Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak DeğerlendirilmesiFatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Osman Güvenç, Derya Arslan, İsa Yılmaz
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of PatIents WIth Isolated VentrIcular Septal
defect Who Came To PedIatrIc CardIology OutpatIent ClInIc
Venriküler septal defekt (VSD) doğumsal kalp hastalıkları
içinde 1000 doğumda 3-6 oranı ile en yaygın görülen kardiyak
malformasyondur. Defekt kendi kendine kolayca kapanabilen
musküler septumda küçük bir açıklıktan, kardiyak operasyonla
kapatılması gereken komplike bir lezyona kadar geniş paternde
özellik gösterebilir. Bu çalışmadaki amaç izole VSD’li vakaların
dosya tarama metodu ile uzun dönem takip ve prognoz sonuçlarının
değerlendirilmesidir. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Temmuz 2010-Şubat 2013 yılları arasında çocuk kardiyoloji bölümüne
müracaat eden ve izole VSD tanısı olan hastaların ekokardiyografi
verileri retrospektif olarak incelendi. Ventriküler septal defektler
sırasıyla; %71.52 perimembranöz VSD (n=103), % 40.6 musküler VSD
(n=80), %9.72 çoklu defekt (n=14) şeklindeydi. Hastaların % 52.4’ünde
(n=54) VSD’nin kendiliğinden kapandığı görüldü ve %22.3’ünde
(n=23) VSD klinik izlemde kendiliğinden kapanmadığından ve kalp
yetmezliğine neden olduğu için cerrahi işlem uygulandı .Cerrahiye
verilen VSD’lerin çoğunlukla perimembranöz VSD olduğu gözlendi (%
43.4). Ventriküler septal defekt, konjenital kalp hastalıklarının en sık
görülen formudur ve soldan sağa şanta neden olarak kalp yetmezliği
yapabilir. Ayrıca VSD’li hastalarda endokardit riski artmıştır. Bu
nedenle bu hastaların yakın takibi önem arzetmektedir.
VSD is the most common cardiac malformation among congenital
cardiac diseases and ocur in 3-6 in 1000 live births. The pattern of
this defect may vary from a minor hole in the muscular septum, with
a tendency to spontaneous closure, to complicated lesions requiring
heart surgery. The aim of this study was to evaluate retrospectively
long-term follow-up results and prognosis of pediatric patients
with isolated VSD. The study was conducted in Selçuk University
Medicine Faculty Pediatric Cardiology Department between July 2010
and February 2013. The echocardiography results of the patients with
isolated VSD have been examined retrospectively. Among the included
patients, % 71.52 of cases were perimembranous (n=103), % 40.6 of
cases were muscular (n=80) and % 9.72 of cases were multipl VSD
(n=14). Spontaneous closure rate was % 52.4 (n=54). % 22.3 of the
cases required surgical closure because of heart failure. % 43.4 of
the cases that requıred surgical closure were perimembranous VSD
defects. VSD is the most common malformation of congenital cardiac
diseases and can lead to heart failure by left to right shunt. And also
the incidence of endocarditis in these patients has increased so the
follow-up of the patients is significant.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının AraştırılmasıNezihe Yılmaz, Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş, Çiğdem Artuk, Fatmanur Çakmak
Araştırma makalesi ÖzetiAlt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of Respuratory Syncytıal Vurus (rsv) AntIbodIes In PedIatrIc PatIents WIth Lower RespIratory InfectIon
Respiratuvar Sinsityal Virus (Res-piratory Syncytial Virus-RSV) çocuklarda solunum yolları infeksiyonlarrnın sık hir sehehidir. Bu çalışmada, akut alt solunum yolları infeksiyonu tanısı almış 126 çocuk hastada RSV ye karşı se-rolojik cevap yönünden. spesifik Ig M ve 1g G an-tikoı-laı-ı indirekt Immünolloresans Antikor(1FA) tekniği ile tıı-aştırıldı. RSV-1g M ve RSV-1g G antikorları kan örneklerinde sırasıyla % 44.44 ve % 56.34 olarak saptandı.
Respiratory Syncytial Virus(RSV) is a fi-equent cause of respiratory tract infections in children. In this study. the serological response ta respiratory Syncytial Virus in 126 pediatric patients with lower respiratory infection was investigated hy 1ndirect immunolltıorescence Antibody(IFA) technique for spesific Ig M and 1g G. RSV- Ig M and RSV- 1g G antihodies vere detected in 44.44% and 56.34% of the hlood samples, respectively.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada AnesteziMehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu ÖzetiErcp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Beta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz AktivitesiHasan Cece, Alpay Çakmak, Sema Yıldız, Ekrem Karakaş, Ömer Karakaş, İsmail Toru, Ahmet Koç
Araştırma makalesi ÖzetiBeta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz Aktivitesi
CarotId IntIma-MedIa ThIckness And Paraoxonase ActIvIty In BetathalassaemIa Major ChIldren.
Bu çalışmanın amacı Beta talesemi majorlu (BTM) çocuk hastalarda paroksanaz (PON 1) ve karotis intima media kalınlığının(KİMK) arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. 50 BTM hastası (7.2±5.3 yıl, 34 erkek ve 16 kız) ve 35 kontrol (7.9±2.1 yıl, 23 erkek ve 12 kız) çalışmaya alındı. Tüm olgularda serum PON1 ve KİMK ölçüldü. Ortalama KİMK BTM li hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı artmıştı (P
The aim of this study was to research the relationship between the difference in carotid intima media thickness and paraoxonase (PON1) in beta-thalassaemia major (BTM) children. We recruited fifty BTM patients (7.2±5.3 years, 34 boys and 16 girls) and 35 controls (7.9± 2.1 years, 23 boys and 12 girls) consecutively. In all subjects, serum PON1 activity and CIMT were measured. Mean CIMT was significantly increased in BTM patients relative to controls (P
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonuFunda Gök, Alper Kılıçaslan, Mehmet Sargın, Alper Yosunkaya
Olgu sunumu ÖzetiÇocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
AmlodIpIne And Valsartan+hydrochlorothIazIde ToxIcIty In ChIld
Kalsiyum kanal blokerinin yüksek doz alımı ciddi klinik sonuçlara
ve ölüme neden olabilir. 13 yaşındaki çocuk hasta intihar amaçlı
yüksek doz amlodipin ve valsartan+hidroklorotiazid alımına bağlı
gelişen belirgin hipotansiyon nedeniyle yoğun bakım ünitemize alındı.
Sıvı, kalsiyum glukonat, dopamin, dobutamin ayrıca glukoz ve insülin
ile başarılı olarak tedavi edilerek ileri komplikasyonların gelişmesi
önlenen hasta, yoğun bakım ünitemizden 8 gün sonra sağlıklı olarak
taburcu edildi.
Intake of high doses of calcium channel blocker can cause serious
clinical consequences and death. A child patient at 13 years old was
admitted to the intensive care unit because of significant hypotension
due to high-dose amlodipine and valsartan+hydrochlorothiazide
intake aiming commit suicide. The patient successfully treated with
fluid, calcium gluconate, dopamine, dobutamine in addition to insulin
and glucose was discharged from intensive care unit after eight days
healthy by preventing development of further complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi DüzeyleriMeltem Energin, Ekrem Ünal, Ülkühan Kaya, Tamer Baysal, Yavuz Köksal, İsmail Reisli
Araştırma makalesi ÖzetiBir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
The InformatIon Levels Of The Mothers About DIarrhe, Whose ChIldren Have Been AdmItled To An UnIversIty HospItal
Amaç: İshal, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuk hastalıklarının ve ölümlerinin önde gelen nedenlerindendir. İshal sonucu olan dehidratasyon önlenmez ise ölüm ile sonuçlanabilir. Çocukların ishalden korunmasında ve dehidratasyon başlamadan yeterli sıvı ve elektrolitin yerine konmasında annelere önemli görevler düşmektedir. Gereç ve yöntem: Annelerinin ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkındaki bilgi düzeylerinin araştırılması amacıyla hastanemize başvuran hastaların annelerine ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkında sorular içeren anket uygulandı. Anket sonuçları annelerin sosyoekonomik düzeylerine ve eğitim durumuna göre değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaşları 17 ile 50 yaş (ortanca, 32 yıl) arasında değişen 250 anne katıldı. Annelerden 77’si (%30,8) gelir düzeyi yüksek iken, 98’i (%39,2) orta gelir düzeyine ve 75’i (%30) düşük gelir düzeyine sahipti. Annelerin yaklaşık yarısı ilkokul mezunu idi. Araştırma kapsamındaki 190 anne (%76) ishali çocuklar için öldürücü bir hastalık olarak görürken, en sık tercih edilen korunma yöntemi hijyene dikkat etmek olduğunu, annelerin %26,8’i korunma hakkında bilgisi olmadığını belirtti. Annelerin çocukları ishal olduğunda en sık tercihleri; sulu gıdalar vermek (%55,6) ve doktora götürmekti (%24,4). Ankete katılan annelerin %93,6’ sı çocukları ishal olduğunda sıvı gıdaları arttıracağını, %88,4’ü ise anne sütünün kesmeyeceklerini belirtti. Oral rehidratasyon sıvısını annelerin %76,4’ü biliyordu ve bu bilgiyi sıklıkla sağlık kurumu (%42) ve yayın organlarından (%18,8) öğrendiği saptandı. Yedi annenin (%2,8) ishalden çocuğunu kaybettiği öğrenildi. Sonuç: Yirmi birinci yüzyılda halen ishalden çocuk ölümlerinin olması nedeni ile gerek birinci basamak sağlık hizmetlerinde ve gerekse medyada eğitime zaman ayrılmalı ve anneler ishal konusunda bilinçlendirilmelidir. Ailelerin oral rehidratasyon sıvısına kolay ulaşması sağlanmalıdır.
Aim: Diarrhea is one of the most common causes of mortality and morbidity in childhood, especially in developing countries. Dehydration related to diarrhea can be mortal if it could not be prevented. Mothers play important role in preventing children from diarrhea and replacing fluid and elect rolytes before the dehydration. Material and Method: Information levels of the mothers about diarrhea and oral rehydration solution were extracted from an questionnaire form. The results of the questionnaire were investigated according to socioeconomic, educational levels of the mothers. Results: In the study, 250 mothers’ answers (ages varied 17 to 50-years-old, median; 32-years-old) were evaluated. Seventy-seven (30.8%) of the mothers were from upper-socioeconomic-class 98(39.2%) were from middle-socioeconomic-class, and 75 (30%)were from lower-socioeconomic-class. Approximately, half of the mothers were graduated from primary school. 190 (76%) of mothers pointed out that diarrhea is a mortal disease and the most common protection practice is to be aware of hygiene, whereas 26.8% of the participants remarked that they did not have any idea for protection from diarrhea. The most common method that the mothers choose when their children had diarrhea was juicy drinks (55.6%), and application to medical center (24.4%). 93.6% of the mothers remarked that they should increased intake of juicy drinks and 88.4% remarked that they did not stop breast feedings when their children had diarrhea. Oral rehydration solution was known by 76.4% of the participants, and this knowledge had been achieved from a medical center (42%) and broadcast media (18.8%). Seven of the mothers (2.8%) had a history of child death related to diarrhea. Conclusion: Since diarrhea still remains one of the most common causes of mortality in childhood in the twenty-first century, the mothers must be instructed, and much time must be allowed in primary medical center and media for education about diarrhea. Unlabored achievement to oral rehidration solution must be provided for the parents.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine EtkisiEmre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi ÖzetiGenel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kocaeli Bölgesinde Yaşayan Gebe Kadınlarda Hepatit B Ve C Seropozitiflik OranlarıBülent Çakmak, Ahmet Karataş
Araştırma makalesi ÖzetiKocaeli Bölgesinde Yaşayan Gebe Kadınlarda Hepatit B Ve C Seropozitiflik Oranları
Sero-PosItIvIty RatIos Of HepatItIs B And C In Pregnant Women LIvIng In KocaelI RegIon
Kocaeli bölgesinde yaşayan gebe kadınlarda hepatit-B ve hepatit-C seropozitiflik oranlarının belirlenmesi. Bu retrospektif çalışmaya İzmit Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne doğum (vajinal doğum, sezaryen) için başvuran 3756 gebe kadın alındı. Tüm gebelerde makro ELİSA yöntemi ile HBs-Ag, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV seropozitiflikleri araştırıldı. Veriler SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Çalışmaya alınan gebelerde HBs-Ag, Anti-HBs ve Anti-HCV seropozitiflik oranları sırasıyla %2.2 , %3.7 ve %0.3 olarak saptandı. Çalışmaya alınan hiçbir gebede Anti-HIV seropozitifliği saptanmadı. Kocaeli bölgesinde hepatit-B ve hepatit-C seropozitiflik oranları Türkiye’nin diğer bölgelerinde bulunan sonuçlarla benzerlik göstermektedir.
To determine the seropositivity ratios of hepatitis-B and hepatitis-C in pregnant women living in Kocaeli region. Three thousand seven hundred and fifty-six pregnant women who applied to Izmit Women and Child Health Hospital for delivery (vaginal delivery, cesarean) were included in this retrospective study. HBsAg, AntiHBs, Anti-HCV and Anti-HIV were detected by macro ELISA system in all pregnant women. Data were analysed with the SPSS statistical programme. Seropositivity of HBs-Ag, Anti-HBs and Anti-HCV were detected 2.2%, 3.7% and 0.3% respectively in pregnant. There were no pregnant women who have seropositivity with Anti-HIV. The results detected for seropositivity of hepatitis-B and hepatitis-C in Kocaeli region are similar to those found in other regions of Turkey.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi DeneyimiBirsen Uçar, Zehra Karataş, Zübeyir Kılıç
Araştırma makalesi ÖzetiÇoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Three Years ExperIence Of TranstelephonIc ElectrocardIography In ChIldren
Disritmilerin çoğunlukla aralıklı olarak ortaya çıkması nedeniyle, her zaman tespit edilmesi mümkün değildir. Transtelefonik elektrokardiyografi (TTE), disritmisi olan hastanın ritim sorunu olduğu anda elektrokardiyografi (EKG)’nin çekilerek telefon hattı ile hastaneye ulaştırılmasını sağlar. Bu çalışmada çocuklarda aralıklı olarak ortaya çıkan disritmilerin tanısını koymada ve izleminde TTE monitorizasyonun etkinliğini araştırmayı amaçladık. Mayıs 2003 - Mayıs 2006 yılları arasında pediatrik kardiyoloji polikliniğinde TTE ile değerlendirilen 121 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaşları 4 ay ile 18 yıl (12±4.4 yıl) arasında değişmekteydi. En sık başvuru şikayetleri çarpıntı (%42.1), göğüs ağrısı (%15.7), senkop (%5), çarpıntı ve göğüs ağrısı (%6.6), çabuk yorulma (%5) ve ilaç etkinliğini araştırma (%3.3) idi. Standart EKG’si normal olan 110 olgunun 21’inde TTE’de disritmi bulgusu saptanmıştı. Holter monitorizasyonu (HM) ile disritmi saptanmayan 25 olgudan üçünde TTE’de supraventriküler taşikardi saptandı. TTE kayıtlarının %24’ünde disritmi (11 olguda supraventriküler erken vuru, 7 olguda ventriküler erken vuru, 4 olguda sinuzal taşikardi, 3 olguda supraventriküler taşikardi, 2 olguda sinuzal bradikardi, 1 olguda sinuzal duraklama ve 1 olguda Mobitz tip I atriyoventriküler blok) saptandı. Transtelefonik EKG öncesi 4 hasta ilaç kullanmaktaydı. Daha önce tedavi almayan 10 hastaya (5’ine verapamil, 3’üne propranolol, 1’ine digoksin, 1’ine amiodaron) TTE kaydı sonucuna göre tedavi başlandı. Disritmi düşündüren semptomlarla başvuran ve standart EKG’de disritmi saptanmayan hastalarda disritminin saptanmasında HM’nin son derece yararlı ve invazif olmayan bir yöntem olduğu, TTE’nin ise HM ile saptanamayan bazı disritmilerin belirlenebilmesi, tedavisinin planlanması ve takibinde de yararlı olabileceği kanısına varıldı.
It is not possible to determine dysrhythmias at any time, because those may occur briefly and unpredictably throughout the day. Transtelephonic electrocardiography (TTE) allows arrival to the hospital by the phone line dysrhythmia at the time. The aim of this study was to evaluate the value of TTE in the diagnosis and treatment of dysrhythmias, especially seen intermittently, in pediatric patients. We retrospectively evaluated records of 121 children, followed-up in Pediatric Cardiology Unit between May 2003 and May 2006. The patients were age of between 4 months to 18 years (median age 12 ± 4.4 years). The most common presenting symptoms were palpitation (42.1%), chest pain (15.7%), palpitation together with chest pain (6.6%), syncope (5%), easy fatigability (5%) and also the research of drug efficiency (3.3%). The dysrhythmia findings were determined on TTE in 21 of 110 cases whose standard electrocardiographies were normal. On TTE, supraventricular tachycardia was observed in three of 25 patients with normal HM. The dysrhythmia was detected in 24% of TTE records (supraventricular extrasystoles, ventricular extrasystoles, sinusal tachycardia, supraventricular tachycardia, sinus bradycardia, sinus tachycardia, sinus pause, Mobitz type I atrioventricular block were detected in 11, 7, 4, 3, 2, 1 and 1 cases, respectively). Four patients were using drugs (verapamil in 3 and propranolol in 1) before TTE recordings. According to the TTE records, medical treatments were started in 10 patients with previously untreated (verapamil in 5, propranolol in 3, digoxin in 1 and also amiodarone in 1). Eventually, we suggest that HM is a usefull, reliable and non-invasive diagnostic method for the detection of dysrhythmias in patients with dysrhythmia suggestive symptoms and normal ECG. Additionally, TTE should be used in follow-up and treatment of the patients with some dysrhythmias, even undetectable with HM.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Acile Başvuran Hastaların ÖzellikleriMehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Hakan Çoban, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Acile Başvuran Hastaların Özellikleri
The Features Of The UnIt Of ChIld Emergency And Its PatIents
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Birimine 1 Ocak 1998 -31 Aralık 1998 tarihleri arasında 14.941 hasta başvurdu. Başvuru nedenleri arasında ilk sırada enfeksiyon hastalıkları (% 48.4) gelmekte olup, bunların da % 23'ü üst solunum yolları enfeksiyonu idi. Acil birimine getirilen çocukların % 52'si gerçek acil, % 11'i acil olduğu düşünülerek getirilenler ve % 37'sini acil olmayan hastalar oluşturdu. Hastaların en çok kış mevsiminde ve ocak ayında, günün vardiyasına göre dağılımı incelendiğinde en çok 8°0-16°0 nöbetinde, yaş gruplarına göre de en çok 5-12 yaş grubunda getirildikleri görüldü. Nüfusunun yaklaşık yarısını çocuk ve ergenlerin oluşturduğu ülkemizde, Çocuk Acil Servisi Sistemleri, iyi organize edilerek yaygınlaştırılırsa Çocuk Acil Birimlerinde verilen hizmetin ka litesi artacaktır.
14.941 patients applied for the Emergency Service of Department of the Medical Faculty of the Selçuk University betvveen 1st January 1998 and 31 st December 1998 Infection diseases were the most common problem, ac- counting 23% of ali upper respiratory infection diseases and accounted 48.4% of ali infection diseases. 52% percent of the children admitted to the emergency service were real cases and 11% percent of the children vvere those who vvere supposed to be real cases and 37 % percent the children vvere not real cases. Patients vvere mostly admitted to the emergency clinic in winter, especially in January and betvveen 8 a.m. and 4 p.m. According to their age levels, They were mostly betvveen at the age level of 5-12 years. If Emergency Medicine Services can be well organised and extended in our country vvhose half of population is children, the Standard of quality in the Units of Children Emergency will be increased.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının AraştırılmasıMehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Murat Günaydın, Ümran Çalışkan, O Seyfi. Şardaş, A. Zeki Şengil, Doğan Çiftçi, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiLösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegalovIras (c:a.1v) Iga.1 And 1gg AntIbodIes In Lett-MIe And Lymp Fr Om A PatIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi ibn-i Sina Hastanesi Hematololi-Onkoloji Kliniklerinde yatan lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alman kan örneklerinde Cyzoınegalovirus 1g/U ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELİSA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 Iösemi ve 33 lenfoma hastalarında bulunan sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 7'si (%10.15), lenfomalı hastaların (%3.03) CMV-IgM bakımından seropozitifıi. CMV-1gG seropozitifligi ise lösemili has-taların 35'ınde (%50,72), lenfornalt hastaların I3'ünck (%39.39) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda ise CMV-IgA1 seropozitilligi I hastada (%2), CMV-IgG se.ropozinfligi ise 25 hastada (%50) sap-tanmıştır. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan T.•inde (%6.25) L.1,1V-IgM, 13 hastada (%40.63) CMV-1gG antikorları saptanmıştır. Sitostalik kernoterapi uygulanan hastalardan 6'sında (%8.75) CMV-1gM, 35'inde (%50) CMV-IgG antikorları pozitif bulunmuştur. olarak; kontrol gruba göre löserni hastalarında CA1V-IgM seropozit‘lli,s,;i anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Lenforna hasta-larında ise fark yoktu (p>0.05). IgG antikorları bakımından ise lösemi ıre tenroma hasialartyla nor-mal kontrol grup arasında fark bulunamadı (p>0.05). sitostaıik ilaç alan ha,vialarla olmayanlar arasında da fark yoktu (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lympho,rıa patients tit ho were ıreated in Internal Medicine pediatric Clinic of Selçuk University Medical Faculty and Ilematology Clinic of İbn-İ Sina Hospital of Ankara University. CMV-IgM and 1gG antibodies were investigated with the enzyrne-linked immunosorbent assay (ELİSA) rnethod on the blood saınples, The serologic examinations were made in Alicrobiology ELİSA taboratory of Selçuk University Medical Faculty. The finding.s- in 69 leukernic and 33 iyınphoma patients compared tere control group. CA1V-IgM seropositivity was found in 7 lebtkernic palienis (10.15%) and 1 lyınphoırıa patienı (3,03%). CMV-1gG seropositivity waz found in 35 leukeınic patients (50,72%) and 13 lymphoına patients (39,39%). CMV-IgM sero-positivily of control group was found in 1 patient (2';;> and CMV-1gC sepropositivity was found in 25 patients (50%, seropositivity wa? Pyr,nd in 2 paıienis (6.25[70) and CMV-IgG in 13 pa-tients (40.63%) 'vere not (reale(' with cyto(atic ::-1ceıno0;crapy. scropositivily was
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane EnfeksiyonlarıHasan Koç, Hızır Yılmaz, İsmail Reisli, Mustafa Altındiş, Hüseyin Altunhan, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiYenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane Enfeksiyonları
NosocomIal InfectIons At Newborn IntensIve Çare UnIt
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları yenidoğan ünitesine 1992-1996 yılları arasında yatırılan 4468 çocuk hastanın 236’sında(% 5.2) hastane enfeksiyonu saptandı. Bu enfeksiyonların 169’u (%71.6) prematüre bebeklerde, 67’si (%28.4) ise matür bebeklerde gelişmiştir. Matür bebeklerde enfeksiyon gelişme oranı % 2.2 iken, prematürelerde % 11.5 idi. Hastane enfeksiyonlarından sepsis (% 73.1) en sık görülürken, menenjit %19.3, pnomoni %3.4 ve diğer enfeksiyonlar %4.2 oranında tesbit edildi. Değişik vücut sıvılarından alınan kültürlerden 32’sinde bakteri üretilebildi (%13.5). Etkenler arasında Klebsiella spp. 9(%28.1), Escherichia coli (E.coli) 8(%25.0) olarak saptandı. Hastane enfeksiyonlarından ölüm oranı pnömonide %87.5, sepsisde %61.5, menenjitte %8.7 ve diğerlerinde %40.0 bulundu. Genel olarak hastane enfeksiyonlarının %51.6’sı ölüm ile sonuçlandı.
236 (5.2%)nosocomial infections were detected in 4468 patients hospitalised in our newborn unit in Medical Fa- culty, Selçuk University between 1992 and 1996. 169 (71.6 %) of the infections detected were in prematüre ba- bies while 67 (28.4%) of them in mature babies and that numbers corresponded 11.5 percent and 2.2 res- pectively. The most common infection was sepsis (73.1%) and others such as menengitis (19.3%), pneumonia (3.4%) and others (4.2%) followed it. At least one microorganism growed in 32 (13.5%)specimens obtained from various body fluids. 9 (28.1%) of the miroorganisms were Klebsiella spp. and 8 (25.0%) of were E.coli Mortality rates of the infections were 87.5% for pneumonia, 61.5% for sepsis, 8.7% for menengitis and 60.0% for others, which corresponded an average mortality rate of 51.6 %.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları SeropozitifliğiMehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Dursun Odabaş, O Seyfi. Şardaş, Murat Günaydın, Doğan Çiftçi, A. Zeki Şengil, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi ÖzetiLösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları Seropozitifliği
Toxoplasma Ig M And Kg G AntIbody SeroposItIvIty Tn LeukeınIe And Lymphoma PalIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi İbn-i sina Hastanesi Hematoloji Kliniklerinde Tedavi gören lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alınan kan örneklerinde toxoplasma-IgM ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELISA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 lösemi ve 33 lenfoma hastasında bulunan sonuçlar kontrol grubu sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 3'4 (904.35), lenfomalı hastaların 2'si (%6.06) toxoplasma-lgM bakımından seropozitifti. Toxoplasına IgG seropozitifli6'ii ise lösemili hastaların 34'ünde (%49.28), lenfomalı hastaların 14'ünde (%42.42) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda toxoplasma IgM seropozitifliğine rastlanmazken, 24 hastada (%46.0) toxoplasma IgG seropozitifligi saptandı. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan 1 hasta-da (%3.13) toxoplasma IgM, 14 hastada (%43.75) toxopla. sına IgG seropozitifligi saptandı. Sitostalik keınoterapi alan 4 hastada (%5.71) toxoplasma IgM, 34 hastada (%48.57) toxoplasma IgG seropozitifligi bulundu. İstatistiki olarak kontrol gruba göre lösemi ve lenfoına hastalanda toxoplasma IgM seropozitifligi anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). toxoplasma IgG bakımından ise löserni ve lenfoma hastalartyla kontrol grup arasında fark yoktu (p>0.05). Sitostatik ilaç alanlarla olmayanlar arasında da fark bulunamadı (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lymphoma patients who were treated in internal Medicine Clinic, pediatric Clinic of Selçuk University and Ileınatolog,y Clinic of İbn-i sina Hospital of Ankara University. toxoplasma IgM and IgG antibodies were investigated with the enzyme-linked immuno-sorbent assay (ELISI%) ınethod on the blood saınples. The serologic examination was made in Micro-biology ELISA laboratory of Selçuk University. The findings in 69 leukemic and 33 lymphorna pa-tients cornpared with the control group. toxoplasma IgM seropositivity was found in 3 leukemic patients (4.35%) and 2 lyrrıphorna patients (6.06%). Toxoplasma IgG seropositivity was found in 34 leukeınic patients (49.28%) and 14 lyrrıphorna patients (42.42%). Toxoplasma IgG seropositivity of control group was found in 24 patients (46%). Alt control pers-ons were seronegative for toxoplasma IgM antibody. Toxoplasına 1gM seropositiVity was found in 1 patients (3.13%) and IgG in 14 pa-tients (43.75%) who were not treated with cylostatie chemodıerapy, toxoplasma IgM seropositivity was found in 4 patients (5.71%) and IgG in 34 patients (48.57%) in the patients who were treated
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı TedavısıAbdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırıgı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç has-tada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschner-wire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı TedavısıAbdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırığı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç hastada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschnerwire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A SıklığıMeltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Frequency Of HepatItIs A In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları genel polikliniğine çeşitli nedenlerle getirilen 2-16 yaş arası çocuklarda Hepatit A virüsü seropozitişik oranlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2005- Haziran 2006 tarihleri arasında çocuk kliniğine başvuran 345 hasta çalışmaya alındı. Çocuk hastalar 2-6, 7-11 ve 12-16 yaş olmak üzere üç gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ELISA yöntemi ile anti-HAV Ig M ve Ig G çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Anti-HAV Ig M ve Ig G pozitişiği sırasıyla % 1.4 ve % 28.7 olarak saptandı. Çalışmaya katılan olgular yaş gruplarına göre incelendiğinde, okul çağı çocuklarda okul öncesi çocuklara göre seropozitişiğin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Okula başlama ile birlikte çocuklarda Hepatit A seropozitivitesinde belirgin artış saptanması nedeniyle okul öncesi dönemde aşılanma önerilmelidir.
Aim: In this study, we aimed to evaluate the ratio of hepatitis A seropositivity in patients who applied to the outpatient clinics of of Pediatrics in Meram Medical Faculty of Selcuk University. Material and Method: 345 patients who applied to our outpatient clinics between December 2005 and June 2006 were included in the study. These children were divided into three groups as 2-6, 7-11 and 12-16 years, respectively. AntiHAV Ig M and Ig G were studied in all patients using ELISA method. The statistical analysis of the results was evaluated according to SPSS 10.0 program. Results: Positivity of anti-HAV Ig M and Ig G were found as 1.4 % and 28.7 %, respectively. When compared, hepatitis A seropositivity was significantly higher in children of school age than children under school age. Conclusion: Because hepatitis A seropositivity in children increases significantly with school age, vaccination should be recommended before school age.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Holt-Oram SendromuHamiyet Pekel, Hidayet Durmaz
Araştırma makalesi ÖzetiHolt-Oram Sendromu
Holt-Oram Syndrome
İskelet ve kardiovasküler anomali ile ilgili Holt-Oram Sendromlu ve içe kayması olan erkek bir çocuk hasta sunuldu. Hastada; her iki kolun hipoplazik, sağ elde üç parmak, sol elde dört parmak, atrioseptal defekt ve gözlerde 35 prizm diopri içe kayma olduğu tespit edildi. Pedigri incelenmesinde, annede ortaya çıkan ilk mulasyon ile yorumlandı.
A maIe child who had a skeletal and cardiovascular anomaly relaled with Synrome and esotropia was presented. On !his palient following symptoms were observed; bilaterally hypoplasique arm, 3 fingers on the right and 4 flngers on the left hand, arrioseptal defect and on the. eye 35 prisin diopri esoıropia, in the pedigri, tl was stated that was a first mutation occurred in mother.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın DeğerlendirilmesiOsman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiGöğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler BulgularNilüfer İlhan, Esra Ayhan Tuzcu, Özgür İlhan, Mutlu Cihan Dağlıoğlu, Mesut Coşkun, Nesrin Atçı, Işıl Davarcı, Cahide Yılmaz
Araştırma makalesi ÖzetiNörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Ocular FIndIngs Of ChIldren WIth Neurocutaneous DIsorders
Nörofibromatozis tip 1 (NF 1) ve tuberoskleroz (TS) tanısı ile takip
edilen çocuklarda oküler bulguların sunulması amaçlandı. Çalışma
pediyatrik nöroloji kliniğinden konsültasyonla göz kliniğine gönderilen
31 çocuk hasta üzerinde prospektif olarak yürütüldü. NF1 tanılı 22
olgunun 16’sı (%72.7) erkek, altısı (%27.3) kız olup yaş ortalamaları
9.9±4.2 (3-16 yıl) idi. TS tanılı 9 olgunun 2’si (%22.2) erkek, 7’si
(%77.8) kız iken yaş ortalamaları 5.5±3.6 (1.5-12 yıl) idi. Snellen
eşeline koopere olabilen NF 1’li 20 hastanın sağ göz ortalama görme
keskinliği 0.93±0.14 (0.4-1.0), sol gözde ise 0.94±0.14 (0.4-1.0) iken,
TS’li 7 hastanın sağ göz ortalama görme keskinliği 0.84±0.22 (0.4-
1.0), sol gözde ise 0.85±0.19 (0.5-1.0) idi. NF 1’li çocuklarda %40.9
miyopi, %4.5 hipermetropi, %18.1 astigmatizma; TS’li çocuklarda ise
%11.1 miyopi, %22.2 hipermetropi, %11.1 astigmatizma saptandı. NF
1’li bir olguda keratokonus nedeniyle vizyon bilateral 0.4 iken TS’li
bir olguda hipermetropik astigmatizma nedeniyle vizyon sağ gözde
0.4, sol gözde 0.5 idi. NF 1’li tanılı olguların 14’ünde (%63.6) iriste
Lisch nodülü tespit edildi. Bilateral optik gliom saptanan 5 (%22.7)
hastanın yaşları ortalama 7.6±4.4 yıl arasında değişmekteydi.
Tümörlerin hepsi intraorbital yerleşimli olup olgular asemptomatikti.
Optik gliom dışında olgulardan birinde (%4.5) bilateral miyelinli sinir
lifleri, birinde (%4.5) geçirilmiş beyin ameliyatı nedeniyle gelişen
bilateral optik atrofi saptandı. TS’li dokuz çocuktan birinde (%11.1)
iriste sektöryel hipopigmentasyon mevcuttu. Oküler bulguların sık
görüldüğü bu hastalıklarda detaylı oftalmolojik muayene önem arz
etmektedir. Refraksiyon kusuru ve optik gliom açısından hastalar
mutlaka göz hekimleri tarafından değerlendirilmelidir.
Ocular findings in children with neurofibromatosis type 1 (NF 1)
and tuberous sclerosis (TS) are presented. The study was conducted
prospectively and comprised 31children who were referred from
pediatric neurology clinic to the ophthalmology clinic. Sixteen of 22
patients with NF1 (72.7%) were male and 6 (27.3%) were female and
the mean age was 9.9 ± 4.2 (3-16 years). Two of 9 patients with TS
(22.2%) were male and 7 (77.8%) were female, the mean age was 5.5
± 3.6 (1.5-12 years). Twenty of children with NF1 had cooperation to
the snellen chart, the mean visual acuity of the right and left eye were
0.93 ± 0.14 (0.4-1.0) and 0.94 ± 0.14 (0.4-1.0), whereas the mean
visual acuity of 7 patients with TS was 0.84 ± 0.22 (0.4-1.0) at the
right and 0.85 ± 0.19 (0.5-1.0) at the left eyes. Percentages of myopia,
hyperopia and astigmatism in children with NF 1 were 40.9%, 4.5% and
18.1%, respectively. Percentages of myopia, hyperopia, astigmatism
in children with TS were 11.1%, 22.2% and 11.1%, respectively. In a
NF 1 patient with keratoconus, his visual acuity was 0.4. Also another
patient with TS had diminished visual acuity of 0.4 at the right eye
and 0.5 at the left eye because of hyperopic astigmatism. Iris Lisch
nodules were detected in 14 (63.6%) of children with NF 1. Five
cases (22.7%) had bilateral optic glioma, the mean age was 7.6 (3-15
years). All tumors were located at intraorbital and the patients were
asymptomatic. Except optic glioma, it was found out that one patient
(4.5%) had bilateral myelinated nerve fibers and the other one (4.5%)
had bilateral optic atrophy due to previous neurosurgery. Sectorial
iris hypopigmentation was determined in one (11.1%) of nine children
with TS. Detailed ophthalmic examination has a great importance
in patients with TS and NF 1 because of ocular findings which are
commonly seen. Patients should be evaluated by ophthalmologists in
terms of refractive error and optic glioma.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B SıklığıMeltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Frequency Of HepatItIs B In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Hepatit B virüsü enfeksiyonunun ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olmasından yola çıkarak, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne çeşitli nedenlerle getirilen çocuklarda Hepatit B virüsü ile karşılaşma oranını saptamak ve seronegatif çocukların aşı programına katılımını sağlamaktı. Gereç ve Yöntem: Temmuz-Aralık 2005 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne sarılık dışı nedenlerle getirilen 3 ay-18 yaş arasında 297 çocuk çalışma kapsamı na alındı. Çalışma kapsamındaki çocuklar 3 ay-7 yaş ve 8-18 yaş olmak üzere iki gruba ayrıldı. Araştırma kapsamına giren çocukların anne ve babalarından izin alındıktan sonra, her çocuktan 3 cc venöz kan örneği alındı. Hepatit B virüsünün serolojik belirleyicileri Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuarı’nda Enzyme-Linked Immunosorbent Assay yöntemi ile çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 297 çocuğun 143’ünde (% 48,1) anti-HBs pozitişiği saptandı. Bu çocuklardan 117’si (% 81,8) aşılı, 26’sı (% 17,5) hepatit B enfeksiyonu geçirmiş idi. Çalışmaya alınan 297 çocuğun 5’inde (% 1,6) HBsAg pozitişiği saptandı. Yaşlara göre aşılanma oranları sırasıyla 3 ay-7 yaş grubunda % 66,4, 8-18 yaş grubunda % 11,0 idi. Tüm çocuklardaki aşılanma oranı ise % 39,3 olarak bulundu. Sonuç: Hepatit B aşısı ulusal aşı programımızda uygulanmasına rağmen, bölgemizdeki anti-HBs seropozitişik oranlarımız henüz istenen düzeylere ulaşmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda, bölgemizdeki çocuklarda Hepatit B aşılanmasının önemi hakkında halkı bilgilendirmede yetersiz kalındığı vurgulanarak, bu noktada biz hekimlere düşen görevin önemine dikkat çekilmiştir.
Aim: Hepatitis B virus infection is a very important health problem in our country. In this regard, we evaluated the children who were inspected in our outpatient clinics for Hepatitis B virus seropositivity. We aimed to join the children who were seronegative in the immunization program. Material and method: A total of 297 children between the ages of 3 months and 18 years who were inspected in the General Pediatric Outpatient Clinics of Meram Medical Faculty except for jaundice between July 2005 and December 2005 were evaluated. The children were divided into two groups as 3 months-7years and 8-18 years. After getting permission from parents, 3 cc venous blood samples were collected from all of the children. The serological markers of Hepatitis B virus were studied by Enzyme-Linked Immunosorbent Assay Method in the microbiology laboratories of Meram Medical Faculty. The statistical analysis was performed by SPSS 10.0 program. Results: Anti-HBs positivity were found in 143 ( 48,1 %) of 297 children. One hundred seventeen (81,8 %) of those children were vaccinated while 26 (17,5 %) of them had experienced the infection. Five children (%1,6) had HBsAg positivity. The ratios of children who were vaccinated were 66,4 % in 3 months-7years group and 11,0 % in 8-18 years group, respectively. The ratio of children who were vaccinated was 39,3 % in all children. Conclusion: Although Hepatitis B vaccination is a part of our National Immunization Program, the seropositivity of our region is not as much as it is expected. In this study, we found that the people in our region are not well-informed about the necessity of vaccination against Hepatitis B virus infection, and attention is called to the importance of our job in this point.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Endometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun AnaliziBülent Çakmak, Ahmet Karataş, Gupse Turan
Araştırma makalesi ÖzetiEndometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun Analizi
Results Of Our EndometrIal SamplIngs: AnalysIs Of 400 Cases
Bu çalışmanın amacı Endometrial örnekleme yapılan olgularda, endikasyonlar ile histopatolojik sonuçlar arasındaki ilişkinin araştırılması. Bu retrospektif çalışmaya İzmit Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne 2011 yılı içerisinde başvuran ve endometrial örnekleme yapılan 400 olgu alındı. Veriler hasta dosyalarından ve patoloji arşivinden elde edildi. Endometrial örnekleme endikasyonları, menometroraji, postmenopozal kanama, histerektomi öncesi myoma uteri ve servikal polip olarak gruplandırıldı. Sonuçlar SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Olguların yaş ortalaması 46.4 ± 8.3 yaş idi. Endometrial örnekleme endikasyonları sırasıyla menometroraji (%62.3), postmenopozal kanama (%22), histerektomi öncesi myoma uteri (%9.5) ve servikal polip (%6.2) idi. Menometroraji grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 139 (%55.8), endometrial hiperplazi 23 (%9.2) ve endometrial adenokarsinom 1 olguda (%0.4) saptandı. Bununla birlikte, postmenopozal kanama grubunda atrofik endometrium 48 (%54.5) ve adeno karsinom 6 olguda (%6.8) saptandı. Histerektomi öncesi myoma uteri grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 27 olguda (%71) saptanırken adenokarsinom hiçbir olguda saptanmadı. Servikal polip grubunda ise endometrial polip 10 olguda (%40) saptandı. Endometrial örneklemenin, postmenopozal kanama ve servikal polip saptanan olgularda yapılmasının, ancak menometroraji ve histerektomi öncesi myoma uteri olgularında daha seçici davranılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir
Aim of the recent study is to evaluate the relationship between endometrial sampling indications and histopathological results. Four hundred women who applied to Izmit Maternity and Child Health Hospital, and had endometrial sampling in 2011 were included in this retrospective study. Data was retrieved from patient’s files and pathology archives. Patients were grouped as menometrorrhagia, postmenopausal bleeding, pre-hysterectomy for myoma uteri and cervical polyp. Data was analyzed with a statistical processing program (SPSS). The mean age was 46.4±8.3 years. Indications of endometrial sampling were menometrorrhagia (62.3%), postmenopausal bleeding (22 %), pre-hysterectomy for myoma uteri (9.5%) and cervical polyp (6.2%), respectively. Of all the cases, 139 (55.8%) had menometrorrhagia with proliferative/secretory endometrium, 23 (9.2%) had endometrial hyperplasia and 1 (0.4%) had endometrial cancer for diagnosis. However, in postmenopausal bleeding group, 48 (54.5%) had atrophic endometrium, and 6 cases (6.8%) were diagnosed for endometrial adenocarcinoma. In prehsyterectomy for myoma uteri, 27 (71%) had proliferative/secretory endometrium, and no adenocancer was diagnosed. In cervical polyp group, 10 cases (40%) had endometrial polyps for diagnosis. General speaking, endometrial sampling should be applied in cases with postmenopausal bleeding and cervical polyps, but a more selective treat should be conducted in cases with menometrorrhagia and prehysterectomy for myoma uteri
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik ÖzellikleriTamer Çelik, Remziye Eke, Ümit Çelik
Araştırma makalesi ÖzetiFebril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
The ClInIcal CharacterIstIcs Of ChIldren WIth HospItalIzed For FebrIle SeIzures
Febril nöbetler, 6-60 ay arasındaki ateşli çocuklarda, öncesinde afebril bir nöbet öyküsü, veya santral sinir sistemi enfeksiyonu olmaksızın ortaya çıkan nöbetlerdir. Bu çalışmada, Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’ne febril konvülziyon nedeniyle yatırılan hastaların demografik ve klinik özellikleri gözden geçirilmiştir. Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında AEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğine yatırılan febril konvülziyon tanısı almış 56 çocuk hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS Windows 16.0 paket programı kullanıldı. Hastaların 23’ü (%41.1) erkek, 33’ü (%58.9) kız olup yaş ortalaması 26.8 ay, yatış süresi ortalama 3.5 gün idi. 44 (%78.6) hastada ateş odağı üst solunum yolu enfeksiyonu, 6 (%10.7) hastada alt solunum yolu enfeksiyonu, 2 (%3.6) hastada akut otitis media, 1 hastada (%1.8) idrar yolu enfeksiyonu, 1 hastada (%1.8) akut gastroenterit, 1 hastada (%1.8) el-ayak-ağız hastalığı, 1 (%1.8) hastada roseola infantum idi. İki (%3.6) hastaya lomber ponksiyon yapıldı, bu hastaların birinde aseptik menenjit saptanırken, diğeri normal olarak değerlendirildi. Olgulardan 34’ü (%60.7) birinci atak, 12’si (%21.4) ikinci atak, 5’i (%8.9) üçüncü atak, 5’i (%8.9) tekrarlayan (>3) ataklar ile başvurmuştu. İlk atak ile gelen hastaların 4’ünde (%7.1) 24 saat içinde tekrarlayan nöbetler görüldü. Olgulardan 4’ü (%7.1) kompleks febril nöbet olup bir hastada (%1.8) febril status epileptikus mevcuttu. Çalışmamızda da olduğu gibi, febril konvülziyonların çoğu basit tipte olup, prognozları iyidir ve çoğu basit viral enfeksiyonlara bağlıdır.
Febrile seizures are seizures that occur in febrile children between the ages of 6and 60 months who do not have an intracranial infection, or history of afebrile seizures. In this study, the children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures in Antalya Education and Research Hospital (AEAH) were reviewed. 56 children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures between September 2011- January 2012 in AEAH were analysed retrospectively. Analyses were performed using SPSS 16.0 version. 23 patients (41.1%) were male, 33 (58.9%) were female , mean age was 26.8 months, mean duration of hospitalized days were 3.5 days. Fever source was upper respiratory tract infection in 44 (78.6%) patients, lower respiratory tract infection in 6 (10.7%), acute otitis media in 2 (3.6%), urinary tract infection in 1 (1.8%), acute gastroenteritis in 1 (1.8%), hand–foot-mouth disease in 1 (1.8%), roseola infantum in 1 (1.8%) patient. Lumbar punction was done in 2 (3.6%) patients, one of them had aseptic menengitis and other had normally cerebrospinal fluid findings. 34 (60.7%) patients had first attack, 12 (21.4%) had second, 5 (8.9%) had third and 5 (8.9%) had more than three attacks. 4 (7.1%) patient’s seizures who had first febrile attack occured more than once in a 24 hour period. 4 (7.1%) patients had complex febrile seizures, 1 (1.8%) patient had febrile status epilepticus. These results suggest that most febrile seizures are simple, good prognosis and mostly causes of fever is upper respiratory tract infection.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic PitfallsSameera Rashid, Mohamed Meerasahib Kesudeen, Mohammed Abulaban, Adham Ammar
Olgu sunumu ÖzetiAngiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
AngIomatoId FIbrous HIstIocytoma: A Rare EntIty WIth RecognIzed DIagnostIc PItfalls
Anjiomatoid Fibröz Histiyositoma (AFH), nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür ve düşük nüks ve metastaz oranlarına sahiptir. AFH, nüksleri rapor eden bazı çalışmalarla revize edilmeye devam etse de şimdiye kadar teşhis kriterleribelirsizlğini korumaya devam etmektedir. Nadir bir tümör olması sebebiyle de tanı genellikle gecikmektedir. Biz bu makalede atipik histoloji, immünprofil ve genetik test sonuçlarına sahip 10 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Atipik görünümleri nedeniyle teşhis sürecinde Almanya Heidelberg Hastanesi ve Philadelphia Çocuk Hastanesinden fikir danışılan olgunun nihai tanısı Brigham Kadın Hastanesi tarafından doğrulandı. Bu makalede ayrıca tanıyı tartıştık.
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma (AFH) is a rare soft tissue tumour of indeterminate differentiation usually occurring in children and young adults with low rate of metastasis and recurrence. AFH continues to be revised with various studies reporting recurrences but up till now, the diagnostic criterion remains unclear with pathologists relying mainly on Enzinger’s description and immunohistochemistry. Adding to the fact that it is a rare tumour, diagnosis usually is delayed. We present a case of a 10 year old male with AFH with atypical histology, immunoprofile and genetic testing. Opinions were sought from Heidelberg hospital Germany and Children Hospital of Philadelphia which had contrasting views regarding the diagnosis, which was finally confirmed by Brigham and Women’s hospital, Boston. We review literature and discuss the possible differential diagnosis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin DeğerlendirilmesiHayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi ÖzetiEnfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden YararlanmaFaruk Öktem, Said Bodur, Aziz Polat, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
An OvervIew On ServIce Referral For PedIatrIc Care At Selçuk UnIversIty Faculty Of MedIcIne
Çalışma, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesi çocuk polikliniğine 18-22 Kasım 1991 tarih-lerinde başvuran 222 hastanın refakatçileri ile görüşülerek yapıldı. Hastaların % 71 'inipüniversite hasranesini birinci basamak, ancak % 171sinin ü-çüncü basamak tedavi hizmeti almak için kullandığı görüldü. Üçüncü basamak başvurularda daha çok yalnız babalann refakat ettiği ve 0-6 yaşlarındaki hastalarda daha yüksek oranda olmak üzere polik-liniğimize erkek çocukların daha fazla getirildiği gözlendi (p<0.05). Çocuk hasta başvurularını, ö-zellikle sevkli hastalarda, haftanın son günlerine doğru azaldığı (p>0.05), ailelerin üçüncü ve daha sonraki çocuklarının her basamak için hizmetten daha az yararlandığı (p>0.05) belirlendi. Birinci basamak 'sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi„sos-yal güvencesi olsun. olmasın hastaların kademeli sevk sistemi içinde üniversite hastanelerinden ü-çüncü basamak tedavi hizmetin' almak üzere yarar-lanmasını sağhvacak düzenlemelerin yapılması, hem toplumun hem de sağlık kuruluşlarının yararına olacağı kanısındayiz.
This study was iınplemented on patients' parents or relatives who brought their children to the Polyc-clinic of Departmant of Pediatrics in Faculty of Me-dicine, Selçuk University between 18 and 22nd of November 1991. 1n this study it was observed that only 17 percent of patients had applied for tertiarv care wlüle 71 percent of diem had came for primarv care. Patients applying for tertiary care were usually brought to the hospital by their fathers and male pa-tients more in number and relatively higher in 0-6 age group (p<0.05). It was also observed that number of patients, e.specially of those referred, decreased to-wards weekend (p>0.05) and parents were utilizing less health service in each level of care for their third and more childs (p>0.05). We believe that it will be more usefid for both community and health organi-zations ta make primary health care services more effective and such regulations, in which university hospitals, vvithoıtt taking care of patients social insu-rance guarantees, just can be used for tertiary health care services a step-by-step referral system.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik RinitRecep Keşli, Yusuf Baran, Sermin Selver Serinkaya, Pınar Karabağlı, Mesut Sabri Tezer
Olgu sunumu ÖzetiÇocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik Rinit
AtrophIc RhInItIs PosItIve WIth ActInomyces NaeslundII In A ChIld PatIent
Atrofik rinit nazal mukozanın ve konkaların atrofisi, yapışkan ve kötü kokulu sekresyon, krut oluşumu, nazal kavitede genişleme ve paradoksal nazal konjesyonla seyreden nadir görülen kronik bir enfeksiyondur. Primer ve sekonder formları tarif edilmiştir. Primer atrofik rinit daha önce sağlıklı bir burunda gelişirken sekonder atrofik rinit sıklıkla geniş sinüs cerrahisi, nazal travma, kronik granülomatöz hastalıklar sonrası gelişmektedir. Olgunun yapılan fizik muayenesinde anterior rinoskopide nazal kavitede yaygın krut ve pürülan, sarı-koyu yeşil akıntı tespit edildi. Burun akıntısı materyalinden yapılan aerop kültürde otomatize bakteri tanımlama ve duyarlılık sistemi (Phoenix 100) ile Klebsiella ozaenae, Stapylococcus aureus; aneerop kültürde ise Actinomyces naeslundii tanımlandı. Klebsielle ozaenae sadece ampisiline dirençli test edilen diğer bütün antibiyotiklere duyarlı ve genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) negatif bulundu. Staphylocccus aureus sefazolin, klindamisin, eritromisin, fusidik asit, meropenem, oksasilin, penisilin G ve ampisiline dirençli bulundu. Actinomyces naeslundii ise E-test metodu ile metronidazole dirençli, moksifloksasin ve meropeneme duyarlı, beta-laktamaz testi negatif olarak bulundu. On yaşında erkek hastada gelişen atrofik rinit klinik, mikrobiyolojik ve patolojik özellikleri ile sunularak konu ile ilgili literatür eşliğinde tartışıldı.
Atrophic rhinitis is a rarely witnessed inflamatory and chronic infection characterized by the atrophy of nasal mucosa and conchas, nasal crusting with bad smell and the enlargement of the nasal space with paradoxical nasal congestion. Primary and secondary forms of atrophic rhinitis are well-established. While primary atrophic rhinitis occurs in a previously healthy nose, secondary form frequently occurs following extensive sinus surgery, nasal trauma and chronic granulomatos diseases. On the physical examination of the case during anterior rhinoscopy, common crut and purulent, yellowish-dark green discharge were determined in nasal cavity. Klebsiella ozaenae and Staphylococcus aureus in aerobic culture with automated bacteria identification and susceptibiltiy testing system (Phoenix 100) and Actinomyces naeslundii in anerobic culture were yielded. Klebsielle ozaenae was found to be resistant only to ampicillin and was susceptible all the other tested antibiotics, and expanded spectrum beta-lactamase (ESBL) was negative. Staphylocccus aureus was found to be resistant to cefazolin, clindamycin, erythromycin, fucidic acid, meropenem, oxacillin, penicillin G and ampicillin. Actinomyces naeslundii was found to be resistant to metronidazole; susceptible to moxifloxacin and meropenem, with E-test method and beta lactamase test was negative. Presenting atrophic rhinitis in a 10-year-old male patient with clinical, microbiological and pathological features, the subject were discussed in the light of related literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta