Parotis Kitlelerinde Tanı Ve Tedavi Sonuçlarımız
Şaban Çelebi, Murat Topak, Necati Ömer Develioğlu, Mehmet Akdağ, Erdem Çağlar, Havva Duru İpek, Mehmet Külekçi
Olgu sunumu
Özeti
Parotis Kitlelerinde Tanı Ve Tedavi Sonuçlarımız
Our DIagnosIs And Treatment Results For ParotId Masses
ÖZET
\r\n
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız, parotis kitlesi nedeniyle opere ettiğimiz hastalarımızın perioperatif ve postoperatif izleme sonuçlarını değerlendirmektir.
\r\n
Gereç ve Yöntem: 2000-2011 yılları arasında opere ettiğimiz 66 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi.
\r\n
Bulgular: Hastalarımızda ortalama yaş 48,6 bulundu. Ameliyat sonrası histopatoloji sonuçlarına göre olguların 61’inde primer benign, 3’ünde primer malign, 2’sinde ise sekonder malign patolojiler tespit edildi. Primer benign tümörler içinde 29 olgu ile pleomorfik adenom ilk sırada yer alırken, 14 olgu ile Warthin tümörü ikinci sırada yer alıyordu. Malign tümör olarak adenoid kistik karsinom, adenokarsinom ve karsinoma ex pleomorfik adenom gözlendi. Sekonder malign tümörlerin ikisi de skuamöz hücreli karsinom metastazıydı. Preoperatif uygulanan ince iğne aspirasyon biopsisinin benign-malign ayırımında sensitivitesi %60, spesifitesi %96 bulundu. Cerrahi girişim olarak süperfisyel parotidektomi, total parotidektomi ve radikal parotidektomi uygulandı. Bu tedaviye ek olarak bazı olgularda boyun diseksiyonu da yapıldı. En sık gördüğümüz komplikasyon geçici fasial sinir parezisi idi.
\r\n
Sonuç: Parotis tümörlerinde ince iğne aspirasyon biopsisi benign-malign ayırımını yapmada etkili bir tanı yöntemidir. Benign parotis tümörlerinde süperfisyel parotidektomi yeterli ve etkili bir cerrahidir ve dikkatli uygulandığında komplikasyon oranı oldukça düşüktür. Malign tümörlerde ise süperfisyel, total veya radikal parotidektomi uygulanmalı, gerektiğinde boyun diseksiyonu ve post operatif radyoterapi tedaviye eklenmelidir.
\r\n
Objective: The aim of this study is to evaluate the perioperative and postoperative follow-up results of patients operated for a parotid mass.
\r\n
Materials and Methods: A total of 66 patients who were operated between 2000 and 2011, were evaluated retrospectively.
\r\n
Results: The mean age of the patients was 48,6. On the basis of post-operative histopathologic assessement, 61 of the cases were found to be primary benign, 3 of the cases primary malignant and 2 of the cases secondary malignant. Pleomorphic adenoma was the most common in primary benign tumors group with 29 cases, Warthin tumors were in the second place with 14 cases. Adenoid cystic carcinoma, adenocarcinoma and expleomorphic adenoma were observed as primary malignant tumors. Both of the seconder malignant tumors were metastasis of squamous cell carcinoma. Sensitivity and specifity of the preoperative fine needle aspiration biopsy in the benign-malignant differentiation were found as 60 % and 96 %, respectively. Superfacial parotidectomy, total parotidectomy and radical parotidectomy were used as surgical procedures. In addition to this procedure, neck dissection was performed in several cases. The most frequent complication was temporary facial nerve paresis.
\r\n
Conclusion: Fine needle aspiration biopsy is an effective diagnostic procedure for the benign-malignant differentiation of the parotid tumors. Superfacial parotidectomy is an adequate and efficient surgical procedure for the benign parotid tumors and complication risk is considerably low when applied carefully. For malignant tumors, superfacial, total or radical parotidectomy should be performed and when necessary, neck dissection and postoperative radiotherapy should be added to the treatment.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
Muzaffer Haldun Çolak, Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Halil İbrahim Taşcı, Ramazan Atalay
Özeti
Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
TorsIon Of Meckel's DIvertIculum Caused By CongenItal FIbrous Band
Meckel divertikülü, gastrointestinal traktın en sık görülen konjenital anomalisidir. Vakaların çoğu asemptomatiktir. Genel olarak cerrahi ve otopsiler esnasında rastlantısal olarak bulunur. Ani gelişen karın ağrısı ve akabinde hayatı tehdit edici komplikasyonlarla karşımıza çıkabilir. Komplikasyon gelişmiş bir Meckel divertikülünde tanı, genel olarak tanısal laparotomiler sonrasında konulmaktadır. Biz bu makalemizde, akut apandisit (a.apandisit) ön tanısı ile operasyona alınan ve cerrahisi laparoskopik olarak tamamlanan, literatürde ender bir komplikasyon olarak belirtilen fibrotik banta bağlı torsiyona uğrayarak gangrene olmuş meckel divertikülü olgumuzu sunmak istedik.
Meckel’s diverticulum is the most frequently seen congenital anomaly of the gastrointestinal tract. Most of the cases are asymptomatic. Generally they are found randomly during surgical procedures and autopsies. They can be seen following fulminant abdominal pain and subsequently life-threatening complications. A Meckel’s diverticulum with complications is generally diagnosed following diagnostic laparotomy procedures. In our study, we present the case of a gangrened Meckel’s diverticulum case twisted and attached to the fibrotic band, which is reported to be a rare complication in literature. The patient was taken into surgery with the pre-diagnosis of acute appendicitis and the procedure was completed laparoscopically.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
Arif Aslaner, Tuğrul Çakır, Umut Rıza Gündüz, Burhan Mayir, Nurullah Bülbüller
Olgu sunumu
Özeti
Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
PrImary EpIploIc AppendagItIs: Case Report
Primer Epiploik Apandisit cerrahiye gereksinim duymadan kendi kendini sınırlayabilen bir durumdur. Bilgisayarlı Tomografi ile tanısı doğrulandıktan sonra konservatif olarak tedavi edilebilir. Acil servisimize ani başlayan karın ağrısı ile başvuran 36 yaşında erkek hastayı tartıştık.
\r\n
Primary Epiploic Appendagitis is a self-limited condition without need any surgery. It can be conservatively treated after diagnosis with Computerized Tomography. We discuss a healthy 36-year-old man who admitted to our emergency clinic with sudden onset abdominal pain.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolonoskopi İle İnvajinasyonun Pnömotik Redüksiyonu
Ercüment Taşpınar, Müslim Yurtçu, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Kolonoskopi İle İnvajinasyonun Pnömotik Redüksiyonu
Colonoscopy-AssIsted PneumatIc ReductIon Of IntussusceptIon
Bu çalışmada deneysel kolokolik invajinasyonun kolonoskopi ile pnömotik redüksiyon (PR) unun değerlendirilmesi amaçlandı. Tavşanlar 14’erli 2 gruba ayrıldı. Deneklerin deneyden 1 gün önce gıda alımları durduruldu, parenteral olarak beslendi. Orta hat cilt kesisi sonrası karın duvarı açılarak kolokolik invajinasyon oluşturuldu. Tüm tavşanlara postoperatif 100 ml/kg/gün elektrolit solüsyonu verildi. Grup A 2, grup B 3 gün gözlendi. Kolonoskopi eşliğinde PR gerçekleştirildi. Grup A’da 14 tavşanın 3’ünde çilek jölesi tarzında gaita çıkışı gözlendi. Ortalama ağırlıkları 3.970±2.137 kg, redüksiyon süresi 3.97±2.47 dakika, hava basıncı 44.0±2.6 mmHg ve redüksiyonun başarı oranı %100’dü. Bu grupta perforasyon gözlenmedi. Grup B’de 14 tavşanın 5’inde çilek jölesi tarzında gaita çıkışı gözlendi. Ortalama ağırlıkları 4.1±2.75 kg, redüksiyon süresi 4.01±1.71 dakika, hava basıncı 55.9±13.3 mmHg ve redüksiyonun başarı oranı % 93’tü. Bu grupta 1 tavşanda perforasyon gözlendi. Grup B’de verilen hava basıncının grup A’ya göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi (p
The aim of this study was to evaluate colonoscopyassisted pneumatic reduction(CAPR) of experimental colocolic intussusception(CCI). Twenty eight rabbits were divided into 2 groups each containing 14 rabbits: Group A and B. The animals were not fed orally 1 day before the experimental study and fed parenterally. After median line skin incision, abdominal wall was opened. Colocolic intussusception was performed. 100 ml/kg liquid electrolyte solution was given to all rabbits in postoperative period. Group A was observed for 2 days and Group B for 3 days. In Group A, the “currant jelly” stools were observed. Mean weights were 3.970±2.137 kg, reduction duration 3.97±2.47 minutes, air pressure 44.0±2.6 mmHg, and the success rate of reduction 100%. Perforation was not observed in this group. In Group B, the “currant jelly” stools were observed in 5 of 14 rabbits. Mean weights were 4.111±2.754 kg, reduction duration 4.01±1.71 minutes, air pressure 55.9±13.3 mmHg, and the success rate of reduction 93%. Perforation was observed in 1 rabbit in this group. The air pressure in group B was significantly higher than group A (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Ersin Turan, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Spontaneous IdIopathIc PneumoperItoneums: Four Case Reports And
revIew Of The LIterature
Pnömoperitoneumların %90’dan fazlası gastrointestinal
perforasyonların sonucu olarak meydana gelmektedir. Ancak
bazen pnomoperitoneum visseral perforasyonla ilişkili değildir. Bu
çalışmamızda spontan idiopatik pnömoperitoneum tespit edilen 4
vakanın takdimi ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Yaşları 58-83 arasında değişen ve acil servise başvuruları esnasında
yapılan görüntüleme yöntemlerinde karın içi serbest hava tespit
edilen ancak etyolojisi belirlenemeyen 4 olgu takdim edilmektedir.
Bu olgulardan 3’üne cerrahi sonrası, birine ise medikal takip sonrası
spontan idiopatik pömoperitoneum tanısı konulmuştur. Olguların tümü
erkek olup özgeçmişlerinde KOAH tanıları dışında pnömoperitoneum
oluşturacak etyolojik faktör yoktu. Spontan pnömoperitoneumların
belirlenmesinde detaylı öykü, fizik muayene bulgularının da ayrıntılı
olarak değerlendirilmesi gereksiz laparotomileri engelleyebilir.
Pnömoperitoneum tespit edilen hastalarda neden bulunamamışsa
KOAH öyküsünün sorgulanması önerilir.
More than 90% of pnömoperitoneum occur as a result of
gastrointestinal perforation. However, sometime spneumoperitoneum
is not associated with visceral perforation. In this study, we aimed to
introduce the four cases of idiopathic spontaneous pneumoperitoneum
and to review the literature. Ages were between 58 and 83 years old
and intra-abdominal free air was determined during the emergency
room imaging applications with undetermined etiology. One patient
was diagnosed with idiopathic spontaneous pömoperitoneum after
medical follow-up, and the others were diagnosed after surgery.
All patients were male and did not have any etiologic factors other
than diagnosis of COPD to create pneumoperitoneum. A detailed
history and physical examination findings may prevent unnecessary
laparotomy for diagnosis spontaneous pnömoperitoneum. In
spontaneous pnömoperitoneum patients, it is suggested that COPD
history should be questioned if no other etyological factor was found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisi
Özkan Solmaz, Bülent Ataş, Adnan Karaibrahimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisi
ClInIcal, Laboratory And EpIdemIologIcal CharacterIstIcs Of FamIlIal
medIterranean Fever In ChIldhood And The RelatIonshIp Between
these Features WIth GenetIc MutatIons
Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) seröz zarların inflamasyonu
ile karakterize, ataklarla seyreden bir hastalıktır. MEVF gen
mutasyonlarının keşfinden sonra, genotipin fenotipe etkisi ile ilgili
bir çok çalışma yapılmış, bazı araştırmalarda genotip ile fenotip
arasında ilişki bulunurken, bazılarında bulunamamıştır. Bu çalışmada
AAA hastalarının klinik özellikleri ve kolşisine yanıtlarının genotiple
ilişkisinin araştırılması amaçlandı. AAA tanısıyla izlenmekte olan
131 hastanın dosyaları retrospektif olarak taranarak demografik,
klinik veriler ve mutasyon analizleri kayıt edildi. Hastalarımızın
%52.7’si erkek, %47.3’ü kızdı. Hastalarımızın şikayetlerinin başlama
yaşı ile tanı yaşının dağılımı farklılık göstermekteydi (p=0.00). En
sık görülen semptom karın ağrısı (%94.7) ve onu sırasıyla ateş
(%91.6), artralji (%65.6) ve göğüs ağrısı (%27.5) takip ediyordu.
Enfeksiyon, stres, menstürasyon, spor gibi faktörler bazı hastalarda
atağı tetiklemekteydi. En sık görülen mutasyonlar sırasıyla M694V
(%50.4), M680I (%26.7), 148Q (%11.5) idi. Mutasyon saptanmayan
%14.5 hastamız vardı. M694V homozigot olan hastalarda bulantı
ve kusma daha az, E148Q heterozigot olan hastalarda artralji daha
fazlaydı (p<0.05). Aynı aileden kolşisine dirençli 3 hastamız vardı.
Çalışmamızda AAA hastalarının fenotip ve genotipi arasında önemli
bir ilişki gözlenmemiştir. İnfantil dönemde hastalığın tanınması
zor olup, komplikasyonları önlemek adına hastaneye sık başvuran
hastalarda AAA tanısı da akla gelmelidir.
Familial Mediterranean Fever (FMF) is characterized by attacks
and inflammation of serous membranes. After discovery of MEVF
mutations, several studies have been carried out about the effect
of genotype to phenotype, a number of them showed relationship
between genotype and phenotype, but some of them not. The aim
of our study was to investigate the relationship between genotype
and clinical features in children with FMF. This study was performed
with 131 patients who have FMF diagnosis. The demographic data,
clinical findings, mutations were investigated retrospectively. 52.7%
of our patients were boys, 47.3% were girls. Distribution of the age
of diagnosed was different from age of onset of symptoms (p=0.00).
The most frequent symptom was abdominal pain (94.7%) and it is
followed by fever (91.6%), arthralgia (65.6%) and chest pain (27.5%).
Infection, stress, menstruation and physical training triggered the
attack in some patients. Respectively, the most common mutations
were M694V (50.4%), M680I (26.7%) and 148Q (11.5%). No mutation
was detected in 14.5% of our patients. Nausea and vomiting were
less in M694V homozygous patients, and arthralgia was higher in
E148Q heterozygous patients (p<0.05). We had 3 patients with
colchicine-resistant who were siblings. In our study, a significant
relationship between phenotype and genotype was not observed. It
is difficult to recognize the disease in infancy period, FMF should be
considered in patients with frequently admitted to hospital in order to
avoid complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Travmalı 255 Olgunun Analizi
Murat Öncel, Kazım Gürol Akyol
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Travmalı 255 Olgunun Analizi
AnnalysIs Of 255 Cases WIth Chest Trauma
Ocak 2005 - Temmuz 2009 yılları arasında tedavi edilen toraks travmalı hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmamıza 220 erkek, 35 kadın alındı. Bunların ortalama yaşı 38.2 idi. Toraks travmalarının nedenleri, eşlik eden toraks dışı yaralanmalar, oluşan patolojiler ve tedavi yaklaşımları incelendi. Olgulardan 167’sinde künt, 88’inde ise penetran göğüs travması mevcuttu. Künt travmalarda %78 ile trafik kazaları, penetran travmalarda ise %92 ile kesici delici alt yaralanması en sık etiyolojik nedenlerdendi. En sık rastlanan patolojiler sırayla, yumuşak doku yaralanması (%35), pnömotoraks (%29), hemopnömotoraks (%22), multipl kot fraktürü (%21) ve hemotorakstı (%17). Hastaların 60 tanesinde (%23.5) toraks dışı ek patolojilere saptandı. En sık görülenler; kafa travması (%26.1), ekstremite yaralanmaları (%24.3), abdominal yaralanmalar (%21.1) idi. Tedavi yöntemi olarak 167 vakaya (%67.49) tüp torakostomi, 35 hastaya torakotomi- diyafragma onarımı (%13.7), 53 hasta konservatif olarak takip edildi (%20.78), 3 hasta hayatını kaybetti (%1.17). Toraks travmaları önemli bir morbitide ve mortalite nedenidir. Tedavileri hızlı ve sistematik bir yaklaşımla uygulanmalıdır.
Retrospectively evaluated patient with thoracic trauma who were hospitalized and treated at chest surgery clinic from january 2005-july 2009 A total of 255 patient(220 male-35 female mean age 38.2) with thoracic trauma were evaluated with respect to etiology¬ thoracic pathologies assosiated injuries and treatment methods. Blunt and penetrating thoracic injuries were found in 167 and 88 patients .Respectively the most common cause were traffic accidents (%78) and stab wounds, (%92) for blunt and penetrating thoracic injurıes.The most frequent thoracic pathologies were soft injurıes(%35) followed by pneumothorax(%24), multpl rib fractures ,(%21) hemopneumothorax(%20) and hemothorax(%17).Extrathoracic injurıes were seen in 60(%23.5) patients .The most common being cranial(%45) ,extremity injuries(%38) and abdominal (%18.3). Treatment was conservative 53 patient (%20.78) tube thoracostomy (n- 167 %67.49)diapragmatic repair or bleeding control with thoracotomy (n-35 %13.7). Mortality occured in 3 patients (%1.17) It is important that thoracic trauma patients with increased risk of mortality and morbidity should recieve immidiate and systematic treatment
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
Mahmut Abuhandan, Hasan Kandemir, Cemil Kaya, Bülent Güzel, İbrahim Fatih Karababa, Bülent Koca, Muazzez Çevik
Araştırma makalesi
Özeti
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
QualIty Of LIfe And PsychIatrIc PropertIes In ChIldren WIth FunctIonal
abdomInal PaIn
Bu çalışmada fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerde,
rahatsızlığın yaşam kalitesi ve psikiyatrik belirtileri üzerine etkisinin
değerlendirilmesi amaçlandı. Roma III kriterlerine göre fonksiyonel
karın ağrısı tanısı alan 30 hasta ile birlikte yaş ve cinsiyetleri eşleşmiş
30 sağlam çocuk kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Gruplara,
Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Çocuklar için DurumlukSüreklilik
Kaygı Ölçeği (ÇDSKÖ) ve Çocuklar için yaşam kalitesi
ölçeklerinin Ebeveyn ve Çocuk formları (ÇİYKÖ-E ve C) uygulandı.
Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerin yaşam kalitesi
tüm ölçek puanları, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan
çocuk ve ergenler için yaşam kalitesi ebeveyn açısından tüm ölçek
puanları, kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve
ergenlerin çocuklar için depresyon ölçeği, çocuklar için süreklilik
kaygı ölçeği ve çocuklar için durumluluk kaygı ölçeği puanları, kontrol
grubun göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p
değerleri sırasıyla p<0.001, p=0.003, p=0.001). Fonksiyonel karın
ağrısı olan çocukların, kontrol gruplarına göre yaşam kalitesinde
azalma, sürekli kaygı içinde oldukları ve depresyona meyil oldukları
tespit edildi.
In this study, it was aimed to evaluate the effects of functional
abdominal pain and psychiatric signs on life quality in childrens and
adolescents. 30 patients diagnosed with functional abdominal pain
according to Roma III criterias and 30 healthy children as control
group matched of age and gender were included in the study. Child
Depression Inventory (CDI), State-Trait Anxiety Inventories for
Children (STAI-C) and Pediatric Quality of Life Inventory Parent
and Child Versions (PedQL-P and C) were applied to both patient
and control groups. All scale scores of life quality of childrens
and adolescents with functional abdominal pain were statisticaly
significance lower than control group (p<0.001). All the score of
life quality in terms of parents of childrens and adolescents with
functional abdominal pain were statisticaly significance lower than
control group (p<0.001). Depression scale, trait anxiety inventory
and state anxiety scores for children and adolescents with functional
abdominal pain were statisticaly significance higher than control
group (p<0.001, p=0.003, p=0.001, respectively). When compared
to control group, lower life quality scale scores , increased anxiety
levels tendency to depression and generally decreased life quality
status were determined in functional abdominal pain group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
Tevfik Küçükkartallar, Bayram Çolak, Murat Çakır, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
PerforatIon Caused By GastroIntestInal Stromal Tumour In ProxImal Jejunum
Gastrointestinal tümörlere (GİST) bağlı perforasyon çok sık görülen bir durum değildir. Bu yüzden proksimal jejenumda GİST’e bağlı perforasyon görülen bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 30 gündür karın ağrısı olan bir hasta akut karın tanısıyla ameliyat edildi. Proksimal jejenumda perforasyon vardı. Bu segmentin rezeksiyonundan sonra yapılan histopatolojik inceleme sonucu yüksek risk grubunda GİST olarak bildirildi. Hastanın cerrahi tedavisi tamamlandıktan sonra medikal tedavisi düzenlendi. Histopatolojik olarak yüksek risk grubunda olduğu için yakın takibe alınan hastada sürelik takipte nüks bulgusu bulunmadı. Genellikle rastlantısal olarak saptanan GİST vakaları bazen perforasyonla da akut karın tablosu olarak karşımıza çıkabilir.
Perforation caused by gastrointestinal stromal tumours (GIST) is not a frequently observed phenomenon. Therefore, we intend to present a case in which perforation was observed in proximal jejunum caused by GIST. A patient who had been complaining of abdominal pain for about 30 days was operated on after being diagnosed with acute abdominal pain. Perforation was observed in proximal jejunum. At the end of the histopathological examination performed after the resectioning of this segment, the case was reported as high risk GIST. A medical treatment was arranged for the patient after his surgical treatment was completed. No finding of recurrence of the disease exists in the patient who has been kept under close observation as he is in the high risk group histopathologically. Generally identified by chance, cases of GIST may also present themselves as acute stomach through perforation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
Mehmet Ali Eryılmaz, Süleyman Baktık, Serden ay, Ömer Karahan, İsmet Tolu, Ahmet Okuş, Hakan Yılmaz, Selman Cevheroglu
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
IncIdence Of PathologIes Detected By AbdomInal
ultrasonography ScreenIng
Konya il sınırları içinde ultrasonografi ile tespit edilebilen
karın hastalıklarının sıklığını belirlemek. Çalışmaya katılacak
kişi sayısını ve hedef kitleyi çalışmada yer alan istatistik uzmanı
belirledi. Katılımcıların kimlik bilgileri, özgeçmiş ve soygeçmişini
içeren kısa bir form dolduruldu. Karın ultrasonografisi hastalar
sırt üstü yatar pozisyonda yapıldı. Ultrasonografi ile hepatobiliyer
sistem, genitoüriner sistem, dalak, orta hat ana vasküler yapılar
karın ön duvarı değerlendirildi. Ultrasonografi ile tarama yapılan
2010 kişinin yaş ortalaması 46 (18-94), 1071 (%53,3)’ ü kadın, 939
(%46,7)’ si erkekti. Yapılan karın USG’ sinde, 371 (%18,5) kişide
hepatosteatoz, 14 (%0,7) kişide karaciğerde hemanjiom, 11 (%0,5)
kişide karaciğerde kisthidatik, 60 (%3,0) kişide safra taşı, 13 (%0,6)
kişide splenomegali, 3 (%0,1) kişide dalakta basit kist, 4 (%0,2)
kişide aort anevrizmasına rastlandı. Üriner sistemin incelenmesinde,
34 (%1,7) kişide taş, 145 (%7,2) kişide basit kist tespit edildi.
Genital organların incelenmesinde 8 (%0,7) kadında myoma uteri,
4 (%0,4) erkekte prostat hipertrofisi tespit edildi. Konya toplumunda
karın ultrasonografisinde sık rastlanan patolojik bulgular sırasıyla
hepatosteatoz, böbrek kisti, safra kesesi taşı, böbrek taşı idi.
The aim of the study is determine the incidence of pathologies
detected by abdominal ultrasonography in Konya. Screening has
begun in 2011 after the necessary permissions from local ethical
committee. Participators’ identity, age, gender, history and family
history has been recorded. Abdominal ultrasonography has been
performed in supine position. Hepatobiliary, genitourinary systems,
spleen, midline structures and anterior abdominal wall has been
evaluated. The mean age of 2010 participants was 46 (18-94). There
were 1071 (53.3%) female and 939 (46.7%) male. In abdominal
ultrasonography; hepatosteatosis in 371 (18.5%), liver hemangioma
in 14 (0.7%), hidatic cyst of liver in 11 (0.5%), cholelithiasis in 60 (3%),
splenomegaly in 13 (0.6%), simple cyst of spleen in 3 (0.1%), aortic
aneurism in 4 (0.2%) participants were detected. In renal evaluation;
nephrolithiasis in 34 (1.7%) and simple cyst in 145 (7.2%) participants
were detected. In pelvic evaluation; prostatic hypertrophy in 4 (0.4%)
males and myoma uteri in 8 (0.7%) females were detected. In Konya
population most common pathologies at abdominal ultrasonography
were hepatosteatosis, renal cyst, cholelithiasis and nephrolithiasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kliniğimizde Gerçekleştirilen Histerektomi Olgularının Klinik Ve Demografik Özelliklerinin Değerlendirilmesi
Aybike Tazegül, Ali Acar
Araştırma makalesi
Özeti
Kliniğimizde Gerçekleştirilen Histerektomi Olgularının Klinik Ve Demografik Özelliklerinin Değerlendirilmesi
EvalatIon Of The ClInIcal And DemographIc CharacterIstIcs Of The Hysterectomy Cases Performed In Our ClInIc
Kliniğimizde 2 yıllık süre içerisinde uygulanan histerektomilerin değerlendirilmesini amaçladık. Çalışmamızda Ocak 2008-Aralık 2009 arasındaki 2 yıl içerisinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda çeşitli endikasyonlarla abdominal histerektomi ve vajinal histerektomi işlemleri uygulanan toplam 853 hastanın klinik ve demografik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Kliniğimizde en sık histerektomi, myoma uteri endikasyonu ile gerçekleştirilmiş olup 2008-2009 yılları arasında 358 (%41.9) hastaya uygulanmıştır. İkinci en sık histerektomi endikasyonumuz jinekolojik maligniteler olup 161 (%18.8) hastaya uygulanmıştır. Kliniğimizde abdominal histerektomi (total ve subtotal) oranı %93.6 iken vajinal histerektomi oranımız %6.4 olarak saptanmıştır. Vakaların 453’ünde (%53.1) histerektominin yanı sıra bilateral salpingoooferektomi (BSO) uygulanmıştı. Abdominal histerektomi gurubunda %0.5 mesane yaralanması, %0.37 üreter yaralanması ve %0.37 barsak yaralanması görüldü. Vajinal histerektomi gurubunda 1 (%1.85) hastada mesane yaralanması oluştuğu görülmüştür. Histerektomi, myoma uteri, jinekolojik maligniteler, uterovajinal prolapsus, endometriozis ve peripartum kanama gibi çeşitli endikasyonlar nedeniyle jinekologlar tarafından en sık uygulanan operasyondur. Abdominal, vajinal ve laparoskopik histerektomi tiplerinin birbirlerine olan avantajları ve dezavantajları bilinmekle birlikte halen kliniğimizde abdominal histerektomi daha sık olarak uygulanmaktadır.
To evaluate the hysterectomies carried out in our clinic for a period of two years. The study retrospectively evaluates the clinical and demographic characteristics of the 853 patients that had abdominal hysterectomy and vaginal hysterectomy procedures with various indications for the two years from January 2008 to December 2009 in Selcuk University, Faculty of Medicine, Gynecology and Obstetrics Department. In our clinic, the most common indication for hysterectomy was myoma uteri and the procedure was performed on 358 (41.9%) patients between the years 2008 and 2009. The second most common indication was gynecological malignancies and hysterectomy was performed on 161 (18.8%) patients. The ratio of abdominal hysterectomy (total and subtotal) was determined to be 93.6%, whereas the ratio of vaginal hysterectomy was 6.4%. As well as hysterectomy, bilateral salpingo ooforectomia (BSO) was also performed in 453 (53.1%) cases. We have seen 0.5% bladder injury, 0.37% ureter injury and 0.37% bowl injury in the abdominal hysterectomy group. In vaginal hysterectomy group, there was 1 case (1.85%) with bladder injury. With various indications such as myoma uteri, gynecological malignancy, uterovajinal prolapse, endometriosis and peripartum hemorrhage, hysterectomy is the most commonly performed operation by gynecologists. Although, the relative advantages and disadvantages of the abdominal, vaginal, and laparoscopic hysterectomy types are known, abdominal hysterectomy is still the most common procedure in our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Faruk Aksoy
Olgu sunumu
Özeti
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Non-OperatIve Treatment In Post-TraumatIc LIver LaceratIon: HepatIc Artery EmbolIzatIon
Karaciğer karın travmalarında en sık yaralanan organdır ve
mortalite oranı halen çok yüksektir. Gelişen tanı metodları ile
nonoperatif takip gündeme gelmiştir. Geç dönemde intraparankimal
hematom artışı ile sarılığa sebep olmuş nonoperatif yöntemlerle tedavi
edilen bir vakayı sunmayı amaçladık. Künt karın travması sonrası
karaciğer yaralanması olan 17 yaşında erkek hastaya geç dönemde
büyüyen, genel durumunu bozan ve sarılığa sebep olan hemotom
nedeniyle embolektomi uygulanarak tedavi edildi. Geç dönemde
karaciğer parankim içi hemotomların artabileceği, artan hemotoma
bağlı intraparankimal safra yollarına bası nedeniyle hastanın sarılığı
ortaya çıkacağı ve bu durumun cerrahi dışı yöntemlerle etkin bir
şekilde tedavi edilebileceği bilinmelidir.
The liver is the most frequently wounded organ in the abdominal traumas and the rate of mortality is still very high. We aimed to present a case that was treated with non-operative methods which led to hepatitis because of increase in intraparenchymal hematoma in the late period. Seventeen-year-old male patient who had liver laceration after blunt abdominal traumas was treated with embolectomy due to liver hematoma. In late period, liver parenchymal hematoma can be increased and patients can develop hepatitis because of increased hematoma pressure on intraparenchymal biliary tract and this situation can be effectively treated with non-surgical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nekrotizan Fasiitte Erken Tanı Ve Prognoz: 34 Hastanın
retrospektif İncelenmesi
Mehmet İhsan Okur, Alpagan Mustafa Yıldırım, Tahir Şen, Bilsev İnce
Araştırma makalesi
Özeti
Nekrotizan Fasiitte Erken Tanı Ve Prognoz: 34 Hastanın
retrospektif İncelenmesi
Early DIagnosIs And PrognosIs Of NekrotIzIng FascIItIs: A
retrospectIve AnalysIs Of 34 PatIents
Bu çalışma, nekrotizan fasiitte (NF) erken tanı koyabilmek için
yapılması gereken girişimleri belirlemek, erken yapılan ve gerekli
olduğunda tekrarlanan cerrahi girişimin önemini göstermek ve
laboratuar testleri ile prognoz hakkında fikir edinebilmek amacıyla
planlandı. 2005-2010 yılları arasında başvuran ve NF tanısı konan 34
hasta çalışmaya alındı. Hastalar yaş, cinsiyet, etiyoloji, predispozan
faktörler, laboratuvar bulguları, başvuru süresi, cerrahi debridman
sayısı, enfeksiyonun yerleşim yeri, kültür sonuçları ve prognoz
açısından geriye dönük olarak incelendi. En önemli etiyolojik faktörler
cerrahi girişim ve yerel yumuşak doku enfeksiyonuydu. Predispozan
faktörler arasında obezite ve diyabet dikkati çekiyordu. Hastaların
hepsinin nekrotizan fasiit için laboratuvar risk göstergesi (LRINEC)
skorları 7 ve üzerindeydi. Ortalama LRINEC skoru 9.1 (minimum 7,
maksimum 13) olarak hesaplandı. Enfeksiyonun başlangıç yeri en sık
karın, kasık ve perine bölgeleriydi. Sadece 11 hasta bulguları takiben
ilk 48 saat içinde kliniğe başvurmuş, NF tanısı almış ve tedavisine
başlanmıştı. Yapılan yara kültürlerinde 26 hastada üreme oldu. En çok
üreyen mikroorganizmalar E. coli ve K. pneumoniae idi. Tedavi
edilen 4 hasta kaybedildi. Bunlar geç başvuran (5-10 gün), LRINEC
skoru yüksek (ortalama 12), kronik hastalıkları olan (diyabet, obezite,
kronik lenfositik lösemi) ve ileri yaşta (ortalama 74.7) hastalardı.
LRINEC skoru yüksek, 65 yaşın üzerinde ve 5 günden daha geç
başvuran hastaların prognozları kötüdür. NF düşünülen hastalarda
erken tanı konulması için fizik muayene, laboratuvar testleri ve tanıya
yönelik invazif girişimler zaman geçirilmeden uygulanmalıdır.
Present study was performed to determine the methods for early
diagnosis of necrotizing fasciitis (NF), to indicate the importance of
the early surgery and its repetition when necessary, and to predict
the prognosis using laboratory tests. Study was performed with 34
patients who were diagnosed NF between 2005 and 2010. Prognosis
were retrospectively inspected in terms of the age, gender, etiology,
predisposing factors, laboratory findings, the application period,
the number of surgical debridement, infection location and culture
result of the patients. The most important etiological factors were
found to be surgical intervention and local soft tissue infection.
Among the predisposing factors of obesity and diabetes were found
to be the most common. All patients had laboratory risk indicator
for necrotizing fasciitis (LRINEC) score of 7 or above. The mean
LRINEC score was found to be 9.1. Abdominal, groin and perineum
were the common infection locations. Only 11 patients admitted to
the hospital, diagnosed and received treatment for NF within the first
48 hours after the first symptoms. The wound cultures were positive
in 26 patients. Most commonly grown microorganisms were E. coli
and K. pneumoniae. Four patients who died during treatment
were advanced age (mean 74.7), admitted late (5-10 days), had high
LRINEC scores (mean, 12) and chronic diseases (diabetes, obesity,
chronic lymphocytic leukemia). The patients who have high LRINEC
score, over the age of 65 and admitted in 5 days or more after the
first symptoms, were observed to have poor prognosis. Whenever a
patient is suspected to have NF, physical examination, laboratory
tests and invasive diagnostic procedures should be performed
immediately in order to have an early diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı İle Gelen Hastada Yaygın Arteriyal Tromboz–vaskülit
Özlem Özer Çakır, Gökhan Güngör, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
Karın Ağrısı İle Gelen Hastada Yaygın Arteriyal Tromboz–vaskülit
DIssemInated ArterIal ThrombosIs In A PatIent PresentIng WIth
abdomInal PaIn-VasculItIs
Büyük damar vasküliti primer vaskülitlerin bir parçası olmakla
birlikte, daha çok aorta ve onun dallarının kronik granülomatöz
inflamasyonu ve obliteratif değişiklikleriyle karakterizedir. Takayasu
arteritinde abdominal vasküler yapılar sık tutulmasına rağmen karın
ağrısı nadir tanımlanan klinik bir semptomudur. Şimdiye kadar tıp
literatüründe ilk semptomu akut ya da kronik karın ağrısı olan on üç
Takayasu arteriti olgusu bildirilmiştir. Bizim olgumuzda da acil servise
akut karın ağrısı ile başvuran 45 yaşındaki kadın hastada abdominal
görüntüleme yönteminde aorta ve dallarında yaygın trombüs ve
organ enfarktı ortaya çıkan, büyük damar vasküliti (Takayasu arteriti)
hastasını sunmayı amaçladık.
Large vessel vasculitis, although a part of the primary
vasculitides, more branches of the aorta and is characterized by
chronic granulomatous inflammation, and obliterative changes.
Abdominal pain is rarely described as a clinical manifestation of
Takayasu arteritis, although abdominal vascular involvement is
common in this disease. Until now, at the medical literature, which
is the first symptom of acute or chronic abdominal pain have been
reported in thirteen cases with Takayasu’s arteritis. In our case, we
aimed to present that the diagnosis of the large vessel vasculitis
(Takayasu’s arteritis) at the 45 years old woman admitted to the
emergency room with acute abdominal pain and her abdominal
imaging method showed that organ infarction and widespread
thrombosis with branches of the aorta.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beckwith-Wiedemann Sendromu Ve Uzamış Hipoglisemi
Erdal Peker, Ercan Kırımi, Oğuz Tuncer, Sinan Akbayram
Olgu sunumu
Özeti
Beckwith-Wiedemann Sendromu Ve Uzamış Hipoglisemi
BeckwIth-WIedemann Syndrome And Prolonged HypoglycemIa
Beckwith-Wiedemann sendromu (BWS), makrosomi, makroglossi, karın duvar defektleri, hemihipertrofi ile karakterize prenatal veya postnatal bir aşırı büyüme sendromudur. Hastalığın komplikasyonları arasında wilms tümörü, rabdomyosarkom, nöroblastom gibi embriyonal kanserlerle ve hipoglisemi sayılmaktadır. BWS’lu bebeklerin yaklaşık %30’unda hipoglisemi rastlanmaktadır. Hipoglisemi nedeni tam olarak bilinmemekte ve hiperinsülinemi suçlanmaktadır. BWS’da hipoglisemi genellikle yaşamın ilk üç gününden sonra iyileşmesine rağmen vakaların %5’inde dirençli hipoglisemi devam etmektedir. Sonuç olarak BWS’lu bebeklerde kan şekeri düzeyleri ilk saatlerden itibaren düzenli izlenmeli ve insülin düzeyleri de kontrol edilmelidir. Hiperinsülinemi varlığında hipoglisemi problemi burada sunulan vakada olduğu gibi uzayabilir
Macroglossia, prenatal or postnatal overgrowth, macrosomia, macroglossia, and abdominal wall defects (omphalocele, umbilical hernia, or diastasis recti) permit early recognition of BeckwithWiedemann syndrome. Complications include neonatal hypoglycemia and an increased risk for Wilms tumor, adrenal cortical carcinoma, hepatoblastoma, rhabdomyosarcoma, and neuroblastoma, among others. The frequency of hypoglycemia in this population is between 30% and 50%. The cause of hypoglycemia is unclear but supports a hyperinsulinemia as the major factor. The majority of infants with hypoglycemia will be asymptomatic and have resolution of the hypoglycemia within the first 3 days of life. Less than 5% will have hypoglycemia beyond the neonatal period. As conclusion, in patients with BWS levels of insulin and blood glucose must be monitorized beginning from first hours of life. Hypoglycemia may be prolonged in presence of hyperinsulinemia as like this present case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
Metin Gündüz, İlhan Çiftci
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
BIlateral PerIneal EctopIc Testes In A Newborn
Ektopik testisler, inguinal kanalın skrotuma yakın yerinde, penis
kökünde, perinede, karın ön duvarında veya orta hatta yerleşebilir.
Testis gelişimi ve inmesi endokrin, parakrin, büyüme ve gelişmenin
yanında mekanik faktörlerinde etkili olduğu karmaşık bir yapıya
bağlıdır. Biz çift taraflı ektopik perineal olguyu sunduk. Olgu 6
aylıkken opere edildi, 6 ay normal boyut ve yerleşimli olarak takip
edildi. Bu raporda cerrahi olarak tedavi edilen çok az rastlanan çift
taraflı perineal testisli yenidoğan olgu sunulmuştur.
Ectopic testes are found in the superficial inguinal scrotum,
base of penis, perineum, abdominal wall, or medial thigh. Testiculer
development and descending depend on a complex interaction among
endocrine, paracrine, growth and mechanical factors. We describe
a patient with an ectopic testis located on the bilateral perineally
testes. We performed operation at 6 months of age. On follow-up for
6 months, both testes were a normal size consistency, and location.
In this report we present an extremely rare congenital anomally
of bilateral perineally ectopic testes in a newborn and its surgical
management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
Zeliha Esin Çelik, Mehmet Güzelgül
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
BenIgn UterIne MullerIan Cyst Operated WIth PreoperatIve DIagnosIs
of RIght OvarIan Cyst
Müllerien tip benign retroperitoneal kistler; perimenopozal ve
postmenopozal kadınlarda pelvik kitle olarak ortaya çıkar ve klinik
olarak ovaryan maligniteleri taklit edebilir. Burada; medikal tedaviye
dirençli postmenopozal kanaması olan ve sağ ovaryan basit kist
ön tanısıyla opere edilen kadın hastada tespit edilen benign uterin
müllerien kist olgusu sunulmuş, ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken
diğer lezyonlara dikkat çekilmiştir. Karın ağrısı ve vaginal kanama
şikayetleriyle başvuran 62 yaşında postmenopozal kadın hastanın
pelvik ultrasonografisinde sağ adneksiyel bölgede 4x3 cm ölçülerinde
sağ overden kaynaklandığı düşünülen kistik kitle tespit edildi. Daha
önce uygulanan 6 aylık medikal tedaviyle düzelmeyen postmenopozal
kanaması da olan hastaya sağ ovaryan basit kist ön tanısıyla
laparotomi uygulandı. Histopatolojik bulgularla olguya benign uterin
müllerien kist tanısı konuldu.
Benign cysts of Mullerian type present as pelvic mass in
perimenopausal and postmenopausal women mimicking ovarian
malignancy. Herein, a case of benign uterine mullerien cyst detected
in a woman with postmenopausal uterine bleeding resistant to
medical treatment and operated with a preoperative diagnosis of
right ovarian simple cyst is presented. Differential diagnosis is also
discussed. Sixty two years old postmenopausal woman presented
with complaint of abdominal pain and vaginal bleeding. A cystic mass
of 4x3 cms thougth to be originated from right ovary was determined
on pelvic ultrasound. The patient with postmenopausal uterine
bleeding resistant to medical treatment of 6 months given before
went to surgery with a preoperative diagnosis of right ovarian simple
cyst. After pathologic examination, the cyst was diagnosed as benign
uterine mullerien cyst.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Halil İbrahim Taşcı, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Murat Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Male Occult Breast Cancer ManIfestIng As AxIllary Lymph Node
metastasIs
Okult meme kanseri memede herhangi bir fizik muayene
bulgusunun olmadığı; ya da radyolojik olarak gösterilemeyen bir
kanser türüdür. Genelde primeri belli olmayan aksiller metastazla
kendini gösterir. Erkeklerde meme kanseri nadir görülen bir kanser
türüdür. Okult meme kanseri ise çok daha nadirdir ve literatürde
ancak olgu sunumu şeklinde vakalar bildirilmiştir. 46 yaşında erkek
hasta, 3 aydır olan sağ koltuk altında ele gelen kitle nedeni ile
başka bir sağlık kurumunda eksizyonel biyopsi yapılmış. Patolojik
tanısı, memenin infiltratif duktal karsinom metastazını düşündürür
bulguların ön planda olduğu adenokarsinom metastazı şeklinde
raporlanmış. Hastaya primer odak araştırması açısından batın ve
toraks tomografisi, üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopileri
yapıldı. Meme ultrasonografisi, meme manyetik rezonans
görüntülemesi ve pozitron emisyon tomografi çekildi. Bunlarda primer
odak açısından pozitif bir bulguya rastlanmaması üzerine hasta okült
meme karsinomu olarak kabul edildi ve modifiye radikal mastektomi
yapıldı. Sonuç olarak aksillada primeri belli olmayan metastatik lenf
nodu varlığında, hasta erkek olsa bile, okult meme kanseri hatırda
tutulmalıdır.
Occult breast cancer is a type of cancer with no symptoms found upon physical examination on the breasts or which can not be radiologically shown. It generally manifests itself with axillary metastasis with no known primary tumor. Breast cancer in males is rarely seen. Occult breast cancer, on the other hand, is even rarer and only case reports were found in literature. A 46-year-old male patient had excisional biopsy at another medical facility because of a palpable mass on his right armpit. The pathological diagnosis had stated that the patient had adenocarcinoma metastasis with symptoms implying an infiltrative ductal carcinoma metastasis of the breast. Abdominal and thoracic tomography, upper and lower gastrointestinal system endoscopy procedures were performed on the patient in order to determine the primary focus. Breast ultrasonography, breast magnetic resonance imaging and positron emission tomography were also performed. Upon not being able to detect any positive findings, the patient was considered to have occult breast carcinoma and modified radical mastectomy was performed. In conclusion, in the presence of metastatic lymph node with no known primary tumor in the axillary, the possibility of occult breast cancer should be taken into consideration even if the patient is male.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis
Ahmet Göçmen, Mustafa Gazi Uçar, Fatih Şanlıkan
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis
EndometrIosIs On The Cesarean Scar
Endometriozis fonksiyonel ve morfolojik olarak endometrial gland ve stromal yapısının uterus dışında bulunması halidir. Genellikle pelvisi, peritonu, overleri, cul de sac boşluğunu ve utero sakral ligamentleri tutar. Endometriozis patogenezinde; retrograd menstruasyon, metaplazi, hematojen ve lenfatik yayılım, operasyon esnasında insizyon skarı içine mekanik transplantasyon gibi çeşitli teoriler öne sürülmüştür Cilt altında kitle, şişlik, menstruasyonla beraber siklik ağrı, hassasiyet gibi klinik bulgular verebilir. Tanıda manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, ultrason ve ince iğne aspirasyon biyopsisi kullanılabilir. Skar endometriozisin cerrahi olarak tümüyle çıkarılması önerilen tedavi yöntemidir. Total eksizyon sonrası rekürrens oldukça nadirdir. Bu vakada 33 yaşında sezaryenden 3 yıl sonra pfannenstiel kesisinin sol dış tarafında siklik ağrı ve şişlik yakınması başlayan bir hastada teşhis ve tedavi ettiğimiz skar endometriozisini sunmaktayız.
Endometriosis is a condition where the functional and morphological endometrial gland and stromal structure are found outside the uterus. It occurs most often in pelvis, peritoneum, ovaries, posterior cul-desac and uterosacral ligaments. Retrograd menstruation, metaplasia, lymphatic and hematogenous outspread, mechanical transplantations in insicional scars during the operations and some else theories are introduced for pathogenesis. Subcutaneous mass, swelling, cyclic pains associated with menstruation, tenderness are likely clinical symptom and signs. Magnetic resonance imaging, computed tomography, ultrasound, fine needle aspiration biopsy are used in diagnosis. Total excision is the considered management of the scar endometriosis. Recurrens is rarely occurs after total excision. Here we present the case of 33 years old woman who had a cyclic painful mass on her p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hasan Mollahüseyinoğlu, Cemil er, Mustafa Şahin, Yaşar Ünlü
Araştırma makalesi
Özeti
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
The Effects Of AbdomInal Compartement Syndrome, On RespIratory And UrInary Systems
Amaç: Karın içi basınç (KİB) artışı ile Abdominal Kompartman Sendromu (AKS) arasındaki ilişkiyi mesane içi basıncını ölçerek incelemek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne akut batın nedeniyle müracaat eden 61 olgu kullanıldı. Olgulardan 25’i ileus, 13’ü akut pankreatit, 11’i mezenter iskemi ve 12’si gastrointestinal perforasyon tanısı aldı. Olguların tamamında mesaneye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla karın içi basıncının bir göstergesi olan mesane içi basıncı ölçüldü. Bu ölçümle eş zamanlı olarak arteriyel ve venöz kanda pH, PaCO2, PaO2, SGOT, SGPT, üre ve kreatinin değerlerine bakıldı. İlk başvuru anında yapılan bu işlemler, 24, 48 ve 72. saatlerde tekrar edildi. KİB artışı ile kan değerleri arasındaki ilişki incelendi Bulgular: Çalışmamızda KİB artışının böbrekler, solunum sistemi ve karaciğer üzerinde birtakım değişikliklere yol açtığı izlendi. KİB 10 cm H2O’yu geçince böbrek fonksiyonlarının bozulmaya başladığı, 20 cm H2O basınçtan sonra ise belirgin olarak bozulduğu görüldü. Solunum sisteminde KİB artışı ile başlangıçta solunumsal alkaloz gelişirken, AKS’nun ortaya çıktığı geç dönemlerde ise hipoksi, hiperkarbi ve metabolik asidozla karakterize solunum yetmezliği görülmekte idi KİB’nın arttığı bütün olgularda karaciğer enzimleri yüksek değerlerde bulundu. Sonuç: Mesane içi basıncı KİB’nın indirekt göstergelerinden birisidir. KİB artışı ile arteriyel ve venöz kandaki üre, kreatinin, SGOT, SGPT ve PaCO2 düzeyleri arasında pozitif, PaO2 ve pH arasında ise negatif ilişki mevcuttur.
Aim: Our aim is to investigate the relation between the increase of abdominal pressure and abdominal compartmant syndrome Material and Method: 61 patients admitted to Selçuk Univercity Meram Medical Faculty Emergency Service with diagnosis of acute abdomen were included in this study. The diagnosis were; 25 cases ileus, 13 cases acute pancreatitis, 11 cases mesentery ischemia seviand 12 cases with intestinal perforations. In all cases urine bladder pressures were recorded as the reflection of abdominal pressure. Meanwhile pH, PaCO2, PaO2, SGPT , SGOT, urea and creatinin levels were measured in venous and arterial blood samples. The procedure was repeated consequently 24, 48 and 72 hours. The correlation between abdominal pressure increase and these parameters were evaluated. Results: Increase in abdominal pressure has negative effects on renal, pulmonary and liver organ systems. Renal function effected by 10 cm H2O pressure and was obviously affected after 20 cm H2O pressure. The increase of abdominal pressure causes respiratory alcholosis; at initial time and hypoxia, hypercarbia, metabolic acidosis and respiratory insuffiency at the late period. Liver enzyms were recorded at high level in abdominal pressure increase. Conclusion: Urine bladder pressure is reflecting abdominal pressure. The incerase of abdominal pressure has positive correlation with urea, creatinin, SGOT, SGPT, and PaCO2 levels and negative correlation with PaO2 and pH levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
Hasan Esen, Metin Çapar, Gülşah Şafak
Olgu sunumu
Özeti
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
FlorId ReactIve LymphoId HyperplasIa (lymphoma-LIke LesIon) Of UterIne CervIx
Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazisi (lenfoma benzeri lezyon), başlıca kadınların üreme dönemlerinde görülen reaktif bir olaydır. Histolojik olarak bu lezyonlar lenfomaya benzer. Bu lezyonların etyolojileri multifaktöriyeldir fakat çoğu olguda neden tespit edilememiştir. 49 yaşında bayan hasta adet düzensizliği ve pelvik ağrı şikayetleri nedeni ile başka bir merkeze başvurmuş. Serviks biopsisi yapılmış ve biyopsi sonucu, serviks karsinomu ile uyumlu olarak rapor edilmiş. Hastanemize başvuran hastaya bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. BT’ de serviks hipodens ve volümü artmış görünümde idi. Probe küretaj, endoservikal küretaj ve vajinal smearinde spesifik bir özellik görülmedi. Mevcut bulgular ve şikayetleri sonrası hastaya total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi yapıldı. Makroskopik olarak serviks büyümüş ve düzensiz görünümdeydi. Subserozal yerleşimli bir adet 1,8 cm çapında myom tespit edildi. Histopatolojik incelemede serviks epitelinde erezyon ve epitel altında yoğun lenfoid hücre infiltrasyonu görüldü. Görünüm lenfomaya benzemekteydi fakat İmmunhistokimyasal CD3 ve CD20 boyamalarda lenfoid hücrelerde heterojen boyanma görüldü. Bu bulgular sonucunda olgu lenfoma benzeri lezyon olarak rapor edildi. Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazileri reaktif lezyonlardır. Yanlış tanıdan kaçınmak için; dikkatli klinik, histolojik ve immunfenotipik korelasyon gereklidir. İmmunhistokimyasal reseptör çalışmaları bu olgularda en güvenilir tanı yönetimidir.
Florid reactive lymphoid hyperplasia of uterine cervix is a reactive inflammatory process that mainly occurs in women during their reproductive years. These lesions are histologically similar to lymphoma. Etiology of these lesions are multifactorial but in many cases the cause has not been identified. A 49-year-old female patient admitted to another center with menstrual irregularity and pelvic pain complaints. A cervical biopsy was performed in that examination and the biopsy findings were compatible with cervix carcinoma. The patient referred to our hospital and computerized tomography(CT) was performed. At CT imaging cervix was hypodense and there was an enlargement in cervical volume. There were no specific findings in patient’s endometrial curettage, endocervical curettage and vaginal smear preparations. After the current findings and complaints of the patient, total abdominal hysterectomy and bilaterally Salpingo-oophorectomy were performed. Cervix was enlarged and it was in irregular appearance in the macroscopic examination. A subserosal located myoma in 1,8 cm diameter was detected. In the histopathological examination, erosion of cervical epithelium and dense lymphoid cell infiltration was observed under the epithelium. The appearance was similar to lymphoma, but immunohistochemical staining of CD3 and CD20 staining was heterogeneous in lymphoid cells. As a result of these findings, the case was reported as lymphoma-like lesion. Florid reactive lymphoid hyperplasia of cervix uteri are reactive lesions. Careful clinical, histologic and immunphenotypic correlations are required to avoid misdiagnosis. Immunohistochemical receptor studies are the most reliable diagnosis and management method of these cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Burhan Mayir, Umut Rıza Gündüz
Olgu sunumu
Özeti
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
IntestInal ObstructIon Due To TorsIoned Meckel’s DIvertIculum
Yetişkinlerde Meckel divertikülü mekanik bağırsak tıkanıklığının
nadir bir nedenidir. Non spesifik semptom ve preoperatif tanı
yetersizliği sebebiyle cerrahlar bu nadir durumu akıllarında
bulundurmalıdırlar. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hasta acil servisimize
yaklaşık 8 saat önce başlayan karın ağrısı, bulantı ve kusma
şikayetleri ile başvurdu. Hastaya akut ince bağırsak tıkanıklığı
tanısı konuldu ve acil cerrahiye alındı. Operasyonda ileoçekal valfin
60 cm proksimalinde ileumu torsiyone etmiş bir Meckel divertikülü
ve proksimalindeki ince barsakta distansiyon izlendi. Torsiyone
olmuş ileum detorsiyone edildi ve Meckel divertikülüne rezeksiyon
uygulandı. Hasta Postoperatif 3. Günde taburcu edildi. Spesimenin
histopatolojisi 3x2x1cm boyutlarında Meckel divertikülü olarak
raporlandı.
Meckel’s diverticulum is a rare cause of mechanical intestinal
obstruction in adults. Due to non-specific symptoms and preoperative
diagnosis of this rare condition, surgeons should keep in mind. A
28-year-old male patient was admitted to our emergency department
with abdominal pain, nausea and vomiting for about 8 hours before
onset. The patient was diagnosed as acute small bowel obstruction
and underwent emergency surgery. At operation a torsioned ileum
due to Meckel’s diverticulum 60 cm proximal to ileocecal valve and
small bowel distention proximal to this site was seen. Ileum was
detorsioned and Meckel’s diverticulum resection was performed.
The patient was discharged on postoperative day 3. Histopathologic
specimen were reported as Meckel’s diverticulum in 3x2x1cm size.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Halil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Mehmet Aykut Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Unusual CoIncIdences In Gunshot Wound Cases: Two Case Reports
Bu yazıda intraabdominal ateşli silah yaralanması şüphesi olan, radyolojik görüntülerin
yanıltıcı sonuçlarına rağmen konservatif olarak takip edilen 2 olgu sunulmuş ve hasta takip,
tedavisinde anamnez ve fizik muayenenin önemine vurgu yapılması amaçlanmıştır. Maruz
kaldıkları ateşli silah yaralanması sonrasında erken dönemde acil servise getirilen 20 ve 34
yaşlarında 2 erkek hastada çekilen karın tomografilerinde gastrointestinal trakt içerisinde
ateşli silah saçma tanesi saptanmış. Radyolojik görüntüleri ile uyumsuz olarak peritoneal
irritasyon bulguları olmaması üzerine hikayeleri daha detaylı bir şekilde sorgulandı. Neticede
her iki hastanın da olaydan kısa süre öncesinde ava gittiği ve av eti yediği öğrenildi. Barsaklar
içindeki saçma tanelerinin yenilen ete bağlı olduğu düşünüldü ve hastalar medikal takip
sonrasında sorunsuz şekilde taburcu edildi. Karın içi ateşli silah yaralanması sonrasında
medikal takip uygulanacak hastalarda sık sık muayene ve monitorizasyon prensiplerinin yanı
sıra iyi sorgulanmış bir hikaye de gereksiz yapılacak laparotomilerin önüne geçmede önem
arz etmektedir.
In this study two cases were presented, whom had suspicion of intraabdominal gunshot
wound and were followed conservatively despite the misleading radiological results, and
we aimed to emphasize the importance of anamnesis and physical examination. Abdominal
tomography results of two male patients aged 20 and 34, who were admitted to the emergency
department with gunshot wounds in early phase, revealed that the patients had gunshot
pellets in their gastrointestinal tracts. Upon observing that the patients had no peritoneal
irritation signs, incongruous with the radiological results, their anamnesis were questioned
in a more detailed manner. Ultimately, it was learnt that both patients had been hunting and
had eaten game meat a short while before the incident. We thought that the gunshot pellets
seen in their intestines were related to the game meat they had eaten and the patients were
discharged without any problems following medical follow-up. These cases, which were seen
to have gunshot pellets in the gastrointestinal tract as revealed by abdominal tomography
results and were followed-up medically without any problems, show that, well questioned
anamnesis alongside with careful physical examination and monitorization principles prove
to be significant in preventing unnecessary laparotomy procedures in patients receiving
medical follow-up after intra-abdominal gunshot injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Adil Kartal, Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Mustafa Şahin, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Sonrası Akut Solunum Yetmezliğine Neden Olan Bilateral Pnömotoraks
Muhammed Emin Akkoyunlu, Levent Kart, Orhan Kocaman, Hatice Özçelik, Pınar Soysal, Murat Sezer, Fatmanur Karaköse, Ahmet Danalıoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Sonrası Akut Solunum Yetmezliğine Neden Olan Bilateral Pnömotoraks
Acute RespIratory FaIlure Caused By BIlateral Pneumothorax After Ercp
Endoskopik retrograt kolanjiopankreatografi (ERKP), pankreatik ve bilier hastalıkların tanı ve tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Sık kullanımı ve güvenli kabul edilmesine rağmen nadiren bazı komplikasyonlar gelişebilmektedir. Komplikasyonlar genelde hafif şiddete olmakla birlikte düşük bir oranda ciddi mortalite ve morbidite riski mevcuttur. Makalemizde ERKP’nin ender komplikasyonlarından olan bilateral pnömotoraks, abdominal ekstraluminal serbest hava, retroperitoneal ve yaygın subkutanöz amfizem gelişen ve yoğun bakımda takip edilen bir olguyu sunmayı amaçladık. Sonuç olarak ERKP’de izlenen bu tür komplikasyonlar nadir görülmekle birlikte mortalite riski yüksektir. ERKP işleminin yoğun bakım desteğinin verilebileceği merkezlerde yapılması önerilir.
Endoscopic retrograde cholangiopancreotography (ERCP) is commonly used for diagnosis and treatment in pancreatic and biliary diseases. Although it is a commonly used and safe procedure, it can also be related with several complications. These complications are generally mild, but few of of them may cause severe morbidity and mortality. We present a rare complication of ERCP with bilateral pneumothorax, extraluminal abdominal air, retroperitoneal and wide subcutaneous emphysema. The patient was transferred to intensive care unit (ICU). As a result; because of these rare but mortal complications, ERCP must be performed in departments which can be supported by intensive care units.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Deniz Necdet Tihan, Uğur Duman, Emrah Bayam, Fatih Mehmet Erol, Evren Dilektaşlı, Özgür Pekel, Volkan Arayıcı, Özgür Dandin
Olgu sunumu
Özeti
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Acute MechanIcal IntestInal ObstructIon Due To HydatId Cyst
Echinococcus granulosus’un etken olduğu hidatik kisti,
özellikle hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde endemiktir.
Öncelikle tutulan organ karaciğer olsa da, ekinokkoz vücudun her
yerinde görülebilir. Olgu sunumu, ülkemizde endemik olarak görülen
kist hidatik hastalığının, primer olarak intraperitonealkavitede tutulum
yapabileceğini ve bu durumun akut mekanik intestinalobstruksiyon
tablosu ile prezante olabileceğini vurgulamaktadır.
Hydatid disease which is caused by Echinococcus
granulosus, is endemic in the husbandry regions. Primary
localization of the disease is liver; however, echinococcosis may
infect every organ and tissue of the human body. Aim of this report
is to emphasize that primary peritoneal hydatidosis may clinically be
presented with an acute mechanical intestinal obstruction in endemic
regions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Koray Tekin, Faruk Ö. Aytekin, Ergün Erdem, Atilla Özer, Burhan Kabay
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Is DraInage Necessary After ExcIsIonal BIopsy For Breast Masses?
Eksizyonel meme biyopsisi sonrasında penrose dren kullanımının postoperatif hematom, yara enfeksiyonu ve hastanede kalış süresine etkisini araştırmak amacıyla Aralık 1999 - Şubat 2001 tarihleri arasında eksizyonel meme biyopsisi yapılan 93 hasta, kontrollü randomize çalışmaya alındı. Hastaların 45’inde dren kullanılmazken (Grup I), 48’inde drenaj uygulandı (Grup II). Tüm hastalarda biyopsi kavitesi koleksiyon açısından ameliyat sonrası yedinci günde ultrasonografiyle değerlendirildi. Drene edilmeyen grupta 41 hastada (%91.1), drene edilen grupta 39 hastada (% 81) seroma tespit edildi. Ortalama seroma volümü drenaj uygulanmayan grupta 30.67 mİ ± 24.87 (standart sapma) (0 - 140 mİ), drene edilen grupta 25.00±16.47 mİ (standart sapma) (0 - 80 mİ) idi. Drene edilmeyen grupta 1 (% 2.2), diğer grupta 2 (% 4.1) yara enfeksiyonu vardı. Gruplar arasında yara enfek siyonu ve rezidüel kavitede kolelksiyon gelişimi açısından anlamlı fark bulunmazken (p>0.05), drenaj uygulanan grupta hastanede kalış süresi anlamlı olarak uzundu (p<0.01). Çalışmanın sonucunda meme biyopsilerinde, pen rose dren kullanımının, yara enfeksiyonu ve seroma gelişimini engellemediği kanaatine varıldı.
Betvveen the period December 1999 and February 2001, 93 women who undervvent excision biopsy of the breast were included into a controlled randomized trial to determine the effect on postoperative morbidity and hospital stay of drainage of the biopsy cavity. Among the 93 patients, drain was used in 45 (group I) and 48 (group II) had no drain. The vvounds were examined seven days after operation vvith ultrasonography. Collections such us haematoma or seroma were present in 41 (%91.1) patients with undrained vvounds compared with 39 (%81) patients wuth drained vvounds. Median collection volüme was 30.67 ml±24.87 (SD) (range 0-140) in the undrained group and 25.00±16.47 mİ (SD) (range 0-80) in the drained group. There vvas one infection (% 2.2) in undrained group and two (% 4.1) in drained group. While there vvas no significant difference betvveen two groups in terms of vvound infection and seroma (p>0.05), the length of hospital stay vvas statistically longer in drainage group (p<0.01). We conclude that breast biopsy cavity drainage with penrose drain, does notprevents vvound collections and infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
Abdülkadir Kandemir, Mahmud Zahid Ünlü, Mehmet Balasar, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
GIant SImple Renal Cyst AssocIated WIth Dyspnea
Basit böbrek kistleri; genellikle tedavi gerektirmeyen, yaygın,
benign, asemptomatik kitlelerdir. Ancak zamanla bu basit kistler
büyüyebilir, semptomatik hale gelebilir ve komplikasyonlar geliştirip
tedavi gerektirebilir. Çalışmamızda, nefes darlığı, karın ağrısı ve
asimetrik karın şişliği kliniği ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastayı
sunmayı amaçladık. Abdominal ultrasonografi (USG) görüntülemede
195x180 mm boyutuna ulaşmış ekzofitik böbrek kisti saptandı.
Hastaya devamlı perkütan drenaj eşliğinde sklerozan madde
uygulandı ve takibinde nefes darlığı geriledi. Altı ay sonraki USG
takibinde kistin kaybolduğu gözlendi.
Simple kidney cysts are common, benign and asymptomatic
masses and usually unrequire any treatment. However, this simple
cyst can grow over time, may become symptomatic and develop
complications they may require treatment. In our study, we aim to
present, the 63 -years-old male patient admitted to our clinic with
dyspnea, abdominal pain and asymmetric abdominal distension.
Abdominal ultrasonography (USG) showed that exophytic renal
cyst reached 195x180 mm. We underwent sclerosing agents in the
presence of continuous percutaneous catheter drainage and dyspnea
decreased at the follow-up. Subsequent USG after six months
revealed disparition of the cysts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Şikayetiyle Acil Servise Başvuran Geriatrik Hastaların Demografik Özelliklerinin Ve Prognozlarının Değerlendirilmesi
Zerrin Defne Dündar, Mustafa Kürşat Ayrancı
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Şikayetiyle Acil Servise Başvuran Geriatrik Hastaların Demografik Özelliklerinin Ve Prognozlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of GerIatrIc PatIents AdmItted To Emergency Department WIth A ComplaInt Of AbdomInal PaIn In Terms Of DemographIc CharacterIstIcs And PrognosIs
Amaç: Bu çalışmada Acil Tıp Kliniğimize 1 yıllık süre zarfında karın ağrısı şikayeti ile başvuran 65 yaş ve üzeri hastaların demografik özelliklerinin, acil servis bakım ihtiyaçlarının ve prognozlarının değerlendirmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Tek merkezli, retrospektif, gözlemsel çalışmaya, 15 Haziran 2015 ile 14 Haziran 2016 tarihleri arasında karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvuran 65 yaş ve üzeri hastalar dahil edildi. Hastaların elektronik ve yazılı dosyalarından ilgili değişkenler kaydedildi. Genel hasta popülasyonu ve 65-74 yaş, 75-84 yaş, ≥85 yaş gruplarında değişkenlerin farklılıkları araştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 1330 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 75,2±7,2 idi ve 582’i (%43,8) erkekti. Hastaların %58,8’i acil servisten taburcu edilirken, en sık Genel Cerrahi (%14,1) ve Gastroenteroloji (%11,4) kliniklerine yatırılmıştı. Yoğun bakım yatış oranı yaş ile birlikte artmaktaydı (p<0,001; %3,3 - %5,8 - %11,6). Ortalama hastanede yatış süresi 5,9±7,1 gündü ve hastane içi mortalite oranı %3,4 idi. 65-74 yaş grubunda hastaların %50,1’i acil servisten konsültasyon ihtiyacı olmadan taburcu edilirken, ≥85 yaş grubunda bu oran %36,6’ya düşmekteydi ve fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Hastaların %34,1’inde batın ultrasonu, %20,0’sinde batın tomografisi ve %7,5’inde batın ultrasonu ve batın tomografisi tetkiklerinin her ikisi birden yapılmıştı.
Sonuç: 85 yaş ve üzeri karın ağrılı hastalar daha fazla tetkik gereksinimi, daha fazla konsültasyon ihtiyacı, daha fazla hastaneye yatış oranı ve daha fazla mortalite oranları ile özellik sergileyen hastalardır. Karın ağrılı yaşlı hastaların acil servis yönetimi esnasında bu farklılıkların göz önünde bulundurulması hasta bakım kalitesini artırırken morbidite ve mortalite oranlarının düşmesine yardımcı olacaktır.
Aim: The aim of this study was to evaluate the demographic characteristics, emergency care needs and prognosis of patients aged 65 years and older who presented to our Emergency Medicine Clinic with abdominal pain for a period of one year.
Patients and Methods: In this single-center, retrospective, observational study included patients aged 65 years and older who presented to the emergency department with abdominal pain between June 15, 2015 and June 14, 2016. The related variables were recorded from the patients' electronic and written files. The general patient population and the differences of variables in the 65-74 age group, 75-84 age group and ≥85 age group were investigated.
Results: A total of 1330 patients were included in the study. The mean age of the patients was 75.2 ± 7.2 years and 582 (43.8%) were male. While 58.8% of the patients were discharged from the emergency department, the most common hospitalization wards were General Surgery (14.1%) and Gastroenterology (11.4%). The ICU admission rate increased with age (p<0.001; 3.3% - 5.8% - 11.6%). The mean length of stay in hospital was 5.9 ± 7.1 days and the in-hospital mortality rate was 3.4%. While 50.1% of the patients in the 65-74 age group were discharged from the emergency department without consultation, this rate decreased to 36.6% in the ≥85 age group and the difference was statistically significant (p<0.001). Abdominal ultrasound was performed in 34.1%, abdominal tomography in 20.0% and both of them in 7.5% of the patients.
Conclusion: The patients aged 85 years and older with abdominal pain are more likely to be characterized by more examination needs, more consultation needs, more hospitalization rates and higher mortality rates. Taking these differences into consideration during the management of the elderly patients with abdominal pain in emergency department will help to reduce morbidity and mortality rates while improving patient care quality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
Sinan Demircioğlu, Serhat Sayın, İrfan Fırat Özcan, Serdar Karaköse, Aynur Uğur Bilgin, Hakkı Polat
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
MesenterIc PannIculItIs In A PatIent WIth ChronIc LymphocytIc LeukemIa
Mezenterik pannikülit, mezenterik yağ dokusunu etkileyen inflamasyon ve fibrozis ile giden bir durumdur. Karın ağrısı, bulantı, kusma gibi semptomlar olabileceği gibi asemptomatik de olabilir. Etyolojisinde sıklıkla travma, abdominal cerrahi, enfeksiyon suçlanmakla beraber son zamanlarda malignite ile birlikteliği artış göstermiştir. Biz, literatürde birlikteliğine rastlamadığımız kronik lenfositik lösemili bir hastada asemptomatik mezenterik pannikülit olgusunu sunduk.
Mesenteric panniculitis is a situation which effects adipose tissue of the mesentery with inflammation and fibrosis. There may be symptoms like stomachache, nausea, vomiting or asymptomatic. Trauma, abdominal surgery, infection are the main causes and recently its association with the malignancy has been increased. We reported asymptomatic mesenteric panniculitis in a patient with chronic lymphocytic leukemia that hasn’t been experienced before in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Tuğrul Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
AppendIceal Mucocele CausIng Pseudomyxoma PerItoneI
Apendiks mukoseli, apendiksin lümeninin mukoid madde ile şişmesidir. Mukozal hiperplazide apendiks rüptürü veya peritoneal implantasyonlar oluşmaz. Ancak perfore olursa batın içerisine yayılabilir ve oluşan tabloya psödomiksoma peritonei adı verilir. Seksen beş yaşında kadın hastaya bir yıl önce apendiks mukoseli nedeniyle apendektomi yapılmış. Takiplerde psödomiksoma peritonei tespit edildi. Hastaya laparatomi yapıldı. Karın içerisindeki implantlar temizlenip omentektomi yapıldı. Apendiks mukoselinde kitle perfore edilmeden total olarak çıkarılmalıdır. Tümör perforasyonu sonrası karın içerisine yayılarak psödemiksoma peritonei oluşabilir. Psödemiksoma peritonei tespit edildiğinde tümörün total olarak çıkarılmasından sonra radyoterapi planlanmalıdır.
Appendiceal mucocele is the distension of the appendix lumen with mucoid material. Appendix rupture or peritoneal implantations do not occur in mucosal hyperplasia. However, if perforated, it might spread inside the abdomen and the resulting condition is called pseudomyxoma peritonei. Appendectomy was performed on an eight five year-old female patient because of appendiceal mucocele one year ago. Pseudomyxoma peritonei was determined in the followups. Laparotomy was performed on the patient. The implants in the abdomen were cleaned and omentectomy was performed. In appendiceal mucocele, the mass should be removed totally without being perforated. It might spread inside the abdomen following tumor perforation and pseudomyxoma peritonei might occur. When pseudomyxoma peritonei is found, radiotherapy should be planned following the total removal of the tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Kolorektal kanserlerin büyük çoğunluğu poliplerden gelişir. Beklenmedik bir klinikle ortaya çıkan ve tanıda yanılmaya neden olan karmaşık dev rektal polipli bir olguyu literatür eşliğinde tartışmak istedik. Olgu: Otuz altı yaşında erkek hasta. Yaklaşık 1 yıldır olan kramp tarzı karın ağrısı ve barsak alışkanlığında değişme mevcut. Kolonoskopide çekumda malign kitle ve rektumda dev villöz adenom tespit edildi. Çekumdaki kitle laparoskopik cerrahi ile çıkarıldı. Rektumdaki kitle lokal eksizyonla polipektomi yapıldı. Polipte kanser görülmesine rağmen cerrahi sınır ve kabul edilebilir histolojik özellikler nedeniyle yapılan işlem yeterli kabul edildi. Kolorektal polipler kanser riski taşıyan lezyonlar olduğu için detaylı histopatolojik inceleme yapılmalı ve cerrahi karar titizlikle verilmelidir
\r\n
Many of the colorectal cancers originales from polips.We wanted to discuss a case accompanied with literature who has a complicated giant rectal polip which presented with an unusual clinic and confusion in diagnosis. 36 years old male patient.He has cramp like stomache and changing in volonic habits for about a year.During colonoscopy a malign mass in caecum and a giant villous adenoma in rectum is identified.The mass in caecum is excised via laparoscopic surgery.The mass in rectum received polipectomy via local excision.Altough a cancer has seen in the polip the surgery is considered opprepriote because of the surgical frontier and acceptable histologic properties. Colorectal polips are lesions which has the risk to turn into cancers thus, detoiled histopatologic examination and gently decission of surgery is needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
Tevfik Küçükkartallar, Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Serhat Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Primer İnce Barsak Tümörlerinde Acil Cerrahi
PrImary Small IntestInal Tumor Cases In Emergency Surgery
İlerlemiş tanı yöntemlerine rağmen ince barsak tümörlerinin teşhisi zordur ve genellikle tanı esnasında ilerlemiş olarak bulunurlar. Bu kanserler sinsi olarak seyreden karın ağrısı ve kilo kaybına veya kanama, obstrüksiyon ve perforasyon gibi cerrahi gerektiren acil durumları oluşturabilirler. Acil şartlarda cerrahi işlem uyguladığımız primer ince barsak tümörlü 29 hastanın kısa dönem sonuçlarını ve klinik deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Kliniğimizde 2005-2011 yılları arasında acil şartlarda ameliyat edilen 29 ince barsak tümörlü hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri araştırılan parametrelerdi. Hastaların 16’sı erkek, 13’ü kadın olup, yaş ortalamaları 62 (35- 80) idi. Tüm vakalar acil şartlarda ameliyat edildi. Vakaların 19’u da instestinal obstrüksiyon, 6’sında invajinasyon, 6’sında perforasyon ve 1’inde ise mezenterik iskemi saptandı. Tümör yerleşimi 14 hastada ileumda, 10 hastada jejunumda ve 5 hastada ise duodenum olarak saptandı. Patolojik tanı olarak en sık 7 olgu GİST ve 7 olgu adenokarsinomdu. İnce barsak rezeksiyonu ve anastomoz en sık uygulanan cerrahi işlemdi. Ameliyat sonrası dört hastada cerrahi alan infeksiyonu, üç hastada anastomoz kaçağı görüldü. Erken postoperatif dönemde beş hastada mortalite izlendi. İnce barsak tümörleri çok nadir olarak görülür. Bulgular spesifik değildir ve tanı sürecinde daha ileri yöntemlere gereksinim duyulmaktadır. Genellikle acil cerrahi tedavi gerektirecek klinik tablo oluşturmaktadır. Tedavinin başlama zamanı sağkalımı belirleyen önemli bir etkendir.
Despite advanced diagnostic methods, diagnosis of small
intestinal tumors is hard and they are generally detected at an
advanced stage. These cancers may form emergency cases that
need to be addressed surgically like bleeding, obstruction, and
perforation or insidious abdominal pain and weight loss. We present
our clinical experiences and the short term results of 29 patients
with primary small intestinal tumors who had undergone emergency
surgical procedures. The data of these 29 patients treated at our
clinic between 2005 and 2011 were retrospectively evaluated. Study
parameters included the patients’ demographic, clinical, radiological,
and pathological characteristics. All the cases underwent emergency
surgery. 16 of the patients were male, while 13 were female, and their
mean age was 62 (35-80). Intestinal obstruction was detected in 19
of the cases, while perforation in 6, and mesenteric ischemia in 4.
Tumors were located in the ileum in 14 patients, in the jejunum in 10,
and in the duodenum in 5. The most frequent pathological diagnoses
were GIST with 8 cases and adenocarcinoma with 8 cases. The
most frequently performed surgical procedures were small intestinal
resection and anastomosis. Four patients developed surgical site
infection and three had anastomotic leaks in the post-op period.
Mortality was seen in five patients in the early post-op period. Tumors
of the small intestine are very rare. The findings are non-specific
and advanced diagnostic methods are needed during the diagnostic
process. They generally cause clinical conditions that necessitate
emergency surgery. The timing of the treatment is a significant factor
determining survival.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ergün Deniz, Ayşe Yüceaktaş, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Delayed DIagnosIs Of Subcapsular Hematoma Of The Spleen
Günümüzde künt karın travması olan hastalarda batın ultrasonografik incelemesi rutin olarak yapılmaktadır. Batın içinde serbest sıvı saptanmaması, ultrasonografik incelemenin suboptimal şartlarda yapılması ve travma son rasında dikkatin santral sinir sistemi yaralanmalarına yöneltilmesi nedeniyle dalakta subkapsüler kanaması olan olgular kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Travmadan hemen sonra rutin batın ultrasonografik incelemeleri yapılan ve dalakta patolojik bulgu saptanmayan, 3 olgunun farklı zamanlarda (1 hafta-1 yıl), değişik şikayetleri ne deniyle yapılan üst abdominal bilgisayarlı tomografik incelemelerinde dalakta subkapsüler hematom saptandı. Da lakta subkapsüler hematom tanısı gecikmiş olgularda, geç dönemlerde rüptür olabileceğinden dolayı künt karın travması ile başvuran hastaların kontrol radyolojik incelemelerinin uygun olacağı kanısındayız.
Novvadays, patients suffering from blunt abdominal trauma are examined by abdominal ultrasonography, routinly. Subcapsular bleeding of the spleen in these patients can be overlooked if there isn't free fluid in the abdominal cavity, ultrasonographic examination carried out in suboptimal contitions and after the trauma attention was in- tensified on the Central nervous system injury. İn 3 cases who have been examined by abdominal ult rasonography just after the trauma, any pathological finding was not been determined related with their spleen also examined by upper abdominal computed tomography because of their some complaints after the trauma (1 wk-1 yr) and splenic subcapsular hematomas were establised in these patients. İn patients with delayed de- velopment of splenic subcapsular hematoma following abdominal trauma can cause late rupture of the spleen, so we think that the patients suffering from blunt abdominal trauma must be examined by the control radiological methods after the trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
Veli Avci, Mehmet Melek, Salim Bilici, Perihan Tunçdemir, Deniz Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
A Rarecause Of IntestInal ObstructIonIn Infancy: PrImary IntestInal
tuberculosIs
Tüberküloz, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak
üzere halen tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu
çalışmada primer bağırsak tüberkülozu tanısı alan 14 aylık kız olgu
rapor edildi. İki aydan beri devam eden emmeme, ateş, karın şişliği,
kusma ve zayıflama yakınmaları ile kliniğimize başvuran hastaya
akut batın tablosu nedeni ile acil cerrahi uygulandı. Cerrahi girişim
sırasında makroskopik olarak tüm bağırsaklarda peynir görünümünde
lezyonlar dikkati çekti.Histopatolojik değerlendirmede bağırsak
tüberkülozu saptandı. Erken dönemde teşhisi konulamadığı için
tüberküloz tedavisini alamayan hasta kaybedildi. Çalışmada hastanın
klinik bulguları, teşhis ve tedavisi ile ilgili ayrıntılar rapor edilerek bu
ender duruma dikkat çekilmesi hedeflendi.
Tuberculosis is still an important public health problem in the
World, especially, in undeveloped and developing countries. In this
study, the primary diagnosis of intestinal tuberculosis was reported
from a 14 months old female patient. The patient applied to our
clinic with complaints of refusing breastfeeding, fever, abdominal
distention, vomiting and loss of weight, then, the patient was taken
to emergency operation due to the acute abdomen. In the operation,
cheese-shaped lesions on whole intestines were macroscopically
observed. Its histopathological examination revealed intestinal
tuberculosis. Tuberculosis treatment for patient who were not
diagnosed in the early stage was lost. In this study, details related
with clinical findings, diagnosis and curation were reported with the
aim of making an awareness on this rare case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Mehmet Aykut Yıldırım, Hülya Vatansev, Mustafa Şentürk, Cengiz Kadıyoran, Sinan İyisoy
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Our ExperIence Of NonoperatIve Management In PatIents WIth LIver Injury Due To MultIple Blunt Trauma
Amaç
Künt multiple travma nedeniyle nonoperatif tedavi (NOT) uygulanan karaciğer travmalı hastaların takibinde halen fikirbirliği yoktur. Çalışmamızda hastanemizde NOT uygulanan künt travma sonucu karaciğer yaralanması olan hastalara ait deneyimlerimizi sunmayı amaçladık.
Materyal Metod
Çalışmada hastanemize multiple travma nedeniyle başvuran ve karaciğer yaralanması olan 104 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. NOT başarılı olan hastalar ve NOT başarısız olup laparatomi yapılan hastalar tasnif edildi.
Bulgular
Künt karın travmasına bağlı 104 hastanın tamamında solid organ yaralanması olup bunların 58’inde toraks travması mevcuttu. Künt karın travması nedeniyle karaciğer yaralanması olan 94 hastaya NOT başarı ile uygulandı.10 hastada konservatif takip sırasında cerrahi tedaviye dönüldü. Yaralanma derecesine göre 35 hasta grade 1, 23 hasta grade 2, 24 hasta grade 3 ve 12 hasta grade 4 olarak derecelendirildi. NOT’un başarısız olduğu karaciğer travmalı 10 hastanın verileri NOT uygulanan grupla karşılaştırıldı.
Sonuç
Yaralanma derecesi yüksek veya toraks travmasının eşlik ettiği hastalarda komplikasyon gelişimi de artmaktadır. Grade 4 yaralanmalarda NOT uygulanan vakalarda komplikasyonların görülme oranı yüksektir.
Abstract
Objective
There is still no consensus on nonoperative management (NOM) for the treatment of patients with liver injury due to multiple trauma. In this study, we aimed to present our experience in patients who underwent NOM in our hospital due to liver injury resulting from blunt trauma.
Material & Methods
In this study, a total of 104 patients who presented to our hospital with liver injury due to multiple trauma were retrospectively evaluated. Patients with successful NOM and those who underwent laparotomy due to failure of NOM were grouped.
Results
All of the 104 patients had solid organ injury due to blunt abdominal trauma, and 58 of these had thorax trauma. NOM was successfully performed in 94 patients with liver injury due to blunt abdominal trauma. The treatment was converted to surgery in 10 patients during conservative follow-up. According to injury grades; 35 patients were graded as Grade 1, 23 patients as Grade 2, 24 patients as Grade 3, and 12 patients as Grade 4. Data of 10 patients with liver trauma and NOM failed were compared with those of the NOM group.
Conclusion
The development of complications increases in patients with high-grade injury or those accompanied by thorax trauma. The rate of complications is high in patients who receive NOM in Grade 4 injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anestezi İdamesinde Midazolamın İki Farklı Yöntemle Kullanımı Ve Flumazenilin Uyanmaya Etkileri
Ali Borazan, Selmin Ökesli, Ateş Duman, Cemile Öztin Öğün
Araştırma makalesi
Özeti
Anestezi İdamesinde Midazolamın İki Farklı Yöntemle Kullanımı Ve Flumazenilin Uyanmaya Etkileri
MIdazolam For MaIntenance Of AnaesthesIa: Two DIfferent Methods And The Effects Of FlumazenIl On Emergence
Çalışmaya batın cerrahısı ameliyatı geçirecek ASA 1-Il 40 hasta alındı. Hastalar rasgele iki gruba ayrıldı. Anestezi idamesinde midazolam 0.1mg/kg bolus (grup 1) (n=20) ve 0.1mg/kg/saat sürekli infüzyon şeklinde (grup 10 (n=20) iki farklı yöntemle uygulanarak hemodinamik parametrelere etkileri araştırıldı. Postoperatif kullanılan flu-mazenilin her iki gruptaki uyanma ve hemodinarniye etkileri de karşılaştırıldı. Tüm algulara 1M 0.07mg/kg mi-dazolam+0.5rrıg atropin ile premedikasyon uygulandı. İndüksiyonda iv 0.3mg/kg midazolam, 0.5mg/kg atracurium, idamede her iki grupta %50N20+%502 ve iv lmg/kg meperidin kullanıldı.İndüksyondan 1 dakika sonra, entübasyon sonrası, cerrahi insizyon ve peroperatif 10 dak. ara ile SAB, DAB, KAH kaydedildi. Sp02 sürekli iz-lendi. Ekstübasyondan 1 dakika sonra Uyanıklık/Sedasyon Değerlendirme Skalası ile uyanma skorlan saptandı. İl/ 0.2mg flumazenil verildi. Daha sonra 1 'er dakika ara ile skor 1 oluncaya dek 0.1mg dozda flumazenil tek-rarlandı. istatistiksel değerlendirmede Student's t testi kullanıldı (p<0.05 anlamlı kabul edildi). Hemodinarnik bul-gular her iki grupta stabil seyretti, Grup Ilide kullanılan total midazolam dozu anlamlı düşük bulundu ve hastalar daha hızlı uyandılar. Genel anestezi idamesinde fraksiyone bolus veya sürekli infüzyon midazolam yeterli ve stabil anestezi sağlamaktadır. Liyarırrıanın daha hızlı gerçekleşmesi ve midazolam total dozunun anlamlı düşük olması nedeniyle anestezi idamesi için infüzyon midazolam yönteminin tercih edilmesini önermekteyiz.
40 ASA I-II patients undergoing abdominal surgery were included in the study. They were randomly allocated into two groups. Midazolam was used for maintenance. Group 1 (n=20) recieved iv 0.1mg/kg bahis increments as needed while group Il (n=20) recieved 0.1mg/kg/hr continious infusion. The effects on hemodynamics was stu-died. The effects of postoperative flumazenil on emergence and hemodynamics were alsa evaluated. Ali patients were premedicated with 1M 0.07mg/kg midazolam+0.5mg/kg atropine. 0.3mg/kg midazolam, 0.5mg/kg atracurium was used for induction. Maintenance was supplemented with 50%02+50%N20 and iv 1mg/kg meperidine in both groups. The SAB,DAP,HR were recorded at the first minute after induction, intubation, incision and every 10 mi-nutes perioperatively. Sp02 was monitored continiously. One minute after extubation the alertness was assesed with the Alertnes-Sedation Scale and iv 0.2mg flumazenil was giyen. Flumazenil was repeated every minute until the score became 1. Student's t test was used for analysis (p<0.05 was considered as significant). The he-modynamic parameters were stable in both groups. The total midazolam dose was sigificantly lower and emer-gence was more rapid in group Il. Either incremental bahis or infusion midazolam provides stable and sa-tisfactory anaesthesia maintenance. Because of lower midazolam dosage and more rapid emergence, the infusion method is more preferable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Closed Segment ObstructIon Related To Tumor ObstructIon On Both Ends
Mekanik barsak tıkanıklıkları; cerrahların günlük cerrahi pratiğinde sık karşılaştıkları klinik problemlerdir. Kapalı segment tipi tıkanıklıklar mekanik barsak tıkanıklıklarının nadir bir tipi olmasına rağmen distansiyonun hızla artması, barsak duvarında dolaşımın bozularak strangülasyona yol açması nedeniyle oldukça tehlikeli bir obstrüksiyon tipidir. İlk olgu; 38 yaşında kadın hasta, dış merkezde 10 ay önce inoperabl rektosigmoid köşe tümörü nedeniyle rezeksiyon yapılmaksızın yalnızca loop ileostomi uygulanmış. Hasta kliniğimize karın ağrısı ve distansiyon nedeniyle başvurdu.Hastada rektosigmoid bölgedeki tümörün çekumu infiltre etmesine bağlı kapalı segment tıkanıklığı tespit edildi.Transvers kolostomi açılarak hasta tedavi edildi. İkinci olgumuz ise 50 yaşında erkek hastaydı. Üç yıl önce sigmoid kolon tümörü nedeniyle sol hemikolektomi geçiren hasta mekanik ileus tablosu ile acil servise başvurdu. Operasyonda ince barsak mezenterindeki metastatik kitlelere bağlı ince barsakta kapalı segment tıkanıklığı geliştiği tespit edildi. Subtotal ince barsak rezeksiyonu yapılarak hasta tedavi edildi. Kapalı segment tıkanıklıkları nadir görülen, hızla tedavi edilmesi gereken mekanik barsak tıkanıklığı nedenleridir. Her iki tarafından tümör infiltrasyonuna bağlı gelişen kapalı segment tıkanıklığı oldukça nadir görülür. Bu nedenle kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen her iki tarafından tümör obstrüksiyonuna bağlı kapalı segment tıkanıklığı gelişen iki olguyu bu yazımızda literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Mechanical intestinal obstructions are frequent clinical problems that the surgeons come across in their daily surgical practices. Although the closed segment obstruction is a rare type of the mechanical intestinal obstruction, it is all the more dangerous because of the rapid increase in distension and its entailing strangulation based on the upset circulation in the intestinal wall. In our study we have discussed two closed segment cases related to colon tumor existence along with literature on the subject. The first case is a 38-year-old female patient who underwent only loop ileostomy without a resection because of inoperable rectosigmoid corner tumor 10 months ago at another health center. The patient presented to our clinic with complaints of abdominalgia and distension.The patient was diagnosed with closed segment obstruction based on the infiltration of the cecum by the tumor in the rectosigmoid area. The patient was treated through opening up a colostomy from the transverse colon.The second case was a 50-year-old male patient. The patient, who had undergone left hemicolectomy because of sigmoid colon tumor three years before, presented to the emergency service with a condition of mechanical ileus.The patient was diagnosed with closed segment obstruction in the small intestine related to the metastatic masses in the small intestinal mesentery, intraoperatively. The patient was treated through subtotal small intestinal resection.Closed segment obstructions are rare causes of mechanical intestinal obstructions that need to be treated rapidly. Closed segment obstructions that develop because of the tumor infiltration on both ends are quite rare. Therefore, we aim at discussing the aforementioned cases of closed segment obstruction that developed because of tumor obstruction on both ends and surgically treated in our clinic, along with literature on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
GIant MesenterIc LIpoma As A Rare Cause
Lipomlar tüm vücutta yaygın olarak görülen iyi huylu, matur yağ
dokusu içeren mezenkimal tümörlerdir. Fakat intestinal mezenter
kaynaklı lipomlar nadir görülür. Kırk iki yaşında bayan hasta karın sağ
tarafını dolduran kitle tanısı ile başvurdu. Laparatomi ile tüm batın içi
kitle çıkarıldı. Lipomlar semptomatik veya asemptomatik olabilirler.
Tek tedavisi cerrahi olarak tam çıkarılmasıdır. Tam çıkarıldığında çok
iyi prognoza sahiptirler.
Lipomas are benign mesenchymal neoplasm commonly occurring
throughout the whole body and comprise mature fat tissue. However,
intestinal mesentery originated lipomas are rarely seen. A 42-yearold
female patient presented with right sided abdominal distension.
Exploratory laparotomy was performed and fat tissue was excised.
Lipomas might or might not present with any symptoms. Complete
surgical excision is the only treatment with a very good prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
Tamer Ertan, Mehmet Kılıç, A. Keşşaf Aşlar, Ömer Yoldaş, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
ActInomycosIs Of SIgmoId Colon: MImIckIng A Colon Cancer
Abdominal aktinomikoz anaerobik bir bakteri olan Actinomyces İsraeli’nin neden olduğu nadir görülen bir enfeksiyöz hastalıktır. Pelvik aktinomikoz sıklıkla intrauterin araç (İUA) kullanımıyla birliktedir. Kronik süpüratif enfeksiyon pelvik maligniteyi taklit edebilir. Preoperatif dönemde doğru tanı konulması genellikle mümkün olmamaktadır. İUA kullanımının bu nadir komplikasyonunu farketmek hastayı gereksiz ameliyattan kurtarabilir. Olgu: 31 yaşında ve İUA kullanım öyküsü olan kadın hasta karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvurdu. Fizik muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyeti mevcuttu. Bimanuel pelvik muayenesinde 8x10 cm’lik kitle mevcuttu. Transvajinal ultrasonda sağ overden köken alan 9x9 cm’lik kistik kitle saptandı. Hasta sağ over kist torsiyonu tanısıyla acil ameliyata alındı. Ameliyatta sağ adneks, sigmoid kolon, sakrum ve sağ pelvik duvarı infiltre eden kitle lezyonu saptandı. 10 cm’lik bir jejunum ansı’da bu kitle lezyonuna yapışıklık gösteriyordu ve sigmoid kolonda yaklaşık 5x6 cm boyutunda kitle palpe ediliyordu. Bu bulgular kolon karsinomunu destekliyordu ve intraoperatif genel cerrahi konsültasyonu istendi. Hastaya sağ salfingo ooferektomi + sigmoid rezeksiyon + segmental jejunum rezeksiyonu yapıldı. Rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesinde aktinomikozla uyumlu kronik inflamasyon doku saptandı. Sonuç: Özellikle İUA kullanan hastalarda pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında nadir görülen bu infeksiyöz hastalık akılda tutulmalıdır.
Abdominal actinomycosis is a rare infectious disease caused by an anaerobic bacterium actinomyces israeli. Pelvic actinomycosis is generally associated with the use of intrauterin devices (IUD). This chronic suppurative infection can mimic pelvic malignancy. The diagnosis of the disease is frequently miss preoperatively. The surgeons must be aware of this rare complication in order to avoid an extensive surgical procedure. Case: We present the case of a 31 year old premenoposal woman with an abdominal pain and a history of IUD us efor 6 years. On physical examination the patient had tenderness on right lower abdomen and a palpable cystic mass 8x10 cm in size on pelvic bimanual examination. A preoperative transvaginal USG showed a 9x9 cm cystic mass originated from right ovary. The patient was taken to the emergency operating suite with the diagnosis of torsion of the right cystic ovary by gynaecologist. During the exploratory laparotomy we observed an extensive diffusely infiltrating process involving right adnexa, sigmoid colon sacrum and right pelvic Wall. A loop of jejunum was adherent to this infiltrating process and a mass 5x6 cm in size was palpated in sigmoid colon. These findings were highly suggestive of a colonic carcinoma and the patient was consulted with a general surgeon intraoperatively. Right salpingo -ooferectomy + sigmoid resection + segmental jejunal resection was performed. Pathologic findings showed chronic inflammatory tissue with evidence of actinomycosis. Conclusion: The case described here underlines that surgeons must be aware of this unusual infectious disease in the differential diagnosis of pelvic mass.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Kıtleler
Mehmet Yeniterzi, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Cevat Özpınar, Galip Akhan, Ayşegül Öğmegül
Araştırma makalesi
Özeti
Mediastinal Kıtleler
MedIastInal Tumors And Cysts
1984-1990 yılları arasinda S.U. Tap Fakültesi Göğüs ve. Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında tetkik ve tedavi ettiğimiz 20 mediastinal kitleli hasta değerlendirildi. Erken teşhis ve tedavi ile, ma-lign tümörlü hastalarda daha uygun prognoza sahip olunabileceği kanaatine ulaşıldı.
The cases of twenty patients, treated for turnors and cysts of mediastinurn between 1984-1990, have been investigated. it has been established that a more favourable prognosis could be obtained through early diagnosis and treatrnent of the patients with malignant turnors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
Asım Duman, M. Tireli, Ömer Karahan, A. Çetin, Cemil Ceviz
Araştırma makalesi
Özeti
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
SurgIcal Treatment Of HydatId Cyst Of The LIver
Bu makalede kliniğimizde ameliyat edilen 141 karaciğer hidatik kisti vakasının sonuçları sunulmustur. 141 hastada tespit edilen 192 karaciğer hidatik kistine 180 kez cerrahi tedavi yöntemi uygulanmıştır. Marsupializasyon 83, parsiyel kistektomi ve kalan kısmın direnajsız kapatılması 70, perikistektomi 11, parsiyel kistektomi ve tünelizasyon 10, sol lateral seg-mentektomi 5, kistin ve karın boşluğunun drenajı 1 defa kullanılmıştır. 141 karaciğer hidatik kisti vakasının 9 u kaybedilmiş olup, postoperatif mortalite % 6,4 dür.
In this article, the results of 141 hepatic hydatid cyst cases operated in our clinic are presented. Surgical treatment was applied 180 times to 192 liver hydatid cysts detected in 141 patients. Marsupialization 83, partial cystectomy and closure of the remaining part without drainage 70, pericystectomy 11, partial cystectomy and tunneling 10, left lateral seg-mentectomy 5, drainage of the cyst and abdominal cavity was used once. Nine of 141 hepatic hydatid cyst cases were lost, postoperative mortality was 6.4%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
Kemal Ödev, Mustafa Güleç, Ahmet Bilge, Adil Kartal
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
The Value Of Ultrasonography In The LIver DIseases
25.5.1985 - 30.12.1985 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Radyoloji Anabilim Dalında 391 hasta US (Ultrasonografi) ile incelenmiştir. Yirmi üç hastada karaciğerde, 1 hastada karaciğer ve karında, 1 hastada karaciğer ve sol böbrekte lokalize olmuş kist hidatik, 20 hastada karaciğerde bağ dokusu artışı, asit ve spnomegali ile karakterize karaciğer sirozu ve 8 hastada karaciğerde solid (tümöral) lezyon tespit edildi. Bu çalışmada US bulguları ile ameliyat bulguları karşılaştırıldı. Kist hidatik tanısı konularak ameliyat yapı/an hastalarda US'nin teşhis doğruluğu %100 dür. Diğer hastalarda US, klinik teşhis çalışmalarına ve ameliyat endikasyonu koymada rehberlik etmiştir.
391 cases were examined by US (Ultrasonography) at the department of Radiology of Medical Faculty of Selçuk University, between May 25, 1985 and December 30, 1985. Hydatid csyt to have localized in the liver in twenty three cases, in the liver and abdomen in one case, in the liver and left kidney in one case, liver ci.rrhose characteriezd by splenomegaly, acsites and the increase of connective tissue in twenty cases and solid (tumour) lesion in eight cases were determined in the liver. US findings were compared wi.th operation findigns. The diagnosed csyt. US has become a guide for clinical diagnostic studies and to determine operation indication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redüksiyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğumuz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Yüksel Tatkan, Adil Kartal, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redük-siyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğu-muz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
El Bileğinde Ekstansiyon Kontraktürü Olan Yirmi Yillik Bir Vakanin Tedavisi
Rafet Özbey
Olgu sunumu
Özeti
El Bileğinde Ekstansiyon Kontraktürü Olan Yirmi Yillik Bir Vakanin Tedavisi
Treatment Of A Twenty-Year Case WIth ExtensIon Contracture Of The WrIst
Üst ekstremitede yanık sonrası gelişen kontraktürler elin ve kolun fonksiyonunu kısıtlamaktadır. Yirmibeş yaşında bayan hasta 3 yaşından beri sol el bileği bölgesindeki kontraktür sebebiyle polikliniğimize başvurdu. Muayenesinde hastanın sol elbilek ekstansör yüzde yaklaşık 120 derece ekstansiyon kontraktürü vardı. Hastanın kontraktürü yapılan insizyonla açılarak oluşan defekt karın flebiyle kapatıldı. Karın flebinin yanık sonrası görülen kontraktürlerin tedavisinde iyi bir tedavi alternatifi olduğunu düşünmekteyiz.
Postburn contractures in the upper extremities limit the function of the hand and arm. A 25-year-old female patient was admitted to our outpatient clinic for contracture of the left wrist since the age of three. On examination, the patient had an extension contracture of approximately 120 degrees in the left wrist. The patient's contracture was opened with an incision and the defect was closed with an abdominal flap. We think that abdominal flap is a good alternative for the treatment of postburn contractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın İçi Yapışıklık Oluşmasında Değışık Sütür Materyellerinin Etkılerı
Şakir Tavlı, Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Lema Tavlı, Mustafa Şahin, İrfan Tunç
Araştırma makalesi
Özeti
Karın İçi Yapışıklık Oluşmasında Değışık Sütür Materyellerinin Etkılerı
The Effects Of Dıferent Suture Materıals In IntraabdomInal AdhesIons
Farklı biyoşimik yapıdaki 5 sütür materyali 10'ar ratlık 5 grupta denenmiş, hayvanlar 10. günde öldürülerek oluşan karın içi yapışıklıklar makroskopik ve histolojik olarak değerlendirilmiştir. İpek ve kromik kargütgruplarının oluşturdukları yapışıklıklar istatistiksel olarak vicryl, prolen ve düz katgüt gruplarına göre anlamlı olarak fazla bulunmuş (p<0.01), bunun dışında birbirlerine göre anlamlı bir farklılık saptanamamıştır.
Biochemically &geren, five suture materials were used in five groups each of with including 10 rats. The animals were sacrıfied at 10th day and the adhesions were evaluated macroscopically and histologically. The adhesions in silk and chromic catgut groups were more :han pro- len, vicryl and plain catgut groups and it was signıficant statistically (p<0.01). There was no significant difierent between other groups.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
Ali Ayçiçek
Olgu sunumu
Özeti
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Ramazan Büyükkaya, İbak Gönen, Ayla Büyükkaya, Kürşat Oğuz Yaykaşlı, Fahri Halit Beşir, Beyhan Öztürk, Davut Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Fever Of Unknown OrIgIn, WIth Mtfhr-C677t Gene PolymorphIsms And Portal VeIn Thrombus
Nedeni bilinmeyen ateş (NBA), üç haftadan beri devam eden, 38.3ºC’ nin üzerinde seyreden ve hastanın yatışıyla birlikte yapılan bir haftalık incelemelerde etiyolojinin aydınlatılamadığı ateş olarak tanımlanır. NBA’lı hastaların değerlendirilmesi komplekstir çünkü etiyolojide birçok neden bulunmakta ve literatüre her geçen gün yeni sebepler eklenmektedir. 24 yaşında erkek hastanın NBA ve karın ağrısı nedeniyle yapılan kontrastlı bilgisayarlı tomografi incelemesinde portal ven ve süperior mezenterik vende trombüs görüldü. Trombüs etiyolojisi araştırıldığında Metiltetrahidrofolat redüktaz C677T (MTFHR-C677T) gen polimorfizmi saptandı. Hastanın verilen Clexane 0,8 ml 2x1 tedavisinin 5. gününde ateşlerinin düşme eğilimine girdiği, karın ağrısının azaldığı, eş zamanlı takip doppler ultrasonografisinde trombüs görünümünde kısmen regresyon olduğu görüldü. Biz bu makalede NBA’ in nadir bir sebebi olan ve literatürde rastlamadığımız MTFHR-C677T gen polimorfizminin eşlik ettiği portal ve süperior mezenterik ven trombüsünün klinik ve radyolojik görüntüleme bulgularını sunmayı amaçladık..
Fever of unknown origin is defined as the following a temperature greater than 38.3°C (101°F) on several occasions, more than 3 weeks’ duration of illness, and failure to reach a diagnosis despite 1 week of inpatient investigation. Evaluation of patients with FUO is complicated because there are multiple etiologic factors and new ones are adding in literature every day. A 24years old man was performed contrast enhanced CT for FUO and abdominal pain, show trombus in portal vein and superior mezenteric vein. On examination, metiltetrahidrofolate reductase gene polimorphism is detected in the etiology of trombus. The patient’s fever and abdominal pain improved after 5 day treatment of Clexane 0,8 ml. A further doppler sonography show partial regression in trombus by which time the patient’s symptoms resolved. We aimed to present clinical and radiologic imaging findings in a case of portal and superior mesenteric vein trombus associated with MTFHR-C677T gene polimorphism which is a rare cause of FUO and we didn’t meet in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisi
Engin Günel, Osman Çağlayan, Fatma Çağlayan, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Prognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisi
Çalışmamızda, çocuklarda cerrahi stres sonucu ortaya çıkan metabolik yanıtdaki değişiklikleri göstermede, prognostik inflamatuvar ve nütrisyonel indeks (PINI)'in güvenilirliğini ve postoperatif morbiditeleri ne oranda ortaya koyduğu araştırılmıştır. Akut karın nedeni ile başvuran ve apandektomi yapılan 32 hastada çalışıldı. Akut apan-disit (Grup 1, n=17) ve gangrenöz veya perfore apandisit saptanan (Grup 2, n=15) hastalardan preoperatif (-1), postoperatif 1. gün (+1) ve 3. gün (+3) kan alınarak serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reaktif protein (CRP) ve alfa-1 asid glikoprotein (AGP) değerleri saptanarak. ortalama PINI-1, PINI+ 1 ve PINI+3 değerleri hesaplandı. Grup 1 'de ortalama PINI-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 5.6±3.9, 15.6± 7.8 ve 5.8±3.6 bulundu (p< 0.0001). Grup 2'de ise ortalama PIN1-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 25.2±16.4, 47.2±28.1 ve 43.9±24.2 bulundu. PINI-1 ile PINI+1 arasındaki farkın anlamı (p<0.0001) olduğu, ancak PINI+1 ile PINI+3 arasındaki farkın anlamsız (p>0.02) olduğu bulundu. Her iki grubun ortalama PINI değerleri karılaştırıldığında, Grup 2'deki değerlerin Grup 1 değerlerine göre büyük ve farkların anlamlı (p<0.001) olduğu bulunmuştur. Bu veriler so-nucunda, PINI'm çocuklarda cerrahi strese metabolik yanıtın ortaya konmasında ve hastaların postoperatif ta-kibinde değerli ve güvenilir bir indeks olduğunu göstermektedir.
This study was undertaken ta determine the safety af prognostic inflammatory and nutritional index (PINI) as an indicator of metabolic response to surgical stress, and whether there is a relationship between PINI and post-operative morbidity in children. Thirty-two patients who were performed appendectomy were enrolled in the study. Of the pafients 17 had acute appendicitis (Group 1) and 15 had gangrenous or perforated appendicitis (Group 2). Serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reactive protein (CRP) ve alpha-1 acid glicoprotein (AGP) values were measured pre-operatively (-1), on postoperative day 1 (+1), and postoperative day 3 (+3) in all patients. Mean PIN1-1, PINI+1, and PIN1+3 values were calculated by using these parameters. In grup 1, mean PINI-1, PINI+1, and PIN1+3 values were fonud 5.6±3.9, 15.6±7.8, and 5.8±3.6, respectively (p< 0.0001). In group 2, the same values were 25.2±16.4, 47.2±-28.1, and 43.9±24.2, respectively. The difference between PIN1-1 and PINI+1 was found statistically significant (p<0.0001) while there was no significant difference between PIN1+1 and PIN1+3 (p>0.02) in group 2. Mean PINI values were fonud higher in group 2 compared with group 1, and the difference between two groups was statistically significant (p<0.001). These results suggest that PINI is a cafe and valuable index for determination of metabolic response to sur-gical stress in children, and postoperative follow-up of surgical patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntraperitoneal Adezyonların Önlenmesinde Fosfolipid Solusyonlarının Etkileri
Şakir Tekin, Veli Can Yarar, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Mustafa Şahin, Mustafa Cihat Avunduk
Araştırma makalesi
Özeti
İntraperitoneal Adezyonların Önlenmesinde Fosfolipid Solusyonlarının Etkileri
PhospholIpId SolutIons For PreventIon Of IntraperItoneal AdhesIons
Amaç: Çalışmamızda fosfolipid solüsyonlarının peritoneal reepitelizasyon sırasında hasarlı yüzeyler arasında kayganlık sağlayarak ve hasarlı yüzeyleri birbirinden ayırarak adezyon oluşumunu önlemedeki etkilerini incelemeyi planladık. Materyal ve Metod: Çalışmada 30 adet Wistar Albino cinsi dişi rat 2 gruba ayrıldı. Bütün ratlara steril spançlar ile çekum serozasında noktasal hemoraji oluşturacak şekilde serozal hasar oluşturuldu, sağ taraftan 1 cm2 genişliğinde periton tabakası eksize edilerek aynı girişim uygulandı. Grup I (kontrol): 3 ml %09’luk NaCl, Grup II (fosfolipid): Abdomen kapatılmadan önce 75 mg/kg dozda % 10’luk fosfolipid solusyonu (Fresenius Kabi Deutschland) intraperitoneal verilerek abdomen kapatıldı. Postoperatif 10. günde ratlar sakrifiye edildi. Adezyon alanları makroskopik olarak incelendikten sonra yapışıklık oluşturmuş alanlar kalibrasyon cetveli kullanılarak hesaplandı. Mikroskopik incelemede lenfositler, plazma hücreleri, polimorfonükleer hücreler, histiyositler ve fibroblastlar farklı farklı işaretlenerek Clemex Image Analizi sistemi ile otomatik olarak sayıldı. Bulgular: Çalışmamızda fosfolipid grubunda makroskopik olarak adezyon oluşumunda kontrol grubuna göre belirgin bir azalma tespit edildi. Bu fark istatiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Mikroskopik olarak fibroblast ve PMNL oranlarında her iki grup arasında farklılık saptanmış ve bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre kullanılan fosfolipid solüsyonu postoperatif adezyonu azaltmaktadır. Maliyetinin düşük olması ve kolay uygulanabilmesi nedeniyle fosfolipid solusyonlarının postoperatif intraperitoneal adezyonları önlemede etkili olacağını düşünmekteyiz.
Aim: In this study we aimed to analyze effects of phospholipid solutions (preventing adhesions by increasing slipperiness between damaged surfaces and detaching them) during peritoneal reepitelization. Material and Method: Thirty Wistar Albino type rats divided in two groups. Caecum serosa was damaged using sterile gauzes to achive light serosal haemorrhagy and 1 cm2 of periton excised from right side of abdominal wall in all rats.Group I was applied 3 ml %0.9 NaCl and Group II was applied phospholipid solution (Fresnius Kabi – Deustchland) intrabdominally before closure. Rats sacrified at postopertive 10th day. After macroscopically examining adhesions, adhesion surfaces were calculated with a calibration scale. In microscopic examination lymphocytes, plasma cells, polymorphonuclear cells, histiocytes and fibroblasts were marked and counted with Clemex Image Analysis system. Results: In phospholipid group there was a significant decrease in adhesion formation compared to control group macroscopically. The decrease in adhesion formation was statistically significant (p<0.05). There were also significant differences between two groups in microscopically observed fibroblast and PMNL ratios and this difference was also statistically significant. Conclusions: Usage of phopholipid solutions decreases postoperative adhesions. Application of phospholipid solutions is a cost-effective method for preventing consequent operations for intraabdominal adhesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Şakir Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
BIlateral NatIve Nephrectomy Due To PyonephrosIs FollowIng Renal TransplantatIon
Transplantasyon sonrası Nt. N (nativ nefrektomi) sık uygulanan bir işlem değildir. Çünkü böbreklerin organizmada önemli endokrin fonksiyonları vardır. Bu nedenle transplantasyon sonrasında nativ böbrekler yerinde bırakılmaktadır. Kırk sekiz yaşında bayan hasta; karın ağrısı, bulantı, kusma ve ateş yakınmalarıyla acil servise başvurmuş. Hastanın özgeçmişinden yaklaşık 30 ay önce kadeverik böbrek nakli geçirdiği öğrenildi. Fizik muayenede tüm karında yaygın hassasiyet ve rebaund tespit edildi. İdrar sedimentinde bol lökosit ve eritrosit vardı. Sıvı replasmanı ve uygun antibiyoterapiye rağmen sepsis bulguları gerilemeyen hasta opere edildi. Hastaya orta hat insizyondan iki taraflı Nt. N yapıldı. İki taraflı Nt. N nadir uygulanan bir operasyondur. Bu olguda tekrarlayan nativ böbrek enfeksiyonu nedeniyle gelişen sepsis ve akut batın tablosu iki taraflı Nt. N başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Ancak bu olgunun sık tekrarlayan böbrek enfeksiyonları olması nedeniyle sepsis ve akut batın tablosu gelişmeden önce daha iyi şartlarda Nt. N yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde morbidite ve mortalitenin azalacağı ve transplante böbreğin daha uzun ömürlü olacağını düşünüyoruz.
Nt. N (native nephrectomy) is not a frequently performed procedure following transplantation because the kidneys have important endocrinal functions in the organism. Therefore, native kidneys should not be displaced following transplantation. A 48-year-old female patient presented to the ER (emergency room) with complaints of abdominal pain, nausea, vomiting and fever. The patient’s history revealed that she had undergone cadaveric renal transplant about 30 months ago. Examination showed that there was comprehensive sensitivity and rebound all about the abdomen. Her urinary sediment contained an ample amount of leucocytes and erythrocytes. The patient who did not show any improvement regarding the sepsis indications in spite of liquid replacement and appropriate antibiotheraphy was taken into surgery. The patient received bilateral Nt. N from the midline incision. Bilateral Nt. N is a rare procedure. Sepsis and acute abdomen problems brought about by recurrent native renal infections of the patient were successfully treated by bilateral Nt. N . We think that for this case native nephrectomy should have been performed under better conditions before development of sepsis and acute abdomen conditions due to recurrent renal infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
Sami Ceran, Ufuk Tütün, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Sadık Özmen, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
TraumatIc Total HepatIc HernIa To The RIght Thorax
Konya Devkt Hastanesinden sag 8. interkostal araliktan kapalt su aft' drenajt uygulanarak seek edilen 14 yamda erkek hastantn takibinde ani so-lunum stlantzstntn baylamast uterine yaptlan tet-kiklerinde sag torakstn alt ve orta zorunun ka-panchgt gozlendi. Yap'Ian acil posterolateral sag torakotomi sonrasznda toraks i•ine herniye olufmul karaciger ve kolonun hepatik fleksurast ve bu barsak anst uzerinde daha once uygulanan kapalr tip dre-najina baglz iki perforasyon gozlendi. Yaptlan ult-rasonografi ye akciger grafisinin herni wrist kin yeterli olmayacagt kantszna varildr. To-rakoabdominal kiint travmalar sonrast intratorasik herni olabileceginden miidahale etmeden once blintz'? ekarte edilmesi gerekmektedir.
A 14 - year-old boy was admitted to the in-tensive care unit (ICU) of the Seljuk University Hos-pital because of a traffic accident. He had a chest tube in the middle axiller line of his right thorax on the 8 th. intercostal space. Pulmonary parenchym of the right lung had closed at his chest roentgenogram and ultrasonografi. This patient required an emer-gency operation with his symptoms and laboratory findings. Emergency thoracotomy was performed in the patient which had led to a tear in the right side of diaphragm and intrathoracic migration of the liver, hepatic filexura of the colon and the omentum were seen. Hepatic flexura of the colon had got two perforations. They have to he attentive for diagnosis and treatment after thoracoabdominal blunt trauma. Never forget that some manipulations to diagnosis or treatment may make abdominal viscera destroy in the chest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Paraziter Chylothorax
Hasan Solak, N. Solak, İlhami Solak, Tahir Yüksek, F. Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Paraziter Chylothorax
Parazıter Chylothorax
Chylothorax tüberküloz, kanser, kanser metastazı, travma, parazit gibi etiolojik faktörlere bağlı, şiddetli öksürük krizi ile, ductus thoracicus veya dallarının yırtılarak chylus mavisinin thorax boşluğuna akmasıdır. Bu makalemizde sözü edilen hastada, dustus thoracicusun thorax ve karındaki dalları, parazite bağlı olarak perfore olmuştur. Ender görülmesi bakımından yayınlanmıştır.
Chylothorax is the effusion of the chyle into thoracic cavity as a result of rupture of «ductus thoracicus» or branches there of due to a severer fit a coughing arising from such etiologic factors as tuberculosis, cancer, metastasis of cancer, trauma, parasite, etc. In the case in present article, abdominal and thoracic branches of «ductus thoracicus» have been per-forated due to parasites. This article has been published because the case is seen rarely.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Batında Yerleşen Kist Hidatiklerin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Batında Yerleşen Kist Hidatiklerin Ultrasonografik Özellıklerı
The UltrasonographIc Features Of AbdomInal Cyst HydatIcs
1986-Kasıtn 1987 tarihleri arasında Cumhuriyet Üniversitesi Tip Fakültesi Radyoloji dalı'na batan ultrasonografisi için gelen hastalardan kist hidatik tanısı koyduğumuz 37 olguda ulstaronografik (US) bulgularımızı postoperatif bulgularla karşılaştırdık. Sonuçlarınızı literatür ışığında tartışarak batın kist hidatiklerinin US özelliklerini ve tanı kriterlerini değerlendirdik
Hydatid cyst was diagnosed in thirty seven cases exatnined by sonography at the Department of Radiology, Medical School of Republic University, Sivas between March, 1986 and November, 1987. Sonographic findins were compared with surgical findings. Ultrasonographic criteria of abdominal cyst hydatides were represented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mezenterik Kist; 17 Olgunun Analizi
Ebubekir Gündeş, Murat Çakır, Ahmet Tekin, Halil İbrahim Taşcı, Celalettin Vatansev
Araştırma makalesi
Özeti
Mezenterik Kist; 17 Olgunun Analizi
MesenterIc Cyst: AnalysIs Of 17 Cases
Mezenterik kistler nadir görülen intra-abdominal tümörlerdir.
Bu çalışmada mezenterik kistlere ait klinik bulguların, patolojik
özelliklerin ve uygulanan cerrahi yaklaşımların irdelenmesi
amaçlanmıştır. Kliniğimizde 2005-2012 yılları arasında mezenter
kisti nedeni ile ameliyatı yapılan 17 hastanın verileri geriye dönük
olarak incelendi. Hastalarımızın 11’i (%65) kadın, 6’sı erkek (%35)
olup, ortanca yaş 32 (17- 70) idi. Hastalarımızda klinik olarak en
sık başvuru şikâye¬ti karın ağrısı ve abdominal kitle idi. Mezenterik
kistleri en sık ince barsak mezenteri yerleşimliydi (%70,5). Kist
boyutları 2-25 cm arasında değişmekteydi. Hastalara uygulanan en
sık cerrahi girişim enüklasyondu (%76). İki hastada cerrahi alan
enfeksiyonu ve bir hastada anastomoz kaçağı tespit edildi ve bu
hastaya loop ileostomi açıldı. Ortalama hastanede yatış süresi 8(2-
17) gündü. Postoperatif dönemde mortalite gözlenmedi. Mezenter
kistleri nadir görülen karın içi kitlelerdir. Karın boşluğu içerisinde
değişik lokalizasyonlarda görülebilirler. Tanı genellikle radyolojik
olarak konur. Total eksizyon sonrası nüks oranı düşük olup prognoz
iyidir. Laparoskopik rezeksiyon tercih edilen bir yöntem olabilir ancak
malign vakalarda rezeksiyonun tam olduğundan emin olunmalı ve kist
perfore edilmemelidir.
Mesenteric cysts are rare intra-abdominal tumors. The goal of
this study is to analyze the clinical symptoms and the pathological
features of mesenteric cysts and the surgical approaches. The
data of 17 patients who had surgeries because of mesenteric cysts
between 2005 and 2012 at our clinic were evaluated retrospectively.
Eleven (65%) of our patients were female, while six (35%) were
male and the median age was 32 (17-70). The most frequently seen
clinical presenting complaint of our patients was abdominal pain
and abdominal mass. The mesenteric cysts were most frequently
located in the small intestine mesentery (70.5%). The cyst sizes
varied between 2 and 25 cm. The most frequently performed surgical
procedure was enucleation (76%). While surgical site infection was
seen in two patients, anastomosis leak was seen in one and this
patient had loop ileostomy. The mean period of hospitalization was
8 (2-17) days. No mortality cases were seen in the post-op period.
Mesenteric cysts are rare intra-abdominal masses. They can be seen
in different localizations within the abdominal cavity. Patients are
generally diagnosed by radiological methods. The rate of recurrence
is low following total excision and it has a good prognosis. Although
laparoscopic resection is a preferred method, physicians should
secure total resection in malign cases and the cyst should not be
perforated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
Müslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu
Özeti
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Xanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve Erişkinde
Mehmet Kılınç, Recai Gürbüz, Mehmet Arslan, Celal Sönmez, Kadir Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Xanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve Erişkinde
Xanthogranulomatous Pyelonephrıtıs In Chıldren And Adults
Xanthogranulomatous pyelonefritisli 9 yaşında bir kız çocuğu ile 69 yaşında bir erkek yaka sunulmuştur. Willm's Tümör'ü olmasından şüphe edilen, abdominal kitlesi olan bir kız çocuğudur. Bütün yaş gruplarında xanthogrcz.nulomatous pyelonefritis görülür. Hastalar genellikle geniş, non - fonksiyone (taşlı) böbreğe sahiptir. Kadınlarda daha fazla oranda görülür. Çocuklarda daha nadir olarak görülür. Obstrüksiyonun bazı belirt-deri vardır. Wateral xanthogranulomatous pyelonefritisli, hasta hiç rapor edilmemiştir.
A 9 - year - old girl and a 69 - year - old male with xanthofranulo-matous pyelonephritis vere presented. A 9 - year - old girl had an abdo-minal mass, which, was suspected of being a Willm's Tumor. xanthogranu-iomatous Pyelonephritis occurs in patients of al/ ages. Patients usually have a large non - functioning kidneys with, ealeuli. The females are pre-dominant. Xanthogranu/omatous Pyelonephritis in the ehildren is a rare phenomenon. xanthorganu/omatous Pyelonephritis is always associated with infee-tino (usually proteus) and there are some signs of obstruction. There has never been reported bilaterally.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
Ersen Eraydın, Ahmet Karataş, Seyhan Sönmez, Şevki Göksun Gökulu, Ömer Başoğul
Olgu sunumu
Özeti
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
16 Weeks Pregnancy WIth NoncommunIcatIng RudImentary Horn
Rudimenter hornlu unikornuat uterus tanı konulup uygun tedavi edilmez ise jinekolojik ve obstetrik açıdan morbidite ve mortalite riski taşıyan, müllerian kanalın yetersiz gelişimi sonucu oluşan kadın genital sisteminin en nadir görülen anomalilerindendir. Bu vaka sunumunda 31 yaşında, 4 aylık amenore sonrası karın ağrısı şikayeti ile başvuran ve yapılan abdominal ultrasonografi (USG) sonrası rudimenter horn içerisinde 16 haftalık kardiak aktivitesi olmayan fetus tespit edilen, laparotomi ve eksizyon yapılan rudimenter horn gebelik olgusu sunulmuştur. Erken ve doğru tanı için hastalıktan şüphelenmek ve ultrasonografi kullanımı kilit rol oynamaktadır.
Unicornuate uterus with rudimentary horn is the rarest congenital anatomic anomaly of women genital system and usually develops following insufficient development of Mullerian ducts causing many life threatening obstetrical and gynecologic complications unless diagnosed and managed properly. We present a 31 years old patient applied to our clinic with a his-tory of 4 months amenorrhea and progressively incerasing low abdominal pelvic pain. Abdominal sonographic examination revealed a nonviable fetus at 16 weeks of gestation, lying in a rudimentary horn. Elective laparotomy was performed and the unrupture rudimentary horn with a nonviable fetus was totally excised by laparatomy. Post-operative recovery was uneventful. The need for a high index of suspicion and the role of ultrasonography in the accurate diagnosis is highlighted.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
Mehmet Tolga Kafadar, Gürkan Değirmencioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
A Rare Cause Of Acute Abdomen; AppendIceal Neuroma. Case Report
Akut karının nadir bir nedeni; apendikal nöroma. Olgu sunumu
\r\n
ÖZET
\r\n
Akut karın ani başlayan karın ağrısı ile karakterize, travma dışı nedenlere bağlı olarak abdominal bölgede gelişen patolojiler olarak ifade edilir. Ağrının nedeni çoğu olguda acil cerrahi girişim yapılmasını gerektirecek bir patolojidir. Akut karın nedeniyle acil birimlere başvuran hastalarda en sık cerrahi müdahale sebebi akut apandisittir. Akut apandisitin patofizyolojisinde apendiks lümenindeki obstrüksiyonun başlatıcı neden olduğu yaygın olarak kabul görmüştür. Çoğunlukla apendiksin lümenine bazı gıda ve dışkı artıklarının girmesi, bunlarla tıkanması ve bölgede lenf bezlerinin iltihaplanarak şişmesi sonucu meydana gelir. Lümenin obstrüksiyonu bakterilerin aşırı çoğalmasına, mukus sekresyonunun artmasına ve intraluminal basıncın artmasına yol açar. Son yıllarda patofizyolojide nöral komponentin varlığının ileri sürüldüğü çalışmalar da bulunmaktadır. Bunlar oblitere apendiks, fibröz obliterasyon, apendikal nöroma, nörojenik apandisit gibi tanılarla karşımıza çıkabilmektedir. Bu yazıda, akut karının nadir görülen bir nedeni olan, apandisit ön tanısıyla apendektomi uygulanan ve histopatolojik olarak apendikal nöroma tanısı alan bir olguyu sunduk.
A rare cause of acute abdomen; appendiceal neuroma. Case report
\r\n
\r\n
ABSTRACT
\r\n
\r\n
Acute abdomen refers to nontraumatic pathologies of abdominal origin which are characterized by sudden-onset abdominal pain. In most cases the cause of pain is a pathological condition requiring urgent surgical intervention. Acute appendicitis is the most common indication for surgical intervention in patients presenting to emergency department with acute abdomen. Obstruction of appendiceal lumen has been widely accepted as the precipitating factor in the pathophysiology of acute appendicitis. It usually develops as a result of food or feces particles entering into and obstructing appendiceal lumen, leading to inflammation and swelling of regional lymph nodes. Luminal obstruction results in overproduction of bacteria, excessive mucus secretion, and increased intraluminal pressure. Some studies in recent years have suggested a neural component in the pathophysiology of this condition. Such cases may present with various diagnoses such as obliterated appendix, fibrous obliteration, appendiceal neuroma, and neurogenic appendicitis. In this paper we present a case operated with the initial diagnosis of appendicitis and histopathologically diagnosed with appendiceal neuroma, a rare cause of acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvık Kıtle Ayırıcı Tanısında Dusunulmesı Gereken Bır Pelvık Renal Ektopı Olgusu
Talat Yurdakul, Kadir Karabacak, Mehmet Özeroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvık Kıtle Ayırıcı Tanısında Dusunulmesı Gereken Bır Pelvık Renal Ektopı Olgusu
A PelvIc EctopIc KIdney Case WhIch Must Be Throught At DIfferansIonal DIagnosIs Of PelvIc Mass.
Bel. kasik agrisi ve pelvik kitle lie incelenen vapidaki hir kiz hastada ektopik bobrekte tacit hid-•opyonefroz saptandi. Bu hastalar seyrek olmayarak balka klinikiere hamirmaktathrlar.
In a fifteen years old girl compleining from lom-her and inguinal pain hydropyonephrosis with sto-nes in pelvic kidney has been determined after an in-vestigation with pelvic mass. Not very seldom this sort of patients apply to other clinics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
Alper Yıldırım, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ahmet Osman Kılıç, Mehmet Uyar, Ayşegül Zaimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
ConsultatIons To SurgIcal Departments In PedIatrIc Emergency Department In CovId-19 PandemIc
Amaç: Çalışmanın amacı pandemi döneminde çocuk acil servisten cerrahi branşlara danışılan hastaların
klinik özelliklerinin ve konsültasyon sürecinin değerlendirilmesi, elde edilen bulguların pandemi öncesi verilerle
kıyaslanmasıdır.
Hastalar ve Yöntem: Araştırma 11.03.2020-11.03.2021 tarihleri arasında hastanemizin çocuk acil servisinde
yapılmıştır. 0-18 yaş grubundaki hastalar geriye dönük olarak cinsiyet, yaş, tanı, konsültasyon sonucu, konsültasyon
yanıt süresi açısından değerlendirildi. Elde edilen bulgular 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasındaki pandemi
öncesi verilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların; %42,4'ü kadın, %57,6'sı erkektir. Ortalama yaş 6,9±4,9 yıldır. Hastalarımızın %27,3'ünün
cerrahi kliniklerden birine yabancı cisim, %22,2'sinin akut karın, %10,6'sının yabancı cisim aspirasyonu tanısı ile
başvurduğu belirlendi. Hastaların %38,5'inin çocuk cerrahisi, %33,9'unun kulak burun boğaz ve %11,4'ünün göğüs
cerrahisi bölümüne konsülte edildiği belirlendi. Ortalama konsültasyon yanıt süresi 72,2±48,8 dakikaydı. Pandemi
sırasında acil servise başvuran hastaların tanı dağılımı, konsültasyon yanıtlanma süresi, konsültasyon yapılan
cerrahi bölüm dağılımı, konsültasyon sonuçları, cerrahi bölümlere göre konsültasyon yanıt sürelerinin dağılımı
pandemi öncesi döneme göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda pandemi döneminde çocuk acil servisine başvuran hasta sayısının azaldığı, yatış sayısının
arttığı, travma ve yakın fiziksel temasla ilişkili tanıların azaldığı, epididimoorşit tanılarının arttığı saptandı. Bununla
beraber konsültasyon yanıtlanma sürelerinin oldukça uzadığı gör üldü.
Aim: The aim of the study was to evaluate the clinical features and consultation process of the patients who
were consulted from the pediatric emergency department to the surgical departments during the pandemic
period, and to compare the findings with the data before the pa ndemic.
Patients and Methods: The research was conducted between 11.03.2020-11.03.2021 in the pediatric
emergency department of our hospital. The enrolled patients at 0-18 years of age were retrospectively
evaluated in terms of gender, age, diagnosis, consultation result, consultation response time. Our study was
compared with the prepandemic data between 01.01.2019 and 31.12 .2019.
Results: Of the patients; 42,4% were female and 57,6% were male. The mean age was 6,9±4,9 years. It
was determined that 27,3% of our patients were consulted to one of the surgical clinics with the diagnosis of
foreign body, 22,2% acute abdomen, 10.6% foreign body aspiration. It was found that 38,5% of the patients
were consulted to the pediatric surgery department, 33,9% to the otolaryngology department and 11,4% to the
thoracic surgery department. The mean consultation response time was 72,2±48,8 minutes. The distribution
of diagnoses, consultation response time, consulted surgical departments, consultation results by age groups,
and distribution of the consultation response times by surgical departments during the pandemic were found
to be statistically significant compared to the pre-pandemic pe riod (p<0,05).
Conclusion: In our study, it was found that the number of patients admitted to the pediatric emergency
department decreased during the pandemic period, the number of hospitalizations increased, the diagnoses
associated with trauma and close physical contact decreased, and the diagnosis of epididymorchitis increased.
In addition consultation response times were observed to be con siderably longer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adneksiyal Torsiyon Nedeniyle Opere Edilen Hastalarda Laparoskopi Ve Laparotominin Karşılaştırılması
Osman Balcı, Mehmet Sait İçen, Alaa S. Mahmoud
Araştırma makalesi
Özeti
Adneksiyal Torsiyon Nedeniyle Opere Edilen Hastalarda Laparoskopi Ve Laparotominin Karşılaştırılması
ComparIson Of Laparoscopy Versus Laparotomy In The Management Of Adnexal TorsIon
Bu çalışmada amacımız, kliniğimizde adneksiyal torsiyon ön tanısı ile laparoskopi veya laparotomi yapılan hastaların değerlendirilmesi ve her iki operasyon yönteminin karşılaştırılmasıdır. Ocak 2007 ile Aralık 2009 yılları arasında, karın veya kasık ağrısı nedeniyle acil servise başvuran, akut karın bulguları olan hastalar ile diğer hastanelerden adneksiyal torsiyon ön tanısı ile kliniğimize sevk edilen ve değerlendirme neticesinde adneksiyal torsiyon ön tanısıyla operasyona alınan 72 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Laparoskopi veya laparotomi ile adneksiyal detorsiyon, kistektomi, ooferektomi, total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi (TAH-BSO) yapılan hastaların yaşları, gebelik ve doğum sayıları, adneksiyal kitle boyutu, pre-operatif ve postoperatif hemoglobin (Hb) değerleri, operasyon ve hospitalizasyon süreleri karşılaştırıldı. Laparoskopik yaklaşım ile 28, laparotomi ile 44 hasta opere edildi. Laparoskopik olarak 6 olguya detorsiyon, 17 olguya detorsiyon ve kistektomi ve 5 olguya da salpingo-ooferktomi yapılmıştır. Laparotomi grubunda ise 3 hastaya detorsiyon, 17 hastaya detorsiyon ve kistektomi, 7 hastaya salpingo-ooferektomi ve 17 hastaya da TAH-BSO uygulanmıştır. Laparoskopi grubu genç ve paritesi düşük olan hastalardan oluşmaktaydı. Operasyon süresi laparoskopi grubunda daha kısa idi ve daha kısa sürede taburcu edilmişlerdi. Ortalama adneksiyal kitle çapları laparotomi grubunda daha büyüktü. Adneksiyal torsiyon jinekolojik aciller içinde geç kalınmadan müdahale edilmesi gereken önemli bir klinik durumdur. Özellikle fertilite isteği olan hastalarda en uygun cerrahi yaklaşım laparoskopi ve organ koruyucu cerrahi yapılmasıdır.
The aim of this study was to compare laparoscopy to laparotomy in the management of patients with suspected adnexal torsion. Seventy two patients with initial diagnosis of adnexal torsion that presented to our clinic with acute abdomen or were referred from other centers between January 2007 and December 2009 were included in this retrospective analysis. Data regarding age, gravidity, parity, size of adnexal mass, pre-operative and post-operative hemoglobin values, operation time and duration of hospitalization of patients that had adnexal detorsion, cystectomy, oopherectomy, total abdominal hysterectomy and bilateral salpingo-oopherectomy (TAH-BSO) performed via laparoscopy or laparotomy were recorded. Twenty eight patients were treated laparoscopically while 44 patients had laparotomy. In the laparoscopy group 6 cases had detorsion, 17 had detorsion and cystectomy and 5 cases had salpingo-oopherectomy. In the laparotomy group 3 had detorsion, 17 had detorsion and cystectomy, 7 had salpingo-oopherectomy and 17 patients had TAHBSO. Laparoscopy group consisted of young patients with low parity, operation time was shorter in laparoscopy group and the patients were discharged more rapidly. Average adnexal mass size was bigger in laparotomy group. Adnexal torsion is one of gynecological emergency that require urgent operation the most appropriate surgical approach is laparoscopy especially in patients who want to preserve their fertility.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreasın Malign Papiller Kistik Tümörü
Mehmet Metin Belviranlı, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Lema Tavlı, Sami Bilici
Araştırma makalesi
Özeti
Pankreasın Malign Papiller Kistik Tümörü
Pankreasın papiller kistik neoplazmı nadir görülen, düşük malignensi potansiyeli olan bir hastalıktır. Daha çok genç kadınlarda görülür ve erken olgularda cerrahi rezeksiyon yeterli görülmektedir. Karında şişlik ve ağrı şikayeti olan 26 yaşında bayan hasta pankreas tümörü tanısı ile ameliyat edildi ve histolojik olarak pankreasda papiller kistik tümör tespit edildi. Bu hasta tümörün pankreas neoplazmlan arasında oldukça nadir görülmesi. olgumuzda büyük çapta olması, organ metastazı olmadan damar ve kapsül invazyonu göstermesi sebebiyle literatür eşliğinde, klinik ve patolojik yönleri incelenerek sunulmuştur.
Papillary cystic neoplasrn of the pancreas is a rare pancreatic condition with low grade malignant behavior. It occurs mainly in young adult females and surgical resection is amenable to cure in early cases. A 26 yaar old woman who had epigastric mass and pain was operated on with the diagnosis of pancreatic tumor and biopsy specimens showed papillary cystic tumor. We report this case for it is a rare condition. great in size and his-tologically documented vascular and capsular invasion with no metastases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
Osman Balcı
Araştırma makalesi
Özeti
Total Laparoskopik Histerektomi Olgularımızın
değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of Total LaparoscopIc Hysterectomy PatIents
Bu prospektif çalışmanın amacı, kliniğimizde total
laparoskopik histerektomi (TLH) yapılan vakalarımızın sonuçlarını
değerlendirmektir. Benign veya malign hastalıklar nedeniyle Ocak
2013 ve Nisan 2014 arasında TLH uygulanan 41 olgu prospektif
olarak değerlendirildi. Operasyonda rijid enstrümanlar olarak 10
mm teleskop ve gelişmiş bipolar enerji modaliteleri kullanılmıştır.
İlk olarak 10 mm trokar subumbilikal 1 cm’lik kesiden direk olarak
yerleştirildi. Abdominal kaviteye 3-4 litre CO2 insuflasyonunu takiben
laparoskop yerleştirildi. Batının sağ ve sol avasküler alt kadranlarına
ikinci ve üçüncü kesiler yapıldı ve bu kesilerden 5 mm trokarlar
yerleştirildi. Uterus manipülasyonu için Rumi® II uterin manuplator
kullanıldı. Uterus vajinal yoldan çıkarıldı, gerekli görüldüğünde
intrakorporeal myomektomi ve morselasyon işlemi yapıldı. Vajinal
kafın kapatılmasında 0 numara vicryl kullanıldı. Tüm hastalarda
sağ ve sol uterosakral ve kardinal ligamentlerden sütür geçildi. Tüm
operasyonlar aynı cerrah tarafından yapılmıştır. Hastaların; ortalama
yaşı, vücut kitle indeksleri (VKİ), operasyon süresi, kan kaybı miktarı,
komplikasyon oranları ve ameliyat sonrası hastanede kalış süreleri
değerlendirildi. Histerektomi endikasyonları olarak; 16 myoma uteri,
6 medikal tedaviye dirençli anormal uerine kanama, 5 benign over
kisti, 4 adenomyozis, 3 myom uteri + over kisti, 2 endometrial polip,
2 endometrioma, 2 endometrial hiperplazi ve 1 erken evre serviks
kanseri bulunmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı 47.5 (30-68),
ortalama VKİ 30.2 (24-44), ortalama spesimen ağırlığı 215.9 (90-
650 gr), ortalama operasyon süresi 107.9 (60-210 dk), ortalam kan
kaybı 81.1 (30-300 ml), ortalama preoperatif hemoglobin (Hb) değeri
12.5±0.9 gr/dl, postoperatif Hb değeri 11.5±0.8 gr/dl ve ortalama
hastanede kalış süresi 2.5 gün (2-4 gün) idi. İntraoperatif olarak
herhangi bir komplikasyon olmadı. Geç postoperatif komplikasyon
olarak 2 olguda vajinal kaf enfeksiyonu gelişti. Total laparoskopik
histerektomi jinekolojik hastalıklar için güvenli ve uygun bir
yöntemdir. En iyi sonuçları elde etmek için hastaların dikkatli seçimi
çok önemlidir.
The aim of this prospective study is to evaluate the results
of our total laparoscopic hysterectomy (TLH) cases. Forty one
patients underwent TLH due to benign or malign disorders were
reviewed prospectively between January 2013 and April 2014.
Rigid instruments 10 mm telescope, and advanced bipolar energy
modalities were used during the procedure. A primary 10-mm trocar
was inserted directly through a 1-cm sub umbilical incision. The
laparoscope was inserted through this trocar after insufflation of the
abdominal cavity with 3–4 L of CO2. The second and third incisions
were performed in the avascular right and left lower quadrant of the
abdomen and two ancillary 5-mm trocars were inserted through these
incisions. Uterine manipulation was performed by using RUMI® II.
During the removal of the specimen, if necessary, intracorporeal
myomectomy and morcellation were performed before the uterus
and ovaries were delivered intact through the vagina. A 0-Vicryl
suture was used for close the vaginal cuff. The sutures were passed
through the left and right uterosacral and cardinal ligaments in
all patients. All procedures were performed by the same surgeon.
The mean age of the cases, body mass indexes (BMI), duration of
operations, the amounts of blood loss, rates of complications and
post operative hospital stay were assessed. The indications of for
hysterectomies were, 16 myoma uteri, 6 medical treatment-resistant
abnornal uerine bleeding, 5 benign ovarian cyst, 4 adenomyozis, 3
myoma uteri+ovarian cyst, 2 endometrial polyp, 2 endometrioma, 2
endometrial hyperplasia and 1 early stage cervical cancer. The mean
age of patients were 47.5 (30-68 years), mean BMI of patients were
30.2 (24-44), mean specimen weight was 215.9 (90-650 gr), mean
operation duration was 107.9 (60-210 min), mean blood loss was 81.1
(30-300 ml), mean preoperative hemoglobin (Hb) was 12.5±0.9 gr/
dl, mean postoperative Hb was 11.5±0.8, and the mean hospital stay
was 2.5 (2-4 days). There were no intraoperative complications. Late
postoperative complication was vaginal vault infection in 2 cases.
Total laparoscopic hysterectomy is safe and feasible method for
gynecological diseases. Careful selection of patients is critical for
obtaining the best results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Adil Kartal
Olgu sunumu
Özeti
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Gallbladder AgenesIs, A Rare CongenItal DIsorder
Safra kesesi agenezisi toplumda 10000’de 1-2 arasında görülen
nadir konjenital anomalidir. Olgular üst karın ağrısı gibi biliyer tip
bulgularla karşımıza çıkabilirler. Ultrason biliyer semptomlar için
ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. Ancak ultrasonografi ile
safra kesesi agenezisini sıklıkla yanlış yorumlanır. Laparoskopik
cerrahi esnasında teşhis edilen safra kesesi agenezisi ve safra
yolları amomalisini olan olguyu sunduk. Sonuç olarak birçok hastanın
tanısı laparoskopi sonrası açık cerrahi kolesistektomi esnasında
safra kesesinin olmaması ile teşhis edilir. Laparoskopi esnasında
safra kesesi agenezisinden şüphelenildiğinde açık cerrahi prosedüre
geçmek gereksizdir. Aksi halde biliyer kanal yaralanması ile birlikte
artmış mortalite ve morbititeye neden olunabilir.
Agenesis of the gallbladder is a rare congenital anomaly occurring
in 1 to 4 people of a population of 10000. It may present with biliary
type symptoms such as upper abdominal pain requiring further
investigation. Ultrasound is the first choice of imaging for biliary
symptoms but is frequently misleading in the context of Gallbladder
Agenesis. We report a case of congenital Gallbladder Agenesis and a
biliary tract abnormality diagnosed by laparoscopy. As a result most
patients are diagnosed following conversion of laparoscopic to open
cholecystectomy and subsequent failure to identify the gallbladder.
Failure to suspect Gallbladder Agenesis at laparoscopy can result in
unnecessary open surgery and a high risk of bile duct damage with
corresponding postoperative morbidity and mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Povidone-İodine/pvp Solisyonu Ve Aprotininin Karın İçi Yapışıkları Önlemedeki Etkılerı
Ömer Karahan, Şakir Tavlı, Mustafa Şahin, Adil Kartal, Yüksel Tatkan
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Povidone-İodine/pvp Solisyonu Ve Aprotininin Karın İçi Yapışıkları Önlemedeki Etkılerı
The Effects Of A New PovIdone-Iodınelpvp Solutıon And AprotInIn In Preventıon Of Intraperttoneal Adheston
Her iki cinsten 30 Wistar rata ketamin hidroklorür anestezisi altında 4 cm. lik median kesi ile laparatomi yapıldı. Omentum 3 ayrı yerinden 310 ipekle bağlandı. Karın ön duvara sağ yarısında 3cm x 0.5cm. boyutlarında periton-adale defekti oluşturuldu. Budefekt 10 adet 310 tek tek ipek dikişte kapattldı. Denekler 10'ar ratlık üç gruba ayrıldı. Birinci gruptakilerin karın boşluğuna hiçbir madde verilmeyip kontrol grubu olarak alındı. İkinci gruptakilerin periton boşluğuna 50.000 Ü. aprotinin, son gruptakilerinkine ise 2 ml. yeni povidoneiodine/PVP solüsyonu verildi. Bir hafta sonra radar öldürülerek karın içi yapışıklar değerlendirildi. Aprotinin ve povidone-iodine/PVP gruplarındaki yapışıklıklar kontrol grubundan daha az bulundu (p<0.01). Son iki grup arasında fark yoktu (p>0.05). Her iki maddenin karın içi yapışıklıkları önlemede etkili oldukları sonucuna varıldı.
Thirty Wistar rats were anesthesizeci with k.etamine hydroclorure and the abdornen was opened thorough a midline incision 4 cm. tong. Omenturn was tied with 310 black silk suture.rnaterial in 3 clifferent paris and on the right side, 3 x 0,5 crn. patches of the parietal peritoneum and underlying mus.cle were resected. The resuitant defect ciosed with inderrupted 310 black silk suture. We formed 3 groups each including 10 rats. The first group was control with no instillate. second group, 50.000 U of aprotinin and in third group 2 nıL of new poviclone-iodine1PVP solution was injected into the periitoneal cavity. All rats were sacrified at one week and assessment -of adhesion formation was made. Treatrnent with aprotinin and povidone-iodinelPVP SOlidit:»8 resulted in fewer adhesions then controls (p 0.01). There was no significant difference between group 2 and 3 (p> 0.05). in conclusion, this study shows that aprotinin and povidone lodine/PVP solution are both effective in reducing peritoneal adhesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
Bartu Badak, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
AsymptomatIc Huge OverIal BenIgn MucInous Cystadenoma
Overin benign müsinöz kistadenomu büyük boyutlara ulaşabilir.
Abdominal kistik kitleler büyük boyutlara ulaşmadan genellikle belirti
vermemektedir. Olgumuzda olduğu gibi büyük boyutlara ulaşan
bir abdominal kistin asemptomatik bir klinik seyir izlemesi nadir
karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede asemptomatik dev overial
benign müsinöz kistadenom olgusunu sunarak abdominal kistlere
yaklaşımı değerlendirmek istedik. Abdominal kistlerin tanısında
ultrasonografi yararlı bir tetkiktir. Ayırıcı tanı için ileri görüntüleme
yöntemi olarak abdominal tomografi veya manyetik rezonans tercih
edilmelidir. Cerrahi tedavide genellikle orta hat insizyon ile açık
cerrahi müdehale tercih edilmektedir. Açık cerrahi konvansiyonel
bir yöntem olarak önemini korumaktaysa da laparoskopik cerrahi
yöntemler giderek yaygınlaşmaktadır.
Asymptomatic huge overial benign mucinous cystadenoma:
A case report. Overial benign mucinous cystadenoma can grove
huge sizes. Abdominal cysts are usually asymptomatic unless
they have huge sizes. It is a rare condition asymptomatic clinical
course of a huge abdominal cyst as like in our case. We aim to
examine abdominal cysts by presenting a case of huge overial
benign mucinous cystadenoma in this article. Abdominal ultrasound
imaging is a useful exemination in diagnosis of abdominal cysts.
For differential diagnosis abdominal tomography and magnetic
resonance must perform as a advenced imaging method. Surgical
treatment is usually open surgery performed by a median incision.
Although open surgical tecniques are protecting importance as a
convential prosedure laparoscopic surgical methods are increasingly
having popularization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
Mehmet Özdemir, Mehmet Emin Demircili, Bahadır Feyzioğlu, Sibel Yavru, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
InvestIgatIon Of Acute VIral GastroenterItIs Agents In DIarrhaeIc
patIent
Viral gastroenterit etkeni olan virüsler insanlarda sporadik ve
epidemik salgınlara yol açabilir. Sık görülen viral enterit etkenleri
rotavirüs, nörovirüs ve adenovirüstür. Bu çalışmada Konya
bölgesinde ishalli hastalarda bu viral etkenlerin araştırılması
amaçlandı. Hastanemiz Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına çeşitli
klinik, poliklinik ve yoğun bakım ünitelerinden gönderilen ve karın
ağrısı, ishal, kusma şikayeti olan hastalardan alınan 300 gaita örneği
çalışmaya alındı. Bu örneklerde mikroskopik inceleme yapılarak
parazit yönünden negatif bulunanlarda Adenovirus ve Rotavirus
immunokromotografik yöntemle, Nörovirus ELISA yöntemi ile
çalışıldı. Bu örneklerin 52’(%17,3) si Rotavirüs, 8(%2,6)’i Adenovirüs
35(%11,7) i Nörovirüs açısından pozitif olarak saptandı. Rotavirüsün
en yüksek pozitif bulunduğu aylar Kasım ve Şubat iken, Nörovirus
Ağustos ve Eylül aylarında yüksek bulundu. Viral gastroenterit
etkenleri, mevsimsel ve yaş gurubu farklılıkları olmakla beraber
her coğrafik bölgede görülmekte ve bazen ciddi infeksiyonlara
neden olmaktadır. Çocukluk yaş guruplarında ölümlere kadar varan
infeksiyonlar görülebilir. Bu nedenle sık görülen viral gastroenterit
etkenlerini rutin tanıda tespit edecek tanı sistemleri hastane
laboratuvarlarında bulunmalı ve gastrointestinal infeksiyonlarının
tanısında kullanılmalıdır.
The viruses that cause viral gastroenteritis can lead to sporadic
and epidemic outbreaks in humans. Common viral enteritis agents
are Rotavirus, Nörovirus, and Adenovirüs. In this study it was aimed
to investigate viral agents in diarrheic patients in Konya region. From
patient who has diarrhea and abdominal pain, 300 stool samples
which sent from various clinics, outpatient clinic and intensive care
units to central clinical microbiology laboratory of our Hospital, were
included in the study. Of these samples, were 52 (17.3%) positive
for Rotavirus, 8 (2.6%) positive for adenovirus, and 35 (11.7%)
positive for Norovirus. while it was detected the highest positivity to
Rotavirus in November and February; Norovirus was higher in August
and September. Although the differences observed in seasonal and
age group, viral gastroenteritis agents could be detected in each
geographical region, and sometimes can cause serious infections up
to death. For this reason, routine diagnosis of common viral agents of
gastroenteritis must be available and should be used in the diagnosis
of gastrointestinal infections in hospital laboratories.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
Fedi Ercan, Melike Bayman, Osman Balcı, Mehmet Aykut Yıldırım, Teyfik Küçükkartallar
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
FallopIan Tube TorsIon Due To MorgagnI Cyst In Second TrImester Pregnancy: A Case Report.
\r\n Tubal torsiyon, özellikle gebelikte çok nadir bir durumdur. Burada gebeliği 24 haftasında akut karın kliniği ile kliniğimize başvuran bir olguyu sunmaktayız. Radyolojik ve biyokimyasal araştırmalar karın ağrısının nedenini açıklamadı ve laparatomi uygulandı. Ameliyat sırasında, daha önce ultrasonografik muayene ile görülen Morgagni kisti nedeniyle sağ fallopian tüpün torsiyone olduğu görüldü. Sırasıyla Morgagni kistine kistektomi ve fallopin tüpe de detorsiyon uygulandı.
\r\n
\r\n Tubal torsion is a very rare case, especially in pregnancy. We present a case of a patient of 24 weeks gestation that was admitted to our clinic with acute abdomen. Radiological and biochemical investigations did not reveal the cause of abdominal pain which resulted in laparatomic exploration. During the operation, the Morgagni cyst, previously explored by ultrasonographic examination, and the right fallopian tube were found twisted among themselves. Cystectomy and detorsion was performed of the Morgagni cyst and the fallopian tube, respectively.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Mustafa Cüneyt Çiçek, Yüksel Dereli, Ömer Tanyeli, Ömer Faruk Çiçek
Olgu sunumu
Özeti
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Double InferIor Vena Cava Anomaly DetermIned By Chance
Vena kava inferior, embriyolojik hayatın beşinci ve sekizinci
haftaları arasında üç çift primitif venin kompleks anastomozu
sonucu oluşur. Vena kava inferiorun bu kompleks embriyolojik
gelişimi sırasındaki anormallikler sonucu, çeşitli anomaliler meydana
gelebilir. Nadir olarak rastlanan çift vena kava inferior anomalisi
en sık görülen inferior vena kava patolojisidir. Bu makalede, akut
karın ağrısı ile hastanemize başvuran ve rutin tetkikler esnasında
tesadüfen tespit edilen çift vena kava inferior anomalisi bulunan, 17
yaşında bir erkek hasta sunuldu. Son yıllarda, modern görüntüleme
tekniklerinin gelişmesi ve bunların klinik kullanımının yaygınlaşması
ile asemptomatik vena kava inferior anomalilerinin tesadüfi olarak
tespit edilmesine olanak sağlanmıştır. Özellikle retroperitoneal
cerrahi operasyonlarda oluşabilecek komplikasyonları önlemek adına
çift vena kava inferior anomalisinin tespit edilmesi önemlidir.
The inferior vena cava is formed by complex process involving
the several anastomoses between three paired embryonic veins
during the fifth to the eighth week of embryonic development. It is
reported that abnormalities in this complex development may result
various defects. Double inferior vena cava is the most common
anomaly affecting the vena cava, though it is a rare pathology. In
this study, a 17 year old male patient was presented who admitted
to our hospital with acute abdominal pain and were determined by
chance during routine inspections double inferior vena cava anomaly.
In recent years, the development of modern imaging techniques and
with the widespread clinical use of these asymptomatic inferior vena
cava anomaly has been identified as incidental facilities are provided.
In particular, retroperitoneal surgery in order to avoid complications
that could occur in pairs inferior vena cava anomaly detection is
important.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
Tümay Özgür, Sibel Hakverdi, Muhyittin Temiz, Mehmet Yaldız, Seçkin Akküçük
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
EndometrIosIs In Cesarean Scar: EvaluatIon Of SIx Cases WIth
revIew Of The LIterature
Endometriozis normal endometrial dokunun uterus dışında
görülmesidir. Skar endometriozisi en sık karın duvarına yapılan
obstetrik ve jinekolojik cerrahi işlemlerden sonra ortaya çıkan genel
cerrahlar tarafından ayırıcı tanıda ön planda pek düşünülmeyen, nadir
görülen jinekolojik patolojidir. Genel Cerrahi polikliniğine 2008-2012
yılları arasında abdominal kitle şikayeti ile başvuran, kitleleri total
eksize edilmiş ve patoloji laboratuvarında skar endometriozisi tanısı
almış altı olguya ait klinik, radyolojik ve patolojik veriler retrospektif
olarak değerlendirildi. Bu hastaların başvuru semptomları farklı idi;
dördü siklik dönemde artan ağrı ve şişlik ile karakterize, ikisi ise nonspesifik
özellikli abdominal duvarda insizyon skarı bölgesinde kitle
şikayeti ile Genel Cerrahi polikliniğine başvurdu. Tüm kitleler total
eksize edildi ve patoloji laboratuarında skar endometriozisi tanısı
aldı. Genel Cerrahi polikliniğine abdominal insizyon skarı lojunda
kitle şikayeti ile başvuran bayan hastalarda jinekolojik bir patoloji
olan endometriozis ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Endometriosis is the presence of normal endometrial tissue
outside the uterus. Scar endometriosis is a rare pathology resulting
after obstetric and gynecologic surgery procedures on abdominal
wall which is not pre-diagnosed in differential diagnosis by general
surgeons. Six cases referred to General Surgery outpatient clinic with
mass on abdominal wall that have been totally excised and diagnosed
as endometriosis in pathology laboratory between 2008-2012 , have
been reviewed retrospectively with clinic, radiologic and pathologic
findings. The presenting symptoms of six pateints were different;
four of them referred with cyclic pain and swelling and two with nonspesific
symptoms to general surgery outpatient clinic. All of the
masses have been totally excised and diagnosed as endometriosis
in pathology laboratory. Scar endometriosis should be considered in
differential diagnosis of incisional abdominal wall masses in females
referring to General Surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mide Ve Kolorektal Kanserli Hastalarda Chitin’in Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonlarına Etkisi
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hüsnü Alptekin, Hüsamettin Vatansev, Fahrettin Acar, Hüseyin Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Mide Ve Kolorektal Kanserli Hastalarda Chitin’in Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonlarına Etkisi
The Effect Of ChItIn On KIdney And LIver FunctIon In PatIents WIth Stomach And Colorectal Cancer
Karın içi yapışıklıkların önlenmesinde kullanılan chitin molekülünün organ fonksiyonlarına olan etkisinin araştırılması. Bu çalışmaya mide kanseri ve kolorektal kanser nedeniyle ameliyat edilen ve rezektabl girişimler yapılan 40 hasta dahil edildi. Operasyon sonrası hastaların kesi hattı altına 15x10 cm. boyutta 2 adet Chitin Suprofilm® konuldu. Hastalarda preoperatif, postoperatif 1.gün ve 5.günlerde AST, Creatinin, BUN değerlerine bakıldı. Her 3 ayrı AST, Creatinin ve BUN değerleri arasında gruplar içi ve gruplar arası değerlendirmede istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0.05). Hastalarda 2 tabaka Chitin kullanımından sonra yeterli hidrasyon sağlanmasıyla karaciğer ve böbrek fonksiyon bozukluğu gelişmemiştir. Chitinin antiadeziv olarak güvenle kullanılabileceği kanaatindeyiz.
The effects of Chitin molecules, used prevention of abdominal adhesions, on organ functions were investigated. 40 patients, underwent surgery for gastric cancer and colorectal cancer and resectable initiatives were included in this study. After surgery, two Chitin Suprofilm ® in size of 15X10 cm were placed under the incision line. AST, Creatinin, BUN levels were measured in patients at preoperative, postoperative 1st and 5th days. There was no statistically significant difference in means of Creatinin, AST, and BUN levels between groups in three measurement. Having used Suprofilm® (Chitin) with adequate hydration, liver and kidney dysfunction was not developed. We think that Suprofilm® (Chitin) can be used safely as antiadhesive.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Feokromositoma
Ahmet Kaya, Serdar Karaköse, Şakir Tavlı, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Asemptomatik Feokromositoma
AsymptomatIc Pheochromocytoma
Klinik olarak sessiz seyreden; normotensif, asemptomati feokromositoma tanısı alan bir kadm hasta takdim edilmiştir. Sağ adrenal kitle rastlantı sonucu ubdominal ulirasonografi ve bilgisayarlı tom-ografi ile tesbit edildi. İdrarkı atılan serbest katekolanıin ve katekolamin metabolitleri normal değerlerden yüksek bulundu. Kitle cerrahi olarak cıkartıldı. Pa-tolojik inceleme de tanıyı doğruladı. Modern görüntüleme yöntemlerinin rutin kullanıma girmesi ile asemptomatik feokronıositoma tanısı alan olgu sayısının artacağının, beklenilmesi doğaldır.
A case of clinically silent pheochromocytoma is presented.7lıe right adı-enal mass incidentally found by abdominal ultrasonography and computed tomog-raphy. The patient was normotansive and asympio-matic. Urinary levels of catecholamine and metabol-its vere elevated than expected normal levels. Mass was excised surgically. Palhological examination verified that ille nıass was a pheochromocytoma. The diagnosis of silent pheochromocytoma can be re-vealed by usiııg modern imaging techniques such as ulfi-asonograplıy and computed tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Serdar Yol, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Adil Kartal, Mehmet Karademir
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Emergency OperatIons In Elderly PatIents: MorbIdIty And MortalIty
Yaşlı hastaların acil operasyonlarında mortalite elektif operasyonlara göre en az 2-3 kat artmaktadır. Yaşlı hastalardaki acil operasyonların riskleri ile tedavi sonuçlarının mortalite ve morbiditeye etkilerini incelenmiştir. Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'da Mayıs 1991 ile Nisan 1997 tarihleri arasında ameliyat edi-len 65 yaş ve üzerindeki 884 hasta (tüm olguların %11.9'u) dosya analizi ile retrospektif olarak incelendi. Bunların 183'ünü (%20.7) acil, 701'ini (%79.3) efektif olarak operasyona alınan hastalar oluşturuyordu. Acil arrıeLyat yapılan olgularda erkek/ kadın oranı 1.9 (120/63), yaş ortalaması 72.3 (65-95) idi. En sık acil operasyon nedenleri barsak tıkanması (49 olgu), akut mezenterik iskemi (24 olgu) ve peptik ülser perforasyonu (23 olgu) idi. Ortalama hastanede yatış acil vakalarda 10.8 gün (3-51), elektif vakalarda 7.2 gün (1-41) idi (p<0.0001). Acil operasyon uy-gulanan olgularda mortalite %18.6 iken elektif olgularda bu oran %3.4 idi (p<0.0001). Yaşlı hastaların değişik yaş gruplarındaki mortalite oranları arasında istatistik' bır fark saptanmadı (p<0.05). Acil vakalarda ölüm en sık karın içi abseler ve safra kesesi perforasyonlarında görüldü. Ölen olguların %70.6`sında (24/34 olgu) yandaş kalp ve/veya akciğer hastalığı mevcuttu. En sık ölüm nedenleri sepsis ve kardio-pulmoner yetmezlik idi. ileri yaş acil operasyon için kontrendike değildir ve mortaliyeti etkilemernektedir. Mortalite ve morbidite, doğrudan hastalığın kendisi ve bir-likte bulunan kardio-pulmoner patolojilerle ilgilidir. Bu nedenle yaşlı hastaların acil operasyonlarında zamanlama son derece önemlidir ve genel durumu iyi olmayan hastalarda en konservatif operasyon yöntemi tercih edilmelidir.
in this study, the risks of emergency surgical procedures in elderly patients and the effect of surgery on the morbidity and mortality were investigated. The records of 884 patients, those who were 65 years old or elder, and who were operated on in the Department of Surgery, University of Selçuk beetwen May 1991 and April 1997 were analyzed, retrospectively. One hundred eighty three patients (20.7%) were operated on urgently and 701 patients (79.3%) were elective. The ratio of male ifemale was 1.9 (120M/63F) and the mean age was 72.3 (range 65-95) in the emergency operations. Most frequent reason for the emergency operations were intestinal obstruction (49 cases), acute mesenteric ischemia (24 cases) and pepic ulcer perforation (23 cases). Mean hospital stay was 10.8 days (3-51 days) in the emergency and 7.2 days (1-41 days) in the elective operation (p<0.0001). The mor-tality was 18.6% in the emergency and 3.4% in the elective operations (p<0.0001). There was no correlation bet-ween mortality rates in different age groups (p>0.05). The highest mortality was observed in intraabdominal abs-cess and in perforated gallbladder disease. Intestinal resection and anastomosis was performed in 55.9% of expired cases. The majority of the patients (70.6%), who had died, had coexisting cardiopulmonary diseases. The main causes of death in alt patients were sepsis and cordio-pulmonary diseases. The main causes of death in all patients were sepsis and cardio-pulmonary failure. In conclusion, age is not a contraindication for an emergency operation and does not affect mortality which appears to be directly related to the severity and nature of the di-sease and to the coexisting cordio-pulmonary diseases. For this reason, timing is very important in the operations of elderly patients, and it is wise to perform the most conservative operation in some severe surgical conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Duvarı Fıematomları
Yalçın Kekeç, Erol Aksungur, Mahmut Oğuz, Erol Atilla, Mehmet Altay
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Duvarı Fıematomları
AnterIor AbdomInal Wall Hematomas
Şiddetli karın ağrısı ve palpahl hassas abdominal kitle bulgular, vererek, akut karını taklit edebilen karın ön duvar hematomlart oldukça nadir görülen palolojilerdir. Akut karın veya şüpheli abdominal kitle ön tatlılar-0,1a ultrasonografi (USG) veya bilgi-sayarlı (BT) tomografi tetkikleri istenilen altı hastada karın ön duvarı hematomu saptanmıştır. USG ile tam konan hastalarda hematomun kesin lokalizasyo-ııu, ekstansiyonu ve eşlik eden ilave patolojilerin araştırılması için bilgisayarlı tomografi incelemesi yapılmıştır. Bu çalştmada oldukça nadir görülen karın ön duvarı hematomlarının USG ve BT ile akut karın tanısında,' kolayca ayırdedildigi görülmektedir.
Anterior abdominal wall hematoma is a rare pat-hological condition.It may simulate the acute surgi-cal abdomen. Ilematoma was diagnosed by utilizing ultrasonography (USG) and computerized tomogra-phy (ST) in six patients who vere thouht to have acute abdomen orland abdominal mass. Although the diagnosis was made by USG, CT had been used to investigate localization, extension and associated pathological conditions of the hematoma. In !his article,differential diagnosis of andominal wall hematomas from acute surgical abdomen in six patients by using USG and CT are presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dual Mesh İle Açık Ve Laparoskopik V Entral İnsizyonel
fıtık Onarımı Karşılaştırılması
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Umut Rıza Gündüz, Burhan Mayir, Uğur Doğan, Mehmet Tahir Oruç
Araştırma makalesi
Özeti
Dual Mesh İle Açık Ve Laparoskopik V Entral İnsizyonel
fıtık Onarımı Karşılaştırılması
ComparIson Of Open Versus LaparoscopIc Ventral IncIsIonal HernIa RepaIr WIth Dual Mesh
İnsizyonel fıtıklar karın cerrahisi sonrası sıkça karşılaşılan ve
tekrar cerrahi tamir gerektiren bir komplikasyondur. Biz, Dual Mesh ile
açık ve laparoskopik ventral insizyonel herni onarımı (LVHR) yapılan
hastaları geriye dönük değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamızda
Aralık 2008 ile Şubat 2015 tarihleri arasında kliniğimize başvuran ve
ventral insizyonel fıtık tanısı konulup açık veya laparaskopik olarak
Dual Mesh ile tamir edilen hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi,
fıtığın lokalizasyonu ve boyutu, uygulanan cerrahi işlem (açık/
laparaskopik), eşlik eden diğer cerrahi patolojiler, hastanede kalış
süresi, mortalite ve morbidite oranları elde edildi ve değerlendirildi.
Toplam 28 hastanın 15’i kadın ve 13’ü erkekti. Yaş ortalaması 57.78±
12.39 yıl (38-78) idi. Ventral insizyonel herni tamiri için operasyona
alınan hastaların 12’si laparaskopik olarak geriye kalan 16’sı açık
olarak ameliyat edildi. Fıtık boyutu ortalama 12.0±2.6 (5-32) cm
idi. Hastanede kalış süresi ortalama 5.75±5.25 (1-21) gündü. Her
iki grupta ikişer hastada cerrahi alan enfeksiyonu ve birer hastada
insizyon altında seroma haricinde başka bir komplikasyon görülmedi.
Dual Mesh ile LVHR ventral insizyonel herni tanılı vakalarda açık
cerrahiye kıyasla hastanede daha az kalış ve morbiditenin daha az
olması nedeniyle etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneğidir.
Incisional hernia is a frequently encountered complication
after abdominal surgery and require repeat surgical repair. We
were retrospectively evaluated the patients underwent open and
laparoscopic ventral incisional hernia repair (LVHR) with Dual Mesh.
Between December 2008 and February 2015, age, gender, body mass
index, the location and size of the hernia, surgical procedure (open/
laparoscopic), accompanied which other surgical pathology, length
of hospital stay, mortality and morbidity rates were obtained and
evaluated of the patients who were admitted to our clinic and repaired
open and or laparoscopic surgery with Dual Mesh. A total of 28
patients, 15 were female and 13 were male. The mean age was 57.78±
12:39 (38-78) years. 12 patients were operated laparoscopically,
remaining 16 with open psurgery. Hernia size was 12.0±2.6 (5-32)
cm. The average length of hospital stay was 5.75±5.25 (1-21) days.
Except the two surgical site infection and one seroma in both groups,
no other complications or recurrences were seen. Ventral incisional
hernia repair with Dual mesh at LVHR compared to open surgery was
effective and safe treatment option with its short hospital stay and
less morbidity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
Kazım Gemici, Yıldıray Dal, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
SImultaneous Cecal DIvertIculItIs PerforatIon And Retrocecal
appendIcItIs
Olgumuz apandisit ön tanısı konulan ancak ameliyatta çekum
divertikül perforasyonuyla karşılaştığımız bir vakaydı. Ayrıca
diseksiyona devam edildiğinde retroçekal subseröz yerleşimli
apandisit tespit edildi. Nadir görülen lokalizasyondaki bir apandisitin
aynı anda çekum divertikül komplikasyonu tespit edilen hastalarda
gözden kaçabileceğini vurgulamak için bu vakayı sunmak istedik.
Çekum divertikülleri nadir görülen bir lezyon olmakla birlikte
komplikasyon geliştiği zaman, semptomları akut apandisit ile
benzerlik gösterdiğinden dolayı tanı ve tedavi açısından bazı
zorluklarla karşılaşılır. Fizik muayene ile akut apandisitten hemen
hemen hiç ayırt edilemez ve radyolojik görüntüleme yöntemleri de
çoğu kez yetersizdir. Bu nedenle tanı genellikle ameliyat sırasında
konulur. Akut apandisit, akut batının en sık sebeplerinden birisidir.
Apendektomi de karın içi acil cerrahi müdahaleler arasında en fazla
yapılan ameliyattır. Akut apandisit tanısında iyi alınan bir anamnez
ile yapılacak dikkatli ve iyi bir fizik muayene oldukça önemlidir.
Bunun yanı sıra çeşitli laboratuvar ve görüntüleme tekniklerinden
de yararlanılabilir. Apendiks farklı lokalizasyonlarda yerleşmesine
rağmen retroçekal bölge bunlar içerisinde nadir görülen alanlardan
birisidir. Sağ alt kadran ağrısıyla acil servise başvuran hastalarda
başta apandisit olmak üzere hastanın yaş ve cinsiyetine göre birçok
hastalık akla gelmelidir. Bu hastalıkların aynı anda bulunabileceği
ve dolayısıyla ameliyat sırasında eksplorasyonun eksiksiz yapılması
gerekmektedir.
Our case was pre-diagnosed with appendicitis but during the
surgery it was seen that the patient had cecal diverticulum perforation.
Further, as the dissection continued appendicitis with retrocecal
subserous localization was identified. The goal of our study is to
underline the possibility that appendicitis in a rare localization can be
overlooked in patients diagnosed with simultaneous cecal diverticulum
complications. Although cecal diverticulum is a rare lesion, there
are some difficulties regarding its diagnosis and treatment since
its symptoms are similar to acute appendicitis when there is a
complication. It can hardly be differentiated from acute appendicitis
through physical examination and radiological imagining methods are
mostly insufficient. Therefore, patients are generally diagnosed intraoperatively.
Acute appendicitis is one of the most frequent causes of
acute abdomen. Appendectomy, too, is the most frequently performed
surgery among intraabdominal emergency surgical procedures. A
good anamnesis and a careful and sufficient physical examination
are very significant in the diagnosis of acute appendicitis. Alongside
these, various laboratory and imaging techniques can be utilized.
Although the appendix can be seen in different localizations, the
retrocecal site is one of the rare localizations among all. In patients
presenting to the emergency departments with complaints of right
lower quadrant pain, many diseases, led by appendicitis, based
on the patient’s age and sex should be taken into consideration.
The possibility that these diseases may co-exist should always be
remembered and, therefore, intra-operational exploration should be
performed thoroughly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki Değişim
Bülent Ataş, Serkan Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki Değişim
The Changes Of Heat Shock ProteIn 90 Alpha And VItamIn Levels In PedIatrIc PatIens WIth FamIlIal MedIterranean Fever
Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) tanılı hastalarımızın atak ve remisyon dönemlerinde ısı şok protein (HSP) 90 alfa ve vitamin düzeyindeki değişimleri sağlıklı gönüllülerle kıyaslamak ve bu moleküllerin AAA atağını kontrol etmede, amiloid birikimini önlemede faydasının olup olmayacağını araştırmak, ayrıca bu moleküllerin AAA gen mutasyonları ile ilişkilerinin araştırılması amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Hastanemiz çocuk nefrolojisi bölümünde AAA tanılı 6 ay-18 yıl arası 30 hastadan atak ve remisyon dönemlerinde ve 30 sağlıklı gönüllüden alınan kan örneklerinde HSP 90 alfa, A vitamini, B 12 vitamini, D vitamini, E vitamini ve folik asit düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar istatistiki olarak birbirleriyle kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların 19’u (%63,3) erkek, 11’i (%36,7) kızdı ve yaş ortalaması 11 yıldı. Hastaların atak döneminde en sık başvuru şikayeti ateşten sonra 19 (%63,3) hastada karın ağrısı idi ve sadece yüksek ateş beş (%16,7) hastada saptandı. En sık genetik mutasyon M694V 14 (%46,7) hastada varken beş (%16,7) hastada mutasyon saptanmadı. HSP 90 alfa atak grubunda en yüksek, en düşük ise remisyon grubunda olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. B12 vitamini gruplar arasında anlamlı düzeyde farklıydı ve en yüksek değer kontrol grubundaydı. D vitamini atak ve remisyon grupları arasında anlamlı derecede farklıydı ve en yüksek değer atak grubunda idi. Ayrıca D vitamini düzeyi erkeklerde anlamlı yüksekti. A vitamini, E vitamini ve folik asit değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı. AAA gen mutasyonlarının HSP 90 alfa ve vitamin düzeyleri üzerinde etkili olmadığı saptandı.
Sonuç: Bulgularımız AAA'da serum HSP 90 alfa, D vitamini, E vitamini ve folik asit değerlerinin normal olduğunu, ancak B12 vitamini ve A vitamini düzeylerinin atak ve remisyon sırasında düşük olduğunu göstermiştir. Ancak konuyla ilgili daha geniş serileri içeren prospektif çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Aim: It was aimed to compare with healthy volunteers the changes in heat shock protein (HSP) 90 alpha and vitamin levels during exacerbation and remission periods in our patients with familial Mediterranean fever (FMF), to research whether these molecules will benefit in control of FMF exacerbation and prevention of amyloid accumulation, and also to investigate the relationship of these molecules with FMF gene mutations.
Patients and Methods: HSP 90 alpha, vitamin A, vitamin B 12, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were studied in 30 patients with AAA diagnosed in our hospital's pediatric nephrology department during the exacerbation and remission periods and 30 healthy volunteers. The results were compared statistically.
Results: In our series, 19 (63.3%) of the patients were male, 11 (36.7%) were female, with a mean age of 11 years. The most common presenting complaint was abdominal pain (n=19; 63.3%) after fever and only high fever was found to be present in five (16.7%) patients. The most common genetic mutation was M694V (n=14; 46.7%), whereas no mutation was detected in five (16.7%) patients. Although HSP 90 alpha was the highest in the exacerbation group and the lowest in the remission group, there was no significant difference between the groups. Vitamin B12 was significantly different between the groups and the highest value was in the control group. Vitamin D was significantly different between the exacerbation and the remission groups and the highest value was in the exacerbation group. In addition, vitamin D levels were significantly higher in boys. There was no significant difference between vitamin A, vitamin E and folic acid levels. FMF gene mutations did not affect HSP 90 alpha and vitamin levels.
Conclusion: Our findings showed that serum HSP 90 alpha, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were normal in AAA, but vitamin B12 and vitamin A levels were low during exacerbation and remission. However, we think that prospective studies including larger series should be performed about the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Mehmet Işık, Ali Sarıgül
Olgu sunumu
Özeti
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Surgıcal Treatment In A Patıent Wıth Celıac Artery Stenosıs: Aorta-Hepatıc Bypass
Kronik mezenterik iskemi, intestinal perfüzyon bozukluğundan kaynaklanan nadir görülen bir hastalıktır. Yemeklerden sonra artan karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtilerle seyreder. Olgu sunumu yapılan hastada, intestinal iskemi, arterya dorsalis pedis tıkanıklığı, çölyak arter (ÇA) ve süperior mezenterik arter (SMA) tutulumu mevcuttu. 35 yaşındaki bir bayan hastada tüm bu lezyonların birlikte görülmesi, nadir olması açısından ilginçti.
Bu çalışmada, multipl lezyonlar nedeniyle endovasküler işleme uygun olmayan ve safen ven ile aorta-hepatik bypass yapılan genç hastanın cerrahi tedavisi paylaşılmak istendi.
Chronic mesenteric ischemia is a rare disease caused by intestinal perfusion disorder. Increased abdominal pain after meals, loss of appetite, weight loss, such as the symptoms of the course. The patient was presented with intestinal ischemia, arterial dorsalis pedis obstruction, celiac artery and superior mesenteric artery involvement. The coexistence of all these lesions in a 35-year-old female patient was interesting because of its rarity. In this study, we wanted to share the surgical treatment of a young patient who was not suitable for endovascular treatment and underwent saphenous vein and aorta-hepatic bypass due to multiple lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
Mehmet Kılıç, Mehmet Keşkek, Ömer Yoldaş, Tamer Ertan, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
An Unusual Cause Of IntestInal ObstructIon: AbdomInal Cocoon
Amaç: Cerrahi aciller içerisinde sıkça rastlanılan intestinal obstrüksiyonun sebebi genellikle intestinal adezyonlar ve boğulmuş fıtıklardır. Abdominal cocoon veya sklerozan enkapsüle peritonit ise intestinal obstrüksiyonun nadir sebeplerindendir. İdiyopatik formu abdominal cocoon olarak bilinir ve karakteristik olarak ince barsaklar koza benzeri fibrokollajenöz membranla sarılmıştır. Olgu Sunumu: İntestinal obstrüksiyon nedeniyle başvuran 35 yaşındaki erkek hastaya laparotomi yapıldı. Ameliyat sırasında hemen tüm ince barsakların fibröz bir kese ile sarıldığı ve barsaklar arasında yoğun fibröz yapışıklıklar olduğu gözlendi. Künt ve keskin diseksiyonla kapsül ve adezyonlar açıldı. Sonuç: Tedavide ince barsaklar arasındaki ve çevresindeki fibröz kese ve bantların açılması yeterli olup, mümkün olduğunca sınırlı biridektomi ve rezeksiyon yapılmalıdır.
Aim: Intestinal obstruction is a commonly encountered surgical emergency, and usually occurs secondary to intestinal adhesions, bads and obstructed hernia. However, at times, rare causes of intestinal obstruction may be encountered such as the abdominal cocoon, also known as sclerosing encapsulating peritonitis, which is a rare condition that is characterized by the encasement of the small bowel by a fibrocollagenic cocoon like sac. Case Report: A 35 years old male patient was operated for intestinal obstruction. During the the surgery, it was observed that all the small intestines were encaged in a fibrous case and dense adhesions were present between the intestines. Capsule and adhesions were separated by blunt and sharp dissections. Conclusion: Separation of the fibrous sac and bands between the intestines is the sufficient treatment, bridectomy and resections must be as limited as possible
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Süleyman Kargın, Murat Çakır, Ebubekir Gündeş, Faruk Aksoy, Naile Kökbudak, Mehmet Aykut Yıldırım, Didem Taştekin, Mehmet Balasar
Araştırma makalesi
Özeti
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Our SurgIcal ExperIences In Adrenal Masses:to InvestIgate
relatIonshIp Between WeIght To MalIgnancy
Bu çalışmada kliniğimizde cerrahi tedavi gören sürrenal kitleli
hastalar cerrahi yönden değerlendirilmiş ve sürrenal kitle boyutları
ile malignite arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu çalışmada Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
kliniğinde Nisan 2002-ocak 2012 yılları arasında sürrenal kitle nedeni
ile ameliyatı yapılan 55 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi.
Hastalar cinsiyet, yaş, kitle lokalizasyonu, yapılan cerrahi işlem, kitle
boyutu, kitle ağırlığı ve patolojik tanı açısından irdelendi. Hastaların
26’sı(%47,2) erkek, 29’u(%52,8) kadın idi.Olguların 24’ünde (%43,6)
sağ, 28’inde(%50,9) sol ;3(%5.5)’ünde bilateral sürrenal kitle tespit
edildi. Hastaların 25’ine (%45,4) laparoskopik; 26’sına (%47,2) açık
transperitoneal girişim ile cerrahi uygulandı. Patolojik incelemede
piyeslerin ölçüldüğü 20 olgunun çıkarılan kitle ağırlığı ortalama
67.35gr(1.76-500) idi. Çıkarılan kitlelerin ortalama kitle boyutu 5,6 cm
idi. Sürrenal kitlelerin değerlendirilmesinde kitle boyutu kadar ağırlığı
da tanıya yardımcı olabilir.Bu kitleler son yıllarda tanı yöntemleri
ve laparoskopik cerrahinin gelişmesi ile başarılı bir şekilde tedavi
edilebilmektedir.
In this study we evaluated for surgical intervention in patients
surgically treated for adrenal masses and adrenal malignancy with
the relationship between the mass. In this study,adrenal mass the
data were retrospectively analyzed 55 patients who underwent
between April 2000-January 2012 in Necmettin Erbakan University
Konya Meram Medical Faculty, General Surgery Department. Patients
gender, age, mass localization, surgical interventions, mass size,
mass weight and pathological diagnosis were evaluated. All of 26
patients (47.2%) were male and 29 (52.8%) were female.In 24 cases
(43.6%) on the right, 28 (50.9%) on the left and 3 (% 5.5) patients
had bilateral adrenal mass was detected. 25 patients (45.4%) were
operated laparoscopic and 26 patients (47.2%) underwent surgery
with open transperitoneal venture. Pathological examination of the
mass weight of the specimens extracted from 20 cases per measured
67.35gr (1.76-500), respectively.In this cases mean mass size was
5.6 cm. The evaluation of adrenal masses as size to weight of the
mass may be helpful in the diagnosis. Recently theese masses can
be treated successfully diagnostic methods with the development of
laparoscopic surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
Müslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Sami Ceran, Mustafa Çalık, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MedIastInoscopy Cases Tor Three Years ExperIence
Giderek yaygınlaşan mediastinoskopi akciğer kanserinin evrelenderilmesinde, mediastenin primer ve sekonder patolojilerin tanısında invaziv girişimlerden biri Haline gelmiştir. Preoperatif evrelemede duyarlılığının % 75 ‘ten fazla , tanıya ulaşma oranının % 90’ın üzerinde olduğu bildirilmektedir.Bu araştırmada Ocak 1999 ve Aralık 2002 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi kliniğinde yatan toplam 24 olgunun hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Vakalarımızın 17’si ( % 70) erkek, 7’si (% 30) kadındı. Yaşlan 24 ile 77 arasında olup ortalama yaş 57, operasyon süreleri 30- 60 dakika idi. Evrelendirme amacıyla medi astinoskopi yapılan 8 akciğer Ca dan üçünde N2 ve N3 hastalık tespit edilmesi üzerine inoperabıl kabul edil di. Tanı amacıyla mediastinoskopi yapılan 16 vakadan 5’inde ( % 32) sarkoidoz , 4’ünde ( % 25) küçük hücre dışı akciğer Ca , 4 ‘ünde ( % 25) tüberküloz, 1 'inde ( %6) lenfoma ve 2 vakada ( %12) akciğer fibrozisi ve reaktif lenf nodu tespit edildi. Hiçbir vakamızda morbidite ve mortalite ile karşılaşılmadı. Mediastinoskopinin mediastinal hastalıkların tanısında ve akciğer kanserlerinin evrelemesinde etkili ve güvenli bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.
Mediastinoscopy is a widely used technique in the diagnosis of staging of lung cancer and primary and secondary mediastinal disease. İt was reported that mediastinoscopy was greater than sensitivity of %75 and specificity of % 90. We retrospectively revievved 24 mediastinoscopy performed in our clinic betvveen January 1999 and December 2002. There were 17 men and 7 women aged from 24 to 77 (mean age 57 years ) and the duration of operation was 30- 60 minutes. Eight patients had mediastinoscopy for the staging of lung cancer and sixteen patients for diagnosis of mediastinal mass. İn 3 of 8 patients N2 and N3 disease was identified. İt was suggested that these patients were inoperable. İn six- teen patients with mediastinal disease, sarcoidosis was diagnosed in 5 patients, non small celi lung cancer in 4 patients, tuberculosis in 4 patients, lymphoma in one patient, lung fibrosis and reactive lymph nodes in two patients. There were no complications and mortality in our cases. We conclude that mediastinoscopy is highly effective and safe procedure in the diagnosis of mediastinal diseases and staging of the lung cancers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Olanzapin İle Tedavi Edilen Bir Monosemptomatik Hipokondriyak Psikoz Olgusu
Bilge Burçak Annagür
Olgu sunumu
Özeti
Olanzapin İle Tedavi Edilen Bir Monosemptomatik Hipokondriyak Psikoz Olgusu
A MonosymptomatIc HypochondrIacal PsychosIs Case Treated WIth OlanzapIne
Sanrısal bozukluk; kalıcı ve ısrarlı bir veya birden çok sayıda garip olmayan sanrılı düşüncenin klinik görünüme egemen olduğu psikiyatrik tanıdır. Sanrısal bozukluk bedensel alt tipi monosemptomatik hipokondriyak psikoz olarak adlandırılır. Bu bozuklukta kişi bir hastalığı olduğuna inanır ve bu sanrısal inancına uygun olarak varsanıları bulunabilir. Midesinde ülser olduğu düşüncesi ve karın ağrısı nedeni ile hastanenin acil servisine, dâhiliye kliniğine ve genel cerrahi kliniğine her gün birkaç kez başvuruda bulunan ve yapılan çok sayıda tetkikin normal olmasına rağmen ısrarla ameliyat olmak isteyen bir monosemptomatik hipokondriyazis olgusunun psikiyatriye yönlendirilişi sunulmuştur. Olanzapinin bu olgularda kullanılabilecek etkili bir tedavi seçeneği olabileceği gösterilmiştir. Bu az görülen hastalığın özellikle psikiyatri dışı hekimler tarafından göz önünde bulundurulması, hem hastanın psikiyatriye erken başvurması açısından hem de diğer hekimlerin gereksiz işlemler yapmaması açısından oldukça önemlidir.
Delusional disorder is a psychiatric diagnosis that one or more persistent and insistent nonbizarre delusional belief is dominant in clinical feature. The delusional disorder somatic subtype is called as monosymptomatic hypochondriacal psychosis. In this disorder one believes that he/she has a disease and has hallucinations pertinent to this delusional belief. In this report, a monosymptomatic hypochondriacal psychosis case which directed to psychiatry clinic because she presented to emergency service, internal medicine clinic and general surgery clinic of our hospital several times every day with stomachache due to the belief of presence of gastric ulcer, and insisted to be operated despite large number of examinations done were normal, was presented. It was shown that olanzapine is an effective treatment option that can be used in these cases. It is important to be taken into consideration this rare disease especially by non psychiatry clinicians both for early presentation of these patients to psychiatry clinic and to prevent unnecessary interventions by other clinicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
DIaphragmatIc Rupture After Blunt Trauma: Case Report Of Two PatIents
Travmatik diyafram rüptürü (TDR) abdominal boşluğun maruz kaldığı yüksek süratli künt travmalar sonrası ortaya çıkar. TDR sık karşılaşılan bir yaralanma olmamakla birlikte, varlığı şiddetli travmanın belirtecidir. Birlikte bulunduğu yaralanmaların sıklığı ve şiddeti nedeniyle diyafram rüptürünün tanımlanabilmesi önemlidir. TDR nün tedavisi cerrahi onarımdır. Bu çalışmada TDR tespit edilen iki olgu sunulmuştur.
Traumatic diaphragmatic rupture (TDR) is recognized consequence of high velocity blunt trauma to the abdomen. TDR is uncommon injury but an important marker of severe trauma. The recognition of diaphragmatic rupture is important because of the frequency and severity of associated injuries.The treatment of TDR is surgical repair. In this case report, two patients with TDR were described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Miyeloproliferatif Neoplazi Tanılı
114 Hastanın İncelemesi
Zafer Gökgöz, Füsun Özdemirkıran, Melda Cömert, Güray Saydam
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Miyeloproliferatif Neoplazi Tanılı
114 Hastanın İncelemesi
ExperIence Of 114 PatIents WIth ChronIc MyeloprolIferatIve Neoplasm
Kronik miyeloproliferatif neoplaziler , kemik iliğindeki
multipotansiyel kök ve öncül hücrelerde ortaya çıkan ve kontrolsüz
hücre yapımı sonucu periferik kanda olgun hücrelerin artışı ile
karakterize hastalıklardır. Biz bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hematoloji Polikliniğine ayaktan başvuran Philedelphia
(-) 114 Kronik miyeloproliferatif neoplazi hastasının geriye yönelik
olarak klinik özelliklerini inceledik. Hastalarımızın 58’i kadın (%49.1),
56’sı (%50.1) erkekti. Tanı anında ortanca yaş 52 idi. 39 hasta
polisitemia vera, 23 hasta primer miyelofibrozis, 52 hasta esansiyel
trombositoz tanılarıyla izlenmekteydi. 29 hasta iskemik semptomlar,
29 hasta halsizlik, 11 hasta başağrısı, 10 hasta karın ağrısı,8 hasta
kaşıntı, 3 hasta baş dönmesi yakınması ile başvurmuş. 24 hasta ise
tesadüfen yapılan tetkikler sonucu tanı almış. Hastalarımızın tanı
anında ortalama tam kan değerleri ise sırasıyla; lökosit:11.163x 〖10
〗^6 ±5600µL, trombosit: 901.336±439.105/µ , hemoglobin:13.8±2.91
g/dl idi. Hastalarımızın %25.4 ‘ünde tromboz hikayesi varken %74.6
‘sında tromboz hikayesi yoktu. Tedavilere baktığımızda ise 18
hasta anegralide, 26 hasta hidroksiüre, 8 hasta asetilsalisik asit
diğer hastalar ise ya tedavisiz takipte ya da kombinasyon tedavileri
almaktaydı. Bu çalışma ülkemizde yapılan kronik miyeloproliferatif
neoplazi hastalarının klinik özelliklerinin incelendiği en büyük
serilerden biridir.
Chronic myeloid neoplasms are pluripotent hematopoetic
diseases characterized by maturating and differantiating defects
of bone marrow cells and reflecting to peripheral blood. We
retrospectively analysed the clinical features of Philedelphia (-)
114 Chronic myeloid neoplasm diagnosed patients of Ege Universty
Hematology Department Outpatient Clinic. 58 (49.1%) of patients
are female, 56 (50.1%) of patients are male. The median age is
52. 39 of patients has policytemia vera, 23 of patients has primary
myelofibrosis, and 52 of patients have essential trombocytosis
diagnosis. The appealing sypmtoms are; for 29 of patients have
weakness, for 29 of patients have ischemic symptomps, 11 have
headache, 8 have pruritis and 3 patients have vertigo. 24 patients
were diagnosed incidentally. The mean leucocyte value is 11.163x 〖10
〗^6±5600µL, platelet: 901.336±439.105/µ and hemoglobin:13.8±2.91
g/dl. 25.4% of patients had a story of thrombosis while the 74.6% not.
18 patients are under treatment with anegralide, 26 hydroxyurea,
8 acetylsalisilic acid other patients have combination treatments or
under follow up without treatment. This study is one of the largest
series in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ameliyat Sonrası Karın İçi Yapışıklıkların Önlenmesinde Chıtın’in Etkinliğinin Diğer Adezyon Bariyerleri İle Karşılaştırılması
Mustafa Şahin, Murat Çakır, Fatih Mehmet Avşar, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Mehmet Aköz
Araştırma makalesi
Özeti
Ameliyat Sonrası Karın İçi Yapışıklıkların Önlenmesinde Chıtın’in Etkinliğinin Diğer Adezyon Bariyerleri İle Karşılaştırılması
ComparIson Of AntI-AdhesIon MaterIals In PreventIng PostsurgIcal AdhesIon In AbdomInal CavIty
Amaç: Postoperatif peritoneal adezyonların önlenmesinde farklı antiadeziv maddelerin etkilerinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 60 adet Sprague-Dawley cinsi dişi rat alındı. Ratlar 12’şerli 5 gruba ayrıldılar. Bütün ratlar Ketamine HCL ile uyutulduktan sonra 4 cm’lik orta hat kesisi ile karına girildi. Karın duvarında, sağ tarafta 2cm uzunluğunda 10 adet peritoneal kesi yapıldı, sol tarafta 2X2 cm2 genişliğinde periton tabakası eksize edildi, batın 3/0 ipekle kontinu olarak kapatıldı. Grup I: herhangi bir işlem yapılmadı, Grup II: kesi alanlarına 3X3 cm2 boyutta chitin tabakası (Suprofilm®) konuldu, Grup III: kesi alanlarına 3X3 cm2 boyutta Na-Hyaluronat /Carboxymethylcellulose (Seprafilm®) konuldu, Grup IV: batın içine % 25 oranında sulandırılmış 2 cc Na-Hyaluronat jel döküldü, Grup V: 15mg/kg dozunda metilprednizolon i.m. olarak verildi. Çalışmanın 11. günü ratlar sacrifiye edilerek 5’er cc kan alındı. Batın açılarak adezyonlar Granat Skoruna göre skorlandı. Kan örneklerinden Hb, AST, BUN ve Albumin düzeyleri çalışıldı. Bulgular: Adezyon sıklığı Grup I’de sağda %82, solda % 91, Grup II’de sağda %8.3, solda %25, Grup III’te, sağda %17, solda %33, Grup IV’te sağda %50, solda %58, Grup V’te sağda %50, solda %42 olarak bulundu. Adezyon evresi gruplarda; Grup I: 2.63±1.22, Grup II: 0.58±0.66, Grup III: 1.08±1.08, Grup IV: 1.41±1.44, Grup V: 1.41±1.50 olarak belirlendi. Adezyon evresi tüm çalışma gruplarında kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulundu, p<0.05. Ayrıca Chitin grubunun evresi diğer gruplardan anlamlı olarak düşük bulundu, p<0.05. Serolojik ve hematolojik parametreler tüm gruplarda benzer bulundu, P>0.05. Sonuç: Chitin Ratlarda postoperatif peritoneal adezyon sıklığını ve evresini anlamlı olarak düşürmekterdir. Bu yönüyle lokal ve sistemik antiadezivlerden daha etkili olduğu kanaatine varılmıştır.
Aim: The purpose of this study is to compare the effects of different anti-adhesion Materials in Preventing Postsurgical peritoneal adhesion. Material and Method: 60 rats from Wistar Albino spiece that weights 250-300 g and about 10-11 ages are used in the study. They were separated into 5 groups. The rats were operated after Kethamine HCL anesthesia. In all rats, a midline laparatomy was done, in a 4 cm length. To the right side of the abdominal wall, 2 cm along 10 parellel incision were applied. To the left side of it, a peritoneum layer was incised as 2x2 cm2. The abdominal wall was sutured with 3/0 silk by continue method. Group I: Control group, Group II: 3X3 cm2 in size Chitin layers (Suprofilm®) were placed on the incision areas. Group III: 3X3 cm2 in size Na-Hyaluronat / Carboxymethylcellulose layers (Seprafilm®) were placed on the incision areas. Group IV: To the abdominal cavity, 25 % diluted 2 cc Na-Hyaluronat gel was poured, Group V: 15mg/kg metilprednizolon was injected as I.M. On the 11th day of Research, under Ketamine anesthesia, abdominal wall opened and the adhesions were scored according to Granat Score. From all groups of rats, blood samples were taken. On the samples, Hb, AST, BUN and Albumin levels were studied. Results: The Adhesion frequency In Group I, was defined on the right abdominal wall as 82%, on the left as 91%, In Group II, on the right as 8.3%, on the left as 25%, In Group III, on the right as 17%, on the left as 33%, In Group IV, on the right as 50%, on the left as 58%, In Group V, on the right as 50%, on the left as 42%. The adhesion grade in groups was defined as; Group I: 2.63±1.22, Group II: 0.58±0.66, Group III: 1.08±1.08, Group IV: 1.41±1.44, Group V: 1.41±1.50. The adhesion phase in all study groups was found meaningfully low compared to the control group as p<0.05. Besides, the adhesion grade of Suprofilm® group was found meaningfully low compared to the other groups as p<0.05. A meaningful difference was not observed among Serologic and hematological parameters in all groups as P>0.05. Conclusion: Chitin meaningfully decreases the postoperative peritoneal adhesion frequency and adhesion grade on Rats. Referencing this result, it has been understood that Chitin is much more effective than local and systemic anti-adhesive methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
Kazım Gezginç, Tuba Korkmaz
Derleme
Özeti
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
The Causes And Treatment Of NonobstetrIc Acute Abdomen
ın Pregnancy
Günümüzde gebelikte akut batın hala tanısı kolay olmayan bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebe bir kadında gebelikte
oluşan fizyolojik ve anatomik değişikliklere bağlı olarak tanı koymak
ve tedaviye karar vermek zorlaşabilir. Ayrıca tanı amaçlı yapılacak
işlemlerin fetus için riskli olması nedeniyle bazı tetiklerden kaçınılır.
Gecikmiş teşhis maternal morbitide, mortalite, fetal kayıp ve erken
doğum riskine sebep olabilir. Cerrahi müdahale gerektirebilir veya
bazı durumlarda cerrahi müdahale zararlı olabilir. Gebelikte akut
batın insidansı 500-635 olguda 1 olarak bildirilmiştir. Gebelikte
nonobstetrik akut batın nedenleri arasında akut apandisit, intestinal
obstrüksiyonlar, akut kolesistit, kolelitiazis, inflamatuar barsak
hastalıkları, peptik ülser, akut pankreatit, hepatik rüptür, intestinal
obstrüksiyon, gebeliğin akut yağlı karaciğeri ve ağır preeklampsi
sayılabilir. Tanı ve tedavide hem fetus hemde anne hayatı önem
taşır. Erken tanı ve tedavinin uygulanması hem anne hemde fetus
açısından oldukça önemlidir.
Diagnosis of acute abdomen in pregnancy is still a difficult
situation. Due to physiological and anatomical changes of a pregnant
woman during pregnancy, the diagnosis and treatment can be difficult
to decide. In addition, some of the procedures used for the diagnosis
are avoided because of risk to the fetus. Delay in the diagnosis may
cause maternal morbidity, mortality, risk of fetal loss and can cause
premature birth. Surgical intervention may be required or surgical
intervention may be harmful in some cases. The incidence of acute
abdomen in pregnancy has been reported as 1 in 500-635. Among
the causes of nonobstetric acute abdomen in pregnancy are: acute
appendicitis, intestinal obstruction, acute cholecystitis, cholelithiasis,
inflammatory bowel disease, peptic ulcer, acute pancreatitis, hepatic
rupture, intestinal obstruction, acute fatty liver of pregnancy and
severe preeclampsia. The life of the mother and fetus are important
in the diagnosis and treatment. Early diagnosis and treatment are
very important for the fetus and the mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçan Mezenter Lenf Düğümü Makrofajlarının Değişik Koşullarda Yapısal Niteliklerinin Transmisyon Elekton Mikroskobu Düzeylerinde İncelenmesi
Refik Soylu
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçan Mezenter Lenf Düğümü Makrofajlarının Değişik Koşullarda Yapısal Niteliklerinin Transmisyon Elekton Mikroskobu Düzeylerinde İncelenmesi
The InverstIgatIon In VarIous CondItIons Of The Structural SpecIalItIes Of Mouse MesenterIc Lymphnode Macrophages WIth The TransmIsyon Electron MIcroscope
Bu deneysel çalışmada, ergin sıçan mezenter lenf düğümü makrofajları bir model olarak seçildi. Makrofajların iç yapı nitelikleri, değişik deney koşullarında transmisyon elektron mikroskop düzeylerinde incelendi. 30 adet, 200-250 gr ağırlığında İsviçre tipi beyaz erkek sıçanlar kullanıldı. Kontrol ve 9 deney grubu için 3 er sıçan seçildi (Tablo 1). Deneylerde antijen olarak at serumu, yabancı materyal olarak ÇİN mürekkebi kullanıldı. Her ikisinde karın içine (İntraperitonal) belirli birim ve sürelerde verildi (Tablo 1). Bulgular elektron mikroskobu düzeylerinde değerlendirildi. Kısaca, antijenik uyaran lenf düğümü genel yapısında, primitif ve blast hücrelerde, özellikle plasma hücrelerinde değişikliklere neden oldu. Çin mürekkebi, taşıdığı C (Karbon) partikülleri nedeni ile makrofajlar içinde lizozomlarda gözlendi. İç yapıda değişikliklere neden oldu. Çin mürekkebi, Antijen verilmiş gruplarda, her iki etken birlikte izlendi.
In this experimental study, adult rat mesenteric lymph node macrophages were selected as a model. The internal structure properties of macrophages were examined under transmission electron microscope levels under different experimental conditions. Thirty male Swiss white rats weighing 200-250 g were used. Three rats were selected for the control and 9 experimental groups (Table 1). Horse serum was used as antigen and Chinese ink was used as foreign material in the experiments. In both, it was given intraperitoneally (intraperitoneally) in certain units and durations (Table 1). Findings were evaluated at electron microscope levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Sayıda Trikobezoar
Müslim Yurtçu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Sürrenal Kitle
Serhat Doğan, Adil Kartal, Tevfik Küçükkartallar, Mustafa Şentürk, Yusuf Yavuz, Mehmet Aykut Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Dev Sürrenal Kitle
GIant Surrenal Mass
Kırk bir yaşında kadın ve 64 yaşında bir erkek hasta karın ağrısı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Yapılan tetkiklerinde her iki vakada da karaciğerde dev hemanjiom olduğu raporlandı. Her iki vakada semptomatik olması ve malignite şüphesi olması nedeniyle operasyon kararı alındı. Operasyon esnasında kitlenin karaciğer kaynaklı olmadığı, sağ sürrenal kaynaklı dev adenom olduğu görüldü, ikinci vakada da kitlenin sağ böbrek kaynaklı olduğu görüldü. Rezeksiyon yapıldı. Sürrenal bölgedeki kitlelerin hemanjiomlarla karıştırılabileceği unutulmamalıdır.
\r\n
Fourty one years old female and 64 years old man were admitted to our clinic because of abdominal pain. In investigating the liver was reported with a giant hemangioma. It was symptomatic and look like malignancy for each cases so they were operated. In operation it was not a liver mass , one of them observed right giant adrenal adenoma and the second one is renal cell carsinoma. Resection was performed for each cases. Adrenal mass could be noted that mixed hemangiomas.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopik Kolesistektomi Yapılan Kadın Hastalarda Solunum Fonksiyon Testlerinin Değerlendirilmesi
Gökhan Kalaycı, Hüseyin Uysal, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopik Kolesistektomi Yapılan Kadın Hastalarda Solunum Fonksiyon Testlerinin Değerlendirilmesi
LaparoskopIk KolesIstektomI, Üst AbdomInal CerrahI, Solunum FonksIyon TestlerI.
Amaç: Bu çalışmada, laparoskopik kolesistektomi yapılan kadın hastaların solunum fonksiyonlarında ortaya çıkabilecek değişikliklerin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Laparoskopik kolesistektomi yapılan ve yaşları 18-50 arasında (ort. 34.6 ± 10.0) değişen 20 kadın hasta çalışmaya alındı. Hastalara ameliyat öncesinde, ameliyat son rası 1. ve 7. günlerde solunum fonksiyon testleri (SFT) Sensormedics PFT Sistem 2400 cihazı ile yapıldı. Hastaların postoperatif olarak ilk 24 saatteki ağrı duyularını ölçmek için PCA (patient-controlled analgesia) cihazından yararlanıldı. Analjezik olarak meperidin kullanıldı. Ölçümler arasındaki fark tekrarlı ölçümler varyans analizi ile değerlendirildi. İkili ölçümler arası farklılığın saptanmasında a = 0.05 düzeyinde Bonferroni düzelt meli eşleştirilmiş-t testinden yararlanıldı. Bulgular: Ameliyat öncesine kıyasla ameliyat sonrası 1. günde hastaların FVC, FEV-/, PEF, MVV, VC, TLC, FRC ve DLCO değerlerinde azalma, PV değerlerinde artma gözlendi. Ameliyat sonrası 1. güne kıyasla 7. günde hastaların FVC, FEV-j, PEF, MVV, VC, TLC, FRC ve DLCO değerlerinde artma, RV değerlerinde azalma gözlendi. Ameliyat öncesine kıyasla ameliyat sonrası 7. günde ise hastaların PEF değerinde azalma gözlenirken diğer SFT değerlerinde anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: Laparoskopik kole sistektomi yapılan kadın hastaların solunum fonksiyon testlerinde ortaya çıkan değişikliklerin ameliyat sonrası 7. günde büyük oranda normale döndüğü kanaatine varıldı.
Objective: The aim of this study was to investigate the probable changes which may occur on the respiratory functions of the female patients undergone laparoscopic cholecystectomy. Methods: Twenty laparoscopic cholecystectomy applied patients aged 18 to 50 (average 34.6 ± 10.0) years were taken into this study. Pre- and postoperative first and seventh day respiratory function tests were performed with Sensormedics PFT System 2400. PCA (patient controlled analgesia) apparatus was used to determine the pain feelings of the patients during the first postoperative 24 hours. Meperidin was used for analgesia. Analyses of the results were evaluated with variance analyses of the differences betvveen measurements and repeated measurements. Bonferroni corrected paired t test at 0.05 level was used for the determination of the difference betvveen dublicate measurements. Results: On the first postoperative day compared to the preoperative levels a reduction on FVC, FEVj, PEF, MVV, VC, TLC, FRC and DLCO values and an increase on RV values of the patients were observed. On the seventh day of the operation compared to the first day an increase on FVC, FEVj, PEF, MVV, VC, TLC, FRC and DLCO values and a reduction on RV values of the patients were observed. VVhile PEF values on the seventh day compared to preoperative value were decreased there was no important change on the other PFT values. Conclusion: İt is concluded that the changes on the respiratory function tests of the female patients follovving laparoscopic cholecystectomy mostly returns to normal on the 7th day of the application.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ailesel Akdeniz Ateşi
İlhan Sezer, Hilal Kocabaş
Derleme
Özeti
Ailesel Akdeniz Ateşi
FamIlIal MedIterranean Fever
Amaç: Ailesel Akdeniz Ateşi, günümüzde bilinen herediter periyodik ateş sendromları arasında en yaygın ve en iyi tanınmış olanıdır. Biz bu derlemede, yurdumuzda sıkça görülen bu hastalığı ve yeni tedavi metotlarını özetledik. Ana bulgular: Ailesel Akdeniz ateşi literatürde ilk defa 1908 yılında bir Yahudi kızında tanımlanmıştır. Çoğunlukla Ermenilerde, Sefarad Yahudilerinde, Araplarda, Anadolu Türklerinde görülür. Hastalığın patogenezi tam olarak aydınlatılamamıştır. Tipik özelliği karın ağrısı, göğüs ağrısı veya eklem ağrısının eşlik ettiği akut ateş ataklarıdır. En önemli komplikasyonu ise AA tipi amiloidozdur. Spesifik bir laboratuvar veya radyolojik bulgusu yoktur. Tedavide en çok kullanılan kolşisin, akut atak sıklığını azalttığı gibi amiloidoz gelişimini önlemede de etkindir. Sonuç: Hastaların yaklaşık 1/4’ü kolşisin tedavisine dirençlidir. Bu hastalarda tedaviye eklenen interferon a, selektif seratonin reuptake inhibitörleri veya biyolojik ajanların etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır.
Aim: Familial Mediterranean fever, is the most common and well known disease in hereditary periodic fever syndromes at the present time. In this review we summarized the disease, which was seen frequently in our country, and newly treatment methods. Main findings: Familial Mediterranean fever was described in a Jewish girl in 1908. Generally it was seen in Armenians, Sefaradian Jew, Arabians and Anatolian Turks. Pathogenesis of the disease was not clear. Characteristic feature of the disease is acute fever attacks accompanied with abdominal pain, chest pain and joint pain. The most important complication is type AA amiloidosis. There is no specific laboratory or radiological finding. Colchicum which is used in the treatment, decreases frequency of attacks and prevents from development of amiloidosis. Result: Aproximately 1/4 patients are resistive to colchicum treatment. There are some studies which shows adding interferon a, selective seratonine reuptake inhibitors and biological agents to the treatment are effective in these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
Nahit Ökesli, Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
TraumatIc Ruptures Of The DIaphragm
Travmatik diyafragma rüptürü tanısı güç bir hastalıktır. Bu yazıda barsak obstrüksiyonu, mide volvulusu, dispeptik bulgular ve karın içi kanama bulgularıyla başvuran dört diyafragma rüptürü olgusu reirospekiif incelenrniştir. Kesin tanı iki olguda preoperatif konabilmiş, diğer iki olguya ameliyat-ta tanı konmuştur. Tanı için öncelikle hastalıktan şüphe etmek gerekir. PA akciğer grafisi ve diğer yardımcı muayene yöntemleri tanıya yardımcı olur. Ultrasonografi, diyafrnagmaya yönelik ve dikkatli yapıldığı tak-dirde önemli yeri olan bir yöntemdir
Traurnatic diaphragmatic rupture is a condition which the diagnosis is difficıdt. in Mis article 4 cases with traumatic diaphragmatic rupture which presented intestinal obstruction, volvulus of the dyspepsia and intraabdominal haemorhagea were evaluated retrospectively. Two cases were diagnosed prooperatively and the athers during operation. Unless probabilitiy is thought the diagnosis could easily be ınissed. Chest X-rays and other routine diagnostic ınethods were our diagnostic criteria in Mese cases. ff ultrasonographic exarnination is available diagnosing of such cases becomes accurate and easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Mezenter İskeminin Prognozunun Belirlenmesinde Preoperatif Nötrofil Lenfosit Oranının Etkinliği
Kemal Deniz Ercan, Mehmet Aykut Yıldırım, Mustafa Şentürk, Mehmet Metin Belviranlı
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Mezenter İskeminin Prognozunun Belirlenmesinde Preoperatif Nötrofil Lenfosit Oranının Etkinliği
PrognostIc Value Of The EffIcIency Of PreoperatIve NeutrophIl-To-Lymphocyte RatIo In Acute MesenterIc IschemIa PrognosIs
Özet
AMAÇ:
Akut mezenter iskemi (AMİ) yaşa bağlı olarak artış gösteren ve kötü prognozu olabilen, erken tanı ve tedavide morbidite ve mortalite oranları %10 iken, tanıve tedavide gecikmelerde %100’ e kadar mortal seyreden bir akut karın hastalığıdır. Bu çalışmada amacımız AMİ’nin prognozunu göstermede son zamanlarda kullanılmaya başlanan ve birçok hastalıkta prognostik faktör olarak kullanılan Nötrofil-Lenfosit Oranının (NLO) etkinliğini ortaya koymaktır.
GEREÇ–YÖNTEM
Bu çalışmada 2005 - 2013 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde opere edilen ve intraoperatif olarak mezenter iskemi tanısı konulan, sonrasında patolojik olarak tanısı doğrulanan 111 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Preoperatif değerlendirilmesinde periferik kandan çalışılan hemogram sonuçları tarandı. Hastalara uygulanan cerrahi işlem, patoloji raporuna göre çıkarılan barsağın bölümü ve uzunluğu, hastanede yatış süreleri, sağ kalım oranları, ek hastalığın varlığı, beyaz küre sayısı, kreatinin ve NLO değerleri belirlendi.
BULGULAR
Hayatını kaybeden hastalarda NLO ortalaması 24.77 ±10.38, yaşayanlarda 17,6±10.65 olarak bulundu.
SONUÇ
Sonuç olarak AMİ gelişen görüntüleme yöntemlerine ve laboratuvar tetkiklerine rağmen halen yüksek mortaliteye sahiptir. Erken tanı için spesifik bir laboratuvar testi yoktur. AMİ şüphelenilen hastalarda preoperatif NLO’nın yüksek olması prognozun kötü olacağını gösterebilir.
Anahtar Kelimeler: Akut Mezenter İskemi, Nötrofil,Lenfosit,Oran
Abstract
INTRODUCTION
Acute mesenteric ischemia (AMI) is an acute abdominal disease which is age-related with possible bad prognosis; and while its morbidity and mortality rate is 10% in early diagnosis and treatment it may progress with 100% mortality when diagnosis and treatment are delayed.The aim of this study was to unearth the efficiency of neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR) which has recently been started to be utilized in the prediction of AMI prognosis and used as a prognostic factor in many diseases.
MATERIALS and METHODS:
The data of a total of 111 patients, who had undergone surgical procedures and diagnosed with mesenteric ischemia intraoperatively at Necmettin Erbakan University Meram Medical School’s General Surgery Clinic between 2005 and 2013 and whose diagnoses had later on been confirmed pathologically, were retrospectively evaluated within the scope of the study.
The demographic data of all patients (age, sex) were recorded. The hemogram results of the patients, analyzed with peripheral blood, were reviewed for preoperative evaluation. The surgical procedure performed, the part and length of the resected bowel based on pathology results, the duration of hospitalization, survey, presence of comorbidity, white blood cell count, creatinine values, and NLR of the patients were determined. The data were statistically analyzed.
RESULTS:
The patients who did not survive had a mean NLR of 24.77 ±10.38, while the same ratio was found to be 17.6±10.65 for survivors. The NLO value was found to be high in cases with mortality.
CONCLUSION:
AMI still proves to have high mortality in spite of the developments in imaging techniques and laboratory analyses. There is no specific laboratory analysis for early diagnosis. High preoperative NLR in patients suspected to have AMI may indicate bad prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
Ahmet Topal, Aybars Tavlan, Atilla Erol, Mehmet Selçuk Uluer, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of GIant LIver HemangIom
Amaç: Dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan bir olguda, anestezi yönetiminin tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Karında kitle nedeniyle takip edilen ve dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan, 66 yaşındaki erkek olguya 5.5 saat süren kitle eksizyonu cerrahisi uygulandı. Postoperatif genel cerrahi servisinde 5 gün takip edilen olgu problemsiz olarak taburcu edildi. Sonuç: Dev karaciğer hemanjiomlarının anestezi yönetiminde; hastanın operasyon öncesi detaylı değerlendirilmesi ve operasyon sırasında ani gelişebilecek hipotansiyona karşı yeterli hazırlığın yapılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz.
Aim: We aimed to present the anesthetic management of a case with giant liver hemangioma. Case Report: An 66 years old man with abdominal mass was diagnosed with giant liver hemangioma. Mass excision surgery continued 5.5 hours. The patient was discharged home 5 days later without any problem from department of general surgery. Conclusion: The patients should be evaluated detailed preoperatively and proper preparations must be planned to prevent intraoperative hypotention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Haluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prenatal Tanısı Erken Gebelik Haftasında Konulan Konjenital Diyafragmatik Herni
Kazım Gezginç, Ali Haydar Kantarcı
Olgu sunumu
Özeti
Prenatal Tanısı Erken Gebelik Haftasında Konulan Konjenital Diyafragmatik Herni
Prenatal DIagnosIs Of CongenItal DIaphragmatIc HernIa In Early Pregnancy
Erken gebelik haftasında prenatal tanısı konulan konjenital diafragmatik hernili bir olgunun sunulması. 31 yaşında ikinci gebeliği olan hastanın 14. gestasyonel haftada iken yapılan ultrasonografisinde abdominal organların torasik kaviteye geçiş gösterdiği gözlendi. Diğer organ ve sistemlerde herhangi bir sonografik patoloji saptanmadı. Aile ile yapılan detaylı tıbbi açıklamaların ardından terminasyona karar verildi. Misoprostol ile medikal abortus sonrası, genetik ve patolojik inceleme yapıldı. Genetik olarak herhangi bir yapısal ve sayısal kromozom anomalisi saptanmadı. Patolojik incelemesinde, diyafragma posterior kısmındaki defektten herniasyonun gerçekleştiği ve buna ek başka bir patolojisinin olmadığı görüldü.
A case report of congenital diaphragmatic hernia which was diagnosed in the 14 th week of pregnancy is presented. Case Presentation: 31 year old multigravida who had 14 th week of pregnancy underwent an ultrasound examination where the fetal abdominal organs were seen in the thoracic cavity. No other sonographical pathologies were determined. The family was counseled in detail and termination of pregnancy was decided. Genetical and pathological evaluation following the misoprostol induced abortion of the pregnancy did not reveal further abnormalities. The pathological examination described a posterior defect of the diaphragma, which leads to the herniation process, as the only positive pathological finding.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
Hadice Selimoğlu Şen, Ayşe Aydın, Abdurrahman Abakay, Abdulhalim Şenyiğit
Olgu sunumu
Özeti
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
A HydatId Cyst Case WIth Mass LesIon VIew In The Lung
Kist hidatik, Echinococcus granülosus tarafından oluşturulan bir parazitik infestasyondur. Bu çalışmada akciğer kist hidatiğinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan malign kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur. 17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmişti. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde kitle lezyonu saptanan hastaya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmentte mukozal tümseklenme ve üzeri nekrotik doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucu ‘kist hidatik’ olarak raporlandı. Batın ultrasonografisinde epigastriumda karaciğer sol lobunda kistik oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine nakledildi. Orada yapılan operasyonla akciğerdeki kist hidatik çıkarıldı. Akciğer kist hidatiği sıklıkla alt loblarda lokalize olur. Kistin klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadir de olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hidatiği akla getirmek gerekir.
Hydatid cyst is a parasitic infestation caused by Echinococcus granülosus. In this study we present a pulmonary hydatid cyst case that has radiological and bronchoscopic view like a malign mass. A 17 year-old male patient. He has cough, sputum and hemoptysis complaints. He has 10 kg weight loss in last two mounths. Thorax computed tomography showed a consolide lesion in the the right upper lobe. Fiberoptic bronchoscopy was performed in this case. There was an endobronchial hump lesion covered with necrotic tissue, in the right upper lobe anterior segment. The result of bronchoscopic biopsy was reported as ‘hydatid cyst’. We found a cystic lesion at the left liver lobe in abdominal ultsonography. Patient transferred for operation at thoracic surgery department. Hydatid cyst was rejected by operation. Hydatid cyst is usually located in the lower lobes of the lungs. Although cyst has classic radiologic, bronchoscopic findings, we should think hydatid cyst in different radiological and bronchoscopic findings too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ailevi Akdeniz Ateşine Bağlı Çok Nadir Bir Göğüs Ağrısı Sebebi; Kostokondrit
Turgut Teke, Kemal Erol, Emin Maden, Ali Sallı, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Ailevi Akdeniz Ateşine Bağlı Çok Nadir Bir Göğüs Ağrısı Sebebi; Kostokondrit
A Very Rare Chest PaIn Reason Due To FamIlIal MedIterranean Fever; CostochondrItIs
Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA), ateş ve serozit atakları ile karakterize otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. Eklem tutulumu, karın ağrısından sonra ikinci en sık görülen bulgusudur. Eklem tutulumu sıklıkla alt ekstremitelerin büyük eklemlerinde olur, ancak ayak bileği, omuz, temporomandibular eklem veya sternoclavicular eklemlerde de tutulum gözlenebilir. Burada kostokondritin eşlik ettiği 25 yaşındaki AAA’li erkek bir hastayı sunduk. Sonuç olarak AAA artriti klinik olarak kostakondrit gibi çeşitli formlarda ortaya çıkabilir
Familial mediterranean fever (FMF) is an autosomal recessivelytransmitted disease characterised by attacks of fever and serositis. Articular involvement is the second most common manifestation following abdominal pain. Articular involvement is commonly in the large joints of the lower extremities but may occur in other joints such as the ankle, shoulder, temporomandibular joint, or sternoclavicular joint. Here, we report a 25-year-old man of FMF with accompanying costochondritis. In conclusion, arthritis of FMF is clinically presented in various forms such as costochondritis
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
Haluk Yavuz, Orhan Çelik, Hasan Koç, Ahmet Özel, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
A Report Of 106 ChIldren WIth AnaphylactoId Purpura
1983-1990 yılları arasında anaflaktoid purpura teşhisi konulan 106 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalığın en çok 5-14 yaşları arasında görüldüğü, cinsiyet ayrımı= olmadığı gözlendi. Başta solunum yolları enfeksiyonu olmak üzere, hastaların %38 inde predispozan faktörler tesbit edildi. Hastaneye başlıca getiriliş sebepleri döküntü ile karın ve ekstremite ağristydı. Hasta-ların %100 önde derinin, %65 inde gastrointestinal sistemin, %42 sinde bobrekler ve ekstremitelerin etkilendiği tesbit edildi. Deri belirtileri kendisini daha çok alt ekstremile ve kalçalarda olmak üzere purpura ve peteşi şeklinde gösterdi. Gastrointestinal tutulumu olanların %38 inde kanama bulunurken, bir hastada pankreatit olduğu anlaşıldı. Hastalık vakaların %15 inde nüks gösterdi. Sedimantasyon ve protrombin zamanında uzama, CRP in pozitifleşmesi, ASO nun yükselmesi önemli laboratuvar anor-mallikleriydi. Bir hastada steroid tedavisi sırasında ileum perforasyonu geliştiği dikkati çekti.
In this retrospective investigation, 106 children diagnosed as anaphylactoid purpura between 1983-1990 were evaluated. The disease was mostly encountered 5-14 years old. There was no sex predilection. 38% of the patients had predisposan factors and most of them were respiratory tract in-fections. The important symptorns were cutaneous manifestations, abdornirzal pain, limp pain consec-utively. Skin (100%), gastrointestinal system (65%), kidneys and musculoskeletal system (42%) were mainly allected. The leading cutaneous manifestations were purpuras and petechias. 38% of the pa-tients with gastrointestinal manifestations had hemorrhage. One patient was diagnosed as pancreaii-tis. The percent of the recurrences was 15%. The noticable laboratory abnormalities were the increas-ing of erythrocyte sedimentation rate, the elongation of prothrombin time, CRP and ASO positivity. [Jetirn perforation was developed during corticosteroid therapy in a case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnguinal Mersilen Mesı-H Hernioplasti Sonuçlarımız
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Şükrü Bülent Özer, İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi
Özeti
İnguinal Mersilen Mesı-H Hernioplasti Sonuçlarımız
The Results Of 1nguInal MersIlen Mesh HernIoplasty
Geleneksel inguinal huni tamirıtıden sonra nüks oranı ve testiküler komplikasvonlar tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Preperitoneal mesafede peritoneal ve muskulofasial yüzevler arasına seınetik-mesh yerleşiirilerek iiksminal kanal tabanının kuvvet-lendirilmesinin hazt aıyıntafiarı vardır. Kasım 1988-Aralık /992 tarihleri arasında 56 hastada 84 kasık fitıgı suprapuhik transvers kesi kul-lanarak preperitoneal sentetik mesh herniophısti ile tedavi edildi. Ilernioplasti esnasında 56 hastada,' 16'sma rrll abdominal operasyonlar (12 ıransvezikal prostatektomi, 2 Ripstein ameliyatı ve 2 over kisıl eksizyonu) uygulandı hastada eı-keıı 'lüks, 8 olı,ucla hematonı olmak üzere 9 olguda komplikasvon
The recuıTence rate and testicular complications seen (iter COnventional inguinal hernıa repair are stili being dehated. Reilıforcement of the inguinal prepe-ritoneal space between the peritoneal and musculo-fascial planes may have some advantages over the conventional hernia repair. Between November 1988 and December 1992,84 groin hernias in 56 patients >vere treated with preper-itoneal svnthetic mersilen mesh hernioplasty through a suprapubic transverse incision. During hernioplasty, lower abdoıninal operations (12 trans-vesical prostatectomy, 2 Ripstein operations and 2 oyarian cystectomies) vere pelformed on 10 of the patients. Early recurrence in one patient and hematoma in 8 patients developed
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın İçi Basınç Artışı İle Alt Ekstremite Transkutan Oksijen Saturasyonu Arasındaki İlişki
Mikdat Bozer, Şükrü Aydın Düzgün, Ali Coşkun, Ali Uzunköy, Ömer Faruk Akıncı, Bahattin Canbeyli
Araştırma makalesi
Özeti
Karın İçi Basınç Artışı İle Alt Ekstremite Transkutan Oksijen Saturasyonu Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Betvveen IncreasIng Of IntraabdomInal Pressure And Transcutenous Oxygen SaturatIon Of Lower ExtremIty.
Karın içi basınç artışı ile V. Cava inferior(VCI)'un baskı lan ması sonucu venöz dönüş azalır. Bu hemodinamik değişimden vücudun alt yarısının, özellikle alt ekstremite mikrosirkülasyonunun fazla etkilenmesi ve bu bölgede oksijen saturasyonunun etkilenmesi beklenir. Pulse oksimetre ile ölçülen alt ekstremite transkutan oksijen saturasyonu(Tc-Sa02 ) ile karın içi basınç artışı arasında bir ilişki olup olmadığını, bu ilişkinin artmış karın içi basıncının bir göstergesi olup olmadığını araştırdık. Bu deneysel çalışmada ortalama ağırlıkları 14.2 kg olan 5 adet köpek endotrakeal entubasyonlu genel anestezi altında Veres iğnesi ile intraabdominal mesafeye girilerek her denekte 0-50 mmHg arasında değişen 6 farklı basınç düzeyinde 3 değişik sürede beklendi ve bu sırada alt ekstremite transkutan oksijen saturasyon değerleri kaydedildi. Bulunan değerler "bivariate correlation" bağıntı analiz yöntemiyle değerlendirildi. Karın içi basınç arttıkça ve yüksek basınçta kalma süresi arttıkça alt ekstremite Tc-SAO2 değerinde azalma anlamlı düzeylerde idi (p=0.001, r=0.97). Sonuç olarak alt ekstremite Tc-SaO2 değerleri karın içi basınç artışının bir göstergesi olarak monitörizasyonda kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Pratik kullanıma girmesi için ilave klinik ve deneysel çalışmalara gerek vardır.
Increased intraabdominal pressure decreases the venous return due to compression of vena cava inferior. Lower part of body is supposed to be affected mostly from this hemodynamic changes, especially microcirculation and aftervvard oxygen saturation in lower extremities. We investigated the relationship betvveen intraabdominal pressure and oxygen saturation of lovver extremity measured by pulse oxymetry and vvhether oxygen saturation of leg is an indicator for intraabdominal pressure. VVe employed on 5 dogs vveighing mean 14.2 kg. Under general anaesthesia, pneumoperitoneum was established via Veres cannula and normal air insufflation at 6 different pressure levels ranging 0-50 mmHg and 3 different time intervals. Measured lovver extremity oxygen saturations vvere analysed by bivariate correlation. İntraabdominal pressure shovved a significant negative correlation with lovver extremity oxygen saturation(p=0.001, r=0.97). As a conclusion, lovver extremity oxygen saturation seems tobea reliable indicator for increased intraabdominal pressure. Further clinical and experimental studies are necessary in this subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
MorgagnI HernIa And SurgIcal Treatment's A Case Of ClInIcally SIlent MorgagnI HernIa Is Presented
Klinik olarak sessiz seyreden, morgagni hernisi tants' alan, kiint abdominal agar' olan, 62 yaltnda hir erkek hasta takdim edilmistir. Morgagni hernisi PA Akciger graifisi ye Pnomoperitoneum ile techis Defekt cerrahi olarak tamir Modern goriintilleme yontemlerinin rutin kullanima girmesiyle morgagni hernisi tamp olan olgu sa-ytstnin artacagintn beklenilmesi dogaldir.
The patient has blunt abdominal pain and asyptomatic. The diagnosis of morgagni hernia is X-Ray pnemoperiteneum and CT. The patiend was re-pair surgical treatment. THe diagnosis of silent mor-gagni hernia can he revealed bly using modern ima-ging techniques such as CT or MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdomınal Aort Anevrızmaları
Mehmet Yeşiltay, Kadir Durgut, Ufuk Özergin, Işık Solak, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Abdomınal Aort Anevrızmaları
AbdomInal AortIc Aneursyms
Abdominal aort anevrizmasi hayati tehdit eden bir patolojidir. Anevrizmanin rupture olmastnt en-gellernek kin ilk yakla§intlar ligasyon, elekt-rokoagliisyon, wramping gibi anevrizma ici pihn te-ekkuliine girifimlerdir. 1951 yrItiida Dubost abdominal anti anevrizma vakalarinda ilk kez greft uygulayarak anevrizmayi tedavi etnzigir Bu tarihten sonra sentetik greft interpozisyonu abdominal aort anevrizma tedavisinde tercih edilen metot olniugur. Selcuk Universitesi Tip Fakiiltesi Kalp Damar Cerrahisi kliniginde 1990-1995 yillan arasinda 10 ab-dominal aort anevrizmalt vaka ameliyat edilmigir. 9 hasty elektif olarak, 1 hasta acil ,sartlarda ameliyata Operasyon strasinda I hastcuntz kay-betlilmigir. 9 hastanuzda postopertif donenrde ciddi bir komplikasyonla karplaiivilniamt,sttr.
Abdominal aortic aneurysms have been to life the-ratening a pathologic process. Early aternpts to pre-vent rupture of aneurysm included ligation, wram-ping sac in an attend to induced trombosis. In 1951 Dubost introduced graft replacement of aortic ane-urysm that a reliable method of aneursym repair be-come available. Since then graft interposition for ab-dominal aortic aneursym has been become prefer therapy. Between 1990 and 995, 10 patients underwent operations for abdominal aortic aneurysms at the Sel-cuk University Medical Faculty clinic of car-diovascular surgery patients had elective procedure and 1 patient had urgent procedure. One patient had been died during the operation and in the other pa-tients haden't been seriously a postoperatif cop-lication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Retroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal Degerı
Ali Acar, Şenol Ergüney, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik, Mehmet Özeroğlu, Ercüment Y. Acarer
Araştırma makalesi
Özeti
Retroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal Degerı
The DIagnostIc Value Of FIne Needle As-PIratIon BIopsy Of RetroperItoneal Masses
Klinigimizck son 1 icinde rutin •adyolojik uy-gulainalarla retroperitoneal kitle belirlenen 5'i bay ve baran total 6 hastaya ince igne aspirasyon bi-opsisi uygulandt. hastada ince igne aspirasyon biopsisi ile renal cell kat-sit-lama, I hastada hemazont, 1 hastada pe-rirenal apse belirlendi. Renal cell karsinoma ta-mlarz nefrektomi sonrast hiropatolojik olarak. dog-rulandt. Perirenal apse belirlenen vaA-ada apse d•enajt., hematom belirlenen vakaya konservatif te-davi uygulandt. Ince igne aspirasvon biyopsisinin preoperatif doku talitS1 viimincien basil. nisbeten 11011111Vaji ve nett: bit- tarty vonremi olciugu gorii§iine vartich.
Fine needle aspiration biopsy %vas pet:formed in 6 patients with diagnosed retroperitoneal masses by routine •adiologic investigation in our clinic in the last I year. In 4 patients renal cell carcinoma, in 1 patient hematoma, in .1 patient perirenal abscess was di-agnosed with fine needle aspiration biopsies. Renal cell carcinomas MU corrected with histopathologic examination of nephrectomy specimen. The patient ►•ith hematoma was treated conservatively. We conclude that fine needle aspiration biopsy to be a simple, cheap and relatively noninvasive for preoperative tissue diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Meryem İlkay Eren Karanis, İlknur Küçükosmanoğlu, Tuğba Günler, Yaşar Ünlü, Hande Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Gastrointestinal Sistemin Gıst Dışı Mezenkimal Tümörleri
Non-Gıst Mesenchymal Tumors Of The GastroIntestInal Tract
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler dışındaki gastrointestinal sistemin mezenkimal tümörleri nadirdir ve çoğu iyi huyludur. Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörlerinin klinik ve patolojik özelliklerini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntemler: 2008-2018 yılları arasında tüm gastrointestinal endoskopik ve cerrahi rezeksiyon materyalleri retrospektif olarak incelendi. Gastrointestinal stromal tümör dışındaki mezenkimal tümör tanısı alan olgular dahil edildi.
Bulgular: Yirmi dört lipom, 14 inflamatuar fibroid polip, altı leiomyom, dört lenfanjiyom, dört hemanjiyom, dört schwannom, iki nöroma, iki malign melanom, bir leiomyosarkom, bir granüler hücreli tümör ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Olguların ortanca yaşları 61 (29-87), ortanca tümör boyutu 1.5 cm (0.2-14) idi. Otuz yedi olgu (% 58,7) kadın, 26 olgu (% 41,3) erkekti. Bu tümörler spesifik olmayan semptomlara neden oldular. Benign tümörlerde eksizyon sonrası patolojik tanıya bakılmaksızın nüks veya metastaz saptanmadı.
Sonuç: Gastrointestinal sistemin gastrointestinal stromal tümör dışı mezenkimal tümörleri her yaşta görülebilen ve sıklıkla kadınlarda izlenen, çoğunlukla küçük ve iyi huylu tümörlerdir. En yaygın olanları lipomlar ve inflamatuar fibroid poliplerdir. Mide tümörlerinin çoğu dispeptik şikayetlere, barsak tümörleri de karın ağrısı, bulantı veya kusmaya neden olurlar. Ayrıca bağırsak tümörlerinin bazıları akut ve kronik kanama, obstrüksiyon, perforasyon, volvulus veya intussussepsiyon gibi ciddi, hatta ölümcül klinik durumlara yol açarlar. İyi huylu tümörlerin tedavisi için eksizyon yeterlidir, nüks veya metastaz göstermezler.
Aim: Mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract other than gastrointestinal stromal tumors are rare and most of them are benign. The aim of this study to reveal the clinical and pathological features of non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract.
Materials and Methods: All gastrointestinal endoscopic and surgical resection materials, between 2008-2018, were retrospectively reviewed. Cases diagnosed with mesenchymal tumor other than gastrointestinal stromal tumors were included.
Results: Twenty four lipomas, 14 inflammatory fibroid polyps, six leiomyomas, four lymphangiomas, four hemangiomas, four schwannomas, two neuromas, two malignant melanomas, one leiomyosarcoma, one granular cell tumor and one Kaposi sarcoma were detected. The median ages of the cases were 61 years (29-87), the median tumor size was 1.5 cm (0.2-14). Thirty seven (58.7%) cases were female and 26 (41.3%) were male. They caused nonspecific symptoms. No recurrence or metastasis was detected after excision in benign tumors regardless of the pathological diagnosis.
Conclusion: Non-gastrointestinal stromal tumor mesenchymal tumors of the gastrointestinal tract are mostly small and benign tumors that can be seen at any age and are frequently seen in women. The most common ones are lipomas and inflammatory fibroid polyps. Most gastric tumors cause dyspeptic complaints and intestinal tumors cause abdominal pain, nausea or vomiting, as well as some of the intestinal tumors lead to serious, even fatal clinical situations such as acute and chronic bleeding, obstruction, perforation, volvulus or intussusception. For benign tumors’ treatment, excision is sufficient, they do not exhibit recurrence or metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvis Kırıklarında İlave Yaralanmalar
Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Bahri Kasal, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvis Kırıklarında İlave Yaralanmalar
The AssocIated InjurIes In PelvIc Fractures
İlave organ yaralanmalan ile birlikte olan pelvis kit-1.0w] riiksek oranda mortalite ve morbiditeye neden olurlar. Bu calt§mada, Mart 1985 ile Eyliil 1994 tarilderi arasinda tedavi edilen 271 pelvis hasta ilave yaralamnalart yeiniinden de-gerlendirildi. Havelfarm ortalama yap, 26.7 (en az 3- en fazia Hastalarm onemli bir kunuthla (%41 .3 ) bin veva daha fazla ilaye organ •va-ralattmast rank Ktrkiic hastada ;dint bawl tray-masr, 27 hastada iirogenital sister travntast,, 23 has-tada toraks travmast, 22 hastada ketfa travmast, 4 hastada norolojik yaralanma ye 3 hastada arter ya-ralatunast tespit edildi. Be§" hastada aok pelvis kr.- rtgt yard!. Genelde ntortalite Dram %5.5 iken ans-tabu pelvis kinklartnda mortalite orant %9.6 olarak bulundu. Ilastalardaki en stk tespit edilen Mint ne-deni kafa travmast., pelvis jci ye bairn iii kanamaych. have organ yaralamnalan ile birlikte olan pelvis kt-nklart, ciddi yaralanmalar olup, htzli ye etkili tedavi vaklapnlarina ihrivac gosterirler.
Pelvic fractures associated with blunt trauma contributed significantly to morbidity and mortality.We reviewed 271 patients with pelvic fractures which were treated between March 1985 and Sep-tember 1994 in this study. Tint average age of pa-tients was 26.7 (between 3-70) years. The majority of the patients (%41.3) had one or more associated injuries: 43 with blunt abdominal trauma, 27 with - genitourinary tract injuries, 23 with thoracic in-juries, 22 with head trauma, 4 with neurologic in-juries and 3 with vascular injuries. There were Jive open pelvic fractures. Altough the overall mortality was %5.5 the mortality rate in. unstable pelvic "'Fac-tures was %9.6. The major causes of death in our patients were closed head injury, intra-abdontinal and intro-pelvic hemorrhage. The pelvic .fractures with associated injuries are serious trauma and re-quire more prompt and effective treatment methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
Burhan Apillioğulları, Buğra Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
18f-Fdg Pet/ct FIndIngs In Esophageal Ca StagIng: A RetrospectIve AnalysIs
Amaç: Özofagus kanseri(ca) tanısı alan ve 18F-Florodeoksiglukoz (18F-FDG) Pozitron Emisyon Tomografi /
Bilgisayarlı Tomografi (PET/BT) görüntüleme kullanılarak evrelemesi yapılan hastaların bulgularını retrospektif
olarak analiz etmeyi ve sunmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya Şubat 2015 ile Şubat 2020 tarihleri arasında hastanemizde 18F-FDG PET/
BT ile evrelemesi yapılmış 37 özofagus ca tanılı hasta dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, primer tümörün
lokalizasyonu ve 18F-FDG PET/BT maksimum standardize alım değeri (SUVmax), mediastinal, abdominal
ve servikal lenf nodları, akciğer(AC), karaciğer(KC), kemik ve diğer alanlara olan metastazlarına ait bulgular
retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66,97± 4,54 yıl bulundu. 20 hasta (%54) erkek, 17 hasta (%46) kadındı. 10
hasta (%27) özofagus üst bölge tümörü, 23 hasta (%62) özofagus alt bölge tümörü, 4 hasta özofagus orta bölge
tümörüydü (%11). 23 hastanın patolojik tanısı squamöz hücreli ca, 14 hastanın adeno ca olarak tespit edildi. Tüm
hastalarda primer tümör SUVmax ortalaması 14,09±6,36 olarak ölçüldü. Squamöz ca tanılı hastaların primer tümör
SUVmax ortalaması 14,51±6,63, adeno ca tanılı hastaların primer tümör SUVmax ortalaması 13,40±6,03 olarak
bulundu. 8 hastada hiçbir metastaz bulgusuna rastlanmazken 29 hastada metastaz belirlendi. Ayrıca 3 hastada
ise ikinci bir primer malignite (ikisi kolon ca, birisi nazofarenks ca) saptandı. Tedavi ve takiplerine hastanemizde
devam edilen 9 hastanın 7’ sinde progresyon, 2’sinde ise regresyon izlendi.
Sonuç: Özofagus ca tanısı alan hastaların ilk evrelemesinde, 18F-FDG PET/BT günümüzde kullanım sıklığı
gittikçe artan faydalı bir görüntüleme yöntemidir . Bizim çalışmamızda bunu destekler niteliktedir .
Aim: We aimed to retrospectively analyze and present the findings of patients diagnosed with esophageal
cancer and staged using 18F-Fluorodeoxyglucose (18F-FDG) Positron Emission Tomography/Computed
Tomography (PET/CT) imaging.
Patients and Methods: Thirty-seven patients diagnosed with esophagus who were staged with 18F-FDG
PET/CT in our hospital between February 2015 and February 2020 were included in this study. Patients'
age, gender, localization of the primary tumor and 18F-FDG PET/CT maximum standardized uptake value
(SUVmax), findings of metastases to mediastinal, abdominal and cervical lymph nodes, lung, liver, bone and
other areas were retrospectively evaluated as.
Results: The meanage of the patients was 66,97 ± 14,54 years. 20 patients (54%) were male, 17 patients
(46%) were female. 10 patients (27%) had upper esophagus tumors, 23 patients (62%) had lower esophagus
tumors, 4 patients had middle esophageal tumors (11%). The pathological diagnosis of 23 patients was
squamous cell ca, 14 patients were adeno ca. The mean of primary tumor SUV max was measured as 14,09
± 6,36 in all patients. The mean primary tumor SUVmax of the patients diagnosed with squamous ca was
14,51 ± 6,63, and the mean of primary tumor SUV max of the patients diagnosed with adeno ca was found to
be 13,40 ± 6,03. Progression was observed in 7 of 9 patients whose treatment and follow-ups were continued
in our hospital, and regression was observed in 2 of them.
Conclusion: In the initial staging of patients diagnosed with esophageal ca, 18F-FDG PET/CT is an
increasingly useful imaging method. Our study supports this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
Murat Bıyık, Ramazan Uçar, Gökhan Güngör, Hasan Esen, Sinan Demircioğlu, Özlem Özer Çakır, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
Remisyonda Akut Myeloid Lösemide Ortaya Çıkan
kolon Granülositik Sarkomu
GranulocytIc Sarcoma Of Colon In A PatIent WIth Acute MyeloId
leukemIa Who Is In RemIssIon
Granulositik sarkom, lösemik hücrelerin ekstramedüller
tutulumudur ve bunun gastrointestinal sistem tutulumu oldukça
nadirdir. Bu olgular karın ağrısı, ileus, gastrointestinal sistem
kanaması ve perforasyon ile başvurabilir. Biz, karın ağrısı ile
başvuran, kemoterapi sonrası kemik iliği remisyona giren akut
miyeloid lösemi hastasında gelişen kolon granulositik sarkomu
olgusunu sunmayı amaçladık.
Granulocytic sarcoma is extramedullary infiltration of leukemic
cells and the involvement of the gastrointestinal tract is rare. These
cases may present with abdominal pain, ileus, gastrointestinal
bleeding and perforation. We present an acute myeloid leukemia
patient that admitted with abdominal pain whose bone marrow is in
remission after chemotherapy in whom the reason of abdominal pain
was granulocytic sarcoma that occurred in the colon.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özefagusa Rüptüre Olan Mediyastinal
tüberküloz Lenfadenit
Hatice Kılıç, Tuba Öğüt, Ayşegül Şentürk, Birkan Bozkurt, H.canan Hasanoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Özefagusa Rüptüre Olan Mediyastinal
tüberküloz Lenfadenit
Rupture Of The Esophagus WIth MedIastInal
tuberculosIs LymphadenItIs
Tüberküloz lenfadenit extrapulmoner tüberkülozun en sık görülen
şeklidir.Tanısı oldukça güçtür. Sıklıkla haftalar ve aylar içerisinde
şişen ağrısız lenf nodları şeklinde kendini gösterir. Mediastinal
tüberküloz oldukça nadirdir; özefagial semptomlar ile kendini
göterir. Karın ağrısı yakınması ile başvuran 50 yaşındaki bayan
hastada çekilen torakoabdominal bilgisayarlı tomografi (BT) ‘de
özefagial rüptür ve mediyastinit bulguları saptanması üzerine yapılan
torakotomide mediastinal tüberküloz uyumlu bulgular saptanması
üzerine bu nadir olgu sunuldu.
Extrapulmonary Lymphadenitis is the most common form of
tuberculosis. It is very difficult to diagnose. Often within weeks or
months, manifests itself in the form of the bottle painless lymph
nodes. Mediastinal tuberculosis are very rare; shows with esophageal
symptoms. A 50-year-old female patient referred with abdominal pain.
Her thoracoabdominal computed tomography (CT) in esophageal
rupture and mediastinitis findings on the identification underwent
thoracotomy mediastinal tuberculous consistent findings on the
identification of this rare case is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rekonstrüktif Cerrahi İle Tedavi Edilen
dev Suprapubik Desmoid Tümör
Murat Akıcı, Erkan Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Rekonstrüktif Cerrahi İle Tedavi Edilen
dev Suprapubik Desmoid Tümör
GIant SuprapubIc DesmoId Tumor Treated WIth
reconstructIve Surgery
Desmoid tümörler, metastaz yapma riski olmayan ancak
lokal agresif seyir gösteren nadir görülen benign tümörlerdir.
Etyopatogenezleri kesin olarak bilinmemektedir. Travma sonrası
gelişebilmektedirler. Sıklıkla abdominal duvarda yerleşirler.
Suprapubik lokalizasyon ise çok nadirdir. Desmoid tümörler için
standard bir tedavi yaklaşımı yoktur. Tedavide öncelikle geniş
cerrahi eksizyon uygulanmalıdır. Lokal nüks oranları yüksek olduğu
için hastalar cerrahi sonrası yakın takibe alınmalıdır. Burada,
rekonstruktif cerrahi ile başarıyla tedavi edilen ve nüksüz takip edilen
suprapubik bölgede yerleşen dev desmoid tümörlü olgu sunulmuştur.
Desmoid tumors are rare benign tumors with local aggressive
clinical course but without the risk of metastasis. Etiopathogenesis
of desmoid tumors is not known clearly. They can develop after
trauma. Desmoid tumors are mostly located on abdominal wall and
very rarely on suprapubic region. There is not a standard treatment
approach for desmoid tumors. Firstly a wide surgical excision should
be performed. As local recurrence rates are high patients should be
followed up closely after surgery. Here in, a case with giant desmoid
tumor located on suprapubic region treated successfully with a
reconstructive surgery and followed up without a recurrence was
reported.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Manık Ep1zod Tedavisınde Lıtyuma Karsılık Karbamezepın
Mehmet Soysal, Rüstem Aşkın
Araştırma makalesi
Özeti
Manık Ep1zod Tedavisınde Lıtyuma Karsılık Karbamezepın
LIthIum Versus CarbamazepIne In The Tre-Atment Of ManIc EpIsode
tant krite•lerine manik Hobo ta-lust konnuts 16-61 vaslar a•asutdaki, olarak sa.Utkli 24 hastadan 12f.s1 karbama:epin, 12'si ii -yttrlt r r r11311rrti rastgele avrildi. Iki ilac antimanik el-kiniik VC v(111 etkiler yonfinden„ Bunney-Hambarg 1_)cn Degerlendirme Sakahtst, Kisa Psiklyatok iciim hasia bildirimi ve hekim gi;:lemine dOerlendirildi. caltpna .svnunda lity►n gru-bundaki hastalartn %-91.6'smda ka•baniazepin q58..Tlinde ,s.aglawit ,p«).001). Skalarht yaptlan de,erlendirmelerde de karbamazepine gOsterdi (p<0.033). Karbama:epin grubundaki en stk yan ef-k-iler. ba.•(1,i;rist (4-50), ba,ydo►mesi (ci 25 ). (%2) y abdominal agri (c425) olup, litywn grit-(;i.25 kadar viiksek stklikta bir yan etkive rast-lannuult.
0/ 24 patients Irvith a DSIU-111-R diagnosis of manic episode, aged 16-6/in giffki physical health. 12 ii-ere randomly allocated to receive car-bama:epine and 12 lithium to appraise the an-cliiracy and side effects were evaluated with repect tra _y-1lainhta Behavior Assesment Seale, Brief Psychiatric Patin!,.! Scale (BPRS). pa-tients reports and clinici,w obwrration. At the end (../ the Slifdy. :;i0h11 ciinicai improvement 11. vs- seen In 91 mcr of patients and in 58.3q Of respect to Bun-Bchavifir -1,s-Nerne111 Scale alit' BPRS lithium showed also significantly superiority to car-banta:epine (p<0.033). The ino,s( Ircquent side cf-feels in ca•baina=epine Qom].) heileici•he (50(.: (2.5%), nausea i25‘:, ) Ifoileici, in the la-tllitlrt2roup any side (.16-0 was not ,oserved at a rah: of 25C
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
Hakkı Polat, Hamdi Ekici, Şamil Ecirli, Sabri Keşçi
Araştırma makalesi
Özeti
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
EvaluatIon Of The 200 PatIents' Data Who Had The DIagnosIs Of ChronIc ParachImal LIver DIsease From 1989 To 1994 In The Department Of Internal MedIcIne Of Selçuk UnIversIty School Of MedIcIne
Bu çalışma, ülkemiz ve tüm dünya için önemli bir sağlık sorunu olan Kronik Karaciğer Parakinı Has-talığının (KKPI1) bölgemizdeki etiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerini belirlemek için plan-lanmıştır. Bu maksatla, kliniğimizde 1989-1994 yıl-ları arasında yatarak tetkik ve tedavi edilen ve KKPH bulunan 200 vakanın dosyalarınııı ret-rospektif olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Vakaların I 30'u (%65) erkek, 70'i (%35) kadın olup erkek/ kadın oranı 1,8 bulundu (P<0,001). Vakalann yaş ortalaması erkeklerde 50, kadınlarda 55 idi. Kadın-erkek arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Vakalar etiyolojik olarak de ğerlendirildiğinde ilk üç sırada 1. Hepatit B (HBV), 2. Hepatit C (HCV), 3. Alkol olduğu görüldü. Hastalardaki ilk sıralardaki semptomlar ise sırasıyle I. Halsizlik, 2. Karın şiş-kinliği, 3. iştahsızlık ve kilo kaybı olarak yer al-mıştır. Fizik muayenede en sık hepawmegali, asit ve splenomegali olduğu görüldü. Kornplikasyon olarak en sık özefagus varis kanaması tespit edilmiştir.
This study was performed retrospectively by eı'a-luating the 200 cases. Of cases 130 was male ( 65%, mean ages 50), of them 70 was female (35%, mean ages 55 ). The ratio male/female was 1,8 (p<0,005). In the Ethiologic distribution; HBV(36%) was the striking cause where as HCV (33%) was second and alcohol consumption was the third causal factor. Alt-hough there are some differences in ı-atio, this dist-ribıttion was consistent with the results of other studies in Turkey. On the other hand, while the leading cause of chronic paranchimal liver disease is alcohol con-sumption in Europe and USA, it is HBV, an infectious agent, in developping countries. Weakness and fa-inting, abdominal swelling and loss of appetite and body weight at-e the most prominent svrnptoms. The connnonest abnormality and phvsical exa-mination was hepatomegaly which was followed bı-ascites and splenomegaly. The distribution of symptorns and physical findings were consistent with those in the literature published in Turkeı•. In over study easophagial bleeding to varies was the leading conıplication while hepatic en-cephaloapthy was reported as the comınonest one of chronic liver disease in Istanbul.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Exploratris Laparotomi
Şükrü Bülent Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Exploratris Laparotomi
LaparotomIler Nasıl Yapılmalı) ExploratrIs Laparotomy (how LaparotomIes Are Performed?
Her karın ameliyatı bir araştırıcı laparotomidir. Mümkün olan her durumda tüm karın araştırılmalıdır. Bu yolla normal yapılar görülerek ve hissedilerek tanınır ve böylece anormal bir durum varlığının farkına varmak ve bunu ortaya koymak mümkün olur. Arasıra önemli küçük bulgular keşfedilir ve semptomlara sebep olan ve şüphelenilmeyen, akla gelmeyen kzyonlann varlığı ile alternatif teşhis laparatomide konulabilir (1). Hiçbir şartta explorasyon; dikkatli klinik muayene, uygun laboratuvar testleri, endoskopi, radyoloji ve modern görüntüleme tekniklerinin yerine konulamaz (2, 3, 4).
Onun karın ameliyatı bir araştırıcı laparotomidir. Mümkün olan her halükarda araştırılmalıdır. Bu yolla normal yapı görülerek ve tıslayarak tanınır ve böylece anormal bir durum varlığının farkına varmak ve bunu ortaya koymak mümkün olur. Arasıra önemli bulgular keşfedilir ve semptomlara sebep olan ve şüphelenilmeyen, akla gelmeyen kzyonlann alternatif ile alternatif teşhis laparatomid konulabilir (1). Hiçbir şartta keşif; dikkatli klinik muayene, uygun laboratuvar testleri, endoskopi, radyoloji ve modern tekniklerinin yerine konulamaz (2, 3, 4).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta