Nazal Poupli Hastalarda Postoperatif Uygulanan Bilateral Anterior Burun Tamponunun Kan Gazlarına Etkisi
Fuat Yöndemli, Recai Gürbüz, Mehmet Ergün
Araştırma makalesi
Özeti
Nazal Poupli Hastalarda Postoperatif Uygulanan Bilateral Anterior Burun Tamponunun Kan Gazlarına Etkisi
The Effects Of BIlateral AnterIor Nasal Package On The Blood Gases On The PatIents WIth BIlateral Nasal PolyposIs
Bilateral nazal polipli 20 yakaya polipektomiden sonra anterior burun tamponu uygulanmıştır. Tam-pon burund.a iken ve çıkarıldıktan 24 saat sonra arter-yel kan alınarak pO2 ve pCO2 değerleri araşlırılmıştır. Sonuçların istatistik analizine göre hem p02, hem de pCO2 degerlerindeki değişiklikler anlamlı bulunmamıştır (p>0.05).
Bilateral anterior nasal package was applied to 20 patients whom nasal polypeetomy applied because of nasal polyposis. Arterial blood samples were ob-tained before and 24 hours following the removal of packing and p02 and pCO2 values were determined. According to statistical anaiyses of results, neither the changes of p02 nor pCO2 were statistically significant (p>k0.005).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolesistektomi Materyallerinde İnsidental Safra Kesesi Kanserinin Risk Yönetimi
Fahriye Kılınç, Uğur Gülper, Pembe Oltulu, Sıddıka Fındık, Hasan Esen, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Kolesistektomi Materyallerinde İnsidental Safra Kesesi Kanserinin Risk Yönetimi
RIsk Management Of IncIdental Gallbladder Cancer In Cholecystectomy MaterIals
Amaç: Safra kesesi kanseri yaygın olmayan fakat agresif bir tümördür. Prognozu kötüdür ve olguların çoğu benign hastalıklar nedeniyle yapılan kolesistektomilerin histopatolojik incelenmesinde insidental olarak tespit edilir. Laparaskopik kolesistektomi dönemiyle erken evrede tespit edilen olguların sayısı artmaktadır. Bu çalışmada, bölümümüze gönderilen kolesistektomi materyallerinde kanserle karşılaşma oranını ve kanser dışı tanıların dağılımını literatür bulguları eşliğinde değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: 2016-2017 yıllarında patoloji bölümüne gönderilen ve rutin olarak incelenen kolesistektomi materyallerinin sonuçları tanı grupları oluşturularak retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların klinik ön tanıları, demografik bilgileri (yaş, cinsiyet) ve patoloji raporları gözden geçirildi.
Bulgular: Toplam 1000 kolesistektomi materyalini çalışmaya dahil ettik. Malignite bulunan 7 hastanın 2’sinde insidental olarak tanı konulmuştu ve kolelitiazis ön tanısıyla laparoskopik kolesistektomi yapılmıştı, bir hastada primer odak safra kesesiydi, diğeri kolon adenokarsinom infiltrasyonu ile uyumluydu. Kalan 5 hastada preoperatif ve / veya postoperatif malignite tespit edilmişti. Diğer olguların büyük kısmında (> %90) kronik veya kronik aktif kolesistit, düşük oranda akut kolesistit, 2’sinde (%0,2) gastrik heterotopi, 1’inde (%0.1) tubuler adenom, 1’inde (%0.1) tubulovillöz adenom, 4’ünde (%0.4) adenomyom / adenomyomatozis, 6’sında (%0,6) polip ve 5’inde (%0.5) displazi (Bilier intraepitelyal neoplazi, BilIN) mevcuttu.
Sonuç: Geç evrelere ilerleyene kadar sessiz kalan kötü prognozlu bir tümör için %0.1’lik insidental oranın düşük olmadığını düşünmekteyiz. Bu nedenle makroskopik olarak belirgin lezyon olmasa bile histopatolojik değerlendirme için özellikle fundus, boyun ve yan duvarlar örneklenmelidir.
Aim: Gallbladder cancer is an uncommon, but aggressive tumor. Its prognosis is poor and the most cases are incidentally detected in histopathological examinations of cholecystectomies due to benign diseases. With the era of laparoscopic cholecystectomy, the number of cases detected in early stage is increasing. In this study, we aimed to evaluate the rate of cancer encountered and the distribution of non-cancer diagnoses in cholecystectomy materials sent to our department, together with the literature findings.
Materials and Methods: The results of the cholecystectomy materials sent to the pathology laboratory and examined routinely in 2016-2017 were retrospectively evaluated by forming diagnostic groups. Clinical preliminary diagnoses, demographic informations (age, sex), and pathology reports of the patients were reviewed.
Results: We included a total of 1000 cholecystectomy materials into the study. Two of the 7 patients who presented with malignancy were incidentally diagnosed and underwent laparoscopic cholecystectomy with the preliminary diagnosis of cholelithiasis, with the primary focus was gallbladder in one patient, and the other was compatible with colonic adenocarcinoma infiltration. Preoperative and / or perioperative malignancy was detected in the remaining 5 patients. A large proportion (> 90%) of the other cases had chronic or chronic active cholecystitis and low rate of acute cholecystitis included gastric heterotopia found in 2 (0.2%), tubular adenoma in 1 (0.1%), tubulovillous adenoma in 1 (0.1%), adenomyoma / adenomyomatosis in 4 (0.4%), polyp in 6 (0,6%) and dysplasia (Biliary intraepithelial neoplasia, BilIN) in 5 (0.5%) patients.
Conclusion: We think that the incidental rate of 0.1% is not low for a poorly prognostic tumor that remains silent until progressing to late stages. Especially fundus, neck and lateral walls should be sampled for histopathological evaluation, even if there is no macroscopically evident lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oral Mukozal Patolojilere Ait Retrospektif Klinik Çalışma:
tek Merkeze Ait Sonuçlar
Hilal Erinanc, Özgül Topal
Araştırma makalesi
Özeti
Oral Mukozal Patolojilere Ait Retrospektif Klinik Çalışma:
tek Merkeze Ait Sonuçlar
A RetrospectIve AnalysIs Of Oral Mucosa
pathologIes: A SIngle-Center TrIal
Amaç: Oral skuamöz hücreli karsinom dünyada en sık görülen 6. tümör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte pek çok hastalık oral mukozada lezyon oluşturabilmektedir. Bu çalışmada 10 yıllık süreçte kendi hasta serimize ait oral mukoza patolojierini oluşturan lezyonlar histopatolojik tanılara göre sınıflandırılmış ve tanılara göre lezyonların yeri, yaş ve cinsiyet dağılımları tespit edilmiş ve malignite ile ilişkileri belirlenmeye çalışılmıştır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamız 2002-2014 yılları arasında Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi Konya Uygulama ve Araştırma hastanesi kulak burun boğaz hastalıkları bölümü tarafından tanı amacıyla biopsi alınarak patoloji laboratuarına gönderilen 288 hastaya ait oral mukoza lezyonunun retrospektif analizini içermektedir. Hastalara ait histopatolojik tanı, yaş, cinsiyet ve lokalizasyon bilgisi patoloji rapor arşivinden elde edilmiştir. İstatistiksel tanımlayıcı analiz SPSS17.0 programı ile yapılmıştır. Bulgular: Olguların büyük çoğunluğunu benign epitelyal proliferasyon ve reaktif patolojiler oluşturmaktadır(%22,7). Bu grupta en sık skuamöz papillom(n: 31; % 9,9) görülmüş olup bunu fibroepitelyal polip (n:24; %7,7) ve irritasyon fibromu (n:16; %5,1) izlemektedir. Benign patolojiler içerisinde oral mukozal dermatozlar en sık görülen ikinci lezyondur (n:63, % 21,8). Çalışmamızda 288 oral mukozal lezyonun % 15,3’ünü (n:44) malign patolojiler ve % 17,7’sini (n:51) prekanseröz lezyonlar oluştumaktadır. Skuamöz hücreli karsinom tüm malign patolojilerin %95,5’idir.Tespit edilen premalign lezyonlar; skuamöz hücreli hiperplazi (n:47; 16%), orta dereceli displazi (n:2; % 0,7) ve likenoid displazidir (n:2; % 0,7). Skuamöz hücreli karsinom en sık dudakta lokalizedir. Kadın erkek oranı premalign lezyonlar için hemen hemen eşit olup skuamöz hücreli karsinom erkeklerde biraz daha fazladır (p>0.1). Sonuç: Skuamöz hücreli karsinom, benign lezyonlar ve premalign lezyonlara göre daha yaşlı hastalarda görülmektedir. Çok geniş spektrumdaki birçok oral mukozal patolojinin benzer bir klinik görüntüsü olması klinisyenleri tanı aşamasında zorlayıcı bir unsurdur. Özellikle malign lezyonlarda erken teşhis hayat kurtarıcı olabilir. Bu nedenle patolojilere yönelik kendi serilerimizi oluşturmak önemlidir. Histopatolojik tanılarına göre sınıflandırılmış lezyonların lokalizasyon, yaş ve cinsiyet gibi bazı klinik özelliklerine göre dağılımını veren bu serimiz klinik tanıda yol gösterici ve kolaylaştırıcı olacaktır.
Aim: Oral cancer is the sixth most common cancer worldwide however a wide range of diseases may affect the oral mucosa. We aim to determine the prevalence of the oral mucosal pathologies in our patient series and discuss the final diagnosis in relation to sex, age and subsite distribution. Patients and Methods: This was a cross sectional descriptive study, including 288 patients with oral mucosal pathologies, diagnosed at Baskent University Konya Hospital between January 2002 and December 2014. Data were retrieved from archives of pathology laboratory, retrospectively. A commercially available statistical package (SPSS17.0) was used for descriptive statistical analysis. Results: The results showed that benign epithelial proliferations and reactive pathologies were the most frequently diagnosed lesion, accounting for 22.7% of the total number of patients. Among this reactive pathologies, squamous papillomas were the most common (n: 31; 9,9%), followed by fibroepithelial polyps (n:24;7,7%) and irritation fibromas (n:16; 5,1%). Oral mucosal dermatoses were the second common benign lesions, accounting for 21,8% (n:63) of all cases. Of the 288 oral mucosal pathologies 15,3% (n:44) were malignant and 17,7% (n:51) were precancerous. Squamous cell carcinoma were comprised of 95,5% of all the malignant lesions. Premalignant lesions were with the following distribution: squamous cell hyperplasia (n:47; 16% ), moderate dysplasia (n:2; 0,7% ) and lichenoid dysplasia (n:2; 0,7% ). Lip was the most frequently involved site for squamous cell carcinoma. The male to female ratio was almost equal in both sex for premalignant lesions however there was slight male predominance for squamous cell carcinoma (p>0.1). Squamous cell carcinoma was commonly seen in the older age group compared to benign and precancerous lesions. Conclusion: The similar clinical appearance of oral mucosal pathologies in a very wide spectrum is a compelling element for clinicians in the process of diagnosis. Especially in malignant lesions early diagnosis may be life saving. Therefore, it is important to reveal our own series about these pathologies. This study, by demonstrating distribution of histopathologically classified lesions according to some clinical features such as location, age and gender, will guide and facilitate the clinical diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Kolorektal kanserlerin büyük çoğunluğu poliplerden gelişir. Beklenmedik bir klinikle ortaya çıkan ve tanıda yanılmaya neden olan karmaşık dev rektal polipli bir olguyu literatür eşliğinde tartışmak istedik. Olgu: Otuz altı yaşında erkek hasta. Yaklaşık 1 yıldır olan kramp tarzı karın ağrısı ve barsak alışkanlığında değişme mevcut. Kolonoskopide çekumda malign kitle ve rektumda dev villöz adenom tespit edildi. Çekumdaki kitle laparoskopik cerrahi ile çıkarıldı. Rektumdaki kitle lokal eksizyonla polipektomi yapıldı. Polipte kanser görülmesine rağmen cerrahi sınır ve kabul edilebilir histolojik özellikler nedeniyle yapılan işlem yeterli kabul edildi. Kolorektal polipler kanser riski taşıyan lezyonlar olduğu için detaylı histopatolojik inceleme yapılmalı ve cerrahi karar titizlikle verilmelidir
\r\n
Many of the colorectal cancers originales from polips.We wanted to discuss a case accompanied with literature who has a complicated giant rectal polip which presented with an unusual clinic and confusion in diagnosis. 36 years old male patient.He has cramp like stomache and changing in volonic habits for about a year.During colonoscopy a malign mass in caecum and a giant villous adenoma in rectum is identified.The mass in caecum is excised via laparoscopic surgery.The mass in rectum received polipectomy via local excision.Altough a cancer has seen in the polip the surgery is considered opprepriote because of the surgical frontier and acceptable histologic properties. Colorectal polips are lesions which has the risk to turn into cancers thus, detoiled histopatologic examination and gently decission of surgery is needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazal Polipozis Etiyolojisinde Alerjinin Rolü
Hamdi Arbağ, Gökhan Kurnaz, Mehmet Akif Eryılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nazal Polipozis Etiyolojisinde Alerjinin Rolü
The Role Of Allergy In EtIology Of Nasal PolyposIs
Çalışma 100 hasta ve 50 sağlıklı kontrol grubunda yapıldı. Nazal polipozisli (NP) hastalar 3 gruba ayrıldı. 1.grup NP, astım ve asetil salisilik asit intoleransının birlikte görüldüğü hastalar (Samter sendromu), 2.grup NP ve astımı olan hastalar ve 3.grup yalnız NP’li hastalardan oluşuyordu. Yüz hastada fizik muayene ile polip boyutları, bilgisayarlı tomografi (BT) ve endoskopi skorları, deri prick test sonuçları, serum total IgE ve periferik eosinofil değerlerine bakıldı. Sonuçlar nazal polipozisli hastalar ve sağlıklı bireyler arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun prick testi sonuçları incelendiğinde; hasta grubunun %42‘sinde (n;42) pozitif, kontrol grubunda 11 (%22) bireyde prick testi pozitif olarak bulundu. NP’li hastalarda 45 kişide total IgE normal değerden yüksek bulunurken, 27 kişide eozinofil değerleri normalden yüksek idi. Kontrol grubunun %30’unda (n;15) serum total IgE değerleri normal değerden yüksek bulunurken %12’sinde (n;6) serum eozinofil değerleri normal değerden yüksek idi. Sonuç: Serum eozinofil değerlerinin ve prick testi pozitifliğinin nazal polipozisli hastalarda, kontrol grubuna oranla daha yüksek bulunması, nazal polipozisin etiyopatogenezinde alerjinin önemli bir faktör olabileceğini göstermiştir.
The aim of this study was to evaluate the role of allergy in patients with nasal polyposis. The study included 100 patients with nasal polyposis and 50 healthy individuals. The study was approved by the Ethics Committee of the Selcuk University Meram Medical Faculty and written informed consent was obtained in all cases. Patients were divided into 3 groups. The first group consisted of patients with asthma and aspirin intolerance; second group consisted of patients with only asthma, third group consisted of patients have no disease. Polyp size by Physical examination, computed tomography (CT) and endoscopic scores, skin-prick test results, blood total eosinophil count, serum levels of total immunoglobulin E and symptom scores were analyzed in 100 patients with nasal polyposis. The results were compared between patients with nasal polyposis and healthy individuals. Prick test results were positive on 42% (n;42) of the patients and 22% (n;11) of the control group. While serum total IgE values of 45% (n;45) of NP patients were higher than the accepted value, serum eosinophil values of 27% (n;27) of the patients were higher than the accepted values. As serum total IgE values of 30% (n;15) of control group were higher than the accepted value, serum eosinophil values of 12% (n;6) of them were higher than accepted value. The values of the serum total eosinophil count and positive prick test results were higher in patients with nasal polyposis than in healty individuals.This result shows that allergy is a important factor on etiopathogenesis of nasal polyposis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redüksiyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğumuz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Yüksel Tatkan, Adil Kartal, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redük-siyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğu-muz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Septorinoplasti Sonrası Sütür Materyaline Bağlı Reaksiyon
İlhan Topaloğlu, Yavuz Atar
Olgu sunumu
Özeti
Septorinoplasti Sonrası Sütür Materyaline Bağlı Reaksiyon
ReactIon Related To Suture MaterIal After SeptorhInoplasty
Septorinoplasti ameliyatlarında sütür materyalleri kartilaj greft yerleştirmede ve nazal tip şekillendirmede sıklıkla kullanılmaktadır. Sütür materyallerine karşı yabancı cisim reaksiyonu görülebilmektedir. İdeal sütür materyalinin en önemli özelliklerinden birisi de doku reaksiyonuna neden olmaması gerekliliğidir. Operasyon bölgesinde gelişen inflamatuar reaksiyonun şiddeti, hastanın kişisel özellikleri dışında kullanılan sütür materyalinin cinsine bağlı olarak da değişir. Septorinoplastide kartilaj greft işlemlerinde ve sütür tekniklerinde polipropilen sıklıkla kullanılan sütür materyalidir. Polipropilen sütür materyaline bağlı bu reaksiyon nadir görülür. Bu çalışmada polipropilen sütür materyaline bağlı reaksiyon gelişen bir olgu sunuldu ve literatür bilgileri ışığında konu tartışıldı.
Suture material in surgery to place septorhinoplasty graft and cartilage often are used to shape the nasal tip. Foreign body reaction to suture material is visible. In cartilage graft processes and suture techniques, polypropylene is frequently used suture material in septorhinoplasty. One of the most important feature of suture material is that it should not cause reaction in tissue. severity of the inflammatory reaction is not only related to personal factors but also type of suture material. Polypropylene suture material related to the reactions were shown rare. In this study, reaction developing a case based on polypropylene suture material was presented and subjects were discussed in the light of literature information.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Maksiller Sinüste Lokalize Amiloid Tümör
Gökhan Sandal, Fatih Yüksel
Olgu sunumu
Özeti
Maksiller Sinüste Lokalize Amiloid Tümör
LocalIzed AmyloId Tumor Of The MaxIllary SInus
Amiloidoma, vücudun tüm organlarını tutabilen, dokularda
lokal olarak amiloid birikmesi ile karakterize tümöral oluşumdur.
Bununla birlikte baş-boyun bölgesinde ve özellikle de maksiller
sinüste oldukça nadir görülen bir hastalıktır. 64 yaşında bayan
hasta, yaklaşık 6 aydır mevcut olan burnun sol tarafında tıkanıklık
ve kanama şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Endoskopik muayenede
sol nazal pasajı kapatan sarımtırak görünümde polipoid kitle tespit
edildi. Paranazal sinüs tomografisinde sol maksiller sinüsü dolduran
ve medial duvarda itilmeye neden olan tümöral kitle tespit edildi.
Kitleden daha önce yapılan biopsi sonucu amiloid pozitif olarak rapor
edildi. Kesin tanı için kitlenin tamamen çıkarılması önerildi. Hastaya
endoskopik medial maksillektomi yapılarak kitle total olarak eksize
edildi. Patoloji sonucu amiloidoma olarak bildirildi. Tüm sistemlerin
incelenmesi sonucu başka organ tutulumu görülmedi. Rektal biopsisi
ve proteinürisi negatif idi. Nadir görülen bu maksiller sinüse lokalize
amiloidosis olgusunu sunuyoruz.
Amyloidoma is a tumoral deposition characterized by localized
deposition of amyloid in the tissues. It is very rare in the head
and neck region, especially in the maxillary sinus. A 64 years old
female patient applied to our clinic with complaints of left-sided
nasal obstruction and epistaxis. Endoscopic examination revealed
a yellowish polypoid mass obstructing the left nasal passage.
Paranasal sinus tomography revealed a tumoral mass filling the left
maxillary sinus and repressing the medial wall. Biopsy was positive
for amyloidosis. A complete resection of the mass was suggested
for a definite diagnosis. The tumor was removed by endoscopic
medial maxillectomy, which permitted total excision of the lesion.
Pathology results showed amyloidosis. No other organ involvement
was detected. Rectal biopsy and proteinuria were negative. Here, we
present the extremely rare case having localized amyloidosis of the
maxillary sinus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinde Görülen İleoileal İnvajinasyon: Olgu Sunumu
Sümeyra Bölük, Salih Bölük
Olgu sunumu
Özeti
Erişkinde Görülen İleoileal İnvajinasyon: Olgu Sunumu
IntestInal IntussusceptIon Seen In Adult PatIents: Case Report
Bağırsak intusepsiyonları genellikle çocukluk çağında görülen mekanik bağırsak obstrüksiyonu sebeplerinden birisidir. İnvajinasyonların yaklaşık %1-5 i erişkinlerde görülmektedir.Çocukluk çağında görülen vakaların %90 ı idiopatik iken, erişkin intusepsiyonlarında % 90 altta yatan organik bir lezyon bulunmaktadır. Etyolojiye bağlı olarak da tedavi değişmektedir. Sunacağımız 2 olgu aracılığı ile erişkinde görülen intusepsiyon vakaları hakkında bilgi vermeyi amaçladık.
Intestinal intussusceptions are one of the causes of mechanical intestinal obstruction usually seen in childhood. Approximately 1-5% of invaginations seen in adults. While 90% of childhood cases are idiopathic, 90% of adult intussusceptions have an underlying organic lesion. We aimed to give information about intussusception cases in adults with 2 cases we present .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Familial Hiperkolesterolemi Tedavisinde Iki Lipoprotein Aferezi Yönteminin Karşılaştırılması
Özcan Çeneli, Mehmet Ali Karaselek, Atakan Tekinalp, Sinan Demircioğlu, Mustafa Kulaksızoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Familial Hiperkolesterolemi Tedavisinde Iki Lipoprotein Aferezi Yönteminin Karşılaştırılması
ComparIson Of The Two LIpoproteIn ApheresIs Methods In The Treatment Of FamIlIal HypercholesterolemIa
Amaç: Ailesel hiperkolesterolemi düşük dansiteli lipoprotein kolesterol düzeyinin önemli derecede yükselmesine ve erken yaşta koroner arter hastalığı ile kalp nedenli ölüme yol açan otozomal dominant kalıtımlı bir genetik hastalıktır. Bu hastalığın heterozigot ve homozigot formları vardır ve insidansları sırasıyla 1:500 ve 1:1 000 000 olarak rapor edilmiştir. Bu hastalık sıklıkla LDL reseptörü (en sık), apolipoprotein B (Apo B), proprotein konvertaz subtilisin/cexin 9 (PCSK9) ve LDL reseptör adaptör proteini (LDLRAP) gen mutasyonları nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Ailesel hiperkolesterolemili hastalar statin gibi lipid-düşürücü tedavilere iyi yanıt vermez ve bu nedenle lipoprotein aferezi seçkin tedavi yöntemidir.
Gereç ve Yöntemler: Homozigot ailesel hiperkolesterolemi tanısı alan 20 yaşında kadın hastada, çift filtrasyon plazmaferez (DFPP) ve dekstran sülfat kolonu (DSC) olmak üzere farklı iki lipoprotein aferez yönteminin sonuçlarını karşılaştırdık. 20 seans çift filtrasyon plazmaferez (DFPP) ve 20 seans dekstran sülfat kolonu (DSC), toplam 40 aferez seansı değerlendirildi.
Bulgular: İki yöntemin karşılaştırılmasında, yüksek dansiteli lipoprotein (YDL), lökosit, platelet, potasyum, kalsiyum, protrombin zamanı ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı değerleri değişiklikleri istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
Sonuç: Sonuç olarak, çalışmamız iki farklı yöntemin serum elektrolit değerleri, hemostaz ölçütleri ve lökosit, trombosit sayılarına farklı etkileri olduğunu gösterdiği için, aferez yöntemi seçiminin hastanın klinik ve laboratuvar bulgularına göre yapılmasının daha uygun olacağını düşündürmektedir.
Objective: Familial hypercholesterolemia (FH) is an autosomal dominant inherited genetic disorder that causes a significant increase in low-density lipoprotein (LDL) cholesterol levels and leads to early coronary heart disease and cardiac mortality. Although this disease has a heterozygous (HeFH) and homozygous (HoFH) form, the incidence of HeFH is reported to be 1: 500, while HoFH is reported to be 1: 1 000 000. This disease is often caused by LDL receptor (most common), apolipoprotein B (Apo B), Proprotein Convertase Subtilisin/Kexin 9 (PCSK9), and LDL receptor adaptor protein (LDLRAP) gene mutations. Patients with FH do not respond well to lipid-lowering therapies such as a statin, and so lipoprotein apheresis is the treatment of choice.
Material and Methods: We compared the results of lipoprotein apheresis in a 20-year-old female patient diagnosed with HoFH with two different methods [double-filtration plasmapheresis (DFPP) and dextran sulfate column (DSC) methods]. 40 lipoprotein apheresis procedures including 20 sessions of DFPP and 20 sessions of DSC were evaluated.
Results: When the two methods were compared the changes in high-density lipoprotein, white blood cells, platelets, potassium, calcium, prothrombin time (INR) and activated partial thromboplastin time values were statistically significant.
Conclusions: In conclusion, our study suggests that it would be more appropriate to choose the apheresis method according to the clinical and laboratory findings of the patient since it shows that two different methods have different effects on serum electrolyte values, hemostasis criteria and leukocyte and platelet counts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
Osman Balcı
Araştırma makalesi
Özeti
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of Total LaparoscopIc Hysterectomy PatIents
Bu prospektif çalışmanın amacı, kliniğimizde total
laparoskopik histerektomi (TLH) yapılan vakalarımızın sonuçlarını
değerlendirmektir. Benign veya malign hastalıklar nedeniyle Ocak
2013 ve Nisan 2014 arasında TLH uygulanan 41 olgu prospektif
olarak değerlendirildi. Operasyonda rijid enstrümanlar olarak 10
mm teleskop ve gelişmiş bipolar enerji modaliteleri kullanılmıştır.
İlk olarak 10 mm trokar subumbilikal 1 cm’lik kesiden direk olarak
yerleştirildi. Abdominal kaviteye 3-4 litre CO2 insuflasyonunu takiben
laparoskop yerleştirildi. Batının sağ ve sol avasküler alt kadranlarına
ikinci ve üçüncü kesiler yapıldı ve bu kesilerden 5 mm trokarlar
yerleştirildi. Uterus manipülasyonu için Rumi® II uterin manuplator
kullanıldı. Uterus vajinal yoldan çıkarıldı, gerekli görüldüğünde
intrakorporeal myomektomi ve morselasyon işlemi yapıldı. Vajinal
kafın kapatılmasında 0 numara vicryl kullanıldı. Tüm hastalarda
sağ ve sol uterosakral ve kardinal ligamentlerden sütür geçildi. Tüm
operasyonlar aynı cerrah tarafından yapılmıştır. Hastaların; ortalama
yaşı, vücut kitle indeksleri (VKİ), operasyon süresi, kan kaybı miktarı,
komplikasyon oranları ve ameliyat sonrası hastanede kalış süreleri
değerlendirildi. Histerektomi endikasyonları olarak; 16 myoma uteri,
6 medikal tedaviye dirençli anormal uerine kanama, 5 benign over
kisti, 4 adenomyozis, 3 myom uteri + over kisti, 2 endometrial polip,
2 endometrioma, 2 endometrial hiperplazi ve 1 erken evre serviks
kanseri bulunmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı 47.5 (30-68),
ortalama VKİ 30.2 (24-44), ortalama spesimen ağırlığı 215.9 (90-
650 gr), ortalama operasyon süresi 107.9 (60-210 dk), ortalam kan
kaybı 81.1 (30-300 ml), ortalama preoperatif hemoglobin (Hb) değeri
12.5±0.9 gr/dl, postoperatif Hb değeri 11.5±0.8 gr/dl ve ortalama
hastanede kalış süresi 2.5 gün (2-4 gün) idi. İntraoperatif olarak
herhangi bir komplikasyon olmadı. Geç postoperatif komplikasyon
olarak 2 olguda vajinal kaf enfeksiyonu gelişti. Total laparoskopik
histerektomi jinekolojik hastalıklar için güvenli ve uygun bir
yöntemdir. En iyi sonuçları elde etmek için hastaların dikkatli seçimi
çok önemlidir.
The aim of this prospective study is to evaluate the results
of our total laparoscopic hysterectomy (TLH) cases. Forty one
patients underwent TLH due to benign or malign disorders were
reviewed prospectively between January 2013 and April 2014.
Rigid instruments 10 mm telescope, and advanced bipolar energy
modalities were used during the procedure. A primary 10-mm trocar
was inserted directly through a 1-cm sub umbilical incision. The
laparoscope was inserted through this trocar after insufflation of the
abdominal cavity with 3–4 L of CO2. The second and third incisions
were performed in the avascular right and left lower quadrant of the
abdomen and two ancillary 5-mm trocars were inserted through these
incisions. Uterine manipulation was performed by using RUMI® II.
During the removal of the specimen, if necessary, intracorporeal
myomectomy and morcellation were performed before the uterus
and ovaries were delivered intact through the vagina. A 0-Vicryl
suture was used for close the vaginal cuff. The sutures were passed
through the left and right uterosacral and cardinal ligaments in
all patients. All procedures were performed by the same surgeon.
The mean age of the cases, body mass indexes (BMI), duration of
operations, the amounts of blood loss, rates of complications and
post operative hospital stay were assessed. The indications of for
hysterectomies were, 16 myoma uteri, 6 medical treatment-resistant
abnornal uerine bleeding, 5 benign ovarian cyst, 4 adenomyozis, 3
myoma uteri+ovarian cyst, 2 endometrial polyp, 2 endometrioma, 2
endometrial hyperplasia and 1 early stage cervical cancer. The mean
age of patients were 47.5 (30-68 years), mean BMI of patients were
30.2 (24-44), mean specimen weight was 215.9 (90-650 gr), mean
operation duration was 107.9 (60-210 min), mean blood loss was 81.1
(30-300 ml), mean preoperative hemoglobin (Hb) was 12.5±0.9 gr/
dl, mean postoperative Hb was 11.5±0.8, and the mean hospital stay
was 2.5 (2-4 days). There were no intraoperative complications. Late
postoperative complication was vaginal vault infection in 2 cases.
Total laparoscopic hysterectomy is safe and feasible method for
gynecological diseases. Careful selection of patients is critical for
obtaining the best results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üst Özefagial Polipin Endoskopik Rezeksiyonu, Özefagial Leiomyomun Sıra Dışı Yerleşimi
Adnan Şahin, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Üst Özefagial Polipin Endoskopik Rezeksiyonu, Özefagial Leiomyomun Sıra Dışı Yerleşimi
EndoscopIc ResectIon Of Upper EsophagIal Polyp,
unusual LocatIon Of Esophageal LeIomyoma
Özefagial benin tümörler nadir görülen lezyonlardır. Özefagusun
üst 1/3 bölümünde yerleşimleri oldukça nadirdir. Özefagial poliplerin
endoskopik olarak çıkartılması ile ilgili bilgiler henüz yaygın değildir.
Endoskopik prosedürün teknik zorlukları olmakla beraber işlem
sonrası hemoztazın sağlanmasında zor olabilir. 60 yaşında bayan
bir hastada polipektomi loop’u kullanarak başarılı olarak polibi
tamamen çıkarttığımız vakayı sunuyoruz. Üst özefagus leiomyomları
nadir görülen klinik tablolardır. Özefagial leiomyomaların tanısı
hem radyolojik olarak hem de endoskopik olarak yapılmalıdır.
Salin enjeksiyonu metodu pediküllü poliplerin endoskopik olarak
çıkartılmasında başarılı bir yöntem olabilir.
Esophagail benign tumors are limited seen lesions. Rarely
located at the upper one third part of the esophagus. Endoscopic
removal of osephagial polyps has been declared infrequently. The
procedure hast technically difficulties and after the polypectomy
hemostasis can be hard. We performed a successful endoscopic
polypectomy handlig a polypectomy loop to ablate the polyp in a
60-year-old woman patient. Leiomyoma of upper esophagus is a
rare clinical situation. The diagnosis of esophageal leiomyomas
must be achieved both endoscopic and radiologic examinations.
Saline injection can be a useful method for endoscopic resections of
pediculed polyps.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Abortuslarda Kromozomal Düzensizliklerin Rolü
Hatice Gül Dursun, Ayşegül Zamani, Aynur Acar, Mehmet Cengiz Çolakoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Spontan Abortuslarda Kromozomal Düzensizliklerin Rolü
The Role Of Chromosomal AbnormalItIes On Spontaneous AbortIons
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Laboratuvarına gönderilen düşük materyalleri üzerinde gerçekleştirilen bu çalışmada; düşük materyallerindeki kromozom düzensizliklerinin tip ve insidansının belirlenmesi amaçlandı. Bu amaçla 54 düşük materyali geleneksel sitogenetik tekniklerle kültüre alındı ve karyotiplendi. 15 materyalde (%27.8) kromozomal düzensizlik tespit edildi. Bu düzensizlikler arasında en çok trizomilerin yer aldığı saptandı (%53.4). Trizomileri, %26.6 ile poliploidiler ve %20.0 ile monozomi X izlemiştir. Trizomiler; 15, 18 ve 21. kromozomların trizomilerini kapsarken, poliploidilerin yarısını triploidi, yarısını da tetraploidi oluşturuyordu. Çalışmadan elde edilen bulgular; kromozomal düzensizliklerin spontan abortusların etyolojisinde önemli bir paya sahip olduğunu ve bu nedenle düşük materyallerinin sitogenetik değerlendirmesinin hem hasta hem de hekim açısından önem taşıdığını göstermektedir.
İn this study that was performed on spontaneous abortions refferred to Department of Medicial Genetics of Medical Faculty of Selçuk University, detection of the incidence and type of chromosomal abnormalities in spontaneous abortions was aimed. With this aim; the specimens from 54 spontaneous abortions were successfully cultured and karyotyped by using conventional cytogenetic techniques. 27.8 % of karyotyped abortions were found to have a chromosomal abnormality. Autosomal trisomy was the predominant chromosomal abnormality and accounted for 53.4 % ali abnormal abortions, followed by poliploidy (26.6 %) and monosomy X (20.0 %). Trisomies were consist of trisomy 15, 18 and 21. One mosaic marker was observed in one aborted specimen. Detected poliploidy comprised two triploidy and two tetraploidy. The obtained findings revealed that chromosomal abnormalities have an important role on etiology of the spontaneous abortions and that for this reason cytogenetic examination of aborted specimens is useful for parent of abortions and for physicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun Analizi
Bülent Çakmak, Ahmet Karataş, Gupse Turan
Araştırma makalesi
Özeti
Endometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun Analizi
Results Of Our EndometrIal SamplIngs: AnalysIs Of 400 Cases
Bu çalışmanın amacı Endometrial örnekleme yapılan olgularda, endikasyonlar ile histopatolojik sonuçlar arasındaki ilişkinin araştırılması. Bu retrospektif çalışmaya İzmit Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne 2011 yılı içerisinde başvuran ve endometrial örnekleme yapılan 400 olgu alındı. Veriler hasta dosyalarından ve patoloji arşivinden elde edildi. Endometrial örnekleme endikasyonları, menometroraji, postmenopozal kanama, histerektomi öncesi myoma uteri ve servikal polip olarak gruplandırıldı. Sonuçlar SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Olguların yaş ortalaması 46.4 ± 8.3 yaş idi. Endometrial örnekleme endikasyonları sırasıyla menometroraji (%62.3), postmenopozal kanama (%22), histerektomi öncesi myoma uteri (%9.5) ve servikal polip (%6.2) idi. Menometroraji grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 139 (%55.8), endometrial hiperplazi 23 (%9.2) ve endometrial adenokarsinom 1 olguda (%0.4) saptandı. Bununla birlikte, postmenopozal kanama grubunda atrofik endometrium 48 (%54.5) ve adeno karsinom 6 olguda (%6.8) saptandı. Histerektomi öncesi myoma uteri grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 27 olguda (%71) saptanırken adenokarsinom hiçbir olguda saptanmadı. Servikal polip grubunda ise endometrial polip 10 olguda (%40) saptandı. Endometrial örneklemenin, postmenopozal kanama ve servikal polip saptanan olgularda yapılmasının, ancak menometroraji ve histerektomi öncesi myoma uteri olgularında daha seçici davranılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir
Aim of the recent study is to evaluate the relationship between endometrial sampling indications and histopathological results. Four hundred women who applied to Izmit Maternity and Child Health Hospital, and had endometrial sampling in 2011 were included in this retrospective study. Data was retrieved from patient’s files and pathology archives. Patients were grouped as menometrorrhagia, postmenopausal bleeding, pre-hysterectomy for myoma uteri and cervical polyp. Data was analyzed with a statistical processing program (SPSS). The mean age was 46.4±8.3 years. Indications of endometrial sampling were menometrorrhagia (62.3%), postmenopausal bleeding (22 %), pre-hysterectomy for myoma uteri (9.5%) and cervical polyp (6.2%), respectively. Of all the cases, 139 (55.8%) had menometrorrhagia with proliferative/secretory endometrium, 23 (9.2%) had endometrial hyperplasia and 1 (0.4%) had endometrial cancer for diagnosis. However, in postmenopausal bleeding group, 48 (54.5%) had atrophic endometrium, and 6 cases (6.8%) were diagnosed for endometrial adenocarcinoma. In prehsyterectomy for myoma uteri, 27 (71%) had proliferative/secretory endometrium, and no adenocancer was diagnosed. In cervical polyp group, 10 cases (40%) had endometrial polyps for diagnosis. General speaking, endometrial sampling should be applied in cases with postmenopausal bleeding and cervical polyps, but a more selective treat should be conducted in cases with menometrorrhagia and prehysterectomy for myoma uteri
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lynch Sendromu
Mustafa Şahin, Faruk Aksoy, Ömer Karahan, Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Lynch Sendromu
Lynch Syndrome
Kolon kanserlerinin etiyolojik faktörleri ile ilgili çalışmalar uzun süredir devam etmektedir. Genetik faktörlerin etkili olduğu iki klinik tablo tanımlanmıştır. Bunlar familyal adenomatöz polipoid sendrom ve Lynch sendromudur. Oto- zomal dominant geçiş gösteren Lynch sendromu yüksek penetransa sahiptir ve kolon kanserlerinin küçük bir gru bunu oluşturmaktadır. Birinci derece akrabalarından 4 kişide kolon kanseri bulunan ve kendisi de kolon kanseri nedeniyle öpere edilen bir Lynch sendromu vakası literatür eşliğinde sunuldu.
Studies related to the etiological factors of colon cancers have been carried on for a long time. Two syndrome af- fected by genetic factors have been defined; these are familial adenomatozis polypoid syndrome and Lynch syndrome. Lynch syndrome transmissed autosomal dominantly and had a high penetrans is a small group of colon cancers. A case operated for colon cancer, and there are 4 cases bearing colon cancer in her family is pre- sented as a Lynch syndrome, and the related literatüre are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
Mustafa Kursat Evrenos, Mehmet Emin Mavili
Araştırma makalesi
Özeti
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
ReconstructIon Of CrItIcal SIze Defect WIth TItanIum Mesh In DevelopIng RabbIt CalvarIum
\r\n Amaç: Gelişen kalvaryum defekt rekonstrüksiyonu hala zorlu bir prosedürdür. Kullanılan materyaller sağlamlık ve koruma sağlamalı; hafif, kimyasal olarak inert, kanserojen olmayan, estetik sonucu arttırmak için kolay şekillenebilir olmalı, manyetik rezonans görüntülemeye izin vermek için demir içermemelidir ve osteokondüktif ve osteojenik olmalıdır. Ayrıca, alloplastik materyal, donör alan morbiditesine yol açmaz ve sınırsız bir tedarik sağlar. İdeal bir implant hala tanımlanmamış olsa da, titanyum meş kabul edilebilir alternatiflerden biridir. Bu çalışmada, titanyum meş implantın gelişen kalvaryumdaki defektlerin rekonstrüksiyonunda kullanılabileceği ve implantın rijid veya semirijid fiksasyonu ile sekonder asimetri deformitesine yol açıp açmadığı değerlendirildi.
\r\n
\r\n Gereç ve Yöntem: 6 haftalık 24 Yeni Zelanda tavşanı ve dört eşit gruba ayrıldı. Birinci grup normal popülasyon grubuydu. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplarda her bir tavşanın pariyetal kemiği üzerinde 15 mm. çaplı kritik boyutlu defekt oluşturuldu. İkinci grup kritik boyutlu defekt için sham grubu olarak belirlendi. Üçüncü grupta defektler 0.3 mm ile kalınlıkta titanyum meşin 4.0 polipropilen sütür ile semirijid olarak fikse edilmesiyle; 4. Grupta ise aynı kalınlıkta titanyum meşin 4 mm. çaplı titanyum vidalarla rijit fiksasyonuyla rekonstrükte edildi. Başlangıçta, tavşan kalvaryumu kraniyal bilgisayarlı tomografi ile tarandı ve üç boyutlu rekonstrüksiyonlar oluşturuldu. Deney, tavşanlar 18 haftalıkken sonlandırıldı. Tüm gruplarda her tavşan için sakrifikasyon ve kraniyal BT taraması yapıldı ve standart fotoğraflar alındı. Uzunluk ölçümleri referans noktalarından gerçekleştirildi ve gruplar arasında karşılaştırmalar yapıldı.
\r\n
\r\n Sonuçlar: 6 haftalık üç boyutlu bilgisayarlı tomografi ölçümlerine göre, grupların dengeli dağıldığı değerlendirildi. 18 haftalık 3D BT ölçümlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p <0,017). Ayrıca her grupta defekt tarafı ve karşı taraf ölçümlerinde istatistiksel olarak farklılık saptanmadı (p <0.008).
\r\n
\r\n Tartışma: Titanyum meşin, büyüme gösteren kalvaryumda herhangi bir deformiteye neden olmadığını ve meş fiksasyon tekniğinin sonucu değiştirmediğini değerlendirdik. Dolayısıyla pediatrik kalvaryum defektlerinde, otojen kemik grefti ile rekonstrüksiyonun mümkün olmaması durumunda, titanyum meş ile rekonstrüksiyon kabul edilebilir bir seçenek olabilir.
\r\n
\r\n Aim: Defect reconstruction of growing calvarium is still challenging procedure. The materials should provide strength and protection, be lightweight, chemically inert, noncarcinogenic, malleable to enhance aesthetic outcome, nonferrous to allow utilization of magnetic resonance imaging, and osteoconductive and osteogenic. In addition, the benefits of alloplastic material avoid donor site morbidity and provide an unlimited supply. Although an ideal implant is not still defined, titanium mesh is one of the acceptable alternatives. In this study, we evaluated that if titanium mesh implant can be used for reconstruction of defects in growing calvarium and caused a secondary asymetry deformity with rigid or semirigid fixation of implant.
\r\n
\r\n Material and Method: 6 week-old 24 New Zealand rabbits were used and divided into four equal groups. First group was normal population group. 15 mm. diameter critical size defects were created on parietal bone of each rabbit in second, third and fourth groups. Second group was decided as sham group for critical size defect. Defects were reconstructed with 0.6 mm. thickness titanium mesh and fixed with 4.0 polypropylene sutur in the third group as semirigid fixation and with 4 mm. long titanium screws as rigid fixation in the fourth group. At the beginning, rabbit calvarias were scanned with cranial CT and 3D reconstructions were created. Experiment finished when rabbits were 18 weeks old. Sacrifisation and cranial CT scan performed and standart photographs were taken for each rabbit in all groups. The length measurements were performed from reference points and comparisons were made between groups.
\r\n
\r\n Results: According to 6 week 3D CT measurements, groups were well-balanced. According to 18 week 3D CT measurements there was no statistically difference between groups. Also measurements of defective side and opposite side in each group were not different.
\r\n
\r\n Discussion: We evaluated that the titanium mesh did not cause any deformity in growing calvarium and fixation technique of the mesh did not change the result. So in defects of pediatric calvarium, if reconstruction with autogen bone graft is impossible, reconstruction with titanium mesh can be an acceptable choice.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multifokal Kolorektal Kanserler
Adil Kartal, Adnan Kaynak, Osman Yılmaz, Şakir Tavlı, Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Yüksel Arıkan
Araştırma makalesi
Özeti
Multifokal Kolorektal Kanserler
MultIfokal Colorectal Cancers
1983-1989 yılları arasında karşılaştığımız 3 multifokal kolorektal kanser vakası sunuhdu. Üç vakadan yalnız ameliyattan önce doğru tanı almış, diğer iki vakanın multifokal olduğu laparatomide ortaya konmuştu. Rektumda yer alan multifokal vakada tümörler arasında çok sayıda polip vardı. Bu polipler distal tiirnörün yaptığı darlıktan dolayı preoperatif olarak tanımlanamadı. Kolorektal kanserler çok odaklı olabileceği ve ileride kanserleşmesi muhtemel poliplerle bir arada bulunabileceğinden tedavilerinde geniş rezeksiyonlar savunulmaktadır.
We presented three cases of rnultifocal colorectal cancer that we encountered between 1983-1989, only one of the three cases was correctly diagrıosed prooperatively. We observed that the other two cases had multicentricity during operalion. The case of rnultifocal carcinoma of rectum had a number of polyps between turnors. These polyps were unidentified preoperatively owing to listal narrowing of the 'umar. Recently, in the treatment of colorectal cancers extensive resection has been suggested because 'hey may be rrıulticentric or will be found with some polyps carrying rnalignancy risk.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Amyand Fıtığı
Mehmet Saydam, Hüseyin Sinan, Muharrem Öztaş, Ahmet Ziya Balta, Mehmet Yıldız
Olgu sunumu
Özeti
Amyand Fıtığı
Amyand’s HernIa
Amyand fıtığı; inguinal fıtık kesesi içerisinde apendiks
vermiformisin bulunması durumu olarak tanımlanmaktadır. Amyand
fıtığı insidansı, tüm inguinal fıtık olguları içerisinde yaklaşık %1
oranındadır. Fıtık kesesi içerisindeki apendiksin enflame olup
olmamasına göre tedavi yaklaşımı değişmektedir. Biz de, bir olgu
nedeniyle, nadir görülen ve tedavi yaklaşımı açısından tartışmaların
devam ettiği Amyand fıtığı olgumuzu paylaşmayı amaçladık. Sağ
inguinal herni ameliyatı sırasında Amyand fıtığı saptanan hastanın
tedavisi ve sonucu değerlendirildi. Yirmi bir yaşındaki erkek
hasta, yaklaşık 1 yıldır mevcut olan sağ kasıkta ağrı ve şişlik
yakınmasıyla genel cerrahi polikliniğine müracat etti. Hasta sağ
inguinal herni tanısıyla elektif olarak ameliyata alındı. İntraoperatif
eksplorasyonda Amyand fıtığı saptandı ve aynı kesiden apendektomi
ile birlikte polipropilen yama kullanılarak fıtık tamiri yapıldı. Hastanın
postoperatif dönemi sorunsuz seyretti ve 3. gün taburcu edildi.
Amyand fıtığı özellikle değişik tedavi modalitelerinin olduğu; tedavisi
konusunda fikir birliğinin tam olarak sağlanamadığı ve genellikle
intraoperatif tanı konulabilen olgulardır. Bu olgularda, uygun tedavi
yaklaşımına, cerrahın intraoperatif bulgularına göre karar verilmelidir.
Amyand hernia is described presence of appendices
vermiformis in inguinal hernia sac. The incidence of Amyand
hernia is approximately 1% of all hernias. There are many treatment
procedures of Amyand’s hernia. Since Amyand hernia is extremely
rare and there are many controversial surgical managements, we
wanted to share our case. We have encountered a Amyand hernia
case during right inguinal hernia repair surgery. Treatment method
and outcome were evaluated. Twentyone-year-old male patient was
suffering from right groin pain and swelling for almost one year. He
was operated with the diagnosis of right inguinal hernia, electively.
Intraoperative exploration revealed Amyand hernia, appendectomy
and hernia repair were performed using polypropylene patch with
same incision. The patient’s postoperative course remained without
complication and after 3 days he was discharged. Amyand hernia
which especially difficult to diagnose preoperatively, particularly in
terms of therapeutic approach, the debate continues, is extremely
rare entity. There is no current consensus about appendectomy and
using patch. We think that; regardless of the appendix is inflamed
or noninflamed, appendectomy should be done. If the appendix
is inflamed or perforated, prosthetic materials shouldn’t be used
and while repairing hernia, anatomic repair or biological materials
resistant to infection should be used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Monoflamen Poupropilen Mesh (marlex) Kullanılarak Yapılan Hernıoplastılerde Topikal Antıbıyotık Profılaksısının Enfeksıyon Rıskı Uzerıne Etkisi
Mustafa Şahin, Nuri Aydın Kama, Filiz Avşar, Hasan Yavuz, Hakan Kulaçoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Monoflamen Poupropilen Mesh (marlex) Kullanılarak Yapılan Hernıoplastılerde Topikal Antıbıyotık Profılaksısının Enfeksıyon Rıskı Uzerıne Etkisi
The Effect Of TopIcal AntIbIotIc ProphylaxIs On The InfectIon RIsk After HernIoplaxty WIth Mo-Nofflamented Polypropylene Meshes (marlex).
Amac: Polipropilen mesh kullandarak yaptlan hernioplasti opera.syonlarmda enfeksivon stkligt ve topikal antibiyotik profilaksisinin enfeksivon stkhgt tizerinde etkisini araptrmak. Cal:maims Yaptldtir yer: Ankara Mutilate Has-tanesi 4. Cerrahi Klinigi. Materyal ve Metodlar: Mays 1995- Ocak 1996 ta-riltleri herni nedenifle opere edilen 75 hasta fahonaya aim& I, gntba 25 hasta clinch ve klasik .1.on-tentkrle hernioplasti vaprkh. 11. gruba 26 hasta ahndt. Polipropilen mesh kllantlarak hernioplasti _vapildt. Ill gruba 24 hasty ahndt ve polipropilen mesh her-nioplasti + topikal antibiotik uygulandt. Bulgular: I. Grupta enfeksiyon gazknntedi. !ki hastada enflamatuar reaksiyon, bir hastada cord odemi gelisti. Il. grupta bir hastada yara en-jeksiymit (%4) ve bir hastada enflamatuar re-aksiyon gelilti. 111. grupta bir hastada yarn en-feksiyonu (%4) ye bir hastada cord odemi Sonuf: Polipropilen mesh kullantlarak yapdan hernioplastilerde enfeksiyon riskinin artmadtgt ve topikal antibiyoik profilaksisine gerek ohnadigt ka-naat ine vanldt.
Purpose: The aim of this study is to investigate the incidence of infection after polypropylen mesh hernioplasty and the effect of topical antibiotic prophylaxis. Instution: Ankara Numune Hostipal, 4th Su•-gical Clinic. Metarial and Methods: 75 patients operated on between May 1995- Jan 1996 for hernia were included in this study. Group 1: 25 patients were included in this group and clasical hernioplasty techniques were app-lied. Group 11:26 patients were included in this group and poloropylen mesh was used for hernia repair. Group III: 24 patients were included in this group and polypropylen mesh + npical antibiodtic propylaxis were used for hernia repair. Findings: Group I: There was no infection, but inflammatory reaction occured in two patients and Cord edema occured in one patient. Group II: There was infection in one patient (4%) and inflammatory reaction in one patient. Group 111: There was in-fection in one patient (4%) and Cord edeme in one paient.. Conclusion: We concluded that, polypropylene mesh did not increase the incidence of infection and there was no need to use topical antibiotic prophylaxis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Patolojileri Değerlendirmede Eş Zamanlı Yapılan Histerosalpingografi Ve Histeroskopi Sonuçları Benzer Mi?
Funda Göde, Ali Sami Gürbüz, Gülin Okay, Ahmet Zeki Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Patolojileri Değerlendirmede Eş Zamanlı Yapılan Histerosalpingografi Ve Histeroskopi Sonuçları Benzer Mi?
Are The Results Of Concurrent HysterosalpIngography And Hysteroscopy SImIlar For DetectIng UterIne PathologIes?
Özet
Giriş ve Amaç: Histerosalpingografi (HSG) genel olarak tubal patensiyi değerlendirmek için kullanılan bir yöntem olsa da uterin patolojileri tespit etmede de yardımcı bir tekniktir. Histerosalpingografinin uterin kavite hastalıklarını değerlendirmedeki duyarlılığını ve histeroskopi ile eş zamanlı karşılaştırmasını değerlendiren çalışma sayısı çok kısıtlıdır. Bu nedenle bu çalışmadaki amacımız histeroskopi ile eş zamanlı yapılan HSG’nin uterin patolojileri değerlendirmedeki duyarlılığını değerlendirmektir.
Materyel Metod: Kasım 2017-Eylül 2018 tarihleri arasında İzmir Medicalpark Hastanesi tüp bebek ünitesine başvuran infertil hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Aynı gün içerisinde HSG ve histeroskopi uygulanan hastaların verileri incelendi. Hastaların klinik özellikleri (yaş, infertilite süresi, infertilite nedeni, infertilite tipi) değerlendirildi. Hsg ve histeroskopi sonuçları uterus patolojileri açısından karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Çalışmaya toplam 114 hasta dahil edildi. HSG ve histeroskopinin genel korelasyonuna baktığımızda 71 (%62.3) hastada benzer sonuç, 43(%37.7) hastada ise farklı sonuç elde edildiği görülmüştür. HSG’si normal olarak değerlendirilen 32 hastada ek bir uterin patoloji olduğu gözlendi. Negatif prediktif değer %44.4 (32/72) olarak saptandı. Histeroskopide polibi saptanan 36 hastanın 12 tanesinde HSG de polip öntanısı mevcuttu. HSG’nin polipler için sensitivitesi 12/36; %37.5 olarak saptandı.
Sonuç: Eş zamanlı uygulanan HSG’nin uterin kaviteyi değerlendirmedeki duyarlılığı düşüktür. Fakat hem tubal patolojilerin hem de uterin patolojilerin aynı zamanda değerlendirilmesini ve eş zamanlı tedavisini sağlaması açısından günlük klinik pratikte faydalı olabilir.
Abstract
Background and Aim: Hysterosalpingography is usually preferred for evaluation of tubal patency however it is also a helpful technique for detection of uterine pathologies. There is very limited data about the sensitivity of hysterosalpingography for evaluation of uterine cavity diseases. Therefore the aim of our study is to evaluate the sensitivity of hsyterosalpingography for uterine pathologies.
Materials and Methods: The records of infertile patients who applied to Izmir Medicalpark hospital between November 2017 and September 2018 were retrospectively evaluated. Data of patients who had hysterosalpingography and hysteroscopy on the same day were investigated. The clinical characteristics (age, duration of infertility, cause of infertility, type of infertility) of these patients were evaluated. The results of hysterosalpingography and hysteroscopy were compared for uterine pathologies.
Results: A total of 114 patients were included in the study. When the correlation between HSG and hysteroscopy was evaluated, there were similar results in 71 (62.3%) and different results in 43 (37.7%) patients. Extra uterine pathology was detected in 32 patients whose HSG was evaluated as normal. Negative predictive value of HSG was 44% (32/72) for uterine pathologies. Endometrial polyp was detected in 36 patients during hysteroscopy however the number of patients with initial diagnosis of endometrial polyp was 12. The sensitivity of hysteroscopy for endometrial polyps was 37.5% (12/36).
Conclusion: The sensitivity of HSG which was applied concurrently with hysteroscopy is low for uterine pathologies. However it might be beneficial in daily clinical practice for evaluating and treating tubal and uterine pathologies at the same time
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üretral Polip: İnfravezikal Obstruksiyon Ve Hematüri Nedenı (iki Vaka Bildirimi)
Ali Acar, Recai Gürbüz, Şükrü Çelik, Esat M. Arslan, Kadir Ceylan
Araştırma makalesi
Özeti
Üretral Polip: İnfravezikal Obstruksiyon Ve Hematüri Nedenı (iki Vaka Bildirimi)
Urethral Polyp: A Cause Of InfravesIcale ObstructIon And HematurIa (two Cases Report)
Üretral polipler nadir bir obstrüktif üropati nede-nidir. Vakalarm tamamına yakını erkeklerde görül-mektedir:Özellikle 3 ve 6 yaşları arasında daha sık teşhis edilmektedir. Biz hematüri ve obstruksiyona neden olan 2 yaka teşhis ettik. Bu bildiri ile uretral polipi olan hastalar literatür bilgileri eşliginde tartışılarak sunuldu.
Urethral polyps are u rare cause of obstructive uropathy. Nearly a11 cases of urethral polps occur in males. They are most ofien discovered between the ages of 3 and 6 years. We diagnosed two patients complaining hematuria and obstruction. In this arti•le those patients with ureihral polyps are reported and releyant literature was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melanokortin Peptidler
Ali Bilgiç, Neyhan Ergene
Araştırma makalesi
Özeti
Melanokortin Peptidler
MelanocortIn PeptIdes
Hipofız hormonlarından Adrenokortikotropik hormon (ACTH) ve Melanofor Stimulan Honnon'a (ot, B-MSH) ait peptidler kısaca MELANOKORTİN PEPTİD`ler olarak nitelendirilmektedir. Bu hor-monlann amino asit zincirleri endorfin ile birlikte biyolojik olarak inaktif elcildeki büyük prekürsör polipeptid proopiomelanokortin (POMC) molekülü içinde bulunmaktadır. POMC molekülü içinde ot, B-MSH ve ACTH1_36'nın tam zinciri ekle edilmiştir
Peptides belonging to the pituitary hormones Adrenocorticotropic hormone (ACTH) and Melanophore Stimulan Honnon (ot, B-MSH) are briefly described as MELANOCORTINE PEPTIDs. The amino acid chains of these hormones are contained in the large precursor polypeptide proopiomelanocortin (POMC) molecule in the biologically inactive messenger along with endorphins. Full chain of ot, B-MSH and ACTH1_36 has been added in the POMC molecule.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Meryem İlkay Eren Karanis, İlknur Küçükosmanoğlu, Tuğba Günler, Yaşar Ünlü, Hande Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Non-Gıst Mesenchymal Tumors Of The GastroIntestInal Tract
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler dışındaki gastrointestinal sistemin mezenkimal tümörleri nadirdir ve çoğu iyi huyludur. Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörlerinin klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntemler: 2008-2018 yılları arasında tüm gastrointestinal endoskopik ve cerrahi rezeksiyon materyalleri retrospektif olarak incelendi. Gastrointestinal stromal tümör dışındaki mezenkimal tümör tanısı alan olgular dahil edildi.
Bulgular: Yirmi dört lipom, 14 inflamatuar fibroid polip, altı leiomyom, dört lenfanjiyom, dört hemanjiyom, dört schwannom, iki nöroma, iki malign melanom, bir leiomyosarkom, bir granüler hücreli tümör ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Olguların ortanca yaşları 61 (29-87), ortanca tümör boyutu 1.5 cm (0.2-14) idi. Otuz yedi olgu (% 58,7) kadın, 26 olgu (% 41,3) erkekti. Bu tümörler spesifik olmayan semptomlara neden oldular. Benign tümörlerde eksizyon sonrası patolojik tanıya bakılmaksızın nüks veya metastaz saptanmadı.
Sonuç: Gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörleri her yaşta görülebilen ve sıklıkla kadınlarda izlenen, çoğunlukla küçük ve iyi huylu tümörlerdir. En yaygın olanları lipomlar ve inflamatuar fibroid poliplerdir. Mide tümörlerinin çoğu dispeptik şikayetlere, barsak tümörleri de karın ağrısı, bulantı veya kusmaya neden olurlar. Ayrıca bağırsak tümörlerinin bazıları akut ve kronik kanama, obstrüksiyon, perforasyon, volvulus veya intussussepsiyon gibi ciddi, hatta ölümcül klinik durumlara yol açarlar. İyi huylu tümörlerin tedavisi için eksizyon yeterlidir, nüks veya metastaz göstermezler.
Aim: Mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract other than gastrointestinal stromal tumors are rare and most of them are benign. The aim of this study to reveal the clinical and pathological features of non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract.
Materials and Methods: All gastrointestinal endoscopic and surgical resection materials, between 2008-2018, were retrospectively reviewed. Cases diagnosed with mesenchymal tumor other than gastrointestinal stromal tumors were included.
Results: Twenty four lipomas, 14 inflammatory fibroid polyps, six leiomyomas, four lymphangiomas, four hemangiomas, four schwannomas, two neuromas, two malignant melanomas, one leiomyosarcoma, one granular cell tumor and one Kaposi sarcoma were detected. The median ages of the cases were 61 years (29-87), the median tumor size was 1.5 cm (0.2-14). Thirty seven (58.7%) cases were female and 26 (41.3%) were male. They caused nonspecific symptoms. No recurrence or metastasis was detected after excision in benign tumors regardless of the pathological diagnosis.
Conclusion: Non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract are mostly small and benign tumors that can be seen at any age and are frequently seen in women. The most common ones are lipomas and inflammatory fibroid polyps. Most gastric tumors cause dyspeptic complaints and intestinal tumors cause abdominal pain, nausea or vomiting, as well as some of the intestinal tumors lead to serious, even fatal clinical situations such as acute and chronic bleeding, obstruction, perforation, volvulus or intussusception. For benign tumors’ treatment, excision is sufficient, they do not exhibit recurrence or metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta