfeksiyon, konjenital anomali ve asfiksi saptandı.
Risk factors and encountered problems during follow-up in babies with low birth weight (SGA) were investigated. 108 babies with SGA and who were follovved by our pediatrics department vvere evaluated. 52cases vvere male (48.2%) and 56 cases vvere female (51.8%) .40.7% of ali cases vvere prematüre and others (59.3%) vvere term babies. 53.7% of ali cases vvere applied from the city çenter. Low socioeconomic level, mother’s age lovver than 18 years, and preeclampsia vvere the most freguent risk factors. Infections (32.4%) , asphyxia (25.9%), hypoglysemia (21.3%) and polycythemia (19.4%) vvere the freguent problems. Important causes for mortality vvere infections, congenital abnormalities, and asphxy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
Hayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Cemile Öztin Öğün, Ateş Duman, Esma Nur Kırgız, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Our ExperIences On ThoracIc And Lumbar EpIdural AnesthesIa In ChIldren
Bu çalışmada, okul çağı çocuklarında sedasyon altında gerçekleştirilen lomber ve torakal epidural uygulamaları sunuldu. Torakal epidural kateterler elektif torakotomi operasyonlarından önce yerleştirilip genel anestezi ile kom bine edildiler. Lomber epidural kateterler genel anestezi kontrendikasyonu mevcut olan, acil ortopedik vakalara yerleştirilip sedasyon ile kombine edildiler.
İn this study; lumbar and thoracic epidural applications under sedation in school age children were presented. Thoracic epidural catheters were inserted before elective thoracotomies and were combined with general anes thesia. Lumbar epidural catheters were inserted in the emergency orthopedic cases that had contraindication for general anesthesia and were combined with sedation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Akut Pankreatit Şiddetinin Erken Tahmininde İnflamatuar Biyobelirteçlerin Rolü
Aylin Yücel, Ahmet Osman Kılıç, Sümeyye Beyza Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Akut Pankreatit Şiddetinin Erken Tahmininde İnflamatuar Biyobelirteçlerin Rolü
The Role Of The Inflammatory BIomarkers In The Early ProductIon Of The SeverIty Of PaedIatrIc Acute PancreatItIs
Amaç: Yıllardır erişkin literatürünün gölgesinde kalmış olan pediatrik akut pankreatit çalışmaları,
pediatrik şiddet sınıflamasının kabul edilmesinden sonra ivme kazanmıştır. Artık hangi hastalarda ciddi
hastalık gelişeceğini erken aşamada hızla öngörebilecek inflamatuar biyobelirteçlerin belirlenmesine
ihtiyaç vardır. Bu çalışmanın amacı, sistemik immün-enflamasyon indeksi (SII) ve nötrofil-lenfosit oranı
(NLO) gibi inflamatuar biyobelirteçlerin erken prediktör olarak etkinliğini değerlendirmek ve eşik değerler
belirlemekti.
Hastalar ve Yöntem: 2019-2022 yılları arasında akut pankreatit tanısı alan 53 çocuğun klinik özellikleri,
laboratuvar test sonuçları ve görüntüleme bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar şiddetine
göre “hafif” ve “orta şiddetli-şiddetli” olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar inflamatuar belirteçler açısından
karşılaştırıldı. Hastalık şiddetini öngören faktörler ROC eğrisi analizi ile incelendi. Anlamlı eşik değerler
için duyarlılık, özgüllük, pozitif prediktif değer (PPD) ve neg atif prediktif değer (NPD) hesaplandı.
Bulgular: NLO ve SII değerleri “orta şiddetli-şiddetli” grupta “hafif” gruba göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede yüksekti (tümü için p<0,001). NLO≥3.33 (AUC:0.894, %95 güven aralığı: 0.81-0.979, PPD %89.7,
NPD %83.3%) ve SII indeksi≥1225.57(AUC: 0.912, %95 güven aralığı:0.831-0.992, PPD %90.0, NPD
%87.0) eşik değerlerinin hastalık şiddetini yüksek duyarlılık ve özgüllükle tahmin edebildiği belirlendi.
Sonuç: NLO ve SII pediatrik akut pankreatitte kötü klinik sonucu erken tahmin edebilir. Mevcut çalışma
pediatrik akut pankreatitte bu biyobelirteçlerin prognostik öne minini değerlendiren ilk çalışmadır .
Aim: Studies of paediatric acute pancreatitis have remained in the shadow of adult literature for many
years, and have only increased following the recent acceptance of the severity classification. There is now
a need to determine inflammatory biomarkers which will be able to rapidly predict in the early stage which
patients will develop severe disease. This study's purpose was to research the efficacy as early predictors
and determine cutoff values for inflammatory biomarkers including the systemic immune-inflammation
index (SII), and the neutrophil-lymphocyte ratio (NLR).
Patients and Methods: A retrospective evaluation was made of the clinical characteristics, laboratory
test results, and imaging findings of 53 children diagnosed with acute pancreatitis between 2019-2022.
The study population were separated into groups as ‘mild’ and ‘moderately severe-severe’ according
to severity. The groups were compared in respect of inflammatory markers. Factors predicting disease
severity were evaluated with ROC curve analysis. For the significant cutoff values, positive predictive
value (PPV), negative predictive value (NPV), sensitivity and s pecificity were calculated.
Results: The NLR, and SII values were found to be statistically significantly higher in the “moderately
severe-severe” group than in th “mild” group (p<0.001 for all). The cutoff values of NLR≥3.33 (AUC:0.894,
95% CI:0.81-0.979, PPV 89.7%, NPV 83.3%), and SII≥1225.57 (AUC:0.912, 95% CI:0.831-0.992, PPV
90.0%, NPV 87.0%) were determined to be able to predict disease severity with high sensitivity and
specificity.
Conclusion: The NLR, and SII are inflammatory biomarkers that can make an early prediction of a poor
outcome in paediatric acute pancreatitis. To the best of our knowledge, this is the first study to have
evaluated the prognostic importance of these biomarkers, in pae diatric acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
Sabri Hergüner, Erdinç Çiçek, Fatih Kayhan, Arzu Hergüner
Olgu sunumu
Özeti
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
A PedIatrIc Case WIth CyclIc VomItIng Syndrome
Döngüsel kusma sendromu (DKS), tekrarlayıcı bulantı ve kusma
atakları ile kendini gösteren bir durumdur. Belirtilerin başlangıcı
genellikle 4–6 yaş arasındadır ve kızlarda daha sık görülmektedir.
Ataklar çoğunlukla psikososyal ya da fiziksel bir tetikleyici ile ortaya
çıkar. Son yıllarda DKS ve migren arasında ortak bir patofizyoloji
olabileceği üzerinde durulmaktadır. DKS olan çocuklarda ve
annelerinde kaygı bozukluklarının sık olduğu gösterilmiştir. Bu
yazıda tekrarlayan kusma atakları nedeniyle kliniğimize başvuran 5
yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Kaygı belirtileri ve kusma atakları
nedeniyle tedavi olarak bir seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
essitalopram başlanmış ve tedaviden belirgin fayda görmüştür.
Cyclic vomiting syndrome (CVS) is characterized by recurrent
episodes of nausea and vomiting. Age at onset of symptoms ranges
between 4–6 years and there is a female predominance. CVS attacks
are generally associated with psychosocial or physical triggers. In
last years a shared pathophysiology between migraine and CVS has
suggested. Children with CVS and their mothers have elevated rates
of anxiety disorders. In this report, we presented a 5-year-old girl
who referred to our out-patient clinic because of recurrent vomiting
episodes. Because of her anxiety symptoms and vomiting attacks,
escitalopram, a selective serotonin reuptake inhibitor, was initiated
and she had significant improvement during treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık Sonuçları
Bülent Oran, Fazıl Kasap, Nimet Kabakuş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık Sonuçları
FIrst SIx Month Results Of The PedIatrIc CardIology UnIt EchocardIography Laboratory
Fakültemiz çocuk kardiyoloji birimi ekokardiyografi laboratuvarında, faaliyete geçişinin ilk altı ayı içerisinde ekokardiyografik inceleme yapılan 371 hasta değişik yönleriyle incelendi. Akut romatizmal karditin, bölgemiz için önemli bir sağlık problemi olduğu dikkat çekici bulundu. Alınan sonuçlar literatür verileri ile karşılaştırıldı.
In the echocardiography laboratory of the pediatric cardiology unit of our faculty, 371 patients who underwent echocardiographic examination in the first six months of their activation were examined from different aspects. It was found remarkable that acute rheumatic carditis is an important health problem for our region. The results obtained were compared with the literature data.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen Duyarlılığı
Esra Hazar Sayar
Araştırma makalesi
Özeti
Alanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen Duyarlılığı
Aeroallergen SensItIvIty Of AtopIc ChIldren In Alanya RegIon
Amaç: Alerjik hastalıklarda semptomları azaltmak ve yaşam kalitesini arttırmak için sorumlu alerjenleri belirlemek önemlidir. Bu nedenle bölgemizdeki alerjik hastalarda aeroalerjenlerin duyarlılığını ve sıklığını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, Eylül 2017-Mart 2018 tarihleri arasında pediatrik alerji immünoloji polikliniğine başvuran 1078 hasta (2-18 yaş) dahil edildi. Deri prick testinde en az bir alerjik duyarlılık saptanan 642 hastanın klinik ve demografik özellikleri, total IgE düzeyleri, kandaki periferik eozinofil sayıları, aeroalerjen duyarlılıkları hasta dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışma için Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulundan onay alındı.
Bulgular: Hastaların 642'sinde (%59.5) en az bir aeroalerjene karşı pozitif yanıt gözlendi. Hastaların %34.8'inde astım, %73.7'sinde alerjik rinit, %12.6'sında atopik dermatit ve %3'ünde kronik ürtiker tanısı vardı. 159 (%24.8) hastada birden fazla alerjik hastalık tanısı vardı. Pozitif cilt prick testi olan hastaların 368’i (%57.3) erkek, 274’ü (%42.7) kızdı. Yaş ortalaması 8.49±4.15 yıldı. En sık Akar duyarlılığı saptandı (%76.1). İkinci sıklıkta küf mantarları (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) ve üçüncü sıklıkta grass ve cereal polen (39.8%) duyarlılığı gözlendi. Diğer aeroalerjen duyarlılık sıklıkları; yabani ot polen karışımı (%24.6), ağaç polen karışımı (%21.7), hamamböceği (%17.8), kedi tüyü (%31.2), zeytin ağacı (%20) olarak saptandı. Ortalama serum total IgE düzeyi 215.6 IU/ml ve ortalama eozinofil sayısı 410.63/mm³ idi.
Sonuç: Alerjik hastalıklarda sorumlu alerjenlerin tespit edilmesi semptomların kontrol edilmesi ve seçilmiş vakalarda immünoterapi şansı vererek hastalık seyrini değiştirebilmesi açısından önemlidir.
Aim: It is important to identify allergens in reducing disease-related symptoms and improving quality of life in the allergic diseases. Therefore, we aimed to evaluate the frequency of aeroallergens in allergic patients in our region.
Method: 1078 patients (2-18 years) who applied to the pediatric allergy immunology outpatient clinic between September 2017- March 2018 were included to the study. The demographic and clinical characteristics of 642 patients with at least one allergic sensitization in the skin prick test were evaluated retrospectively. Total IgE levels, peripheral eosinophil counts in the blood, aeroallergen sensitivities in skin prick test were evaulated from the patient’s files. The study was approved by the Ethics Committee of the Alanya Alaaddin Keykubat Medical Faculty.
Results: In 642 of the patients (59.5%), a positive response was observed against at least one aeroallergen. Among patients, 34.8% had asthma, 73.7% had allergic rhinitis, 12.6% had atopic dermatitis, and 3% had chronic urticaria. 24.8% of the patients (159) had more than one allergic disease. When the evaulation of the patients with positive skin prick test, 57.3% were male and 42.7% were female. The mean age was 8.49 +/- 4.15 years. The sensitivity of house dust mites was the most common (76.1%). In the second and third frequency, molds (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) and grass and cereal pollen (39.8%) sensitivity were observed. Other determined aeroallergen sensitivity frequencies were; weed pollen mixture (24.6%), trees pollen mixture (21.7%), cockroach (17.8%), cat hair (31.2%), olive tree (20%). The mean serum total IgE level was 215.6 IU/ml and the mean eosinophil count was 410.63/mm³.
Conclusion: Detection of responsible allergens is important to control symptoms and to give the chance the course of the disease with immunotherapy in the selected cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
Faruk Öktem, Said Bodur, Aziz Polat, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
An OvervIew On ServIce Referral For PedIatrIc Care At Selçuk UnIversIty Faculty Of MedIcIne
Çalışma, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesi çocuk polikliniğine 18-22 Kasım 1991 tarih-lerinde başvuran 222 hastanın refakatçileri ile görüşülerek yapıldı. Hastaların % 71 'inipüniversite hasranesini birinci basamak, ancak % 171sinin ü-çüncü basamak tedavi hizmeti almak için kullandığı görüldü. Üçüncü basamak başvurularda daha çok yalnız babalann refakat ettiği ve 0-6 yaşlarındaki hastalarda daha yüksek oranda olmak üzere polik-liniğimize erkek çocukların daha fazla getirildiği gözlendi (p<0.05). Çocuk hasta başvurularını, ö-zellikle sevkli hastalarda, haftanın son günlerine doğru azaldığı (p>0.05), ailelerin üçüncü ve daha sonraki çocuklarının her basamak için hizmetten daha az yararlandığı (p>0.05) belirlendi. Birinci basamak 'sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi„sos-yal güvencesi olsun. olmasın hastaların kademeli sevk sistemi içinde üniversite hastanelerinden ü-çüncü basamak tedavi hizmetin' almak üzere yarar-lanmasını sağhvacak düzenlemelerin yapılması, hem toplumun hem de sağlık kuruluşlarının yararına olacağı kanısındayiz.
This study was iınplemented on patients' parents or relatives who brought their children to the Polyc-clinic of Departmant of Pediatrics in Faculty of Me-dicine, Selçuk University between 18 and 22nd of November 1991. 1n this study it was observed that only 17 percent of patients had applied for tertiarv care wlüle 71 percent of diem had came for primarv care. Patients applying for tertiary care were usually brought to the hospital by their fathers and male pa-tients more in number and relatively higher in 0-6 age group (p<0.05). It was also observed that number of patients, e.specially of those referred, decreased to-wards weekend (p>0.05) and parents were utilizing less health service in each level of care for their third and more childs (p>0.05). We believe that it will be more usefid for both community and health organi-zations ta make primary health care services more effective and such regulations, in which university hospitals, vvithoıtt taking care of patients social insu-rance guarantees, just can be used for tertiary health care services a step-by-step referral system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim Aspirasyonları
Burhan Apilioğulları, Sami Ceran, Gürcan Koşal, Ahmet Dumanlı
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim Aspirasyonları
TracheabronchIal ForeIgn Body AspIratIons In ChIldren
Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) pediatrik yaş grubunda sık görülen ciddi bir sorundur. Tanı ve müdahale de gecikme hayatı tehdit eden bir duruma neden olabilir. Özellikle 3 yaş altı çocuklarda çevreye ve objelere karşı artan ilgi vardır ve nöromuskuler mekanizmaları yeterince gelişmemiştir. Molar dişlerinin olmaması, çiğneme işleminin efektif yapılamaması gibi etkenler de özellikle YCA bu yaş grubunda yüksek olmasının başlıca nedenleridir. YCA’ya maruz kalmış hastanın tanıdan hemen sonra, rijit bronkoskopi imkânının bulunduğu bir hastaneye zaman kaybetmeden sevk edilmesi hayati önem taşımaktadır. Biz bu çalışmamızda, kliniğimizde müdahale edilen 47 hastayı retrospektif olarak, başvuru anındaki klinik semptomu, yaş, cinsiyet, yabancı cismin (YC) natürü, yerleşim yeri, pozitif radyolojik bulgu, olay anı ile hastaneye başvurduğu zamanı olarak inceledik.
47 hastanın; 29 erkek (%63), 18 bayandı (%37), yaşları 3 ay ile 8 yaş arasında değişmekteydi. 37 hastanın yaşı (%80) 3 yaşın altındaydı. Hastaların başvuru anında asıl şikayet olarak, 37’nde öksürük (%80), 23 hastada hırıltılı solunum (%50), 15 hastada nefes darlığı (%32,6), 5 hastada geçmeyen enfeksiyon (%10,8), 2 hastada yüksek ateş (%4,3) vardı. 37 hastada (%78) çıkartılan yabancı cisim organik kökenli (çekirdek içi veya kabuğu, fıstık, fındık parçaları ve benzeri) iken 10 hastada (%22) inorganik yabancı cisime rastlandı (kalem ucu, oyuncak parçası, sibop, plastik parçalar gibi.).YC 18 hastada (%39) sağ ana bronşta, 25 hastada (%51) sol ana bronşta, 4 hastada (8,7) ise trakeada yerleşmişti. 18 hastanın (%39) radyolojik olarak herhangi bir bulgusu yoktu, 11 hastada (%23,9) anamnez mevcut ancak göğüs muayenesinde dinleme bulgusu normaldi, 23 hasta olay olduktan sonraki ilk 24 saat içinde kliniğimize başvurmuşken, 24 hasta olay olduktan sonraki 24 saati geçen zaman diliminde kliniğimize başvurmuştu.
Çalışmamızın sonuçları genel olarak literatüre uyumlu olmakla beraber, YC yerleşim yeri açısından %51 ile sol ana bronşun öne çıkmasıyla literatürden farklılık gösterdi.
Foreign body aspiration (FBA) is a serious problem especially in pediatric age group. Delay in diagnosis and intervention can lead to a life-threatening condition. Young children are more concerned with the environment and neuromuscular mechanisms do not develop sufficiently. Factors such as lack of molar teeth and failure to perform chewing are the main causes of high FBA in children under 3 years of age. It is of vital importance that the patient is referred to a hospital where a rigid bronchoscopy can be performed quickly after the diagnosis. We retrospectively evaluated 47 patients who were treated in our clinic such as clinical symptoms, age, gender, foreign body (FB), location, positive radiological findings, and duration of stay.
47 patients; 29 male (63%), 18 female (37%), age ranging from 3 months to 8 years. The age of the 37 patients (80%) was below the age of 3 years. The main complaint at the time of admission was cough (80%) in 37 patients, wheezing in 23 patients (50%), shortness of breath in 15 patients (32.6%), infection in 5 patients (10.8%), high in 2 patients. there was fever (4.3%). In 37 patients (78%), the foreign body was of organic origin (such as inside or outside the shell, peanuts, hazelnut pieces) while in 10 patients (22%), an inorganic foreign object was found (such as a pen tip, a toy part, plastic parts, etc.). FB was located in the right main bronchus in 18 patients (39%), in the left main bronchus in 25 patients (51%) and in the trachea in 4 patients (8.7). There were no radiological findings in 18 patients (39%). Although 11 patients (23.9%) were anamnesis, their findings were normal. Twenty-three patients applied to our clinic within the first 24 hours after the event, and 24 patients were admitted to our clinic 24 hours after the event.
Although the results were generally consistent with the literature, the left main bronchus was 51% in terms of the localization of FB.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
Alaaddin Dilsiz, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
ChIldhood IntussusceptIon
Invajinasyon çocukluk çağında en sık rastlanan barsak tıkanıklık nedenidir. S.Ü.T.F. Çocuk cerrahisinde tedavi edilen 11 in-vajinasyonlu hasta retrospektif olarak değelendirildi. Yaş dağılımı, semptom ve bulgular açısından, diğer yayınlarla benzerlik görülürken, farklı olarak kızların çokluğu (K1E:912), hastaların kliniğe geç başvur-duğu, barsak redüksiyon oranının yüksekliği dikkati çekti. Rezeksiyon oranı ile hastaların geç gelişi birbiri ile ilişkili idi. Bu da hastaların yanlış tanı ve tedavi ile zaman kaybetmesine bağlandı.
Intussusception is the most common cause of intestinal obstruction in childhood. 11 children with intussusception were retrospectively reviewed in the departmant of pediatric surgery in Selçuk Üniversity medical faculty. Age configuration, symptoms and signs were similar with the other reports, but most of the patients were girls (girl I boy:9/2) and (his made the difference. Besides intestine resection ratio was high and the patients presentations in hospital were lale. There is a relationship between resection ratio and the patients lale presentations. And this was related to the loss of time with the wrong diagnosis and treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Olgu Nedeniyle, Yenidoğan Bebeklerde Dissemine İntravasküler Koagulasyon
Sevim Karaarslan, Mehmet Nisanoğlu, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Olgu Nedeniyle, Yenidoğan Bebeklerde Dissemine İntravasküler Koagulasyon
Dyssemınated Intravascular Coagulatıon In Newborn Babıes Due To A Case
Yeni doğan bebeklerde kanama önemli bir sorundur, bunlardan dissemine intravasküler koagülasyonun sebep olduğu kanamalar en ağır prognoza sahip olanlarıdır. Bu raporda pediatrinin yeni doğan dönemi ile ilgili en ağır problemlerinden biri olan dissemine intravasküler koagülasyona bir vaka dolayısı ile değinilmiştir.
Bleedin in newborn infants is an important problem, among these, caused by disseminated intravascular coagulopathy has the most serious prognosis. In this report we discussed disseminated intravascular coagulopathy which is one of the most serious problem in newborn period in pediatrics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını Sevıyelerı
Ümran Çalışkan, Abdurrahman Üner, Haluk Yavuz, Ahmet Özel, İbrahim Erkul, Hasan Koç, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Hıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını Sevıyelerı
VItamIn E LeveIs In Newborn Infants WIth HyperbIlIrubInemIa
Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları servisine hiperbi-lirübinemi sebebiyle yattrılan; 32 prematüre ve 32 rniadinda yenidoğan bebek üzerinde yaptIdt. Pre-matüre bebeklerde serum E vitamini seviyesi; 053 ± 0.08 mgldl, miadında doğanlarda 054 ± 0.07 mgldl olarak bulundu. Serum E Vitamini düzeylerinin cins, gebelik yaşı ve ağırlıklara göre dağılımları karşılaştırıldı.
This study was done on 32 -premature and 32 term infants with hyperbilirubinemia hospitalized in Newborn Unit of Pediatric Clinics of Medical Facul-ty of Selçuk University, Serum vitamin E leveis of premature infants' were found as 053 ± 0.08 mgldl, term infants levels were found as 054 ± 0.07 mgldl. Serum vitamin E levels were cotnpared according w sex, birth week and birth weight.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
Adnan Abasıyanık, Ahmet Hamdi Gündoğan, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
TherapeutIc LaparoscopIc SurgIcal Procedures In ChIldren
Ocak 1994 - Aral& 1995 tarihleri arasinda 39 olgu laparoskopik cerrahi ile tedavi edildi. Bu calqmamizin anzact, laparoskopik cer-rahinin cocuk cerrahisindeki tedavi endikasyonu ve etkinligi konusundaki izlenimlerimizi aktarrnakttr. Olgulartnnz 1 ile 16 ya§. arasindadtr. En stk la-paroskopik cerrahi uygulamalaruntz; apendektomi (13 olgu), over kist drenaji (4 olgu). splenektomi (4 olgu), kolesistektomi (3 olgu) dir. Toplam 4 olguda (%10) teknik zorluktan dolayi actk cerrahiye gecrnek zorunda kalindt. Intraoperatif komplikasyon olarak 2 olguda ekstraperitoneal ensuflasyon, 5 olguda ta-411cardi ye aritmi, 2 olguda gevici hipertermi tespit edildi. Postoperatif dijnemde apendektomi ya-pzlan hit- olguda ileus Ameliyet siireleri actk cerrahiye layasla sple-nektomi ye Swenson uygulamalarmda daha uzun, apendektomilerde aynt, koksistektorni, over kist as-pirasyonu ye travma nedeniyle yaptigimiz mii-dahalelerde daha ktsa siirdugii tespit edildi. 01- gularunizin hastanede kalg siireleri ise actk cerrahiye layasla tiimiinde daha ktsa siireli idi. Laparoskopik cerrahi, actk cerrahiye oranla daha az kornplikasyonlarmzn ()imam ve hu komp-likasyonlarin genellikle kisa siirede gecehilmesi ne-deniyk rahat tolere edilehilen yararh hir yontemdir.
Between January 1994 and December 1995.29 pa-tients were treated with laparoscopic surgery in our department. The aim of this study is to present our ex-perience with the indications and efficacy of la-paroscopic surgery in pediatric surgery. The age of the patients was heteen one and 16 years. The most common procedure that we per-formed was appendectomy (13 patients). The other-common procedures were ovarian cyst drainage (four patients), hemostasis in traumatic int-raabdominal hemorrhage (three patients). sple-nectomy (four patients). Swenson's procedure (three patients), and cholecystectomy (three patients). We had to converse to open surgery for technical reasons in a total of four patients (10%). We observed extra peritoneal insujilation in ma patients, transient tachycardia and arrhythmia in five patients. and tran-sient hyperthermia in another two patients as int-raoperative complications. One patient developed postoperative ileus after appendectomy. The duration of the laparoscopic procedures was longer than that of the open surgery in spknectomy and Swenson's procedure. similar in apendectomy, but shorter in cholecystectomy, ovarian cyst dra-inage, and hemostasis for intraandominal he-morrhage. Hospital stays were shorter in all la-paroscopic procedures comparing with open surgery. Laparoscopic surgerey is a useful method with low incidence of complications which are well to-lerated for the treatment of the surgical pediatric pa-tients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
Cengiz Kılıcaslan, Hüseyin Mutlu, Ekrem Taha Sert, Kamil Kokulu
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
The Prevalence Of AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder In ChIldren AdmItted To The PedIatrIc Emergency Room WIth Burns
Amaç: Yanık, özellikle çocukluk döneminde sık görülen bir durumdur. Yanık oluşan çocuklarda, dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) semptomlarının görülme sıklığını belirlemek ve sağlıklı çocuklarla
karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ağustos 2019- Nisan 2021 tarihleri arasında yürütülmüştür.
Çalışma grubu, çocuk acil servise yanık nedeni ile başvuran 3-16 yaş arası çocuk hastalardan seçildi.
Kontrol grubu, travma dışı sebeplerle çocuk acil servise başvuran 3-16 yaş arası çocuklardan seçildi. Her
iki grubun da kültürel ve demografik özellikleri benzerdi. Her iki gruba da İlk müdahale ve stabilizasyondan
sonra revize edilmiş Conners Ebeveyn Derecelendirme Ölçekleri ( CPRS-R) uygulandı.
Bulgular: Çalışma grubu 143 kişiden oluşturuldu yaş ortalaması 6,93 ± 2,96 yıl (dağılım: 3-16) ve 69'u
(%48,3) kızdı. Kontrol grubu yaş ortalaması 6.72 ± 2.48 yıl (dağılım: 3-16) olan 140 çocuktan oluşmaktaydı
ve olguların %49.3'ü kızdı. İki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
yoktu (sırasıyla p = 0.36, 0.84). Yanıkların en sık nedeni( %69.2) sıcak su veya yağdan oluşmaktaydı.
Yanıkların büyük bir kısmı (%89,5) ayaktan müdahale sonrası acil servisten taburcu edildi. CPRS-R'nin
hesaplanan tüm alt ölçek puanları; -bilişsel problemler/dikkatsizlik alt ölçek puanları dışında- çalışma
grubunda, kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti. Çalışma grubundaki ebeveynlerin eğitim
durumu kontrol grubundakilere göre daha yüksekti.
Sonuç: Bizim bulgularımız acil servise yanık yaralanmaları nedeniyle başvuran çocuklarda DEHB
belirtilerinin görülme sıklığının yüksek olabileceğini gösterme ktedir.
Aim: Burns are common, especially in children. Here, we aimed to determine incidence of attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) symptoms in children with burns a nd compare them with healthy children.
Patients and Methods: This prospective study was conducted between August 2019 and April 2021. The
study group consisted of pediatric patients aged between 3-16 years admitted to the pediatric emergency
with burns. Children aged between 3-16 years admitted for non-traumatic reasons also constituted the
controls. Cultural and demographic characteristics of both groups were similar. After initial intervention
and stabilization, the revised Conners’ Parental Rating Scale (CPRS-R) was applied to both groups.
Results: The study group consisted of 143 individuals with a mean age of 6.93±2.96 years, and 69
(48.3%) were girls. The control group consisted of 140 children (mean age: 6.72±2.48 ranging between
3-16 years), and 49.3% were girls. There was no statistically significant difference between both groups
regarding age and gender (p=0.36, 0.84, respectively). The most common cause of burns (69.2%)
was exposure to hot water or oil spill. Most of the victims due to burns (89.5%) were discharged from
emergency after outpatient intervention. All subscale scores calculated through CPRS-R, except for
cognitive problems/inattention subscale scores, were significantly higher in the study group than the
controls. The educational status of the parents in the study group was hi gher than those of the controls.
Conclusion: Our findings indicated that the incidence of ADHD symptoms may be higher in children
admitted to the emergency department due to burn injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)
Hasan Koç, İbrahim Erkul, Abdurrahman Üner, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)
PrematurIty MortatIty StatIstIcs In 1990 Neonatal UnIt Of PedIatrIcs Department
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yenidoğan Ünitesine Ocak 1990-Aralık 1990 tarihleri arasında 92 Prematüre bebek kabul edildi. Mortalite oranı %30.4 olarak bulundu. Mortalite yüzdererinin, gebelik süreleri, bebeklerin doğum ağırlıkları yükseldikçe azaldığı tesbit edildi. Selçuk Üniversitesi Doğum Kliniğinde doğan prematürelerdeki mortalite oranı evden gelen, Konya içi veya dışı başka bir hastaneden getirilen prematürelere göre daha düşüktü (P<0.01). Klinik tanılarna göre en yüksek ölüm ne-denleriin Solunum Güçlüğü Sendromu, Anoksik doğum ve Sepsis olduğu görüldü. Yazıda iiniternizdeki prematüre bebek ölüm yüzdeleri lite-ratürle karşıla,qtrıldı ve yüksek olmasının nedenleri tartışıldı.
Mortality rate of 92 premature babies accepted to pediatrics department of Medical Faculty of Selçuk Oniversity between January and Decernber 1990 was investigated. Mortality rate was cletermined as 30.4 percent. The mortality rate was decreased with the duration of gestation and the weight of babies at term. Also, the mortality rate of babies born at ob-stetrics clinics of the faculty was less than those born at home or brought from other hospitals in or out of Konya. According to the clinical evaluation, the primary causes of death vere found to be respira-tory distress syndronw, anoxic birth and sepsis. Our finclings are discussed with those of literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaş Grubu, Cinsiyet Ve Mevsimsel Faktörlerin D V İtamini Düzeylerine Etkisinin 9496 Çocukta Değerlendirilmesi
Zafer Bağcı
Araştırma makalesi
Özeti
Yaş Grubu, Cinsiyet Ve Mevsimsel Faktörlerin D V İtamini Düzeylerine Etkisinin 9496 Çocukta Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The Effects Of Age Group, Gender And Seasonal Factors On VItamIn D Levels In 9496 ChIldren
Amaç: Bu çalışmada, Orta Anadolu’daki bir eğitim ve araştırma hastanesi’nin çocuk kliniğinde bir
yıl boyunca belirlenen D Vitamini düzeylerinin yaş gruplarına, cinsiyete ve mevsim özelliklerine göre
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma, bir hastanenin çocuk polikliniğine Ocak 2019-Aralık 2019
tarihleri arasında başvuran ve D vitamini düzeyi belirlenen 0-18 yaş arası çocukların verileri kullanılarak
yapılmıştır. Çocuklar, Standart 6 önerilerine göre 28 gün-12 ay, 13 ay-2 yaş, 2-5 yaş, 6-11 yaş ve 12-
18 yaş olmak üzere beş farklı yaş grubuna ayrıldı. D vitamini düzeyleri yaş grubu, cinsiyet ve başvuru
mevsimi açısından değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 5360 (56.4%)’i kız, 4136 (43.6%)’sı erkek olmak üzere toplam 9496 çocuk dahil
edildi. Katılımcıların 6472 (%68.2)’sinin 25(OH)D düzeyi 20 ng/mL’nin altında (eksikliği temsil eder), 2085
(%21.9)’inin 21-29 ng/mL arasında (yetersizliği temsil eder), 939 (%9.9)’unun ise 30 ng/mL’nin üzerinde
(yeterliliği temsil eder) idi. Kızlarda D vitamini düzeylerinin erkeklere göre daha düşük olduğu, D vitamini
düzeylerinin yaşla ters orantılı olduğu, D vitamini düzeylerinin en düşük değerlerine kışın, en yüksek
değerlerine ise yazın ulaştığı belirlendi. Yaş grubu, cinsiyet ve başvuru mevsiminin D vitamini düzeyleri
üzerindeki etkileri istatistiksel olarak anlamlıydı (P < 0,001).
Sonuç: Tüm yaş grupları için ortalama D vitamini düzeyleri ya yetersiz ya da eksikti. 0-18 yaş arası
çocuklarda D vitamini seviyeleri yaş, cinsiyet ve mevsim ile ilişkilidir. Özellikle risk altındaki gruplarda D
vitamini eksikliğini veya yetersizliğini önlemek için gerekli ö nlemler alınmalıdır.
Aim: This study aimed to evaluate vitamin D levels, which were determined over a year in the pediatric
clinic of a training and research hospital in Central Anatolia, according to age groups, gender, and
seasonal characteristics.
Patients and Methods: This retrospective study was conducted using the data of children aged 0–18
years who applied to the children’s clinic of a hospital between January 2019 and December 2019 and
whose vitamin D levels were determined. Children were divided into five different age groups, 28 days–12
months, 13 months–2 years, 2–5 years, 6–11 years, and 12–18 years, in accordance with Standard 6
recommendations. Vitamin D levels were evaluated in terms of age group, gender, and admission season.
Results: A total of 9496 children, 5360 (56.4%) females and 4136 (43.6%) males, were included in the
study. A 25(OH)D level below 20 ng/mL (representing a deficiency) was found in 6472 (68.2%) of the
participants, while 2085 (21.9%) participants had a 25(OH)D level between 21–29 ng/mL (representing an
insufficiency) and 939 (9.9%) participants had a 25(OH)D level over 30 ng/mL (representing sufficiency).
It was determined that vitamin D levels are lower in girls than in boys, vitamin D levels are inversely
proportional to age, and vitamin D levels reach their lowest values in winter and highest values in summer.
The effects of age group, gender, and season of admission on vitamin D levels were statistically significant
(P < 0.001).
Conclusion: The mean vitamin D levels for all age groups were either insufficient or deficient. Vitamin D
levels in children aged 0–18 is related to age, gender, and season. Necessary measures should be taken,
especially for at-risk groups, to prevent vitamin D deficiency or insuf ficiency.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Ali Acar, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Imperfore Anus, Ccloaca, And UrogenItal SInus OutIet ObstructIon
Anorektal malformasyonlar ortalama 4000-5000 yenidoğanın birinde görülür ve erkeklerde daha sıktır (1). Anüs, rektum ve ürogenital sistemin konjenital malformasyonlan sıklıkla birlikte buluntular. imperfore antisle, enterik üriner fistüller, renal agenezis, iire-teropelvik obstriiksiyon. iireterovezikal darhk. ve-zikoüreteral reflü, kriptorşidi, ektopik yas deferens ve hipospadias gibi yapısal genitotiriner anomalilerin beraberliği gayet iyi bilinmektedir (2, 3). Bu patolojiler genellikle çocuk cerrahları tarafından tesbit edilirler. Ancak bu kompleks ve çözümü zor klinik problemlerin teşhis ve tedavisinde ürologlar asıl rolü oynarlar. Uygun tedavi: normal ve anormal embriyolojinin bilinmesine, bu bozukluklarla beraber olan klinik problemlerin sunflandınlmasına ve kesin patolojiyi belirleyecek teşhis çalışmalannın uygulanmasına bağlıdır (4).
Anorectal malformations occur in an average of 4000-5000 newborns and are more common in males (1). Congenital malformations of the anus, rectum, and urogenital system were often found together. imperforate antisla, enteric urinary fistulas, renal agenesis, irritable-theropelvic obstruction. iireterovesical darhk. The association of structural genitourinary anomalies such as and-zicoureteral reflux, cryptorchidism, ectopic mourning deferens and hypospadias is well known (2, 3). These pathologies are usually detected by pediatric surgeons. However, urologists play the main role in the diagnosis and treatment of these complex and difficult-to-solve clinical problems. Appropriate treatment: depends on the knowledge of normal and abnormal embryology, the presentation of clinical problems associated with these disorders, and the implementation of diagnostic studies that will determine the exact pathology (4).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
Sıtkı Göksu, Ünsal Öner, Nursan Tahtacı
Araştırma makalesi
Özeti
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
The ComparIson Of Oral KetamIne Usage In Two DIfferent Doses For PedIatrIc PremedIcatIon
cocuklarda premedika.vvon arnactyla ketamin clegiVk doff ve yollarla uygulanmaktadir. 20'Fr kirilik iki grup olgutarda uygulandr. Farkli dozda ketamin pediatrik preniedikasyonda oral olarak verildi. Ketamin 1. gruba 4 mg/kg, 2. gruba 6 mglkg dozda 0.2 'nag kola icinde anestezi indiiksiyonundan 20 dk. once peroral verildi. Her iki gruptaki cocuklar ketamini iyi tolere etti. cocuklarm sedasyon durumlari Wilton tun sedasyon skalasina gore degerlendirildi_ Premedikasyondan 5 dk son-raki degerlerde her iki grupta istatistiksel _vOnden fork bulunmadi (p>0.05). Ancak 10. 15. ve 20. dkilardaki uyatukhk, sakin, uyuyor alma degerleri arastnda istatistiksel olarak belirgin farkldrklar go-riildii (p<0.05). 2. grupta moskeye reaksiyon daha iyi idi. Her iki grupta komplikasyon olarak nistagmus, dil d e fasikiilasyon ve oral sekresvon artut Sonucta 6 mg/kg oral ketaniin 4mglkg oral ke-tamine gore iyi sedasyon saglamasi, maske uy-gulamasma reaksiyonun daha iyi alma I.V.kateter uygulamastiza reaksiyon gostertnemesi ve lamplikasyonlartnin benzer olmasi acrsmdan taysiye edilebilir nitelikte gorüldü.
Ketamine has been applied in children in dif-ferent doses and ways for patients. Ketamine was given to the first group in dose 4 mglkg and to the second group in dose 6 mglkg mixed in 0.2 mlik-g cola 20 minutes before induction of anesthesia.,Ke-tamine was tolerated well in both groups. Sedation was evaluated according to Wilton's sedation scales. Five minutes after premedication there was no sta-tistical difference in sedation scores (p>0.05). But in the period 10., 15. and 20. minutes after pre-medication significant statistical difference was oh-served in the scores of awake, calm and asleep si-tuation (p<0_05). The second group tolerated the mask better than the first. As a complication nis-tagmus, tongue fasciculation, increase in oral sec-reafion were noticed during the procedure_ As a result oral ketamine in dose 6 mglkg was found preferable due to sedation, reaction to mask, I.V. catheter application and causing the similar complication as comparated with oral ketamine in doses, 4 mg/ k g
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hırschsprung Hastalığında Etyopatogenez Ve Tanı Yöntemlerı
Alaaddin Dilsiz, Fatma Çağlayan, Burhan Köseoğlu, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler
Araştırma makalesi
Özeti
Hırschsprung Hastalığında Etyopatogenez Ve Tanı Yöntemlerı
Ethopatogenesıs And Dıagnosıs Methods In Hırschsprung's Dısease
Hirschsprung Hastalığı (111-1) etyolojisi halâ bulanık olan fonksiyonel intestinal obstruksiyondur. Bu hastalıkla ilgili daha önce vakalar yayınlanmış olmakla birlikte ilk olarak 1886 yılında Danimarkalı pediatrist Hirschsprııng, izlediği iki vakanın klinik ve otopsi bulgulanyla hastalığın konjenital bir maiformasyon olabileceğini söyledi. Bu sebeple ileriki yıllarda hastalığa onun adı verildi.
Hirschsprung's Disease (111-1) is functional intestinal obstruction with still blurred etiology. Although cases of this disease were published before, the Danish pediatrician Hirschspring said in 1886, with clinical and autopsy findings of the two cases he followed, that the disease may be a congenital malformation. For this reason, the disease was named after him in the following years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta