Patolojik Spesmenlerde Plasenta Ve Umbılıcal Kord Histopatolojileri Ve Gebelik Sonuçları Arasındaki
Şirin Küçük, İrem Şenyuva
Araştırma makalesi
Özeti
Patolojik Spesmenlerde Plasenta Ve Umbılıcal Kord Histopatolojileri Ve Gebelik Sonuçları Arasındaki
Placenta And UmbIlIcal Cord HIstopathologIes In PathologIc Spesmen And RelatIonshIp Between Pregnanc
\r\n Amaç: Bu çalışmanın amacı plasenta ve göbek kord spesmenlerinin histopatolojisi incelemesi ile gebelik sonuçları arasındaki ilişkiyi saptamaktır.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Uşak Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Ana Bilim Dalı arşivinden 112 plasenta materyali retrospektif olarak tarandı. Term plasenta ölçümü, Kaufmann’ın Patolojisine göre; 37-40 hafta, boyut 18 cm, ağırlık 350-750 gr, kalınlık 2-2,5 cm olarak yapıldı. Göbek kordonunun damar sayısı, membran yapısı, koranjiyom, infarkt, hematom, hemoraji kaydedildi. Histopatolojik olarak infarkt, koryoamniyonit, subkoryonik fibrin birikimi, koryonik damarlarda konjesyon, subkoryonik kanama, corangiosis, korioanjiyom, kalsifikasyon, perivillöz fibrin birikimi, mekonyum, fibrinoid nekrozis, villit, koryonik damarın ektazisi saptandı. Cinsiyet, doğum şekli, maternal hastalık, doğum ağırlığı, anne yaşı, parite, doğum uzunluğu, baş çevresi ve 0-9 arasında APGAR skoru kaydedildi.
\r\n
\r\n Bulgular:112 plasentanın; 29 plasental infarkt vakasının 4'ünde (% 13,7), 19 korangiosis vakasının 2’sinde (% 10,5), 17 subkoryonik hemoraji vakasının 1’inde (% 5,8), 29 koryoamniyonit vakasının 2’sinde (% 6,8), 12 umbrikal kord konjesyonlu vakanın 1’inde (% 8, 3) anormal gebelik sonuçları tespit edildi. İstatistiksel olarak anlamlı sonuçlarımız subkoryonik hemoraji ile plasenta boyutu (P = 0, 004), maternal yaş ve umbilikal kord boyutu (P = 0, 0001) ve doğum ağırlığı ile plasenta ve umbilikal kord boyutları arasında saptandı (p = 0.000). Ancak bu parametreler ile gebelik sonuçları arasında bir ilişkiye rastlanmadı. Diyabet, erken doğum, ablatio plasenta ve ölü doğumla sonuçlanan ve seyreden gebeliklerde, bebek ağırlığı ile plasenta ve umbilikal kord boyutu arasında ilişki saptandı. Histopatolojik bulgular ve gebelik sonuçları arasında ise anlamlı bir ilişkiye rastlanmadı.
\r\n
\r\n Sonuç: Plasenta ve umbilikal kord örnekleri değerlendirilirken düzenli klinik takip ve yeterli anamnezin yanında gebelik sonucu üzerindeki etkiyi açıklamak için lezyonun varlığı ile birlikte lezyonun yeri ve büyüklüğü de belirtilmelidir.
\r\n
\r\n Aim: The aim of this study is to determine the relationship between pregnancy outcomes and histopathology examination of the intended placenta and umbilical cord specimens.
\r\n
\r\n Patients and Methods: 112 placenta materials were scanned as retrospective in an archive of Usak University Education and Research Hospital of Pathology Department. Term placentas measurement were based on Kaufmann’s Pathology thus; 37-40 week, size 18 cm, weight 350-750 gr, thickness 2-2,5 cm. Umbilical cord's vessel number, membrane structure, chorioangioma, infarct, hematoma, hemorrhage were recorded. Infarct, chorioamnionitis, subchorionic fibrin deposit, congestion of chorionic vessel, subchorionic hemorrhage, corangiosis, chorioangioma, calcification, perivillous fibrin deposit, an effect of meconium, fibrinoid necrosis, villitis, ectasia of a chorionic vessel were detected as histopathologic findings. Gender, mode of delivery, maternal disease, birth weight, maternal age, parity, birth length, head circumference, APGAR between 0-9 were recorded.
\r\n
\r\n Results: 112 placentas; 4 of 29 (13,7%) placental infarct, 2 of 19 (10,5 %) placental corangiosis, one of 17 (5,8%) subchorionic haemorrhage, 2 of 29 (6,8%) chorioamnionitis, one of 12 (8,3%) umbilical cord congesione cases were detected with abnormal pregnancy outcomes. Statistically significant results were found between subchorionic haemorrhage and placenta size (P = 0, 004), maternal age and umbilical cord dimension (P = 0, 0001), birth weight and placenta and umbilical cord dimensions (p = 0.000). However, no association was found between these parameters and pregnancy outcomes. Relationship between baby weight and placenta and umbilical cord size was determined in diabetic, preterm, ablatio placenta, and stillbirths and pregnancies. No significant association was found between histopathologic findings and pregnancy outcomes.
\r\n
\r\n Conclusion: When placenta and umbilical cord specimens are evaluated, the location and size of the lesion should be indicated along with the presence of the lesion in order to explain regular clinical follow-up and adequate anamnesis as well as the effect on the pregnancy outcome.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kafa Travma Modelinde Mannitol Veya Hipertonik Salin Solüsyonlarının Etkilerinin Karşılaştırılması
Feride Aygın, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Kafa Travma Modelinde Mannitol Veya Hipertonik Salin Solüsyonlarının Etkilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of The Effects Of MannItol Or HypertonIc SalIne SolutIons In Head Trauma Model
Deneysel kafa travmasında, % 20 mannitol, % 3 veya % 7 hipertonik salin solüsyonlarının, hemodinamik parametrelere, intrakraniyal basınca ve elektroensefalografi üzerine olan etkilerini karşılaştırılması amaçlandı. Bütün tavşanlara pariyetal bölgeden bilateral kraniotomi yapılarak standart kafa travması uygulandı. Rastgele 4 gruba ayrılan deneklerden; I. gruba tedavi uygulanmazken, II. gruba % 20’lik mannitol, III. gruba % 3’lük hipertonik salin ve IV. gruba % 7’lik hipertonik salin eşdeğer osmolar yükte intravenöz uygulandı. Travmadan önce, travmadan 5 ve 60 dakika sonra; elektroensefalografi, ortalama arter basıncı, kalp atım hızı ve intrakraniyal basınç kayıtları alındı. Mannitol, % 3 ve % 7’lik hipertonik salin solüsyonları intrakraniyal basınçdaki yükselmeyi çalışmanın sonunda düşürdü (p0.05). Ortalama arter basınç ve kalp atım hızı, bütün gruplarda travmadan sonra yükseldi (p
We aimed to compare the effects of 20 % mannitol, 3 % or 7 % hypertonic saline on hemodynamic parameters, intracranial pressure and electroencephalography in experimental head trauma. Bilateral craniotomy were carried out in the parietal region and standart head trauma was applied for all rabbits. The rabbits were randomly divided into four groups. In group I rabbits were only observed. In group II: 20 % mannitol, in group III: 3 % hypertonic saline and in group IV: 7 % hypertonic saline was administered intravenously to achieve similar osmolar load. Electroencephalography, mean arterial pressure, heart rate, intracranial pressure were recorded before trauma and 5 and 60 minutes after trauma. Increased intracranial pressure was significantly decreased by mannitol, 3 % and 7 % hypertonic saline solutions at the end of study (p0.05). The mean arterial pressure and heart rates increased after trauma in all groups (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Onarımında Desarda Yöntemi
Kemal Arslan, Bülent Erenoğlu, Hande Köksal, Ersin Turan, Arif Atay, Osman Doğru
Araştırma makalesi
Özeti
Kasık Fıtığı Onarımında Desarda Yöntemi
Desarda Procedure In InguInal HernIa Surgery
Kasık fıtık cerrahisinde operasyonun başarısını nüksün
yanında hasta konforuda belirlemektedir. Yama kullanılarak
geliştirilen operasyonlar nüks gelişimini belirgin olarak azaltmakla
birlikte yamaya bağlı gelişen problemler hasta konforunu olumsuz
etkileyebilmektedir. Desarda’nın tarif ettiği yamasız teknik fizyolojiye
uygunluğu, düşük nüks oranları ve yüksek hasta konforuyla dikkati
çekmektedir. Burada Desarda tekniğini uyguladığımız hastalarımızın
sonuçları sunulmaktadır. Kliniğimize 2010-2012 tarihleri arasında
kasık fıtığı şikayeti ile başvuran hastalar çalışmaya dahil edildi.
Femoral ve nüks inguinal hernisi olanlar, 18 yaşının altındakiler, yara
iyileşmesini etkileyecek sistemik hastalığı olanlar çalışmaya dahil
edilmedi. Çalışmaya alınan hastalara Desarda prosedürü uygulandı.
Hastalar demografik özellikleri, fıtık tipleri, postoperatif komplikasyon
ve nüks açısından incelendi. Toplam 72 hastaya Desarda prosedürü
uygulandı. Hastaların 71’i erkek 1’i kadındı. Ortanca yaş 51 (18-85)
idi. Vakaların 62’si tek, 10 tanesi 2 taraflı idi. Tek taraflı vakaların
18 tanesi Modifiye Rutkow-Gilbert sınıflamasına göre Tip 2, 16
tanesi Tip 4, 14 tanesi Tip 3, 9 tanesi Tip 6, 5 tanesi Tip 1 herni idi.
Ortalama operasyon süresi tek taraflı vakalarda 34.7±11.5, iki taraflı
vakalarda 76.1±15.4 idi. Ortalama hastanede kalış süresi 1.02 gün
(1-2 gün), ortama takip süresi 22.0±4.2 ay idi. Bir hastada 6.ayda
erken nüks (%1.3), 1 hastada skrotal ödem (%1.3), 3 hastada kord
ödemi (%4.1), 1’i antikoagulan kullanan 2 hastada hematom(%2.7)
gelişti. Hastaların hiçbirinde erken dönemde nonsteroid aneljezikler
dışında ek narkotik analjeziklere ihtiyaç duyulmadı ve geç dönemde
nöralji görülmedi. Desarda prosedürü uygun vakalarda ucuz, kolay
ögrenilebilen ve uygulanabilen, dokuların fizyolojisine uygun, düşük
nüks ve yüksek hasta konforu ile fıtık cerrahisinde önemli bir yöntem
olarak göze çarpmaktadır.
Successful management of inguinal hernia depends on not
only prevention of recurrence but also patient comfort. Although
recurrence is lower in procedures using prosthetic meshes,
complications related to these meshes negatively affect patient
comfort. The procedure described by Desarda, draws attention due
to lower recurrence, conformance to physiology and higher patient
comfort. In this study we present results of patients treated using
desarda procedure. Seventy two patients admitted to our clinic with
inguinal hernia between 2010 and 2012 and treated using Desarda
procedure were included in this study. Patients with recurrent
inguinal hernias, femoral hernias, patients below 18 years of age and
patients with systemic disease excluded. Demographic properties,
types of hernias, postoperative complications and recurrence of the
patients were recorded. Of the patients, 71 were male and 1 was
female. Median age was 51 (range 18-85). Median operating time was
34.7±11.5 for single sided cases and 76.1±15.4 minutes for bilateral
cases. Mean hospitalization was 1.02 days (range 1-2), mean
follow up was 22.0±4.2 months. Early recurrence was observed in 1
(1.3%) patient at 6th month. One (1.3%) patient had scrotal edema,
3 (4.1%) patients had edema of spermatic cord, 2 (2.7%) patients,
one of these using anticoagulant, developed hematomas. None of
the patients required analgesics beside routinely used non-steroid
analgesics and no neuralgia was observed. Desarda procedure is
a remarkable technique for treatment of inguinal hernias of suitable
patients, which is non-expensive, easy to learn and more physiologic
technique providing lower recurrence and higher patient comfort.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tinnitus Etyololisi
Ziya Cenik, Orhan Gül
Araştırma makalesi
Özeti
Tinnitus Etyololisi
Etıology Of Tınnıtus
Bu araştırmada tinnitusa sebep olan patolojileri ortaya koymayı amaçladık. Çalışmamız göstermiştir ki ilim çabalara rağmen tinnituslu hastaların önemli bir kısmında her-hangi bir patoloji saptanamamıştır. Öte yandan vakalarımızın %44'ünde akustik travma, tuba disfonksiyonu, ilaç ototoksitesi ve kafa travması tespit edilmiştir. Ayrıca 7 vakada pulsatil tinnitus bulunmuştur.
We tried to explain the patologic reason of tinnitus in 'his search. Our searchment showed that even alt efforts no pathology was observed in the rnajor wrıouni of our patients. On the other hamd we observed %44 acoustic trauma, taba dy,sfonction, ototoxicity and head traurna in our patients. Alsa pulsatil tinnitus was observed in seven cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki Komplikasyonlar
Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Osman Güvenç, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Kalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki Komplikasyonlar
ComplIcatIons Of Heart CatheterIzatIon In ChIldren
Tanı ve tedavi amaçlı kalp kateterizasyon girişimleri son zamanlarda giderek artmaktadır. Kalp kateterizasyonundan sonra özellikle kateter giriş yerinde tromboz, psödoanevrizma, arteriyovenöz fistül, kanama, enfeksiyon, distal embolizasyon gibi lokal komplikasyonlar ile verilen anestezik ajanlara bağlı solunum depresyonu, taşikardi ve bradikardi olmak üzere birçok komplikasyonlar gelişebilmektedir. Kliniğimizde Haziran 2010-Haziran 2012 yılları arasında kalp kateterizasyonu yapılan 120 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların, yaşları 9 gün ile 15 yaş arasında (ortalama 3.5 ± 4.2 yaş) olup, 58 (%48)’i kız, 62 (%52)’si erkek idi. Hastaların 102 (%85)’ine tanısal, 18 (%15)’ ine girişimsel işlem amaçlı kalp kateterizasyonu yapıldı. Komplikasyonu gelişen 7 (%5.8) hastanın yaşları 9 gün ile 15 yaş (3.5 ± 4.2 yaş) arasında idi. İki hastada femoral hematom, bir hastada femoral kanama, iki hastada femoral tromboz, bir hastada bradikardi, bir hastada (midazolam ile yapılan) sedasyon sırasında solunum arresti gelişti. Femoral tromboz gelişen iki hastadan birine düşük molekül ağırlıklı heparin, diğerine düşük molekül ağırlıklı heparin ve pentoksifilin verildi. Femoral hematom gelişen iki hastaya ise lokal tedavi uygulandı. Dirençli bradikardi gelişen bir hastaya geçici pacemaker takıldı. Femoral kanama gelişen bir hastaya protamin sülfat tedavisi verildi. Midazolama bağlı solunum arresti gelişen bir hastaya solunum desteği yapıldı. Sonrasında hastalar şifa ile taburcu edildiler. Kliniğimizde kalp kateterizasyonu yapılan hastalardaki komplikasyonlar ve bu komplikasyonları artıran risk faktörleri retrospektif olarak incelendi. Kalp kateterizasyonu yapılan hastalar gelişebilecek lokal ve genel komplikasyonlar açısından yakından takip edilmelidir. Alınabilecek birtakım önlemler ile komplikasyon sıklığı azaltılabilir ve komplikasyonların erken tanı ve tedavisi ile morbidite ve mortaliteyi azaltılabilmektedir.
Diagnostic and therapeutic cardiac catheterization attempts have recently been increasing. Numerous complications may develop after cardiac catheterization, including local complications, such as thrombosis, pseudoaneurysm, arteriovenous fistula, bleeding, infection, and distal embolization at the catheter insertion site, as well as complications associated with the anesthetic agents, such as respiratory depression, tachycardia and bradycardia. A total of 120 patients, who underwent cardiac catheterization between June 2010 and June 2012 were retrospectively evaluated. The patients were aged from 9 days to 15 years (mean 3.5±4.2 years) and 58 (48%) were female and 62 (52%) were male. Of the 120 patients, 102 (85%) underwent a diagnostic cardiac catheterization procedure, whereas in 18 (15%) patients an interventional procedure was performed. Complications were encountered in 7 (5.8%) patients, aged from 9 days to 15 years (3.5±4.2 years). There were femoral hematoma in two patients, femoral bleeding in one patient, femoral thrombosis in two patients, bradycardia in one patient, and a patient developed respiratory arrest during sedation (with midazolam). Femoral venous thrombosis, which was seen in two patients, was treated with low molecular weight heparin in one case and with low molecular weight heparin and pentoxifylline in the other. Two patients who developed femoral hematoma underwent local treatment. One patient developed resistant bradycardia, for which a temporary pacemaker was inserted. A patient with femoral hemorrhage was treated with protamine sulfate. One patient, who developed respiratory arrest due to midazolam, was treated with respiratory support. All patients were discharged in a good condition after the treatment. The complications in patients who underwent cardiac catheterization in our clinic, and the risk factors for these complications were analyzed retrospectively. Patients undergoing cardiac catheterization should be closely monitored in terms of possible local and general complications. The incidence of the complications can be reduced by taking appropriate measures. The morbidity and the mortality can be reduced by early diagnosis and treatment of the complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Travmalı 255 Olgunun Analizi
Murat Öncel, Kazım Gürol Akyol
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Travmalı 255 Olgunun Analizi
AnnalysIs Of 255 Cases WIth Chest Trauma
Ocak 2005 - Temmuz 2009 yılları arasında tedavi edilen toraks travmalı hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmamıza 220 erkek, 35 kadın alındı. Bunların ortalama yaşı 38.2 idi. Toraks travmalarının nedenleri, eşlik eden toraks dışı yaralanmalar, oluşan patolojiler ve tedavi yaklaşımları incelendi. Olgulardan 167’sinde künt, 88’inde ise penetran göğüs travması mevcuttu. Künt travmalarda %78 ile trafik kazaları, penetran travmalarda ise %92 ile kesici delici alt yaralanması en sık etiyolojik nedenlerdendi. En sık rastlanan patolojiler sırayla, yumuşak doku yaralanması (%35), pnömotoraks (%29), hemopnömotoraks (%22), multipl kot fraktürü (%21) ve hemotorakstı (%17). Hastaların 60 tanesinde (%23.5) toraks dışı ek patolojilere saptandı. En sık görülenler; kafa travması (%26.1), ekstremite yaralanmaları (%24.3), abdominal yaralanmalar (%21.1) idi. Tedavi yöntemi olarak 167 vakaya (%67.49) tüp torakostomi, 35 hastaya torakotomi- diyafragma onarımı (%13.7), 53 hasta konservatif olarak takip edildi (%20.78), 3 hasta hayatını kaybetti (%1.17). Toraks travmaları önemli bir morbitide ve mortalite nedenidir. Tedavileri hızlı ve sistematik bir yaklaşımla uygulanmalıdır.
Retrospectively evaluated patient with thoracic trauma who were hospitalized and treated at chest surgery clinic from january 2005-july 2009 A total of 255 patient(220 male-35 female mean age 38.2) with thoracic trauma were evaluated with respect to etiology¬ thoracic pathologies assosiated injuries and treatment methods. Blunt and penetrating thoracic injuries were found in 167 and 88 patients .Respectively the most common cause were traffic accidents (%78) and stab wounds, (%92) for blunt and penetrating thoracic injurıes.The most frequent thoracic pathologies were soft injurıes(%35) followed by pneumothorax(%24), multpl rib fractures ,(%21) hemopneumothorax(%20) and hemothorax(%17).Extrathoracic injurıes were seen in 60(%23.5) patients .The most common being cranial(%45) ,extremity injuries(%38) and abdominal (%18.3). Treatment was conservative 53 patient (%20.78) tube thoracostomy (n- 167 %67.49)diapragmatic repair or bleeding control with thoracotomy (n-35 %13.7). Mortality occured in 3 patients (%1.17) It is important that thoracic trauma patients with increased risk of mortality and morbidity should recieve immidiate and systematic treatment
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Faruk Aksoy
Olgu sunumu
Özeti
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Non-OperatIve Treatment In Post-TraumatIc LIver LaceratIon: HepatIc Artery EmbolIzatIon
Karaciğer karın travmalarında en sık yaralanan organdır ve
mortalite oranı halen çok yüksektir. Gelişen tanı metodları ile
nonoperatif takip gündeme gelmiştir. Geç dönemde intraparankimal
hematom artışı ile sarılığa sebep olmuş nonoperatif yöntemlerle tedavi
edilen bir vakayı sunmayı amaçladık. Künt karın travması sonrası
karaciğer yaralanması olan 17 yaşında erkek hastaya geç dönemde
büyüyen, genel durumunu bozan ve sarılığa sebep olan hemotom
nedeniyle embolektomi uygulanarak tedavi edildi. Geç dönemde
karaciğer parankim içi hemotomların artabileceği, artan hemotoma
bağlı intraparankimal safra yollarına bası nedeniyle hastanın sarılığı
ortaya çıkacağı ve bu durumun cerrahi dışı yöntemlerle etkin bir
şekilde tedavi edilebileceği bilinmelidir.
The liver is the most frequently wounded organ in the abdominal traumas and the rate of mortality is still very high. We aimed to present a case that was treated with non-operative methods which led to hepatitis because of increase in intraparenchymal hematoma in the late period. Seventeen-year-old male patient who had liver laceration after blunt abdominal traumas was treated with embolectomy due to liver hematoma. In late period, liver parenchymal hematoma can be increased and patients can develop hepatitis because of increased hematoma pressure on intraparenchymal biliary tract and this situation can be effectively treated with non-surgical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
127 Doguştan Kalça Çıkığı Vakasının İncelenmesi
Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
127 Doguştan Kalça Çıkığı Vakasının İncelenmesi
Investıgatıon Of 127 Condıtıonal Hıp Dısplacement Case
Selçuk Üniversitesi Tip Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde 12 Mart 1983 -11 Kasım 1984 tarihleri arasında 127 DINÇ vakası tespit edildi. Vakaların 23 ü (%18) erkek, 104 ü (%82) kız idi. 24 vakada (%18) sağ kalça, 28 vakada (%23) sol kalça ve 75 vakada (%59) bilateral kalça çıkığı mevcuttu. 57 yaka (%45) ailenin birinci çocuğu idi ve %62.3 vakanın ilk teşhislerinin 0 yaş grubu içinde yapılmış olduğu tespit edildi. Vakaların %97 sinde 1- 18 ay arasında değişen sürelerde kundak uygulandığı anlaşılmıştır. 51 vakada konservatif tedavi (%40), 31 vakada (%26) iliak osteotomi uygulanmış, 18 vakanın (%15) çeşitli sebeplerden tedavisi ertelenmiş ve 27 yaka (% 19) tedaviyi kabul etmemiştir.
The Analysis Of 127 Patients With Congenital Dislocation Of The Hip 127 cases with congenital dislocation of the hip were determined at tlıe Department of Orthopedic Surgery of the Medical School of Selçuk University, between March 12, 1983 and November 11, 1984. 23 (18 per cent) were boys, 104 (82 per cent) were girl.s of the patients. The dislo-cation of the hip was on the right hip in 24 cases (18 per cent), on the left hip in 28 cases (23 per cent), and on the bilateral hip in 75 cases (59 per cent). 57 per cent of the cases were firt child of the family. The diag-nosis of congenital dislocation of the hip was made in 0 age period in 62.3 per cent of the cases. it has been determined that swadling clothes has been applicated in 97 per cent of the cases between one to eighteen months. 40 per cent of the cases were treated concervatively 26 per cent of the cases were treated by surgery (iliac osteotomy), in 15 per cent of the cases the treatment was delayed. and no treatment was performed in 19 per cent of the cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Nilgün Altuntaş, Mert Karaduman, Tolga Akbaş, Selçuk Kıvılcım, Murat Altay
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Femur Fracture AssocIated WIth Caesarean SectIon: A Rare
complIcatIon Of Breech PresentatIon
Makat prezantasyonunda sezaryen seksiyo ile doğum travma
oluşumu açısından daha güvenli olduğu için vajinal doğuma tercih
edilmektedir. Bu olguda makat prezentasyonunun nadir komplikasyonu
olarak sezaryen ilişkili femur kırığını sunmayı amaçladık. 36 haftalık
makat prezentasyonu nedeni ile sezaryen seksiyo ile doğan erkek
bebek doğum sonrası 3. gününde sağ bacakta şişlik gözlenerek
sellülit ön tanısı ile kliniğe yatırıldı. Yapılan incelemede sağ femur
kırığı tespit edildi ve sağ bacağı atele alınan bebeğin izlemde
sekelsiz olarak iyileştiği gözlendi. Makat geliş gibi zor vakalarda
sezaryen doğum travma riskini azaltmakta ancak tamamen ortadan
kaldırmamaktadır.
Caesarean delivery is preferred to vaginal delivery in the breech
presentation because it is safer. In this case report, we aimed to
present femur fractures associated with cesarean section as a
rare complication of breech presentation. A 2670g male infant was
delivered at 36 weeks by emergency cesarean section for breech
presentation. On the third day after the birth, he was admitted to
our hospital with a preliminary diagnosis of cellulitis because of
swelling in the right leg. The examination revealed a fracture of the
right femur. A simple immobilization of the limb in extension led to
a complete healing of the fracture without sequelae. Caesarean
delivery reduces the risk of traumatic injury of the newborn compared
to vaginal delivery, but does not eliminate this possible accidental
complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
İsa Döngel, Mehmet Bayram, Hakan İmamoğlu, Salih Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
Late Term ComplIcatIon Of IntrathoracIc Bullet
Ateşli silah yaralanmalarında hastaların çoğu olay yerinde veya
acil servise getirilemeden kaybedildiğinden bu hastalara yaklaşım
konusunda ortak bir fikir birliği sağlanamamıştır. Toraksa nafiz
ateşli silah yaralanması olan hastalara yaklaşım göğüs cerrahları
arasında bile farklılık gösterebilmektedir. Toraksa nafiz ateşli silah
yaralanması komplikasyonu günler aylar hatta yıllar içinde görülebilir.
Akciğer grafisinde yabancı cisim saptanmasına rağmen stabil ve non
komplike olarak kabul edilip hastaneden taburcu edildiği öğrenilen
hasta iki yıl sonra göğüs cerrahisi kliniğine genel durum bozukluğu
ile geldi. Bu olguda ateşli silah yaralanması sonucu toraksta bırakılan
mermi çekirdeğinin iki yıl sonra oluşturduğu ankiste ampiyemi
sunmayı amaçladık.
There is no consensus in approach to patients suffered from gunshot injuries since they almost die in scene or on the way to the emegency room. Manegement of the patients with gunshot bullet wounds of thorax is different even among thoracic surgeons. Complication of penetrating chest trauma due to gunshot injuries can occur within days, months even within years. A patient was admitted to the thoracic surgery clinic in bad condition. Foreign body was detected in chest X-ray patient. He had been considered stable and non complicated and discharged from hospital after a penetating gunshot injury of thorax two years ago. We report late presentation of empyema as a late complication of bullet after two years of injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okuler Ve Periorbital Antropometrik Ölçümlerin Değerlendirilmesi
Ümit Kamış, Işık Tuncer, Ahmet Özkağnıcı, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Okuler Ve Periorbital Antropometrik Ölçümlerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Ocular And PerIorbItal AnthropemetrIc Measurments.
Amaç: Genç ve yetişkin olgularda oküler ve periorbital antropometrik ölçümlerin değerlendirilmesi. Yöntem: Çalışmaya alınan olgular 2 farklı yaş grubuna ayrıldı, birinci grup (genç olgular) yaşları 18 ile 21 (19.73±1.6) arasında tıp fakültesi öğrencilerinden, ikinci grup (yetişkin olgular) yaşları 42 ile 65 (52.48±9.2) arasında göz polikliğine muayeneye gelen 150 hastadan oluşturuldu. Travma yada konjenital anomali hikayesi olan olgular çalışma kapsamına alınmadı. Tüm olgularda iç kantuslararası mesafe (İKM), dış kantuslararası mesafe (DKM), interpupiller mesafe (İPM), interpalpebral fissür yüksekliği (PFY), interpalpebral fissür uzunluğu (PFU) ölçüldü. Ölçümler aynı kişi tarafından elektronik kumpas kullanılarak yapıldı. Elde edilen değerler her iki grupta cinsler arasında karşılaştırıldı, ayrıca genç ve yetişkin olgularda aynı cinsler arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Ölçümlerin değerlendirilmesinde İKM, DKM, İPM açısından aynı grupta cinsler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark var iken (p<0.05), iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yok idi (p>0.0), PFM değerleri açısından aynı gruptaki cinsler arasında istatistiksel fark var iken (p<0.05), iki grup arasında fark yok idi (p>0.05), PFY açısından birinci grupta cinsler arasında istatistiksel fark var iken (p<0.05), ikinci grupta cinsler arasında istatistiksel olarak fark bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Gerek bu çalışma ve gerekse diğer çalışmalar oküler ve periorbital antropometrik standartların belirlenmesi için değişik yaş ve etnik grupları içeren geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Sağlıklı bireylerdeki bu ölçümler bazı morfolojik bozuklukların erken teşhisinde ve cerrahinin planlanmasında faydalı bir rehber olabilir.
Purpose: to evaluate the ocular and periorbital anthropometric measurments in young adults and adults. Methods: Our study were enrolled two different age groups, first group (young adults) was consisted of 200 medical students aged between 18 to 21(19.73±1.6) years, and second group (adults) consisted of 150 patients aged between 42 to 65 (52.48±9.2) years who were examined in department of opthalmology. Cases with history of trauma and congenital anomaly were excluded from the study. In all cases the intercanthal distance (ICD), the outercanthal distance (OCD), the interpupillary distance (IPD), the palpebral fissure height (PFH) and the palpebral fissure distance (PFD) were measured. Measurments were performed by the same examiner using a single electronic compass instrument. In both groups the measurments between males and females as well as the measurments of the same gender between the both groups were compared. Results: In the evaluation of the measurments, in ICD, OCD and IPD there was statistically significant differencess between the genders (ie male/female) in same group (p<0.05), while there was no statistically significant differencess between the gender in the same group, while there was statistically significant differencess in between the two groups (p<0.05), and in PFH there was statistically significant differencess between the genders in the first group (p<0.05), however there was no such defferencess in the second group (p>0.05). Conclusion: Our results on one hand and the contrary results of other studies on the other hand, arise the need for further studies including different ages and ethnics groups to set standarts for ocular and periorbital anthropometric measurments. These measurments in healthy subjects may be useful guide for early identification of some dysmorphological abnormalities and of planning surgical intervention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
Ebru Apaydın Dogan, Osman Serhat Tokgöz, Orhan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
NeurologIcal ComplIcatIons In HemodIalysIs PatIents
Amaç: Hemodiyalize bağlı nörovasküler komplikasyonların ve tedavi yaklaşımlarının literatürler yardı- mıyla irdelenmesi. Olgu Sunumu: Hemodiyaliz tedavisi alan ve kliniğimize intraserebral hematom nedeniyle yatırılan 19 yaşında erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Hemodiyaliz hastalarında nörovasküler komplikasyonlar mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerindendir. Kontrolsüz hipertansiyon ve üremiye bağlı nörovasküler komplikasyonların önlenmesi için, bu hastaların nöroloji ve nefroloji uzmanlarının ortak takibinde olması gereklidir.
Aim: To highlight the neurovascular complications of hemodialysis and discuss the therapeutic approaches with the relevant literature. Case Report: A 19- year old man on maintenance hemodialysis who admitted to our clinic with intracerebral hematoma is discussed. Conclusion: Neurovascular complications are being recognised as the major causes of mortality and morbidity in hemodialysis patients. Prevention of neurovascular complications of uremia and accelerated hypertension requires the cooperation of both the neurologists and nephrologists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Acil Servise Başvuran Travma Olgularının Epidemiyolojik Analizi
Mehmet Gül
Araştırma makalesi
Özeti
Acil Servise Başvuran Travma Olgularının Epidemiyolojik Analizi
EpIdemIologIcal AnalysIs Of Trauma Cases ApplyIng To Emergency Department
Travma halen tüm dünyada genç erişkinlerin en önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Bu yüzden travmanın tıbbi ve sosyal yönden ciddi olarak ele alınması kaçınılmazdır. Bu çalışmada travma tiplerini nedenleriyle araştırmak ve ülkemizin travma ile ilgili epidemiyolojik verilerine katkıda bulunmak amaçlandı. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İlk ve Acil Yardım Kliniği’ne 1 Ocak 1999- 31 Aralık 1999 tarihleri arasında başvuran toplam 2850 trav ma olgusu [(2051 Erkek (%72), 799 Kadın (%28)] retrospektif olarak analiz edildi. Olgular cinsiyet, yaş, travma tipi ve zamanı, travma ile acil servise başvuru arasında geçen süre ve acil servise getirilme şekli açısından değerlendirildi. Olguların %82’si (2332 vaka) 0-40 yaş arası idi. Olguların %55.9’unun (1593 vaka) oto ile ve %31. Tinin (885 vaka) ilk 1 saat içinde acil servise başvurduğu saptandı. Travmaların en sık pazar günü (%16.4, 467 vaka) ve haziran ayında (%12, 342 vaka) meydana geldiği görüldü. Düşmenin %50.5’le (1440 vaka) en fazla travma nedeni olduğu bulundu. Travma organizasyonu içerisinde, yaralının, yaralanma derecesine uygun olan en yakın travma merkezine, en hızlı yolla ulaştırılmasının sağlanması temel ilke olması gerektiği sonucuna varıldı.
Trauma is stili an important mortality and morbidity cause among the young population in the world. Therefore, trauma should be seriously considered in view of medical and social factors. İn this study, it was aimed to inves- tigate the types of trauma in respect to reasons, and to provide data to epidemiologic Information of our country. Between January 1999 and December 1999, totally 2850 cases with trauma [(2051 male (72%) and 799 female (28%)] applied to Emergency Department of Selçuk University, Meram Medical Faculty, were analyzed retro- spectively. AH cases were evaluated according to their sex, age, type of trauma, time of trauma, the duration betvveen the onset of trauma and application time to the Emergency Service, and type of transportation. 2332 (82%) of cases were aged betvveen 0 and 40 years. 1593 (55.9%>) of the cases had trauma due to car-crush. Only 885 cases (31.1 %) were transferred to Emergency Service vvithin 1 hour. Most of the trauma occurred on Sundays (n=467, 16.4%), and in June (n=342, 12%>). The most frequent reason of the trauma was found to be fail (50.5%). İt was concluded that, in the organisation of trauma, the vvounded subject should be transferred to the nearest trau ma çenter, according to the degree of his/her trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Adil Kartal, Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Mustafa Şahin, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Bir İlçe Hastanesinde Ameliyat Edilen Delici
kesici Alet Yaralanması Olgusu: Kalp Nafiz Bıçaklanma
Adem Bayraktar, Alper Aytekin, Eral Mandollu, Abdülaziz Kaya, İbrahim Koç
Olgu sunumu
Özeti
Periferik Bir İlçe Hastanesinde Ameliyat Edilen Delici
kesici Alet Yaralanması Olgusu: Kalp Nafiz Bıçaklanma
A Case Of Operated PenetratIng Injury In A DIstInct HospItal:
penetratIng CardIac Injury
Kalbe penetran travmalar hayatı tehdit eden hemoraji ve kalp
tamponadı gibi ciddi klinik sonuçları nedeni ile önemli travma
acillerindendir. Vakaların önemli bir kısmı hastaneye ulaşamadan
kaybedilir. Hastaneye ulaşanlarda ise hızlı müdahele prognozu
belirler. Vakaların önemli bir bölümü ilk müdahalede geç kalınması,
transporttaki yetersizlikler ve operasyona alınırken oluşan gecikmeler
nedeni ile kaybedilmektedir. Bu olgumuzda göğüs cerrahisi ve kalp
damar cerrahisi uzmanı ile toraks setinin olmadığı periferik bir
ilçe hastanesinde genel cerrahi uzmanı tarafından erken dönemde
ameliyat edilen bir kalbe nafiz bıçaklanma olgusunu sunmayı
amaçladık.
Penetrating cardiac injuries are one of the most important urgent
traumas which can cause life-threatening hemorrhage and cardiac
tamponade. A significant number of cases die before reaching the
hospital. Rapid response to those who reached the hospital determines
the prognosis. Most of cases die because of inefficiencies in
transport, delays in transport to operation room and late intervention.
We aim to present, early operated penetrating cardiac injury case
by a general surgeon without thoracic/cardiovascular surgeon and
thorax surgery set in a distinct hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Koray Tekin, Faruk Ö. Aytekin, Ergün Erdem, Atilla Özer, Burhan Kabay
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Is DraInage Necessary After ExcIsIonal BIopsy For Breast Masses?
Eksizyonel meme biyopsisi sonrasında penrose dren kullanımının postoperatif hematom, yara enfeksiyonu ve hastanede kalış süresine etkisini araştırmak amacıyla Aralık 1999 - Şubat 2001 tarihleri arasında eksizyonel meme biyopsisi yapılan 93 hasta, kontrollü randomize çalışmaya alındı. Hastaların 45’inde dren kullanılmazken (Grup I), 48’inde drenaj uygulandı (Grup II). Tüm hastalarda biyopsi kavitesi koleksiyon açısından ameliyat sonrası yedinci günde ultrasonografiyle değerlendirildi. Drene edilmeyen grupta 41 hastada (%91.1), drene edilen grupta 39 hastada (% 81) seroma tespit edildi. Ortalama seroma volümü drenaj uygulanmayan grupta 30.67 mİ ± 24.87 (standart sapma) (0 - 140 mİ), drene edilen grupta 25.00±16.47 mİ (standart sapma) (0 - 80 mİ) idi. Drene edilmeyen grupta 1 (% 2.2), diğer grupta 2 (% 4.1) yara enfeksiyonu vardı. Gruplar arasında yara enfek siyonu ve rezidüel kavitede kolelksiyon gelişimi açısından anlamlı fark bulunmazken (p>0.05), drenaj uygulanan grupta hastanede kalış süresi anlamlı olarak uzundu (p<0.01). Çalışmanın sonucunda meme biyopsilerinde, pen rose dren kullanımının, yara enfeksiyonu ve seroma gelişimini engellemediği kanaatine varıldı.
Betvveen the period December 1999 and February 2001, 93 women who undervvent excision biopsy of the breast were included into a controlled randomized trial to determine the effect on postoperative morbidity and hospital stay of drainage of the biopsy cavity. Among the 93 patients, drain was used in 45 (group I) and 48 (group II) had no drain. The vvounds were examined seven days after operation vvith ultrasonography. Collections such us haematoma or seroma were present in 41 (%91.1) patients with undrained vvounds compared with 39 (%81) patients wuth drained vvounds. Median collection volüme was 30.67 ml±24.87 (SD) (range 0-140) in the undrained group and 25.00±16.47 mİ (SD) (range 0-80) in the drained group. There vvas one infection (% 2.2) in undrained group and two (% 4.1) in drained group. While there vvas no significant difference betvveen two groups in terms of vvound infection and seroma (p>0.05), the length of hospital stay vvas statistically longer in drainage group (p<0.01). We conclude that breast biopsy cavity drainage with penrose drain, does notprevents vvound collections and infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psikososyal Travma Tarafından Tetiklenen Koroner Arter
spazmının Yol Açtığı Akut Miyokard Enfarktüsü
Mehmet Tekinalp, Hakan Akıllı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Kurtuluş Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Psikososyal Travma Tarafından Tetiklenen Koroner Arter
spazmının Yol Açtığı Akut Miyokard Enfarktüsü
Acute MyocardIal InfarctIon Due To Coronary Artery Spasm TrIggered
by PsychosocIal Trauma
Koroner arter spazmı, epizotlar sırasında geçici ST segment
elevasyonunun eşlik ettiği spontan göğüs ağrısı epizotları ile
karakterize olan iskemik kalp hastalığının özel bir tipidir. Bu sendrom,
ani ölüme ek olarak akut miyokard enfarktüsü, ventriküler taşikardi
veya fibrilasyon ile ilişkili olabilir. Fizyolojik stres de akut miyokard
enfarktüsü için artmış bir risk ile ilişkilidir. Ağır iş temposundan
kaynaklanan psikososyal travmadan hemen sonra başlayan,
devam eden göğüs ağrısı için acil servise başvuran 23 yaşında
bir erkek hastayı sunduk. Başvuru sırasında ne EKG’sinde ne de
kardiyak enziminde değişme olmadı, fakat takip edilirken akut ST
elevasyonlu MI gelişti. Anjiyografide koroner arterlerde stenoz yoktu.
Tipik semptomları göz önüne alındığında ergonovin testi gerekli
görülmedi. Ca-kanal blokeri ve nitratlar ile semptomları düzeldi.
Hasta bir Ca-kanal blokeri reçete edilerek taburcu edildi ve ileride
göğüs ağrısı olmadı. Sonuç olarak, ağır iş yükünden kaynaklanan
psikososyal stresden ve sempatik hiperaktiviteden dolayı gelişebilen
vazospazmın, bu genç hasta için akut miyokard enfarktüsünün sebebi
olduğunu düşünüyoruz.
Coronary artery spasm is a special type of ischemic heart disease characterized by spontaneous episodes of chest pain accompanied by transitory ST segment elevations during the episodes. This syndrome may be associated with acute myocardial infarction, ventricular tachycardia or fibrillation, as well as with sudden death. Psychosocial stresses are also associated with an increased risk for acute myocardial infarction. We reported a 23 years old, male patient who applied to the emergency department for ongoing chest pain which had begun just after psychosocial trauma arising from heavy business tempo. He had neither ECG, nor cardiac enzym changes during admission, however acute MI with ST elevation occurred while following up period. There was no stenosis in coronary arteries on angiography. Given the typical symptoms, an ergonovine test was considered unnecessary. Administration of Ca-channel blocker and nitrates ameliorated his symptoms. The patient was prescribed a calcium channel blocker at discharge and has had no further chest pain. Finally, we thought that the cause of acute myocardial infarction for this young patient that occurred after vasospasm might be due to sympathetic hyperactivity and psychosocial stresses resulting from heavy work load conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
Sinan Demircioğlu, Serhat Sayın, İrfan Fırat Özcan, Serdar Karaköse, Aynur Uğur Bilgin, Hakkı Polat
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
MesenterIc PannIculItIs In A PatIent WIth ChronIc LymphocytIc LeukemIa
Mezenterik pannikülit, mezenterik yağ dokusunu etkileyen inflamasyon ve fibrozis ile giden bir durumdur. Karın ağrısı, bulantı, kusma gibi semptomlar olabileceği gibi asemptomatik de olabilir. Etyolojisinde sıklıkla travma, abdominal cerrahi, enfeksiyon suçlanmakla beraber son zamanlarda malignite ile birlikteliği artış göstermiştir. Biz, literatürde birlikteliğine rastlamadığımız kronik lenfositik lösemili bir hastada asemptomatik mezenterik pannikülit olgusunu sunduk.
Mesenteric panniculitis is a situation which effects adipose tissue of the mesentery with inflammation and fibrosis. There may be symptoms like stomachache, nausea, vomiting or asymptomatic. Trauma, abdominal surgery, infection are the main causes and recently its association with the malignancy has been increased. We reported asymptomatic mesenteric panniculitis in a patient with chronic lymphocytic leukemia that hasn’t been experienced before in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Taze Donmuş Plazma İle Hızla Düzelen Ağır Bir Herediter
anjiyo Ödem Atağı
Habibullah Aktaş, Can Ergin
Olgu sunumu
Özeti
Taze Donmuş Plazma İle Hızla Düzelen Ağır Bir Herediter
anjiyo Ödem Atağı
A Severe HeredItary AngIoedema Attack RapIdly Improved WIth Fresh
frozen Plasma
Herediter anjio ödem otozomal dominant geçişli genetik bir
hastalıktır. C1 inhibitör (C1INH) eksikliği sonucu oluşur. Solunum
yollarında ödem ve bronkospazm ciddi boyutlara ulaşabilir ve tedavi
edilmezse ölümle sonuçlanabilir. Bu makalede,travma sonrası yüzde
ve üst solunum yollarında şiddetli bir anjio ödem ve ağır bir solunum
sıkıntısı yaşayan, taze donmuş plazma infüzyonu ile hızla düzelen bir
herediter anjioödem olgusu sunuyoruz.
Hereditary angioedemais a genetic autosomal dominant disease
caused by C1-esterase inhibitor protein (C1INH) deficiency that
sometimes results in death due to obstruction of upperair ways from
severe edema. Here in, we present a young male,who secon dition
was known before, faces a severe brea thing difficulty because of
uvula and diffuse face edema after a minor travma on his head. His
condition rapidly and complete lyimproved with in 2 hours after two
units of fresh frozen plasmain fusion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Amator Boksorlerde Isıtsel Ve Gorsel Uyarılmıs Kortıkal Cevaplar
Recep Aygül, Orhan Demir, Nurhan İlhan, Bülent Oğuz Genç
Araştırma makalesi
Özeti
Amator Boksorlerde Isıtsel Ve Gorsel Uyarılmıs Kortıkal Cevaplar
VIsual And AudItory Evoked CortIcal Responses In Amateur Boxers.
52 amatör hoksorde gorsel ye 4itsel tryartlmq kortikal cevaplar kaydedildi. Klinik diizeyde 2 bok-siirde horizontal nistagmus, 2 bokseirde gOz kapah one yiiriiyiiste giivensizlik, I boksorde psikotik re-aksiyon tespit edildi(%9.8).GOrsel tryarrlmq po-tansiyelkrde patoloji tespit edilemedi. 4itsel uya-rrInn§ potansiyel incelemesinde V.dalgarzin latansi 3 boksorde patolojik ol4ude uzamq olarak hulundu. Brr hulgula• kronik t•avmatik ansefalopati sendromu hiyomekanigi ile ilgili literatiir bilgileriyle tartspldr. Ural-ding potansiyel incelemelerinin kronik trav-matik ansefalopati sendromunun erken donemde saptanmasrna katkisznin olanuyacagt kanzszna va-rzldr.
Both auditory and visual evoked cortical po-tentials have been recorded in 52 amateur boxers. It has been clinically found that of these boxers, two had horizontal nistagmus, two had insecurity in do-sed-eye walking, one had psychotic reaction (%9.8). None of the visual evoked potentials has shown pat-hology. In the studies of auditory evoked potentials, it has been found out that the latency of the 5th wave in boxers showed pathological increase. Findings have been discussed in the light of the biome•hanics of chronical traumatic encephalopathy syndrome. It has been concluded that the evoked potential studies do not contruhute to the determination of chronic traumatic encephalopathy syndrome in its early stage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
Şaduman Dinçer, Müslim Yurtçu, Engin Günel
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
PaIn In Newborns And NonpharmacologIc Treatment Procedures
Yenidoğan ünitelerinde çalışan hekim ve hemşireleri, yenidoğanlarda ağrı, ağrının yenidoğan gelişimine etkisi ve etkin ağrı yönetiminde, nonfarmakolojik yöntemlerin kullanımı konusunda bilgilendirmektir. Yenidoğan ve yenidoğan cerrahisinde bebekler, yoğun bakım ünitesinde, tanı ve tedavi amacıyla başlayan preoperatif invaziv girişimler, cerrahi travma ve postoperatif invaziv girişimler nedeniyle, sayısız ağrılı uyarana maruz kalırlar. Bebekler yaşadıkları ağrı sonucunda fizyolojik, psikolojik ve metabolik sorunlar yaşamaktadır. Etkin ağrı yönetiminde farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemler birbirini tamamlayıcı olarak ele alınmaktadır. Yapılan araştırmalar, nonfarmakolojik yöntemlerin invaziv girişimlere bağlı ağrıda tek başına etkili olabildiğini farmakolojik yöntemlerle birlikte kullanıldığında ise, ilaçların etkinliğini arttırdığını göstermektedir.
To inform the doctors and nurses working in intensive care units about the pain in newborns, its effects on neonatal development, and the use of nonpharmacological methods for effective pain management. Newborns are challenged by several painful stimuli because of diagnostic and therapeutic preoperative invasive procedures, surgical trauma, and postoperative invasive procedures in the neonatal intensive care units. These babies face physiologic, psychological, and metabolic consequences because of pain. Pharmacologic and nonpharmacological methods are regarded as complementary in effective pain management. Studies showed that nonpharmacologic methods themselves are not only effective in management of pain resulting from invasive procedures but they also increase the effectiveness of medical therapy when used in combination.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üst Ekstremite Arter Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, Yüksel Tatkan, Adnan Kaynak, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, Özkan Akkoç
Araştırma makalesi
Özeti
Üst Ekstremite Arter Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Upper Extremıty Arterıal Injurıes And Surgıcal Treatment
Arter yaralanmaları Hipokrat zamanından beri bilinmektedir. Hatta bir arter yaralanması ile karşılaşıldığında o devir içinde, o şartlar altındaki tedavi şekilleri bile önerilmiştir. Ambrois Pari 16. yüzyılda arter yaralanmalarında, arterin ligatüre edilmesi fikrini ortaya koymuştur. Hallowell 1759 yılında flebotomy sırasında yaralanan brakial arteri sekiz dikişi ile tamir etmiştir. Bu, arter lümenini koruyarak hemorajiyi kontrol etmek amacı ile yapılan ilk girişimdir. Bundan sonra yapılan bir çok teşebbüsler, trombozis nedeni ile başarısız kalmıştır. 1889 yılında Jassinowsky intimadan geçmeden süt ür konulmasını tavsiye etmiştir. Dorfler o zamana kadar uygulanan metodlardan farklı olarak damar duvarının bütün katlarından geçen devamlı dikişi kullandı ve geliştirdi. Bu tür girişimlerde ince iğne ve ince ipeği tavsiye etti. İnce materyalin kullanılmasının trombozis yapmıyacağını ileri sürdü. Dorfler aynı metodu ven yaralanmalarında da tarif ve tavsiye etti.
During nine years (1976 - 1985) 80 patients with upper extremity arterial injuries after shotgun, cunt trauma etc. were treated surgically. Earliest admission was two his and latest was 18 his. 66 of patients had uneventful recovery and 14 were palliated with acceptable results. This article emphasises the importance of such injuries and early admission to a vascular surgical unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilateral Talamik Hemoraji
Betigül Yürüten, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Bilateral Talamik Hemoraji
BIlateral ThalamIc HImorrhage
Multipl intraserebral hemoraji tüm intrakraniyal hemorajilerin %2’sidir. Multipl intraserebral hemorajinin en sık koag- ulasyon defektleri, neoplazmalar, anjiopatiler veya sinüs trombozu olan hastalarda ortaya çıktığı bilinir. Sistemik arteriel hipertansiyonu olan hastalarda farklı zamanlarda intraserebral kanama olması sıklıkla görülebilir ancak multipl kanamanın eş zamanlı ortaya çıkışı oldukça nadirdir. Bununla birlikte, herhangi bir etyoloji bulunmaksızın multipl intraserebral hematomun ortaya çıktığı da literatürde rapor edilmiştir. Bu yazıda hipertansiyonu olan ve mul tipl intraserebral hemoraji gelişen bir hasta tanımlanmıştır. Hastada lentiform nükleusa yayılan bilateral talamik hematom mevcuttu. Nörolojik muayenesinde apati, duygusal küntlük, yukarı bakış paralizisi, tetraparezi ve hiper- tansif retinopati mevcuttu. Hipertansiyon dışında multipl intraserebral hemoraji yapan diğer nedenler laboratuar testleri ile ayrıştırıldı.
Multiple intracerebral hemorrhage represents 2 % of ali intracranial hemorrhages. Multiple intracerebral hemor- rhages have been known to occur most frequently in patients with coagulation defects, neoplasms, angiopathies or sinüs thrombosis. The finding of recurrent intracerebral hemorrhages is not unusual in patients with systemic arterial hypertension, but simultaneous occurence of multiple hemorrhages is rare in these patients. However, multiple spontaneous intracerebral hemorrhages vvithout an identifiable etiology were also reported in the literatüre. Here, we describe a hypertensive patient who developed multiple intracerebral hematomas. The patient had bilateral thalamic hematoma that extended the lentiform nucleus. There was apathy, loss of emotional concern, upvvard gaze palsy, tetraparesis and hypertensive retinopathy in the neurologic examination. Conditions other than hypertension that might cause intracerebral hemorrhage were excluded by laboratuary investigations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üst Kol İnceltilmesinde Ultrasonik Liposakşın
ile Konvansiyonel Liposakşının Etkinliklerinin
karşılaştırılması
Bilsev İnce, Pembe Oltulu, Mehmet Emin Cem Yıldırım, Mehmet Dadacı, Mehmet Uyar, Recep Aydın
Araştırma makalesi
Özeti
Üst Kol İnceltilmesinde Ultrasonik Liposakşın
ile Konvansiyonel Liposakşının Etkinliklerinin
karşılaştırılması
ComparIson Of The EffectIveness Of UltrasonIc LIposuctIon And
conventIonal LIposuctIon In ThInnIng Of Upper Arm
Vücut şekillendirme cerrahisinde ultrason yardımlı liposakşın kullanımının
konvansiyonel liposakşına göre daha az kan kaybı yarattığı ve daha fazla
cilt kontraksiyonu oluşturduğu iddia edilmesine karşın kol sarkıklığının
tedavisinde ultrasonik liposakşın ile konvansiyonel liposakşının etkinliklerinin
karşılaştırılmasıyla ilgili bir çalışmaya rastlamadık. Bu çalışmada, kol
sarkıklarının tedavisinde ultrasonik liposakşın ile konvansiyonel liposakşın
tedavilerinin etkinlikleri ile komplikasyonlarının ve kanama miktarlarının
karşılaştırılması amaçlandı. 2012-2016 tarihleri arasında kolda sarkma
şikayetiyle başvuran ve liposakşın ile tedavi edilen 20 hasta çalışmaya dahil
edildi. Çalışmada, ultrasonik liposakşın (Grup 1; n:10) ve konvansiyonel
liposakşın (Grup 2: n:10) yapılanlar olarak ayrıldı. Hastada nekroz olması
major komplikasyon, seroma, hematom, asimetri ve deride pürüz olması ise
minör komplikasyon olarak tanımlandı. Ameliyat bitiminde ve ameliyat sonrası
1. yıl sonunda her iki gruptaki hastaların her iki kolunun en kalın olduğu yerler
tekrar ölçüldü. Her hasta için intraoperatif lipoaspiratlarından 5 ml örnek alındı.
Örnekler hematoksilen eozin ile boyandı ve birim alandaki eritrosit sayıları
belirlendi. Grup 1’de hastaların 4’ü Triceps Deri Klasifikasyonuna göre Tip 2,
3’ü Tip 3, 3’ü Tip 4 olarak tespit edildi. Grup 2’de hastaların ise 3’ü Tip 2,
3’ü Tip 3 ve 4’ü Tip 4’tü. Hastaların ortalama kol çevreleri Grup 1’de 36 cm
(minimum 32 - maksimum 40), Grup 2’de ise 35 cm (minimum 31 - maksimum
39) olarak tespit edildi. Ameliyat bitiminde hastaların ortalama kol çevresi Grup
1’de 31 cm (minimum 28 - maksimum 32) iken Grup 2’de 32 cm (minimum
28 - maksimum 33) olarak ölçüldü. Ameliyat sonrası 1. yıl sonunda Grup 1’de
ortalama kol çevresi 30 cm’e düştü, Grup 2’de ise 31.8 cm idi. Grup 2’de
cm2
’de hesaplanan eritrosit sayısı 40’lık büyütmede (HPF: high power field)
ortalama 50-60/1HPF iken Grup 1’de bu değer 20/1HPF olarak hesaplandı. Her
iki grup hastalarının ameliyat öncesi kol kalınlıkları ortalaması benzer olmasına
karşın, ameliyat sonrası Grup 1’deki hastaların ortalama kol kalınlıkları Grup
2’ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha azdı (p<0.05). Yine alınan
lipoaspiratta birim alanda görülen eritrosit sayısı Grup 1’de Grup 2’ye göre
istatistiksel olarak anlamlı derecede daha azdı (p<0.05). Çalışmada, kol
sarkması tedavisinde uygun hasta seçimi sonrası ultrasonik liposakşının daha
fazla cilt kontraksiyonu yapabildiği tespit edildi. Bu endikasyon da kullanımında
konvansiyonel liposakşına kıyasla daha az sarkma ile daha iyi görünüm elde
edilebilir.
It is claimed that the use of ultrasound-assisted liposuction in bodyshaping
surgery produces less blood loss and more skin contraction than
conventional liposuction. In the literature, however, we could not find any
studies comparing the efficacy of conventional liposuction with ultrasonic
liposuction in the treatment of arm contour deformities. In this study,
therefore, it is aimed to compare the efficacy, complications and bleeding
rates of conventional liposuction with ultrasonic liposuction in the treatment
of arm contour deformities. Twenty patients with the complaints of arm contour
deformity during the period of 2012-2016 were included in the study. All of
the patients were treated with liposuction. The patients were divided into two
groups; ultrasonic liposuction (Group 1; n: 10) and conventional liposuction
(Group 2; n: 10). Necrosis was defined as a major complication. Seroma,
hematoma, asymmetry and roughness in the skin were defined as minor
complications. The location of the thickest part of both arms of patients in
both groups were measured at the end of the surgery and at the end of the first
postoperative year. A total of 5 ml lipoaspirate samples were taken from each
patient intraoperatively. The specimens were stained with hematoxylin-eosin
and the numbers of erythrocytes per unit area were determined. According to
Triceps Skin Classification, 4 of the patients were Type 2, 3 were Type 3 and 3
were Type 4, in Group 1. In Group 2, 3 of the patients were Type 2, 3 were Type
3 and 4 were Type 4. The average arm circumference of the patients in Group
1 was 36 cm (minimum 32 cm - maximum 40 cm), while in Group 2 the average
arm circumference was 35 cm (minimum 31 cm - maximum 39 cm). At the end
of the operation, the average arm circumference of the patients in Group 1
was 31 cm (minimum 28 cm - maximum 32 cm) while in Group 2 the average
arm circumference of the patients was 32 cm (minimum 28 cm - maximum 33
cm). At the end of the first postoperative year, the average arm circumference
was decreased to 30 cm in Group 1 and 31.8 cm in Group 2. Moreover, the
number of erythrocytes calculated in cm2
in Group 2 was 50-60 / 1HPF (HPF:
high power field) at 40x magnification and this value was calculated as 20 /
1HPF in Group 1. The mean arm thickness before the surgery was similar in
both groups. However, the mean postoperative arm thickness of the patients in
Group 1 was significantly lower than Group 2 (p <0.05). Moreover, the number
of erythrocytes seen in the lipoaspirate unit area was significantly lower in
Group 1 than in Group 2 (p<0.05). In this study, we have demonstrated that
ultrasonic liposuction could provide more skin contraction in the treatment of
arm contour deformities with appropriate patient selection. In this indication,
a better appearance can be obtained with less sagging compared with
conventional liposuction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nd-Yag Lazer İridotomi Sonuçlarımız
Süleyman Okudan, Mehmet Okka, Ahmet Özkağnıcı, Nazmi Zengin, Mehmet Kemal Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Nd-Yag Lazer İridotomi Sonuçlarımız
The Results Of The Nd-Yag Laser IrIdotomy
Dar açı glokomlu 23 (% 67.6), sekonder açı kapanması glokomlu 6 (% 77.6) (travma, üveit vb. sebeplerle oluşan sekonder açı kapanması glokornu), akut glokom krizi ile başvuran 5 olguya (% 14.7) Nd-YAG lazer iri-dotomi uygulandı. iridotomi için damarsız veya az damarlı, tercihan üst nazal veya üst tempora/ periferik iris bölgesi seçildi, Ortalama olgu başına uygulanan lazer enerjisi 63.7±18.4 mJ düzeyinde idi. Kapanma eğilimi olan 3 olgunun (ki bunlar akut glokom krizi nedeniyle başvuran olgulardı) korneal ödem nedeniyle küçük açılan iri-dotomileri genisietildi. Olguların 27 (5'<, 79.4)'sinde minimal ve orta derecede hemoraji oluştu. Olguların 26 (% 76.5)'sında 1-5 gün arasında intis oluştu. İridotomi sonrası 15 (% 44.1) olguda ilk 24 saat içinde göz içi basıncında yükselme oldu. Aylık takıpler sırasında görme keskinliği ve görme alanı tetkiklerinde değişiklik olmadığı tespit edildi.
Nd-YAG laser iridotomy was applied to 23 (676 %) patients with narrow angle glaucoma, 6 (17.6 %) patients with secondary angle closure glaucoma (secondary angle closure caused by trauma, uveitis etc.) and 5 (14.7 %) patients with acute glaucoma crisis. Because of avascularity or little vascularity, preferentially upper nasal or upper temporal pe-ripheral iris regions were chosen for the iridotomies. The mean laser energy applied to the patients was 63.7±18.4 mJ. Small irldotomies were enlarged because of corneal edema in three patients with angle closure glaucoma. Ir) 27 (79.4 %) patients, mild to moderate hemorrhage was observed. In 26 (76.5 %) patients, iritis developed within 1-5 days pos-toperatively. After iridotomy, a rise in intraocular pressure in the first 24 hours was observed in 15 patients (44.1 %). During monthly follow-up. there were no changes in visual acuity and visual field analysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
Halil Özer, Semih Erden
Olgu sunumu
Özeti
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
A Case Who Has Smell- Color SynesthesIa
\r\n Sinestezi, bir duyu modülünün uyarılmasıyla aynı veya farklı yöntem içerisinde istem dışı ek algılamalara neden olan bir durum olarak tanımlanır. Şimdiye kadar yazı-renk, ses-renk, ses-hareket, ses-tat, renk-tat vb. 60 adet sinestezi türü tespit edilmiştir. Sinestezi genel popülasyonda yaklaşık %4 olduğu tahmin edilmektedir. Yazı-renk ve ses-renk sinestezisi en yaygın formlarından biridir. Bu olgu sunumunda işitme-renk ve koku-renk sinestezileri olan, ilk duyusal deneyimleri altı yaşında başlayan ve şu an şikayetleri daha az olan bir olgudan bahsedilmiştir. Yapılan klinik değerlendirmede aktif bir psikiyatrik patoloji saptanmadı. Geçmiş öyküsü ve aile öyküsünde psikiyatrik bir patoloji yoktu. Olgumuzda nöbet ve travma öyküsü yoktu. Yapılan kranial MR ve EEG normaldi. Fonksiyonel MR görüntülemede sol serebral hemisferde daha çok aktivasyon sinyali izlenmiş olup sol serebral hemisfer dominanttı. Olgumuzun kardeşinde de benzer öykünün olması sinestezide genetik yatkınlığı düşündürmektedir.
\r\n
\r\n Synesthesia is a phenomenon in which stimulation of one sensory system leads to a different experience in a second sensory system. There is more than sixty types of Synesthesia, like grapheme-color, sound-color (chromesthesia), sound-movement, sound-flavor, color- flavor etc. have been identified so far. Synesthesia is seen in 4% in general population. The grapheme-color and sound-color Synesthesia are the most common types. A case is discussed that has auditory-visual and smell-color types Synesthesia started at 6 yo but currently she has had fewer symptoms than before. An active psychiatric pathology is not found in clinical evaluation. There is neither significant patient history nor family history for psychiatric disorders other than a younger sister who has similar symptoms. She has not experienced any seizures or trauma. Her MRI and EEG were within normal limits. Functional MR imaging showed greater activation in the cerebral hemisphere that indicate lateralization. Since there is a positive familial history, we might consider genetic predispositions.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Etanol'ün Erken Organ Gelişimi Döneminde Memeli Embriyosu Gelişimi Ve Morfolojik Yapısı Üzerine Etkileri Ve Serbest Radikallerin Bu Etkideki Rolü
İsmihan İlknur Uysal, Ahmet Kağan Karabulut, Muzaffer Şeker, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Etanol'ün Erken Organ Gelişimi Döneminde Memeli Embriyosu Gelişimi Ve Morfolojik Yapısı Üzerine Etkileri Ve Serbest Radikallerin Bu Etkideki Rolü
The Effects Of Ethanol On Development And MorphogenesIs Of The MammalIan Embryos At The Stage Of Early OrganogenesIs And The Role Of Free RadIcals In ThIs Effect
Gebe kadınların aşırı alkol almaları Fötal Alkol Sendromu adı verilen ve etanolün prenatal dönemde embriyotoksik etkileri sonucu ortaya çıkan bir patolojiye neden olmaktadır. Etanol’ün bu dönemde hücresel ve moleküler düzeydeki etki mekanizmaları ise tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada etanolün embriyonik büyüme ve gelişme ile morfolojik yapı üzerine olan etkileri ve serbest radikallerin bu etkilerdeki rolünün araştırılması amaçlandı. Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi hayvan laboratuvarından elde edilen Wistar ratlardan gebeliklerinin 9.5 uncu gününde diseke edilerek çıkartılan embriyoların rat serumu içerisinde 48 saat süreyle kültürü yapıldı. Kültür ortamı olarak; kontrol grubu için normal rat serumu kullanılırken, deney grupları için rat serumuna değişen konsantrasyonlarda etanol (250-500 mg%) ilave edildi. Ayrıca etanol’ün toksik etkisinin tüm parametreleri etkilediği dozu ile birlikte antioksidan superoksid dismutaz (SOD) kültür ortamına ilave edildi. Her bir konsantrasyon için 10 rat embriyosu kullanıldı. Etanol’ün rat embriyolarının gelişim parametreleri (total morfolojik skor, yolk salk çapı, tepe-kıç mesafesi, somit sayısı, embriyo ve yolk salk protein içerikleri) üzerine doz bağımlı etkileri, morfolojik ve biyokimyasal yöntemlerle karşılaştırıldı. Embriyolar malformasyon varlığı açısından da değerlendirildi. Kontrol embriyoları ile karşılaştırıldığında etanol’ün doz bağımlı olarak bütün gelişimsel parametreleri gerilettiği (P<0.05) ve genel morfolojide bozukluklara sebep olduğu gözlendi. Özellikle nöral tüp olmak üzere değişik bölgelerde hematomlar gözlendi. Kültür ortamına etanol ile birlikte SOD eklendiğinde büyüme ve gelişme parametrelerinde artış (P<0.05) ve malformasyon sıklığında azalma (P<0.05) tespit edildi. Etanol’ün organogenez dönemindeki rat embriyoları üzerine doz bağımlı gelişimsel toksisiteye sebep olduğu ve bu etkilerde serbest oksijen radikallerinin rol oynayabileceği belirlendi.
The excessive maternal alcohol drinking results in Fetal Alcohol Syndrome which is a pathology caused by the embryotoxic effects of ethanol in prenatal period. The mechanisms of ethanol action at the cellular or molecular levels are scarce. In this study it was aimed to investigate the effects of ethanol on growth and development of mammalian embryos as well as the morphological structure and the role of free radicals on these effects. Wistar rats were obtained from the Selcuk University Experimental Medicine Research Center and their 9.5 days embryos were explanted and cultured for 48 hours in rat serum. Whole rat serum used as a culture medium fort he control group while different concentrations of ethanol (250-500 mg%) were added tor at serum fort he experimental groups. Also, the lowest effective concentration of ethanol for all parameters was added to the culture media in the presence of an antioxidant superoxide dismutase (SOD). Ten embryos were used for each experimental condition. Dose-dependent effects of ethanol on embryonic developmental parameters such as; total morphological score, yolk sac diameter, crown-rump length, somite number, embryo and yolk sac protein contents were compared using morphological and biochemical methods. Each embryo was evaluated for the presence of any malformations. Compared to the control embryos, ethanol significantly decreased all developmental parameters döşe-dependently (p<0.05) with an increase in overall dismorphology. The haematoma in different regions, especially in the neural tube was most frequently observed. When the SOD was added to theculture media in the presence of ethanol, growth and developmental parameters were improved (p<0.05) and there was a decrease in the incidence of malformations (p<0.05). A döşe dependant developmental toxicity of ethanol on rat embryos during organogenesis wasdetermined, these effects might involve free oxygen radicals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ergün Deniz, Ayşe Yüceaktaş, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Delayed DIagnosIs Of Subcapsular Hematoma Of The Spleen
Günümüzde künt karın travması olan hastalarda batın ultrasonografik incelemesi rutin olarak yapılmaktadır. Batın içinde serbest sıvı saptanmaması, ultrasonografik incelemenin suboptimal şartlarda yapılması ve travma son rasında dikkatin santral sinir sistemi yaralanmalarına yöneltilmesi nedeniyle dalakta subkapsüler kanaması olan olgular kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Travmadan hemen sonra rutin batın ultrasonografik incelemeleri yapılan ve dalakta patolojik bulgu saptanmayan, 3 olgunun farklı zamanlarda (1 hafta-1 yıl), değişik şikayetleri ne deniyle yapılan üst abdominal bilgisayarlı tomografik incelemelerinde dalakta subkapsüler hematom saptandı. Da lakta subkapsüler hematom tanısı gecikmiş olgularda, geç dönemlerde rüptür olabileceğinden dolayı künt karın travması ile başvuran hastaların kontrol radyolojik incelemelerinin uygun olacağı kanısındayız.
Novvadays, patients suffering from blunt abdominal trauma are examined by abdominal ultrasonography, routinly. Subcapsular bleeding of the spleen in these patients can be overlooked if there isn't free fluid in the abdominal cavity, ultrasonographic examination carried out in suboptimal contitions and after the trauma attention was in- tensified on the Central nervous system injury. İn 3 cases who have been examined by abdominal ult rasonography just after the trauma, any pathological finding was not been determined related with their spleen also examined by upper abdominal computed tomography because of their some complaints after the trauma (1 wk-1 yr) and splenic subcapsular hematomas were establised in these patients. İn patients with delayed de- velopment of splenic subcapsular hematoma following abdominal trauma can cause late rupture of the spleen, so we think that the patients suffering from blunt abdominal trauma must be examined by the control radiological methods after the trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Mehmet Aykut Yıldırım, Hülya Vatansev, Mustafa Şentürk, Cengiz Kadıyoran, Sinan İyisoy
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Our ExperIence Of NonoperatIve Management In PatIents WIth LIver Injury Due To MultIple Blunt Trauma
Amaç
Künt multiple travma nedeniyle nonoperatif tedavi (NOT) uygulanan karaciğer travmalı hastaların takibinde halen fikirbirliği yoktur. Çalışmamızda hastanemizde NOT uygulanan künt travma sonucu karaciğer yaralanması olan hastalara ait deneyimlerimizi sunmayı amaçladık.
Materyal Metod
Çalışmada hastanemize multiple travma nedeniyle başvuran ve karaciğer yaralanması olan 104 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. NOT başarılı olan hastalar ve NOT başarısız olup laparatomi yapılan hastalar tasnif edildi.
Bulgular
Künt karın travmasına bağlı 104 hastanın tamamında solid organ yaralanması olup bunların 58’inde toraks travması mevcuttu. Künt karın travması nedeniyle karaciğer yaralanması olan 94 hastaya NOT başarı ile uygulandı.10 hastada konservatif takip sırasında cerrahi tedaviye dönüldü. Yaralanma derecesine göre 35 hasta grade 1, 23 hasta grade 2, 24 hasta grade 3 ve 12 hasta grade 4 olarak derecelendirildi. NOT’un başarısız olduğu karaciğer travmalı 10 hastanın verileri NOT uygulanan grupla karşılaştırıldı.
Sonuç
Yaralanma derecesi yüksek veya toraks travmasının eşlik ettiği hastalarda komplikasyon gelişimi de artmaktadır. Grade 4 yaralanmalarda NOT uygulanan vakalarda komplikasyonların görülme oranı yüksektir.
Abstract
Objective
There is still no consensus on nonoperative management (NOM) for the treatment of patients with liver injury due to multiple trauma. In this study, we aimed to present our experience in patients who underwent NOM in our hospital due to liver injury resulting from blunt trauma.
Material & Methods
In this study, a total of 104 patients who presented to our hospital with liver injury due to multiple trauma were retrospectively evaluated. Patients with successful NOM and those who underwent laparotomy due to failure of NOM were grouped.
Results
All of the 104 patients had solid organ injury due to blunt abdominal trauma, and 58 of these had thorax trauma. NOM was successfully performed in 94 patients with liver injury due to blunt abdominal trauma. The treatment was converted to surgery in 10 patients during conservative follow-up. According to injury grades; 35 patients were graded as Grade 1, 23 patients as Grade 2, 24 patients as Grade 3, and 12 patients as Grade 4. Data of 10 patients with liver trauma and NOM failed were compared with those of the NOM group.
Conclusion
The development of complications increases in patients with high-grade injury or those accompanied by thorax trauma. The rate of complications is high in patients who receive NOM in Grade 4 injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Frontal Sinüs Kırıkları
Yavuz Uyar, Ziya Cenik, Bedri Özer, Uğur Erongun, Hasan Uğur
Araştırma makalesi
Özeti
Frontal Sinüs Kırıkları
Frontal SInus Fractures
1989 ile 1992 yılları arasında kliniğimize müracaat eden 22 frontal sinüs fraktürlü hasta; tanı, tedavi ve komplikasyonlar açısından değerlendiril-miştir. I lastaların büyük çoğunluğunda etyoloji trafik kazası olup sıklıkla ön duvar fraktürüne rastlandı. Frontal sinüs fraktürlerinde kompüterize tomografik tetkik kırığın lokalizasyonunu belirlemede ve tedavi-nin planlanmasında yardımcı önemli bir teknik inceleme yöntemidir.
In this study, 22 cases with frontal sinüs frac-tures, between 1989 and 1992, were examined and di-agnoses, treatments and complications of frontal sinüs fractures are revised. Most of the fractures were on the anterior table and causes were traffic accidents. CT is most valuable technique in diagnoses. Espe-cially the type and localization of the fracture must be initially identified and then managed to therapy. Although our follouw-up time is short, complica-tion rate is very low.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göz Küresi Laserasyonlarının Klinik Özelliklerinin İncelenmesi
Ümit Kamış, Hamiyet Pekel, Banu Turgut Öztürk, Khaligoul Akyer
Araştırma makalesi
Özeti
Göz Küresi Laserasyonlarının Klinik Özelliklerinin İncelenmesi
EvaluatIon Of ClInIcal CharacterIstIcs Of Globe LaceratIons
Amaç: Göz travmaları içinde görme kaybına en çok neden olan göz küresi laserasyonlarının klinik özelliklerinin incelenmesi ve risk faktörlerinin saptanması. Gereç ve yöntem: Çalışmamız kapsamında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda takibi yapılmış göz küresi laserasyonu olguları retrospektif olarak değerlendirildi. Kliniğimiz dosya kayıtlarından olguların yaş, cinsiyet, etkilenen göz, yaralanma esnasında yapılmakta olan aktivite, yaralanmadan sorumlu madde, yaralanma bölgesi, yaralanma sonrası kliniğimize başvurana kadar geçen süre, başlangıç görme keskinliği, yapılan cerrahi prosedür, izlem süresi sonundaki, düzeltilmiş en iyi görme keskinliği ile ilgili bilgiler incelendi. Bulgular: Delici göz yaralanmasına maruz kalan 215 olgunun 168’i (%78.1) erkek, 47’si (%21.9) kadındı. Yaralanma anında yapılmakta olan en sık aktivite iş ve ev faaliyetleri (%51.6), en sık sorumlu madde ise kesici ve delici maddelerdi (% 55.8). Yaralanmaların lokalizasyona göre dağılımı incelendiğinde en sık korneal (110 olgu, %51.2) yaralanma görüldüğü saptandı. Başlangıç görme keskinliği 157 (%77.3) olguda 0.1 ve altındaydı ancak tedavi sonrası stabilleşen görme keskinlikleri değerlendirildiğinde 62 (%31.5) olguya düşmekteydi. Cerrahi prosedür olarak 149 (%69.3) olguya korneal veya korneoskleral tamir, 52 (%24.2) olguya tamirin yanı sıra katarakt ekstraksiyonu, 5 (%2.3) olguya yabancı cisim çıkarılması, 9 (%4.2) olguya ise evisserasyon uygulanmıştır. Sonuç: Teknolojik yeniliklere rağmen göz küresi laserasyonları sonrası görme kaybı oranının oldukça yüksek olması bu kazaların önlenmesinin daha önemli olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda saptanan risk gruplarının kazalar konusunda bilgilendirilmesi ve riskli aktiviteler esnasında koruyucu önlemlerin alınması göz küresi laserasyonlarının azalmasını sağlayabilir.
To analyse the clinical characteristics of globe lacerations known as the main cause of visual loss due to ocular trauma and determine the risk factors. Material and method: This retrospective study included perforating eye injuries followed at the Ophthalmology Department of Selcuk University. The following parameters of cases are recorded from registrations of our clinic: age, sex, affected eye, activity at the time of injury, causative agent, localization of injury, the length of time from injury to the initial examination in our clinic, initial visual acuity, surgical procedure, best corrected visual acuity measured at the last visit. Result: Of the 215 cases with perforating eye injuries 168 (78.1%) were male and 47 (21.9%) were female. The most common activity at the time of injury was home and work activities in 51.6% of cases caused by cutting and perforating matters in the majority. Analysis of injury localization revealed cornea as the most comman affected region in (110 cases 51.2%). The initial visual acuity was equal to or below 0.1 in 157 (77.3%) of cases. This number of cases decreased to 62 (31.5%) when the stabilised final visual acuity was determined. The surgical intervention was corneal or corneoscleral reparation in 149 (69.3%) cases, cataract surgery in addition to reparation in 52 (24.2%) cases, foreign body extraction in 5 (2.3%) cases and evisseration in 9 (4.2%) cases. Conclusion: Despite advances in technology, the high incidence of visual loss after perforating globe injuries pointed out the importance of preventive efforts. Increasing the knowledge of risk groups about eye injuries, taking the necessary preventive measures during risky activities would decrease perforating eye injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Omurganın Kesici Alet Yaralanması Ve Cerrahi Yaklaşım
Fatih Erdi, Fatih Keskin, Erdinç Kurtoğlu, Tevfik Küçükkartallar, Gökhan Toğuşlu
Olgu sunumu
Özeti
Omurganın Kesici Alet Yaralanması Ve Cerrahi Yaklaşım
PenetratIng Trauma Of The SpIne WIth Cutter And SurgIcal
management
Omurganın penetran yaralanmaları nadir görülürler. Bu raporda
nadir görülen bir olgu sunulmaktadır. Yirmi sekiz yaşında erkek
hasta bel bölgesinden bıçaklanma şikayetiyle acil serviste görüldü.
Hastanın fizik muayenesinde lomber bölgede iki cm cilt kesisi olduğu
görüldü. Nörolojik muayenesinde defisit saptanmayan hastanın
çekilen direkt grafi ve lomber tomografisinde L1 vertebra korpusu
ve L1-2 disk aralığına saplanmış bıçak ucu ile uyumlu metalik cisim
tespit edildi. Hasta acil servisten ameliyathaneye alındı. Genel
anestezi altında hasta sol lateral dekubit pozisyona alınıp ciltteki
insizyon anterolaterale doğru genişletildi. Posteriordan anterolaterale
doğru ilerlenip sol L1 ve L2 transvers proseslerine ulaşıldı. Bıçak
ucunun interlaminar aralıktan geçerek sinir kökünün lateralinden
L1 korpusuna ve disk aralığına kadar indiği saptandı. Laminektomi
yapılmadan bıçak yavaş yavaş geriye çekilerek çıkarıldı. Nörolojik
olarak intakt olan hastaların tedavisindeki amaç, omurgaya penetre
olan yabancı cismi, radyolojik tetkikler ışığında hastaya en az
zarar verecek şekilde çıkarmak olmalıdır.Bu hastalarda yıllar sonra
bile geçnörolojik defisitler olabileceğinden, delici ve kesici aletin
omurgadan çıkartılması gerektiği bildirilmektedir.
Penetrating trauma of the spine can be rarely seen. A 28 year
old male patient admitted to our emergency clinic with cutter injury. A
two-centimeter skin incision was determined at the patient’s lumbar
region. Neurological examination was with in the normal range. A
metallic cutter tip was seen at the lumbar tomography and lumbar
plain radiograph at the level of L1 corpus and L1-2 disc space. The
patient operated at emergency settings. Under general anesthesia
the patient was taken into left side lateral decubitus position.
Previous skin incision enlarged to the anterolateral direction.
Surgical dissection was advanced to the anterolateral direction from
posterior aspect. Left L1 and L2 processus transversus was reached.
Then the cutter tip was seen at the L1 corpus and L1-2 disc space
just lateral from the nevre root. The cutter tip was withdrawn slowly
without laminectomy. The main goal of the surgical treatment for
neurologically intact patients with penetrating injuries is to remove
the foreign object with minimal damage to the patient in the light
of radiological studies. The foreign object should be removed from
the spine because late neurological deficits can be seen in these
patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anestezi Ve İmmun Sistem
Mustafa Altındiş, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Anestezi Ve İmmun Sistem
AnesthesIa And The Immune System
Gerek anestezi gerekse cerrahi girişimin sa-vunma sistemi üzerine olan etkisi, günümüzde hasta ve anestezistler açısından önem kazanmıştır. Ame-liyat sonrası hastalarda görülen immun değişikliklerin çoğu, ya anestezik ajanların direkt et-kisi ile ya da bu ilaçların cerrahi travma ve endokrin cevaba katkıda bulunması sonucu ortaya çıkmaktadır. Cerrahinin etkisi, operasyonun boyutu ve bireyin stres cevabına göre değişirken; anes-tezinin etkisi, stres cevabın kırılma düzeyi, bireyin immun durumu, anestezik ajanla karşılaşma süresi, kullanılan preparatin kimyasal yapısı ve anestezi yöntemine göre değişebilmektedir (1,2,3). Yapılan birçok çalışmada postoperatif dönemde görülen immünodepresyondan cerrahi kaynaklı stresin so-rumlu olabileceği öne sürülmüş olmasına karşın, bazı invitro çalışmalarda anestezik ajanların da et-kisi olduğu gözlenmiştir. Yapılan in vivo çalışmalarda temel güçlük, anestezik ajana özgül olan etkilçr ile çok sayıda intraoperatif faktörün et-kilerini(cerrahinin tipi-süresi, vücut ısısı, kan ve plazma infüzyonlan, diğer hastalıklar, bazal immünolojik durum, beslenme) ayırmaktır(4,5).
The effects of both anesthesia and surgical intervention on the defense system have gained importance for patients and anesthetists today. Most of the immune changes seen in patients after surgery are caused either by the direct effect of anesthetic agents or as a result of these drugs contributing to surgical trauma and endocrine response. While the effect of surgery varies according to the size of the operation and the individual's stress response; The effect of anesthesia may vary depending on the breakdown level of the stress response, the immune status of the individual, the time of exposure to the anesthetic agent, the chemical structure of the preparation used and the anesthesia method (1,2,3). Although it has been suggested in many studies that surgical stress may be responsible for immunodepression seen in the postoperative period, some in vitro studies have also observed that anesthetic agents have an effect. The main difficulty in in vivo studies is to distinguish the effects specific to the anesthetic agent and the effects of many intraoperative factors (type-duration of surgery, body temperature, blood and plasma infusions, other diseases, basal immunological status, nutrition) (4,5).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ötiroid Guvatırlı Hastalarda Preoperatif Değışık Yöntemlerle Aldosteron Baskılanması
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Mehmet Metin Belviranlı, A. Erkan Ünal, Şakir Tekin, İrfan Tunç, Mehmet Akdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Ötiroid Guvatırlı Hastalarda Preoperatif Değışık Yöntemlerle Aldosteron Baskılanması
InhIbItIon Of Aldosteron By DIfferen1 Alethwh ApplIed Before And DurIng OperatIon$ In PutIents WIth EuthyroId GoItre
Cerrahi travmaya karşı gelişen aldosteron cevabının tuzlu serumların ameliyat öncesinde ve sonrasında verilmesiyle baskılandığı gösterilmiştir. Bu baskılama yöntemler kolesistektomili vakalarda yapılmıtır. Unıform tutulabilmeleri güç olan ötiroid hastalarda aldosteron inhibisyortu 21 hasta üzerinde çalışılarak araştırıldı. Literatürden farklı olarak aldosteron antdgonisti grubu oluşturuldu. Tuzlu serum ve agonist grup sonuçlarl kendi aralarında ve. şekerli serum grubunun sonuçlarıyla karşılaştırıldı. Tiroideluomi olgularında aldosteron inhibisyonu en çok aldosteron antagonisti grubunda, daha sonra da tuzlu serum grubunda görüldü.
It has been described that aldosteron response to trauma depressed by safin solıdion which were giyen before and during operation. These ınethody r f inhibition were applied tn patients undergoing cholecystectomy. iVe investigated inhibition aldosteron in 21 patients with euthyroid goitre which are difficult ta keep irt uniform. Unlike the liger4.2ture, wc constituted a group paiient adınin. istered aldosteron antagonim (Spironofacton). We compared the results of the groups Ivith each other. The results showed that increase of aldosteron could be inhibited by spironolackın and safin adminisration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya’da 1991-2000 Yılları Arasındaki Adli Ölümlerin Değerlendirilmesi
İshak Gürsel Günaydın, Şerafettin Demirci, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Konya’da 1991-2000 Yılları Arasındaki Adli Ölümlerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MedIcolegal Deaths Between 1991 And 2000 In Konya JustIce
Bu tanımlayıcı çalışmada, 1991-2000 yılları arasında Konya’daki adli ölümlerin demografik özelliklerinin, ölüm sebeplerinin ve orijinlerinin belirlenmesi amaçlandı. Ölü muayene ve otopsisi yapılan toplam 4281 olgu değerlendirmeye alındı. Olguların yaz aylarında yoğunlaştığı görüldü. Adli ölümlerde erkek/kadın oranı 3,32/1 bulundu. Olgular 20-29 yaşlarında yoğunlaşmaktaydı. Ölümlerin orijinlerine göre dağılımına bakıldığında, kaza ölümlerinin % 75,3 ile ilk sırayı aldığı, bunu % 8,0 ile cinayetlerin, % 5,9 ile intiharların izlediği görüldü. Trafik kazasına bağlı ölümlerin, tüm olguların %53,5’ini oluşturduğu, kaza orijinli ölümlerin içinde ise % 71,1’lik bir oranı kapsadığı saptandı. Olguların % 69,5’inde ölüm sebebi künt travma iken, bunu % 6,8 ile hastalığa bağlı ölümler, % 5,8 ile asfiksili ölümler izlemekteydi. Ölüm orijin ve sebeplerinin yaş ve cinsiyete göre farklı dağılımlar gösterdiği sonucuna varıldı.
İn this descriptive study, determining the demographic features, death causes and death origins of medicolegal deaths which vvere occured betvveen the years of 1991 and 2000 in Konya was aimed. Totally 4281 death cases to vvhom forensic examination and autopsy vvere performed vvere taken for evaluation. İt was observed that death cases vvere more dense in summer months. Male / female ratio was 3.32/ 1 in forensic deaths. The cases vvere cumulated betvveen the ages of 20 and 29. Deaths due to accidents was the main death origin with 75.3 % and it was follovved by homicides (8.0 %) and suicides (5.9 %). İt was stated that the ratio of the deaths due to traffic accidents was 53.5 % of the total deaths and was 71.1 % of the accident originated deaths. The cause of death in 69.5 % of the cases was blunt trauma and it was follovved by pathological deaths with 6.8 % and asphyxic deaths vvith 5.8 %. İt was concluded that causes and origins of the deaths vvere varied by gender and age differences.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diafragma Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Hasan Solak, Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Adnan Kaynak, Cevat Özpınar, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, Şeref Otelcioğlu, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Diafragma Yaralanmaları Ve Cerrahi Tedavisi
Dıaphragma Injurıes And Surgıcal Treatment
Travmaya bağlı diafragma hernisi ilk olarak Sennertus tarafındaıı 1541 yılında tarif edilmiştir. 1579 yılında da Ambrose Pare iki adet travmatik diafragma yırtığı tarif etmiştir. Delici bir aletle yaralanmaya bağlı ilk diafragma operasyonu ise 1886 yılında Riolfi tarafından gerçekleştirilmiştir (5).
We have briefly discussed laboratory findings, treatments and the results of treatment of the patients admitted to our deparment with diaphragınatic injuries during the last 5 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cama Yumruk Atmaya Bağlı Üst Ekstremite Hasarları
Celalettin Sever, Yalçın Külahçı, Cihan Sahin
Araştırma makalesi
Özeti
Cama Yumruk Atmaya Bağlı Üst Ekstremite Hasarları
StrIkIng Glass-Related Upper ExtremIty InjurIes
Bu çalışmada, 2005 -2010 yılları arasında cama yumruk atma sonucu yaralanan 47 hasta retrospektif olarak incelenmiş ve bu hastalara ait dermografik veriler, travmanın şiddeti ve tedavi sonuçları araştırılmıştır.Cama vurma sonucu oluşan cilt laserasyonlarının uzunluğu,büyüklüğü genellikle hasara uğrayan nörovasküler yapıların sayısı ile doğru orantılı değildir.Küçük laserasyonlar daha derin dokularda çeşitli hasara neden olabilmektedir.Tedavide başarılı sonuç alabilmek için operasyon öncesinde hastanın dikkatlice fizik muayeneye tabi tutulması ve erken cerrahi girişimin yapılması gerekmektedir.
We carried out a retrospective and prospective study of 47 patients who had sustained injuries over the last three years from the hand passing through or striking glass. The demographic data, severity of injury, history of psychiatric illness and outcomes of the patients were evaluated. The preoperative examination of these injuries significantly underestimated the amount of damage. A simple and small laceration has the potential to conceal an underlying deep injury. For this reason, if glass is implicated as a causative agent, careful preoperative evaluation and surgical management should be considered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
Sami Ceran, Ufuk Tütün, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Sadık Özmen, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
TraumatIc Total HepatIc HernIa To The RIght Thorax
Konya Devkt Hastanesinden sag 8. interkostal araliktan kapalt su aft' drenajt uygulanarak seek edilen 14 yamda erkek hastantn takibinde ani so-lunum stlantzstntn baylamast uterine yaptlan tet-kiklerinde sag torakstn alt ve orta zorunun ka-panchgt gozlendi. Yap'Ian acil posterolateral sag torakotomi sonrasznda toraks i•ine herniye olufmul karaciger ve kolonun hepatik fleksurast ve bu barsak anst uzerinde daha once uygulanan kapalr tip dre-najina baglz iki perforasyon gozlendi. Yaptlan ult-rasonografi ye akciger grafisinin herni wrist kin yeterli olmayacagt kantszna varildr. To-rakoabdominal kiint travmalar sonrast intratorasik herni olabileceginden miidahale etmeden once blintz'? ekarte edilmesi gerekmektedir.
A 14 - year-old boy was admitted to the in-tensive care unit (ICU) of the Seljuk University Hos-pital because of a traffic accident. He had a chest tube in the middle axiller line of his right thorax on the 8 th. intercostal space. Pulmonary parenchym of the right lung had closed at his chest roentgenogram and ultrasonografi. This patient required an emer-gency operation with his symptoms and laboratory findings. Emergency thoracotomy was performed in the patient which had led to a tear in the right side of diaphragm and intrathoracic migration of the liver, hepatic filexura of the colon and the omentum were seen. Hepatic flexura of the colon had got two perforations. They have to he attentive for diagnosis and treatment after thoracoabdominal blunt trauma. Never forget that some manipulations to diagnosis or treatment may make abdominal viscera destroy in the chest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Paraziter Chylothorax
Hasan Solak, N. Solak, İlhami Solak, Tahir Yüksek, F. Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Paraziter Chylothorax
Parazıter Chylothorax
Chylothorax tüberküloz, kanser, kanser metastazı, travma, parazit gibi etiolojik faktörlere bağlı, şiddetli öksürük krizi ile, ductus thoracicus veya dallarının yırtılarak chylus mavisinin thorax boşluğuna akmasıdır. Bu makalemizde sözü edilen hastada, dustus thoracicusun thorax ve karındaki dalları, parazite bağlı olarak perfore olmuştur. Ender görülmesi bakımından yayınlanmıştır.
Chylothorax is the effusion of the chyle into thoracic cavity as a result of rupture of «ductus thoracicus» or branches there of due to a severer fit a coughing arising from such etiologic factors as tuberculosis, cancer, metastasis of cancer, trauma, parasite, etc. In the case in present article, abdominal and thoracic branches of «ductus thoracicus» have been per-forated due to parasites. This article has been published because the case is seen rarely.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Mustafa Kürşat Evrenos, Merve Özkaya Ünsal
Araştırma makalesi
Özeti
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Treatment Of Cutaneous MucormycosIs In PatIents WIth CortIcosteroId Treatment After Trauma
Amaç: Mukormikozis, invaziv yumuşak doku nekrozu yapabilen ve agresif seyirli nadir bir fırsatçı mantar enfeksiyonudur. Genellikle immun sistem yetersizliği olan hastalarda görülürken, nadiren immunkompetan hastalarda da karşılaşılabilir. Bu yazıda, travma sonrası kısa sureli kortikosteroid tedavisi alan ve ardından fasiyal kutanöz mukormikoz gelişen 4 immunkompetan olgunun prognoz ve tedavisi bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2016 – 2018 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’ne travma sonrasında başvuran, intrakranial veya spinal patolojileri nedeniyle kısa sureli kortikosteroid tedavisi alarak immun sistemi baskılanmış olan ve fasiyal kutanöz mukormikoz tanısı alan dört adet hasta dahil edildi. Prognoz, medikal ve cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Malar ve maksiller bölge tutulumu olan bir hastada seri debridmanlar ve medikal tedavilerle kür sağlandı. Serbest fleplerle rekonstruksiyon yapılan hastada estetik ve fonksiyonel olarak kabul edilebilir sonuçlara ulaşıldı. 2 hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra lokal fleplerle onarımı yapıldı. Bir hastaya, fungal osteomiyelit ve intrakraniyal inflamatuar değişiklikleri bulunması nedeniyle onarım operasyonu yapılamadı. Bu hastanın takiplerinde MR görüntülemelerinde regresyon saptandı.
Sonuç: Multitravma sonrasında, kontamine yara enfeksiyonu meydana gelen ve kısa dönem için bile olsa kortikosteroid tedavisi alan hastalarda mukormikozisin akılda tutulması gerekmektedir. Seri, tekrarlayan ve agresif debridmanlar yapılmalı, rekonstruksiyon planı enfeksiyonda kür sağlandıktan sonra yapılmalıdır.
Objective: Mucormycosis is an infrequent opportunistic fungal infection which may cause an aggressive and invasive soft tissue necrosis. It is usually developed in patients with immune system deficiency, and rarely seen in immunocompetant patients. We report prognosis and treatment of the immunocompetant patients that developed facial cutaneous mucormycosis after short term corticosteroid therapy.
Material and Method: The patients who were admitted to Manisa Celal Bayar University Hospital after multitrauma and given short term corticosteroids due to cranial and spinal injuries and became immuncompromised and diagnosed as facial cutaneous mucormycosis between 2016 and 2018 were included in the study. Prognosis, medical and surgical treatment outcomes of therapy is reported.
Results: One patient with malar and maxillary involvement was treated with medical therapy and serial debridements and infection was cured. Reconstruction with free flaps were done, acceptable functional and aesthetic results were achieved. Two patients had adequate therapy and reconstructed with local flaps. One patient was not operated due to recurrent fungal osteomyelitis and intracranial inflammatory findings, and regression in MRI was seen.
Conclusion: Mucormycosis should be kept in mind in contaminated wound infections in patients who have been treated with corticosteroids even for a short time after multitrauma. Rapid, repetitive and aggressive debridemants should be performed and reconstruction should be planned after cure of the fungi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Acil Servise Şuur Değişikliği İle Başvuran Hastaların Infrascanner Cihazı İle Değerlendirilmesi
Başar Cander, Birsen Ertekin, Zerrin Defne Dündar, Tarık Acar, Izzettin Ertaş, Feridun Koyuncu, Mehmet Okumuş, Metin Bircan
Araştırma makalesi
Özeti
Acil Servise Şuur Değişikliği İle Başvuran Hastaların Infrascanner Cihazı İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of PatIents Who AdmItted To Emergency ServIce WIth Altered State Of ConscIousness UsIng The Infrascanner DevIce
Acil servise şuur değişikliği ile başvuran hastalarda hem zaman yönetimi hem de doğru tanıyı koyma sağ kalım açısından oldukça önemlidir. Travmatik beyin hasarlı hastalarda gelişen intrakraniyal hematomun erken tanısı ve müdahalesi başarılı bir tedavi için esastır. Bu nedenle çalışmamızda noninvaz iv ve hızlı bir yöntem olan infrascanner cihazının intrakraniyal kanama tespitini araştırmayı amaçladık. 01 Mart - 08 Nisan 2010 tarihleri arasında hastanemiz acil servisine şuur değişikliği şikayeti ile başvuran 38 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar, acil servise başvurdukları anda cihazın kullanımı için eğitim almış acil tıp asistanları tarafından infrascanner cihazıyla kanama açısından araştırıldı. Hastaların 20’si (%52.6) erkek ve 18’i (%47.4) bayan idi. Yaş ortalamaları 51.8±23,2, glaskow koma skalası (GKS) 10.6 (15-3) idi. Hastaların acil serviste infrascanner cihazı ile değerlendirilmesi için geçen süre olay anından itibaren ortalama 5.2 (0.5-45) saat iken beyin Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile değerlendirme için geçen süre ortalama 6.3 (1- 47) saat idi. Hastaların çekilen beyin BT’sinde 22’sinde (%57.9) kanama varken, 16’sında (%42.1) kanama tespit edilmemiştir. Infrascanner cihazı ile yapılan değerlendirme de ise 24 (%63.2) hastada negatif, 14 (%36.8) hastada pozitif değerler saptanmıştır. İnfrascanner cihazının intrakraniyal kanama tespitinde sensitivitesi %63.6, spesifisitesi %100, pozitif prediktif değeri %100 ve negatif prediktif değeri %66,7 olarak bulunmuştur. İnfrascanner cihazının ileri görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç duyan hastaları belirlemede semptom ve nörolojik muayeneye ek olarak faydalı klinik bilgiler sağladığı görülmektedir. Tespit edilen yüksek spesifisite değeri, infrascanner cihazı ile kanama tespit edilen hastaların mutlaka ileri tetkik ile değerlendirilmeleri gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Time management and making a correct diagnosis are very important for survival of patients with altered state of consciousness. In our study, we aimed to determine the value of the infrascanner device, which is a non-invasive and a fast method in detection of intracranial hemorrhage. A total of 38 patients who had been admitted to the emergency department of our hospital with the complaint of altered state of consciousness were included in the study. The patients underwent investigations with regard to hemorrhage immediately after admission using the infrascanner device by trained residents of emergency medicine. 20 (52.6%) of the patients were male. The mean age was 51.8 years and the Glasgow Coma Scale was 10.6 (15-3). While hemorrhage was detected on cerebral CT in 22 (57.9%) patients, it was not detected in 16 (42.1%). In the infrascanner device examination, negative results were detected in 24 (63.2%) patients and positive results were detected in 14 (36.8%) patients. The sensitivity of the infrascanner device was found to be 63.6%, specifity was found as 100%, the positive predictive value was found as 100%, and the negative predictive value was found as 66.7%. The results obtained from the study indicate that the infrascanner device provided beneficial clinical data in addition to symptoms and neurological examination in patients who required further imaging procedures. The high specificity puts forth that patients in whom hemorrhages are detected using the infrascanner device, should definitely be evaluated with further tests.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rehabilite Ettiğimiz El Yaralanmalarında Etiyolojik Değerlendirme
Sami Küçükşen, Hatice Uğurlu, Tunç Cevat Öğün, Erdal Biber
Araştırma makalesi
Özeti
Rehabilite Ettiğimiz El Yaralanmalarında Etiyolojik Değerlendirme
El ve el bileği günlük yaşam aktivitelerinin gerçekleştirilmesi sırasında çok önemli fonksiyonlara sahiptir ve ya-ralanmaları oldukça sılçtır. El rehabilltasyonunun amacı hastaların rezidüel fonksiyonel kapasitelerini maksimuma çıkarmaktır. Bu çalışmada kliniğimizde rehabilite edilen el yaralanmalarının nedenleri ve özellikleri de-ğerlendirilmiştir.
Hand and wrist have very important functions in daily living activities and their injuries are very frequent. The purpose of hand rehabilitation is ta maximize the residual functional capacity of patients with injured. in this study, we have evaluated the causes and characteristics of traumatic hand injuries rehabilitated in acar
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erıskının Sıkıntılı Solunum Sendromu
Yıldız Divanlı, L. Nur Şan, Şerife Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Erıskının Sıkıntılı Solunum Sendromu
Adult Respıratory Syndrome
Adult respiratory distres sendromu, yetişkinlerde yapılan sıkıntılı solunum yetmezliğinin ileri bir derecesidir. Bu klinik tabloda değişik etkenler rol oynamaktadır. Yirminci asrın başlarından beri travma ve şokla beraber görülen solunum yetmezlikleri rapor edilmişse de yetişkinler de görülen solunum sıkıntısının tarifi çok yenidir. 1967 yılında Asbaugh ve arkadaşları bu antiyeti klinik ve fizyopatolojik özellikleriyle tarif edilmiştir.
Adult respiratory distress syndrome is an advanced degree of distressing respiratory failure in adults. Various factors play a role in this clinical picture. Although respiratory failure associated with trauma and shock has been reported since the beginning of the twentieth century, the definition of respiratory distress seen in adults is very recent. In 1967, Asbaugh et al. Described this entity with its clinical and physiopathological features.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Traumatık Perikard Yaralanması
Hasan Solak, Ali Ersöz, Yüksel Tatkan, Kemal Ödev, Adnan Kaynak, Şamil Ecirli, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Traumatık Perikard Yaralanması
Traumatıc PerIcard Injury
Pure pericardial rupture witiwut additional intrathoracic injuries is a rare entity. Such cases are usually diagnosed as post mortem. This article describes such a cases with an uneventful surgical result.
Künt travmayı izleyen perikard rüptürü çok nadir olarak meydana gelmektedir. Perikard rüptürünün tarihçesi 19. yüzyıla dayanmaktadır. Stokes, 1831 yılında, su çarkının kolu tarafından yaralanan genç bir has-tada perikard yaralanmasını teşhis etmiştir (2). Morel Lavalle, 1864 yılında, düşme sonucu göğüs travmasına maruz kalan 3 hastanın birinde dinleme bulgusu olarak su çal kahin suya çarpması sonucu çıkan sese benzeyen bir ses bulmuştur. Otopside bu 3 vak'ada da perikard yırtığı görülmüştür (2). Crynes ve Hunter, 1939 yılında, «travmatik perikard rüptürü» teşhisini almış 58 vak'anın raporlar= topladılar, fakat bunla-rın hiçbirisi ölümden önce tespit edilernemişti. Perikardial yırtıklar ancak otopsi ile teşhis edilmiş ve vak'aların ölüm nedeni bu .yırtıklardan oluşan kalp herniasyonuna baglanmıştır. Bu yazarlar kendi kurumlarındaki 4107 otopside. 22 pelikard rüptürü vak'ası gördüler. Crynes ve Hunter'in gözlemlerinden bugüne kadar literatür taraması sonucunda 142 vak'a toplanmıştır (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlık Kurulu Raporlarına Göre Diyarbakır Bölgesindeki
görme Kaybının Sebepleri
Muhammed Şahin, Harun Yüksel, Alparslan Şahin, Abdullah Kürşat Cingü, Fatih Mehmet Türkçü, Yasin Çınar, Zeynep Gürsel Özkurt, Ahmet Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlık Kurulu Raporlarına Göre Diyarbakır Bölgesindeki
görme Kaybının Sebepleri
Causes Of VIsual Loss In The DIyarbakIr CIty Area AccordIng To The
health CommIttee’s Reports
Diyarbakır ve çevre illerden görme kaybı sebebiyle sağlık kuruluna
başvuran hastaların görme kaybının etiyolojik ve anatomik olarak
değerlendirmesi. Mayıs 2011-Nisan 2013 tarihleri arasında Dicle
Üniversitesi Araştırma hastanesi sağlık kurulu başkanlığına herhangi
bir sistemik hastalığı olmaksızın yalnızca az görme sebebiyle özür
raporu almak için başvuran hastaların kayıtları retrospektif olarak
tarandı. Hastaların demografik özellikleri, düzeltmesiz ve düzeltmeli
en iyi görme keskinliklerini içeren bilgileri kaydedildi. Düzeltmeli en
iyi görme keskinlikleri 0,5’ten düşük olanlar Dünya Sağlık Örgütü’
nün görme kaybı sınıflandırmasına göre 4 gruba ayrıldı. Grup 1
(düzeltmeli en iyi görme keskinlikleri <0,05) değerlendirmeye alındı.
Hastaların görme kaybı çift taraflı ve tek taraflı körlük olarak 2
gruba ayrıldı. Körlük etiyolojileri kornea ve ön segment patolojileri,
retina hastalıkları, optik disk hastalıkları, simülasyon varlığı, glob /
refraksiyon ilgili bozukluklar olarak 5 gruba ayrıldı. Çalışmaya 167
hasta alındı. Hastaların 88’inin (% 52,6) çift taraflı, 79‘unun (%
47,4) tek taraflı körlüğü vardı. Çift taraflı körlüğün en sık sebebini
retina hastalıkları oluşturmaktaydı. Bu grubun içinde 15 hastayla
retinitis pigmentosa ilk sırada idi. Tek taraflı körlüğün en sık sebebi
kornea ve ön segment patolojileri idi. Bu grupta 11 hastayla katarakt/
konjenital katarakt en sık alt grubu oluşturmaktaydı. İkinci en sık
sebep olarak travma ve refraksiyonla ilgili bozukluklar idi. Diyarbakır
ve çevre illerinden görme kaybı sebebiyle sağlık kuruluna başvuran
hastalarda en sık etiyolojinin retina hastalıkları özellikle de herediter
retina distrofileri olduğunu saptadık. Bunun yakın akraba evliliğinden
kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. Halkın bilinçlendirilmesi ve
travmanın önlenmesi bu sonuçlara maruz kalmayı azaltabilir.
To evaluate the etiologic and anatomic aspects of the patients
who admitted a university clinic with vision loss from Diyarbakir and
surrounding cities. Between May 2011-April 2013, the records of
patients who admitted Dicle University Hospital Chairman of the Board
Health with low vision and without any systemic disease were reviewed
retrospectively. Demographic characteristics of patients, uncorrected
and the corrected best visual acuity were recorded. Patients with
best corrected visual acuity less than 0.5 were divided into 4 groups
according to the classification of World Health Organization’s vision
loss. Group 1 (best corrected visual acuity <0.05) were evaluated.
Those patients were divided into 2 groups as bilateral and unilateral
according to visual loss. The etiologies of vision loss in patients
were classified into 5 groups as anterior segment pathology, retinal
disease, optic disc disease, simulation, globe/refraction related
disorders.167 patients were enrolled.88(52.6%) patients had bilateral
and 79(47.4%)had unilateral visual loss. The most common cause
of bilateral blindness was retinal diseases. The most common
retinal disease was retinitis pigmentosa. The most common cause
of unilateral blindness was anterior segment pathologies in which
cataract/congenital cataracts were consist of the most common
subgroup. The second most common cause was perforating of trauma
and refraction disorder. In this study the most frequent etiologic
factor was found to be retinal diseases especially hereditary retinal
dystrophies in patients. We thought that might be due to particularly
from the marriage between closely related individuals. Public
awareness about marriage between closely related individuals and
prevention of trauma is likely to reduce exposure to these results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
Mehmet Tolga Kafadar, Gürkan Değirmencioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
A Rare Cause Of Acute Abdomen; AppendIceal Neuroma. Case Report
Akut karının nadir bir nedeni; apendikal nöroma. Olgu sunumu
\r\n
ÖZET
\r\n
Akut karın ani başlayan karın ağrısı ile karakterize, travma dışı nedenlere bağlı olarak abdominal bölgede gelişen patolojiler olarak ifade edilir. Ağrının nedeni çoğu olguda acil cerrahi girişim yapılmasını gerektirecek bir patolojidir. Akut karın nedeniyle acil birimlere başvuran hastalarda en sık cerrahi müdahale sebebi akut apandisittir. Akut apandisitin patofizyolojisinde apendiks lümenindeki obstrüksiyonun başlatıcı neden olduğu yaygın olarak kabul görmüştür. Çoğunlukla apendiksin lümenine bazı gıda ve dışkı artıklarının girmesi, bunlarla tıkanması ve bölgede lenf bezlerinin iltihaplanarak şişmesi sonucu meydana gelir. Lümenin obstrüksiyonu bakterilerin aşırı çoğalmasına, mukus sekresyonunun artmasına ve intraluminal basıncın artmasına yol açar. Son yıllarda patofizyolojide nöral komponentin varlığının ileri sürüldüğü çalışmalar da bulunmaktadır. Bunlar oblitere apendiks, fibröz obliterasyon, apendikal nöroma, nörojenik apandisit gibi tanılarla karşımıza çıkabilmektedir. Bu yazıda, akut karının nadir görülen bir nedeni olan, apandisit ön tanısıyla apendektomi uygulanan ve histopatolojik olarak apendikal nöroma tanısı alan bir olguyu sunduk.
A rare cause of acute abdomen; appendiceal neuroma. Case report
\r\n
\r\n
ABSTRACT
\r\n
\r\n
Acute abdomen refers to nontraumatic pathologies of abdominal origin which are characterized by sudden-onset abdominal pain. In most cases the cause of pain is a pathological condition requiring urgent surgical intervention. Acute appendicitis is the most common indication for surgical intervention in patients presenting to emergency department with acute abdomen. Obstruction of appendiceal lumen has been widely accepted as the precipitating factor in the pathophysiology of acute appendicitis. It usually develops as a result of food or feces particles entering into and obstructing appendiceal lumen, leading to inflammation and swelling of regional lymph nodes. Luminal obstruction results in overproduction of bacteria, excessive mucus secretion, and increased intraluminal pressure. Some studies in recent years have suggested a neural component in the pathophysiology of this condition. Such cases may present with various diagnoses such as obliterated appendix, fibrous obliteration, appendiceal neuroma, and neurogenic appendicitis. In this paper we present a case operated with the initial diagnosis of appendicitis and histopathologically diagnosed with appendiceal neuroma, a rare cause of acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tibia Cisim Kırıkları Ve Tedavi Yaklaşımları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Tibia Cisim Kırıkları Ve Tedavi Yaklaşımları
The Alanagement Of TIhIaI Shaft Fraclures
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde 1983 ve 1989 yılları arasında tibia cisim kırığı olan 133 hasta tedavi edildi. Çeşitli tedavi metodları ile tedavi edilen 133 hastanın 96 kapalı, 44 açık tibia cisim kırığı bu retrospektif çalışmaya konu edildi. Hastaların tedaviye başlandığı yaşı en az 13, en fazla 72, ortalama 32 yaş idi. 96 hastada yalnız tibia cisim kırığı varken, diğer 37 hastada ilave yaralanmalar tespit edildi. 7 hastada ise bilateral tibia kırığı vardı. Trafik kazaları en fazla kırığı oluşturan sebep olmuştur. Hastalar en az kırığın klinik ve radyolojik iyileşmesine kadar takip edildiler. Yapılan değerlendirmede, tibia kırıklarının kapalı ve cerrahi metodlarla tedavisi sonucu oldukça tatminkar sonuçlar elde edildi.
A retrospeetive study was done of the treatrnent of closed and open fractures of the tibia in 133 patients with 140 fractures. These patients vith shafi fractures of tibia were treated at the Department of Orthopaedics and Trawıatology of the Selçuk Oniversitiy Hospital, between 1983 and 1989 The mean oge al initiation of treatrnent was 32 years. Their ages ranged from 13 to 72 years old. ln all, 96 fractures were closed and 44 were opera. Traffic accidents were the most cause of the injury. In 96 patients, the tibial fracture was the only inju.ry, i,x 37 patients other injuries also were present. 7 patients had bilaterall tibial fractures. The patients were followed al least unlu/ to clinical and radiographical union of the fracture. Iri (his series, the overall succes rates in healing of the fractures with open and closed method_v were highly satisfactory
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
Alper Yıldırım, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ahmet Osman Kılıç, Mehmet Uyar, Ayşegül Zaimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
ConsultatIons To SurgIcal Departments In PedIatrIc Emergency Department In CovId-19 PandemIc
Amaç: Çalışmanın amacı pandemi döneminde çocuk acil servisten cerrahi branşlara danışılan hastaların
klinik özelliklerinin ve konsültasyon sürecinin değerlendirilmesi, elde edilen bulguların pandemi öncesi verilerle
kıyaslanmasıdır.
Hastalar ve Yöntem: Araştırma 11.03.2020-11.03.2021 tarihleri arasında hastanemizin çocuk acil servisinde
yapılmıştır. 0-18 yaş grubundaki hastalar geriye dönük olarak cinsiyet, yaş, tanı, konsültasyon sonucu, konsültasyon
yanıt süresi açısından değerlendirildi. Elde edilen bulgular 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasındaki pandemi
öncesi verilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların; %42,4'ü kadın, %57,6'sı erkektir. Ortalama yaş 6,9±4,9 yıldır. Hastalarımızın %27,3'ünün
cerrahi kliniklerden birine yabancı cisim, %22,2'sinin akut karın, %10,6'sının yabancı cisim aspirasyonu tanısı ile
başvurduğu belirlendi. Hastaların %38,5'inin çocuk cerrahisi, %33,9'unun kulak burun boğaz ve %11,4'ünün göğüs
cerrahisi bölümüne konsülte edildiği belirlendi. Ortalama konsültasyon yanıt süresi 72,2±48,8 dakikaydı. Pandemi
sırasında acil servise başvuran hastaların tanı dağılımı, konsültasyon yanıtlanma süresi, konsültasyon yapılan
cerrahi bölüm dağılımı, konsültasyon sonuçları, cerrahi bölümlere göre konsültasyon yanıt sürelerinin dağılımı
pandemi öncesi döneme göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda pandemi döneminde çocuk acil servisine başvuran hasta sayısının azaldığı, yatış sayısının
arttığı, travma ve yakın fiziksel temasla ilişkili tanıların azaldığı, epididimoorşit tanılarının arttığı saptandı. Bununla
beraber konsültasyon yanıtlanma sürelerinin oldukça uzadığı gör üldü.
Aim: The aim of the study was to evaluate the clinical features and consultation process of the patients who
were consulted from the pediatric emergency department to the surgical departments during the pandemic
period, and to compare the findings with the data before the pa ndemic.
Patients and Methods: The research was conducted between 11.03.2020-11.03.2021 in the pediatric
emergency department of our hospital. The enrolled patients at 0-18 years of age were retrospectively
evaluated in terms of gender, age, diagnosis, consultation result, consultation response time. Our study was
compared with the prepandemic data between 01.01.2019 and 31.12 .2019.
Results: Of the patients; 42,4% were female and 57,6% were male. The mean age was 6,9±4,9 years. It
was determined that 27,3% of our patients were consulted to one of the surgical clinics with the diagnosis of
foreign body, 22,2% acute abdomen, 10.6% foreign body aspiration. It was found that 38,5% of the patients
were consulted to the pediatric surgery department, 33,9% to the otolaryngology department and 11,4% to the
thoracic surgery department. The mean consultation response time was 72,2±48,8 minutes. The distribution
of diagnoses, consultation response time, consulted surgical departments, consultation results by age groups,
and distribution of the consultation response times by surgical departments during the pandemic were found
to be statistically significant compared to the pre-pandemic pe riod (p<0,05).
Conclusion: In our study, it was found that the number of patients admitted to the pediatric emergency
department decreased during the pandemic period, the number of hospitalizations increased, the diagnoses
associated with trauma and close physical contact decreased, and the diagnosis of epididymorchitis increased.
In addition consultation response times were observed to be con siderably longer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Müslim Yurtçu
Derleme
Özeti
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Saçlı Deri İnvazyonu Yapan Bir Glioblastoma Multiforme
Sevil Alan, Ethem Göksu, Cumhur İbrahim Başsorgun, Tanju Uçar
Olgu sunumu
Özeti
Saçlı Deri İnvazyonu Yapan Bir Glioblastoma Multiforme
A GlIoblastoma MultIforme Case WIth Scalp InvasIon
Glioblastome multiforme (GBM) en malign glial tümördür.
Hastaların % 90’ ı tanı konulduktan sonraki iki yıl içinde kaybedilir.
Nadiren ekstrakranial metastaz yapar. GBM’ nin deri metastazıyla
ilgili literatürde bildirilen vaka sayısı çok azdır. Biz burada eski
kraniotomi skarı üzerinde keloid benzeri oluşumlarla başvuran, saçlı
deri tutulumu yapmış bir GBM olgusunu sunduk. 35 yaşında erkek
hasta frontal bölgede insizyon skarına uyan bölgede deriden kabarık,
sert, deri renginde, infiltre papüllerle dermatoloji polikliniğine
başvurdu.10 gün içinde papüler lezyonlar nodüler forma ilerledi.
Nodüler lezyondan alınan biyopsi sonucu GBM ile uyumlu rapor
edildi. 2 ay içinde papüller frontal saçlı derinin tamamını örten dev
tümöral bir kitleye dönüştü. Saçlı deri invazyonundan ortalama 3 ay
sonra hasta exitus oldu.
Glioblastoma multiforme (GBM) is the most malign glial tumor.
It rarely causes skin metastasis. It is frequently misdiagnosed as a
primary subcutaneous tumor. The number of cases related to skin
metastasis of GBM reported in the literature is limited. We here
presented a GBM case with scalp invasion and applied with cheloidlike
formations on the old craniotomy scar. The patient applied to
us with cutaneous, firm, infiltrated nodules in skin color in area
concomitant with the incision scar on frontal region. Within 2 months,
the nodules turned into a giant tumoral mass covering whole frontal
region. The result of the biopsy conducted on nodular lesions were
reported as undifferentiated tumor (malign tumor metastasis) scalp.
The patient died 3 months after scalp invasion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüz Germe Ameliyatında Hematom Riskini Azaltmada Traneksamik Asit Ve Hemostatik Netin Karşılaştırılması
Mehmet Emin Cem Yıldırım, İlker Uyar
Araştırma makalesi
Özeti
Yüz Germe Ameliyatında Hematom Riskini Azaltmada Traneksamik Asit Ve Hemostatik Netin Karşılaştırılması
ComparIson Of TranexamIc AcId And HaemostatIc Net In ReducIng The RIsk Of Hematoma In FacelIft Surgery
Amaç: Yüz germe ameliyatı, yaşlanma belirtilerini azaltmak ve daha genç bir görünüme kavuşmak için sıklıkla tercih edilen bir estetik cerrahi işlemdir. Yüz germe ameliyatı olan hastalarda hematom gibi komplikasyonların görülme sıklığı oldukça fazladır. Bu çalışma, yüz germe ameliyatı olan hastalarda TXA ve hemostatik net (ağ) tekniğinin hematom oluşumunu önlemedeki etkinliğini karşılaştırmayı amaçlamaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Ekim 2019-Şubat 2023 tarihleri arasında derin plan yüz germe ve yüz-boyun germe uygulanan 65 hasta (56 K, 9 E) dahil edildi. Hastalar TXA verilen, hemostatik net uygulananlar, ikisi birden uygulananlar ve hiçbirinin uygulanmadığı kontrol grubu olmak üzere dört farklı grupta değerlendirildi. Hastaların demografik bilgileri, takip bulguları, postoperatif dönemde hematom veya diğer komplikasyonlar kaydedildi. Gruplar arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 54’tü. Sadece TXA uygulanan hasta grubu 17 hastadan, hemostatik net uygulanan grup 9 hastadan, her ikisi uygulanan grup 21 hastadan ve kontrol grubu 18 hastadan oluştu. Toplam 6 hastada hematom görüldü. Sadece hemostatik ağ kullanılan hastalarda ve sadece TXA kullanılan hastalarda hematom insidansında sayısal bir azalma gözlense de istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). TXA ve hemostatik ağın birlikte kullanıldığı hastalarda hematom insidansı istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalmıştır (p<0.05).
Sonuç: Traneksamik Asit ve hemostatik ağın birlikte hematom insidansını azaltmada etkili olduğu gösterildi. Hemostatik ağ kullanımı, hematom insidansında istatistiksel olarak anlamlı bir azalma ile sonuçlanmıştır. Bu önlemlerin cerrahi sonuçları iyileştirebileceği ve hastaların iyileşme sürecini hızlandırabileceği düşünülmektedir.
Background: Facelift surgery is a frequently preferred aesthetic surgery procedure to reduce the signs of aging and achieve a more youthful appearance. The incidence of complications such as hematoma is quite high among patients undergoing facelift surgery. This study aims to compare the efficacy of TXA and hemostatic net technique in terms of preventing hematoma formation in facelift surgery patients.
Patients and Method: The study included 65 patients (56 F, 9 M) who underwent deep plan facelift and face and neck lift between October 2019 and February 2023. Patients were evaluated in four different groups: TXA given, those applied hemostatic net, those applied both, and the control group applied neither. Demographic information, follow-up findings, any hematoma or other complications in the postoperative period were recorded. Differences between the groups were evaluated statistically.
Results: The mean age of the patients was 54 years. The patient group using only TXA consisted of 17 patients, the group hemostatic net applied consisted of 9 patients, the group applied both consisted of 21 patients, and the control group consisted of 18 patients. Hematoma was observed in 6 patients in total. Although a numerical decrease in the incidence of haematoma was observed in patients in whom only haemostatic net was used and in patients in whom only TXA was used, it was not statistically significant (p>0.05). The incidence of haematoma decreased that is statistically significant in patients in whom TXA and haemostatic net were used together (p<0.05).
Conclusion: Tranexamic Acid and hemostatic net both together showed to be effective in reducing the incidence of hematoma. It is thought that these measures may improve surgical outcomes and accelerate the recovery process of patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toraks Yaralanmaları Tedavisinde Konservatif Ve Cerrahi Yaklaşım
Ali Ersöz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Tayfun Göktoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Toraks Yaralanmaları Tedavisinde Konservatif Ve Cerrahi Yaklaşım
Conservatıve And Surgıcal Approach In The Treatment Of Thoracıc Injurıes
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında 1983-1988 yılları arasında tedavi gören 378 göğüs travması değerlendirildi. Vakaların 281 (%74.3)'ü künt göğüs travması 97 (%25.7)'si delici kesici alet yaralanmasına bağlı idi. 8 (% 2.2) hastaya acil torako-tomi dışında tedavide konservatif kalındı. Total morrtalite % 5.3 idi.
Between 1983-1988 378 patients with thoracic trauma were admitted to the Department of Thoracic and Cardiovascu-lar Surgery, Selçuk University School of Medicine. In 74.3 percent of the cases cause was blunt injury and 25.7 percent due to penetrating trauma. In majority of the patients treatment was Conservative. Only 2.2 percent of the cases had emergency thorocotomy. Overall mortalıty rate was 5.3 percent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
External Otitin Nadir Bir Nedeni: Achromobacter Xylosoxidans
Mehmet Fatih Garça, M. Zeki Erdem, M. Reşat Ceylan, Hafit Gür, Ahmet Faruk Kıroğlu
Olgu sunumu
Özeti
External Otitin Nadir Bir Nedeni: Achromobacter Xylosoxidans
A Rare Cause Of External OtItIs: Achromobacter XylosoxIdans
Dış kulak yolu kanalının bakteriyel kaynaklı nadir enfektif
etkenlerden biri Achromobacter xylosoxidans’dır. Bu bakteri grubu
insanda enfeksiyon ajanı olarak nadiren görülmesine karşın su
ile ilişkili çevrelerde sıklıkla karşılaşılır. Enfeksiyonların çoğu
nozokomiyal kaynaklıdır. Diyaliz sıvıları, distile veya deiyonize
sular, musluk suları, klorheksidin solüsyonları ve intravenöz sıvılar
enfeksiyon kaynakları arasında sayılabilir. Hastalık genellikle altta
yatan başka hastalıktan dolayı immün direnci bozulmuş hastaları,
immünsüpresan kullanan hastaları, prematüre bebekleri veya
travmaya bağlı immünitesi bozulmuş organları etkileyebilir. Uzun
süre kortizon içerikli damla kullanmış kulaklarda dirençli external
otit varlığında Achromobacter xylosoxidans’a bağlı external otit
düşünülmelidir. Tedavide klasik antibiyoterapi etkisizdir. Trimetoprimsulfametoksazol,
III kuşak sefalosporinler ve antipseudomonal
penisilinler (piperasilin, tikarsilin ve karbapenem) kullanılmalıdır.
One of the rare infective factors of bacterial origin from the external ear canal is Achromobacter xylosoxidans. Although in this group of bacteria as the agent of infection in human rarely seen, this bacteria often encountered associated with water environments. Those most infections are nosocomial origin. Sources of infection include dialysis fluids, distilled or deionized water, tap water, chlorhexidine solutions and intravenous fluids. The disease usually affects patients due to other underlying disease, impaired immune resistance, using immunosuppressants, premature babies or organs impaired immune resistance due to trauma. Ear drops containing cortisone used for a long time in the presence of resistant external otitis external otitis due to Achromobacter xylosoxidans’a should be considered. Classical antibiotic treatment is ineffective. Trimethoprim-sulfamethoxazole, third-generation cephalosporins and antipseudomonal penicillins (piperacillin, ticarcillin, and carbapenems) ‘s should be used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mahmut Mutlu, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Ömer Şafak, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
The Results Of TranspedIcular FIxatIon Of Unstable Thoracolumbar Vertebral Fractures
Nisan-1990 ve Mayıs-1997 tarihleri arasında 101 hastanın vertebra kırıkları cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama takip süresi 27 ay idi. Yetmiş erkek ve 31 bayan hastanın ortalama yaşı 35.9 olarak bulundu. En sık birinci lumbar vertebra etkilenmişti. 94 burst kırığı, 22 kompresyon kırığı, 4 kırıklı-çıkık ve 1 emniyet kemeri yaralanması tespit edildi. Nörolojik durum, 59 hastada Frankel-E, 14 hastada Frankel-A düzeyindeydi. Ortalama lokal kifoz açısı24 derece ve anterior kompresyon yüzdesi %40.7 idi. Ortalama spinal kanal tutulumu %44.5 olarak bulundu. Ame liyatlar ortalama dörtbuçuk gün içinde yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda korse kullanıldı. Komplikasyonlar; bir hastada sreprospinal sıvı fistülü, iki yüzeyel enfeksiyon ve bir bası yarası olarak gözlendi. Nörolojik kaybı olan onsekiz hasta kısmi olarak, iki hasta ise tam olarak düzeldi. Bu kırıkların tespitinde 394 transpediküler vida kul lanıldı. Otuzbir vida eğilmesi, 9 vida kırılması ve 19 vida yer değiştirmesi tespit edildi. Transpediküler fiksasyon to- rakolumbar vertebra kırık cerrahisinde etkili bir tedavi yöntemi olarak bulundu. Sonuç olarak, iyi seçilmiş vakalarda vertebra kırıklarının posterior yaklaşımla cerrahi tedavisi, komplikasyonları ol makla birlikte etkili bir tedavi metodu olarak bulundu.
Betvveen April 1990 and May 1997, 101 patients with unstable thoracolumbar vertebral fractures were treated operatively. The mean follow-up was 27 (3-66) months. There were 70 men and 31 women. The mean age was 35.9 (18-69) years. Etiology was falling from a height in most of them (56.4%). The delay from the original trauma to the presentation ranged from 2 hours to 7 days. First lumbar vertebra was affected mostly (35.5%). According to the Deniş classification, there were 94 burst fractures, 22 compression fractures, 4 fracture-dislocations and one seat-belt injury. Fiftynine patients had Frankel type E, and 14 had Frankel type A neurologic status. The me- dium angle of local kyphosis was 24° and the percentage of anterior compression was 40.7%. The percentage of average spinal canal involvement was 44.5%. The average time after the trauma till the operation was 4.5 days (6 hrs-20 days). The mean operative time was 135 minutes and 2.8 units of whole blood transfusion was used on the average, intraoperatively. Postoperative bracing was applied to ali of the patients. One CSF fistula, two su- perficial infections and one pressure sore were noted as early complications. Eighteen patients with neurologic deficits had partial, and two patients had full recovery. 394 transpedicular screvvs vvere used and there vvere 31 (7.8%) bent screvvs, 9 (2.2%) screvv breakages and 19 (4.8%) screvv migrations. Transpedicular fixation was found to be an effective method for thoracolumbar vertebral fracture surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Duvarı Fıematomları
Yalçın Kekeç, Erol Aksungur, Mahmut Oğuz, Erol Atilla, Mehmet Altay
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Duvarı Fıematomları
AnterIor AbdomInal Wall Hematomas
Şiddetli karın ağrısı ve palpahl hassas abdominal kitle bulgular, vererek, akut karını taklit edebilen karın ön duvar hematomlart oldukça nadir görülen palolojilerdir. Akut karın veya şüpheli abdominal kitle ön tatlılar-0,1a ultrasonografi (USG) veya bilgi-sayarlı (BT) tomografi tetkikleri istenilen altı hastada karın ön duvarı hematomu saptanmıştır. USG ile tam konan hastalarda hematomun kesin lokalizasyo-ııu, ekstansiyonu ve eşlik eden ilave patolojilerin araştırılması için bilgisayarlı tomografi incelemesi yapılmıştır. Bu çalştmada oldukça nadir görülen karın ön duvarı hematomlarının USG ve BT ile akut karın tanısında,' kolayca ayırdedildigi görülmektedir.
Anterior abdominal wall hematoma is a rare pat-hological condition.It may simulate the acute surgi-cal abdomen. Ilematoma was diagnosed by utilizing ultrasonography (USG) and computerized tomogra-phy (ST) in six patients who vere thouht to have acute abdomen orland abdominal mass. Although the diagnosis was made by USG, CT had been used to investigate localization, extension and associated pathological conditions of the hematoma. In !his article,differential diagnosis of andominal wall hematomas from acute surgical abdomen in six patients by using USG and CT are presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tibia Psödoartrozlarının Ekstrakorporal Şok Dalgası (eswl) İle Tedavisi
Mustafa Yel, Recep Memik, Mehmet Arazi, Tunç Cevat Öğün
Araştırma makalesi
Özeti
Tibia Psödoartrozlarının Ekstrakorporal Şok Dalgası (eswl) İle Tedavisi
Extracorporeal Shock Wave Therapy (eswl) Of Pseudo-ArthrosIs Of TIbIa
İlk olarak iiriner sistem, safra kesesi, taşlarını kırma ve asistolideki kalbin mekanik uyarım' amacıyla kullanılan elektromanyetik şok dalgast, do-kuların yoğunluk farkına bağlı olarak enerji açığa çıkarması nedeniyle ortopedi ve traVIllatoloji alanında da kullanım alanı bulmaya başlamıştır. Şok dalgasının psödoartrozlarda, kaynama ge-cikmesinde, epikondilitlerde, tendinozis kalkareada, protez revizyonlarmda çalışmalar yapılmaktadır. Selçuk üniversitesi Tıp fakültesi Ortopedi ve Trav-matoloji ABD'da Temmuz 1994 - Ekim 1995 yılları arasında tibia psödoartrozu nedeniyle değişik te-daviler uygulamp kaynama elde edilemeyen 5 has-taya hastanemizin üroloji kliniğinde iiı-iner sistem taşlarını kırma amacıyla kullanılan Dornier MFL 9000 litotripter aracılığıyla kırık uçlarına 20-22 kV şiddetinde. 3000 atım şok dalgası uygulandı. Has-talarda ortalama 4 ay (3-6 ay) içinde osseöz kay-nama elde edildi. Bu yöntemin teknik ve uygulama güçlüklerinin yanında seçilmiş ve diğer tedavilerin başarısız olduğu özellikle açık kırık sonrası gelişen psödoartrozlarda uygulanabileceği düşünmekteyiz.
Initially extracmporeal shock wave lithotripsy (ESWL) was used for mechanical stimulation of asy-stolic heart and was larer to be used routinelv for urinary and gall bladder stone extraction. Soıne re-ported preliminary studies imply that ESWL can be used to treatment pseucloarthrosis, delayed union. epicondilitis, tendinosis calcarea and prostetic re-vision. Between July 1994- October 1995, in de-partment of Orthopedics and Traumatology, Me-dical Faculty, Selçuk University a study was undertaken for 5 patients with tihial pseudoarthrosis. For this purpose Dornier MFL 9000 lithotripter was used. An intensity of 20-22 kV. totalling 3000 pul ses were applied to the end of each fracture. Solid ttili011 was achieved on an average of 4 months (ranging 3-6 months). As a result of Iliis study, the technique ofkrs a potantial altrenative rreatment modality for cases for whom other techniques can be used with difficulty and for pseudoarthrosis which mav develop after opeıı fractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İdiyopatik Retroperitoneal Hematom
Mehmet Kaynar, Mehmet Mesut Pişkin, Selçuk Güven, Recai Gürbüz
Olgu sunumu
Özeti
İdiyopatik Retroperitoneal Hematom
IdIopathIc RetroperItoneal Hematoma
İdiyopatik retroperitoneal hematom nadir görülen bir patolojidir. Histopatolojik olarak normal olan retroperitoneal damarlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bazı retroperitoneal hematom vakalarında herhangi bir patolojik sebep bulunamamakta ve idiyopatik olarak değerlendirilmektedir. Biz akut batın bulguları ile ortaya çıkan ve idiyopatik retroperitoneal hematom tanısı koyduğumuz bir olguyu sunuyoruz.
Idiopathic retroperitoneal hematoma is a rare condition, affecting apparently histopathological normal retroperitoneal blood vessels. In cases of idiopathic retroperitoneal hematoma no definite cause can be identified. We report on a patient idiopathic retroperitoneal hematoma presenting as acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Alaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Paget Hastalığında Gelışen Kemik Sarkomları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Paget Hastalığında Gelışen Kemik Sarkomları
Bone Sarcomas ArIsIng In Paget's DIsease
Paget hastalığında gelişen en önemli komplikasyon biride sarkamatöz değişimlerdir. 1983 ve 1988 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde, Paget hastalığı zemininde gelişen iki kemik sarkomlu hasta teşhis ve tedavi edildi. Bu tümörlerin histolojik incelenmesinde osteosarkom olduğu tesbit edildi. Radyolojik olarak osteolitik karakterde idiler. En önemli klinik bulgular' ağrı, patolojik kırık ve hassas şişlik olan vakaların birinde femur, diğerinde humerusta tutulum vardı. Prognoziarı kötü seyreden bu vakalar literatürle karşılaştırılarak gözden geçirildi.
The most serious complication of Paget's disease is the sarcomataus degeneration. Two cases of bone sarcoma in Paget's disease were diagnosed and treated at the University Hospital, departrnent of orthopaedy and Traumatology between 1983 and 1988. Histologically, lesions were osteogenic sarcoma and it is radiographically found ta be osteolitic. Pain, pathologic fracture and tender swelling were constant features. Femur and humerus were the affected bones. Overall prognosis for !hese patients were poor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Post Eswl Fragmante Alt Kalıks Tasları Ve Stone Streete Inversıyon Ve Vıbrasyon Uygulaması
İbrahim Ünal Sert, Ercüment Y. Acarer, Nihal Acarer, Hatice Yöndemli, Murat Büyükdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Post Eswl Fragmante Alt Kalıks Tasları Ve Stone Streete Inversıyon Ve Vıbrasyon Uygulaması
ApplIcatIon Of InversIon And VIbratIon To Fragmented Lower Calyx Stones And Stone Street After Eswl Eswl
Ekstrakorporeal sok dalga litotiripsi (ESWL) lizellikle uriner sistem ve safra kesesi yollarina ait taVartn tedavisinde kullantlan hir tekniktir. Son za-manlarda gelistir ilen hir haVca modeli de Ortopedi ve Travmatoloji hiliminde kullantimaktachr. Ancak, heihrekte ktrilan parcactklarin yercekimi etkisiyle alt kalikste kalmast ve iireterde stone streete neden ol-mast onemli hir dezavantajdzr. Bu ralumada opt 4mm'den biiyiik tap plan ve ESWL uygulanmq ancak diipneyip alt kalikste hi-rikm4 veya stone street olupurmul taVartn amactyla kontroliii inversiyon tedavisi uy-guladik. ESWL .vaptian 33 hastadan diipneyip, alt kaliste tc4 hiriken 21 hastaya gfin aprt 64ar dakika sure ile 45 derecelik trendelenhurg pozisyonunda in-versiyon. vihrasyon tiygulanch. 21 alt kaliks tapndan 18'i (Kivu. ESWL sonrast stone street gelipn 12 has-tava ayakta 6 dakika 1.5 Watt ultrason + 6 dakika vihrasyon uygulandt. 12 stone street'li vakantn 10'unda olumlu sonuy Winch. Ayrtca primer ureter taVt 12 hastaya sadece US + vihrasyon uygulandt ve 8'i dhoti Bu 41emler hastalara 2-5 scans ara-stnda deg4en sfirelerde uygulandt. Onemli hir komplikasyon ESWL sonrast diipneyen taVarda kontrollii in-versiyon tedavisinin gfivenli, etkili ekonomik bir yon-tem oldugu sonucuna varildr.
is a method used especially in the tre-atment of urinary and biliary tract stones. A recent model is also used in Orthopedics. However there is a disadvantage of se-quiestration of broken pieces of stones at the level of lower calyx and leading to stone street. In this study we applied controlled inversion to stones to be fal-len down which were at a diameter of greater than 4 mm and broken by ESWL, but their pieces were se-questered at the level of lower caliyx or formed stone street. ESWL is applied to 33 patients 21 of them who had sequestered pieces at the level of lower caliyx, were treated by inversion-vibration method for 6 minutes at 45 degrees trendeblundum position, we used US with 15 Watticm2 and vib-ration to 12 patiens who had sequestered pieces for 6 minutes each while they are standing. The results were positive in 10. In addition to 12 patients wiho had primary uretery stones, only US and vibration were applied and 8 of them were fallen down. All these procedures were performed in 2-5 sessions. No significant complication was observed. As results we concluded that controlled inversion threapy is a relliable, effective and economic met-hod.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Olgu sunumu
Özeti
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
A Case Of Uterus DIdelphys WIth UnIlateral Renal AgenesIs And UnIlateral Hematometra
12 yaşında virgo hasta 1 yıldır düzenli adet görmekte olup, kliniğimize 1 yıldır adet dönemlerinde olan şiddetli pelvik ağrı sebebi ile başvurdu. Öz geçmişinde 4 ay önce tespit edilen sağ renal agenezisi mevcut idi. Aile hikâyesinde özellik yoktu. Pelvik muayenede hymen anuler ve eksternal genital organlar normal olarak izlendi. Vajen derinliği yaklaşık 6 cm ölçüldü. Pelvik ultrasonografisinde, sol tarafta endometrial kalınlığı 8 mm olan uterus, sağ tarafta 8x10 cm hematometra görüntüsü mevcuttu. Hastaya laparatomi planlandı. Operasyonda orta hatta füzyonu olan çift uterus ve çift endometrial kavite olduğu gözlendi, elle çift serviks palpe edildi. Sağ tarafta hematometra hali gözlendi. Bilateral overler doğal olarak görüldü. Uterusa orta hattan inzisyon yapıldı, aradaki fibröz doku çıkarıldı, hematom boşaltıldı. Her iki kavite birleştirildi. Hasta postoperatif 2. gününde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastaya 2 hafta sonra şiddetli vajinal kanamasının olması nedeniyle tekrar laparatomi yapıldı. Metroplasti hattı yeniden açıldı. İnsizyon hattı ile ilişkili olmayan istmus sol yan duvardan kaynaklanan açılmış arter ucu gözlendi. Damar sütüre edildi. Hasta komplikasyonsuz olarak postoperatif 4. gününde taburcu edildi.
A twelve years old virgin patient who was menstruating regularly for one year presented with severe pelvic pain associating with her menstruation. She was diagnosed to have right renal agenesis before 4 months. In her physical examination she had annular hymen and normal external genital organs. Vaginal depth was 6 cm. In her pelvic ultrasonography, the endometrial thickness was 8 mm on left side uterus and 8x10 cm hematometra appearance was seen on right side. Laparotomy was planned for the patient. During the operation double uterus and double endometrial cavities were seen with fusion line in the middle. Double cervices were palpated by hand. Hematometra was seen on right side. Bilateral ovaries were normal. Uterus was incised from the middle the separating fibrous tissue was removed, hematoma was evacuated and the two cavities united. The patient was discharged on the 2nd postoperative day without complications. After two weeks she presented with severe vaginal bleeding for which laparotomy was done. The metroplasty line was opened. A bleeding arterial end was noticed on left lateral isthmic wall and it was not related to the incision line. The vessel was sutured and the patient was discharged on the 4th postoperative day without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
DIaphragmatIc Rupture After Blunt Trauma: Case Report Of Two PatIents
Travmatik diyafram rüptürü (TDR) abdominal boşluğun maruz kaldığı yüksek süratli künt travmalar sonrası ortaya çıkar. TDR sık karşılaşılan bir yaralanma olmamakla birlikte, varlığı şiddetli travmanın belirtecidir. Birlikte bulunduğu yaralanmaların sıklığı ve şiddeti nedeniyle diyafram rüptürünün tanımlanabilmesi önemlidir. TDR nün tedavisi cerrahi onarımdır. Bu çalışmada TDR tespit edilen iki olgu sunulmuştur.
Traumatic diaphragmatic rupture (TDR) is recognized consequence of high velocity blunt trauma to the abdomen. TDR is uncommon injury but an important marker of severe trauma. The recognition of diaphragmatic rupture is important because of the frequency and severity of associated injuries.The treatment of TDR is surgical repair. In this case report, two patients with TDR were described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedık Cerrahı Uygulanan Hastaların Hepatit-B Yuzey Antıjen Yonunden Arastırılması
M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Cafer Ayata, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Ortopedık Cerrahı Uygulanan Hastaların Hepatit-B Yuzey Antıjen Yonunden Arastırılması
HepatItIs B Surface AntIgen ScreenIng Of Sur-GIcal Treatment ReceIved OrthopaedIcs PatIents
Hepatit-B enftksiyonu faun diinyada yaygin olan Onemli saglik sorunlarindan birisidir ve bu sorun ozellikle hastalarla yakin temasta bulunan saglik perosoneli kin ayri bir &nem taornaktadir. Bu calurnada, Selcuk Universitesi Tip Fakilltesi Or-topedi ye Travmatoloji Anabilim Dalmda Aral& 1992- Haziran 1994 tarihleri arasinda yatarak te-davi goren her pasta rutin olarak Hepatit-B yiizey antijen (HBsAg) to i tcaltgt yOniinderi incelendi. Bu 19 aylik anon icinde incelenen 685 hastarun 47'sinde (%6.8) 11BsAg pozitifligine rastlandi_ HBsAg pozitif olarz hastalardan rastgele 50 hastada taburcu olduktan 2 ay sonraki kontrollerinde HBsAg tekrar caluildi ye 1 h?zstada (%2) HBsAg pozitif bu-ludu. Ancak hastada B hepatitine ait klinik ye la-boratuvar bulgu yoktu. Buna gore hepatit yoniinden yiiksek risk altinda bulunan saglik personeli ile ba-olmayan diger insarilarm korunmasi ile gerekli onlemlerin alinmasimn fart oldugu vurgulandi.
Hepatitis B infection is one of the major health problem and the risk of hepatitis releated disease ma-nifestation is higher around the world. There for he-alth releated personnel is under great risk if any pre-cautionary measures are not taken. In order to determine, a study was undertaken at the department of orthopaedics and traumatology from December 1992 to June 1994, how seriously health worker inc-luding doctors were exposed to-hepatitis B infection. All in patients were checked routinely for a hepatitis B surface antigene (HBsAg) carriage. During these 19 months pariod 685 patients were investigated. Among them 47 (%6.8) patients were HBsAg(+). Ho-wever these patients did not have clinical and la-boratory (biluribins, SGOT, SGPT etc) findings re-lated to hepatitis B. Fifty randomly selected discharged patients who were initially HBsAg(-) were recalled for follow up and checked for HBsAg positivity. Only one patient (%2) was HBsAg (+) si-milarly, this patient did not have clinical and la-boratory findings related to hepatits. This findings suggested that protective measures should be taken and necessary immunisation should be done for the health personnels in the cilinics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
Suat Keskin, Zeynep Keskin, Sinan Tan
Derleme
Özeti
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
The ComplIcatIons Of ChronIc Inflamatuar MIddle Ear PathologIes
Kronik otitis media ve mastoidit düşük virulanslı organizmalarca oluşturulur. Bir diğer neden akut infeksiyonun ilerlemesidir. Mastoid inflamasyon yeni kemik oluşumuna sekonder bazı trabeküllerde kalınlaşmaya ve aynı zamanda diğer trabeküllerde demineralizasyona yol açar. Kolesteatom histolojik olarak stratifiye skuamöz epitelin iç tabakasından oluşan epidermoid bir kisttir. Kistin lümeni deskuamöz epitelyal debrisle doludur. Kist genişledikçe orta kulak, mastoid ve petröz piramidin komşuluğundaki kemik yapılarla temas eder. Bu kemik yapılarda enzimatik lizis ve basınç nekrozu nedeniyle erozyon meydana gelir. Kemikçik erozyonu %70 oranında görülür. Kemikçik erozyonu geç dönemde görülen bir bulgu olup en sık inkus uzun bacak erode olur. Ancak çok büyük lezyonlar tüm kemikçiklerde erozyon yapabilir. Kolesteatomlar büyüklüklerine ve sürelerine göre değişik derecelerde tegmen erozyonu, mastoid korteks düzensizliği, fasial sinir kemik kontur düzensizliği ve semisirküler kanal defekti yapabilirler. Timpanoskleroz aselüler hyalin ve kalsifiye çöküntülerin timpanik membran ve orta kulak submukozasına birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Bunlar timpanosklerotik plaklar şeklindedir. Otitis media veya travma sonucunda ortaya çıkar.
Chronic otitis media and mastoiditis are the result of infection by an organism of low virulence or of acute infection with incomplete resolution. Mastoid inflammation produces thickening of some trabeculae secondary to reactive new bone formation and at the same time mineralization of other trabeculae. A cholesteatoma is an epidermoid cyst that consists histologicaly of an iner layer of stratified squamous epithelium. The lumen of the cyst is filled with desquamated epithelial debris. As the cyst enlarges and comes into contact with contigious bony structures of the middle ear, mastoid and petrous pyramid, erosion of these structures occurs owing to pressure necrosis and enzymatic lysis of bone. Ossicular erosion is seen %70 ratio. Ossicular erosion is seen later and the long crus of incus is eroded the most frequently. But the bigger lesions may make erosion whole ossicles. Cholesteatomas may make tegmen erosion, mastoid cortex irregularity, fasial nevre contour irregularity and semisircular canal defect according to bigness and period. Tympanosclerosis develops in the result of collecting hyalin and calsific deposits in tympanic membran and the submucosa of middle ear. These are tympanosclerotic plugs. It appears in the result of otitis media or trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parmak Defektlerinde Birinci Dorsal Metakarpal Arter Flebinin Kullanımı – V Aka Serisi
İlker Uyar, Tunahan Berk Başol
Araştırma makalesi
Özeti
Parmak Defektlerinde Birinci Dorsal Metakarpal Arter Flebinin Kullanımı – V Aka Serisi
Use Of The FIrst Dorsal Metacarpal Artery Flap In FInger Defects – Case SerIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı, parmaklardaki yumuşak doku defektlerinde FDMA flep kullanımının çok
yönlülüğünü değerlendirmektir.
Hastalar ve Yöntemler: Mayıs 2018-Mayıs 2021 tarihleri arasında üst ekstremitede yumuşak doku defekti
sebebiyle rekonstrüksiyon yapılan hastalar dosya üzerinden tarandı. Bu hastalardan parmakta defekti
olan ve birinci dorsal metakarpal arter flebi ile rekonstrükte edilen hastalar çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: 12 hasta çalışmaya dahil edildi. Defektin etiyolojisi tüm hastalarda travma idi. Flep adaptasyonu
için 5 hastada tünel açma tekniği kullanıldı. Hiçbir hastada to tal flep veya greft kaybı yaşanmadı.
Komplikasyonlar açısından yaş, cinsiyet, komorbidite, defekt lokalizasyonu, defekt boyutu ve operasyon
süresi incelendi. İstatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sigara içenler ve içmeyenler incelendi,
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Flep adaptasyonu için tünel kullanımı komplikasyon açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark yaratmadı.
Sonuç: Birinci dorsal metakarpal arter flebi 1. ve 3. parmaklardaki defektlerde oldukça güvenilir bir
seçenektir. Tünel tekniği kullanılıyorsa tünel genişliğinin yeterli olduğun dan emin olunmalıdır .
Aim: The aim of this study is to evaluate the versatility of the use of FDMA flaps in soft tissue defects in
the fingers.
Patients and methods: Patients who underwent reconstruction due to soft tissue defect in the upper
extremity between May 2018 and May 2021 were scanned over the file. Among these patients, patients
who had a finger defect and were reconstructed with the first dorsal metacarpal artery flap were included
in the study .
Results: 12 patients were included in the study. The etiology of the defect was trauma in all patients.
Tunneling technique was used in 5 patients for flap adaptation. No patient experienced total flap or graft
loss. Age, gender, comorbidity, defect localization, defect size and operation time were examined in terms
of complications. No statistically significant difference was detected. Smokers and non-smokers were
examined, no statistically significant difference was found. The use of tunnel for flap adaptation did not
make a statistically significant dif ference in terms of complications.
Conclusion: First dorsal metacarpal artery flap is a very reliable option for defects in the 1st and 3rd
fingers. If the tunnel technique is used, it should be ensured that the tunnel width is suf ficient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
Fatma Bilgen, Yakup Duman, Mehmet Bekerecioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
A Rare LocatIon: ActInomyces In Tongue
Aktinomikozis, kültürde zor üretilebilen gram pozitif anaerobik bir bakterinin neden olduğu kronik süpüratif bir infeksiyondur. Sıklıkla servikofasial, respiratuar ve gastrointestinal sistemden izole edilmektedir. Servikofasial yerleşimli olanlara sıklıkla maksillafasiyal travma ve diş manipulasyonu eşlik etmektedir. Çalışmada, 45 yaşında bayan hasta travma, dental girişim ve aile öyküsünde anlamlı bulgu olmayan aktinomiçes vakası sunulmaktadır.
Actinomyces is a chronic suppurative infection caused by Gram positive anaerobic bacteria which grows hardly in bacterial culture. It is commonly isolated from cervicofacial, respiratory, and gastrointestinal system. Its exact pathogenesis is still unknown. Actinomyces located in the cervicofacial region is frequently accompanied by maxillofacial trauma and dental procedures. Herein, we report a 45-year-old female case of actinomyces in tongue which was treated with antibiotherapy and good oral hygiene.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Ali Dur, Şerafettin Demirci, Hacı Yusuf Güneş, Oral Akın, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Spontaneous PneumomedIastInum FollowIng A WrestlIng
Pnömomediastinum spontan olarak yada travma ile ilgili
durumlarda ortaya çıkabilir. Spontan Pnömomediastinum (SPM) nadir
bir durumdur ve tedavisi genellikle bu hastaların takibi ile sınırlıdır.
Acil servisimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile başvuran, güreş
sporcusu olan 15 yaşında erkek hastada SPM tespit ettik. Bu vaka
sunumumuzda pnömomediastinum gelişimi açısından travma yada
medikal müdahale öyküsü olmadan ve artmış vagal manevranın SPM’
a neden olabileceğini tartıştık.
Pneumomediastinum can develop spontaneously or in the
setting of trauma. Spontaneous pneumomediastinum (SPM) is a
rare condition and treatment of these patients is generally limited to
observation. We discovered SPM in 15-year- old male patient, who
had been wrestling, admitted to our emergency service with chest
pain and shortness of breath. In this case report we discussed that
in a patient without trauma, medical intervention for developing
pneumomediastinum, the increased vagal maneuver may lead to
SPM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Serdar Karaköse, Aydın Karabacakoğlu, Talat Yurdakul, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Accuracy Of ResIdual UrIne Measurement In ProstatIsm: ComparIson Betvveen Ultrasonography And Tran- Surethral CatheterIzatIon
Rezidüv idrar miktarının tayininde rutin olarak kullanılan ultrasonografi ve transüretral kateterizasyon yöntemlerinin etkinliği karşılaştırıldı. Prostatizm bulguları olan 58 erkek hasta çalışma kapsamına alındı. Ult rasonografi ile miksiyon öncesi ve sonrası mesane volümleri Simpson metoduna göre elips formülü (n/6 x W x D x H) kullanılarak hesaplandı. Ultrasonografi incelemeleri sonrasında transüretral yaklaşımla 10F kateter yoluyla rezidüv idrar mesaneden drene edildi. Miksiyon sonrası rezidüv idrar miktarları; ultrasonografi ile 0-367 mİ (ort.62.6 mİ), transüretral kateterizasyon ile 0-500 mİ (ort. 70.7 mİ) arasında değişmekte olup iki yöntem arasında an lamlı bir farklılık saptanmadı. Non-invaziv, kolay uygulanabilir, hiç bir komplikasyon riski taşımayan, ayrıca mesane ve prostat morfolojisi hakkında önemli bilgiler verebilen bir yöntem olan ultrasonografinin ; üriner enfeksiyon ve/ veya üretral striktür gibi komplikasyonlara neden olabilen, invaziv bir yöntem olan kateterizasyona göre öncelikle tercih edilmesi gerektiği kanısındayız.
The effectiveness of ultrasonography which is used for routine determination of postvoiding residual urine volüme was compared vvith transurethral catheterization. İn 58 male patients who had prostate disease and bladder emp- tying difficulty, pre-postvoiding bladder volumes vvere measured ultrasonographically using Simpson’s method (iti 6 x W x D x H). After ultrasonographic examination, residual urine volüme was determined by postvoiding 10F catheterization. Postvoid residual bladder urine volumes measured by ultrasonography and transurethral cat heterization vvere between 0-367 mİ (mean 62.2) and 0-500 mİ (mean 70.7) respectively. A high correlation was demostrated betvveen the catheterized volüme and ultrasound estimation. There was no statistically significant dif- ference betvveen them. Ultrasonography is a noninvasive. practical method vvithout a complication risk and an ef- fective method to evaluate bladder and prostate morphology. Catheterization has risk of urinary infection and urethral stricture secondary to the procedure, also this is an invasive method. l/Ve think that bladder ult rasonography techniçue, vvhich does not carry the risk of urinary tract infection or trauma must be preferred in ac- curate determination of postvoiding residual urine volüme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreas Yaralanmaları
Rahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnguinal Hernilerin Tedavisinde Gerilimsiz Preperitoneal Mesh Hernioplasti (geç Dönem Sonuçları)
Hüseyin Kan, Faruk Aksoy, Mustafa Şahin, Adnan Kaynak
Araştırma makalesi
Özeti
İnguinal Hernilerin Tedavisinde Gerilimsiz Preperitoneal Mesh Hernioplasti (geç Dönem Sonuçları)
PosterIor PreperItoneal TensIon-Free Mesh HernIoplasty In InguInal HernIa RepaIr: Long-Term Results.
Amaç: İnguinal hernilerin tedavisinde posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplasti uygulanan hastaların geç dönem sonuçlarının sunulması amaçlandı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya Ekim 1992 - Haziran 2000 tarihleri arasında inguinal herni nedeniyle öpere edilmiş ve posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplasti uygulanmış 624 hasta alındı. Hastalar operasyondan sonra 1 ve 3. aylarda, daha sonra yıllık kontrollerle izlendiler. Kontrollere gelmeyen hastalara mektup yazılarak veya telefon edilerek nüks veya operasyonla ilgili bir sorunlarının olup olmadığı soruldu. Kontrollere hiç gelmeyen ve irtibat kurulamayan hastalar çalışma dışı tutuldular. Hastalar erken ve geç dönemde idrar retansiyonu, kanama, spermatik kord ödemi, enfeksiyon, operasyon alanında ağrı ve nüks açısından değerlendirildiler. Sonuçlar: Çalışmaya alınan hastaların 584’ü erkek, 4O'ı kadın idi. Hastalar ortalama 37.4 ay (6-108 ay) izlendiler. Nüks %1.8, hematom %0.3, enfeksiyon %2.7, spermatik kord ödemi %4.2, nevralji %0.6, idrar retansiyonu %0 oranında belirlendi. Yorum: İnguinal hernilerin tedavisinde posterior preperitoneal gerilimsiz mesh hernioplastinin düşük morbidite ve düşük nüks oranları ile güvenle uygulanabilecek bir yöntem olduğu kanaatine varıldı.
Aim: We aimed to report the long-term results of the patients undergone posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation for inguinal hernia. Patients and Methods: IVe icnluded in this study 624 patients undergone posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation for inguinal hernia betvveen October 1992 and June 2000. The patients were invited for control in the first and third postoperative months and yearly. The patients who did not come to control were asked by telephone and letter if they had any recurrences and problem with their operation. The patients lost their communication with us after the operation were excluded from this study. The patients were examined and evaluated for urinary retention, bleeding, spermatic cord edeme, wound infection, neuralgia and recurrence in the early and late postoperative periods. Results: 584 of the patients were men and 40 were women. The patients were follovved 37.4 months (range: 6-108 months) after the operation. We found 1.8% recurrence, 0.3%> bleeding, 2.7%> infection, 4.2% spermatic cord edeme, 0.6% neuralgia and 0%> urinary retention ratio. Conclusion: We concluded that, posterior preperitoneal tension-free mesh hernioplasty operation is a safe method with low morbidity and recurrence rate in inguinal hernia repair.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrakranial Anevrizmalarda Bt Ve Anjiografi İncelemelerinin Etkinliği
Serdar Karaköse, Aydın Karabacakoğlu, Yalçın Kocaoğulları, Mehmet Erkan Üstün, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
İntrakranial Anevrizmalarda Bt Ve Anjiografi İncelemelerinin Etkinliği
The DIagnostIc Value Of Ct And AngIography In IntracranIal Aneurysms
Subaraknoid kanamaların etyolojisinin tesbitinde çeşitli inceleme yöntemleri rutin olarak kullanılmaktadır. Bil gisayarlı tomografi (BT) subaraknoid kanama, intrakranial hematom ve intraventriküler kanamayı iyi demostre edebilmekle birlikte küçük anevrizmaların ve tromboze anevrizmaların tanımlanmasında yetersiz kalabilmektedir. Anjiografi ise invaziv bir yöntem olmakla beraber anevrizmaların saptanmasında ve cerrahi stratejinin be lirlenmesinde başarılı sonuçların alındığı bir inceleme yöntemidir. Akut nörolojik bulguları nedeniyle başvuran; BT ve anjiografik incelemeleri yapılan, anjiografide intrakranial anevrizması saptanan, 45’i erkek 53’ü kadın 98 hasta çalışma kapsamına alındı. 98 hastanın 96’sında (% 97.9) intrakranial kanama saptanırken, 98 hastadaki 103 anev rizma olgusunun ancak 24’ünde (% 23.3) BT incelemede anevrizma görüldü. BT incelemesinde intrakranial ka nama saptanan hastalarda cerrahi stratejinin belirlenmesi ve anevrizmaların ayrıntılı olarak değerlendirilmesi açısından anjiografik incelemenin yapılması gerektiği kanısındayız.
n determination the ethiology of subarachnoid haemorrhage some radiological diagnostic methods are used. Su- barachnoid haemorrhage, intracranial haemotoma and intravetricular bleeding can be correctly detected by com- puted tomography (CT), but in demostration of small aneurysm or trombosed aneurysm CT can be insufficient. Angiography which is an invasive examination also effective in the diagnosis of intracranial aneurysms and de termination of surgical strategy. 98 patients (45 M, 53 F) who have been admitted the hospital because of their acute neurological findings have intracranial aneurysms which were shown by angiography. Ali of these patients have been examined by CT also before angiography. 96 of 98 patients (97.9%) had subarachnoid haemorrhage and in 98 patients there were 103 aneurysms. Only 24 of 103 (23.3%) aneurysms were shown by CT exa- mination. We think that in patients with intracranial haemorrhage which are shown by CT examination, con- ventional angiography or digital substraction angiography remains the gold standart for detailed aneurysms de- tection and also for surgical planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
Ali Acar, Kadir Karabacak, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
KIdney Damages ResultIng From MultIple Trauma.
Multipl travma sonucunda böbrek yaralanması nedeniyle üroloji kliniğinde takip ve tedavi edilen 26 hastanın kayıtları incelendi. Hastalar saptanan patolojik bulgulara göre minör, majör ve vasküler yaralanma olarak sınıflandırıldı. Hastaların % 65.4 'ünde majör, % 34.6 ’sında minör böbrek yaralanması mevcuttu. Böbrek yaralanmalarının % 76.8 ’i künt travma orjinli idi. Majör böbrek yaralanmalarının % 88.8'inde multipl organ yaralanması birlikteliği vardı. Majör böbrek yaralanmalarında cerrahi tedavi, minör yaralanmalarda ise konservatif izlem uygulanmıştır. Multipl travma orjinli böbrek yaralanmaları erken dönemde hemoraji ve ürinoma, geç dönemde ise hidronefroz, hipertansiyon ve arteriovenöz fistül gibi komplikasyonlar nedeniyle acil yaklaşım ve tedavi gerektirmektedirler.
IVe evaluated the medical records of 26 patients vvith kidney injuries resulting from multiple trauma at urological department. The patients vvere classified as minör and majör depending on the pathological sign. 65.4% of the patients had majör renal damage vvere as 34.6% of the patients had minör renal damage. From kidney injuries 76.8% was blunt injuries. 88.8% of majör kidney injuries vvere associated with multiple organ damage. Surgical treatment's vvere used for majör renal traumas wereas only conservative treatment vvere used in management of minör renal injuries. VVhile emergency interferances vvere reçuired only due to early complications of multiple trauma like hemorrage and urinoma, and late complications like htfdronephrosis, hypertension and arteriovenoous fistulas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cerrahi Travmanın Plazma Çınko Seviyesine Etkisi
Adnan Kaynak, Nahit Ökesli, Yüksel Tatkan, Şakir Tekin, Hasan Solak, Tahir Yüksek
Araştırma makalesi
Özeti
Cerrahi Travmanın Plazma Çınko Seviyesine Etkisi
Effect Of Surgıcal Trauma On Plasma Zınc Level
Bu çalışmada 20 hastada preoperatif ve postoperatif devrelerdeki plazma çinko seviyeleri arasındaki ilişki sunulmaktadır. Cerrahi travmanın plazma çinko seviyesinde belirgin düşüşe neden olduğu saptandı. Plazma çinko seviyesinde azalma ile idrar çinko atılımı arasında bir ilişki bulunamadı.
In this present investigation the relationship between surgical travma and plasma zinc concentration preoperatively and postoperatively was studied in 20 patients. We established that surgical travma produced a sharp decrease in serum zinc concentration. We can not found any corelation between this decrease and urinary zinc extration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cerrahi Travmanın Plazma Çınko Seviyesine Etkisi
Adnan Kaynak, Nahit Ökesli, Şakir Tekin, Hasan Solak, Tahir Yüksek
Araştırma makalesi
Özeti
Cerrahi Travmanın Plazma Çınko Seviyesine Etkisi
Effect Of Surgıcal Trauma On Plasma Zınc Level
Bu çalışmada 20 hastada preoperatif ve postoperatif devrelerdeki plazma çinko seviyeleri arasındaki ilişki sunulmaktadır. Cerrahi travmanın plazma çinko seviyesinde belirgin düşüşe neden olduğu saptandı. Plazma çinko seviyesinde azalma ile idrar çinko atılımı arasında bir ilişki bulunamadı. Raulin'in 1869 yılında siyah ekmek mantarının büyümesi için çinkoya gereksinimi olduğunu bulmasından sonra eser elementler pek çok araştırıcının dikkatini çekmiştir.
In this present investigation the relationship between surgical travma and plasma zinc concentration preoperatively and postoperatively was studied in 20 patients. We established that surgical travma produced a sharp decrease in serum zinc concentration. We can not found any corelation between this decrease and urinary zinc extration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ahmet ak, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Effects Of NImodIpIne On TIssue Lactate And MalondIaldehyde Levels In ExperImental Head Trauma* *
Bu çalışmada, deneysel kafa travmasından 1 saat sonra nimodipinin doku laktat (LA) ve malondialdehid (MDA) seviyeleri üzerine etkilerini araştırdık. Yeni Zelanda tipi tavşanlara kafa travması oluşturmak için ağırlık düşürme metodu uygulandı. Tavşanlar 3 gruba ayrıldı. Grup 1 sham grubu idi. Grup 2 ’ye yalnızca travma yapıldı. Üçüncü grupdaki tavşanlara travmadan hemen sonra juguler ven yoluyla 20 mgr/kg dozunda nimodipin verildi. İkinci ve üçüncü grupta travma yapılmayan taraftan alınan örnekler "a", travma yapılan taraftan alınan örnekler "b" olarak adlandırıldı. Ortalama doku LA ve MDA seviyeleri sırasıyla grup 1’de 15.33 ± 1.89 mikromol/gram yaş doku (mmol/gww) ve 66.21± 8.69 nanomol/gram yaş doku (nmol/gvvvv); grup 2a’da 18.24 ± 1.84 mmol/gww ve 89.64 ± 9.65 nmol/gvvvv; grup 2b’de 25.50 ± 1.78 mmol/gww ve 142.43 ± 8.69 nmol/gvvvv; grup 3a’da 18.67 ± 1.81mmol/gww ve 91.09 ± 11.86 nmol/gvvvv; grup 3b’de 25.25 ± 1.95 mmol/gvvvv ve 137.60 ± 9.59 nmol/gww olarak bulundu. Grup 2 ve grup 3 arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı değildi. Bu sonuçlar, deneysel kafa travmasının erken döneminde verilen nimodipinin doku LA ve MDA seviyeleri üzerine etkili olmadığını gösterdi.
İn this study, we investigated the effects of nimodipine on tissue lactate (LA) and malondialdehyde (MDA) levels in rabbit brain one hour after experimental head trauma. The vveight drop method was used to produce head trauma in 25 Nevv-Zeland rabbits. The rabbits were divided into three groups Group 1 was the sham operated group. Group 2 (control group) received head trauma only and in group 3 nimodipine was administered 20 pgr./kg (i. v) immediately after the head trauma via the jugular vein. İn group 2 and 3 samples from the non contused side was named as "a" and contused side as "b". The tissue mean LA and MDA levels vvere 15.33+1.89 micromoles per gram wet vveight (pmol/gvvvv) and 66.21 ± 8.69 nanomoles per gram wet vveight (nmol/gww) in group 1, 18.24±1.84 //mol/gvvvv and 89.64 ± 9.65 nmol/gvvvv in group 2a, 25.50+1.78pmol/gww and 142.43±8.69 nmol/gww in group 2b, 18.67±1.81 pmol/gww and 91.09±11.86 nmol/gvvvv in group 3a, and 25.25±1.95 pmol/gvvvv and 137.60±9.59 nmol/gvvvv in group 3b respectively. The results vvere found similar betvveen the group 2 and 3. These results demonstrated that nimodipine has no effect on tissue LA and MDA levels in the early period of experimental head trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perıferık Yalancı Anevrizmalar
Sami Ceran, Mehmet Yeniterzi, Hasan Solak, Özkan Akkoç, Gökalp Özgen, Şükrü Bülent Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Perıferık Yalancı Anevrizmalar
Pertpheral False Aneurysms
Çalışmamız, 1977-1987 yılları arasında D.Ü. Tıp Fakültesi Göğüs-Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalında tetkik ve tedavisi yapılan 41 periferik travmatik yalancı anevrizmalı hastayı kapsamaktadır. Bu 41 hastaya, 43 operasyon uygulandı. Sonuçla hastaların periyodik takiplerinde normal nabazanlar tespit edildi.
in this study, 41 patients with peripheric traumatic false aneurysm ireaied in otu- clirxic between 1977-_1987 were investigated. 43 opera_tion were perfomed in 41 patienis_LAim_ al periodic follow tip of the patients, normal pulses were felt.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Post-Travmatik Akciğer Psödokistleri
Olgun Kadir Arıbaş, Ganime Dilek Emlik, Niyazi Görmüş
Olgu sunumu
Özeti
Post-Travmatik Akciğer Psödokistleri
Post-TraumatIc Pseudocysts Of Lung
Post-travmatik akciğer psödokisti, kunt toraks travmalarının oldukça nadir lezyonlarındandır. Genellikle 2-4 ay içinde spontan rezolüsyon gösterirler. Ancak çok azı, infekte olursa abse formasyonu oluşturabilir veya progresif olarak expanse olursa tansiyon kisti geliştirebilir. Bu tür komplikasyonlarda ise seçilecek tedavi, cerrahidir. Genellikle 40 yaşın altındaki travmalı olgularda, ince duvarlı, hava-sıvı seviyesi gösteren bu lezyonlar, drenaj bronşu yoksa başlangıçta pulmoner hematom şeklinde de görülebilir. Biz, künt toraks travmasına maruz kalan 15, 17, 47 ve 49 yaşlarında 3’ ü erkek, 1’ i kadın psödokistii 4 olgu sunduk. Hepsi sağ akciğerde lokal ize bu psödokistler, 2 olguda 2.5 ve 4 ay sonra konservatif tedaviyle tamamen kayboldu. Ancak 2 olguda progressif expansiyona bağlı büyüme gösterdiklerinden dolayı psödokistlere cerrahi rezeksiyon gerekti. Bu makalede, psödokistlerin ender görülmeleri dolayısıyla klinikopatolojik, radyolojik özellikleri, tedavi yaklaşımları literatür ışığında gözden geçirildi ve tartışıldı.
Post-traumatic pseudocysts of lung are rarely seen complications of blunt chest traumas. Usually spontaneous resolution is seen in 2- 4 months after trauma, but a few of them are get into abscess or tension cyst formation after Progressive expansion and in these circumstances surgical resection is indicated. Radiologically they are frequently seen as thin-wall cysts consisting air-liquid levels. Unless they had a drainage bronchus in the beginning they are usually seen as pulmonary hematomas due to hemorrhage. 14/e herein report 15, 17, 47 and 49 year old four cases who were hospitalized for blunt chest traumas in our clinic. Three of them were male and one was female. Ali the pseudocysts localized in the right lung, and in two of the case the cysts resolved in a period of 2.5 and 4 months with medical treatment. But in two cases surgical treatment needed for their Progressive expansions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Tamer Demir, Burak Turgut, Şahap Kükner, Turgut Yılmaz, Lokman Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Prognostıc Factors In Perforatıng Eye InjurIes
Amaç : Önlenebilir körlük nedenleri içinde önemli bir yere sahip olan perforan göz yaralanmalarına ait prognostik faktörlerin ortaya konup, bazı risk faktörlerinin belirlenmesine çalışılmıştır. Yöntem: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği’ ne 1994-1999 yılları arasında perforan göz yaralanması ile baş vuran 157 hastaya ait kayıtlar değerlendirilmiştir. Olguların tümüne tek ya da ikinci cerrahi işlem uygulanmıştır. Olgular; yaş, cinsiyet, mesleki dağılım, travma nedeni, travmaya uğrayan doku, travmaya eşlik eden ek patoloji, uygulanan cerrahi işlem, yaralanma anından operasyona kadar geçen süre, ikinci operasyon gereksinimi, operasyon öncesi ve sonrası görme düzeyleri ve komplikasyonlar açısından irdelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 157 olgunun % 77.7'si erkek, % 22.3 ‘ü ise kadın olup, yaş ortalamaları 25.25 ( 4-85) olarak belirlendi. Perforan yaralanmaya en sık 0-12 yaş grubunda (%40.1) rastlanıldı. Bu oran işçilerde % 19.1, çiftçilerde ise %15.3 tespit edildi. En sık yaralanma yeri kornea olup (%62.4), en sık etkenin ise delici- kesici aletler olduğu belirlendi (%22.9). Olguların operasyona kadar geçen süreleri değerlendirildiğinde, % 76.4' ünün ilk 24 saatte öpere edildiği görüldü. İkinci operasyon olguların %27.4’ünde gerekli oldu. Operasyon öncesi görme düzeyinin en sık olarak persepsiyon- projeksiyon düzeyinde olduğu saptandı (15.9). Takiplerde en sık karşılaşılan komplikasyonun ise pupilla düzensizliği (%29) ve korneal lökom (%25.9) olduğu belirlendi. Sonuç: Perforan göz yaralanmalarında tedaviden ziyade yaralanmanın önlenmesi esastır. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri her şeyin önünde gelmektedir. Perforan göz yaralanmak hastaların hastahaneye erken başvurmaları ve erken cerrahi müdahalenin de görme prognozuna olumlu etkileri olduğu muhakkaktır.
Aim : İn this study vve aimed at determining the prognostic factors and some risk factors in perforating eye in juries which have important role in preventable blindness. Method: VVe retrospectively evaluated data from a total of 157 patients, admitted to Fırat University Medical School, Department of Ophthalmology with perforated eye injuries, betvveen 1994-1999. One or two surgical interventions were performed in ali cases. They were eva luated with respect to patients’ age, sex and occupation; etiology of trauma, affected tissue, accompanying pat- hological findings, performed surgical intervention, delay betvveen the injury and surgery, Vision level before and after surgery and complication. Result: Of the total 157patients included in this study, 77.7% was male; 22.3 % female; and mean age of patients was 25.25 (4-85) years old. Perforated eye injuries vvere frequently seen (40.1%) in young patients (0-12 years old). This ratio was found to be 19.1% in vvorkers and 15.3 % in farmers. Among the most frequently injured tissues, cornea vvas the first (62.4%) and knives and Sharp tools were res- ponsible from most of the perforations (22.9%). Of the cases 76% vvas received surgical intervention in the first 24 hours' period. Before operation, visual level frequently found to be betvveen perception and projection (15.9). Most frequent complication among the follovv up period vvas ubnormal shaped pupil (29%) and corneal leukoma (25.9%). Conclusion: İt is knovvn that in perforated eye injury treatments, prevention of injuries is more important th an cure. Therefore prevention al public health Services ar e essential. Our results suggest that, urg en t admission to the hospital and possible early surgical intervention is important determinants of visual prognosis after per forated eye injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Toraks Travması
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Cevat Özpınar, Aydın Şanlı, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Toraks Travması
Thorax Traumas In ChIldren
Son 14 yıllık süre içerisinde kliniğimizde toraks travınasıvla miiracaat eden 1111 hastanın 184'ü çocuk toraks travma vakasıydı. Bunların 110'zı künt toraks travması, 55'i kesici delici alet ve 19'u ateşli silah varalanmasıydı. Bunların % 96.19'u kon-servatif tedavi gördü. Cerrahi tedavi oranı ise % 3.81 idi. Hiçbir çocuk travma vakamızda ölüm olmadı.
184 of 1111 patients admitted ta hospital with chest injuries were children during 14 year period. 110 of them had blunt chest injuries, 55 stab wounds and 19 gunshot wounds. in 96.19 percentage of cases conservative treatment was giyen, surgical tre-atment was carried in 3.81 % of them.. Death was not occur in any case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kekemelik - Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
Aysen Özkan, Ali C. Arık
Araştırma makalesi
Özeti
Kekemelik - Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
StutterIng
Kekemelik konuşmanın akışını önemli ölçüde bozacak biçimde seslerin ya da hecelerin tekrarlan-ması ya da uzatılmasıdır.Bugüne kadar nevrotik bir durum, öğrenilmiş bir davranış ya da yapısal bir bo-zukluğa dayanan bir hastalık olduğu düşünülmüşse de nedeni kesin olarak saptanamamıştır. Bu çalış-mada hastalığın etiyolojisine ışık tutmak amacıyla kekerneliğin cinsiyete göre bir farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Bu amaçla kekemelik tanısı almış 45 çocuğun dosyaları gözden geçirilmiş ve farklılıklar döküme edilerek karşılaştırılmıştır. istatistiksel hesaplamalar t testine göre yapılmıştır. Çalışma sonucunda kız çocuklarda hastalık öncesi emosyonel travma, ailede psikiyatrik .hastalık öy-küsü ve geçirnsizliğin erkeklere oranla önemli dere-cede fazla bulunduğu saptanmıştır. Bu bulgular emosyonel faktörlerin özellikle kızlarda kekemelikte presipite edici ya da etiyolojik faktörler olabileceğini düşündürmüştür.
The essential feature of this disorder is a marked inzpairment in speech fluency characterized by frequent repetitions or prolongations of so. unds or syllables. [Ip until now it has been considered to be a neurotic condition, a learned behavior or structurel disorder. Never the lens, the cause of this disorder has not been established for certain.In (his study to onlighten the etiology of (his condition dıllerences related to sex has been investigated. With (his aim medical records of 45 children diagnosed as stuitering, has been reviewed, differences documented and compared. in statistical calculations t-test has been used. As a rest& of this study it has been found that in females emotional trauma prior to illness, family history of psychiatric disorder and family disharmony vere significantly more abundant compared to males. These results suggest that in stuttering emotional factor may be presipitating or etiological factors in females more so than males.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toraks Travması
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Simsen Avvuran, Tahir Yüksek, Hasan Solak, Tunç Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Toraks Travması
ThoracIc Trauma
1983 ve 1994 ytllart arastnda klinigimizde toraks yaralatzmast gecirm4 1064 hasta yattrilarak tedavi Bu vakalartn 762'si (%71 .61 ) kiint toraks travinast, 294'u (%23.40) kesici delici alet ya-ralanmast, 537i (%4 .98 ) ateVi silah yaralanmast idi. 1014 (%95.30) vakaya konser-vatif tedavi (kapalt to-raks drenajt, trakeostomi, toraks thwart defekt ta-miri, aspirasyon, medikal tedavi) uygulandt. Diger kalan 50 vakaya (%4.69) ise cerrahi gir4imde bu-lunuldu. Cerrahi miidahale 19 (%1.78) vakada acil olarak 31 (%2.91) vakada da komplikasyonlart do-laytstyla gel' uygulandt. Konservatiif tedavi gO-renlerin 986 (%97.2)'si, erken cerrahi radahale edilenlerin 16 (%84.2)si gec cerrahi miidahale edi-lenlerin 28(%2.76)'st erken cerrahi miidahale edi-lenlerin 3 (% 15.78)'i gel cerrahi miidahale edi-lenlerin 4 (% eksitusla sonuclandi.
1064 cases who were treated in the Thoracic Surgery Clinic, Faculty of Medicine, Universty of Selcuk between 1983 and 1994 were presented 762 of them injured due to blunt trauma, 249 were due to sharp weapons and is were gunshad wounds. 50 cases were treated surgically. Results are sum-marized in the article and involving literature was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefrektomi Sonrası Böbrek Fonksiyonunun Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi
Hazen Sarıtaş, Fesih ok, Ömer Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Nefrektomi Sonrası Böbrek Fonksiyonunun Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi
EvaluatIon Of KIdney FunctIons After Nephrectomy: SIngle Center ExperIence
Amaç: Bu çalışmada tek böbreği kalan bireylerde böbrek fonksiyonu, hipertansiyon gelişimi ve proteinüriyi
araştırmak amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2016-Aralık 2019 tarihleri arasında çeşitli nedenlerle Siirt Devlet
Hastanesi Nefroloji ve Üroloji polikliniklerine başvuran 17800 hasta arasından daha önce nefrolitiyazis
ve kronik piyelonefrite bağlı nonfonksiyone böbrek, RCC (Renal Cell Karsinom), travma ve donör
nefrektomi nedeniyle nefrektomi yapılmış 96 hasta dahil edildi. Hastaların verileri retrospektif olarak hasta
dosyalarından elde edildi.
Bulgular: Çalışmaya 45’i kadın 51’i erkek olmak üzere toplam 96 hasta dahil edildi. Hastaların 23’üne
(% 24) donör nefrektomi (DN) yapılmış, 73’üne (%76) nefrolitiyazis, kronik piyelonefrit, travma ve Renal
Cell Hücreli Kanser (RCC) nedeniyle nefrektomi yapılmıştı. Hastalar DN yapılanlar ve diğer etyolojiler
nedeniyle nefrektomi (DE) yapılan hastalar olarak iki gruba ayrıldı. DN grubu ile DE grubu arasında
sırasıyla; yaş ortalamaları, kadın erkek dağılımı, nefrektomi öncesi HT varlığı, DM, hematüri ve yeni
başlangıçlı proteinüri varlığı yönünden karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmedi
(P>0.05). DN grubuna göre DE grubunda yeni başlangıçlı KBH ve HT gelişme sıklığı istatistiksel anlamlı
olarak daha yüksek idi (P<0.05).
Sonuç: Nefrektomi KBH, proteinüri ve HT gelişimi için risk faktörüdür. Bu nedenle benign hastalıklar
nedeniyle yapılan nefrektomilerin prevalansını azaltmak için za manında önleyici tedbirler alınmalıdır .
Aim: In this study, it was aimed to investigate the kidney function, hypertension development and
proteinuria in individuals with only one kidney .
Patients and Methods: The study included 96 patients who had previously undergone nephrectomy with
the causes of nephrolithiasis and chronic pyelonephritis-induced nonfunctional kidney, RCC (Renal Cell
carcinoma), trauma, and donor nephrectomy among 17800 patients who applied to the Siirt State Hospital
Nephrology and Urology outpatient clinics between January 2016 and December 2019. The data of the
patients were obtained from patient files database retrospectiv ely.
Results: A total of 96 patients, 45 female and 51 male, were included in the study. 23 (24%) of the
patients had donor nephrectomy (DN), and 73 (76%) had nephrectomy (DE) due to nephrolithiasis, chronic
pyelonephritis, trauma, and renal cell cancer (RCC). The patients were divided into two groups as those
who underwent DN and DE due to other etiologies. Between DN and DE group, there was no statistically
significant difference in terms of mean age, distribution of gender, presence of HT before nephrectomy,
DM, presence of hematuria and new onset proteinuria (P> 0.05). Compared to the DN group, the frequency
of new onset in CKD and HT development was significantly higher DE group.
Conclusion: Nephrectomy is a risk factor for the development of CKD, proteinuria and hypertension.
Therefore, preventive measures should be taken in a timely manner to reduce the prevalence of
nephrectomies due to benign diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
Egemen Altan, Müjdat Adaş, Murat Tonbul, Osman Orman
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
FunctIonal Results Of ArthroscopIc Bankart RepaIr Of TraumatIc Recurrent Shoulder InstabIlIty PatIents
Travma sonrası tekrarlayan anterior-inferior glenohumeral instabilite tanısıyla artroskopik Bankart tamiri yapılan hastaların fonksiyonel sonuçları değerlendirildi. Hastaların ortalama takip süreleri 45 aydı (dağılım 32- 80 ay). Olguların 4’ü (%10) kadın, 37’si (%90) erkekti ve yaş aralıkları 24-44 (ortalama 32)’dü. Olgularımızın 27’inde (%65) sağ omuzda, 14’ünde (%35) sol omuzda patoloji gözlendi ve bunların 25’inde dominant taraf tutulumu vardı. Olgularımızın hepsinde travmatik omuz çıkığı meydana gelmiş ve travma şekli olarak düşme, futbol oynarken darbe alma, yüzme gibi aktiviteler etyolojide sıklıkla rol oynamışdır. 10 hasta düşme sonucu, 4’ü voleybol oynarken, 2’si kaledeyken, 1’i güreş yaparken, 2’si kavga sırasında, 2 hasta yüzerken, diğerleri de çeşitli travmalar sonucunda çıkık episodları geçirmiştir. Ameliyat öncesi manyetik rezonans incelemelerinde tüm hastalarda Bankart lezyonu saptandı. Hastalar Rowe ve Constant skorlama sistemlerine göre değerlendirildi. Ameliyattan sonra ortalama Rowe skoru 87 (ortalama 15-100) olarak ve Constant skoru ise 95 (dağılım 88-100) olarak bulundu. Buna göre 33 (%80.5) hastada mükemmel sonuca ulaşıldığı tespit edildi. Tekrar instabilite gelişen 8 (%19.5) hastadan 2’sine artroskopik revizyon cerrahisi 2’sine Laterjet prosedürü uygulandı. Artroskopik omuz cerrahisi uzun bir öğrenme eğrisi olan, eğitim süreci gerektiren ama aynı zamanda kanama, rehabilitasyon ve yara iyileşmesi gibi pek çok konuda avantajları olan bir yöntemdir. Sonuç olarak bu etkili yöntemle daha az komplikasyon oranları ile omuz instabilitesi olan hastalar başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir.
The purpose of this study was to present, through a retrospective case series, results of the patients who were treated arthroscopically for anterior glenohumeral instability. We evaluated 41 patients. Mean follow-up of the patients were 45 months (range 32-80). There were 4 (10%) female and 37 (90%) male with a mean age of 32 (range 24- 44). There were 27 (65%) right and 14 (35%) left shoulders. Dominant side was injured in 25 patients. All of the patients were suffered from a traumatic shoulder dislocation. Many etiological factors are responsible for these traumatic dislocations like swimming, falling on the side while playing soccer or volleyball or a direct trauma to the shoulder. MRI was performed before the surgery and it was found to be a Bankart lesion for all the patients. Also, all patients were evaluated according to Rowe and Constant scores. Postoperatively, mean Rowe score was 87 (range 15-100) and mean Constant score was 95 (range 88-100). Excellent resuls were obtained in 33 (80.5) patients. There were 8 (19.5) patients of recurrences and 2 of them had arthroscopic revision surgery and Laterjet procedure was performed for the latter 2 patients. Arthroscopic shoulder surgery is a long learning curve, requiring the training process but also has the advantages of less bleeding, easy rehabilitation and wound healing. As a result, this effective method can be performed for recurrent shoulder instability patients with less complication rates.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
Nahit Ökesli, Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
TraumatIc Ruptures Of The DIaphragm
Travmatik diyafragma rüptürü tanısı güç bir hastalıktır. Bu yazıda barsak obstrüksiyonu, mide volvulusu, dispeptik bulgular ve karın içi kanama bulgularıyla başvuran dört diyafragma rüptürü olgusu reirospekiif incelenrniştir. Kesin tanı iki olguda preoperatif konabilmiş, diğer iki olguya ameliyat-ta tanı konmuştur. Tanı için öncelikle hastalıktan şüphe etmek gerekir. PA akciğer grafisi ve diğer yardımcı muayene yöntemleri tanıya yardımcı olur. Ultrasonografi, diyafrnagmaya yönelik ve dikkatli yapıldığı tak-dirde önemli yeri olan bir yöntemdir
Traurnatic diaphragmatic rupture is a condition which the diagnosis is difficıdt. in Mis article 4 cases with traumatic diaphragmatic rupture which presented intestinal obstruction, volvulus of the dyspepsia and intraabdominal haemorhagea were evaluated retrospectively. Two cases were diagnosed prooperatively and the athers during operation. Unless probabilitiy is thought the diagnosis could easily be ınissed. Chest X-rays and other routine diagnostic ınethods were our diagnostic criteria in Mese cases. ff ultrasonographic exarnination is available diagnosing of such cases becomes accurate and easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Mehmet Ali Malas, Bünyamin Büyükavcı
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Morphology Of Arcus DentalIs SuperIor And InferIor In Adults
Diş kemerleri çoğunlukla simetriktir ama ma-tematiksel ve ınoıfrlojik olarak sapınıdarın olduğu olgular da bildiıihnektedir. Çalışmaınızila erişkin kadın ve erkeklerde mandibula ve nuıksilhıda arcu.v dentalis superior ve arcus dentalis infrrior vapı,youn moıfolojik özelliklerinin araştırması amaçlandı. Çalışmamızda maksilla ve mandibula ile ilgili ano-malisi ve malokluzyontt ohnavan. daha önce bu bölge ile ilgili ortodontik bir tedavi, ameliyat veya travma geçirmendş, klinik olaı-ak nmıtıal diş kemeri şekline sahip yaşları 17-35 yaş al-asa-Ida değişen 25 erkek, 25 kadın olgudan alınan toplam 50 tane alçı modelden yararlanddı. Alınan ökliınlerin cinslere göre karşdaştırdmasında mandibuladaki n10- larlar arası genişlikte erkeklerde daha geniş olmak üzere istatistiki açıdan anlamlı farklılığın olduğu (p<0.05), diğer alınan tüm ölçümlerde ise anlamlı farklılıkların olmadığı tespit edildi. Diş lıekimliğinde ve uygulamalarda büyüme ile ilgili deişiklikleı-in belirlenmesinde, teşhis, tedavi Inci ohnası yönüyle kalitatif veya kantitatif çalışmaların önemli olduğu sonucuna varıldı.
Although the dental urch is generally symmetric, some cases of both mathematically and morp-hologieally deviated Pons have been reported. Irı our study,we aimed ta investigate the morphological pattern of dental ardı in adult maks and females. Using plaster casts, we peıformed our examination on 50 peoplc (25 males and 25 females, ranging from 17 to 35 years of ages), who had no anomalies or disorders of maxilla and mandible, and had no previous or CUITC111 dental treatmems. The results revealed that the width of the first intermolars in mandibles was significantly different between sexes (the value of the first intetınolar width in mandibles was largeı in males, p(0.05). There vere no sig-nificant differences in the other nıorphological .fe-atures examined.We. therefore believe that both the quantitative and qualitative analysis of the size and shape of the dental arch is especially important j'or the diagnosis, treatment and determination of the developnıental differences in dentistry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Mehmet Ali Malas, Bünyamin Büyükavcı
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Morphology Of Arcus DentalIs SuperIor And InferIor In Adults
Diş kemerleri çoğunlukla simetriktir ama ma-tematiksel ve ınoıfrlojik olarak sapınıdarın olduğu olgular da bildiı-ihnektedir. Çalışmaınızila erişkin kadın ve erkeklerde mandibula ve nuıksilhıda arcu.v dentalis superior ve arcus dentalis infrrior vapı,youn moıfolojik özelliklerinin araştırdınası aınaçlandı. Çalışmamızda maksilla ve mandibula ile ilgili ano-malisi ve malokluzyontt ohnavan. daha önce bu bölge ile ilgili ortodontik bir tedavi, ameliyat veya travma geçirmendş, klinik olaı-ak nmıtıal diş kemeri şekline sahip yaşları 17-35 yaş al-asa-Ida değişen 25 erkek, 25 kadın olgudan alınan toplam 50 tane alçı modelden yararlanddı. Alınan ökliınlerin cinslere göre karşdaştırdmasında mandibuladaki n10- larlar arası genişlikte erkeklerde daha geniş olmak üzere istatistiki açıdan anlamlı farklılığın olduğu (p<0.05), diğer alınan tüm ölçümlerde ise anlamlı farklılıkların olmadığı tespit edildi. Diş lıekimliğinde ve uygulamalarda büyüme ile ilgili deişiklikleı-in belirlenmesinde, teşhis, tedavi ~Inci ohnası yönüyle kalitatif veya kantitatif çalışmaların önemli olduğu sonucuna varıldı.
Although the dental urch is generally symmetric, some cases of both mathematically and morp-hologieally deviated Pons have been reported. Irı our study,we aimed ta investigate the morphological pattern of dental ardı in adult maks and females. Using plaster casts, we peıformed our examination on 50 peoplc (25 males and 25 females, ranging from 17 to 35 years of ages), who had no anomalies or disorders of maxilla and mandible, and had no previous or CUITC111 dental treatmems. The results revealed that the width of the first intermolars in mandibles was significantly different between sexes (the value of the first intetınolar width in mandibles was largeı- in males, p<0..05). There vere no sig-nificant differences in the other nıorphological .fe-atures examined.We. therefore believe that both the quantitative and qualitative analysis of the size and shape of the dental arch is especially important j'or the diagnosis, treatment and determination of the developnıental differences in dentistry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
Aybars Tavlan, Mehmet Erkan Üstün, Alper Yosunkaya, Ahmet ak, Aysel Kıyıcı, Handan Kozan Bardakçı, Funda Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
The RelatIonshIp Of DexmedetomIdIne WIth BIochemIcal Parameters And Intraparenchymal Pressure
Deksmedetomidinin intraparankimal basıncı düşürme mekanizmasına ışık tutabilmek için, tavşanlarda geçici global serebral iskemi modelinde kan ve beyin omurilik sıvısında vazokonstriktör olan Endotelin-1 (ET-1) ve vazodilatör olan Prostaglandin I2 (PGI2), düzeyleri üzerine 80 ve 320 µg kg-1 farklı iki dozunun etkisi araştırıldı. Bu çalışma, Haziran 2005-Ocak 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Merkezi’nde etik komite onayıyla yapıldı. Tavşanlar rastgele biçimde her grupta 6 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı: Grup 1’de kraniotomi uygulandı ve iskemi oluşturulmadı. Grup 2’de sadece iskemi-reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyon sırasında Grup 3’de 80 µg kg-1, Grup 4’de 320 µg kg-1 deksmedetomidin intravenöz olarak verildi. Grup 2, 3, 4’deki tavşanlara kraniotomi ve servikal boyun diseksiyonu sonrası, bilateral karotis arterlere klemp konarak bir saat boyunca iskemi ve daha sonrasında klempler açılarak bir saat süresince reperfüzyon uygulandı. İntraparankimal basınç değerleri ise kraniyotomi ve iskemi-reperfüzyon sonrası kaydedildi. Tavşanlardan ET-1 ve PG I2 düzeylerini tesbit etmek için Grup 1’de kraniyotomi sonrası, Grup 2, 3 ve 4’de ise reperfüzyon sonrası kan ve beyin omurilik sıvısı (BOS) örnekleri alındı. Reperfüzyon sonrası intraparankimal basınç Grup 2 ve 4’de, Grup 1’e göre anlamlı olarak yükseldi (p0.05). ET-1 seviyeleri hem kan hem de BOS da, iskemi ve reperfüzyon uygulanan fakat tedavi uygulamadığımız grupta (Grup 2) arttı. Düşük doz deksmedetomidine uygulanan grupta (Grup III) ise sham grubuna benzerdi (p>0.05). PGI2 seviyeleri ise, düşük doz dexmedetomidin uygulanan grupta sadece BOS’ da anlamlı olarak düşük bulundu (p
Introduction: In this study, in order to shed light on the intraparenchymal pressure reduction mechanism of dexmedetomidine, the effect of two different doses of 80 and 320 µg kg-1 on the levels of vasoconstrictor Endothelin-1(ET-1) and vasodilator prostaglandin I2 (PGI2) in blood and cerebrospinal fluid (CSF) in transient global cerebral ischemia model in rabbits was examined. This study was conducted in the Selcuk University Experimental Medicine Research Center between June 2005 and January 2006 and approved by an ethical committee. All rabbits were randomly divided into four groups; six rabbits in each group. In Group 1, a craniotomy was performed and the ischemia was not created. In Group 2, only an ischemia-reperfusion was performed. During reperfusion, 80 µg kg-1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 3, and 320 µg kg -1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 4. After the application of craniotomy and cervical neck dissection of the rabbits in Groups 2, 3 and 4, the bilateral carotid arteries were clamped and an ischemia was performed for one hour. Then, the clamps were removed and reperfusion was performed for one hour. In addition, ıntraparenchymal pressure were recorded after craniotomy and reperfusion. Blood and CSF samples were collected from rabbits after craniotomy in Group 1 and reperfusion in Groups 2,3 and 4 to determine levels of ET-1 and PGI2. Intraparenchymal pressure values after the reperfusion in Group II and IV were significantly higher than Group I( p< 0.05), but any significant increase in Group III (p>0.05). ET-1 levels of both blood and CSF were increased in the group performed ischemia and reperfusion and no treatment (Group II) and the group administered low dose dexmedetomidine (Group III) were similar with the sham group (p>0.05). However, PGI2 levels of CSF were significantly decreased in the group administered low dose dexmedetomidine (p< 0.05). Dexmedetomidine can reduce the intraparenchymal pressure by reducing the level of ET-1 in the transient global cerebral ischemia model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Ekrem Kadıoğlu, Şaban Gönül, Hasan Basri Velioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Intraocular ForeIgn Body DIagnosed 15 Years After Trauma
Penetran göz yaralanmalarının sebep olduğu göz içi yabancı cismi (GİYC), cismin lokalizasyonu, boyutu ve niteliğine göre çeşitli bulgulara sebep olabilir. Bununla birlikte nadir olarak GİYC herhangi bir şikayete neden olmadan yıllarca sessiz kalabilir. Biz bu çalışmada travmadan 13 yıl sonra sık tekrarlayan ön üveite neden olan ve kataraktın bulunduğu bir hastada tespit ettiğimiz göz içi yabancı cisim olgusunu sunuyoruz. 31 yaşında erkek hasta iki senedir mevcut olan sol gözde görme azlığı ve ataklar şeklinde gelişen ağrı, kızarıklık, ışık hassasiyeti şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine basvurdu. 15 yıl önce yakınında seramik veya porselen türü bir cismin patlamasıyla sol gözünden yaralanma öyksü mevcuttu. Ön segment muayenesinde sol gözde saat 2 hizasında periferik korneada minimal nefelyon, 2x1 mm boyutlarnda periferik iris defekti, ön kamarada grade 2 hücre reaksiyonu ve arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Orbital bilgisayarlı tomografi tetkikinde sol glob içerisinde arka kutupta yerleşen 3x2mm boyutlarında, hiperdens yabancı cisim saptandı. Nedeni açıklanamayan üveit olgularında, hasta özellikle çocuk ve genç yaş gurubunda ise göz içi yabancı cisim olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Intraocular foreign body (IOFB) caused by penetrating eye injuries may lead to various findings by depending on the location, size and nature. However, in rare cases IOFB may remain silent for years without any complaint. In this study, we present the case of IOFB causing recurrent anterior uveitis 13 years after trauma in the patient with cataract. A 31-year-old male patient admitted to Ophthalmology department with the complaint of decreased vision which have been two years and pain, redness, light sensitivity with attacks in left eye. 15 years ago, a history of left eye injury occurred with exploding an object type of ceramic or porcelain was present. On the anterior segment examination, minimal peripheral corneal nefelyon at 2 hours position, peripheral iris defect size of 2x1 mm, grade 2 cell reaction in anterior chamber and posterior subcapsular cataract were present in left eye. In computerized tomography scan was detected the hyperdense foreign body placed in the posterior pole at the size of 3x2mm within the left globe. The possibility of intraocular foreign body should be kept in mind in patients with idiopathic uveitis specially in children and young people.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Subclavian Arter Yaralanmaları
Araştırma makalesi
Özeti
Subclavian Arter Yaralanmaları
InjurIes Of The SuhclavIan Artery
1982-1995 tarihleri arastnda Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi Kalp Dama• Cerrahisi Kliniginde omz bolgesi travmasina baglt 10 arteriyel yaralanma va-kast cerrahi olarak tedavi edildi. Vakalann 31inde ilave olarak hentopnornotoraks, 5 vakada venoz va-ralanma mevcuttu. Tedavi goren 8 vakada klinik ve • anjiografik tam 4.ifa izlenirken 2 vaka hipovolemik s•ok sehehiyle kaybedildi.
Between 1982 and 1995, ten patients who had vascular injuries of the subclavian artery were ope-rated. Five of them were combined with venous in-juries and three had hemopneumothorax. Clinically and angiog•aphically improving was obtained in 8 patient and two cases were lost owing to hypo-volemic shock.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Subclavian Arter Yaralanmaları
Araştırma makalesi
Özeti
Subclavian Arter Yaralanmaları
InjurIes Of The SuhclavIan Artery
1982-1995 tarihleri arastnda Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi Kalp Dama• Cerrahisi Kliniginde omz bolgesi travmasina baglt 10 arteriyel yaralanma va-kast cerrahi olarak tedavi edildi. Vakalann 31inde ilave olarak hentopnornotoraks, 5 vakada venoz va-ralanma mevcuttu. Tedavi goren 8 vakada klinik ve • anjiografik tam 4.ifa izlenirken 2 vaka hipovolemik s•ok sehehiyle kaybedildi.
Between 1982 and 1995, ten patients who had vascular injuries of the subclavian artery were ope-rated. Five of them were combined with venous in-juries and three had hemopneumothorax. Clinically and angiog•aphically improving was obtained in 8 patient and two cases were lost owing to hypo-volemic shock.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnfravezikal Obstrüksiyon Nedeni Olan Akkiz Üretra Darlıklarında Tedavi Yaklaşımlarımız
Ali Acar, Mehmet Kılınç, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Yasin Çelebi
Araştırma makalesi
Özeti
İnfravezikal Obstrüksiyon Nedeni Olan Akkiz Üretra Darlıklarında Tedavi Yaklaşımlarımız
Approachs In The Management Ofacute Urethral StrIcture InfravezIkal ObstructIon
infravezikal obstrüksiyon nedeni olan akkiz üretral darlıklar erkeklerde sıklıkla, kadınlarda nadiren gelişen patolojiler olmaktadır. İnfeksiyona ve travmaya sekonder gelişmektedir. Darlıklar idrar akımını engelleyerek yukarı üriner yollarda progresif hasara sebep olması nedeni ile önem kazanmaktadır. Kliniğimizde son 10 yılda yaş ortalaması 58 olan tamamı erkek 243 hastada üretra darlığı belirlenmiştir. Tanıda fizik muayene, retrograt üretrografi, İntravenöz Pyelolografi(IVP) + Postvoiding sistogram, üretroskopi ve üretrografiden yaralanıldı. Yüzelli(150) hastaya internal üretrotomi, 38 hastaya üretral dilatasyon, 10 hasataya otis üretrotomi, 36 hastanın mesane boynuna TUR, 6 hastaya üretroplasti ve 3 hastaya rail-road üretroplasti uygulanmıştır. Ortalama dört(4) yıl takiple internal üretrotomi uygulananların %60’ında darlık tekrarlamaları, dilatasyon uygulananların %75’inde 6 ayda bir dilatasyon gereksinimi, mesane boynuna TUR uygulananların %10’unda darlık tekrarlamaları, açık rail-road üretroplasti vakalarının %60’ına internal üretratomi uygulamaları gereksinimi ortaya çıkmıştır. Teknik gelişmelere rağmen üretra darlıkları devamlı takip gerektiren birpataloji olma özelliğini muhafaza etmektedir.
Infravesical obstruction as a result of acute üretral stricture was a common pathology in males and a rare pathology in female. İt developed secondary to infection and trauma. İt gain importance because by preventing urine flovv it produce upper urinary tract damage. İn our clinic a total of 243 patients with a mean age of 58 years have shown to have üretral stricture during last 10 years. We benifit from their physical examination, retrograde uretherografhy, IVP+postvoiding cystogram, ultrasonography and uretherography. İnternal urethrotomy was applied for 150 patients, bladder neck TUR for 36 patients, urethroplasty for 6 patients and rail-road urethroplasty for 3 patients. Four years of follovv up shovved recurrent urethral narrovving in 60% of patient internal urethrotomy, 6 montly dilatation in 75% of patients vvith urehral dilatation, recurrent narrovving in 10% of patients vvith bladder neck TUR and internal urethrotomi in 60% of patients vvith rail-road uretroplasty. Inspite of a new developed techniçues for urethral stricture it keep its recurrent, narrovving especialty which recquires continous follovv up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Işıl Yurdaışık
Araştırma makalesi
Özeti
Beyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The EffIcacy Of Computed Tomography AngIography In BraIn Death
Amaç: Beyin ölümü, beyin sapı dahil olmak üzere beynin bütün fonksiyonlarının tam ve geri dönüşsüz bir şekilde kaybı olarak tanımlanmaktadır. Beyin ölümü tanısında kullanılan üç esas bulgu koma, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve apnedir. Organ nakli bekleyen hastaların sayısındaki artış ile birlikte beyin ölümü tanısı daha da önemli bir hal almıştır. Bu çalışmada bilgisayarlı tomografi anjiyografinin (BTA) beyin ölümü tanısındaki etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ekim 2015 ile Haziran 2018 arasında hastanemizin yoğun bakım ünitesinde yatan toplam 21 hastanın beyin ölümünün gerçekleştiği klinik olarak bildirilmiştir. Bu hastalardan birine manyetik rezonans anjiyografi (MRA) uygulandığı için çalışma dışı bırakılmıştır. Geriye kalan ve BTA sonuçları mevcut olan toplam 20 hastanın bulguları retrospektif olarak yeniden değerlendirilmiştir. Hastaların yaşları 25 - 75 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 45±1 yıldır.
BTA değerlendirmeleri 64 dedektör sıralı, döngü başına 128 kesit alan ve 384 kesite kadar yükseltilebilen bir cihaz ile yapılmıştır. 100 ml kontrast madde, çift başlı bir otomatik pompa ile 350-375 mg/ml olacak şekilde 3.5-4 cc/sn hızında verilmiştir. Kontrast madde vermeye başlandıktan sonra ilgili bölge (ROI) eşik değer olan 90-100 HU’ya ulaşınca aksiyel planda 15-20 sn aralığında tarama yapılmıştır. BTA bulguları 10 puanlı skala üzerinden değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan ve BTA uygulanan 20 hastanın ölüm nedenleri olarak sekiz hastada intrakranyal hemoraji, dört hastada iskemik serebrovasküler olay (SVO), üç hastada kraniotomi sonrası hemoraji, iki hastada kardiyak arrest, bir hastada travma sonrası kontüzyo serebri ve iki hastada metabolik nedenler olarak bildirilmiştir.
Toplam 20 hastada ACA, PCA, MCA distal ve ICA supraklinoid dallarında kontrast dolumu “0” iken, 8 hastada ise MCA proksimal dallarında kontrast dolumu saptanmıştır. İki hastada tek taraflı ACA proksimalinde şüpheli bir kontrast dolumu belirlenmiştir. Intrakraniyal dalların her birindeki opasifikasyon kaybına 1 puan verilmiştir. Buna göre 20 hastanın tümü toplam 10 puan almıştır.
Sonuç: Organ nakilleri için yasalarla gerekliliği belirlenmiş beyin ölümü tanısı için BTA’nın etkin ve geçerli bir doğrulayıcı yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
Objective: Brain death is defined as the complete and irreversible loss of all brain functions including the brain stem. Three major findings used for the diagnosis of brain death are coma, absence of the brain stem reflexes and apnea. The diagnosis of brain death has become more important with the increasing number of patients waiting for transplantation. The objective of this study was to determine the efficacy of computed tomography angiography in confirming brain death.
Material & Methods: Clinical brain death was reported in total 21 patients hospitalized in critical care unit of our hospital between October 2015 and June 2018. One of these patients was excluded since he underwent magnetic resonance angiography. CTA findings of the remaining patients were retrospectively evaluated. Patients were aged between 25 and 75 years with a mean age of 45 ± 1 years. CTA evaluations were performed using a 64 detector device. 100 mL contrast agent was delivered with a double head automated pump at a rate of 3.5 – 4 cc/sec as 350-375 mg/mL. When the region of interest reached to 90-100 HU cut off value, the images were acquired at 15-20 sec intervals on the axial plan. CTA findings were interpreted using 10- point scale.
Results: Causes of death were reported as intracranial hemorrhage in eight patients, ischemic cerebrovascular events in four patients, hemorrhage after craniotomy in three patients, cardiac arrest in two patients, post-traumatic contusio cerebri in one patient, and metabolic reasons in two patients.
Contrast filling was “0” in the ACA, PCA, MCA distal, and ICA supraclinoid branches of all 20 patients. Suspected contrast filling was found in MCA proximal in eight patients and unilateral ACA proximal in two patients. Each loss of opacification in the intracranial brancges was scored as 1 point. Accordingly, all patients were scored as 10 points.
Conclusion: According to our results, CTA is an effective and sensitive method for the diagnosis of brain death which is obligated by regulations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik Rinit
Recep Keşli, Yusuf Baran, Sermin Selver Serinkaya, Pınar Karabağlı, Mesut Sabri Tezer
Olgu sunumu
Özeti
Çocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik Rinit
AtrophIc RhInItIs PosItIve WIth ActInomyces NaeslundII In A ChIld PatIent
Atrofik rinit nazal mukozanın ve konkaların atrofisi, yapışkan ve kötü kokulu sekresyon, krut oluşumu, nazal kavitede genişleme ve paradoksal nazal konjesyonla seyreden nadir görülen kronik bir enfeksiyondur. Primer ve sekonder formları tarif edilmiştir. Primer atrofik rinit daha önce sağlıklı bir burunda gelişirken sekonder atrofik rinit sıklıkla geniş sinüs cerrahisi, nazal travma, kronik granülomatöz hastalıklar sonrası gelişmektedir. Olgunun yapılan fizik muayenesinde anterior rinoskopide nazal kavitede yaygın krut ve pürülan, sarı-koyu yeşil akıntı tespit edildi. Burun akıntısı materyalinden yapılan aerop kültürde otomatize bakteri tanımlama ve duyarlılık sistemi (Phoenix 100) ile Klebsiella ozaenae, Stapylococcus aureus; aneerop kültürde ise Actinomyces naeslundii tanımlandı. Klebsielle ozaenae sadece ampisiline dirençli test edilen diğer bütün antibiyotiklere duyarlı ve genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) negatif bulundu. Staphylocccus aureus sefazolin, klindamisin, eritromisin, fusidik asit, meropenem, oksasilin, penisilin G ve ampisiline dirençli bulundu. Actinomyces naeslundii ise E-test metodu ile metronidazole dirençli, moksifloksasin ve meropeneme duyarlı, beta-laktamaz testi negatif olarak bulundu. On yaşında erkek hastada gelişen atrofik rinit klinik, mikrobiyolojik ve patolojik özellikleri ile sunularak konu ile ilgili literatür eşliğinde tartışıldı.
Atrophic rhinitis is a rarely witnessed inflamatory and chronic infection characterized by the atrophy of nasal mucosa and conchas, nasal crusting with bad smell and the enlargement of the nasal space with paradoxical nasal congestion. Primary and secondary forms of atrophic rhinitis are well-established. While primary atrophic rhinitis occurs in a previously healthy nose, secondary form frequently occurs following extensive sinus surgery, nasal trauma and chronic granulomatos diseases. On the physical examination of the case during anterior rhinoscopy, common crut and purulent, yellowish-dark green discharge were determined in nasal cavity. Klebsiella ozaenae and Staphylococcus aureus in aerobic culture with automated bacteria identification and susceptibiltiy testing system (Phoenix 100) and Actinomyces naeslundii in anerobic culture were yielded. Klebsielle ozaenae was found to be resistant only to ampicillin and was susceptible all the other tested antibiotics, and expanded spectrum beta-lactamase (ESBL) was negative. Staphylocccus aureus was found to be resistant to cefazolin, clindamycin, erythromycin, fucidic acid, meropenem, oxacillin, penicillin G and ampicillin. Actinomyces naeslundii was found to be resistant to metronidazole; susceptible to moxifloxacin and meropenem, with E-test method and beta lactamase test was negative. Presenting atrophic rhinitis in a 10-year-old male patient with clinical, microbiological and pathological features, the subject were discussed in the light of related literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Kazım Gezginç, Halime Göktepe
Derleme
Özeti
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Approach To Trauma In Pregnancy
Gebelerde travma nonobstetrik maternal-fetal mortalite ve morbiditeden sorumludur. Gebelikte travmaya yaklaşım gebe olmayanlara benzemekle birlikte gebelikte olan fizyolojik değişiklikleri bilerek hastaya yaklaşılmalı ve gelişebilecek obstetrik komplikasyonlara zamanında önlem alınmalı ve bu komplikasyonların maternal mortalite ve morbiditeyi de etkileyebileceği unutulmamalıdır.
In pregnant women, trauma is responsible for nonobstetrik maternal-fetal mortality and morbidity. Approach to trauma in pregnancy is similar to non-pregnant women. Approach to patient with considering physiological changes during pregnancy and timely prevention of possible obstetrical complications is significant keeping in mind that these complications may affect maternal mortality and morbidity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posttravmatik Posterior Üretra Rüptürleri
Ali Acar, Kadir Karabacak, Recai Gürbüz
Araştırma makalesi
Özeti
Posttravmatik Posterior Üretra Rüptürleri
PosttraumatIc PosterIor Urethral Ruptures.
Posterior üretra yaralanmaları ürogenital sistem yaralanmaları içinde az sıklıkla ve genellikle motorlu taşıt kazaları, delici kesici yaralanmalar ve yüksekten düşme sonucunda görülmektedir. Bizde multi organ yaralanması ile birlikte posterior üretra yaralanması olan toplam 25 vakayı değerlendirdik.
Among ürogenital system injuries posterior urethral injuries are very few and generally will be seen as a result of traffic accedent, perforatting and cutting injuries and fail from hight. We evaluated a total of 25 cases with posterior uretral injuries resulting from multiple trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Ahmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
The Results Of Treatment In Talıpes Equınovarus
Bu makalede, 98 çocuktaki 128 ıalipes ekinova-rus deformitesinin tedavi sonuçlarını retrospektif o-larak inceledik. Bu ayakların konsemıtif ve cerrahi tedavileri, 1983 ve 1991 yılları arasında Selçuk Ü-niversitesi Tıp Fakültesi Onopedi ve Travmatoloji kliniğinde yapılmıştır. Tedavisi yapılan çoçuklann yaş ortalaması 9.4 aydır. Konservauf tedavi _yapılan çocukların yaş ortalaması 46 gün olup. bu yaş or-talaması , cerrahi tedavi gören çocuklarda 34 ay olmuştur. K<ınse rvat İf tedavi 69 çocuğun 93 ayağına uygulandı. Konservatif ve cerrahi tedavinin beraber yapıldığı grup ile sadece cerrahi tedavi yapılan grupta 47 çocuğun 58 ayağı tedavi edildi. Tedavi sonrası ortalama takip süresi 37 aydır. Sonuçlar Main ı•e ark. (11 uyguladığı kriterlere göre değer-lendirildi. Bu kriterlere göre konseri:Of tedavi ile %59, konservatif ve cerrahi tedavi ile %82 ve Yalnız cerrahi tedavi ile %91'lik başarı sağlanmıştır.
We retrospectively investigated the cases of 98 children having 128 talipes equinovarus. Their conservative and surgical treatment were performed at the Department of OnItopaedics and Traumatology, Faculty of Medicine, Selçuk University between 1983 to 1991. Overall average age was 9.4 rnontlıs. The man age of consen;atively and surgically treated groups were 46 days and 34 ınonths, respectively. Conservative treatment was used .for 93 feet of 69 children... Surgical treatment with and without conservative treatment was done on 47 children with 58 feet. The avarege follow-up period was 37 months. The results were evaluted by the criteria of Main et al (1). The sucsess rates of the conservative, conservative plus surgical and surgi-cal treatment were 59 %, 82 % and 91 %, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Amatör Boksörlerde Nörolojik, Elektroansefalografik Ve Vestibüler Araştırma
Orhan Demir, Nurhan İlhan, Süleyman İlhan, Bülent Oğuz Genç
Araştırma makalesi
Özeti
Amatör Boksörlerde Nörolojik, Elektroansefalografik Ve Vestibüler Araştırma
NeurologIcal, ElectroencephalographIcal And VestIbular InvestIgatIon In Amateur Boxers
47 amatör boksörde nörolojik, elektroansefalografik ve minimal denge testlerini içeren test bataryası ile vestibüler inceleme yapıldı. Klinik düzeyde nörolojik bir bulgu elde edilemeyen olguların % 38.29'unda elektroansefalografide(EEG) disritmi görüldü. Bu bulgu literatür bilgisi ile uyumlu idi. Vestibüler testlerde sağ labirentte belirgin olmak üzere vestibüler duyarlılıkta azalma bulguları elde edildi. Bu bul-gular kronik travmatik ansefalopati sendromu (yumruk sarhoşluğu) biyomekaniği ile ilgili literatür bilgileriyle tartı-şıldı. Vestibüler testlerin bu sendromun henüz subklinik düzeyde saptanması yönüyle ve erken uyarı için önemli olabileceği kanısına varıldı.
Vestibular examination was performed on 47 amateur boxers with a test battery including neurological, electroencephalographic and minimal balance tests. Dysrhythmia was observed on electroencephalography (EEG) in 38.29% of the patients in whom no neurological finding could be obtained at clinical level. This finding was consistent with the literature information. Vestibular tests showed signs of decreased vestibular sensitivity, which was evident in the right labyrinth. These findings were discussed with the literature on biomechanics of chronic traumatic encephalopathy syndrome (fist drunkenness). It was concluded that vestibular tests may be important for the detection of this syndrome at a subclinical level and for early warning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troid Cerrahisinde Vokal Kord Paralizilernin Önemi
Erdinç Kanımtürk, M. Yalçın Özkaptan, Ş. Ali Tekalan
Araştırma makalesi
Özeti
Troid Cerrahisinde Vokal Kord Paralizilernin Önemi
The Importance Of Vocal Ford ParalysIs In ThyroId Surgery
Son yıllarda rekürrent sinir ile tiroid gland ilişkisinin daha iyi anlaşılmasıyla tiroid ameliyatlarının komplikasyanu olarak ortaya çıkan vokal kord paralizileri oranında azalma olduğu gözlenmektedir. Ancak, rekürrent sinirin sıklıkla değişken bir anatomik seyir göstermesi, tiroid ameliyatı sırasında bu sinirin rutin identifikasyonu ,dolayısıyla tiroid cerrahının bu yeteneği edinmiş olmasını gerekli kılmaktadır. Konuya katkıda bulunabilmek için rekürrent sinirin cerrahi travmaya elverişli anatomide (..) ve önerilmiş indentifikasyon yöntemleri gözden geçirildi. Rekürrent sinir travmasına bağlı olarak ortaya çıkan klinik tahtalar ve önlemleri üzerinde duruldu.
In recent years, a better understanding of the relationship between the recurrent nerve and the thyroid gland has led to a decrease in the rate of vocal cord paralysis, which is a complication of thyroid surgeries. However, the frequently variable anatomical course of the recurrent nerve requires the routine identification of this nerve during thyroid surgery, so the thyroid surgeon must acquire this skill. In order to contribute to the subject, the anatomy suitable for surgical trauma (..) and recommended indentification methods of the recurrent nerve were reviewed. We focused on clinical boards and their precautions due to recurrent nerve trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnguinal Mersilen Mesı-H Hernioplasti Sonuçlarımız
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Şükrü Bülent Özer, İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi
Özeti
İnguinal Mersilen Mesı-H Hernioplasti Sonuçlarımız
The Results Of 1nguInal MersIlen Mesh HernIoplasty
Geleneksel inguinal huni tamirıtıden sonra nüks oranı ve testiküler komplikasvonlar tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Preperitoneal mesafede peritoneal ve muskulofasial yüzevler arasına seınetik-mesh yerleşiirilerek iiksminal kanal tabanının kuvvet-lendirilmesinin hazt aıyıntafiarı vardır. Kasım 1988-Aralık /992 tarihleri arasında 56 hastada 84 kasık fitıgı suprapuhik transvers kesi kul-lanarak preperitoneal sentetik mesh herniophısti ile tedavi edildi. Ilernioplasti esnasında 56 hastada,' 16'sma rrll abdominal operasyonlar (12 ıransvezikal prostatektomi, 2 Ripstein ameliyatı ve 2 over kisıl eksizyonu) uygulandı hastada eı-keıı 'lüks, 8 olı,ucla hematonı olmak üzere 9 olguda komplikasvon
The recuıTence rate and testicular complications seen (iter COnventional inguinal hernıa repair are stili being dehated. Reilıforcement of the inguinal prepe-ritoneal space between the peritoneal and musculo-fascial planes may have some advantages over the conventional hernia repair. Between November 1988 and December 1992,84 groin hernias in 56 patients >vere treated with preper-itoneal svnthetic mersilen mesh hernioplasty through a suprapubic transverse incision. During hernioplasty, lower abdoıninal operations (12 trans-vesical prostatectomy, 2 Ripstein operations and 2 oyarian cystectomies) vere pelformed on 10 of the patients. Early recurrence in one patient and hematoma in 8 patients developed
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kistik Tümörü Taklit Eden Palatin Tonsilin Epidermoid Kisti
Nagendra Chandana, Vijay Shankar S, Vijay Shankar S
Olgu sunumu
Özeti
Kistik Tümörü Taklit Eden Palatin Tonsilin Epidermoid Kisti
PalatIne TonsIllar EpIdermoId Cyst- MImIckIng CystIc Tumor
Epidermoid kistler, epidermal elemanların dermal ve daha derin dokulara implantasyonu ile oluşurlar. Baş ve boyun bölgesinde görülme sıklığı %1,6 ile %7 arasında değişmektedir. Tonsil bölgesinde görülmesi son derece nadirdir, yani neredeyse %0.01'den azdır. Fetal dönemde konjenital bir lezyon olarak meydana gelebilirler veya travmaya bağlı ya da cerrahi sonrası implant olarak edinsel şekilde ortaya çıkabilirler. Bu olgu sunumunda, daha önce bilateral tonsillektomi öyküsü olan ve boğaz ağrısı şikayeti ile başvuran 46 yaşındaki erkek hastada teşhis edilen epidermoid kisti sunacağız.
Epidermoid cyst refers to the implantation of epidermal elements into the dermal and deeper tissues. In head and neck, incidence ranges from 1.6 to 7%. In the tonsillar area it is extremely rare i.e less than 0.01%. They occur in fetal period as congenital lesion or as an acquired lesion either due to a trauma or as post surgery implant. In this case report, we will discuss the epidermoid cyst, in a 46-year-old male who presented with history of pain in the throat with previous history of bilateral tonsillectomy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Retroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal Degerı
Ali Acar, Şenol Ergüney, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik, Mehmet Özeroğlu, Ercüment Y. Acarer
Araştırma makalesi
Özeti
Retroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal Degerı
The DIagnostIc Value Of FIne Needle As-PIratIon BIopsy Of RetroperItoneal Masses
Klinigimizck son 1 icinde rutin •adyolojik uy-gulainalarla retroperitoneal kitle belirlenen 5'i bay ve baran total 6 hastaya ince igne aspirasyon bi-opsisi uygulandt. hastada ince igne aspirasyon biopsisi ile renal cell kat-sit-lama, I hastada hemazont, 1 hastada pe-rirenal apse belirlendi. Renal cell karsinoma ta-mlarz nefrektomi sonrast hiropatolojik olarak. dog-rulandt. Perirenal apse belirlenen vaA-ada apse d•enajt., hematom belirlenen vakaya konservatif te-davi uygulandt. Ince igne aspirasvon biyopsisinin preoperatif doku talitS1 viimincien basil. nisbeten 11011111Vaji ve nett: bit- tarty vonremi olciugu gorii§iine vartich.
Fine needle aspiration biopsy %vas pet:formed in 6 patients with diagnosed retroperitoneal masses by routine •adiologic investigation in our clinic in the last I year. In 4 patients renal cell carcinoma, in 1 patient hematoma, in .1 patient perirenal abscess was di-agnosed with fine needle aspiration biopsies. Renal cell carcinomas MU corrected with histopathologic examination of nephrectomy specimen. The patient ►•ith hematoma was treated conservatively. We conclude that fine needle aspiration biopsy to be a simple, cheap and relatively noninvasive for preoperative tissue diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
Adnan Abasıyanık, Ahmet Hamdi Gündoğan, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
TherapeutIc LaparoscopIc SurgIcal Procedures In ChIldren
Ocak 1994 - Aral& 1995 tarihleri arasinda 39 olgu laparoskopik cerrahi ile tedavi edildi. Bu calqmamizin anzact, laparoskopik cer-rahinin cocuk cerrahisindeki tedavi endikasyonu ve etkinligi konusundaki izlenimlerimizi aktarrnakttr. Olgulartnnz 1 ile 16 ya§. arasindadtr. En stk la-paroskopik cerrahi uygulamalaruntz; apendektomi (13 olgu), over kist drenaji (4 olgu). splenektomi (4 olgu), kolesistektomi (3 olgu) dir. Toplam 4 olguda (%10) teknik zorluktan dolayi actk cerrahiye gecrnek zorunda kalindt. Intraoperatif komplikasyon olarak 2 olguda ekstraperitoneal ensuflasyon, 5 olguda ta-411cardi ye aritmi, 2 olguda gevici hipertermi tespit edildi. Postoperatif dijnemde apendektomi ya-pzlan hit- olguda ileus Ameliyet siireleri actk cerrahiye layasla sple-nektomi ye Swenson uygulamalarmda daha uzun, apendektomilerde aynt, koksistektorni, over kist as-pirasyonu ye travma nedeniyle yaptigimiz mii-dahalelerde daha ktsa siirdugii tespit edildi. 01- gularunizin hastanede kalg siireleri ise actk cerrahiye layasla tiimiinde daha ktsa siireli idi. Laparoskopik cerrahi, actk cerrahiye oranla daha az kornplikasyonlarmzn ()imam ve hu komp-likasyonlarin genellikle kisa siirede gecehilmesi ne-deniyk rahat tolere edilehilen yararh hir yontemdir.
Between January 1994 and December 1995.29 pa-tients were treated with laparoscopic surgery in our department. The aim of this study is to present our ex-perience with the indications and efficacy of la-paroscopic surgery in pediatric surgery. The age of the patients was heteen one and 16 years. The most common procedure that we per-formed was appendectomy (13 patients). The other-common procedures were ovarian cyst drainage (four patients), hemostasis in traumatic int-raabdominal hemorrhage (three patients). sple-nectomy (four patients). Swenson's procedure (three patients), and cholecystectomy (three patients). We had to converse to open surgery for technical reasons in a total of four patients (10%). We observed extra peritoneal insujilation in ma patients, transient tachycardia and arrhythmia in five patients. and tran-sient hyperthermia in another two patients as int-raoperative complications. One patient developed postoperative ileus after appendectomy. The duration of the laparoscopic procedures was longer than that of the open surgery in spknectomy and Swenson's procedure. similar in apendectomy, but shorter in cholecystectomy, ovarian cyst dra-inage, and hemostasis for intraandominal he-morrhage. Hospital stays were shorter in all la-paroscopic procedures comparing with open surgery. Laparoscopic surgerey is a useful method with low incidence of complications which are well to-lerated for the treatment of the surgical pediatric pa-tients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
Cengiz Kılıcaslan, Hüseyin Mutlu, Ekrem Taha Sert, Kamil Kokulu
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
The Prevalence Of AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder In ChIldren AdmItted To The PedIatrIc Emergency Room WIth Burns
Amaç: Yanık, özellikle çocukluk döneminde sık görülen bir durumdur. Yanık oluşan çocuklarda, dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) semptomlarının görülme sıklığını belirlemek ve sağlıklı çocuklarla
karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ağustos 2019- Nisan 2021 tarihleri arasında yürütülmüştür.
Çalışma grubu, çocuk acil servise yanık nedeni ile başvuran 3-16 yaş arası çocuk hastalardan seçildi.
Kontrol grubu, travma dışı sebeplerle çocuk acil servise başvuran 3-16 yaş arası çocuklardan seçildi. Her
iki grubun da kültürel ve demografik özellikleri benzerdi. Her iki gruba da İlk müdahale ve stabilizasyondan
sonra revize edilmiş Conners Ebeveyn Derecelendirme Ölçekleri ( CPRS-R) uygulandı.
Bulgular: Çalışma grubu 143 kişiden oluşturuldu yaş ortalaması 6,93 ± 2,96 yıl (dağılım: 3-16) ve 69'u
(%48,3) kızdı. Kontrol grubu yaş ortalaması 6.72 ± 2.48 yıl (dağılım: 3-16) olan 140 çocuktan oluşmaktaydı
ve olguların %49.3'ü kızdı. İki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
yoktu (sırasıyla p = 0.36, 0.84). Yanıkların en sık nedeni( %69.2) sıcak su veya yağdan oluşmaktaydı.
Yanıkların büyük bir kısmı (%89,5) ayaktan müdahale sonrası acil servisten taburcu edildi. CPRS-R'nin
hesaplanan tüm alt ölçek puanları; -bilişsel problemler/dikkatsizlik alt ölçek puanları dışında- çalışma
grubunda, kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti. Çalışma grubundaki ebeveynlerin eğitim
durumu kontrol grubundakilere göre daha yüksekti.
Sonuç: Bizim bulgularımız acil servise yanık yaralanmaları nedeniyle başvuran çocuklarda DEHB
belirtilerinin görülme sıklığının yüksek olabileceğini gösterme ktedir.
Aim: Burns are common, especially in children. Here, we aimed to determine incidence of attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) symptoms in children with burns a nd compare them with healthy children.
Patients and Methods: This prospective study was conducted between August 2019 and April 2021. The
study group consisted of pediatric patients aged between 3-16 years admitted to the pediatric emergency
with burns. Children aged between 3-16 years admitted for non-traumatic reasons also constituted the
controls. Cultural and demographic characteristics of both groups were similar. After initial intervention
and stabilization, the revised Conners’ Parental Rating Scale (CPRS-R) was applied to both groups.
Results: The study group consisted of 143 individuals with a mean age of 6.93±2.96 years, and 69
(48.3%) were girls. The control group consisted of 140 children (mean age: 6.72±2.48 ranging between
3-16 years), and 49.3% were girls. There was no statistically significant difference between both groups
regarding age and gender (p=0.36, 0.84, respectively). The most common cause of burns (69.2%)
was exposure to hot water or oil spill. Most of the victims due to burns (89.5%) were discharged from
emergency after outpatient intervention. All subscale scores calculated through CPRS-R, except for
cognitive problems/inattention subscale scores, were significantly higher in the study group than the
controls. The educational status of the parents in the study group was hi gher than those of the controls.
Conclusion: Our findings indicated that the incidence of ADHD symptoms may be higher in children
admitted to the emergency department due to burn injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvis Kırıklarında İlave Yaralanmalar
Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Bahri Kasal, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvis Kırıklarında İlave Yaralanmalar
The AssocIated InjurIes In PelvIc Fractures
İlave organ yaralanmalan ile birlikte olan pelvis kit-1.0w] riiksek oranda mortalite ve morbiditeye neden olurlar. Bu calt§mada, Mart 1985 ile Eyliil 1994 tarilderi arasinda tedavi edilen 271 pelvis hasta ilave yaralamnalart yeiniinden de-gerlendirildi. Havelfarm ortalama yap, 26.7 (en az 3- en fazia Hastalarm onemli bir kunuthla (%41 .3 ) bin veva daha fazla ilaye organ •va-ralattmast rank Ktrkiic hastada ;dint bawl tray-masr, 27 hastada iirogenital sister travntast,, 23 has-tada toraks travmast, 22 hastada ketfa travmast, 4 hastada norolojik yaralanma ye 3 hastada arter ya-ralatunast tespit edildi. Be§" hastada aok pelvis kr.- rtgt yard!. Genelde ntortalite Dram %5.5 iken ans-tabu pelvis kinklartnda mortalite orant %9.6 olarak bulundu. Ilastalardaki en stk tespit edilen Mint ne-deni kafa travmast., pelvis jci ye bairn iii kanamaych. have organ yaralamnalan ile birlikte olan pelvis kt-nklart, ciddi yaralanmalar olup, htzli ye etkili tedavi vaklapnlarina ihrivac gosterirler.
Pelvic fractures associated with blunt trauma contributed significantly to morbidity and mortality.We reviewed 271 patients with pelvic fractures which were treated between March 1985 and Sep-tember 1994 in this study. Tint average age of pa-tients was 26.7 (between 3-70) years. The majority of the patients (%41.3) had one or more associated injuries: 43 with blunt abdominal trauma, 27 with - genitourinary tract injuries, 23 with thoracic in-juries, 22 with head trauma, 4 with neurologic in-juries and 3 with vascular injuries. There were Jive open pelvic fractures. Altough the overall mortality was %5.5 the mortality rate in. unstable pelvic "'Fac-tures was %9.6. The major causes of death in our patients were closed head injury, intra-abdontinal and intro-pelvic hemorrhage. The pelvic .fractures with associated injuries are serious trauma and re-quire more prompt and effective treatment methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonkları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Hakan Filizlioğlu, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonkları
TraumatIc ArterIovenous FIstulas
Travmatik arterio-venoz (A-V) fistiiller co-gunlukla penetran yaralanmalar sonucu, bazen de iatrojenik nedenlerle olucur. Eyliil 1989 - ubat 1996 yillarz arastnda 8 tray-matik A-V fistiil olgusuna cerrahi tedavi uy-gulanmtwr. Hastalaruntzzn yaVart 1,5 - 44 ara-stnda olup, 2 tanesi kadin, 6 tanesi erkekti. Etyoloji, 5'inde atecli silah yaralanmast, l'nde iatrojenik (kan alma strasinda), 2'sinde kesici alet yaralanmast idi. Travmadan sonra gecen sure I giin ile 10 yll ara-stnda degilmekteydi. A-V fistul ninde sag femoral arter - ven, I 'inde sol popliteal arter - yen, Pinde sag popliteal arter - ven, l'inde sol posterior tibial arter - yen, I 'inde sag karotis- internal juguler ven, I 'inde sol brakial arter - hasilik ven arastnda idi. Fistfil kapatiltrken 5 tanesinde arteriel uc-uca anas-tomoz, 1'inde otojen yen patch anjioplasti, 1 'inde primer arteriel martin, I arteriel suni greft in-terpozisyonu yaptImuttr. Venoz onarun ise, 5'inde primer onartm, I 'inde otojen safen ven in-terpozisyonu, 2'sinde ligasyon yapilmıtır.
Treatment and Follow up Traumatic arteriovenous fistulas are mostly occur as a result of penetrating injuries and so-metimes iatrojenic causes. Surgical treatment was performed on 8 tra-umatic arteriovenous fistula cases between the dates September 1989 and February 1996. Two patients were female and six patients were male ages ranged between 1.5 to 44. Etiology was gun shut wound in 5, stuhing and penetrating wound in 2 and as a re-sult of puncture to vein in I. Time interval after tra-uma was ranged between I day and 10 years. Ar-teriovenous fistulas were ntnd in the localization of right femoral artery - femoral vein in 3, left popliteal artery - vein in 1, left posterior tibial artery - vein in 1, right carotis artery - internal juguler vein and left brachial artery - basilic vein in I. Arterial end to end anastomosis in 5, primary arterial repair in 1. ar-terial prosthetic graft intopozitions in 1 and otojen yen patch angioplasty in I were used for the closure of the arteriovenous fistulas. Venous primary repair in 5, otogen safenous vein graft interposition in I. ve-nous ligation in 2 were used for the closure of the ar-teriovenous fistulas which venous repair.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Bezi Fistülü
Yavuz Uyar, Ziya Cenik, Levent Soley
Araştırma makalesi
Özeti
Parotis Bezi Fistülü
FIstula Of ParotId Gland
Parotis Bezi Fistülü nadir görülen bir durumdur.Fistüllerin çoğunluğu, parotis loju bölgesindeki; cerrahi müdehaleleri, travmaları, geçirilmiş bir infeksiyonu takiben ortaya çıkar. Spontan fistül vakaları son derece nadirdir. Bu makalede; sol retroauriküler bölgedeki fistül ağzından, özellikle yemek yerken aşırı derecede akıntı olması şikayeti ile kliniğimize başvuran ve tedavi edilen bir vaka sunulmuştur.
Fistula of parotid gland is usually found rarely. The majority of cases occur by the injuries following a surgical intervention and the past history of the infection in the lodge region of parotid. In this article, a patient with an over discharge especialiy when he is eating from the opening of his fistula in the left retroauricular area is presented. The patient was succestWay treated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Behçet Sendromunda Paterji Testı Pozitiflik Derecesi
Şükrü Balevi, Hüseyin Endoğru
Araştırma makalesi
Özeti
Behçet Sendromunda Paterji Testı Pozitiflik Derecesi
IncIdence Of The Pathergy Test PosItIvIty In Behçet's Syndrome
Bu hastalığın karakteristik özelliği intrakutanöz travmaya kutanöz cevaptır. Bu fenomen paterji ola-rak isimlendirilir. Hastada paterjinin gösterilmesi faydalı bir diagnostik test olabilir. Paterji, Behçet Sendromlu 50 hastada çalışıldı.
A characteristic feature of this disease is the cutaneous response to intracutaneous trauma. This phe-nomenon is termed pathergy. It can be a useful diag-nostic test to demonstrate pathergy in the patienz. Pathergy was studied in 50 patienıs with Behçet's Syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ürogenital Sistem Travmaları
Kadir Yılmaz, Halim Bozoklu, Ahmet Öztürk, Tamer Yazıcıoğlu, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Ürogenital Sistem Travmaları
Injurıes To The GenItourInary Tract
1986-1990 yılları arasında S.O. Tip Fakültesi Üroloji Anabilim Dalına müracaat eden Ürogenital Sistem Travmalı25 hasta gözden geçirildi. 2'si kadın 23'ü erkekti. Hastaların 12'si trafik kazası, 9'u yüksekten düşme, 2'si kesici delici alet yaralanması sonucu müracaat etti. Bu hastaların 11 tanesinde üretra, 8 tanesinde böbrek, 2'sinde üreter, 4'ünde de mesane yaralanması mevcuttu.
The 25 Consequitive cases of urogenital trauma treated al Selçuk Medical Hospital between 1986-1990 are reviewed. Of the 25 cases of urogenital traurna 23 was male and 2 female. Of 21 patient with blunt trauma 12 was due to motor vehicle accident, 9 falling down_ Of 25 patient with penetrating 2 was due to stab wounds and 2 gunshot wounds. Of 25 patient with urogenital trauma 11 had posterior urethra rupture, 8 renal trauma, 2 ureter and 4 bladder trauma
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rekonstrüktif Cerrahi İle Tedavi Edilen
dev Suprapubik Desmoid Tümör
Murat Akıcı, Erkan Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Rekonstrüktif Cerrahi İle Tedavi Edilen
dev Suprapubik Desmoid Tümör
GIant SuprapubIc DesmoId Tumor Treated WIth
reconstructIve Surgery
Desmoid tümörler, metastaz yapma riski olmayan ancak
lokal agresif seyir gösteren nadir görülen benign tümörlerdir.
Etyopatogenezleri kesin olarak bilinmemektedir. Travma sonrası
gelişebilmektedirler. Sıklıkla abdominal duvarda yerleşirler.
Suprapubik lokalizasyon ise çok nadirdir. Desmoid tümörler için
standard bir tedavi yaklaşımı yoktur. Tedavide öncelikle geniş
cerrahi eksizyon uygulanmalıdır. Lokal nüks oranları yüksek olduğu
için hastalar cerrahi sonrası yakın takibe alınmalıdır. Burada,
rekonstruktif cerrahi ile başarıyla tedavi edilen ve nüksüz takip edilen
suprapubik bölgede yerleşen dev desmoid tümörlü olgu sunulmuştur.
Desmoid tumors are rare benign tumors with local aggressive
clinical course but without the risk of metastasis. Etiopathogenesis
of desmoid tumors is not known clearly. They can develop after
trauma. Desmoid tumors are mostly located on abdominal wall and
very rarely on suprapubic region. There is not a standard treatment
approach for desmoid tumors. Firstly a wide surgical excision should
be performed. As local recurrence rates are high patients should be
followed up closely after surgery. Here in, a case with giant desmoid
tumor located on suprapubic region treated successfully with a
reconstructive surgery and followed up without a recurrence was
reported.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedi Ve Travmatoloji Anabilim Dalinda Bilgisayar Uygulamaları
Abdurrahman Kutlu, Mustafa Yel, Recep Memik, Gülseren Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Ortopedi Ve Travmatoloji Anabilim Dalinda Bilgisayar Uygulamaları
The PractIse Of Computer At The Department Of OrthopedIcs And Traumatology, Selçuk UnIversIty, Faculty Of MedIcIne
Klinigimizde, Nisan 1989 tarihinden buyana bilgisayarla çalışmalar yapılmaktadır. Bilgisayarda tıbbi kayıtlar için kullandığımız programları kendimiz hazirladık. Ortopedi klinikleri için bilgisayar önemli bir araç olma yolundadır.
Computr was in use in our clinic since April 1989. The computer programs were provided by use which used for medical recording. Computer is becoming an important equipment in Orthopeufıc clinics
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Popliteal Arter Yaralanmaları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Zerrin Uzun, Hakan Filizlioğlu, Yaşar Güven, Gökalp Altun, Fahri Özcan, Fahri Özcan, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Popliteal Arter Yaralanmaları
PoplIteal Artery InjurIes
1990 ile 1996 yılan arasında K.T.Ü. Tip Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi bölümünde künt veya penetre travmaya bağlı 20 popliteal arter ya-ralanmasının klinik oluşum ve tedavileri gözden ge-çirildi. 16 olguda arteriyel yaralaııma olduğu klinik muayene ve Doppler değerlendirilmesi ile teşhis edildi (%80). Arterio-venöz fistülü ve false anev-rizması bulunan 4 olguda (%20) pedal nabazanlar başlangıçta elle alınıyordu. Penetre ve künt trav-maya bağlı popliteal arter yaralanması olan 8 ol-guva otojen safen yen grefti, 2 olguya PTFE suni greft kullanıldı. 8 olguya uç-uca anastomoz, 1 ol-guya lateral tamir, 1 olguya trombektomi yapıldı. Venöz yaralanma ile birlikte olan rutin tamirlerde erken dönemde fasiotomi yapıldı. Multipl kınkla bir-likte olan yaralanmalarda internal tesbit, eksternal tesbit veya iskelet traksiyonu uygulandı. Diz böl-gesine olan küm` arteryel travnıayı izleyen bölgede görülen önemli fonksiyonel ortopedik bozukluklar tartışıldı.
The clinical presentation and management of 20 popliteal artery injuries following penetrating and blunt trauına were rewiewed during the period 1990 to 1996 of at the Cardiovascular Surgery De-partment of the Medical Faculty of Karadeniz Tech-nical University. Clinical and Doppler evaluation identified arterial injury in 16 (%80 per cent) pa-tients. In four (%20 per cent) patients with arterio-venous fistula or false aneurysms pedal pulses were palpable during initial assesnıent. Autogenous vein grafting was used in 8 patient, PTFE prosthesis was used in 2 patients, a direct end-to- end anastomosis was succesful in 8 patients, trombectomy was done in 1 patient and lateral repair was done in 1 patient. As a routine repair of associated venous injuries, early fasciotomy were used. External, internal fi-xation, skeletal traction was done for compoutıd and comminuted fractures. The significant functional orthopedic disability following blunt arterial trauma at the knee is emphasized
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı Tedavisi
Mehmet Yeşiltay, Kadir Durgut, Ufuk Özergin, Cevat Özpınar, Işık Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı Tedavisi
The SurgIcal Treatment Of PerIpheral Pseudoaneuryms
Bu makalede Selçuk Üniversitesi Tip Fakültesi Kalb Damar Cerrahisi Kliniğinde Ocak 1989 - Ara-lık 1995 yılları arasında tedavi edilen 22 periferik pseudoanevrizma yakası takdim edildi. Vakaların 11"i ateşli silah, 8ii kesici - delici aletle, rsi A.V. fis-tül operasyon sonrası ve 1 vakada invazif vasküler girişim sonrası oluşan pseudoanevrizmaydı. 9 ya-kaya uç uça anestomoz, 6 yakaya saphen ven replasması, 4 yakaya sentetik greft (PTFE) 3 yakaya li-gasyon uygulandı. 20 yaka Şifa ile sonuçlandı. 2 vakada postoperatif komlika.syon gelişti. Birine saphen yen replasmanı diğerine iskenıi nedeniyle dirsek altı amputasyonu yapıldı.
22 cases with traumatic peripheı-al aneurysm were treated at the Clinic of Cardiovasculer Suı-gery of Selçuk Univeı-sity Medical Faculty hetween 1989 - 1995 years. In eleyen of the cases were etiology due to injuı-ies of gun wounds, eight of them were penetrating instruments, rwo cases were after A.V. Fistüla anastomatic operation and one case was after invasiye vasculer procedure. Vein replacement was petformed in six cases and 9. Cases end ta end anastomosis was done and synthetic greft rep-lacement ta four case (PTFE) and in 3 cases were done arterial ligation. Twenty cases were resulted with healing. Postoperative compiications developed in two cases. In one of them was transposed the graft saphenous yemi!, and forearm amputation was applied to other patient..
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epifiz Kırıkları
Recep Memik, Abdurrahman Kutlu, Mahmut Mutlu, M. İ. Safa Kapıcıoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Epifiz Kırıkları
EpIphyseal Fractures
Epıfizler, çocuklarda iskelet sistemi travma-larından sonra en sık yaralanan yerlerdir. Bu kırıklar büyüme bozukluğu oluşturabilme yönünden özel önem taşırlar. Bu çalışmamızın gayesi; tedavi ettiğimiz 1320 çocuk uzun kemik kırığın: analize ederek, epifiz kırıklarının insidansını tesbit etmektir. Epifiz kırıklarının insidansı %6.2 olfirak bulundu.En fazla yaralanan yer humerus ve radius distal epifizleri olmuştur. Toplam 78 epifiz kınğının 26'sı cerrahi metodla tedavi edildi. Bu kınklarda %11 oranında komplikasyon görüldü.
Epıphvsis is a rıtare common site of injury fnllowing traııma to the skeleton in children. They are particular importance because of the cbmplication of growıh disturbance. It was the aim of this study to analize of 1320 long-bone factures in children for determination of the incidance of epiphyseal fracture.s. Epiphyseal fractures was accounted for 6.2%. The most frequently injuired site were the disıal Mune. rus and distal radius. 26 of 78 epiphyseal fractures were treated with operative method. Complication rate was %11.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta