Kolonoskopi İle İnvajinasyonun Pnömotik Redüksiyonu
Ercüment Taşpınar, Müslim Yurtçu, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Kolonoskopi İle İnvajinasyonun Pnömotik Redüksiyonu
Colonoscopy-AssIsted PneumatIc ReductIon Of IntussusceptIon
Bu çalışmada deneysel kolokolik invajinasyonun kolonoskopi ile pnömotik redüksiyon (PR) unun değerlendirilmesi amaçlandı. Tavşanlar 14’erli 2 gruba ayrıldı. Deneklerin deneyden 1 gün önce gıda alımları durduruldu, parenteral olarak beslendi. Orta hat cilt kesisi sonrası karın duvarı açılarak kolokolik invajinasyon oluşturuldu. Tüm tavşanlara postoperatif 100 ml/kg/gün elektrolit solüsyonu verildi. Grup A 2, grup B 3 gün gözlendi. Kolonoskopi eşliğinde PR gerçekleştirildi. Grup A’da 14 tavşanın 3’ünde çilek jölesi tarzında gaita çıkışı gözlendi. Ortalama ağırlıkları 3.970±2.137 kg, redüksiyon süresi 3.97±2.47 dakika, hava basıncı 44.0±2.6 mmHg ve redüksiyonun başarı oranı %100’dü. Bu grupta perforasyon gözlenmedi. Grup B’de 14 tavşanın 5’inde çilek jölesi tarzında gaita çıkışı gözlendi. Ortalama ağırlıkları 4.1±2.75 kg, redüksiyon süresi 4.01±1.71 dakika, hava basıncı 55.9±13.3 mmHg ve redüksiyonun başarı oranı % 93’tü. Bu grupta 1 tavşanda perforasyon gözlendi. Grup B’de verilen hava basıncının grup A’ya göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi (p
The aim of this study was to evaluate colonoscopyassisted pneumatic reduction(CAPR) of experimental colocolic intussusception(CCI). Twenty eight rabbits were divided into 2 groups each containing 14 rabbits: Group A and B. The animals were not fed orally 1 day before the experimental study and fed parenterally. After median line skin incision, abdominal wall was opened. Colocolic intussusception was performed. 100 ml/kg liquid electrolyte solution was given to all rabbits in postoperative period. Group A was observed for 2 days and Group B for 3 days. In Group A, the “currant jelly” stools were observed. Mean weights were 3.970±2.137 kg, reduction duration 3.97±2.47 minutes, air pressure 44.0±2.6 mmHg, and the success rate of reduction 100%. Perforation was not observed in this group. In Group B, the “currant jelly” stools were observed in 5 of 14 rabbits. Mean weights were 4.111±2.754 kg, reduction duration 4.01±1.71 minutes, air pressure 55.9±13.3 mmHg, and the success rate of reduction 93%. Perforation was observed in 1 rabbit in this group. The air pressure in group B was significantly higher than group A (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Ersin Turan, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Spontaneous IdIopathIc PneumoperItoneums: Four Case Reports And
revIew Of The LIterature
Pnömoperitoneumların %90’dan fazlası gastrointestinal
perforasyonların sonucu olarak meydana gelmektedir. Ancak
bazen pnomoperitoneum visseral perforasyonla ilişkili değildir. Bu
çalışmamızda spontan idiopatik pnömoperitoneum tespit edilen 4
vakanın takdimi ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Yaşları 58-83 arasında değişen ve acil servise başvuruları esnasında
yapılan görüntüleme yöntemlerinde karın içi serbest hava tespit
edilen ancak etyolojisi belirlenemeyen 4 olgu takdim edilmektedir.
Bu olgulardan 3’üne cerrahi sonrası, birine ise medikal takip sonrası
spontan idiopatik pömoperitoneum tanısı konulmuştur. Olguların tümü
erkek olup özgeçmişlerinde KOAH tanıları dışında pnömoperitoneum
oluşturacak etyolojik faktör yoktu. Spontan pnömoperitoneumların
belirlenmesinde detaylı öykü, fizik muayene bulgularının da ayrıntılı
olarak değerlendirilmesi gereksiz laparotomileri engelleyebilir.
Pnömoperitoneum tespit edilen hastalarda neden bulunamamışsa
KOAH öyküsünün sorgulanması önerilir.
More than 90% of pnömoperitoneum occur as a result of
gastrointestinal perforation. However, sometime spneumoperitoneum
is not associated with visceral perforation. In this study, we aimed to
introduce the four cases of idiopathic spontaneous pneumoperitoneum
and to review the literature. Ages were between 58 and 83 years old
and intra-abdominal free air was determined during the emergency
room imaging applications with undetermined etiology. One patient
was diagnosed with idiopathic spontaneous pömoperitoneum after
medical follow-up, and the others were diagnosed after surgery.
All patients were male and did not have any etiologic factors other
than diagnosis of COPD to create pneumoperitoneum. A detailed
history and physical examination findings may prevent unnecessary
laparotomy for diagnosis spontaneous pnömoperitoneum. In
spontaneous pnömoperitoneum patients, it is suggested that COPD
history should be questioned if no other etyological factor was found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
Tevfik Küçükkartallar, Bayram Çolak, Murat Çakır, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
PerforatIon Caused By GastroIntestInal Stromal Tumour In ProxImal Jejunum
Gastrointestinal tümörlere (GİST) bağlı perforasyon çok sık görülen bir durum değildir. Bu yüzden proksimal jejenumda GİST’e bağlı perforasyon görülen bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 30 gündür karın ağrısı olan bir hasta akut karın tanısıyla ameliyat edildi. Proksimal jejenumda perforasyon vardı. Bu segmentin rezeksiyonundan sonra yapılan histopatolojik inceleme sonucu yüksek risk grubunda GİST olarak bildirildi. Hastanın cerrahi tedavisi tamamlandıktan sonra medikal tedavisi düzenlendi. Histopatolojik olarak yüksek risk grubunda olduğu için yakın takibe alınan hastada sürelik takipte nüks bulgusu bulunmadı. Genellikle rastlantısal olarak saptanan GİST vakaları bazen perforasyonla da akut karın tablosu olarak karşımıza çıkabilir.
Perforation caused by gastrointestinal stromal tumours (GIST) is not a frequently observed phenomenon. Therefore, we intend to present a case in which perforation was observed in proximal jejunum caused by GIST. A patient who had been complaining of abdominal pain for about 30 days was operated on after being diagnosed with acute abdominal pain. Perforation was observed in proximal jejunum. At the end of the histopathological examination performed after the resectioning of this segment, the case was reported as high risk GIST. A medical treatment was arranged for the patient after his surgical treatment was completed. No finding of recurrence of the disease exists in the patient who has been kept under close observation as he is in the high risk group histopathologically. Generally identified by chance, cases of GIST may also present themselves as acute stomach through perforation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hasan Mollahüseyinoğlu, Cemil er, Mustafa Şahin, Yaşar Ünlü
Araştırma makalesi
Özeti
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
The Effects Of AbdomInal Compartement Syndrome, On RespIratory And UrInary Systems
Amaç: Karın içi basınç (KİB) artışı ile Abdominal Kompartman Sendromu (AKS) arasındaki ilişkiyi mesane içi basıncını ölçerek incelemek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne akut batın nedeniyle müracaat eden 61 olgu kullanıldı. Olgulardan 25’i ileus, 13’ü akut pankreatit, 11’i mezenter iskemi ve 12’si gastrointestinal perforasyon tanısı aldı. Olguların tamamında mesaneye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla karın içi basıncının bir göstergesi olan mesane içi basıncı ölçüldü. Bu ölçümle eş zamanlı olarak arteriyel ve venöz kanda pH, PaCO2, PaO2, SGOT, SGPT, üre ve kreatinin değerlerine bakıldı. İlk başvuru anında yapılan bu işlemler, 24, 48 ve 72. saatlerde tekrar edildi. KİB artışı ile kan değerleri arasındaki ilişki incelendi Bulgular: Çalışmamızda KİB artışının böbrekler, solunum sistemi ve karaciğer üzerinde birtakım değişikliklere yol açtığı izlendi. KİB 10 cm H2O’yu geçince böbrek fonksiyonlarının bozulmaya başladığı, 20 cm H2O basınçtan sonra ise belirgin olarak bozulduğu görüldü. Solunum sisteminde KİB artışı ile başlangıçta solunumsal alkaloz gelişirken, AKS’nun ortaya çıktığı geç dönemlerde ise hipoksi, hiperkarbi ve metabolik asidozla karakterize solunum yetmezliği görülmekte idi KİB’nın arttığı bütün olgularda karaciğer enzimleri yüksek değerlerde bulundu. Sonuç: Mesane içi basıncı KİB’nın indirekt göstergelerinden birisidir. KİB artışı ile arteriyel ve venöz kandaki üre, kreatinin, SGOT, SGPT ve PaCO2 düzeyleri arasında pozitif, PaO2 ve pH arasında ise negatif ilişki mevcuttur.
Aim: Our aim is to investigate the relation between the increase of abdominal pressure and abdominal compartmant syndrome Material and Method: 61 patients admitted to Selçuk Univercity Meram Medical Faculty Emergency Service with diagnosis of acute abdomen were included in this study. The diagnosis were; 25 cases ileus, 13 cases acute pancreatitis, 11 cases mesentery ischemia seviand 12 cases with intestinal perforations. In all cases urine bladder pressures were recorded as the reflection of abdominal pressure. Meanwhile pH, PaCO2, PaO2, SGPT , SGOT, urea and creatinin levels were measured in venous and arterial blood samples. The procedure was repeated consequently 24, 48 and 72 hours. The correlation between abdominal pressure increase and these parameters were evaluated. Results: Increase in abdominal pressure has negative effects on renal, pulmonary and liver organ systems. Renal function effected by 10 cm H2O pressure and was obviously affected after 20 cm H2O pressure. The increase of abdominal pressure causes respiratory alcholosis; at initial time and hypoxia, hypercarbia, metabolic acidosis and respiratory insuffiency at the late period. Liver enzyms were recorded at high level in abdominal pressure increase. Conclusion: Urine bladder pressure is reflecting abdominal pressure. The incerase of abdominal pressure has positive correlation with urea, creatinin, SGOT, SGPT, and PaCO2 levels and negative correlation with PaO2 and pH levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
Murat Çakır, Ebubekir Gündeş
Olgu sunumu
Özeti
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
InguInal HernIa Due To A Band AdhesIon WIthIn The HernIal Sac
Kasık fıtığı onarımı cerrahide sık uygulanan işlemlerden biridir.
Boğulmuş kasık fıtığı, Dünya genelinde cerrahların karşılaştığı en
sık ölüme yol açan cerrahi acillerden biridir. Kasık fıtığında en nadir
boğulma nedeni omental bant yapışıklığına bağlı meydana gelir.
Biz omental bant yapışıklığına bağlı fıtık kesesi içinde ince barsak
tıkanıklığı ve perforasyona neden olmuş boğulmuş kasık fıtığı
olgusunu sunduk.
Inguinal hernia repair surgery is one of the most common
procedures. Strangulated inguinal hernia is one of the most widely
performed surgical emergencies dealt with by surgeons worldwide.
Uncommonly, strangulation of the contents can occur due to other
causes like omental band adhesion. We reported a rare case
of strangulated inguinal hernia, brought about by an omental
band adhesion, causing closed loop small bowel obstruction and
perforation within the hernial sac in the inguinal canal.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Tuğrul Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
AppendIceal Mucocele CausIng Pseudomyxoma PerItoneI
Apendiks mukoseli, apendiksin lümeninin mukoid madde ile şişmesidir. Mukozal hiperplazide apendiks rüptürü veya peritoneal implantasyonlar oluşmaz. Ancak perfore olursa batın içerisine yayılabilir ve oluşan tabloya psödomiksoma peritonei adı verilir. Seksen beş yaşında kadın hastaya bir yıl önce apendiks mukoseli nedeniyle apendektomi yapılmış. Takiplerde psödomiksoma peritonei tespit edildi. Hastaya laparatomi yapıldı. Karın içerisindeki implantlar temizlenip omentektomi yapıldı. Apendiks mukoselinde kitle perfore edilmeden total olarak çıkarılmalıdır. Tümör perforasyonu sonrası karın içerisine yayılarak psödemiksoma peritonei oluşabilir. Psödemiksoma peritonei tespit edildiğinde tümörün total olarak çıkarılmasından sonra radyoterapi planlanmalıdır.
Appendiceal mucocele is the distension of the appendix lumen with mucoid material. Appendix rupture or peritoneal implantations do not occur in mucosal hyperplasia. However, if perforated, it might spread inside the abdomen and the resulting condition is called pseudomyxoma peritonei. Appendectomy was performed on an eight five year-old female patient because of appendiceal mucocele one year ago. Pseudomyxoma peritonei was determined in the followups. Laparotomy was performed on the patient. The implants in the abdomen were cleaned and omentectomy was performed. In appendiceal mucocele, the mass should be removed totally without being perforated. It might spread inside the abdomen following tumor perforation and pseudomyxoma peritonei might occur. When pseudomyxoma peritonei is found, radiotherapy should be planned following the total removal of the tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
Tevfik Küçükkartallar, Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Serhat Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
PrImary Small IntestInal Tumor Cases In Emergency Surgery
İlerlemiş tanı yöntemlerine rağmen ince barsak tümörlerinin teşhisi zordur ve genellikle tanı esnasında ilerlemiş olarak bulunurlar. Bu kanserler sinsi olarak seyreden karın ağrısı ve kilo kaybına veya kanama, obstrüksiyon ve perforasyon gibi cerrahi gerektiren acil durumları oluşturabilirler. Acil şartlarda cerrahi işlem uyguladığımız primer ince barsak tümörlü 29 hastanın kısa dönem sonuçlarını ve klinik deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Kliniğimizde 2005-2011 yılları arasında acil şartlarda ameliyat edilen 29 ince barsak tümörlü hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri araştırılan parametrelerdi. Hastaların 16’sı erkek, 13’ü kadın olup, yaş ortalamaları 62 (35- 80) idi. Tüm vakalar acil şartlarda ameliyat edildi. Vakaların 19’u da instestinal obstrüksiyon, 6’sında invajinasyon, 6’sında perforasyon ve 1’inde ise mezenterik iskemi saptandı. Tümör yerleşimi 14 hastada ileumda, 10 hastada jejunumda ve 5 hastada ise duodenum olarak saptandı. Patolojik tanı olarak en sık 7 olgu GİST ve 7 olgu adenokarsinomdu. İnce barsak rezeksiyonu ve anastomoz en sık uygulanan cerrahi işlemdi. Ameliyat sonrası dört hastada cerrahi alan infeksiyonu, üç hastada anastomoz kaçağı görüldü. Erken postoperatif dönemde beş hastada mortalite izlendi. İnce barsak tümörleri çok nadir olarak görülür. Bulgular spesifik değildir ve tanı sürecinde daha ileri yöntemlere gereksinim duyulmaktadır. Genellikle acil cerrahi tedavi gerektirecek klinik tablo oluşturmaktadır. Tedavinin başlama zamanı sağkalımı belirleyen önemli bir etkendir.
Despite advanced diagnostic methods, diagnosis of small
intestinal tumors is hard and they are generally detected at an
advanced stage. These cancers may form emergency cases that
need to be addressed surgically like bleeding, obstruction, and
perforation or insidious abdominal pain and weight loss. We present
our clinical experiences and the short term results of 29 patients
with primary small intestinal tumors who had undergone emergency
surgical procedures. The data of these 29 patients treated at our
clinic between 2005 and 2011 were retrospectively evaluated. Study
parameters included the patients’ demographic, clinical, radiological,
and pathological characteristics. All the cases underwent emergency
surgery. 16 of the patients were male, while 13 were female, and their
mean age was 62 (35-80). Intestinal obstruction was detected in 19
of the cases, while perforation in 6, and mesenteric ischemia in 4.
Tumors were located in the ileum in 14 patients, in the jejunum in 10,
and in the duodenum in 5. The most frequent pathological diagnoses
were GIST with 8 cases and adenocarcinoma with 8 cases. The
most frequently performed surgical procedures were small intestinal
resection and anastomosis. Four patients developed surgical site
infection and three had anastomotic leaks in the post-op period.
Mortality was seen in five patients in the early post-op period. Tumors
of the small intestine are very rare. The findings are non-specific
and advanced diagnostic methods are needed during the diagnostic
process. They generally cause clinical conditions that necessitate
emergency surgery. The timing of the treatment is a significant factor
determining survival.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peptik Ülser Perforasyonunda Nötrofil/lenfosit Oranı
(nlo) Ve Trombosit/lenfosit Oranı (tlo) Cerrahi
tedavinin Şeklini Belirler Mi?
Mehmet Aykut Yıldırım, Adil Kartal, Mustafa Şentürk, Mehmet Kılıç, Selman Alkan, Mehmet Metin Belviranlı, Tevfik Küçükkartallar, Faruk Aksoy
Araştırma makalesi
Özeti
Peptik Ülser Perforasyonunda Nötrofil/lenfosit Oranı
(nlo) Ve Trombosit/lenfosit Oranı (tlo) Cerrahi
tedavinin Şeklini Belirler Mi?
Do NeutrophIl Lymphocyte And Platelet-Lymphocyte RatIos
determIne SurgIcal Treatment Method In PeptIc Ulcer?
Kardiyoloji, onkoloji, genel cerrahi ve diğer tıbbi konularda
değişik çalışmalarla Nötrofil/Lenfosit oranı (NLO) ve Trombosit/
Lenfosit oranının (TLO) önemi araştırılmaktadır. Bu çalışmada,
peptik ülser perforasyonlarında bu hematolojik parametrelerin
önemi değerlendirildi. Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp
Fakültesinde 2012 – 2015 yılları arasında peptik ülser perforasyonu
nedeni ile ameliyat edilen 25 hastanın dosyaları retrospektif olarak
değerlendirildi. Kronik inflamatuar hastalık, organ yetmezliği,
kardiyak, iskemik ve hematolojik hastalık öyküsü olanlar çalışmaya
dahil edilmedi. Ayrıca son üç hafta içerisinde herhangi bir enfeksiyon
geçiren hastalar da çalışma dışı tutuldu. Hastaların acil klinikteki ilk
hemogramları NLO ve TLO için değerlendirildi. Ameliyat notlarından
perforasyon genişliği ve uygulanan cerrahi işlemleri saptandı ve
istatistiksel olarak değerlendirildi. Beş hastaya omental patch,
yirmi hastaya primer onarım yapıldı. Primer onarım yapılanlarda
perforasyon genişliği 0,5 cm’den küçüktü ve NLO değeri 2.4-13
arasındaydı. Çapı 1 cm den büyük olan ve ‘Omental Patch’ yapılan
perforasyonlarda NLO 12.2-42.4 arasındaydı. TLO, perforasyonu
küçük olan olgularda 72’den büyük, perforasyonu büyük olanlarda
101’den büyüktü. Sonuç olarak, NLO değeri 12,2 den büyük olan
hastalarda perforasyonun geniş olma ihtimali saptandı. ‘Omental
Patch’ ile onarım öncelikli seçenek olabilir. Çalışma geniş seriler
üzerinde tekrar edilmesi durumunda daha sağlıklı sonuçların
alınabileceği kanısına varılmıştır
The importance of the NLR and PLR are being investigated by
different studies including in cardiology, oncology, general surgery.
In this study, the importance of these hematological parameters
were evaluated in peptic ulcer perforation. A total of 25 patients
who underwent surgery due to the peptic ulcer perforation were
evaluated retrospectively in Necmettin Erbakan University. Meram
Faculty of Medical between 2012 and 2015. Patients having
chronic inflammatory diseases, organ failure, cardiac, ischemic and
hematological disease were also excluded from the study. Patients
having any infection in the past three weeks were excluded First,
hemograms performed in the emergency clinic were evaluated for
NLR and PLR. Perforation size and operation techniques evaluated
from operation notebook. Patients had omental patch and primary
repair was performed for remaining twenty patients. Perforation width
was smaller than 0.5 cm in patients having primary repair and, NLP
values were ranged from 2.4 to 13. It was determined that Patients
had omental patch made whose perforations were greater than 1 cm
and NLP values were ranged from 12.2 to 42.4. PLR levels were >72
in patient having small perforation, however it was greater than 101
in large perforation patients. In patients NLR values greater than
12.2, whoseperforations are likely to have wide. Omental patch can
be the first choice. If the study is repeated on large series we believe
more reliable results can be taken.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Akut Apandisit Tanısı
Erdal Göçmen, İsmail Bilgiç, Tamer Ertan, Ömer Yoldaş, Aydın Bilgin, Mehmet Kılıç, Mesut Tez, Mahmut Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelikte Akut Apandisit Tanısı
DIagnosIs Of Acute AppendIcItIs DurIng Pregnancy
Giriş: Gebelikte, obstetrik olaylar dışında en sık cerrahi girişim nedeni akut apandisittir. Bu çalışmada akut apandisit ön tanısıyla ameliyat edilen gebe hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2001 ile Aralık 2003 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısıyla opere edilen 24 gebe hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Sonuçlar: Yirmidört hastanın 19’unda patoloji sonucu akut apandisit tanısı ile uyumlu idi (%79.2). Diğer 5 hastanın 2’sinde over kist rupturü, 1’ inde paratubal torsiyone over kisti diğer 2’sinde ise negatif laparatomi mevcuttu. 1., 2., ve 3. Trimesterdeki hasta sayısı sırasıyla 2. 16 ve 6 idi. 2 hastada preterm eylem gelişti ve vakaların birinde fetüs kaybedildi. 12 hastada preoperatif dönemde yapılan ultrasonografi peroperatif bulgularla benzerdi. Tartışma: Gebelikte akut apandisit tanısı oldukça güç olup fizik muayene anamnez, halen en önemli tanı yöntemleridir ve normal popülasyona göre gebelerde perforasyon riski artmaktadır.
Background: Acute appendicitis is the mostcommon surgical problem in pregnancy after obstetric reasons. Pregnant patients operated with diagnosis of acute appendicitis were reviewed retrospectively in this study. Patients and Methods: 24 pregnant patients operated with diagnosis of acute appendicitis in Ankara Numune Training and Research Hospital between January and December 2003 were included in this study. Results: 19 out of 24 patients (%79.2) were pathologically diagnosed as acute appendicitis. Out of other 5 patients, 2 patients had ovarian cystrupture, 1 had ovarian cyst torsion and 2 had negative laparatomies. Distribution of patients was 2, 16 and 6 patients respectively, for 1st, 2nd and 3rd trimester. 2 patients had pretermlabour and 1 fetus resulted with exitus. Preoperative ultrasonography showed similarity to peroperative findings in 12 of 24 patients. Discussion: Diagnosis of acute appendicitis in pregnancy is quite difficult and physical examination and patient history are still most important diagnostic tools. Perforation risk in pregnant patients higher than normal population.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Murat Gölcük, Şükrü Salih Toprak, Mustafa Şahin, Sema Hücümenoğlu, Hatice Paşaoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Sepsiste İndüklenebilen Nitrik Oksit Sentaz İnhibitörü (inos) Ve Antioksidanların Barsak Hasarına Etkileri
Amaç: Deneysel sepsis modelinde pentoksifilin, L-arginin ve aminoguanidin’in plazma nitrik oksid (NO) ve malondialdehit (MDA) düzeylerine etkisini belirlemek NO ve MDA düzeyleri ile barsak hasarı arasındaki ilişkiyi ve nitrik oksit inhibitörü aminoguanidin ile tedavinin etkilerini incelemektir. Sepsiste barsaklarda görülen doku hasarının nedeni bakteriyel translokasyon, intestinal iskemidir. Bu hasar ile NO ve serbest oksijen radikallerinin ilişkisi ve aminoguanidin ile tedavinin etkileri araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmada Wistar albino cinsi 60 rat kullanıldı. Ratlar 10’arlı 6 gruba ayrıldı. Ratlarda çekum ligasyon-perforasyon (ÇLP) yöntemi ile sepsis geliştirildi. Ratlar, Grup I: Sham işlemi, Grup II: ÇLP (sepsis), Grup III: ÇLP +10 mg/kg L-arginin, Grup IV: ÇLP + 15 mg/kg Aminoguanidin, Grup V: ÇLP + L-arginin + Aminoguanidin (aynı dozlar), Grup VI: ÇLP + 15 mg/kg Pentoksifilin şeklinde gruplara ayrıldı. İşlemden 24 saat sonra ratlardan NO, MDA, lökosit tayini için kan örnekleri ve doku hasarını belirlemek için ileum örnekleri alındı. Bulgular: Lökosit sayısı ÇLP uygulanan gruplarda anlamlı olarak arttı. NO düzeyleri sepsis grubu ve L-arginin grubunda anlamlı olarak yükselirken, Aminoguanidin + L-arginin gruplarında sham grubuna benzer bulundu. ÇLP uygulanan gruplarda barsak doku hasarı, sham grubuna göre anlamlı olarak yüksekti, ancak Pentoksifilin, Aminoguanidin ve Aminoguanidin + L-arginin gruplarının değerleri sepsis ve L-arginin gruplarına göre anlamlı olarak düzelme gösterdiler. Sepsis ve L-arginin gruplarındaki MDA düzeyleri sham grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Sepsiste oluşan barsak doku hasarına artan MDA ve NO düzeylerinin neden olduğunu ve bu hasarı önlemek amacıyla pentoksifilin ve aminoguanidin tedavi protokollerine eklenebileceğini düşünmekteyiz.
Objective: Nitric oxide (NO) and free oxygen radicals have been implicated in the pathogenesis of intestinal circulatory dysfunction in sepsis. The aim of this study is to investigate the effects of pentoxyfillin, L-arginin and Aminoguanidine on plasma malondialdehide (MDA) and nitric oxide (NO) levels, and to determine the relations between MDA and NO levels on intestine pathology. Methods: 60 Wistar Albino rats were used in this study. The rats were divided into 6 groups, each containing 10 subjects. Sepsis was induced by cecal ligation and puncture (CLP) method. Group I: Sham group, Group II: CLP (sepsis), Group III: CLP + 10 mg/kg L-arginin admiministration, Group IV: CLP + 15 mg/kg Aminoguanidine administration, Group V: CLP + L-arginin + Aminoguanidine (as groups III and IV) Group VI: CLP + 15 mg/kg/day pentoxyfillin. Blood samples were taken fort he determination of NO, MDA, leukocyte counts, a segment of ileum tissue sample was obtained for determination of tissue damage. Results: Leukocyte count increased in CLP induced groups significantly. While NO levels were significantly higher in sepsis and L-arginin groups the levels in Aminoguanidine and Aminoguanidine + L-arginin groups were similar to Sham group. Intestine tissue damage in sepsis and L-arginin groups were more severe than the other groups. MDA levels in CLP induced groups were found to be higher than the sham group. Conclusion: Aminoguanidine and Pentoxifillin may be added to treatment protocols in sepsis in order to prevent intestinal tissue damage and dysfunction both of which (at least partially) caused by elevated NO levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Selma Çivi, İbrahim Çivi
Araştırma makalesi
Özeti
Rahim İçi Araçların Komplikasyonları Perforasyon
Complıcatıons Of Intermedıate Vehıcles Perforatıon
Geri dönüşlü ve etkinliği yüksek bir yöntem ulan rahim içi araçları (RİA) da mortalite ve morbidite, istenmiyen gebeliklerin tıbbi ve sosyal riskleri ile kıyaslandığında önemli ölçüde azdır. Etkinliği yüksek yöntemlerden doğum kontrol hapları ile kıyaslandığında mortalite RİA'larda daha azdır. Buna karşın kanama, pelvisin iltihabi hastalıkları ve uterus perforasyonu nedeni ile morbiditeleri daha fazladır. RİA'ların uterusa uygun biçimde yerleştirilmemeleri gebelik, aracın atılımı, kanama, ağa, perforasyon ve infeksiyon gibi tüm büyük komplikasyonların temel nedenidir. Uterus perforasyonu RİA uygulammında ciddi bir komplikasyondur. Perforasyon tehlikesi uygulanan rahim içi aracın şekline, büyüklüğüne ve yapısına, uygulanma yöntemine, uterusun durum ve biçimine, uygulayıcının deneyim ve bilgisine bağlıdır. Tüm bu etmenlerden uygulayıcısının deneyim ve ustalığı en önemli olandır. RİA'ı uygulayan hekim ve hekim dışı sağlık personelinin (ebe, hemşire) pelvisin anatomisi, fizyolojisi, hastalıkları ve rahim içi araç konusunda özel eğitim alması gereklidir. Bu yazıda hekimlerin uyguladığı 3, ebelerin uyguladığı 3 rahim içi araca bağlı, 5 fundal, 1 servikal perforasyon olgusu sunulmuş, perforasyonu oluşturan nedenler tartışılmıştır.
Intrauterine devices (IUDs), which use a reversible and highly efficient method, significantly lower mortality and morbidity compared to the medical and social risks of unwanted pregnancies. Mortality is less in IUDs compared to birth control pills, which is one of the most effective methods. On the other hand, morbidity is higher due to bleeding, inflammatory diseases of the pelvis and uterine perforation. Failure to properly place the IUDs in the uterus is the main cause of all major complications such as pregnancy, evacuation of the vehicle, bleeding, mesh, perforation and infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
Sami Ceran, Ufuk Tütün, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Sadık Özmen, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
TraumatIc Total HepatIc HernIa To The RIght Thorax
Konya Devkt Hastanesinden sag 8. interkostal araliktan kapalt su aft' drenajt uygulanarak seek edilen 14 yamda erkek hastantn takibinde ani so-lunum stlantzstntn baylamast uterine yaptlan tet-kiklerinde sag torakstn alt ve orta zorunun ka-panchgt gozlendi. Yap'Ian acil posterolateral sag torakotomi sonrasznda toraks i•ine herniye olufmul karaciger ve kolonun hepatik fleksurast ve bu barsak anst uzerinde daha once uygulanan kapalr tip dre-najina baglz iki perforasyon gozlendi. Yaptlan ult-rasonografi ye akciger grafisinin herni wrist kin yeterli olmayacagt kantszna varildr. To-rakoabdominal kiint travmalar sonrast intratorasik herni olabileceginden miidahale etmeden once blintz'? ekarte edilmesi gerekmektedir.
A 14 - year-old boy was admitted to the in-tensive care unit (ICU) of the Seljuk University Hos-pital because of a traffic accident. He had a chest tube in the middle axiller line of his right thorax on the 8 th. intercostal space. Pulmonary parenchym of the right lung had closed at his chest roentgenogram and ultrasonografi. This patient required an emer-gency operation with his symptoms and laboratory findings. Emergency thoracotomy was performed in the patient which had led to a tear in the right side of diaphragm and intrathoracic migration of the liver, hepatic filexura of the colon and the omentum were seen. Hepatic flexura of the colon had got two perforations. They have to he attentive for diagnosis and treatment after thoracoabdominal blunt trauma. Never forget that some manipulations to diagnosis or treatment may make abdominal viscera destroy in the chest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perkutan Nefrostomide Guıde Wıre In Rolü (kendı Yaptığımız Guıde Wıre İle J Guıde Wıre In Karşılaştırılması)
Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Perkutan Nefrostomide Guıde Wıre In Rolü (kendı Yaptığımız Guıde Wıre İle J Guıde Wıre In Karşılaştırılması)
The Role Of Guıde Wıre In Perkutan Nephrostomy (comparıson Of Own Guıde Wıre And J Guıde Wıre)
Ocak 1985-Temmuz 1987 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Uroloji Anabilim Dalında çeşitli böbrek patolojileri olan hastalara perkütan nefrostomi yapıldı. Bu işlem 50 hastaya uygulandı. Bunların 28'inde tarafımızdan imal edilen guide wire kullanıldı. Diğerlerinde ithal J guide wirelar kullanıldı. Her iki guide wire kanama,perforasyon manupilasyonda kullanışlılık ve maliyet yönünden karşılaştırıldı. Kendi yaptığımız guide wire kullanıma elverişli bulundu.
Percutaneous nephrostomy was performed in patients with various kidney pathology in our clinic between january 1985 and july 1987. This procedure was performed in 50 patients. Our hand made guide wire was used in 28 of thern. Imported J guide wire was used in the others. Both kinds of guide wires and results are compared. Our hand made guide wire is found feasible for this purpose.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
Müslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu
Özeti
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Serdar Yol, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Adil Kartal, Mehmet Karademir
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Emergency OperatIons In Elderly PatIents: MorbIdIty And MortalIty
Yaşlı hastaların acil operasyonlarında mortalite elektif operasyonlara göre en az 2-3 kat artmaktadır. Yaşlı hastalardaki acil operasyonların riskleri ile tedavi sonuçlarının mortalite ve morbiditeye etkilerini incelenmiştir. Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'da Mayıs 1991 ile Nisan 1997 tarihleri arasında ameliyat edi-len 65 yaş ve üzerindeki 884 hasta (tüm olguların %11.9'u) dosya analizi ile retrospektif olarak incelendi. Bunların 183'ünü (%20.7) acil, 701'ini (%79.3) efektif olarak operasyona alınan hastalar oluşturuyordu. Acil arrıeLyat yapılan olgularda erkek/ kadın oranı 1.9 (120/63), yaş ortalaması 72.3 (65-95) idi. En sık acil operasyon nedenleri barsak tıkanması (49 olgu), akut mezenterik iskemi (24 olgu) ve peptik ülser perforasyonu (23 olgu) idi. Ortalama hastanede yatış acil vakalarda 10.8 gün (3-51), elektif vakalarda 7.2 gün (1-41) idi (p<0.0001). Acil operasyon uy-gulanan olgularda mortalite %18.6 iken elektif olgularda bu oran %3.4 idi (p<0.0001). Yaşlı hastaların değişik yaş gruplarındaki mortalite oranları arasında istatistik' bır fark saptanmadı (p<0.05). Acil vakalarda ölüm en sık karın içi abseler ve safra kesesi perforasyonlarında görüldü. Ölen olguların %70.6`sında (24/34 olgu) yandaş kalp ve/veya akciğer hastalığı mevcuttu. En sık ölüm nedenleri sepsis ve kardio-pulmoner yetmezlik idi. ileri yaş acil operasyon için kontrendike değildir ve mortaliyeti etkilemernektedir. Mortalite ve morbidite, doğrudan hastalığın kendisi ve bir-likte bulunan kardio-pulmoner patolojilerle ilgilidir. Bu nedenle yaşlı hastaların acil operasyonlarında zamanlama son derece önemlidir ve genel durumu iyi olmayan hastalarda en konservatif operasyon yöntemi tercih edilmelidir.
in this study, the risks of emergency surgical procedures in elderly patients and the effect of surgery on the morbidity and mortality were investigated. The records of 884 patients, those who were 65 years old or elder, and who were operated on in the Department of Surgery, University of Selçuk beetwen May 1991 and April 1997 were analyzed, retrospectively. One hundred eighty three patients (20.7%) were operated on urgently and 701 patients (79.3%) were elective. The ratio of male ifemale was 1.9 (120M/63F) and the mean age was 72.3 (range 65-95) in the emergency operations. Most frequent reason for the emergency operations were intestinal obstruction (49 cases), acute mesenteric ischemia (24 cases) and pepic ulcer perforation (23 cases). Mean hospital stay was 10.8 days (3-51 days) in the emergency and 7.2 days (1-41 days) in the elective operation (p<0.0001). The mor-tality was 18.6% in the emergency and 3.4% in the elective operations (p<0.0001). There was no correlation bet-ween mortality rates in different age groups (p>0.05). The highest mortality was observed in intraabdominal abs-cess and in perforated gallbladder disease. Intestinal resection and anastomosis was performed in 55.9% of expired cases. The majority of the patients (70.6%), who had died, had coexisting cardiopulmonary diseases. The main causes of death in alt patients were sepsis and cordio-pulmonary diseases. The main causes of death in all patients were sepsis and cardio-pulmonary failure. In conclusion, age is not a contraindication for an emergency operation and does not affect mortality which appears to be directly related to the severity and nature of the di-sease and to the coexisting cordio-pulmonary diseases. For this reason, timing is very important in the operations of elderly patients, and it is wise to perform the most conservative operation in some severe surgical conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşanlarda Oluşturulan Deneysel Sepsis Modelinde Düşük Doz N-Asetilsistein Tedavisinin Etkinliği
Arif Duran, Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin, Öznur Köylü, Adil Gökalp, Uğur Arslan, Hatice Toy
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanlarda Oluşturulan Deneysel Sepsis Modelinde Düşük Doz N-Asetilsistein Tedavisinin Etkinliği
EffIcacy Of Low Dose N-AcetylcysteIn Theraphy On ExperImental RabbIt SepsIs Model
Amaç: Deneysel sepsis modelinde N-asetilsistein’in(NAC) serbest oksijen radikalleri ve plazma düzeylerine olan etkilerini, organ fonksiyon bozuklukları ve doku hasarını önlemedeki rolünü belirlemektir. Materyal ve metod: 30 dişi tavşan 10’arlı gruplara ayırdılar. Tavşanlarda çekum ligasyon perforasyon (ÇLP) yöntemiyle sepsis oluşturuldu. Sham grubu, sepsis grubu ve sepsis + NAC (10 mg/kg/gün) şeklinde gruplar oluşturulup, ilaçları ÇLP’den hemen sonra, 12. Ve 24. Saatte verildi. Aynı saatlerde kan gazları, plazma glutatyon (GSH), malondialdehid (MDA), biyokimyasal tetkik için kan örnekleri alındı. Doku örnekleri alındı. Bulgular: Sepsis grubuyla kıyaslandığında NAC grubunda plazma GSH artmış (P<0.05) ve MDA değerleri azalmış bulundu (P<0.05). NAC grubunda karaciğerin histopatolojik incelenmesinde apopitoz derecesi incelemesinde sepsis grubuna göre anlamlı düzeyde azalmış olarak bulundu (P<0.05). Sonuç: Deneysel sepsis modelinde antioksidan bir ajan olan NAC’in düşük doz uygulanmasında plazma MDA, GSH düzeylerine ve akciğer fonksiyonlarına olumlu etkileri mevcuttur. Daha kapsamlı ve yeni çalışmalarla NAC’in değişik dozlarda verilmesiyle sepsis tedavisinde NAC tedavisinin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Purpose: To determine the effect of NAC therapy on plasma levels the protective role of tissue injury and organ dysfunction of free oxygen radicals in experimental sepsis model. Material and method: 30 female rabbits were divided into 3 groups, each composed of 10 rabbits. Sepsis was constituted by caeucum ligation perforation tecnique. Groups named sham, sepsis and sepsis + NAC (10mg/kg/day) were formed and medication was given 12 and 24 hours after caeucum ligation and perforation. At the same time blood samples to measure blood gases, plasma glutathion (GSH), malondialdehyde (MDA) and biochemical diagnosis were collected. Tissue samples were obtained. Findings: Plasma GSH levels were elevated in NAC group with respect to sepsis group (P<0.05). Plasma MDA levels were decreased in sepsis group when compared to NAC group (P<0.05). Liver tissue MDA levels were found to be same in both groups. AST, ALT and creatinine values were elevated significantly in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Apoptosis in liver tissue was significantly decreased in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Degree of mononuclear infiltration in kidneys were decreased in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Conclusion: Application of low dose NAC an antioxidative agent in experimental sepsis model has beneficial effects on pulmonary functions and plasma MDA, GSH levels. More and comprehensive studies which tests different NAC doses are needed to determine the role for NAC in experimental sepsis model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
Kazım Gemici, Yıldıray Dal, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
SImultaneous Cecal DIvertIculItIs PerforatIon And Retrocecal
appendIcItIs
Olgumuz apandisit ön tanısı konulan ancak ameliyatta çekum
divertikül perforasyonuyla karşılaştığımız bir vakaydı. Ayrıca
diseksiyona devam edildiğinde retroçekal subseröz yerleşimli
apandisit tespit edildi. Nadir görülen lokalizasyondaki bir apandisitin
aynı anda çekum divertikül komplikasyonu tespit edilen hastalarda
gözden kaçabileceğini vurgulamak için bu vakayı sunmak istedik.
Çekum divertikülleri nadir görülen bir lezyon olmakla birlikte
komplikasyon geliştiği zaman, semptomları akut apandisit ile
benzerlik gösterdiğinden dolayı tanı ve tedavi açısından bazı
zorluklarla karşılaşılır. Fizik muayene ile akut apandisitten hemen
hemen hiç ayırt edilemez ve radyolojik görüntüleme yöntemleri de
çoğu kez yetersizdir. Bu nedenle tanı genellikle ameliyat sırasında
konulur. Akut apandisit, akut batının en sık sebeplerinden birisidir.
Apendektomi de karın içi acil cerrahi müdahaleler arasında en fazla
yapılan ameliyattır. Akut apandisit tanısında iyi alınan bir anamnez
ile yapılacak dikkatli ve iyi bir fizik muayene oldukça önemlidir.
Bunun yanı sıra çeşitli laboratuvar ve görüntüleme tekniklerinden
de yararlanılabilir. Apendiks farklı lokalizasyonlarda yerleşmesine
rağmen retroçekal bölge bunlar içerisinde nadir görülen alanlardan
birisidir. Sağ alt kadran ağrısıyla acil servise başvuran hastalarda
başta apandisit olmak üzere hastanın yaş ve cinsiyetine göre birçok
hastalık akla gelmelidir. Bu hastalıkların aynı anda bulunabileceği
ve dolayısıyla ameliyat sırasında eksplorasyonun eksiksiz yapılması
gerekmektedir.
Our case was pre-diagnosed with appendicitis but during the
surgery it was seen that the patient had cecal diverticulum perforation.
Further, as the dissection continued appendicitis with retrocecal
subserous localization was identified. The goal of our study is to
underline the possibility that appendicitis in a rare localization can be
overlooked in patients diagnosed with simultaneous cecal diverticulum
complications. Although cecal diverticulum is a rare lesion, there
are some difficulties regarding its diagnosis and treatment since
its symptoms are similar to acute appendicitis when there is a
complication. It can hardly be differentiated from acute appendicitis
through physical examination and radiological imagining methods are
mostly insufficient. Therefore, patients are generally diagnosed intraoperatively.
Acute appendicitis is one of the most frequent causes of
acute abdomen. Appendectomy, too, is the most frequently performed
surgery among intraabdominal emergency surgical procedures. A
good anamnesis and a careful and sufficient physical examination
are very significant in the diagnosis of acute appendicitis. Alongside
these, various laboratory and imaging techniques can be utilized.
Although the appendix can be seen in different localizations, the
retrocecal site is one of the rare localizations among all. In patients
presenting to the emergency departments with complaints of right
lower quadrant pain, many diseases, led by appendicitis, based
on the patient’s age and sex should be taken into consideration.
The possibility that these diseases may co-exist should always be
remembered and, therefore, intra-operational exploration should be
performed thoroughly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Araştırma makalesi
Özeti
Peptik Ülser Perforasyonunda Değişen Cerrahi Yöntemler
ChangIng SurgIcal Methods In PeptIc Ulcer PerforatIon
Peptik ülser hastalığında cerrahi tedavinin yeri komplikasyonlarının tedavisi dışında giderek azalmaktadır. Son yıllarda sıkça kullanılmakta olan H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri (PPI) ile helikobakter pilori eradikasyonu bu azalmada önemli rol oynamaktadır. Koruyucu ilaçlara rağmen peptik ülserin en sık karşılaşılan komplikasyonlarından birisi halen perforasyonlardır ve cerrahi aciller içerisinde oldukça sık rastlanır. Kliniğimize 2000-2010 tarihleri arasında ülser perforasyonu nedeni ile müracaat eden 311 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Kliniğimize müracaat eden peptik ülser perforasyonlu hastalar yaş, cinsiyet, mevsimsel ilişki ve uygulanan cerrahi teknik açısından irdelendi. Hastaların 206’sı erkek ve yaş ortalamaları 52.8, 105’i kadın ve yaş ortalamaları 65.2 idi. Hastaların 266’sına primer sütür ile onarım, 35’ine bilateral trunkal vagotomi (BTV)+Piloroplasti ve 10’una laparoskopik onarım yapıldı. Ortalama hastanede kalış süreleri 7 gün idi. Hastaların 25’inde yara yeri enfeksiyonu, 8’inde evisserasyon gelişirken 9 hasta kaybedildi. Kliniğimizde son 10 yıl içerisinde peptik ülser perforasyonların tedavisinde definitif girişimlerden primer onarıma ve laparotomiden laparoskopik yöntemlere doğru bir seyir izlenmiştir.
The place of surgical treatment, except for the treatment of complications, in peptic ulcer gradually decreases. Helicobacter pylori eradication with proton pump inhibitors (PPI) and H2 receptors that have been used frequently recently have played important role in this decrease. One of the most common complications of peptic ulcer, though protective medicines, is still perforations and they are very common among surgical emergencies. The files of 311 patients with peptic ulcer perforation accepted to the clinic between 2000-2010 were examined retrospectively. The patients applied to our clinic with peptic ulcer perforation were examined in terms of age, sex, seasonal relation, and applied surgical technique. 206 of the patients were male with 52.8 mean age and 105 of them were female with 65.2 mean age. 266 of the patients were fixed with primary suture, 35 of them had bilateral truncal vagotomy+pyloroplasty and 10 were fixed laparoscopically. Average hospitalization time was 7 days. While wound infection developed in 25 of the patients, evisceration was developed in 8 patients, 9 patients were exetus. Over the last ten years there has been a change from definitive attempts to primary fixation and from laparotomy to laparoscopic methods for treatment of peptic ulcer perforations our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Sayıda Trikobezoar
Müslim Yurtçu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Ahmet Önder Güney, Olcay Eser, Mehmet Erkan Üstün, Ertuğ Özkal
Derleme
Özeti
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Anal MIgratIon Of VentrIculo-PerItoneal Shunt Catheter
Şant uygulaması sonrası intraabdominal komplikasyonlar seyrektir. (Abdominal kateterin skrotuma migrasyonu ve intestinal perforasyonu) Bizde ventrikülo-peritoneal (V-P) şantların intraabdominal komplikasyonlarından bir olgu sunduk.
Ventriculo-peritoneal shunt, hydrocephalus, anüs
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik Yaklaşım
Süleyman Bakdık, Mehmet Giray Sönmez, Pınar Didem Yılmaz, Cengiz Kadıyoran, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Antegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik Yaklaşım
Antegrad Ureteral Stentıng; Indıcatıons - Methods - Complıcatıons And Radıologıcal Approach To Complıcatıons
ANTEGRAD ÜRETERAL STENTLEME; ENDİKASYON- YÖNTEM- KOMPLİKASYONLAR VE KOMPLİKASYONLARA RADYOLOJİK YAKLAŞIM
Özet
Amaç
Bu çalışmanın amacı malign ve benign etyolojilerin neden olduğu üreteral obstrüksiyonların ve üreteral kaçakların tedavisinde antegrad üreteral stentlemenin endikasyonlarını, başarı oranını, komplikasyonlarını , teknik başarıyı artıcak yöntemleri, retrograd ve antegradüreteralstentlemeye ikincil oluşan komplikasyonların radyolojik yönetimini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem
Bu retrospektif çalışmada Ocak 2016 ve Aralık 2018 tarihleri arasında floroskopi ve US rehberliğinde yapılan antegradüreteralstentleme işlemleri incelendi.Ortalama yaşları65,87(20-90) olan 25 kadın (%32,05)ve ortalama yaşları 68,73( 30-90) olan 53erkek (%67,94) toplam 78 hastaya 110 adet antegradüreteral stentleme ve perkütan nefrostomiyapıldı. Her hasta için demografik veriler antegradüreteralstentlemeendikasyonları, işlem sonuçları ve komplikasyonları tarandı.
Sonuç:
Antegrad üreteral stent yerleştirilmesi, retrograd üreteral stent yerleştirmenin başarısız olduğunda ve zaten perkütannefrostomi kateteri bulunan hastalarda iyi bir alternatiftir. Yüksek bir teknik başarı oranı ve düşük komplikasyon riski içermektedir. Diğer radyolojik prosedürlerde kullanılan ekipmanlardan antegradüreteralstentlemede faydalanılması teknik başarıyı artırmaktadır. Retrograd veya antegradüreteralstentlemesırasında oluşanmalpozisyon, perforasyon, kanama, ürinom, apse gibi kompliaksyonlarında radyolojik metodlarla yönetimi mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Duble J üreteral stent, Üreteral obstrüksiyon, Perkütan, Antegrad, Hidronefroz,
ANTEGRAD URETERAL STENTING; INDICATIONS - METHODS - COMPLICATIONS AND RADIOLOGICAL APPROACH TO COMPLICATIONS
Abstract:
Objectives
The aim of this study is to evaluate the indications, success rate, complications, technical success enhancing method, methods of antegrad ureteral stenting and the radiological management of complications due to retrograde and antegrade ureteral stenting in the treatment of ureteral obstructions and ureteral leaks caused by malignant and benign etiologies.
Materials and Methods
In this retrospective study, fluoroscopy and US-guided antegrade ureteral stenting procedures between January 2016 and December 2018 were examined. The study included 110 antegrade ureteral stenting and percutaneous nephrostomy in a total of 78 patients with 25 female patients (32.05 %), a mean age of 65.87 (20-90) and 53 male patients (67.94%) with a mean age of 68.73 (30-90). Demographic data, antegrade ureteral stenting indications, procedure results and complications were evaluated for each patient.
Results
Antegrade ureteral stenting is a good alternative for patients with retrograde ureteral stent placement and already with percutaneous nephrostomy catheters. It has a high technical success rate and low complication risk. The use of the equipment used in other radiological procedures in antegrade ureteral stenting increases the technical success. Malposition, perforation, hemorrhage, urinoma, abscess complications such as retrograde or antegrade ureteral stenting can be managed by radiological methods.
Key Words: Double J Ureteral stent, Ureteral obstruction, Percutaneous, Antegrade, Hydronephrosis,
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
Osman Balcı, Suna Özdemir, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu
Özeti
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
A Full Term Pregnancy And DelIvery That Occurred After A Neglected Lost IntrauterIne DevIce
Rahim içi araçlar (RİA), tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde sık kullanılan bir kontraseptif yöntemdir. Uterin perforasyon, RİA’ların yerleştirilmesi sırasında oluşan nadir fakat önemli bir komplikasyondur. Bu olgu sunumunda; RİA takılan bir hastanın yapılan kontrollerinde, RİA ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylenen, daha sonra gebe kalıp miadında doğum yapan ihmal edilmiş bir kayıp RİA olgusu sunulmuştur. Otuz sekiz yaşında, 4 gebelik ve 4 vajinal doğum öyküsü olan hasta kayıp RİA nedeniyle kliniğimize sevk edildi. Hastaya 2 yıl önce normal vajinal doğumundan 6 hafta sonra bir klinikte RİA takıldığı, sonrasında ağrı şikayeti ile başvurduğu klinikte yapılan muayenesinde RİA’nın ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylendiği, sonrasında gebe kalıp miadında vajinal doğum yaptığı öğrenildi. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesi normaldi. Ultrasonografide uterus ve adneksler normal, Douglasta RİA ekosu izlenmekte idi. RİA laparoskopik olarak çıkarıldı. RİA’nın takılma esnasında uterus perforasyonu olup Douglasa yerleşitirildiği düşünüldü. RİA taktırma öyküsü olan ve muayenede RİA ipleri görülmeyen hastalarda mutlaka RİA lokalizasyonu belirlenmelidir. Uterus kavitesinin boş olduğu hastalarda uterus perforasyonu akılda tutulmalıdır.
Intrauterine devices (IUDs) are the most commonly used method of contraception, worldwide, especially in developing countries. Uterine perforation by an IUD is a rare but an important complication of IUD insertion. In this case report; we present, a patient who had “a neglected lost IUD”, in whom string of IUD was not seen in her follow up examination. The patient was told that in spite of the absence of the string; it will reserve its contraceptive effect. The patient had uneventful pregnancy and delivered at term. Thirty eight years old patient who had gravida 4, parity 4 was referred to our clinic because of lost IUD. In her history she had normal vaginal delivery before 2 years, after 6 weeks IUD was introduced in a health centre. She had pelvic pain and consulted the same health centre where she was told that the string was not seen but it will reserve its contraceptive effect. The patient got pregnant and delivered a full term baby. She had normal gynecological examination uterus and adnexa were normal in ultrasonographic examination but an echo of IUD was seen in Douglas. The IUD was extracted laparoscopically. We think that uterine perforation occurred during insertion of the IUD and it passed to Douglas pouch. For patients who have IUDs with lost string we should determine the location of the IUD. Uterine perforation should be thought of when empty uterine cavity is seen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, Mehmet Metin Belviranlı, A. Öğüldü
Araştırma makalesi
Özeti
Massıf İntestinal Rezeksiyon Ve Kısa Barsak Sendromu
MassIve Intestınal Resectıon And Short Bowel Syndrom
1983-1987 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp FakUltesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda üçü akut mezenterik vasküler oklüzyon, biri massif adezyona bağlı gangren, biri Mediterranean lenfomaya bağlı mültipl jejunoileal perforasyon, biri de askaris tıkaçlarına bağlı gangren nedeniyle yapılan 6 massif intestinal rezeksiyon vakası incelendi. Hepsinde kısa barsak sendromu (KBS) gelişti. Hastaların barsaklarının yeni duruma adaptasyonu gelişinciye kadar beslenmeyi sağlamak, ayrıca komplikasyonların önlenmesi ve tedavisi amacıyla total pareteral beslenme (TPB) uygulandı.5 hasta Şifa ile taburcu edildi, bir hasta kaybedildi. KBS gelişen hastalarda yüksek oranda görülen erken mortalite ve morbiditenin TBP ile düşürülebildiği sunucuna varıldı.
It was been presented 6 massive intestinal resection cases due to acute mesenteric vasculary occlusion in 3 cases strangulated small bowel obstruction in one case, perforated Mediterranean lymphoma in one case and ascariasis in one case between 1983-1987 in Selçuk University Medicine Faculty Alt of them developed short bowel syndrome. Total parenteral nutrition (TPN) was applied up to adaptation for new condi-tion and prevention of and treat the early complications. Five cases were successful, one case died after two months postoperation. The highy early mortality and morbidity rate can be decreased by TPN in short bowel syndrome cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
Haluk Yavuz, Orhan Çelik, Hasan Koç, Ahmet Özel, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
A Report Of 106 ChIldren WIth AnaphylactoId Purpura
1983-1990 yılları arasında anaflaktoid purpura teşhisi konulan 106 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalığın en çok 5-14 yaşları arasında görüldüğü, cinsiyet ayrımı= olmadığı gözlendi. Başta solunum yolları enfeksiyonu olmak üzere, hastaların %38 inde predispozan faktörler tesbit edildi. Hastaneye başlıca getiriliş sebepleri döküntü ile karın ve ekstremite ağristydı. Hasta-ların %100 önde derinin, %65 inde gastrointestinal sistemin, %42 sinde bobrekler ve ekstremitelerin etkilendiği tesbit edildi. Deri belirtileri kendisini daha çok alt ekstremile ve kalçalarda olmak üzere purpura ve peteşi şeklinde gösterdi. Gastrointestinal tutulumu olanların %38 inde kanama bulunurken, bir hastada pankreatit olduğu anlaşıldı. Hastalık vakaların %15 inde nüks gösterdi. Sedimantasyon ve protrombin zamanında uzama, CRP in pozitifleşmesi, ASO nun yükselmesi önemli laboratuvar anor-mallikleriydi. Bir hastada steroid tedavisi sırasında ileum perforasyonu geliştiği dikkati çekti.
In this retrospective investigation, 106 children diagnosed as anaphylactoid purpura between 1983-1990 were evaluated. The disease was mostly encountered 5-14 years old. There was no sex predilection. 38% of the patients had predisposan factors and most of them were respiratory tract in-fections. The important symptorns were cutaneous manifestations, abdornirzal pain, limp pain consec-utively. Skin (100%), gastrointestinal system (65%), kidneys and musculoskeletal system (42%) were mainly allected. The leading cutaneous manifestations were purpuras and petechias. 38% of the pa-tients with gastrointestinal manifestations had hemorrhage. One patient was diagnosed as pancreaii-tis. The percent of the recurrences was 15%. The noticable laboratory abnormalities were the increas-ing of erythrocyte sedimentation rate, the elongation of prothrombin time, CRP and ASO positivity. [Jetirn perforation was developed during corticosteroid therapy in a case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Meryem İlkay Eren Karanis, İlknur Küçükosmanoğlu, Tuğba Günler, Yaşar Ünlü, Hande Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Non-Gıst Mesenchymal Tumors Of The GastroIntestInal Tract
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler dışındaki gastrointestinal sistemin mezenkimal tümörleri nadirdir ve çoğu iyi huyludur. Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörlerinin klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntemler: 2008-2018 yılları arasında tüm gastrointestinal endoskopik ve cerrahi rezeksiyon materyalleri retrospektif olarak incelendi. Gastrointestinal stromal tümör dışındaki mezenkimal tümör tanısı alan olgular dahil edildi.
Bulgular: Yirmi dört lipom, 14 inflamatuar fibroid polip, altı leiomyom, dört lenfanjiyom, dört hemanjiyom, dört schwannom, iki nöroma, iki malign melanom, bir leiomyosarkom, bir granüler hücreli tümör ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Olguların ortanca yaşları 61 (29-87), ortanca tümör boyutu 1.5 cm (0.2-14) idi. Otuz yedi olgu (% 58,7) kadın, 26 olgu (% 41,3) erkekti. Bu tümörler spesifik olmayan semptomlara neden oldular. Benign tümörlerde eksizyon sonrası patolojik tanıya bakılmaksızın nüks veya metastaz saptanmadı.
Sonuç: Gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörleri her yaşta görülebilen ve sıklıkla kadınlarda izlenen, çoğunlukla küçük ve iyi huylu tümörlerdir. En yaygın olanları lipomlar ve inflamatuar fibroid poliplerdir. Mide tümörlerinin çoğu dispeptik şikayetlere, barsak tümörleri de karın ağrısı, bulantı veya kusmaya neden olurlar. Ayrıca bağırsak tümörlerinin bazıları akut ve kronik kanama, obstrüksiyon, perforasyon, volvulus veya intussussepsiyon gibi ciddi, hatta ölümcül klinik durumlara yol açarlar. İyi huylu tümörlerin tedavisi için eksizyon yeterlidir, nüks veya metastaz göstermezler.
Aim: Mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract other than gastrointestinal stromal tumors are rare and most of them are benign. The aim of this study to reveal the clinical and pathological features of non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract.
Materials and Methods: All gastrointestinal endoscopic and surgical resection materials, between 2008-2018, were retrospectively reviewed. Cases diagnosed with mesenchymal tumor other than gastrointestinal stromal tumors were included.
Results: Twenty four lipomas, 14 inflammatory fibroid polyps, six leiomyomas, four lymphangiomas, four hemangiomas, four schwannomas, two neuromas, two malignant melanomas, one leiomyosarcoma, one granular cell tumor and one Kaposi sarcoma were detected. The median ages of the cases were 61 years (29-87), the median tumor size was 1.5 cm (0.2-14). Thirty seven (58.7%) cases were female and 26 (41.3%) were male. They caused nonspecific symptoms. No recurrence or metastasis was detected after excision in benign tumors regardless of the pathological diagnosis.
Conclusion: Non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract are mostly small and benign tumors that can be seen at any age and are frequently seen in women. The most common ones are lipomas and inflammatory fibroid polyps. Most gastric tumors cause dyspeptic complaints and intestinal tumors cause abdominal pain, nausea or vomiting, as well as some of the intestinal tumors lead to serious, even fatal clinical situations such as acute and chronic bleeding, obstruction, perforation, volvulus or intussusception. For benign tumors’ treatment, excision is sufficient, they do not exhibit recurrence or metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
Murat Bıyık, Ramazan Uçar, Gökhan Güngör, Hasan Esen, Sinan Demircioğlu, Özlem Özer Çakır, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
GranulocytIc Sarcoma Of Colon In A PatIent WIth Acute MyeloId
leukemIa Who Is In RemIssIon
Granulositik sarkom, lösemik hücrelerin ekstramedüller
tutulumudur ve bunun gastrointestinal sistem tutulumu oldukça
nadirdir. Bu olgular karın ağrısı, ileus, gastrointestinal sistem
kanaması ve perforasyon ile başvurabilir. Biz, karın ağrısı ile
başvuran, kemoterapi sonrası kemik iliği remisyona giren akut
miyeloid lösemi hastasında gelişen kolon granulositik sarkomu
olgusunu sunmayı amaçladık.
Granulocytic sarcoma is extramedullary infiltration of leukemic
cells and the involvement of the gastrointestinal tract is rare. These
cases may present with abdominal pain, ileus, gastrointestinal
bleeding and perforation. We present an acute myeloid leukemia
patient that admitted with abdominal pain whose bone marrow is in
remission after chemotherapy in whom the reason of abdominal pain
was granulocytic sarcoma that occurred in the colon.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta