Hemodiyaliz Amaçlı Av Fistül Anevrizmalarında Etkili Bir
yaklaşım: AnevrizmorafiMehmet Özülkü, Fatih Aygün
Araştırma makalesi ÖzetiHemodiyaliz Amaçlı Av Fistül Anevrizmalarında Etkili Bir
yaklaşım: Anevrizmorafi
EffectIve Approach To Aneurysms Of Av FIstulas For HemodIalysIs:
aneurysmorrhaphy
Anevrizmanın incelmiş duvar kısmının rezeke edilerek kalan
kısmın tamir edilmesi yoluyla venöz devamlılığın sağlandığı bir yöntem
olan anevrizmorafi, öncelikli kullandığımız bir tamir metodudur.
Komplikasyon gelişmeden önce anevrizmanın anevrizmorafi yoluyla
tamir edilmesinin, AVF veninin devamlılığı ve uzun süre kullanılabilmesi
açısından önemli olduğunu düşünmekteyiz. 2010-2015 tarihleri
arasında AVF’ye bağlı gelişen, anevrizmorafi yöntemiyle tamir edilen,
33 gerçek anevrizma vakası çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya katılan
bireylerin AVF’ye bağlı gerçek anevrizmalarının lokalizasyonları;
antebrakiyal bölgedeki radio-sefalik AVF’de (11 hasta), antekübital
bölgedeki brakio-sefalik AVF’de (20 hasta) ve antekübital bölgedeki
brakio-bazilik AVF’de (2 hasta) yer almaktadır. Anevrizmorafi sonrası
üç yıl takip edilen 33 hastanın 30’unda tamir yapılan venöz yapılarda
genişleme görülmesine rağmen müdahale gerektiren patoloji tespit
edilmedi. Üç hastada anevrizmorafi yapılan alanda tekrar genişleme
ve tamir yapılması gereken problemler görülmüştür. Herhangi bir
komplikasyon gelişmeden mümkün olduğunca anevrizmaya erken
müdahale etmek ve AV fistül devamlılığını bozmadan anevrizmayı
küçültmek sonuçları etkili olan cerrahi bir yöntemdir.
Aneurysmorrhaphy is the procedure through which venous
continuity is provided by resecting the thinned wall of aneurysm
and fixing the remaining part. Aneurysmorrhaphy is the repairing
method that we apply in priority. We believe that, the fixing of
aneurysm by aneurysmorrhaphy before the complications comes out
is important in terms of continuity of vein of AVF and long term
use. A total of 33 cases of true aneurysm induced by and repaired
through aneurysmorraphy method between 2010 and 2015 were
included in the study. The localization of true aneurysm depending
on AVF of the persons who were participated in this study included
antebrachial of the radio-cephalic AVF in 11 patients, the antecubital
region brachio-cephalic AVF in 20 patients and in the antecubital AVF
brachio-basilica in 2 patients. Patients were followed for three years
after aneurysmorraphy. Despite the fact that expansion occurred
in repaired venous structure, no pathology was identified requiring
intervention in in 30 cases. In three patients, recurrent expansion and
problems were observed in the localization where aneurysmorraphy
repairing was reapplied. Before any complication occurs, intervening
in aneurysm and reduction of it without breaking the continuity of AV
fistula are effective surgical methods.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Unılateral Konjenıtal Testıs Yoklugu (bır Vaka Bıldırimi)Ali Acar, Recai Gürbüz, Esat M. Arslan, Şenol Ergüney, Şükrü Çelik, Kadir Ceylan
Araştırma makalesi ÖzetiUnılateral Konjenıtal Testıs Yoklugu (bır Vaka Bıldırimi)
UnIlateral CongenItal Absence Of The Testes: A Case Report
Unilateral konjenital testis yoklugu nadir gorillen bir antitedir. Testis yoklugu ya agenesis veya meydana geldikten sonraki bir erken perivodda testisin tahrip olmasindan kaynaklanmaktadar. 26 yapndaki bir erickinde (sag) belirlenen patoloji nadir goriilmesi nedeniyle sunulmuoir.
Unilateral congenital absence of the testes occours uncommonly. Absence of the testis may occur from either agenesis or early deterioration of the testis in time after initial formation. We diagnosed it in a patient who was 26 years old and reported because it is seen rarely.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki KomplikasyonlarFatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Osman Güvenç, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiKalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki Komplikasyonlar
ComplIcatIons Of Heart CatheterIzatIon In ChIldren
Tanı ve tedavi amaçlı kalp kateterizasyon girişimleri son zamanlarda giderek artmaktadır. Kalp kateterizasyonundan sonra özellikle kateter giriş yerinde tromboz, psödoanevrizma, arteriyovenöz fistül, kanama, enfeksiyon, distal embolizasyon gibi lokal komplikasyonlar ile verilen anestezik ajanlara bağlı solunum depresyonu, taşikardi ve bradikardi olmak üzere birçok komplikasyonlar gelişebilmektedir. Kliniğimizde Haziran 2010-Haziran 2012 yılları arasında kalp kateterizasyonu yapılan 120 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların, yaşları 9 gün ile 15 yaş arasında (ortalama 3.5 ± 4.2 yaş) olup, 58 (%48)’i kız, 62 (%52)’si erkek idi. Hastaların 102 (%85)’ine tanısal, 18 (%15)’ ine girişimsel işlem amaçlı kalp kateterizasyonu yapıldı. Komplikasyonu gelişen 7 (%5.8) hastanın yaşları 9 gün ile 15 yaş (3.5 ± 4.2 yaş) arasında idi. İki hastada femoral hematom, bir hastada femoral kanama, iki hastada femoral tromboz, bir hastada bradikardi, bir hastada (midazolam ile yapılan) sedasyon sırasında solunum arresti gelişti. Femoral tromboz gelişen iki hastadan birine düşük molekül ağırlıklı heparin, diğerine düşük molekül ağırlıklı heparin ve pentoksifilin verildi. Femoral hematom gelişen iki hastaya ise lokal tedavi uygulandı. Dirençli bradikardi gelişen bir hastaya geçici pacemaker takıldı. Femoral kanama gelişen bir hastaya protamin sülfat tedavisi verildi. Midazolama bağlı solunum arresti gelişen bir hastaya solunum desteği yapıldı. Sonrasında hastalar şifa ile taburcu edildiler. Kliniğimizde kalp kateterizasyonu yapılan hastalardaki komplikasyonlar ve bu komplikasyonları artıran risk faktörleri retrospektif olarak incelendi. Kalp kateterizasyonu yapılan hastalar gelişebilecek lokal ve genel komplikasyonlar açısından yakından takip edilmelidir. Alınabilecek birtakım önlemler ile komplikasyon sıklığı azaltılabilir ve komplikasyonların erken tanı ve tedavisi ile morbidite ve mortaliteyi azaltılabilmektedir.
Diagnostic and therapeutic cardiac catheterization attempts have recently been increasing. Numerous complications may develop after cardiac catheterization, including local complications, such as thrombosis, pseudoaneurysm, arteriovenous fistula, bleeding, infection, and distal embolization at the catheter insertion site, as well as complications associated with the anesthetic agents, such as respiratory depression, tachycardia and bradycardia. A total of 120 patients, who underwent cardiac catheterization between June 2010 and June 2012 were retrospectively evaluated. The patients were aged from 9 days to 15 years (mean 3.5±4.2 years) and 58 (48%) were female and 62 (52%) were male. Of the 120 patients, 102 (85%) underwent a diagnostic cardiac catheterization procedure, whereas in 18 (15%) patients an interventional procedure was performed. Complications were encountered in 7 (5.8%) patients, aged from 9 days to 15 years (3.5±4.2 years). There were femoral hematoma in two patients, femoral bleeding in one patient, femoral thrombosis in two patients, bradycardia in one patient, and a patient developed respiratory arrest during sedation (with midazolam). Femoral venous thrombosis, which was seen in two patients, was treated with low molecular weight heparin in one case and with low molecular weight heparin and pentoxifylline in the other. Two patients who developed femoral hematoma underwent local treatment. One patient developed resistant bradycardia, for which a temporary pacemaker was inserted. A patient with femoral hemorrhage was treated with protamine sulfate. One patient, who developed respiratory arrest due to midazolam, was treated with respiratory support. All patients were discharged in a good condition after the treatment. The complications in patients who underwent cardiac catheterization in our clinic, and the risk factors for these complications were analyzed retrospectively. Patients undergoing cardiac catheterization should be closely monitored in terms of possible local and general complications. The incidence of the complications can be reduced by taking appropriate measures. The morbidity and the mortality can be reduced by early diagnosis and treatment of the complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Karaciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına FistülizasyonHalil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Olgu sunumu ÖzetiKaraciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına Fistülizasyon
A Rare ComplIcatIon Of HepatIc HydatId Cysts: Percutaneous
fIstulIzatIon
Hidatik kisti olan hastalar rastlantısal olarak tanı konulana
kadar; ya da komplikasyon gelişene kadar genelde asemptomatik
seyrederler. Seksen yaşında Nöroloji yoğun bakımda hipoksik beyin
nedeni ile takip edilen hasta, bir süredir olan epigastrik bölgede
şişlik şikayeti nedeni ile değerlendirildi. Fizik muayenede epigastrik
bölgede yaklaşık 5x6 cm ebadında dışa doğru büyümüş kitle lezyonu
vardı. Ameliyatta karaciğer sol lobdan kaynaklanan ve cilt altına
fistülize olmuş, enfekte hidatik kiste rastlandı. Ameliyat sonrası 7.
günde 20 mg/kg albendazol tedavisiyle problemsiz şekilde taburcu
edildi. Sonuç olarak karaciğer hidatik kisti ileri evre olsa bile, cilt
tutulumu, cilt altına fistülizasyon gibi çok nadir komplikasyonlara dahi
sebep olabileceği akılda tutulmalıdır.
Patients with hydatid cysts generally show an asymptomatic
progress until they are randomly diagnosed or until they develop a
complication.A The 80-year-old patient, who was being followed-up in
the ICU of the neurology department because of hypoxic brain, was
evaluated for a swelling in the epigastric area which was existent for a
while. The patient’s physical examination revealed an exophytic mass
lesion of about 5x6 cm on the epigastric area. During the surgery it
was seen that the patient had an infected hydatid cyst originating
from the left lobe of liver with percutaneous fistulization.The patient
was discharged on post-op day 7 without any problems with 20 mg/
kg albendazole treatment. Consequently, it should be noted that
hepatic hydatid cysts could give way to very rare complications like
skin involvement and percutaneous fistulization even if they are on
advanced stages.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kliniğimizde Gerçekleştirilen Histerektomi Olgularının Klinik Ve Demografik Özelliklerinin DeğerlendirilmesiAybike Tazegül, Ali Acar
Araştırma makalesi ÖzetiKliniğimizde Gerçekleştirilen Histerektomi Olgularının Klinik Ve Demografik Özelliklerinin Değerlendirilmesi
EvalatIon Of The ClInIcal And DemographIc CharacterIstIcs Of The Hysterectomy Cases Performed In Our ClInIc
Kliniğimizde 2 yıllık süre içerisinde uygulanan histerektomilerin değerlendirilmesini amaçladık. Çalışmamızda Ocak 2008-Aralık 2009 arasındaki 2 yıl içerisinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda çeşitli endikasyonlarla abdominal histerektomi ve vajinal histerektomi işlemleri uygulanan toplam 853 hastanın klinik ve demografik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Kliniğimizde en sık histerektomi, myoma uteri endikasyonu ile gerçekleştirilmiş olup 2008-2009 yılları arasında 358 (%41.9) hastaya uygulanmıştır. İkinci en sık histerektomi endikasyonumuz jinekolojik maligniteler olup 161 (%18.8) hastaya uygulanmıştır. Kliniğimizde abdominal histerektomi (total ve subtotal) oranı %93.6 iken vajinal histerektomi oranımız %6.4 olarak saptanmıştır. Vakaların 453’ünde (%53.1) histerektominin yanı sıra bilateral salpingoooferektomi (BSO) uygulanmıştı. Abdominal histerektomi gurubunda %0.5 mesane yaralanması, %0.37 üreter yaralanması ve %0.37 barsak yaralanması görüldü. Vajinal histerektomi gurubunda 1 (%1.85) hastada mesane yaralanması oluştuğu görülmüştür. Histerektomi, myoma uteri, jinekolojik maligniteler, uterovajinal prolapsus, endometriozis ve peripartum kanama gibi çeşitli endikasyonlar nedeniyle jinekologlar tarafından en sık uygulanan operasyondur. Abdominal, vajinal ve laparoskopik histerektomi tiplerinin birbirlerine olan avantajları ve dezavantajları bilinmekle birlikte halen kliniğimizde abdominal histerektomi daha sık olarak uygulanmaktadır.
To evaluate the hysterectomies carried out in our clinic for a period of two years. The study retrospectively evaluates the clinical and demographic characteristics of the 853 patients that had abdominal hysterectomy and vaginal hysterectomy procedures with various indications for the two years from January 2008 to December 2009 in Selcuk University, Faculty of Medicine, Gynecology and Obstetrics Department. In our clinic, the most common indication for hysterectomy was myoma uteri and the procedure was performed on 358 (41.9%) patients between the years 2008 and 2009. The second most common indication was gynecological malignancies and hysterectomy was performed on 161 (18.8%) patients. The ratio of abdominal hysterectomy (total and subtotal) was determined to be 93.6%, whereas the ratio of vaginal hysterectomy was 6.4%. As well as hysterectomy, bilateral salpingo ooforectomia (BSO) was also performed in 453 (53.1%) cases. We have seen 0.5% bladder injury, 0.37% ureter injury and 0.37% bowl injury in the abdominal hysterectomy group. In vaginal hysterectomy group, there was 1 case (1.85%) with bladder injury. With various indications such as myoma uteri, gynecological malignancy, uterovajinal prolapse, endometriosis and peripartum hemorrhage, hysterectomy is the most commonly performed operation by gynecologists. Although, the relative advantages and disadvantages of the abdominal, vaginal, and laparoscopic hysterectomy types are known, abdominal hysterectomy is still the most common procedure in our clinic.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nekrotizan Fasiit Tedavisinde Debridmana Yardımcı
teknik: Çoklu FasyotomiBilsev İnce, Zeynep Altuntaş, Mehmet Dadacı, Fatma Bilgen, Tuğba Sodalı
Olgu sunumu ÖzetiNekrotizan Fasiit Tedavisinde Debridmana Yardımcı
teknik: Çoklu Fasyotomi
SupportIve DebrIdement TechnIque In The Treatment Of NecrotIzIng
fascIItIs: MultIple FascIotomy
Nekrotizan fasiit (NF) cilt, yumuşak doku, fasya ve kasların nekrozu
ile karakterize, fulminan seyirli olabilen enfeksiyoz bir hastalıktır.
Tedavi geniş debridman ve antibioterapi olmasına rağmen, hastanın
genel durumu, kanama diatezi, kullanılan ilaçlar gibi bazı nedenlerle
hastalara genel ve/veya blok anestezisi verilemeyerek debridman
yapılamayabilir. Bu gibi durumlarda hastalarda yapılabileceklerle
ilgili sınırlı bilgi ve çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar, lokal
anestezi altında yapılacak erken fasyatominin hayat kurtarıcı
olabileceği yönündedir. Yetmiş altı yaşında erkek hasta sağ ön kol ve
kolda generalize ödem, eritem, büllü ve pürülan akıntılı lezyon tespit
edildi. Parmak testi pozitif olması üzerine NF tanısı konularak acil
operasyon planlandı. Ancak genel durum bozukluğu nedeniyle genel
anestezi verilemedi. Aspirin kullanımı nedeniyle blok yapılamadı.
Bunun üzerine lokal anestezi ile kol ve ön kola fasyotomiler açılarak
yaygın apse boşaltıldı ve kültür örnekleri alındı. Sonuç olarak NF
tedavi edilmediği takdirde ölümcül bir hastalık olup erken tanı, yeterli
debridman ve uygun antibiyotik tedavisi ile başarılı sonuçlar elde
edilebilmektedir. Ancak hızlı debridman yapılamadığı veya anestezi
verilemeyen hastalardaki NF’te çoklu fasyotomiler açılarak apsenin
boşaltılması, laboratuar bulgularında düzelme sağlayarak tedaviye
yardımcı olmaktadır. Bu gibi hastalarda fasyotomi debridman öncesi
yardımcı tedavi olarak uygulanabilir.
Necrotizing fasciitis (NF) is an infectious disease with a possible
fulminant course that it is characterized by necrosis of the skin, soft
tissues, fascia or muscle. Treatment involves extensive debridement
and antibiotherapy. Although, debridement may not always be
possible due to limitations in the administration of general and/or
block anesthesia in some patients based on such reasons as overall
health, bleeding diathesis or medications being used by the patient.
There is limited information or studies exploring possible options
in such patients, although those that are available support the lifesaving
advantages of early fasciotomies performed under local
anesthesia. A 76-year-old male patient was admitted with generalized
edema to the right forearm and arm, erythema, and a lesion with a
bulla and purulent discharge. An NF diagnosis was confirmed with a
positive finger test and emergency surgery was planned; however,
general anesthesia could not be administered due to the impaired
overall health status of the patient, who was using aspirin, preventing
blockage. Accordingly, the abscess was drained through arm and
forearm fasciotomies that were performed under local anesthesia,
and samples were obtained for culture.In conclusion, NF can be
fatal when left untreated, while successful results can be achieved
with early diagnosis, sufficient debridement and treatment with
appropriate antibiotics. That said, drainage of the abscess through
multiple fasciotomies can improve the laboratory findings and support
treatment in NF patients who cannot undergo rapid debridement or
can not tolerate general anesthesia. A fasciotomy may be performed
as a supportive treatment prior to debridement in such patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sezaryen Skarında EndometriozisAhmet Göçmen, Mustafa Gazi Uçar, Fatih Şanlıkan
Olgu sunumu ÖzetiSezaryen Skarında Endometriozis
EndometrIosIs On The Cesarean Scar
Endometriozis fonksiyonel ve morfolojik olarak endometrial gland ve stromal yapısının uterus dışında bulunması halidir. Genellikle pelvisi, peritonu, overleri, cul de sac boşluğunu ve utero sakral ligamentleri tutar. Endometriozis patogenezinde; retrograd menstruasyon, metaplazi, hematojen ve lenfatik yayılım, operasyon esnasında insizyon skarı içine mekanik transplantasyon gibi çeşitli teoriler öne sürülmüştür Cilt altında kitle, şişlik, menstruasyonla beraber siklik ağrı, hassasiyet gibi klinik bulgular verebilir. Tanıda manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, ultrason ve ince iğne aspirasyon biyopsisi kullanılabilir. Skar endometriozisin cerrahi olarak tümüyle çıkarılması önerilen tedavi yöntemidir. Total eksizyon sonrası rekürrens oldukça nadirdir. Bu vakada 33 yaşında sezaryenden 3 yıl sonra pfannenstiel kesisinin sol dış tarafında siklik ağrı ve şişlik yakınması başlayan bir hastada teşhis ve tedavi ettiğimiz skar endometriozisini sunmaktayız.
Endometriosis is a condition where the functional and morphological endometrial gland and stromal structure are found outside the uterus. It occurs most often in pelvis, peritoneum, ovaries, posterior cul-desac and uterosacral ligaments. Retrograd menstruation, metaplasia, lymphatic and hematogenous outspread, mechanical transplantations in insicional scars during the operations and some else theories are introduced for pathogenesis. Subcutaneous mass, swelling, cyclic pains associated with menstruation, tenderness are likely clinical symptom and signs. Magnetic resonance imaging, computed tomography, ultrasound, fine needle aspiration biopsy are used in diagnosis. Total excision is the considered management of the scar endometriosis. Recurrens is rarely occurs after total excision. Here we present the case of 33 years old woman who had a cyclic painful mass on her p
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Subklavian Yen Kateterizasyonunun Ender Bir KomplikasyonuFatih Mehmet Avşar, Mustafa Şahin, Teoman Coşkun, Mutlu Doğanay, Nuri Aydın Kama
Araştırma makalesi ÖzetiSubklavian Yen Kateterizasyonunun Ender Bir Komplikasyonu
A Rare ComplIcatIon Of SubclavIan CatheterIsatIon
Mediastinal estravazasyon uzun süreli subklavian ven kateter kullanımının ender görülen bir mekanik koplikasyonu olup katetedn damar duvarında oluşturduğu kronik irritasyona bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir_ Bu yazıda, safra yolu fistülü tanısı ile TPN amaçlı subklavian ven kateterizasyonu uy-gulanan ve sonrasında söz konusu kamplikasyon gelişen bir olgu sunuldu.
Mediastinal extravasation is a rare mechanical complication of longterm subclavian vere cat-heterization. It's probable due ta the chronic irritation of catheter on the vessel wall. In this article, a case with the diagnosis of biliary tract fistula whom subc-lavian vein catheterization was applied with the pur-pose of TPN was presented.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nöroşirürji Polikliğinde Değerlendirilen 289 Hastanın Vitamin B12 Düzeylerinin AnaliziFatih Ersay Deniz, Fikret Özuğurlu, İlker Etikan, Muzaffer Katar, Gülgün Yenişehirli, Metin Özdemir
Araştırma makalesi ÖzetiNöroşirürji Polikliğinde Değerlendirilen 289 Hastanın Vitamin B12 Düzeylerinin Analizi
AnalysIs Of VItamIn B12 Levels Of 289 PatIents At A Neurosurgery OutpatIent ClInIc
Vitamin B12 yetmezliği periferik nöropatiye neden olabilir, periferik nöropati distal ekstremite parestezisi mevcudiyetinin en sık karşılaşılan sebebidir. Çalışmamızda hastaların serum vitamin B12 seviyeleri ve başvuru şikâyetleri incelendi. Tüm hastalar aynı klinisyen tarafından değerlendirildi. Beyin ve sinir hastalıkları cerrahisi polikliniğine başvurmuş olan hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Ağrı ve/veya uyuşukluk/karıncalanma şikâyeti ile başvuran ve serum B12 düzeyi çalışılmış olan 289 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilmiş olan 289 hastanın 77 tanesinin serum B12 değeri 193 pg/ml değerinin altında tespit edildi (ort.157.82±27.45). Hastalardan 75’inin uyuşukluk/karıncalanma şikayeti ile başvurmuş olduğu ve bunların serum vitamin B12 ortalamalarının 235.69±96.19 pg/ml olduğu, geri kalan 214 hastanın serum vitamin B12 ortalamasının ise 285.29±124.50 pg/ml olduğu tespit edildi. Bu değerler normal sınırlar içinde olmakla birlikte, iki ortalama arasındaki farkın önemli olduğu tespit edildi (t=3.136, p=0.002). Düşük serum vitamin B12 değeri her zaman dokudaki vitamin B12 yetersizliği ile birlikte değildir, aynı zamanda serum değerinin normal sınırda olması doku seviyesinin yeterli olduğu anlamına gelmez. Vitamin B12 eksikliği, kansızlık olmaması ve serum seviyesin sınır değerler civarında olması durumunda dahi, duyu bozukluğu sebepleri arasında olabileceği düşünülmelidir.
Vitamin B12 deficiency may cause peripheral neuropathy and peripheral neuropathy is the most common cause of distal extremity paresthesias. The aim of this study was to determine the serum B12 level of the patients with complaints of pain and/or numbness/ tingling and try to demonstrate the relation between them. Patients’ files admitted to neurosurgery outpatient clinic were retrospectively analyzed. Serum vitamin B12 levels and the admission complaints of the patients were studied. A total of 289 patients with complaints of pain and/or numbness/tingling that serum vitamin B12 levels measured were included. All of the patients were evaluated by the same clinician. The serum vitamin B12 concentrations of 77 patients out of 289 were found to be below 193 pg/ml (mean 157.82±27.45). The total number of the patients with the complaint of numbness/tingling was 75 and the mean serum vitamin B12 level was 235.69±96.19 pg/ml, the mean serum vitamin B12 level of the remaining 214 patients was 285.29±124.50 pg/ml. Although these results were within the normal limits, the difference of the mean values of the two groups was found to be significant (t=3.136, p= 0.002). The low serum vitamin B12 level does not always correlate with the tissue insufficiency and also it’s serum level being normal does not indicate it’s being sufficient at the tissues. Vitamin B12 deficiency should also be thought at the etiology of sensory disorder, especially if the radiological findings are normal, even though in the absence of anemia and serum level being at borderline.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Anal Apselerde Unutulmaması Gereken Bir Durum:
endometriozisMehmet Buğra Bozan, Fatih Erol, Burhan Hakan Kanat, Nezahat Bal Yıldırım
Olgu sunumu ÖzetiAnal Apselerde Unutulmaması Gereken Bir Durum:
endometriozis
CondItIonthat Must Be Kept In MInd In Anal Abscess: EndometrIosIs
Endometriozis üreme çağındaki kadınlarda sık karşılaşılan
bir problemdir. Perianal tutulum nadirdir ve epizyotomi skarları
üzerinde ağrılı şişlik olarak izlenir. Tekrarlayan anal apse ile gelen
hastalarda endometriozisin nadiren de olsa perianal bölge tutulumu
yapabileceği unutulmamalıdır. Tekrarlayan perianal apseyi taklit
eden endometriozis tanısı alan 35 yaşında bir kadın hastayı sunmayı
amaçladık.
Endometriosis is a common pathology in fertile women. Perianal
involvement is rare and painful swelling is seen on episiotomy incision
scars. Uncommon involvement of perianal region by endometriosis
should be kept in mind in recurrent anal abscess. In this case
report, we aimed to present a 35 year old woman with endometriosis
mimicking recurrent anal abscess.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Miyokard İnfartüsü Sonrası Gelişen Ventriküler Arit-Mi Ve Ani Ölüm Riskinin AraştırılmasıBayram Korkut, Hasan Gök, Gülay Korkmaz, Mehmet Tokaç, Mustafa Demirkıran, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Miyokard İnfartüsü Sonrası Gelişen Ventriküler Arit-Mi Ve Ani Ölüm Riskinin Araştırılması
PredIctIon Of VentrIeular ArrhythmIas And Sud-Den CardIac Death After MyocardIal InfarctIon
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren 62 olgu hastaneden çıkmadan önce ekokardiyografi. Halter monitor , ve sinyal ortalamalz elektrokardiyografi (SOEKG) ile incelendi. Bir yıllık takip süresi içinde aritmi olayı (AD) (ani ölüm, ventriküler fihrilasyon, sürekli ventriküler taşikardi) yönünden değerlendirildi. AMI geçiren olgular, AO (+) [5 (%8).1 ve AO (-) [57 (%92)] gruplara ayrıldı. AD (+) grubun [sol ventrikül ejeksiyon fi•aksiyonu (LVEF): % 48±I 3.5 mmfigi tümünde (% 100) geç potansiyel (LP) po-I 'inde (%20) malign ventriküler aritmi (VA) 3 olguda (%60) LVEF S %40: AD (-) grupta (LVEF % 555±9.7) ise 28 olguda (%49) LP (+), 2(%3.5) nl guda malign VA ve 7 olguda (%12) LVEF%40 tesbit edildi (p<0,05, p>0.05, p<0.01). Bir yıllık takipleri esnasında, çalışma grubundaki LP (+) olan 33 ol-gunun ILVEF5_%40:6 (%18), malign VA 3(%9)] 5'inde (%15) ani ölüm, LP (-) olan 29 olguda [LVEF5_%40: 4(%13.7), malign VA (-)] ise ani ölüm tespit edilmedi (p>0.05, p>0.05, p<0.05). Has-taneden çıkmadan önce VA tesbit edilen 14 olgudan 11 'inde (%78.5) LP (+), 5`inde (%35.7) LVEF-40 idi ve bir yıllık takipte 4 tanesinde (%28.5) ani ölüm oluşuren, VA tesbit edilmeyen ve 22 (%45.8) LP (+), 5 (%10) LVEF%40 olgusuna sahip 48 olgunun bir yıllık takibinde sadece 1 olguda (%2) ani ölüm gelişti (P<0.05, p<0.05, p<0.01). LVEF..040 olan ve has-taneden çıkmadan önce 6 (%60) LP (+), 1 (%10) ma-lign YA gösteren 10 olgunun 3'ünde (%30) ani ölüm LVEF>%40 olan ve 27 olguda (%51.9) LP (+), 2 olguda (%3.8) malign VA tesbit edilen 52 ol-gunun bir yıllık takibinde 2 tanesinde (%3.8) ani ölüm gelişti (p>0.05, p>0.05, p<0.01 ). Sonuç olarak AM! sonrası malign VA ve ani ölüm riskinin belirlenmesinde en fazla SOEKG olmak üzere 3 yöntemin de (SOEKG, eko-kardiyografi. Holter monitor) faydalı olabileceği ka-naatine varıldı.
In order to stratificate the risk of aı-rhythmi• events (AE) such as sudden cardiac death, vent-ricular fibrillation, sustained vertricular tach-ycardia in the first year after myocardial infarction, 62 patients were evaluated with echocardiography, Holter monitorisation and high resolution signal averaged electrocarcliography (H1-RES ECG). Patients were divided into 2 subgroups according ta presence on absence of AE [AE (+): 5 (%8), AE (-): 57 (%92)]. Patients with AE [(mean left ventriculaı-eje•tion fr-action (LVEF): % 48±I 3.5 showed 5 (%100) late potentials (LP). 1 (%20) malign VA and 3 (%60) LV dysfunction with LVEF 5 %40, while the other patients with AE (-) (LVEF % 55±9.7) had 28 (49%) LP (+), 2(%3.5) malign VA ve 7 (%12) LVEF5._%40 (p<0.05, p>0.05, p<0.0I ). During the 1 year follow-up, LP (+) patients (n=33) who had 6 (18%) LVEF%40 and 3(%9) malign VA showed 5 (%15) sudden death, while LP (-) patients (n=29) who had 4 (13.8%) VEF5_%40 but no malign VA, showed nn sudden death (p>0.05, p>0.05, p<0.05). Patients with VA (n=14) who had 1 1(%78.5) LP (+) and 5.(%35.7) LVEF.40 showed 4 (%28.5) sud-den death in the first year after AMI, whereas pa-tients without VA (n=48) who had 22 (%45.8) LP ( +) and 5(%10) LVEF<%40 showed 1 (2%) sudden death (p<0.05, p<0.05, p<0.01 ). Patients with LVEF5_%40 (n=10), who had 6 (%60) LP (+) and 1 (%1 O) malign VA before hospital discharge evolved 3 (%30) sudden death, wheı-eas pa-tients with LVEF>%40 (n=52) who had 27 (%51 .9) LP (+) and 2 (%3.8) malign' VA before hospital dis•-harge, showed 2 (%3.8) sudden death in the one year follow-up period (p>0.05, p>0.05, p<0.01). In conclusion, in the risk stratification of arrhy-thmic events after AM!. alt of the thı-ee methods (ec-hocardiography, Holter, HI-RES ECG) are usefill where HI-RES ECG is more sensitive.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Laparaskopik KolesıstektomıŞakir Tekin, Adnan Kaynak, Şükrü Bülent Özer, Mehmet ak
Araştırma makalesi ÖzetiLaparaskopik Kolesıstektomı
LaparoseopIe Choleeystectomy
Ocak 1994 ye temmuz 1995 tarihleri arastnda Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi Genel Cerrahi ABDInda laparoskopik koksistektomi (LK) yaptlan 268 olgu degerlendirildi. 236 hasta biliyer kolik Lie seyreden safra kesesi tap, 32 hasta akut koksistit ta-nisi almo. ilk gruptaki 4 hastada ta§likolesistit ya-runda, yandac hastaltk olarak dalak absesi, dalak kist hidatigi. karaciger sol lobda ye sag overde hasit kist vardi. Tedavileri yapildt. 15 hasta daha ijnceden batin ctmeliyatt gecirmigi. LK 252 hastada began ile yapilirken 16 hastada aciga gecilme zorunlulugu duyuldu. 6 hastada ciddi komplikasyonlar gorilla. Mortalite olmadt, or-talanza ameliyat siiresi 50 dk, hastanede kalma sii-resi 2 giin, normal aktiviteye donme siiresi 1 hafta olarak bulundu. Bu calgmadaki komplikasyon orantnin yiiksek ()imam klinigimizde Llenin yeni uygulanmaya beglanniq olmasina bagh oldugu düşünüldü.
268 cases on which laparoscopic cho-lecystectomy was treated in General Surgical De-partment at the University of Selcuk, Faculty of Me-dical Science between 1994 th January-1995 th June were taken into consideration. 236 patients have de-veloped gallbladder stone which moves along with bilecholic, 32 patients have developed acute cho-lecystitis and 4 patients, because of having de-veloped splenic abcess, splenic eccinococcous cyst, simple cyst at left lobes of the liver, simple cyst at right over were taken into operation. Despite the successful application of la-paroscopic cholecystectomy at 252 patients, 16 pa-tient had necessarly been take into laparotomy. Mortality rate is nil. The operation approximately takes 50 minutes and patients are kept at our hos-pital for nearl 2 days and the patient's recoveries takes a week. Serious complications was observed at 6 patients. We come to the conclusion that the reason for the complications peeing high is that this kind of surgical attempts are very recently applied in our clinic.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon AnomalisiLema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu ÖzetiTek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Dyke-Davidoff-Masson SendromuSelda Keskin Güler, Burcu Gökçe Çokal, Hafize Nalan Güneş, Tahir Kurtuluş Yoldaş
Olgu sunumu ÖzetiDyke-Davidoff-Masson Sendromu
Dyke-DavIdoff-Masson Syndrome
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu (DDMS) ilaca dirençli nöbetler,
serebral hemiatrofi, kontrlateral hemiparezi, fasiyal asimetri, mental
retardasyon veya öğrenme güçlükleri ile karakterize nadir görülen bir
sendromdur. Yirmiyedi yaşında erkek hasta nöbet geçirme yakınması
ile başvurdu. Hasta ilk nöbetini 3 günlükken geçirmiş. Nöbetleri
kompleks parsiyel nöbetler şeklindeymiş. Çeşitli antiepileptikler
kullanan hastanın 3 yaşına kadar nöbetleri devam etmiş. Nörolojik
muayenesinde sağ tarafta hafif hemiparezi (-5/5), derin tendon
refleksleri hiperaktif ve Babinsky delili pozitif saptandı, sol tarafında
pramidal sistem muayenesi normaldi. Kraniyal Manyetik Rezonans
İncelemesindesol serebral kortikal atrofi görüldü. Öğrenme güçlüğü
de bulunan hastaya DDMS tanısı konuldu. Tedavisi karbamazepin
1000 mg/gün ve topiramat 200 mg/gün olarak düzenlendi, On aylık
takibinde nöbet olmadı. DDMS olan hastalarda absans, kompleks
parsiyel nöbetler ve sekonder jeneralize nöbetler görülebilir. İlaca
dirençli nöbetlerin tedavisinde hemisferektomi gibi cerrahi girişimler
gerekebilir. Bizim hastamızda cerrahiye ihtiyaç duymadan oral
antiepileptik tedavi ile nöbet kontrolü sağlandı. Sendrom nadir
görüldüğünden ve Beyin MR görüntüleri tipik olduğundan sunulmaya
değer bulunmuştur.
Dyke-Davidoff-Masson Syndrome (DDMS) is rarely seen and
a clinical entity with features of drug-resistant epileptic seizures,
cerebral hemiatrophy, contralateral hemiparesia, facial asymmetry,
mental retardation or learning disability. A 27 year-old-male patient
presented with complaint of seizure. His first attack was occurred
when he was three-days-old. His seizures were complex partial
seizures. He has used varios of antiepileptics but seizures could
not be controlled since he was three-years-old. Neurological
examination revealed mild hemiparesis, hyperactive deep tendon
reflexes and Babinsky’s sign positivity at the right side. Magnetic
resonance imaging (MRI) of the brain revealed left cerebral cortical
hemiatrophy. The patient was diagnosed with DDMS considering that
learning difficulties in additon to the above clinical features. He has
used 1000 mg/day carbamezepine and 200 mg/day topiramate for
10 months and he is seizure free now. Absence, complex partial or
secondary generalized seizures may seen in patients with DDMS.
Surgical procedures like hemispherectomy may be performed
in patients who have frequent and drug-resistant seizures. In our
patient, seizures were controlled with oral antiepileptic drugs without
any need of surgery. This case is presented because of the rarity of
the syndrome and demonstratively of the brain MRI.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Trizomi 21 İle Birlikte Resiprokal Translokasyon 5;12 Taşıyan Bir OlguAyşe Gül Zamani, Hatice Gül Dursun, Sennur Demirel, Aynur Acar
Olgu sunumu ÖzetiTrizomi 21 İle Birlikte Resiprokal Translokasyon 5;12 Taşıyan Bir Olgu
RecIprocal TranslocatIon 5;12 CarIer In A Case WIth TrIsomy 21
Translokasyonlar ve diğer kromozoma! yeniden düzenlenmelerin mayotik mekanizmayı etkileyerek, translokasyon kromozomları dışındaki kromozomların işe karıştığı trizomik ürünlerin ortaya çıkma eğilimini arttırdığı öne sürülmektedir. Bu görüşe uygun olarak, Down sendromu ön tanısıyla laboratuvarımıza başvuran bir olguda karyotipin 47,XY,t(5;12)(5pter->5q11 ::12q24->12qter;12pter->12q24::5q11->5qter),+21 olduğu saptandı. Olgu, Down sendromu dışında fenotipik bulgu göstermediğinden dengeli translokasyon taşıyıcısı olarak değerlendirildi. Translokasyonun paternal orijinli olduğu anlaşıldı ve daha sonraki gebelikler için aileye prenatal tanı önerildi. Olgu nedeni ile parental orijinli translokasyonların mayotik ayrılamamaya muhtemel etkileri gözden geçirildi.
İt was suggested that translocations and other chromosomal rearrangements disturb meiotic disjunction mechanism and increase predisposition to trisomic offsprı'ngs. VVe report a case with Down syndrome whose karyotype was 47,XY,t(5;12)(5pter->5q11 ::12q24->12qter;12pter->12q24::5q11-> 5qter),+21. Because of the absence of any phenotypic findings, except Down syndrome stigmata, he has been accepted as a balanced translocation carrier with trisomy 21. His father was a carrier of this translocation so, the possible effect of parental translocations to the meiotic disjunction was discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Duchenne Müsküler Distrofide Noktürnal Desatürasyonların Gün İçi Solunum Fonksiyonları İle İlişkisiBaykal Tülek, Levent Tabak
Araştırma makalesi ÖzetiDuchenne Müsküler Distrofide Noktürnal Desatürasyonların Gün İçi Solunum Fonksiyonları İle İlişkisi
RelatIonshIp Of Nocturnal DesaturatIons And DaytIme Pulmonary FunctIons In Duchenne Muscular Dystrophy
Amaç: Duchenne müsküler distrofi (DMD) ölüm nedeni genellikle solunum yetmezliği olan, ilerleyici, kalıtımsal bir nöromüsküler hastalıktır. Uyanıklıktaki solunum yetmezliği öncesinde genellikle uykuda hipoventilasyon mevcuttur. Bu çalışmanın amacı; DMD’li hastalarda noktürnal desatürasyonların varlığını ve ağırlığını değerlendirmek ve noktürnal desatürasyonlar ile ilişkili gün içi solunum fonksiyon parametrelerini saptamaktı. Gereç ve yöntem: Gecelik oksijen satürasyon izlemi, uyku apne-hipopne sendromu taramasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Çalışma yöntemi olarak uyanıklıkta yapılan solunum fonksiyon testleri (spirometre, maksimum volanter ventilasyon, maksimum ağız içi basınçları, arter kan gazları) ile gece boyu oksimetre sonuçlarının prospektif karşılaştırılması seçildi. Klinik olarak stabil, ortalama yaşları 13,83±1,86 olan 14 DMD’li hasta çalışmaya alındı. Bulgular: Dokuz hastada (%64), en düşük oksijen satürasyon < %85, 10 hastada ise (%71) desatürrasyon indeksi > 5 olarak saptandı. Desatürasyon indeksi ile maksimum inspiryum basıncı (r= -0,633, p<0,05), FVC (r= - 0,730, p<0,01) ve FEV1 (r= -0,664, p<0,05) arasında anlamlı ilişki saptandı. Bununla beraber, lojistik regresyon analizi yapıldığında gece boyu desatürasyonların, gündüz solunum fonksiyon testlerinin sonuçlarıyla öngörülemeyeceği saptandı. Sonuç: Klinik olarak stabil olan DMD’li hastalarda uykuyla ilişkilidesatürasyonlar sıklıkla mevcuttur. Gecelik desatürasyonlar, gün içi solunum fonksiyon testleri ile öngörülemez. DMD’li hastalarda uykuyla ilişkili yakınmaların (baş ağrısı, uykuluk, vs.) yokluğunda bile DMD’li hastalarda uykuyla ilişkili solunum bozukluklarından şüphelenilmeli ve araştırılmalıdır.
Duchenne muscular dystrophy is a progressive, hereditary neuromuscular disease with the cause of death usually occurring because of respiratory failure. The development of respiratory failure during wakefulness usually preceded by hypoventilation during sleep. The aim of this study were to assess the presence and severity of nocturnal desaturations and to determine the parameter of daytime lung function associated with nocturnal desaturations in patients with DMD. Material and method: The monitoring of overnight oxygen saturation is widely used for sleep apnoea-hypopnea screening. As our method we choosed aprospective comparison of wakeful respiratory function tests (spirometry, maximum voluntary ventilation, maximal mouth pressures, arterial blood gases) with outcomes of overnight oxymetry. Fourteen clinically stable patients with DMD, mean age (±SD) 13,83 ± 1,86 were studied. Results: The lowest oxygen saturation < 85% was present in 9 (64%) patients and oxygen desaturation index > 5 was found in 10 subjects (71%). Desaturation index was significantly related to maximum inspiratory pressure (r= -0,633, p<0,05), FVC (r= -0,730, p<0,01) and FEV1 (r= 0,664, p<0,05). However logistic regression analysis showed that overnight desaturations could not be reliably predicted from the daytime pulmonary function test results. Conclusion: Sleep-related desaturations are freguently present in clinically stable patients with DMD. Overnight desaturations can not be predicted from daytime respiratory function tests. Even in the absence of sleep-related symptomatology (headache, somnolence, etc.), sleep related respiratory disturbances should be suspected and searchhed in DMD patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Üretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı CisimAli Acar, Arif Ali Gençtürk, Mehmet Balasar, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Yasin Çelebi
Olgu sunumu ÖzetiÜretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı Cisim
Urethral ForeIgn Body
Üretranın anatomik bütünlüğünü bozarak infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler merak, erotik stimülasyon, infravezikal obstrüksiyonu açmak amacıyla konmaktadır. 60 yaşındaki bir hastada beningn prostatik hiperplazi (BPH)' nin neden olduğu infravezikal obstrüksiyonu açma amacıyla üretraya konmuş 90 cm boyunda bir elektrik kablosu belirlendi.
Distruction of urethral anatomic continuation resulted from some complication like infections , rupture and fistula which arise from foreign body insertion . These foreign bodies are inserted for desire, erotic stimulation and infravesical obstruction. A 60 years old male patient presented with uretheral foreign body (90 cm electric cable) which thought to be inserted for overcoming the infravesical obstruction which resulted from BPH.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Diyabetik Hastada İzole Ekstensor Hallusis Kas İnfarktıZekeriya Tosun, Adem Özkan, Sadık Şentürk, Zeynep Karaçor Altuntaş, Nedim Savacı
Derleme ÖzetiDiyabetik Hastada İzole Ekstensor Hallusis Kas İnfarktı
UnIque Ekstensor HallusIs Muscle Infarct In DIabetIc PatIent
Bacakta lokal ağrı, hassasiyet ve şişlikle kendini gösteren diyabetik kas infarktı, tip 1 insüline bağımlı diyabetik hastalarda nadir görülen bir komplikasyondur. Bu bulgular kliniğimize diyabetik ülser nedeniyle yattıktan beş gün sonra 72 yaşındaki erkek hastamızda görüldü. Kitle önce bir abse odağı olarak düşünülmüşken cerrahi eksplorasyonda izole ekstensor hallusis longus kas infarktı olduğu gözlendi. Nekroze kas eksize edilerek defekt alan ince kalınlıkta cilt grefti ile kapatıldı. Bu yazıda literatürde ilk kez diyabetik hastada ekstensor hallusis longus kas intaktı olgusu sunulmuştur.
Diabetic muscle infarct is a rare complication of type 1 insulin dependent diabetic patient, resenting with focal thigh pain, tenderness, swelling and erythema. These pathologic findings were observed in 72 years old male patient, 5 days after he was accepted to our clinic because of diabetic foot ulcer. The mass was thought that on abscess at first but unixue extensor hallucis muscle infarct was observed by surgical exploration.Necrosed muscle was excised and defect area was reconstructed with split thickness skin graft. V/e have presented a case of extensor hallucis longus muscle infarction in a diabetic patient first in the literatüre.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisiİbrahim Erkul, Mehmet Gödeneli, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiLateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
Early Ethıologıcal Dıagnosıs Of Bacterıal Menıngıtes Wıth The Latex Aglutınatıon Test
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Kliniğine menenjit nedeniyle yatırılan 44 hastaya etiolojik teşhis için Wellcogen lateks aglütinasyon testi uygulanarak sonuçların beyin - omirilik sıvısı kültür sonuçlarıyla karşılaştırılması yapılmıştır. Lateks aglütinasyon ve kültür birlikte kullanıldığında tek başına kültür kullanılmasına oranla daha yüksek oranda sonuç vermiştir. Ancak lateks aglütinasyon ile kültür sonuçları karşılaştırıldığında literatürde de olduğu gibi arada istatistiki bir fark bulunamamıştır. Kullandığımız kitler arasında B grubu N. meningitidis kitinin bulunmamasının bu sonuçtan sorumlu olduğu ve ülkemiz gibi antibiotiklerin gelişigüzel kullanıldığı yerlerde lateks aglütinasyon testinin kültüre oranla daha anlamlı sonuç vereceği düşünülmüştür.
The Wellcogen latex agglutination test was applied to 44 patients who were hospitalized in the Department of Pediatric Health and Diseases for meningitis, and the results were compared with the cerebrospinal fluid culture results. When latex agglutination and culture were used together, it gave a higher rate than culture alone. However, when the culture results were compared with latex agglutination, no statistical difference was found between the results, as in the literature. It was thought that the absence of group B N. meningitidis kit among the kits we used was responsible for this result and latex agglutination test would yield more significant results than culture in places where antibiotics were used indiscriminately, such as in our country.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu SunumuÜmran Çalışkan, Kaan Demirören, Hasan Acar, Saadet Demirören
Olgu sunumu ÖzetiÇocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Two Types Of ChronIc MyeloId LeukemIa In ChIldhood, Two Cases Report.
Kronik myelositer lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin %2-5’ini oluşturur. Adult tip ve juvenil tip şeklinde iki formu vardır. Juvenil tipi (J-KML) çocukluk çağı tüm myelodisplastik sendrom vakalarının %18’ini oluşturmaktadır. Adult tip ise (A-KML) çocukluk çağında juvenil tipten iki kat daha fazla görülür. Lökositoz, splenomegali, lenfadenopati, periferik yaymada kemik iliği elemanlarının görülmesi ortak bulgulardır. Ciltte döküntü, monositoz, fetal hemoglobinin %10’dan fazla oluşu ve Philadelphia (Ph) kromozomunun olmayışı J-KML için tipik bulgular olup, kemik iliğinde megakaryosit ve eozinofilik serinin artmış olması, lökosit sayısının 100000/ mm 3 den fazla oluşu ve Ph kromozomu varlığı A-KML için karakteristik bulgulardır. Çocukluk çağında kronik lösemilerin nadir görülmesi dolayısıyla, bahsedilen bulgulara sahip, biri üç yaşında olup juvenil tip, diğeri dört yaşında olup adult tip KML tanısı alan iki vakayı literatür bilgilerini gözden geçirerek sunmayı düşündük.
Chronlc myeloid leukemia accounts for 2-5% of cases of childhood leukemia. There are two types: adult type (A-CML) and juvenile type (J-CML). Juvenile type accounts for 18% of cases of the childhood myelodysplastic syndrome. Adult type is seen in the childhood period two fold of juvenile type. Leucocytosis, splenomegaly, lymphadenopathy, bone marrow elements in the periferic smear are the common findings. Skin rash, monocytosis, fetal hemoglobin above 10% and absence of Philadelphia (Ph) chromosome are the typical findings of J-CML and increase in the number of the megakaryocytic and eosinofilic series in the bone marrow, leucocytosis above 100.000/mm 3 and existence of Ph chromosome are the typical findings of A-CML. Since the chronic leukemia cases are rarely seen in the childhood period, we aimed to present two cases having mentioned symptoms, one of which is a 3 years old boy diagnosed as J-CML, the other is 4 years old boy diagnosed as A-CML.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven TrombozuSüleyman Ömer Anlıaçık, Figen Güney
Olgu sunumu ÖzetiAkut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Acute SInusItIs In A PatIent WIth PerIorbItal CellulItIs, MenIngItIs And
sInus VeIn ThrombosIs
Sinüzitin medikal tedavisindeki bunca gelişmelere karşın
halen en önemli intrakraniyal sepsis sebeplerinden biridir. Sinüzit
komplikasyonları çok sık görülmez ancak; infeksiyonun orbita ve
intrakraniyal dokulara hızla yayılması; subdural ampiyem, menenjit,
beyin absesi ve kavernöz sinüs trombozu gibi çok ciddi ve mortalitesi
yüksek komplikasyonlar ortaya çıkarabilmektedir. Bu nedenle sinüs
infeksiyonlarının nerelere yayılabileceğinin bilinmesi önemlidir. Bu
vaka sunumunda sinüzit komplikasyonu olarak periorbital selülit,
venöz tromboz ve menenjit gelişen 26 yaşında bir bayan hasta
sunuldu.
Despite all these advances in medical treatment, sinusitis
is still one of the most important reasons for intracranial sepsis.
Complications of sinusitis is not very common but; the rapid spread
of the infection to orbital and the intracranial tissue can be raised
very serious and high mortality complications such as subdural
empyema, meningitis, brain abscess and cavernous sinus thrombosis.
Therefore, it is important to know where sinus infections can spread.
In this case report, a 26 year old female patient was presented with
periorbital cellulitis, venous thrombosis and meningitis developed as
a complication of sinusitis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden GeçirilmesiAlper Kılıçaslan, Feride Karakuş, Ruhiye Reisli, Esra Goger
Olgu sunumu ÖzetiKronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden Geçirilmesi
BIlevel-BIlateral Sacral Erector SpInae Plane Block For ChronIc PaIn Management: A Case Report And Short LIterature RevIew
Son yılların popüler rejyonel anestezi tekniklerinden biri olan erektor spina plan bloğu (ESPB), ilk olarak üst torasik nöropatik ağrı için kullanılmıştır. Daha sonra birçok farklı endikasyonda, farklı seviyelerden (alt torasik ve lomber) hem akut hem kronik ağrı tedavisinde, kullanılmıştır.
Sınırlı deneyimimiz, bilevel biletaral uygulanan sakral ESPB'nun, perianal kronik intermittan (aralıklı) ağrının tedavisinde kolay ve etkili bir teknik olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, uygulama noktası, lokal anestezik volümü, duyusal blokaj alanı gibi araştırılması gereken birçok konu mevcuttur. Klinik araştırmaların yetersizliği nedeniyle, bu inceleme şu anda sakral ESPB blok etkinliğinin kanıtını ve rutin kullanımını destekleyememektedir. Sakral ESPB bloğunun etkinliği ve etki mekanizmasını açıklığa kavuşturmak için anatomik radyolojik ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Erector spinae plane block (ESPB), one of the popular regional anesthesia techniques in recent years, has first been used for upper thoracic neuropathic pain. Later, it has been used in many different indications for both acute and chronic pain treatment at different lower thoracic and lumbar levels. Our limited experience demonstrates that bilevel bilateral sacral ESPB is an easy and effective method in the treatment of perianal chronic intermittent pain. However, many issues, such as the application site, the volume of local anesthetics and the sensory blockade, still remain being investigated. Due to the lack of clinical research, our review is currently unable to support the evidence and routine use of sacral ESPB. We consider that anatomical radiological and clinical studies are needed to elucidate the efficacy and mechanism of action of sacral ESPB
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hemodiyaliz Hastalarında Hemostatik Sistemin Arteriyovenöz Fistül Trombozu Yönünden İncelenmesiErhan Ağca, Yunus Erdem
Araştırma makalesi ÖzetiHemodiyaliz Hastalarında Hemostatik Sistemin Arteriyovenöz Fistül Trombozu Yönünden İncelenmesi
EvaluatIon Of HemostatIc System In PatIents WIth ArterIovenous FIstula ThrombosIs On HemodIalysIs
Hemodiyalize giren hastalarda trombotik yöne doğru eğilim artmıştır. Bu nedenle bu hastaların hemostatik durum yönünden araştırılması planlanmıştır. Araştırma için hemodiyalize giren 45 hasta ile (27 erkek, 18 kadın) 15 sağlıklı kontrol grubu (8 erkek, 7 kadın) hemostatik parametreler açısından karşılaştırıldı. Hemodiyaliz hastalarında APC rezistansı ve rezistans oranının yüksek olduğu, ATIII ve tPA antijen düzeylerinin düşük olduğu saptandı. AVF trombozu olan vakalarda tromboz öyküsü olmayan AVF hastalarına göre anlamlı bir şekilde vWF antijen seviyelerinin yüksek olduğu saptandı. Hemodiyalize giren hastalarda APC rezistansının yüksek olduğunu, bu yüksekliğin pre-trombotik duruma yardımcı olabileceğini, AT III düşüklüğünün de yine pre-trombotik durum yönünden etkiyebileceğini, tPA düşüklüğünün hipofibrinolizi yansıttığını ve bu yüzden pretrombotik durum olarak etki edebileceğini, AVF problemi olan hastalarda vWF yüksekliğinin bunlardaki vasküler endotel hasarının daha fazla olduğunu ve bunun da trombojenik bir faktör olarak pretrombotik duruma katkı edebileceğini gösterdi. Hemodiyalize giren hastalarda tormbotik AVF problemlerinde pre-trombotik durumların taranması ve
Hemodialysis patients have a tendency toward to thrombosis. AVF thrombosis is frequent in those patients. Study was aimed to evaluate patients by means of hemostatic state at our study, hemostatic parameters in haemodialysis patients with respect to healthy group were evaluated. Haemodialysis group (HDG) consisted of 45 patients (27 male, 18 female) and control group (CG) consisted of 15 healthy persons (8 male, 7 female). These parameters were evaluated whether contributing to thrombosis APC resistance is found to be higher in patient group. AT III and tPA antigen levels are low in patient group, while vWF antigen levels are high in patients with AVF problem compared to healthy subjects. Hypofibrinolysis and prethrombotic state were thought to play role in contributing vascular endothelial injury and AVF thrombosis. These findings reflect the pre-trhrombotic state and injured vascular endothelium in HDG with AVF problems. Thus, Hemodialysis patients must be screened and evaluated by means of pre-thrombotic events for better AVF survival and outcome.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kronik Böbrek Yetmezlikli Hastalarda Hemodiyaliz Amaçlı Santral Venöz Kataterizasyon Öncesinde Pa (posteroanterior) Akciğer Grafisi Gerekli Midir?Niyazi Görmüş, Yüksel Dereli, Halil Zeki Tonbul, Hasan Solak
Olgu sunumu ÖzetiKronik Böbrek Yetmezlikli Hastalarda Hemodiyaliz Amaçlı Santral Venöz Kataterizasyon Öncesinde Pa (posteroanterior) Akciğer Grafisi Gerekli Midir?
Is It Necessary To Take A PosteroanterIor Chest X-Ray Before Central VeIn CatheterIzatIon For HemodIalysIs In PatIents WIth ChronIc Renal FaIlure?
Amaç: Acil hemodiyaliz uygulanması gereken hastalarda yaygın olarak internal juguler venden konulan geçici hemodiyaliz kateterleri kullanılmaktadır. Bu girişim yapılırken nadir de olsa hastanın anatomik durumu farklılık arz edebilmektedir. Bu nedenle girişim öncesi hastada bir kalp damar anomalisi olup olmadığı araştırılmalıdır. Olgu sunumu: 55 yaşında, kronik böbrek yetmezliği nedeni ile rutin hemodiyaliz programında olan ve daha önce 10 kez arteriovenöz fistül girişimi ve çok sayıda geçici ve kalıcı hemodiyaliz kateteri girişimi uygulanan hastanın kontrol posteroanterior (PA) akciğer grafisinde dekstrokardi saptandı. Sonuç: Biz bu amaçla en basit tanı yöntemi olan PA akciğer grafisinin rutin olarak kullanılmasını önermekteyiz.
Aim: Temporary hemodialysis catheters inserted into the internal juguler vein are commonly used in patients who need emergent hemodialysis. During this procedure, although it is very rare, the patient may have anatomicaldifferences. Therefore, before the procedure, it should be studied whether the patient has any cardiovascular abnormality or not. Case report: Dextrocardia was detected in control chest X-ray of a 55 year old patient, who was in routine hemodialysis programme and had a history of 10 arteriovenous fistula operations and multiple transient and permanent catheter insertions because of chronic renal failure. Conclusion: For this reason, we suggest posteroanterior chest x-ray as the routine technique since it is the simplest diagnostic method.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Diabetik Hastada Posterior Mediasten Yerleşimli
ekstraplevral AbseMurat Öncel, Yüksel Dereli, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu ÖzetiDiabetik Hastada Posterior Mediasten Yerleşimli
ekstraplevral Abse
Extrapleural Abscess In The PosterIor MedIasten In The DIabetIc
patIent
57 yaşında erkek hasta kliniğimize dahiliye yoğun bakım servisinden, 1 haftadır tedaviye dirençli plevral ampiyem ön tanısı ile septik durumda alındı. Hasta 13 yıldır tip 2 diyabet hastası ve son 2 yıldır insülin kullanmakta olup, son 10 gündür solunum sıkıntısı, sağ yan ağrısı, ateş ve regüle olmayan bir kan şekeri profili mevcuttu. Hastanın tansiyonu 85/60 mmHg, nabzı 120/dk, laboratuar tetkiklerinde beyaz küresi: 23.000 mm3, kan şekeri 470gr/dl idi. Çekilen akciğer grafisi ve bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ posterior mediastende ekstraplevral hava sıvı seviyesi veren abse rapor edildi. Torasentez neticesi pürülan mayii gelen hastaya sıvının en rahat geldiği sağ skapula altından 28 nolu göğüs tüpü kondu, 1700 cc pürülan mayi alındı ve hastanın klinik durumunda dramatik düzelme gözlendi. Kan şekerleri regüle oldu, her gün 300 cc rifosinli mayi ile poş yıkandı. 10 günde pet altı takip yapıldı ve birinci ayın sonunda kliniği tamamen düzeldi. Bu olgu sunumu akciğer absesinin nadir görüldüğü posterior mediastende oluşu ve sadece göğüs tüpü ile tedavi edilebilmesi nedeniyle yapıldı.
57 years old male patient who admitted our clinic from the intensive care unit because of the one week refracter of the treatment pleural effusion with the septic situation. The patient is a diabetic (type 2) for 13 years and lastly two years use insulin and last 10 days he has dispne, right costal pain, fever and don’t regulate blood glucose profile. The patients tension arteriale was 85/60 mmHg, heart rate was 120/min; leucocytosis 23000 and blood glucose level 470 in laboratory. PA chest film and computed thoracic tomography were reported lung abscess which the right posterior mediastineum and extrapleural look the air-fluid level. As a result of thoracentesis pleural empyema in a patient with pure liquid under the most comfortable coming right scapula chest tube (no 28) was inserted 1700 cc of purulent fluid was taking and in this case was achieved dramatic clinical improvement. Blood sugar was regulated daily pouch was washed with 300 cc riphosine fluid 10 days later, tube made under a pet. The situation is completely stable at the end of the first month.This is a rare case report of lung abscess, and being seen in the posterior mediastinum was only due to be treated with chest tube
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif DeğeriSaim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi ÖzetiPelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Harap AkciğerTahir Yüksek, Ali Ersöz, Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Osman Yılmaz, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi ÖzetiHarap Akciğer
Harap Lungs
Mayıs 1984-Nisan 1988 arasında, akciğerleri tahrip olan 7 vaka S. Ü. Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı. En genç ve en yaşlı hastalar 5 ve 47 yaşlarındaydı. Hastalar kendilerini öksürük, pürülan balgam, nefes darlığı, plevral ağrı ve hemoptizi ile gösterdiler. Parmakların çarpması her durumda yaygındı. Tahrip olmuş akciğer tarafında araştırabileceğimiz bir perfüzyon elde edemedik. 5 pnömonektomi ve 2 plöropnömonektomi ile cerrahi tedavi kabul edildi. Bir hastada bronko-plevral fistül ile postoperatif komplikasyon olarak 2 ampiyem vardı. Bu hasta torakoplasti sonrası öldü. Diğer hasta halen açık drenaj ile yaşıyor.
Between May 1984-April 1988 7 cases with destroyed lung were treated at S. Ü. Faculty of Medicine Thoracic and Cardiovascular Surgical Department. The youngest and oldest patients were 5 and 47 years old. Patients presented themselves with coughing, purulant sputum, dyspnea, pleural pain and hemoptysis. Clubbing of fingers was common in all cases. We obtained no perfusion in the destroyed lung side whom we could research. Surgical treatment with 5 pneumonectomy and 2 pleuropneumonectomy were corned out. There were 2 empyema as post operative complication with broncho-pleural fistula in one patient. This patient died following thoracoplasty. The other patient is still alive with open drainage.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Gebelikte Endometrıal KıstÖzden Vural, Sema Soysal, Hilal Koral, Özlem Nisanoğlu, Jule Eriç Horasanlı, Ergün Onur
Araştırma makalesi ÖzetiGebelikte Endometrıal Kıst
An EndomerrIotIc Cyst In Pregnancy (a Case Report)
Bu makalede, gebe bir kadında sağ overde bulunan endometrial kist olgusu sunularak klinik ye patolojik bulgular literatürle Endometriozisin infertilite ye gebelige olan etkileri tartışıldı.
in this report. a case of an endometriotic cyst of the right ovary in a pregnant women is presented and clinical and pathological findings were compared to those in the literature. The effects about infertility and pregnancy of endometriosis were discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen FaktörlerFatma Fidan, İhsan Hakkı Çiftçi, Nihal Kıyıldı, Mehmet Ünlü, Murat Sezer
Araştırma makalesi ÖzetiAfyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Prevalence And RIsk Factors Of Asthma And AtopIc DIseases In Pre-School EducatIon Centers In AfyonkarahIsar
Amaç: Bu çalışmada Afyonkarahisar’daki okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) astım veatopik hastalıkların prevalansını ve ilgili risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışma Afyonkarahisar ilinde, 41 ayrı okul öncesi eğitim merkezinde öğrenim görmekte olan 1288 çocuktan, çalışmaya katılması ailesi tarafından onaylanan 1084 çocukta yapıldı. Sosyodemografik özellikler, astım ve atopik hastalıklar ve bu hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini sorgulayan standart anket formu çocukların aileleri tarafından dolduruldu. Bulgular: Bin seksen dört öğrencinin yaş ortalamaları 5.7 ± 0.7 (3-6) olup, 505’i kız (%46.6), 579’u erkek (%53.4) idi. Çalışmada astım %3.1, alerjik rinit %5.0, egzema %1.8 oranında saptandı. Ailede astım ya da atopik hastalık hikayesi, astımı olan grupta (%44.1), astımı olmayan gruba göre (%25.5) anlamlı olarak daha fazla idi (p=0.015). Bebeklikte anne sütü alma astımı olan grupta anlamlı olarak daha düşük oranda bulundu (p=0.039). Astım için ailede allerjik hastalık hikayesi olmasının 2.3 kat, bebeklikte anne sütü almamanın 2.7 kat risk oluşturduğu bulundu. Astımı olan hastalarda hışıltılı solunum ve allerjik rinit sıklığı anlamlı düzeyde daha fazla iken, egzema sıklığı açısından farklılık saptanmadı. Sonuç: Okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) 3-6 yaş grubu çocuklarda ailede allerjik hastalık bulunması ve bebeklikte anne sütü almamış olmanın astım için anlamlı risk faktörü olduğu bulundu.
Aim: We aimed to determine the prevalence and risk factors of asthma and atopic diseases in preschool education centers in Afyonkarahisar. Material and Method: Of the 1288 children in 41 preschool education centers in Afyonkarahisar, 1084 children, whose parents have approved the study, were accepted. A standard questionnaire interrogating sociodemographical status, presence and risk factors of asthma and atopic diseases was filled by the parents of the children. Results: The mean age of 1084 children was 5.7 ± 0.7 (3-6), 505 (46.6%) of them were girls and 579 (53.4%) were boys. The prevalence of asthma was 3.1%, allergic rhinitis 5.0% and eczema 1.8%. Presence of asthma or an atopic disease in the family was significantly higher in the group with asthma (44.1%) than without (25.5 %)(P=0.015). Intake of breast milk in the infancy was significantly low in the group with asthma (P=0.039). Presence of an allergic disease in the family was found to cause a 2.3 folds and absence of breast milk intake a 2.7 folds increase in the risk for asthma. In the children with asthma, wheesing and allergic rhinitis frequency was significantly high. While there was no difference in froguency of eczema. Conclusion: Presence of an allergic disease in the family and a bsence of breast milk intake in the infancy was found as significant risk factors for asthma in 3-6 age children in pre-school education centers.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Vezikovajinal Fistül DeneyimlerimizGiray Karalezli, Talat Yurdakul, Kadir Karabacak, Recai Gürbüz
Araştırma makalesi ÖzetiVezikovajinal Fistül Deneyimlerimiz
Our VesIcovagInal Fıstula ExperIences
1983-1998 yılları arasında kliniğimizde tedavi edilen vezikovajinal fistül olguları retrospektif olarak değerlendirildi. Etyolojik nedenler ve tedavi yaklaşımları tartışıldı. Olguların etyolojik olarak, % 70.6 ‘sı jinekolojik, % 29.4’ü obs- tetrik nedenlere bağlı idi. 3 olgu elektrokoagülasyon, 11 olgu transabdominal-transvezikal, 3 olguda transvajinal yaklaşımla tedavi edildi. İlk girişimler değerlendirildiğinde elektrokoagülasyonda % 66.6 (2/3), transabdominal- transvezikal yaklaşımda % 72.7 (8/11), transvajinal yaklaşımda % 100 (3/3) başarı elde edildi. Transabdominal- transvezikal yaklaşımla başarısız olunan 3 olguda aynı yöntemle yapılan ikinci girişimde başarılı olundu. Sonuçların değerlendirilmesinde morbiditenin azlığı, minimal kan kaybı, sahaya hakimiyet, hastanede kalış süresinin kısalığı ve birlikte olan stress inkontinans’ın düzeltilebilmesi gibi nedenlerle olgu sayımızın az olmasına rağmen transvajinal yaklaşımın tedavide ilk tercih edilmesi gereken yöntem olduğu düşüncesindeyiz.
Vesicovaginal fistula cases treated in our clinic betvveen 1983-1998 has been evaluated retrospectively. Etiologic causes and approaches to treatment have been discussed. 70.6 % of the cases were caused by gynecologic re- asons vvhereas the remaining 29.4 % were due to obstetric reasons. Three cases treated by electrocoagulation, eleven cases by transabdominal-transvesical approach and another three by transvaginal approach. After eva- luation of the results, 66.6% (2/3) success rate has been reached with electrocoagulation while this rate was 100% (3/3) at transvaginal methods and 72.7% (8/11) with transabdominal-transvesical approach. Three cases which failed at the first application of transabdominal-transvesical method ended up with recovery after the se- cond treatment with the same method. Although the number of cases are not enough to give a solid decision, we concluded that the transvaginal approach may be preferred as a first method in vesicovaginal fistula by con- sidering the lesser amount of morbidity, minimum blood loss, easiness of operation and control över the operated area, shorter hospital stay and simultaneous treatment of stress incontinance.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Üretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)Ali Acar, Recai Gürbüz, Kadir Ceylan, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi ÖzetiÜretrada Yabancı Cisim (yorgan Iğnesı)
ForeIgn Body In The Urethra (quIlt Needle)
Üretrada genellikle infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler genellikle merak veya erotik stimülasyon amacıyla konmaktadır. 16 yaşında bir hastada; erotik stimülasyon amacıyla üretraya konmuş 10 cm boyunda bir yorgan ignesi belirledik.
Some foreign bodles which generally cause corn-plications such as infection, rupture and fistulla have been placed into the urethra for erotic stirnulation ör curio.sity. We have diagnosed a rather big consciusly placed sewing needle approximately 10 cm. in a 16-year-old patient for erothic stimulation.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kırk Yaşından Genç Hastalarda Aterosklerotik Plak Bozulması İle İlişkili Olmayan Miyokardiyal HasarAhmet Seyfeddin Gürbüz, Semi Ozturk, Sefa Tatar, Mehmet Akif Düzenli, Cevat Kırma
Araştırma makalesi ÖzetiKırk Yaşından Genç Hastalarda Aterosklerotik Plak Bozulması İle İlişkili Olmayan Miyokardiyal Hasar
MyocardIal Injury Non-Related AtherosclerotIc Plaque DIsruptIon In PatIents Younger Than 40 Years Old
Amaç: Koroner arter hastalığı nedenli miyokard infarktüsü (MICAD), miyokardiyal hasarın önde gelen nedenidir. Aterosklerotik plak bozulmasına bağlı olmayan miyokardiyal hasar (MICAD olmayan) nadir ve heterojen bir tanıdır. Genç hasta popülasyonunda MICAD iyi bilinmesine rağmen, MICAD olmayan miyokardiyal hasar tam olarak tanımlanmamıştır. Çalışmamızda 40 yaşından genç hastalarda MICAD olmayan miyokardiyal hasarın prevalansı, etiyolojisi ve beş yıllık mortalitesini araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Ocak 2010 ile Aralık 2014 arasında 40 yaşından genç akut miyokardiyal hasarı olan 292 hastayı retrospektif olarak çalışmamıza dahil ettik. Klinik, demografik, laboratuvar, anjiyografik özellikler ve beş yıllık tüm nedenlere bağlı mortalite, MICAD olmayan miyokardiyal hasar (n = 78) ve MICAD (n = 214) hastaları arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: Hasta yaşlarının medyan değeri 36 idi. MICAD olmayan grup, MICAD grubundan daha gençti [32 (28-37) vs 37 (34-39)]. MICAD olmayan grupta kadın hastaların oranı, MICAD grubuna göre daha yüksekti (% 24.4'e karşılık % 10.3). MICAD olan hastaların çoğu ST elevasyonlu MI (% 77.1) ile başvururken, MICAD olmayan hastaların çoğu ST elevasyonu olmayan MI ile (% 89.7) başvurdu. MICAD olmayan miyokardiyal hasarın en sık görülen etiyolojileri miyokardit (% 32) ve vazospazm (% 9) idi. Yaş, kadın cinsiyet, sigara içmemek ve dislipidemi yokluğu, MİCAD olmayan miyokardiyal hasar için bağımsız öngördürücülerdi. MICAD olmayan grupta beş yıllık tüm nedenlere bağlı mortalite, MICAD grubundan anlamlı derecede daha düşüktü (% 2.6'ya karşılık% 10.3) (log-rank testi p = 0.04).
Sonuç: MICAD olmayan miyokardiyal hasar, farklı yaşlarda farklı etiyolojilere sahip heterojen bir grup hastayı temsil etmektedir. MICAD olmayan grubun düşük mortalite oranına rağmen, MICAD olmayan miyokardiyal hasarın yönetiminde farklı tanı ve tedavi stratejileri gerekmektedir.
Backround: Myocardial infarction with coronary artery disease (MICAD) is the leading cause of myocardial injury. Myocardial injury non-related to atherosclerotic plaque disruption (non-MICAD) is a rare and heterogeneous diagnosis. Although MICAD is well studied, non-MICAD was not thoroughly identified in young patient population. We aimed to investigate the frequency, main etiologies, and five-year mortality of patients with non-MICAD younger than 40 years.
Methods: We retrospectively enrolled 292 patients with acute myocardial injury younger than 40 years between January 2010 and December 2014. Clinical, demographic, laboratory, angiographic features, and five-year all-cause mortality were compared between patients with non-MICAD (n=78) and MICAD (n=214).
Results: Median age of patients was 36. Non-MICAD group was younger than MICAD group [32 (28-37) vs 37 (34-39)]. The frequency of female patients with non-MICAD was higher than those with MICAD (24.4% vs 10.3%). Most of the patients with MICAD presented with STEMI (77.1%), while most of the patients with non-MICAD presented with non-STEMI (89.7%). Most common etiologies of non-MICAD in were myocarditis (32%) and vasospasm (9%). Age, female sex, no smoking and, absence of dyslipidemia were independent predictors for non-MICAD. Five-year all-cause mortality in non-MICAD group was significantly lower than MICAD group (2.6% vs 10.3%) (log-rank test p=0.04).
Conclusion: Non-MICAD represents a heterogeneous group of patients who had varying etiologies at different ages. Despite the lower mortality rate of non-MICAD group, different diagnostic and treatment strategies are required for management of patients with non-MICAD.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr BulgularıÖzlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu ÖzetiMultisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Rothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal ApseNurdoğan Ata, Selçuk Kılıç, Enver Ferruh İnan
Olgu sunumu ÖzetiRothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal Apse
Parapharyngeal Abscess Caused By RothIa DentocarIosa
\r\n Rothia dentocariosa oral kavite ve solunum yolu normal florasında bulunan gram-pozitif, aerobik bir bakteridir. Baş-boyun bölgesinde nadiren enfeksiyona neden olmalarına rağmen immun supresif bireylerde enfeksiyon etkeni olabilir. Bu makalede akut tonsillit sonrası Rothia dentocariosa’nın etken olduğu parafarengeal apse gelişen 33 yaşında erkek hasta sunulmuştur.Bu olgu literatürde R. dentocariosa’nın etken olduğu ilk parafarengeal apse bildirimidir.
\r\n
\r\n Rothia dentocariosa is a gram-positive, aerobic bacteria that is a part of the normal flora in the oral cavity and respiratory tract. Although it is a rare cause of head and neck region infection, it may be observed in immunosuppressed individuals. Here we report the case of an 33-year old man who developed parapharyngeal abscess that was caused by R. dentocariosa after acute tonsillitis. This is the first case report of a parapharyngeal abscess caused by R. dentocariosa in the literature.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tanımız Gerçekten Krup Mu?Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu ÖzetiTanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Karaciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu OlgusuAli Annagür, Hüseyin Altunhan, Sabahattin Ertuğrul, Hasan Koç, Rahmi Örs
Olgu sunumu ÖzetiKaraciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu Olgusu
A Case Of SplIt Hand-Foot MalformatIon AssocIated WIth HepatIc And Cutaneous HemangIoma
Yarık el-ayak malformasyonu, el ve ayakta santral parmak hatlarının yokluğu sonucu gelişen derin mediyan yarıklar ile karakterize konjenital ekstremite malformasyonudur. Yarık el-ayak malformasyonu izole bir anomali olduğu kadar multisistemik bir sendromun bir parçası olarak da meydana gelebilir. Ailesel olguların çoğu otozomal dominant geçiş göstermektedir. Yarık el-ayak malformasyonlu bazı hastalarda mental retardasyon, ektodermal ve kraniofasial bulgular bulunmaktadır. Biz karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden bir ayrık el-ayak malformasyonu olgusunu literatür eşliğinde sunduk. Araştırmalarımıza göre karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden ilk olgudur.
Split hand-foot malformation is a congenital limb malformation, characterized by a deep median cleft of the hand and/or foot due to the absence of the central rays. Split hand-foot malformation can occur as isolated anomalies or as one component of multisystem syndromes. The majority of the familial cases are inherited in an autosomal dominant manner. Some patients with split handfoot malformation have been found to have mental retardation, ectodermal and craniofacial findings. We presented a split handfoot malformation case with liver and cutaneous hemangioma by the literature. According to our investigations, this is the first case of split hand-foot malformation with existence liver and cutaneous hemangioma.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde DeğerlendirilmesiTümay Özgür, Sibel Hakverdi, Muhyittin Temiz, Mehmet Yaldız, Seçkin Akküçük
Olgu sunumu ÖzetiSezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
EndometrIosIs In Cesarean Scar: EvaluatIon Of SIx Cases WIth
revIew Of The LIterature
Endometriozis normal endometrial dokunun uterus dışında
görülmesidir. Skar endometriozisi en sık karın duvarına yapılan
obstetrik ve jinekolojik cerrahi işlemlerden sonra ortaya çıkan genel
cerrahlar tarafından ayırıcı tanıda ön planda pek düşünülmeyen, nadir
görülen jinekolojik patolojidir. Genel Cerrahi polikliniğine 2008-2012
yılları arasında abdominal kitle şikayeti ile başvuran, kitleleri total
eksize edilmiş ve patoloji laboratuvarında skar endometriozisi tanısı
almış altı olguya ait klinik, radyolojik ve patolojik veriler retrospektif
olarak değerlendirildi. Bu hastaların başvuru semptomları farklı idi;
dördü siklik dönemde artan ağrı ve şişlik ile karakterize, ikisi ise nonspesifik
özellikli abdominal duvarda insizyon skarı bölgesinde kitle
şikayeti ile Genel Cerrahi polikliniğine başvurdu. Tüm kitleler total
eksize edildi ve patoloji laboratuarında skar endometriozisi tanısı
aldı. Genel Cerrahi polikliniğine abdominal insizyon skarı lojunda
kitle şikayeti ile başvuran bayan hastalarda jinekolojik bir patoloji
olan endometriozis ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Endometriosis is the presence of normal endometrial tissue
outside the uterus. Scar endometriosis is a rare pathology resulting
after obstetric and gynecologic surgery procedures on abdominal
wall which is not pre-diagnosed in differential diagnosis by general
surgeons. Six cases referred to General Surgery outpatient clinic with
mass on abdominal wall that have been totally excised and diagnosed
as endometriosis in pathology laboratory between 2008-2012 , have
been reviewed retrospectively with clinic, radiologic and pathologic
findings. The presenting symptoms of six pateints were different;
four of them referred with cyclic pain and swelling and two with nonspesific
symptoms to general surgery outpatient clinic. All of the
masses have been totally excised and diagnosed as endometriosis
in pathology laboratory. Scar endometriosis should be considered in
differential diagnosis of incisional abdominal wall masses in females
referring to General Surgery.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite SıklığıSerdar Yol, Şakir Tavlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Adil Kartal, Mehmet Karademir
Araştırma makalesi ÖzetiYaşlı Hastalardaki Acil Operasyonlar: Morbidite Ve Mortalite Sıklığı
Emergency OperatIons In Elderly PatIents: MorbIdIty And MortalIty
Yaşlı hastaların acil operasyonlarında mortalite elektif operasyonlara göre en az 2-3 kat artmaktadır. Yaşlı hastalardaki acil operasyonların riskleri ile tedavi sonuçlarının mortalite ve morbiditeye etkilerini incelenmiştir. Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'da Mayıs 1991 ile Nisan 1997 tarihleri arasında ameliyat edi-len 65 yaş ve üzerindeki 884 hasta (tüm olguların %11.9'u) dosya analizi ile retrospektif olarak incelendi. Bunların 183'ünü (%20.7) acil, 701'ini (%79.3) efektif olarak operasyona alınan hastalar oluşturuyordu. Acil arrıeLyat yapılan olgularda erkek/ kadın oranı 1.9 (120/63), yaş ortalaması 72.3 (65-95) idi. En sık acil operasyon nedenleri barsak tıkanması (49 olgu), akut mezenterik iskemi (24 olgu) ve peptik ülser perforasyonu (23 olgu) idi. Ortalama hastanede yatış acil vakalarda 10.8 gün (3-51), elektif vakalarda 7.2 gün (1-41) idi (p<0.0001). Acil operasyon uy-gulanan olgularda mortalite %18.6 iken elektif olgularda bu oran %3.4 idi (p<0.0001). Yaşlı hastaların değişik yaş gruplarındaki mortalite oranları arasında istatistik' bır fark saptanmadı (p<0.05). Acil vakalarda ölüm en sık karın içi abseler ve safra kesesi perforasyonlarında görüldü. Ölen olguların %70.6`sında (24/34 olgu) yandaş kalp ve/veya akciğer hastalığı mevcuttu. En sık ölüm nedenleri sepsis ve kardio-pulmoner yetmezlik idi. ileri yaş acil operasyon için kontrendike değildir ve mortaliyeti etkilemernektedir. Mortalite ve morbidite, doğrudan hastalığın kendisi ve bir-likte bulunan kardio-pulmoner patolojilerle ilgilidir. Bu nedenle yaşlı hastaların acil operasyonlarında zamanlama son derece önemlidir ve genel durumu iyi olmayan hastalarda en konservatif operasyon yöntemi tercih edilmelidir.
in this study, the risks of emergency surgical procedures in elderly patients and the effect of surgery on the morbidity and mortality were investigated. The records of 884 patients, those who were 65 years old or elder, and who were operated on in the Department of Surgery, University of Selçuk beetwen May 1991 and April 1997 were analyzed, retrospectively. One hundred eighty three patients (20.7%) were operated on urgently and 701 patients (79.3%) were elective. The ratio of male ifemale was 1.9 (120M/63F) and the mean age was 72.3 (range 65-95) in the emergency operations. Most frequent reason for the emergency operations were intestinal obstruction (49 cases), acute mesenteric ischemia (24 cases) and pepic ulcer perforation (23 cases). Mean hospital stay was 10.8 days (3-51 days) in the emergency and 7.2 days (1-41 days) in the elective operation (p<0.0001). The mor-tality was 18.6% in the emergency and 3.4% in the elective operations (p<0.0001). There was no correlation bet-ween mortality rates in different age groups (p>0.05). The highest mortality was observed in intraabdominal abs-cess and in perforated gallbladder disease. Intestinal resection and anastomosis was performed in 55.9% of expired cases. The majority of the patients (70.6%), who had died, had coexisting cardiopulmonary diseases. The main causes of death in alt patients were sepsis and cordio-pulmonary diseases. The main causes of death in all patients were sepsis and cardio-pulmonary failure. In conclusion, age is not a contraindication for an emergency operation and does not affect mortality which appears to be directly related to the severity and nature of the di-sease and to the coexisting cordio-pulmonary diseases. For this reason, timing is very important in the operations of elderly patients, and it is wise to perform the most conservative operation in some severe surgical conditions.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Geniş Anterior Palatal Fistüllerin Dil Flepleri İle RekonstrüksiyonuZakaria Aziz, Naouar Ibnouelghazi, Jinane Kharbouch, Salma Aboulouidad, Nadia Mansouri Hattab
Araştırma makalesi ÖzetiGeniş Anterior Palatal Fistüllerin Dil Flepleri İle Rekonstrüksiyonu
ReconstructIon Of Large AnterIor Palatal FIstulae UsIng Tongue Flaps
Amaç: Dil, yarık damak fistüllerinin kapatılması için en uygun donör bölgesidir. Bu prospektif çalışmanın amacı, dil flep tekniğinin etkinliğini yeniden değerlendirmekti.
Hastalar ve Yöntemler: 2015-2017 yılları arasında anterior tabanlı dil flebi ile rekonstrüksiyon yapılan 4 yarık hasta incelendi. Flebin fistülü kapatma yeteneği, ameliyattan en az 1 yıl sonra kalan dil şekli ve konuşma gelişimi (hastanın öz değerlendirmesi ve ebeveynlerin görüşü) gibi değişkenler değerlendirildi.
Bulgular: Tip IV palatal fistül ve bir tip V ile başvuran 4 hastanın damak fistülleri dil flebi ile çift katmanlı şekilde kapatıldı. Hastaların ortalama yaşı 68,5 idi. İlk malformasyon 2 hastada tek taraflı komple damak yarığı ve diğer 2 hastada damak velar yarıktı. Fistüllerin boyutu 7 ila 12 mm arasında değişmekteydi. Ortalama 18 aylık takip süresinde hastaların tamamında dil estetiği ve fonksiyonunda tam iyileşme görülürken, fistül nüksü olmadı.
Sonuç: Dil flepleri, mükemmel vaskülariteleri nedeniyle yarık damak cerrahisinde kullanılır ve sağladıkları büyük miktarda doku, dil fleplerini, önceki cerrahi tarafından yaralanan damaklardaki büyük fistüllerin onarımı için özellikle uygun hale getirmiştir. Palatal fistüllerin kapatılması için bunu güvenilir bir cerrahi teknik olarak öneriyoruz.
Aim: The tongue is a most suitable donor site for the closure of cleft palate fistulae. The aim of this prospective study was to reassess the efficacy of tongue flap technique.
Patients and Methods: 4 cleft patients who underwent reconstruction by anteriorly based tongue flap between 2015 and 2017 were studied. Variables such as flap's ability to close the fistula, the remaining tongue shape at least 1 year after surgery, and speech improvement (patient's self-assessment and parents’ opinion) were evaluated.
Results: 4 cases presenting with type IV palatal fistulae and one type V were operated on using a double-layer closure with tongue flap. The average age at the time of the intervention was 68,5 years. The initial malformation was a complete unilateral cleft for 2 patients, and a palate velar cleft for the 2 others. The size of the fistulas was variable in length (7 to 12 mm). The procedure was successful as no recurrence of fistula was noticed at an average follow-up of 18 months, with full recovery of tongue esthetic and function.
Conclusion: Tongue flaps are used in cleft palate surgery because of their excellent vascularity, and the large amount of tissue that they provide has made tongue flaps particularly appropriate for the repair of large fistulas in palates scarred by previous surgery. We recommend this as a reliable surgical technique for the closure of palatal fistulas.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı CisimSami Ceran, Burhan Apilioğulları
Olgu sunumu ÖzetiAkciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Tracheobroncheal ForeIgn Body WIth A GIant Bullae Of Lung
Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı, çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görünmektedir.
Bu hastalık çoğunlukla akciğer lobulusları arasındaki septumlara
komşu olan lobulus dış bölümünü tutar. Genellikle sigara içenlerde ve
üst loblarda görülür. Bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza
çıkabilirler. Bronşial sistemde görülen yabancı cisimler ise daha
çok çocukluk çağında karşımıza çıkan netice ve komplikasyonları
açısından oldukça önemli bir durumdur. Çıkartılmayan uzun süre
bronş içinde kalan yabancı cisimler bronş stenozu, abse, bronşektazi
gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bizim vakamız spontan
pnömotoraks ile başvurmuş olan kronik sigara içicisi olan bir
hastaydı. Hastada alt lobları tutan bilateral dev büller tespit edildi.
Operasyona alınan hastanın sağ alt lob distalinde tamamen bül
formasyonu gelişmiş olan segment komşuluğunda organize olmuş
yabancı cisime rastlandı. Bronşial obstrüksiyon yapan etkenler
check-valve mekanizması ve inflamatuar süreçte Proteolitik –
antiproteolitik dengenin bozulmasına yol açabilirler. Bu durum
akciğer hasarına ya da var olan hasarın artmasına neden olabilir.
Büllerin normal lokalizasyonu dışında alt loblarda yerleşmiş olması
ve hastada intrapulmoner bir yabancı cismin bulunmuş olması, büllöz
hastalıklarda karşılaşılan nadir bir birlikteliktir.
Bullous lung disease, one of the serious pulmonary diseases
which is mostly observed together with paraseptal emphysema
spreads on the outer part of lobulus adjacent to septums between
pulmonary lobulus. It is widely common among smokers’ upper
lobs. This patients present with spontaneous pneumothorax. And
foreign bodies in bronchial system is a situation mostly emerging at
childhod which has critical importance in terms of its consequences
and complications. If not pulled out, foreign bodies remaining
inside bronchi for extended periods can cause complications such
as bronchial stenosis, abscess and bronchiectasis. In our case, the
patient was a chronic smoker who applied us having spontaneous
pneumothorax. Bilateral giant bullae spreaded on lower lobes was
spotted. Organized foreign body in the neighbourhood of throughly
grown up bullae formation segment on distal part of right lower lobe
was observed during the surgery. Agents of bronchial obstruction
can cause proteolytic – antiproteolitik imbalance in check-valve
mechanism and inflammatory process. This circumstance can harm
the lungs or increase the existing harm. Localization of bullae in the
lower lobes rather than their standard location and presence of a
foreign body is a rare occasion of association for bullous diseases.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Mahmut Mutlu, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Ömer Şafak, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi ÖzetiThe Results Of TranspedIcular FIxatIon Of Unstable Thoracolumbar Vertebral Fractures
Nisan-1990 ve Mayıs-1997 tarihleri arasında 101 hastanın vertebra kırıkları cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama takip süresi 27 ay idi. Yetmiş erkek ve 31 bayan hastanın ortalama yaşı 35.9 olarak bulundu. En sık birinci lumbar vertebra etkilenmişti. 94 burst kırığı, 22 kompresyon kırığı, 4 kırıklı-çıkık ve 1 emniyet kemeri yaralanması tespit edildi. Nörolojik durum, 59 hastada Frankel-E, 14 hastada Frankel-A düzeyindeydi. Ortalama lokal kifoz açısı24 derece ve anterior kompresyon yüzdesi %40.7 idi. Ortalama spinal kanal tutulumu %44.5 olarak bulundu. Ame liyatlar ortalama dörtbuçuk gün içinde yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda korse kullanıldı. Komplikasyonlar; bir hastada sreprospinal sıvı fistülü, iki yüzeyel enfeksiyon ve bir bası yarası olarak gözlendi. Nörolojik kaybı olan onsekiz hasta kısmi olarak, iki hasta ise tam olarak düzeldi. Bu kırıkların tespitinde 394 transpediküler vida kul lanıldı. Otuzbir vida eğilmesi, 9 vida kırılması ve 19 vida yer değiştirmesi tespit edildi. Transpediküler fiksasyon to- rakolumbar vertebra kırık cerrahisinde etkili bir tedavi yöntemi olarak bulundu. Sonuç olarak, iyi seçilmiş vakalarda vertebra kırıklarının posterior yaklaşımla cerrahi tedavisi, komplikasyonları ol makla birlikte etkili bir tedavi metodu olarak bulundu.
Betvveen April 1990 and May 1997, 101 patients with unstable thoracolumbar vertebral fractures were treated operatively. The mean follow-up was 27 (3-66) months. There were 70 men and 31 women. The mean age was 35.9 (18-69) years. Etiology was falling from a height in most of them (56.4%). The delay from the original trauma to the presentation ranged from 2 hours to 7 days. First lumbar vertebra was affected mostly (35.5%). According to the Deniş classification, there were 94 burst fractures, 22 compression fractures, 4 fracture-dislocations and one seat-belt injury. Fiftynine patients had Frankel type E, and 14 had Frankel type A neurologic status. The me- dium angle of local kyphosis was 24° and the percentage of anterior compression was 40.7%. The percentage of average spinal canal involvement was 44.5%. The average time after the trauma till the operation was 4.5 days (6 hrs-20 days). The mean operative time was 135 minutes and 2.8 units of whole blood transfusion was used on the average, intraoperatively. Postoperative bracing was applied to ali of the patients. One CSF fistula, two su- perficial infections and one pressure sore were noted as early complications. Eighteen patients with neurologic deficits had partial, and two patients had full recovery. 394 transpedicular screvvs vvere used and there vvere 31 (7.8%) bent screvvs, 9 (2.2%) screvv breakages and 19 (4.8%) screvv migrations. Transpedicular fixation was found to be an effective method for thoracolumbar vertebral fracture surgery.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Postpartum Uzamış Üriner RetansiyonMetin Kaba, Sezen Bozkurt Köseoğlu
Olgu sunumu ÖzetiPostpartum Uzamış Üriner Retansiyon
Postpartum Prolonged UrInary RetantIon
Vajinal doğum sonrası üriner retansiyon sık görülmeyen bir
komplikas-yondur. Doğum eylemin 1. ve 2. fazının uzaması, izole
2. faz uzaması, forseps veya vakum ile müdahaleli doğum, perine
laserasyonu ve nulliparite risk faktörleridir. Üriner retansiyon
doğumdan hemen sonra gelişebileceği gibi daha sonra da gelişebilir.
Tedavi mesane kateterizasyon, antibiyotik tedavisi ve belli aralıklarla
kateterin çekilerek hastanın spontan miksiyon yapması takip edilir ve
miksiyon sonrası rezidüel idrar kontrolü yapılır. Spontan miksiyonun
olduğu ve geride rezidüel idrar kalmadığında düzelme sağlanmış
olur. Bu makalede nadir görülen, aralıklı kateter takılması ile tedavi
edilen bir pospartum uzamış üriner retansiyonu olgusunu sunarak bu
konuya dikkat çekmek istedik.
Urinary retention is not seen frequently after vaginal delivery.
Prolonged first and second stage of labor, isolated second stage
prolongation, forceps or vacuum application, perianal laceration,
nulliparity are risk factor for postpartum urinary retention. Urinary
retention may occur immediately after labor or later days. Treatment
consists of urinary catheterizing, antibiotic administration and
withdrawal of the catheter at regular intervals and checking
spontaneous micturition. Treatment of urinary retention is achieved
when there is no residual urine is seen after spontaneous micturition.
In this article we presented a postpartum urinary retention case which
treated with intermittent urinary catheterization in order to draw
attention about this subject.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Skleral Fiksasyonlu Göz İçi Lensi İmplantasyonu SonuçlarımızAlparslan Şahin, Ümit Kamış, Refik Oltulu, Şaban Gönül
Araştırma makalesi ÖzetiSkleral Fiksasyonlu Göz İçi Lensi İmplantasyonu Sonuçlarımız
Results Of Scleral Sutured Intraocular Lens ImplantatIon
Amaç: Skleral fiksasyon tekniği ile arka kamaraya göz içi lensi implantasyonu sonuçlarının değerlendirilmesi. Yöntem: Ocak 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında skleral fiksasyon tekniği ile göziçi lensi implante edilen 34 olgunun 34 gözüne ait kayıtlar retrospektif olarak değerlendirildi. Olgular, yaş, cinsiyet, primer veya sekonder GİL implantasyonu, implante edilen GİL cinsi, görme keskinliği, göziçi basıncı ve komplikasyonlar yönünden incelendi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 52.55±22.08 yıl (4-83) idi. Ortalama takip süresi 6.41±6.49 (3–36) aydı. Postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği PMMA GİL grubunda 0.39±0.35, katlanabilir GİL grubunda 0.57±0.27 olarak saptandı (p=0.146). Primer GİL implante edilen grupta postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0.44±0.34 iken, sekonder GİL implante edilen grupta ise 0.47±0.32 olarak saptandı (p=0.758). Postoperatif komplikasyon oranı PMMA GİL grubunda %40.9, katlanabilir GİL grubunda %16.6 olarak saptandı.Postoperatif göziçi basıncı yükselmesi ve kistoid maküler ödem başlıca komplikasyonları oluşturmaktaydı. İmplante edilen 22 GİL PMMA,12 GİL ise 3 parçalı hidrofobik akrilik idi. Sonuç: Kapsül ve zonül desteğin yeterli olmadığı gözlerde skleral fiksasyon ile GİL implantasyonu tercih edilebilir bir yöntemdir. Her iki GİL tipi ile görsel sonuçlar benzer olsa da, katlanabilir GİL ile skleral fiksasyon tekniği daha az zaman almakta, daha düşük komplikasyon oranı saptanmakta ve erken görsel rehabilitasyona imkan sağlanmaktadır. Katlanabilir GİL ile skleral fiksasyon tekniğinin etkinliği ve güvenilirliği için daha fazla sayıda olgu ile uzun süre izlemli çalışmalar yapılması yararlı olacaktır.
Aim: To evaluate the results of posterior chamber intraocular lenses implanted by scleral fixation technique. Method: 34 eyes of 34 cases which had intraocular lens implantation by scleral fixation method between January 2002 to December 2006 were retrospectively evaluated. The parameters evaluated were the age and sex distribution, primary or secondary IOL implantation, type of implanted intra ocular lens, visual acuity, intra ocular pressure and complications. Results: The mean age of the patients was 52.55± 22.08 years (range 4 to 83 years). The mean follow up time was 6.41±6.49 (3–36) months. The mean postoperative best corrected visual acuities (BCVA) in PMMA IOL group and foldable IOL group were, 0.39±0.35 and 0.57±0.27, respectively (p=0.146). The mean postoperative best corrected visual acuities (BCVA) in primary implantation group and secondary implantation group were, 0.44±0.34 and 0.47±0.32, respectively (p=0.758). The postoperative complication rates in PMMA IOL group and foldable IOL group were 40.9% and 16.6%, respectively. Postoperative IOP increase and cystoid macular edema were the main complications. Implanted twenty-two IOLs were PMMA, and twelve were 3-piece hydrophobic acrylic. Conclusion: Implantation with scleral fixation of IOLs may be preferred in eyes with absence of zonular and capsular support. Although visual outcomes were similar for the two IOL types, scleral fixation of foldable IOLs take less time, have low incidence of complications and earlier visual rehabilitation. Long term studies with larger number of patients may better define the role of scleral sutured posterior chamber intraocular foldable lens implantation.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Üretroskop Optiği İle Vizüel Fistül Revizyonuİbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi ÖzetiÜretroskop Optiği İle Vizüel Fistül Revizyonu
Vısual Fıstule Revısıon Wıth Urethroscope Optıon
İpeğe bağlı olarak oluşmuş bir retroperitonal revizyonunu varkoz altında görerek yaptık. Hasta ertesi gün taburcu oldu. Hastanın yarası kısa sürede kapandı. Altı ay sonra yapılan kontrolde hastanın hiç bir şikayetinin olmadığı görüldü.
We performed a retroperitoneal revision due to silk under varicose. The patient was discharged the next day. The patient's wound was closed in a short time. In the control performed six months later, it was seen that the patient had no complaints.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Persitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri YerleştirilmesiMuhammed Bilal Çeğin
Olgu sunumu ÖzetiPersitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri Yerleştirilmesi
ImplantatIon Of TransIent HemodIlysIs Catheter In PatIent WIth PersIstent Left SuperIor Vena Cava
Üç yıldır hemodiyalize giren 44 yaşında kadın hastanın fistül yerinde ağrı şikâyeti olması üzerine fistül yeri yüzeysel ultrasonografi ile kontrol edildi. Renkli doppler ile fistül yerinde akım olmadığı saptandı. Hastanın geçici diyaliz kateteri ile diyalize girmesine karar verildi. Sol juguler venden kateter ilerletildi. Kontrol telekardiyografisinde kateter mal pozisyonu olduğu saptandı. Negatif basınç ile venöz vasıfta kan geldiği gözlendi. Kateterin yerinin kontrolü için yapılan anjiyografide, kateterin persistan sol süperiyor vena kava aracılığı ile koroner sinüse ulaştığı gözlendi.
A 44 years old woman who having hemodialysis for three years had a complaint of pain in the fistular area. Ultrasonographic examination was done to the fistular area. There was no flow by color doppler imagings. Transient dialysis catheter for hemodialysis was suggested to the patient. Catheter was advanced to the left jugular vein. When control telecardiography examination was done, catheter malposition was detected. Venous type blood was seen when negative pressure applied. Anjiography was applied to detect the catheter localisation. Caheter was seen in coronary sinus via the route of persistant left superior vena cava.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 6 Mm Goretex Stretch Politetraflouroetilen Greft İle Arteriovenoz Shunt DeneyimimizCevat Özpınar, Kemalettin Hoşgör, Kadir Durgut, Ufuk Özergin
Araştırma makalesi Özeti6 Mm Goretex Stretch Politetraflouroetilen Greft İle Arteriovenoz Shunt Deneyimimiz
ArterIovenous Shunt ExperIence WIth 6 Mm Stretch PolItetra Floureoethylene Graft
Bu makalede hemodializ programına alınmış kronik renal yetmezliği bulunan hastalarda arteriovenoz fistül kullanılamadığı durumlarda strech politetrafloro etilen (PTFE) greft ile A-V shunt'ın kısa ve orta dönem sonuçları tartışıldı.
İn this article early and late results of PTFE vascular access grafts in patients with chronic renal failuer who have unsuccessfull arteriovenous fistula was discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Perıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle KarşılaştırılmasıSaim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Kemal Balcı, Mustafa Erken, Ahmet Candan Durak, Alaattin Vural
Araştırma makalesi ÖzetiPerıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle Karşılaştırılması
ComparIson Of UltrasonographIc FIndIngs WIth Together Chest Roentgenograms In The DIfferentIal DIagnosIs Of The PerIpherIc Lungs DIseases
Periferik komşuluğu olan akciğer lezyonlarım ultrasonografi (US) ile incelemek mümkündür. US bu lezyonlarını kistik ve solid oluşlarını ayırmada ve plevral sıvı ile beraber olan solid yapıyı görüntüIemede başarılıdır. Çalışma kapsamına alınan 57 hastanın 49(%86) unda kesin klinik sonuç alındı. 49 hastadan 25 (%51) inde akciğer tümörü, 6(%12) sında pnömoni, 6 (%12) sında kist hidatik, 3(%6) önde enkapsule sıvı, 2(%4) Binde abse, 1 (%2) inde sol ventrikül anevrizması ve 1 (%2) inde perikardial kist hidatik saptandı. Konsolidasyonlar, hipoekojen ve içinde dallanan hiperekojen tübüler yapılar içeren solid kitleler şeklinde görüntülendi. Tümoral yapılar ise daha ekojen ve homojen solid olarak göründilendi. Atelektaziler tümörlerden daha hipoekojen, içinde yer yer vasküler ekolar olan oluşumlar şeklinde görüntülendi.
Lesions in the peripheral lung area chest roentgenograms may be examined by ultrasonography. Solid and cystic lesions may be differentiated with ultrasonography (Us). ln 49 of 57 patients the US diagnosi.s of cases was correct. In 25(%51) of 49 patients lung !umar was diagnosed. In 6(%12) cases pneumonia, in 6(%12) cases hydatid cyst, in '" 5(%6) cases empyerna. in 3 (%6) cases encapsuie fluid collection, in 2(%4) cases absces5', in 1(%2) cases left ventrikül anevriysm and in 1(%2) case pericardial hydatid cyst were diagnosed. Consolidations were imagined in solid structures that include hypoechoic and branching sutructures. Tumors were imagined ta be more echogenic and homogeneus solid maseses. Atelectasis waüs imagined in structures consist of hypoechois bronchial and vascular echoes.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Esansıyel Hipertansiyonlu Hastalarda Ventrikuler Aritmı Ve Prognoza EtkısıHasan Gök, Bayram Korkut, Ahmet Altınbaş, Mehmet Tokaç, V. Gökhan Cin, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi ÖzetiEsansıyel Hipertansiyonlu Hastalarda Ventrikuler Aritmı Ve Prognoza Etkısı
VentrIcular ArrhythmIas And PrognostIc SIg-NIfIcance In PatIents WIth EssentIal HypertensIon
Bu Çalışmamızda esansiyel hipertansiyonlu hastalarda ventrikülar aritmi dağılımı ve yaşam süresine etkisi araştırıldı. Esansiyel hipertansiyonlu 50 olgu, eko-kardiyografik olarak interventrikiiler septum (IVS) ye sol ventrikill arka duvar (LVPW) kahnitklarina gore sol ventrikill hipertrofisi (LVH) olanlar (30 olgu) ye olmayanlar (20 olgu) ceklinde grup-landtrildt. Daha sonra 24 saatlik Holter mo-nitorizasyonu gerceklegirildi ve tesbit edilen vent-rikuler aritmiler OA) Lown stniflamasinda oldugu gibi gruplandirtldt. Anjiotensin enzim (ACE) inhibitorii tedavisi ba§lanan butan hastalar, 2 aylik aralarla 6 aylik klinik takibe LVH olan hipertansif hastalarda VA tiplerinin hepsi fazia oranda tesbit edildi, fakat Lown IVA grup VA istatistiksel olarak anlamll oranda fazla idi. Her iki hipertan.qf pasta grubunda da en sik olarak Lown IA grubu VA tesbit edildi malign VA ye ani olicm tesbit edilmedi.
In this study, we looked the distribution and prognostic significance of ventricular arrhythmias (VA) in patients with essential hypertension. Fifty patients with essential hypertension were included. After physical and laboratory exa-mination, interventricular septum (IVS) and left ventricular posterior wall (LVPW) thickness were measured in M-mode echo to detect left ventricular hypertrophy (LVH). Patients were classified into 2 main group according to presence or absence of LVH. Halter monitoring was performed and VAs seen in Halter were defined according to Lawn clas-sification_ All of the patients were followed clinically at least 6 months by 2 monthly intervals. All types of VAs were more common in LVH group, but only Lawn IVA group VA was sig-nificantly higher occurence. There were no malign VA and sudden death while Lawn IA group VAs were more common in the two group of patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Apendisit Tanısında Ultrasonografinin Tanı DeğeriAdil Kartal, Kemal Ödev, Bilge Çakır, Mustafa Erken, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Apendisit Tanısında Ultrasonografinin Tanı Değeri
Value Of The Ultrosonography In The DIagnosIs Of Acule AppendIcItes
Akut apendisit öntanısı alan 19 hastaya ultrasonografik (US) inceleme yapıldı. Bir hastada kesin tanıya gidilemedi. 2 hastada postoperatif over torsiyonu bulundu. 17 hastada US tandart klinik bulgularla doğrulandı. US ile %89 oranında doğru sonuç elde edildi. Periapendiküler absesi olmayan hasialarda apendiks normalden büyük, hedef şeklinde görüldü. Periapendiküler abse gelişen olgularda hedef şekli bütünlüğünün bozulduğu görüldü.
19 patients suspected of the diagnosis of acute appendicitis were examined with ulirasonography (US). Definitive diagnosis was not reported in one case. in 2 patients, postoperative °Yarkın torsion was reported. in 17 patients, the US diagnosis was provided with cilinical findings. The US diagnosis (%89) was correct. Appendix is seen in target configuration and greater !han normal in patients not having preappendicülar abscess. Target configuration is not seen in patients occurence periappendicüler abscess.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme ÇalışmasıTahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Günay Kanber, Tacettin Tütüncü
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Hatunsaray Kasabası Evlıyatekke Koyu Kaynak Suyunda Yapılan Değerlendirme Çalışması
EvaluatIon Of SprIng-Water In EvlIyatekke VIl-Lage In Hatunsaray Town Of Konya DIstrIct
Evliyatekke kayfindeki kavnaktan kimyasal analiz kin airman ye kiikfirt iceren hu suyun hanyo §.eklinde kullarami kapntilt deri hastalzklarinda yarar sag-layict ozelliktedir. Buharina maruz kalma ya da 441- mesi solunum vetmezligi, kollaps. koma, ollim olu,y-. turabilir. Duciik miktarlarda bile mukozalarda irritasyon yapzcz niteliktedir. Bu suyun asit yapida olnzasi da mukozalarda irritasyon nedenidir. Top-lam organik madde ve amonyak bulunmasz, sudaki nitrifikas_yonan tamamlandigint giisterir ye harsak enfeksiyonlarzna ?widen olahilecek organik mad-deleri Toplam organik madde miktarmin ye amonyagzn yiiksek olmasz, koruma alanz ol-maywndan kaynaklanabilir. Kloriirfin yiiksek dii-zeyde olmasz insan ya do hayvan kaynaklz idrartn karivIktna delildir.
Bathing with the water containing suiphure has succesful effects in pruritic dermal lesions. Being ex-posed to its vapour or ingestion may cause collaps, coma and death. Even in low doses of sulphure may cause irritation in mucosa and adverse effects. The acidic characteristic of this water is the main cause of the irritation in mucosa. High levels of organic substance and ammonium show discontinued nit-rification of the water. The water containing organic substances may cause intestinal infections. The absence of protective area may increase ammonium concentration and total organic substance. High chlorine con-centration confirms that the water is contaminated with the urine of human beings or animals.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Perianal Akıntının Ender Bir Nedeni; Unutulmuş Cerrahi DrenlerMurat Kapan, Akın Önder, İlhan Taş, Tarık Sırça, Hekim Kuzu, Abdullah Oğuz
Olgu sunumu ÖzetiPerianal Akıntının Ender Bir Nedeni; Unutulmuş Cerrahi Drenler
A Rare Cause Of PerIanal DIscharge; Forgotten SurgIcal DraIns
Çeşitli ameliyatlarda unutulmuş yabancı cisimlere (pet, gazlı bez, v.b.) bağlı, girişimlerden uzun süre sonra klinik semptomlara yol açan birçok olgu sunulmuştur. Ancak literatürü incelediğimizde, perianal apse drenajı sonrası apse poşuna kaçan penröz drene bağlı kronik akıntılar ile ilişkili herhangi bir yayına rastlanmaması nedeniyle kronik perianal akıntı şikayeti olan hastamızın güncel literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır. 46 yaşında erkek hasta perianal bölgede kronik akıntı şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Perianal fistül saptanan hasta hospitalize edildi. Ameliyatta önceki cerrahi girişim esnasında yara alanının drenajı için kullanılan ve unutulan bir penröz dren apse poşunda tespit edildi ve klinik bulguların unutulan dren ile ilgili olduğu görüldü. Önceden cerrahiye maruz kalmış hastalarda, unutulmuş penröz drenler gibi yabancı cisimlere bağlı kronik akıntıların olabileceği akılda tutulmalıdır.
Due to the forgotten foreign bodies (plastic, gauze, etc.) in a variety of operations, many cases which caused to clinical symptoms long after the surgical interventions were present in the literature. However, when we examined the literature, we didn’t find any publication related with chronic discharge due to the penrose drain which fled into the abscess pouch after perianal abscess drainage. For this reason, we aimed to present our patient who complained from chronic perianal discharge in the light of current literature. A 46 years old male patients was admitted to our clinic with chronic discharge at the perianal region. He was hospitalized with the diagnosis of perianal fistula. Intraoperatively, a penrose drain which used for drainage the wound area and forgotten at the previous surgical intervention was determined at the abscess pouch and clinical symptoms were related to this forgotten drain. Chronic discharge due to the foreign bodies such as forgotten penrose drains should be kept in mind in patients who were exposed to the previous surgery
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka TakdimiZehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu ÖzetiPulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pankreas YaralanmalarıRahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu ÖzetiPankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Multiple Travma Orijinli Böbrek YaralanmalarıAli Acar, Kadir Karabacak, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi ÖzetiMultiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
KIdney Damages ResultIng From MultIple Trauma.
Multipl travma sonucunda böbrek yaralanması nedeniyle üroloji kliniğinde takip ve tedavi edilen 26 hastanın kayıtları incelendi. Hastalar saptanan patolojik bulgulara göre minör, majör ve vasküler yaralanma olarak sınıflandırıldı. Hastaların % 65.4 'ünde majör, % 34.6 ’sında minör böbrek yaralanması mevcuttu. Böbrek yaralanmalarının % 76.8 ’i künt travma orjinli idi. Majör böbrek yaralanmalarının % 88.8'inde multipl organ yaralanması birlikteliği vardı. Majör böbrek yaralanmalarında cerrahi tedavi, minör yaralanmalarda ise konservatif izlem uygulanmıştır. Multipl travma orjinli böbrek yaralanmaları erken dönemde hemoraji ve ürinoma, geç dönemde ise hidronefroz, hipertansiyon ve arteriovenöz fistül gibi komplikasyonlar nedeniyle acil yaklaşım ve tedavi gerektirmektedirler.
IVe evaluated the medical records of 26 patients vvith kidney injuries resulting from multiple trauma at urological department. The patients vvere classified as minör and majör depending on the pathological sign. 65.4% of the patients had majör renal damage vvere as 34.6% of the patients had minör renal damage. From kidney injuries 76.8% was blunt injuries. 88.8% of majör kidney injuries vvere associated with multiple organ damage. Surgical treatment's vvere used for majör renal traumas wereas only conservative treatment vvere used in management of minör renal injuries. VVhile emergency interferances vvere reçuired only due to early complications of multiple trauma like hemorrage and urinoma, and late complications like htfdronephrosis, hypertension and arteriovenoous fistulas.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Cesitli Klınık Materyallerden Uretılen Anaerop MıkroorganızmalarFatma Keklikoğlu, Duygu Fındık, Bülent Baysal
Araştırma makalesi ÖzetiCesitli Klınık Materyallerden Uretılen Anaerop Mıkroorganızmalar
AnaerobIc MIcroorganIsms That Isolated From VarIous ClInIcal Samples
Bu calqmada ce itil kliniklerde yatan ye ana-erohik infekslyon #iphesi clan hastalardan alznan far-kit materyallerin anaerohik kulturr yapzInuou-. Toplam 84 materyalin 22'sinden 23 anaerobik bak-teri izole edilrnitir. Bu anaerohik bakterilerin 19'u saf anaerop, 374 anaerop-aerop kat-41k olarak Lae edilmigir. 20 pelvik inflamatuar hastalik ol-.gusunclan izole edilen 9 anaerohik bakteriden 5'i gram pozitif anaerohik kok, Tsi Bacterokles, Fu-sobacterium. 17 Propinioba•terium, 51 infertilite ol-gusundan cul-de-sac`dan laporoskopla alman turlerden lireyert 5 anaeroptan 37i Peptostreptococcus, 17 Proplonihacterum, 17 ana-erohik Lactobacillus, I douglas absesinden izole edilen 2 anaeroptan Propionihacterum ye 1'1 Peptostreptococcus olarak idantifiye edilmivir. Ay-rtca 5 Pleuropulmoner infeksiyondan 2 Pep-tostreptococcus, 1 akut parotit olgusundan Bac-teroides. 1 nekrotizan fasii olgusundan da Peptostreptococcus iiremigir. API 20A sistemiyle yapilan 10 anaerohik bakterinin tiplendirmesinde 4 gram pozitif sporsuz basil Lactobacillus jensenii gram negatif basil Fu.sobacterium mortiferum 1 grain pozitif sporlui basil Clostridium butyricum olarak hir Gram pozitif kok ise API 20 sistemiyle tiplendirilememivir.
In this study anaerobic cultures of the specimens which were taken from hospitalized patients with suspicion of anaerobic infection were made. From 22 of the 84 specimens 23 anaerobic bacteria were isolated. 19 of them were pure anaerop and 3 of them were mix cultures (aerop+anaerop). of the 9 anaerobic bacteria which were isolated from pa-tients with pelvic inflamatuar disease 5 were gram positive anaerobic cocci, 2 were Bacteroides, 1 was Fusohacterium and 1 was Propionibacterium. Of the 5 anaerobic hacteriae which were isolated from the cul-de-sac of 51 infertility patients with la-parascopy, 3 were Peptostreptococci, 1 was Pro-pionibacterium, I was anaerobic Lactobacillus. From 2 anaerobes isolated from one douglas abs-cess one was Propionibacterium and the other was Peptostreptococcus. From 5 pleuropulmonary in-fections 2 Peptostreptococci and from 3 wand in-fections 1 Peptostreptoccoccus and I Clostridium were isolated. From one gingivitis Pep-tostreptococcus, from one necrotizing fasclitis Pep-tostreptococcus were isolated. 10 of the anaerobic hacteriae were idantified by API 20A system; 4 ana-erobes as P. intermedius, 2 anaerobes as P. niger, 1 anaerop as Ljensenii, I anaerop as F. mortiferum, I anaerop as 4 C. butyricum. One Gram positive coccus couldn't he identified by API 20A system.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Risk Faktörü Olmadan Oluşan Bilateral Spontan Aşil Tendon Rüptürüİsmail Hakkı Korucu, Recep Gani Göncü, Mustafa Özer, Burkay Kutluhan Kaçıra, Faik Türkmen
Olgu sunumu ÖzetiRisk Faktörü Olmadan Oluşan Bilateral Spontan Aşil Tendon Rüptürü
BIlateral Spontaneous Rupture Of AchIlles Tendons In Absence Of RIsk Factors
Aşiltendon rüptürleri yaygın kas-iskelet sistemi yaralanmalarıdır. Genellikle tek taraflı olarak aktif orta yaş bireylerde meydana gelir. Herhangi bir yatkınlık oluşturan risk faktörü olmadan oluşan spontan rüptürler nadirdir ve bunun da bilateral olması oldukça nadirdir. Biz, herhangi bir risk faktörü olmayan spontan bilateralaşiltendonrüptürü olan 32 yaşındaki erkek olguyu sunuyoruz. Rüptür halter kaldırma sonrası ağırlığa bağlı olarak bilateralgastroknemiuskompleksinde meydana gelen aşırı stres ve uzamaya bağlı olarak meydana gelmişti. Klinik tanı konduktan sonra ultrasonografi ile bilateralrüptür gösterildi. Hastaya bilateral cerrahi tamir uygulandı. Rehabilitasyon 6 hafta sonra başlandı. Ameliyattan 8 hafta sonra kısmi, 12 hafta sonra tam yük vererek mobilize olan hasta yaralanma öncesi iş ve sosyal yaşantısına sorunsuz döndü. Bilateralaşiltendonrüptürleri çok nadirdir fakat yüksek farkındalık karşı taraf rüptürlerinin gözden kaçmasını önleyebilecektir.
\r\n
Achillestendonrupture is a commonmusculoskeletalinjury. Itusuallyoccursunilaterally in activemiddle-agedindividuals. Spontaneousruptureswithoutany risk factorspredisposingthepatient is uncommonandfor it tooccurbilaterally is veryuncommon. Wereport a case of bilateralspontaneousAchillestendonrupture in a 32- year-oldmanwithnocertainpreviousandcurrentrisk factors. Therupturesoccurredafterliftingbarbell in whichtheweightcaused a severe stressandelongation of thebilaterallygastrocnemiuscomplex.After a clinicalexaminationconfirmedthediagnosis, ultrasonographyof theAchillestendonsrevealedbilateralruptures. Thepatientunderwentbilateralprimarysurgicalrepair. Rehabilitationwasbegun 6weekslater. Weallowedtheweightbearingpartially at 8 weeksaftersurgery, fully at 12 weeksaftersurgery.Thepatient'sreturntopremorbidworkandsocial life wasuneventful.BilateralAchillestendonrupturesareveryrare but increasedawarenesswouldhelpavoid a rupture of thecontralateralsidebeingmissed.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Post-Travmatik Akciğer PsödokistleriOlgun Kadir Arıbaş, Ganime Dilek Emlik, Niyazi Görmüş
Olgu sunumu ÖzetiPost-Travmatik Akciğer Psödokistleri
Post-TraumatIc Pseudocysts Of Lung
Post-travmatik akciğer psödokisti, kunt toraks travmalarının oldukça nadir lezyonlarındandır. Genellikle 2-4 ay içinde spontan rezolüsyon gösterirler. Ancak çok azı, infekte olursa abse formasyonu oluşturabilir veya progresif olarak expanse olursa tansiyon kisti geliştirebilir. Bu tür komplikasyonlarda ise seçilecek tedavi, cerrahidir. Genellikle 40 yaşın altındaki travmalı olgularda, ince duvarlı, hava-sıvı seviyesi gösteren bu lezyonlar, drenaj bronşu yoksa başlangıçta pulmoner hematom şeklinde de görülebilir. Biz, künt toraks travmasına maruz kalan 15, 17, 47 ve 49 yaşlarında 3’ ü erkek, 1’ i kadın psödokistii 4 olgu sunduk. Hepsi sağ akciğerde lokal ize bu psödokistler, 2 olguda 2.5 ve 4 ay sonra konservatif tedaviyle tamamen kayboldu. Ancak 2 olguda progressif expansiyona bağlı büyüme gösterdiklerinden dolayı psödokistlere cerrahi rezeksiyon gerekti. Bu makalede, psödokistlerin ender görülmeleri dolayısıyla klinikopatolojik, radyolojik özellikleri, tedavi yaklaşımları literatür ışığında gözden geçirildi ve tartışıldı.
Post-traumatic pseudocysts of lung are rarely seen complications of blunt chest traumas. Usually spontaneous resolution is seen in 2- 4 months after trauma, but a few of them are get into abscess or tension cyst formation after Progressive expansion and in these circumstances surgical resection is indicated. Radiologically they are frequently seen as thin-wall cysts consisting air-liquid levels. Unless they had a drainage bronchus in the beginning they are usually seen as pulmonary hematomas due to hemorrhage. 14/e herein report 15, 17, 47 and 49 year old four cases who were hospitalized for blunt chest traumas in our clinic. Three of them were male and one was female. Ali the pseudocysts localized in the right lung, and in two of the case the cysts resolved in a period of 2.5 and 4 months with medical treatment. But in two cases surgical treatment needed for their Progressive expansions.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Antegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik YaklaşımSüleyman Bakdık, Mehmet Giray Sönmez, Pınar Didem Yılmaz, Cengiz Kadıyoran, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi ÖzetiAntegrad Üreteral Stentleme; Endikasyon- Yöntem- Komplikasyonlar Ve Komplikasyonlara Radyolojik Yaklaşım
Antegrad Ureteral Stentıng; Indıcatıons - Methods - Complıcatıons And Radıologıcal Approach To Complıcatıons
ANTEGRAD ÜRETERAL STENTLEME; ENDİKASYON- YÖNTEM- KOMPLİKASYONLAR VE KOMPLİKASYONLARA RADYOLOJİK YAKLAŞIM
Özet
Amaç
Bu çalışmanın amacı malign ve benign etyolojilerin neden olduğu üreteral obstrüksiyonların ve üreteral kaçakların tedavisinde antegrad üreteral stentlemenin endikasyonlarını, başarı oranını, komplikasyonlarını , teknik başarıyı artıcak yöntemleri, retrograd ve antegradüreteralstentlemeye ikincil oluşan komplikasyonların radyolojik yönetimini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem
Bu retrospektif çalışmada Ocak 2016 ve Aralık 2018 tarihleri arasında floroskopi ve US rehberliğinde yapılan antegradüreteralstentleme işlemleri incelendi.Ortalama yaşları65,87(20-90) olan 25 kadın (%32,05)ve ortalama yaşları 68,73( 30-90) olan 53erkek (%67,94) toplam 78 hastaya 110 adet antegradüreteral stentleme ve perkütan nefrostomiyapıldı. Her hasta için demografik veriler antegradüreteralstentlemeendikasyonları, işlem sonuçları ve komplikasyonları tarandı.
Sonuç:
Antegrad üreteral stent yerleştirilmesi, retrograd üreteral stent yerleştirmenin başarısız olduğunda ve zaten perkütannefrostomi kateteri bulunan hastalarda iyi bir alternatiftir. Yüksek bir teknik başarı oranı ve düşük komplikasyon riski içermektedir. Diğer radyolojik prosedürlerde kullanılan ekipmanlardan antegradüreteralstentlemede faydalanılması teknik başarıyı artırmaktadır. Retrograd veya antegradüreteralstentlemesırasında oluşanmalpozisyon, perforasyon, kanama, ürinom, apse gibi kompliaksyonlarında radyolojik metodlarla yönetimi mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Duble J üreteral stent, Üreteral obstrüksiyon, Perkütan, Antegrad, Hidronefroz,
ANTEGRAD URETERAL STENTING; INDICATIONS - METHODS - COMPLICATIONS AND RADIOLOGICAL APPROACH TO COMPLICATIONS
Abstract:
Objectives
The aim of this study is to evaluate the indications, success rate, complications, technical success enhancing method, methods of antegrad ureteral stenting and the radiological management of complications due to retrograde and antegrade ureteral stenting in the treatment of ureteral obstructions and ureteral leaks caused by malignant and benign etiologies.
Materials and Methods
In this retrospective study, fluoroscopy and US-guided antegrade ureteral stenting procedures between January 2016 and December 2018 were examined. The study included 110 antegrade ureteral stenting and percutaneous nephrostomy in a total of 78 patients with 25 female patients (32.05 %), a mean age of 65.87 (20-90) and 53 male patients (67.94%) with a mean age of 68.73 (30-90). Demographic data, antegrade ureteral stenting indications, procedure results and complications were evaluated for each patient.
Results
Antegrade ureteral stenting is a good alternative for patients with retrograde ureteral stent placement and already with percutaneous nephrostomy catheters. It has a high technical success rate and low complication risk. The use of the equipment used in other radiological procedures in antegrade ureteral stenting increases the technical success. Malposition, perforation, hemorrhage, urinoma, abscess complications such as retrograde or antegrade ureteral stenting can be managed by radiological methods.
Key Words: Double J Ureteral stent, Ureteral obstruction, Percutaneous, Antegrade, Hydronephrosis,
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan GebelikOsman Balcı, Suna Özdemir, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu Özetiİhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
A Full Term Pregnancy And DelIvery That Occurred After A Neglected Lost IntrauterIne DevIce
Rahim içi araçlar (RİA), tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde sık kullanılan bir kontraseptif yöntemdir. Uterin perforasyon, RİA’ların yerleştirilmesi sırasında oluşan nadir fakat önemli bir komplikasyondur. Bu olgu sunumunda; RİA takılan bir hastanın yapılan kontrollerinde, RİA ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylenen, daha sonra gebe kalıp miadında doğum yapan ihmal edilmiş bir kayıp RİA olgusu sunulmuştur. Otuz sekiz yaşında, 4 gebelik ve 4 vajinal doğum öyküsü olan hasta kayıp RİA nedeniyle kliniğimize sevk edildi. Hastaya 2 yıl önce normal vajinal doğumundan 6 hafta sonra bir klinikte RİA takıldığı, sonrasında ağrı şikayeti ile başvurduğu klinikte yapılan muayenesinde RİA’nın ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylendiği, sonrasında gebe kalıp miadında vajinal doğum yaptığı öğrenildi. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesi normaldi. Ultrasonografide uterus ve adneksler normal, Douglasta RİA ekosu izlenmekte idi. RİA laparoskopik olarak çıkarıldı. RİA’nın takılma esnasında uterus perforasyonu olup Douglasa yerleşitirildiği düşünüldü. RİA taktırma öyküsü olan ve muayenede RİA ipleri görülmeyen hastalarda mutlaka RİA lokalizasyonu belirlenmelidir. Uterus kavitesinin boş olduğu hastalarda uterus perforasyonu akılda tutulmalıdır.
Intrauterine devices (IUDs) are the most commonly used method of contraception, worldwide, especially in developing countries. Uterine perforation by an IUD is a rare but an important complication of IUD insertion. In this case report; we present, a patient who had “a neglected lost IUD”, in whom string of IUD was not seen in her follow up examination. The patient was told that in spite of the absence of the string; it will reserve its contraceptive effect. The patient had uneventful pregnancy and delivered at term. Thirty eight years old patient who had gravida 4, parity 4 was referred to our clinic because of lost IUD. In her history she had normal vaginal delivery before 2 years, after 6 weeks IUD was introduced in a health centre. She had pelvic pain and consulted the same health centre where she was told that the string was not seen but it will reserve its contraceptive effect. The patient got pregnant and delivered a full term baby. She had normal gynecological examination uterus and adnexa were normal in ultrasonographic examination but an echo of IUD was seen in Douglas. The IUD was extracted laparoscopically. We think that uterine perforation occurred during insertion of the IUD and it passed to Douglas pouch. For patients who have IUDs with lost string we should determine the location of the IUD. Uterine perforation should be thought of when empty uterine cavity is seen.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi BulgularıGülperi Çelik, Nurullah Doğan
Araştırma makalesi ÖzetiHemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi Bulguları
Color Doppler Ultrasonography FIndIngs Of ArterIovenous FIstula DysfunctIon In HemodIalysIs PatIents
Çalışmada arteriyovenöz fistül (AVF) disfonksiyonu/afonksiyonu bulunan olgularda renkli doppler ultrasonografi (RDUS) bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı. Yetersiz diyaliz nedeniyle RDUS incelemesi yapılmış olan 45 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Elde edilen bulgular literatür verileri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Olguların 27(%60)’ si kadın, 18 (%40)’ i erkek olup, yaş ortalamaları 55.15±15.03 (16-87) idi. 45 olgunun, 28 (%62.22)’ inin radiosefalik, 17 (%37.78)’ sinin antekübital fossada yerleşim gösteren nativ AVF (brakiyosefalik ve brakiyobasilik AVF) mevcuttu. 36 (%80) AVF’de stenoz saptanmış olup, bunların 2 (%4) besleyici arterde, 5 (%11) anostomoz düzeyinde, 19 (%42) anostomozdan sonraki ilk segmentte, 10 (%22) olguda ise ilk segment distalinde yerleşim gösteriyordu. 4 (%8.9) AVF’de santral venöz oklüzyon, 6 (%13.3) AVF’de ise anevrizmatik dilatasyon bulundu. RDUS’da trombüs saptanan 13 (%28.9) AVF’nin, 7(%53.9)’ sinde fistül afonksiyone olup trombüsün lümeni oklüde ettiği saptandı. Diğer olgularda ise trombüs anevrizmatik dilatasyon içerisinde yerleşim göstermekteydi. Kronik hemodiyaliz (HD) programına alınmış hastaların arteriyovenöz fistül disfonksiyonlarının saptanmasında RDUS etkili bir yöntemdir.
The purpose of this study is to assess the color doppler ultrasound findings in the hemodialysis patients with arteriovenous fistula dysfunction/afunction. In this retrospective study, we searched the dossier of forty- five patients underwent to color doppler ultrasound examination because of inadequate dialysis. This color doppler ultrasound findings were compared with the literature. Twenty-seven (60%) of this 45 hemodialysis (HD) patients were female, 18 (%40) were male and the mean age was 55.15±15.03 (16-87). Twenty-eight of 45 patients have radiocephalic, 17 patients have brachiocephalic and brachiobasilic native arteriovenous fistula. Stenosis were detected in 36 HD patients, two of them settled in supporter arteries, 5 stenosis were on the level of anastomosis, 19 stenosis localized in the first segment after anastomosis and 10 stenosis settled on distal part of the first segment. Central venous oclusion were found in 4 of patients, whereas aneurysms were found in 6 patients. Seven of 13 thrombosed arteriovenous fistula were nonfunctional and the thromboses occluded the lumen of fistula. The thromboses settled in the anevrysmatic dilatation in others cases. The doppler Ultrasound examination performed well skilled is very usefull methods for diagnosis of arteriovenous fistula dysfunction.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İsofluran Ve Propofol Anestezisinin Serum Tsh, T3, T4 Düzeylerine Etkilerinin KarşılaştırılmasıSelmin Ökesli, Ateş Duman, Hülagü Barışkaner, Ali Kart, Sema Tuncer
Araştırma makalesi Özetiİsofluran Ve Propofol Anestezisinin Serum Tsh, T3, T4 Düzeylerine Etkilerinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of The Effects Of Isoflurane And Propofol AnaesthesIa On Serum Tsh, T3 And T4 Levels
Cerrahi ve anestezinin endokrin fonksiyona etkileri iyi bilinmektedir. Ancak propofol anestezisinin tiroid fonksiyonuna etkilerini içeren detaylı bir çalışmaya rastlayamadık. Amacımız propopofol anestezisinin tiroid hormonları üzerine etkilerini araştırarak, isofluran anestezisi ile karşılaştırmaktır. ASA l-ll sınıfı, ötiroid, başka endokrin bozukluğu olmayan 30 olguda çalışma gerçekleştirildi. Rutin premedikasyon uygulanan olgularda indüksiyon 1. grupta (n=15) İ.V. 0.05 mg fentanil, 5-7 mg/kg tiyopental, II. grupta (n=15) İ.V. 0.05mg fentanil, 2 mg/kg propofol ile yapıldı*. 1 mg/kg süksinilkolin ile entübe edilen olgularda 1. grupta % 1-1.5 isofluran, II. grupta 6-10 mg/kg/saat propofol ve %50 02 + % 50 N2O ile anestezi idamesi uygulandı. Kas gevşemesi atrakuryum ile sağlandı. Serum TSH, T3, T4 ( Total, Serbest) düzeylerini saptamak için kan örnekleri indüksiyon öncesi ( kontrol) , sonrası, intraoperatif 1 .saat postoperatif 2. ve 24. saatlerde alındı. Kemilüminesans yöntemi ile elde edilen veriler student's t ile istatistiksel olarak değerlendirildi. p<0.05 Anlamlı kabul edildi. (p< 0.01) (p< 0.05). Gruplar arası karşılaştırmada 1. Gruptaki bu düşme anlamlı. Her iki grupta TSH serum düzeyleri değişmedi. Grup 1'deki postoperatif 24. saatteki T T3, FT3 serum düzeylerindeki düşme anlamlı idi (p< 0.05). TT4 serum düzeylerinde 1. grupta intraoperatif 1. saatte anlamlı yükselme oldu( p< 0.05). Gruplararası fark analizinde bir anlamlılık yoktu. F T4 serum düzeylerinde 1. grupta intraoperatif l.saat ve postoperatif 2. saatte anlamlı yükselme ( p < 0.01) (p< 0.05) tespit edildi. Gruplar arası karşılaştırmada FT41eki bu yükselmeler anlamlı bulundu (p<0.01) (p<0.05). Sonuç olarak,propofolun hipertiroidi hastalar güvenle kullanılabilecek, isoflurana iyi bir alternatif ajan olduğu kanısına varıldı.
The effects of surgery and anaesthesia on endocrine functions are well known. Hovvever detailed studies about the effects of propofol on thyroid functions are absent. The aim of this study is to study the effect of propofol anaesthesia on thyroid hormones and to compare it with isoflurane anaesthesia. This study was performed on ASA l-ll class.euthyroid 30 patients vvithout endocrine pathologies. After premedication, induction was performed in the first group (n=15) with i.v. 0,05 mg fentanyl, 5-7 mg thiopental; in the second group (n=15) with i.v. 0,05 fentanyl, 2 mg/kgpropofol. Patients were intubated with i.v. 1 mg/kg succinylcholine, maintenance was done with %1-1,5 isoflurane %50 O2-%50 N2O + atracurium in the first group and 6-10 mg/kg/h propofol + %50 O2+%50 N2O atracurium in the second group. Blood samples were obtained before induction(control), after induction, first hour intraoperatively on postoperative 2nd and 24 th hours chemiluminesance method was used for the plasma TSH,TT3, FT3,İ7'4, FT4 analyses. The TSH serum levels did not change in both groups. A significant decrease in TT3, FT3 serum levels in the 24th hour postoperatively was observed in the first group (p<0,01), (p<0,05).This decrease, in the first group was significant betvveen the groups (p<0,05). Significant increases in serum TT4 levels occured first hour intraoperatively in the first group (p<0,05). No difference was found betvveen the groups. Asignificant increases in serum FT4 levels was recorded in the 1st hour intraoperatively and 2nd hour postoperatively in the first group(p<0.01) (p<0.05)The increases was significant betvveen the groups (p<0.01)(p<0.05). We conclude that propofol is saf e alternative agent to isoflurane in hyperthyroid patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv YaklaşımMustafa Şahin, Hüsnü Alptekin, Hüseyin Yılmaz, Fahrettin Acar, Mehmet Ertuğrul Kafalı
Olgu sunumu ÖzetiTotal Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv Yaklaşım
EndoscopIc RepaIr Of AnastomotIc Leakage After Total Gastrectomy: A MInImal InvasIve Approach
Son yirmi yılda, cerrahi sonrasında gelişen özefageal ve gastrointestinal anastomoz kaçaklarının konservatif tedavisinde fibrin doku yapıştırıcı kullanımı gündeme gelmiştir. Bu çalışmada özofagojejunostomi sonrası anastomoz kaçağı gelişen ve fibrin doku yapıştırıcısı kullanarak tedavi ettiğimiz olguyu sunduk. Anastomozdaki defekt çapı küçükse, fistül debisi fazla değilse ve endoskopik olarak ulaşılabilecek mesafede ise bu tedavi yöntemi rahatlıkla uygulanabilir.
In the last 20 years the endoscopic use of fibrin tissue adhesive has been mainly used for the conservative treatment of many postsurgical esophageal, gastrointestinal leaks. In this case report, a patient with anastomotic leakage after esophagojejunostomy treated by endoscopic use of fibrin tissue adhesive was presented. If anastomotic defect is smaller, fistula flow is not more, and distance can be reached by endoscopically, this treatment method can be applied easily.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Laparoskopik Gastrik Band Uygulaması: Band Migrasyonu Ve Portokutanöz Fistül Arasındaki İlişkiHüseyin Yılmaz, Hüsnü Alptekin, Murat Çakır, İlhan Çiftçi, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi ÖzetiLaparoskopik Gastrik Band Uygulaması: Band Migrasyonu Ve Portokutanöz Fistül Arasındaki İlişki
LaparoscopIc GastrIc BandIng: The RelatIonshIp Between Band MIgratIon And Portocutaneous FIstula
Laparoskopik ayarlanabilir gastrik band (LAGB) uygulaması güvenli ve etkili bir kilo verme prosedürü olarak gösterilmektedir. Ancak, band migrasyonu ve gastrik duvar erozyonu gibi sık görülen komplikasyonları bildilmiştir. LAGB uygulanan hastalarda portokutanöz fistül gastrik band migrasyonunun sonucu oluşabilir. Biz morbid obezite nedeniyle LAGB uygulaması yapılan ve sonrasında migrasyon ile ilişkili portokutanöz fistül gelişen 3 vaka rapor ettik.
Although laparoscopic adjustable gastric banding has been shown to be a safe and effective weight loss procedure, band migration and erosion in to gastric wall has been reported in all series. Gastric band migration may lead to portocutaneous fistula. We report three cases. All of patients underwent laparoscopic adjustable gastric banding for morbid obesity and subsequently presented portocutaneous fistula associated with band migration.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kardiyovasküler YaşlanmaMehmet Akif Düzenli, Kadriye Zengin
Derleme ÖzetiKardiyovasküler Yaşlanma
CardIovascular AgIng
Amaç: Yaşlanma, sağlıklı yaşlılarda görülen kardiyovasküler yapı ve fonksiyon bozukluklarına neden olan önemli bir olaydır. Bu derlemede amacımız kardiyovasküler yapı ve fonksiyonlar üzerine yaşlanmanın etkisini özetlemektir. Ana bulgular: Arteriyal sertlikte artma sol ventrikül şeklini ve afterloadını artırır. Sol ventrikül yapı ve fonksiyonlarındaki yaşla ilişkili olumsuz değişiklikler, ejeksiyon rezervinde bozulma, diyastolik çapta artış ve diyastolik doluş paternindeki değişiklikleri içerir. Miyosit sayısında azalma ve subsellüler yapılarda bozulma ilerleyen yaşla belirginleşir. Yaşlılarda egzersiz sırasında kardiyovasküler fonksiyonlarda anlamlı değişikler olduğu da gösterilmiştir. Sonuç: Yaşlanma sonucu olduğu düşünülen kardiyovasküler sistemin yapı ve fonksiyonunda önemli değişiklikler gözlenmektedir. Bu değişiklikler ya adaptif yada erken preklinik hastalık sayılabilir, fakat klinik olarak açık disfonksiyon yokluğunda da oluşabilir.
Aim: Aging is a major process that results in changes in cardiovascular structure and function in elderly people. The aim of this review to summarize the effect of aging on some aspects of cardiovascular structure and function. Result: Increased arterial stiffness alters afterload and left ventricular shape. Age related deteriorations in left ventricular structure and functions are impaired ejection reserve, increase in diastolic volume and an altered diastolic filling pattern. Reduction in the number of myocytes and deterioration of subcellular structure are also remarkable with advanced age. Significant alterations in cardiovascular function during exercise are also demonstrated in elderly people. Conclusion: Significant changes have been noted in the structure and function of the cardiovascular system in older people that are considered to be the result of aging. These changes can be regarded as either adaptive or early preclinical disease, but they occur in the absence of clinically manifest dysfunction.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Beyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin DeğerlendirilmesiIşıl Yurdaışık
Araştırma makalesi ÖzetiBeyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The EffIcacy Of Computed Tomography AngIography In BraIn Death
Amaç: Beyin ölümü, beyin sapı dahil olmak üzere beynin bütün fonksiyonlarının tam ve geri dönüşsüz bir şekilde kaybı olarak tanımlanmaktadır. Beyin ölümü tanısında kullanılan üç esas bulgu koma, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve apnedir. Organ nakli bekleyen hastaların sayısındaki artış ile birlikte beyin ölümü tanısı daha da önemli bir hal almıştır. Bu çalışmada bilgisayarlı tomografi anjiyografinin (BTA) beyin ölümü tanısındaki etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ekim 2015 ile Haziran 2018 arasında hastanemizin yoğun bakım ünitesinde yatan toplam 21 hastanın beyin ölümünün gerçekleştiği klinik olarak bildirilmiştir. Bu hastalardan birine manyetik rezonans anjiyografi (MRA) uygulandığı için çalışma dışı bırakılmıştır. Geriye kalan ve BTA sonuçları mevcut olan toplam 20 hastanın bulguları retrospektif olarak yeniden değerlendirilmiştir. Hastaların yaşları 25 - 75 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 45±1 yıldır.
BTA değerlendirmeleri 64 dedektör sıralı, döngü başına 128 kesit alan ve 384 kesite kadar yükseltilebilen bir cihaz ile yapılmıştır. 100 ml kontrast madde, çift başlı bir otomatik pompa ile 350-375 mg/ml olacak şekilde 3.5-4 cc/sn hızında verilmiştir. Kontrast madde vermeye başlandıktan sonra ilgili bölge (ROI) eşik değer olan 90-100 HU’ya ulaşınca aksiyel planda 15-20 sn aralığında tarama yapılmıştır. BTA bulguları 10 puanlı skala üzerinden değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan ve BTA uygulanan 20 hastanın ölüm nedenleri olarak sekiz hastada intrakranyal hemoraji, dört hastada iskemik serebrovasküler olay (SVO), üç hastada kraniotomi sonrası hemoraji, iki hastada kardiyak arrest, bir hastada travma sonrası kontüzyo serebri ve iki hastada metabolik nedenler olarak bildirilmiştir.
Toplam 20 hastada ACA, PCA, MCA distal ve ICA supraklinoid dallarında kontrast dolumu “0” iken, 8 hastada ise MCA proksimal dallarında kontrast dolumu saptanmıştır. İki hastada tek taraflı ACA proksimalinde şüpheli bir kontrast dolumu belirlenmiştir. Intrakraniyal dalların her birindeki opasifikasyon kaybına 1 puan verilmiştir. Buna göre 20 hastanın tümü toplam 10 puan almıştır.
Sonuç: Organ nakilleri için yasalarla gerekliliği belirlenmiş beyin ölümü tanısı için BTA’nın etkin ve geçerli bir doğrulayıcı yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
Objective: Brain death is defined as the complete and irreversible loss of all brain functions including the brain stem. Three major findings used for the diagnosis of brain death are coma, absence of the brain stem reflexes and apnea. The diagnosis of brain death has become more important with the increasing number of patients waiting for transplantation. The objective of this study was to determine the efficacy of computed tomography angiography in confirming brain death.
Material & Methods: Clinical brain death was reported in total 21 patients hospitalized in critical care unit of our hospital between October 2015 and June 2018. One of these patients was excluded since he underwent magnetic resonance angiography. CTA findings of the remaining patients were retrospectively evaluated. Patients were aged between 25 and 75 years with a mean age of 45 ± 1 years. CTA evaluations were performed using a 64 detector device. 100 mL contrast agent was delivered with a double head automated pump at a rate of 3.5 – 4 cc/sec as 350-375 mg/mL. When the region of interest reached to 90-100 HU cut off value, the images were acquired at 15-20 sec intervals on the axial plan. CTA findings were interpreted using 10- point scale.
Results: Causes of death were reported as intracranial hemorrhage in eight patients, ischemic cerebrovascular events in four patients, hemorrhage after craniotomy in three patients, cardiac arrest in two patients, post-traumatic contusio cerebri in one patient, and metabolic reasons in two patients.
Contrast filling was “0” in the ACA, PCA, MCA distal, and ICA supraclinoid branches of all 20 patients. Suspected contrast filling was found in MCA proximal in eight patients and unilateral ACA proximal in two patients. Each loss of opacification in the intracranial brancges was scored as 1 point. Accordingly, all patients were scored as 10 points.
Conclusion: According to our results, CTA is an effective and sensitive method for the diagnosis of brain death which is obligated by regulations.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İatrojenik Spinal Epidural Apse Sonrası Gelişen Spondilodiskitis Vaka TakdimiAhmet Önder Güney, Osman Acar, Mehmet Erkan Üstün, Yalçın Kocaoğullar
Olgu sunumu Özetiİatrojenik Spinal Epidural Apse Sonrası Gelişen Spondilodiskitis Vaka Takdimi
SpondylodIscItIs After IatrogenIc SpInal EpIdural Abscess Case Report.
Spinal epidural apse seyrek görülen ve tehlikeli bir lezyondur. Biz bu yazıda bir iatrojenik spinal epidural apse sonrası gelişen spondilodiskitis olgusu sunuyoruz. Hasta cerrahi drenaj ile öpere edildi ve uygun antibiyotik tedavisine alındı. Operasyon sonrası düzelme görüldü. Bu makalede spinal epidural apse ve spondilodiskitisin, klinik gidişi, radyolojik incelemeleri ve tedavi ilkeleri literatür gözden geçirilerek tartışılmıştır.
Spinal epidural abscess is a very rare and dangerous lesion. We present here spondylodiscitis case developed follovving iatrogenic spinal epidural abscess. The patient was operated on by surgical drainage and appropriate antibiotic therapy. Improvement was seen postoperatively. İn this article, the clinical outcome, radiological findings, and management prothocoles of spinal epidural abscess and spondylodiscitis are discussed with revievv of the literatüre.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konjenital Pulmoner Arterio-Venöz FistüllerOlgun Kadir Arıbaş, Fikret Kanat, Sami Ceran
Olgu sunumu ÖzetiKonjenital Pulmoner Arterio-Venöz Fistüller
CongenItal Pulmonary ArterIo-Venous FIstulas
SÜ Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi servisinde, iki olgu pulmoner arteriovenöz fistül nedeniyle ameliyat edildi. Olgular, 49 ve 62 yaşlarında, erişkin hastalardı. Fistüller, birinci olguda sağ alt lobda, diğerinde sağ üst lobda lokalize idi. Her iki olguda lobektomi yapıldı. Pulmoner arteriovenöz fistüllü olgularımız arasında herediter hemorajik telenjiektazi gözlenmedi. Bu makalede, oldukça ender görülen pulmoner arteriovenöz fistüllerin patogenezi, kliniği, patofizyolojik değişiklikleri ve tedavisi, olgularımız münasebetiyle literatür ışığında gözden geçirildi ve tartışıldı.
Two patients have been operated tor pulmonary arteriovenous fistula at the Department of Thoracic Surgery, School of Medicine, University of Selçuk, Konya. The patients were adults, 49 and 62 years-old. Fistules were localized in the right lower lobe in first one and in the right upper lobe in second. The type of the operation was lobectomy in both cases. Among our patients with pulmonary arteriovenous fistulas, hereditary hemorrhagic telengiectasia was not observed. İn this article, the pathogenesis, clinical features, pathophysiologic changes, and treatment of pulmonary arteriovenous fistulas are discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nefrektomi Yapılan 150 Hastada Endikasyonlar Ve KomplikasyonlarMehmet Kılınç, Kadir Yılmaz, Salim Güngör, Mehmet Arslan, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi ÖzetiNefrektomi Yapılan 150 Hastada Endikasyonlar Ve Komplikasyonlar
Nephrectomy Related IndIcatIons And ComplIcatIons In 150 PatIents
Son sekiz yıl zarfında nefrektomi uygulanan 150 hastada, endikas•onlar, yaş ve ınortalite oranı Yeniden incelendi. Kronik pyelonefrit en sık nefrektomi sebebidir (% 38). Böbrek tümörü ise üçüncü sık se-beptiı- (% 14). 150 vakanın 98'i erkek, 52'si kadındır. Genel mortalite oram % 1.33'tür. Fakat tümör ol-mayan vakalarda mortalite oranı hemen hemen sıfırdır.
The indications, age and mortality rate in a re-cent 8-vear eıperience with 150 nephrectomies reveiwed. Chronic pyelonephritis is the most .frequent condition (38 per cent) requiring nephec-tom•. Renal tıonor is the thinl frequent cause (14 per cent). Of 150 cases 98 were mıde, 52 }vere fe-male. The over-all mortalite rate was 1.33 per cent but was almost nil in the absence of malignancy.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Onarılamaz Sinir Yaralanmaları İçin Bir Kurtarma Prosedürü Olarak Uçtan-Uca Nörorrafi: İlgili Literatürün Yeniden Gözden Geçirildiği Üç Vakanın SonuçlarıTunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Recep Memik
Olgu sunumu ÖzetiOnarılamaz Sinir Yaralanmaları İçin Bir Kurtarma Prosedürü Olarak Uçtan-Uca Nörorrafi: İlgili Literatürün Yeniden Gözden Geçirildiği Üç Vakanın Sonuçları
End-To-SIde Neurorraphy As A Salvage Procedure For IrrepaIrable Nerve InjurIes: The Results Of Three Cases WIth RevIevv Of The PertInent LIteratüre
Amaç: Uç-yan sinir anastomozu ile ilgili ilk çalışmalar geçtiğimiz yüzyılın başında bildirilmiş, ancak daha sonra bir kenara bırakılan bu teknik, yakınlarda Viterbo ile tekrar gündeme kazandırılmıştır. Bu çalışmada, uç-yan sinir anastomozu yaptığımız üç vakaya ait sonuçları inceledik. Metod: Median sinir yaralanması nedeniyle 15-22 cm arasında sinir kaybı olan üç hastaya epinöral pencere açılarak uç-yan sinir anastomozu yapıldı. Takip süreleri 12 ve 18 ay arasında idi. Duyu muayenesi için hafif dokunma, yüzeysel ağrı ve iki nokta ayırımı testleri kullanıldı. Motor değerlendirme oppozisyona bakılarak ve abdüktör pollisis brevis kası palpe edilerek yapıldı. Bulgular: Tüm hastalarda median sinir dermatomunda duyu iyileşmesi olduğu gözlendi. Ancak, üçüncü vakada parmak uçlarında tam değildi. Motor iyileşme hiçbir hastada olmadı. Oppozisyon yapabilen üçüncü vakada bu bulgu ameliyat öncesinde de vardı. Sonuç: Uç-yan sinir anastomozu, sinir dokusunda uzun kayıpların olduğu vakalarda iyi bir alternatif tedavi yöntemi olabilir.
Purpose: After a few reports on end-to-side nerve repair at the beginning of this century, the technique was put aside until it has recently been reintroduced by Viterbo. VVe herein present the results of three cases treated by end-to-side median-to-ulnar neurorraphy. Methods: Three patients vvith median nerve defects betvveen 15 and 22cm were treated by end-to-side nerve repair, through an epineurial window. The follow-up times were betvveen 12 and 18 months. Sensory evaluation involved superficial touch, pin-prick, and two poi'nt discrimination tests. Motor evaluation was done by assessing the presence of opposition, and palpating the abductor pollicis brevis. Results: Sensory recovery was observed in ali the patients, in the median nerve dermatome. İn case-3 it was incomplete at the tips of his fingers. Motor recovery vvas absent, except in case-1, who could perform opposition before the operation, as well. Conclusions: End-to-side nerve repair is a viable alternative in cases vvith long gaps betvveen the ends of the injured nerve.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Mastoidite Bağlı Sekonder Gelışen Bır Orbita Absesi OlgusuSüleyman Okudan, Nazmi Zengin, Mehmet Kemal Gündüz, Mehmet Okka
Araştırma makalesi ÖzetiMastoidite Bağlı Sekonder Gelışen Bır Orbita Absesi Olgusu
A Case Of OrbItal Abscess Secondary To MastoIdItIs
Görmeyi ve potansiyel olarak hayatı tehdit edici komplikasyonlartnı önlemek için orbital enfekkiyon-ların acilen twıı ve tedavisi çok gereklidir. Bu makalede mastoiditi takiben orbital abse tanısı konan 10 haftalık bir kız çocugunda çeşitli tanı yöntemlerinin ve tedavi seçeneklerinin degeri tartışılmıştır.
in order to prevenl the visual and potentially life-threateııing complications, prompi diagnosis and treatment of orbital infections are vital. In this aı-tic-le, the value of various diagnostic and therapeutic options are discussed in a 10 weeks oldfemale diag-nosed as oı-bital abscess following mastoidits.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sağ Kolda Sporotrikoid Olarak Yerleşmiş Primer Deri TüberkülozuMunise Daye, Selami Aykut Temiz, İbrahim Erayman, Pembe Oltulu
Olgu sunumu ÖzetiSağ Kolda Sporotrikoid Olarak Yerleşmiş Primer Deri Tüberkülozu
PrImer SkIn TuberculosIs As A SporotrIcoId In The RIght Arm
\r\n Deri tüberkülozu (tbc) derinin kronik seyirli granülomatöz enfeksiyonudur. Etkenin deriye giriş yoluna, konakçının immün yanıtına, basilin sayı ve virulansına göre değişik klinik formlarda ortaya çıkabilir. Mycobacterium tuberculosis, mycobacterium bovis ve nadiren Bacille Calmette-Guerin (BCG) hastalıkta etken olarak görülmektedir. Kutanöz tbc tüm tüberküloz vakalarının %2‘sinden daha azında görülmektedir. Kutanöz tbc olgularının çoğunluğu endojen (lupus vulgaris, skrofuloderma, metastatik tüberküloz absesi, akut miliyar tüberküloz, orifisyal tüberküloz) bir odaktan, az bir kısmı ise eksojen tbc primer kompleks (tüberküloz şankırı), tüberkülozis kutis verrükoza yani basilin dışarıdan geldiği geldiği formlardır.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Primer inokulasyon tüberkülozu (Tbc şankırı) daha önce basil ile teması olmamış kişilerin derisine basillerin ekzojen yolla girmeleriyle ortaya çıkar. Burada kutanöz tüberkülozun oldukça nadir bir varyantı olan primer inokulasyon tüberkülozlu bir olgu sunuldu.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Skin tuberculosis (tbc) is a chronic granulomatous infection of the skin. This can occur in different clinical forms depending on the route of entry, the immune response of the host, the number of the bacilli and the virulence. Mycobacterium tuberculosis, mycobacterium bovis, and, rarely, Bacille Calmette-Guerin (BCG) can be the cause of the disease. Skin tbc count is less than 2% of all tuberculosis cases. The majority of cases of cutaneous tuberculosis are endogenous (lupus vulgaris, scrofuloderma, metastatic tuberculosis abscess, acute miliary tuberculosis, orifice tuberculosis), and a few are exogenous tbc primer complex (tuberculosis), tuberculosis cutis verrucosa, forms in which the bacillus comes from the outside.
\r\n
\r\n Primer inoculation tuberculosis (tuberculosis chancre) occurs in people with that have not previously been contacted with the bacilli. Here we present a case of primary inoculation tuberculosis, a rare variant of cutaneous tuberculosis.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Retroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal DegerıAli Acar, Şenol Ergüney, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik, Mehmet Özeroğlu, Ercüment Y. Acarer
Araştırma makalesi ÖzetiRetroperıtoneal Kıtlelerde Ince '6ne Aspırasyon Bıopsılerının Tanısal Degerı
The DIagnostIc Value Of FIne Needle As-PIratIon BIopsy Of RetroperItoneal Masses
Klinigimizck son 1 icinde rutin •adyolojik uy-gulainalarla retroperitoneal kitle belirlenen 5'i bay ve baran total 6 hastaya ince igne aspirasyon bi-opsisi uygulandt. hastada ince igne aspirasyon biopsisi ile renal cell kat-sit-lama, I hastada hemazont, 1 hastada pe-rirenal apse belirlendi. Renal cell karsinoma ta-mlarz nefrektomi sonrast hiropatolojik olarak. dog-rulandt. Perirenal apse belirlenen vaA-ada apse d•enajt., hematom belirlenen vakaya konservatif te-davi uygulandt. Ince igne aspirasvon biyopsisinin preoperatif doku talitS1 viimincien basil. nisbeten 11011111Vaji ve nett: bit- tarty vonremi olciugu gorii§iine vartich.
Fine needle aspiration biopsy %vas pet:formed in 6 patients with diagnosed retroperitoneal masses by routine •adiologic investigation in our clinic in the last I year. In 4 patients renal cell carcinoma, in 1 patient hematoma, in .1 patient perirenal abscess was di-agnosed with fine needle aspiration biopsies. Renal cell carcinomas MU corrected with histopathologic examination of nephrectomy specimen. The patient ►•ith hematoma was treated conservatively. We conclude that fine needle aspiration biopsy to be a simple, cheap and relatively noninvasive for preoperative tissue diagnosis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Travmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonklarıİslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Hakan Filizlioğlu, Fahri Özcan
Araştırma makalesi ÖzetiTravmatık Arterıovenoz Fıstullerın Cerrahı Tedavı Takıp Sonkları
TraumatIc ArterIovenous FIstulas
Travmatik arterio-venoz (A-V) fistiiller co-gunlukla penetran yaralanmalar sonucu, bazen de iatrojenik nedenlerle olucur. Eyliil 1989 - ubat 1996 yillarz arastnda 8 tray-matik A-V fistiil olgusuna cerrahi tedavi uy-gulanmtwr. Hastalaruntzzn yaVart 1,5 - 44 ara-stnda olup, 2 tanesi kadin, 6 tanesi erkekti. Etyoloji, 5'inde atecli silah yaralanmast, l'nde iatrojenik (kan alma strasinda), 2'sinde kesici alet yaralanmast idi. Travmadan sonra gecen sure I giin ile 10 yll ara-stnda degilmekteydi. A-V fistul ninde sag femoral arter - ven, I 'inde sol popliteal arter - yen, Pinde sag popliteal arter - ven, l'inde sol posterior tibial arter - yen, I 'inde sag karotis- internal juguler ven, I 'inde sol brakial arter - hasilik ven arastnda idi. Fistfil kapatiltrken 5 tanesinde arteriel uc-uca anas-tomoz, 1'inde otojen yen patch anjioplasti, 1 'inde primer arteriel martin, I arteriel suni greft in-terpozisyonu yaptImuttr. Venoz onarun ise, 5'inde primer onartm, I 'inde otojen safen ven in-terpozisyonu, 2'sinde ligasyon yapilmıtır.
Treatment and Follow up Traumatic arteriovenous fistulas are mostly occur as a result of penetrating injuries and so-metimes iatrojenic causes. Surgical treatment was performed on 8 tra-umatic arteriovenous fistula cases between the dates September 1989 and February 1996. Two patients were female and six patients were male ages ranged between 1.5 to 44. Etiology was gun shut wound in 5, stuhing and penetrating wound in 2 and as a re-sult of puncture to vein in I. Time interval after tra-uma was ranged between I day and 10 years. Ar-teriovenous fistulas were ntnd in the localization of right femoral artery - femoral vein in 3, left popliteal artery - vein in 1, left posterior tibial artery - vein in 1, right carotis artery - internal juguler vein and left brachial artery - basilic vein in I. Arterial end to end anastomosis in 5, primary arterial repair in 1. ar-terial prosthetic graft intopozitions in 1 and otojen yen patch angioplasty in I were used for the closure of the arteriovenous fistulas. Venous primary repair in 5, otogen safenous vein graft interposition in I. ve-nous ligation in 2 were used for the closure of the ar-teriovenous fistulas which venous repair.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Parotis Bezi FistülüYavuz Uyar, Ziya Cenik, Levent Soley
Araştırma makalesi ÖzetiParotis Bezi Fistülü
FIstula Of ParotId Gland
Parotis Bezi Fistülü nadir görülen bir durumdur.Fistüllerin çoğunluğu, parotis loju bölgesindeki; cerrahi müdehaleleri, travmaları, geçirilmiş bir infeksiyonu takiben ortaya çıkar. Spontan fistül vakaları son derece nadirdir. Bu makalede; sol retroauriküler bölgedeki fistül ağzından, özellikle yemek yerken aşırı derecede akıntı olması şikayeti ile kliniğimize başvuran ve tedavi edilen bir vaka sunulmuştur.
Fistula of parotid gland is usually found rarely. The majority of cases occur by the injuries following a surgical intervention and the past history of the infection in the lodge region of parotid. In this article, a patient with an over discharge especialiy when he is eating from the opening of his fistula in the left retroauricular area is presented. The patient was succestWay treated.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Piyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve TedavısıNahit Ökesli, A. Erkan Ünal, Şükrü Bülent Özer, Mehmet Metin Belviranlı
Araştırma makalesi ÖzetiPiyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve Tedavısı
The DIagnosIs And Treatment Of PyogenIc LIver A Bseesses
1984-1991 yılları arasında piyojenik karaciğer ab-sesi tanısıyla tedavi edilen 14 hasta retrospektif ola-rak incelendi. Hastaların şikayetleri, fizik muayene ve laboratuvar bulgular' ie tedavi yöntemleri literatür bilgiferiyle karşılaştırddı. Yüksekce yanılgı oranına rağmen, ultrasonografi-nin tanı ve ayirıct tanıda önemli yeri vurgulandı. Piyojenik karaciğer absesi tanısı yanısıra. etyolojide önemli rol oynayan diş safra yolu hastalıklarının da tanınması ultrasonografiye ait bir üstünlük olarak iz-lendi. Cerrahi drenaj ve antibiyotik tedavisinin özellikle dış safra yolu hastalığı bulunan kişilerde en etkili tedavi olduğu görüldü. Bunun yanı sıra ultrasonografi yardımıyla perkütan abse drenajımn da seçilmiş olgularda etkili bir tedavi yöntemi olabileceği belirtildi.
Between 1984 and 1991. 14patients treated with the diagnosis of pyogenic hepatic abcess were re-viewed retrospectively. The complaints, physical ex-aminations, laboratory results and the treatment methods of these patients were compared with the literature. The importance of U.S. in diagnosis and differan-diagnosis but also the highly incidence of error is implicated. Also the diagnostic value in extrahepatic bile duct diseases which has importance in etiology is the superiority of U.S. Operative drainage and antibiotic therapy is seen ta be the most effective treatment especially in the patients with extra-hepatic bile duet diseases. Also it is deterınined that percutanous abscess drainage under the guidance of U.S. is an effective method in sekcted cases.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Distal Femur Epifizi Sekonder Ossifikasyon Merkezının Sonografik Ölçümü İle Fetal Büyüme TakıbıSema Soysal, Kemal Ödev, Mustafa Erken, Ergün Onur
Araştırma makalesi ÖzetiDistal Femur Epifizi Sekonder Ossifikasyon Merkezının Sonografik Ölçümü İle Fetal Büyüme Takıbı
Assessment Of Fetal Growth By SonographIc Measurement Of The DIstal Femoral Secondary EpIphyseal OssIfIcatIon Center
7 Haftalık 116 normal gebe kadında so-nografık olarak ölçülen distal femur eplfzi sekonder ossifikasyon merkezi (DFE) ile yenidoğanın doğum ağırlığı arasında ilişki araştırıldı. DFE mm ol-duğunda yenidoğanın doğum ağırlığı DFE olmayan veya <5 mm ölçülenlere göre daha normal bulundu. DFE ölçümünün fetal büyümeyi takip amacı ile kul-lanılabileceği kararına varıldı.
A study was performed on the relation between the distal femoral epiphyseal secondary ossification center (DFE) measured by ultrasound and the birth weights of the newborn among ,...7weeks 116 nor-mal pregnant women. In the fetuses whose DFE? 5 mm, the birth weights of the newborn was found further normal according to the fetuses whose DFE measures
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül Araştırma makalesi ÖzetiDerleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
ArterIavenous FIstula Between ArIerIa BrachIalIs And Venae BrachIalIs For HemodIalysIs
DERLEME HEMODİYALİZ İÇİN ARTERİA BRAKİALİS VE VENA BRAKİALİS ARASİNDA ARTERİO-VENÖZ FİSTÜL
In order tü prepare the patients who had developed chronic renal failure to hemodilaysis, latero-lateral arteriovenous fistula application was applied among the localized arteria. In 4 cases in which superficial venis weren't sujficient (arteria brachialis-venae brachialis) was reconstructed among the deep vessels in fossa an-tecubiti. It was observed that there were some en-largements which made the hemodialysis possible on the superficial veins by means of the venous connection between deep and superficial veins in 30 clays
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz FistülAli Acar, Recai Gürbüz, Esat M. Arslan, Ercüment Y. Acarer, Şenol Ergüney, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi ÖzetiDerleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
ArterIavenous FIstula Between ArIerIa BrachIalIs And Venae BrachIalIs For HemodIalysIs
DERLEME HEMODİYALİZ İÇİN ARTERİA BRAKİALİS VE VENA BRAKİALİS ARASİNDA ARTERİO-VENÖZ FİSTÜL
In order tü prepare the patients who had developed chronic renal failure to hemodilaysis, latero-lateral arteriovenous fistula application was applied among the localized arteria. In 4 cases in which superficial venis weren't sujficient (arteria brachialis-venae brachialis) was reconstructed among the deep vessels in fossa an-tecubiti. It was observed that there were some en-largements which made the hemodialysis possible on the superficial veins by means of the venous connection between deep and superficial veins in 30 clays
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Popliteal Arter Yaralanmalarıİslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Zerrin Uzun, Hakan Filizlioğlu, Yaşar Güven, Gökalp Altun, Fahri Özcan, Fahri Özcan, Fahri Özcan
Araştırma makalesi ÖzetiPopliteal Arter Yaralanmaları
PoplIteal Artery InjurIes
1990 ile 1996 yılan arasında K.T.Ü. Tip Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi bölümünde künt veya penetre travmaya bağlı 20 popliteal arter ya-ralanmasının klinik oluşum ve tedavileri gözden ge-çirildi. 16 olguda arteriyel yaralaııma olduğu klinik muayene ve Doppler değerlendirilmesi ile teşhis edildi (%80). Arterio-venöz fistülü ve false anev-rizması bulunan 4 olguda (%20) pedal nabazanlar başlangıçta elle alınıyordu. Penetre ve künt trav-maya bağlı popliteal arter yaralanması olan 8 ol-guva otojen safen yen grefti, 2 olguya PTFE suni greft kullanıldı. 8 olguya uç-uca anastomoz, 1 ol-guya lateral tamir, 1 olguya trombektomi yapıldı. Venöz yaralanma ile birlikte olan rutin tamirlerde erken dönemde fasiotomi yapıldı. Multipl kınkla bir-likte olan yaralanmalarda internal tesbit, eksternal tesbit veya iskelet traksiyonu uygulandı. Diz böl-gesine olan küm` arteryel travnıayı izleyen bölgede görülen önemli fonksiyonel ortopedik bozukluklar tartışıldı.
The clinical presentation and management of 20 popliteal artery injuries following penetrating and blunt trauına were rewiewed during the period 1990 to 1996 of at the Cardiovascular Surgery De-partment of the Medical Faculty of Karadeniz Tech-nical University. Clinical and Doppler evaluation identified arterial injury in 16 (%80 per cent) pa-tients. In four (%20 per cent) patients with arterio-venous fistula or false aneurysms pedal pulses were palpable during initial assesnıent. Autogenous vein grafting was used in 8 patient, PTFE prosthesis was used in 2 patients, a direct end-to- end anastomosis was succesful in 8 patients, trombectomy was done in 1 patient and lateral repair was done in 1 patient. As a routine repair of associated venous injuries, early fasciotomy were used. External, internal fi-xation, skeletal traction was done for compoutıd and comminuted fractures. The significant functional orthopedic disability following blunt arterial trauma at the knee is emphasized
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Periferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı TedavisiMehmet Yeşiltay, Kadir Durgut, Ufuk Özergin, Cevat Özpınar, Işık Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi ÖzetiPeriferik Pseudoanevrizmaların Cerrahı Tedavisi
The SurgIcal Treatment Of PerIpheral Pseudoaneuryms
Bu makalede Selçuk Üniversitesi Tip Fakültesi Kalb Damar Cerrahisi Kliniğinde Ocak 1989 - Ara-lık 1995 yılları arasında tedavi edilen 22 periferik pseudoanevrizma yakası takdim edildi. Vakaların 11"i ateşli silah, 8ii kesici - delici aletle, rsi A.V. fis-tül operasyon sonrası ve 1 vakada invazif vasküler girişim sonrası oluşan pseudoanevrizmaydı. 9 ya-kaya uç uça anestomoz, 6 yakaya saphen ven replasması, 4 yakaya sentetik greft (PTFE) 3 yakaya li-gasyon uygulandı. 20 yaka Şifa ile sonuçlandı. 2 vakada postoperatif komlika.syon gelişti. Birine saphen yen replasmanı diğerine iskenıi nedeniyle dirsek altı amputasyonu yapıldı.
22 cases with traumatic peripheı-al aneurysm were treated at the Clinic of Cardiovasculer Suı-gery of Selçuk Univeı-sity Medical Faculty hetween 1989 - 1995 years. In eleyen of the cases were etiology due to injuı-ies of gun wounds, eight of them were penetrating instruments, rwo cases were after A.V. Fistüla anastomatic operation and one case was after invasiye vasculer procedure. Vein replacement was petformed in six cases and 9. Cases end ta end anastomosis was done and synthetic greft rep-lacement ta four case (PTFE) and in 3 cases were done arterial ligation. Twenty cases were resulted with healing. Postoperative compiications developed in two cases. In one of them was transposed the graft saphenous yemi!, and forearm amputation was applied to other patient..
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı ObstrüksıyonuAli Acar, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi ÖzetiImperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Imperfore Anus, Ccloaca, And UrogenItal SInus OutIet ObstructIon
Anorektal malformasyonlar ortalama 4000-5000 yenidoğanın birinde görülür ve erkeklerde daha sıktır (1). Anüs, rektum ve ürogenital sistemin konjenital malformasyonlan sıklıkla birlikte buluntular. imperfore antisle, enterik üriner fistüller, renal agenezis, iire-teropelvik obstriiksiyon. iireterovezikal darhk. ve-zikoüreteral reflü, kriptorşidi, ektopik yas deferens ve hipospadias gibi yapısal genitotiriner anomalilerin beraberliği gayet iyi bilinmektedir (2, 3). Bu patolojiler genellikle çocuk cerrahları tarafından tesbit edilirler. Ancak bu kompleks ve çözümü zor klinik problemlerin teşhis ve tedavisinde ürologlar asıl rolü oynarlar. Uygun tedavi: normal ve anormal embriyolojinin bilinmesine, bu bozukluklarla beraber olan klinik problemlerin sunflandınlmasına ve kesin patolojiyi belirleyecek teşhis çalışmalannın uygulanmasına bağlıdır (4).
Anorectal malformations occur in an average of 4000-5000 newborns and are more common in males (1). Congenital malformations of the anus, rectum, and urogenital system were often found together. imperforate antisla, enteric urinary fistulas, renal agenesis, irritable-theropelvic obstruction. iireterovesical darhk. The association of structural genitourinary anomalies such as and-zicoureteral reflux, cryptorchidism, ectopic mourning deferens and hypospadias is well known (2, 3). These pathologies are usually detected by pediatric surgeons. However, urologists play the main role in the diagnosis and treatment of these complex and difficult-to-solve clinical problems. Appropriate treatment: depends on the knowledge of normal and abnormal embryology, the presentation of clinical problems associated with these disorders, and the implementation of diagnostic studies that will determine the exact pathology (4).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Komplike Bir Kolesteatoma OlgusuMustafa Ünal, Ahmet Candan Durak, Kaya Saraç, İsmail Külahlı, Nevzat Özcan
Araştırma makalesi ÖzetiKomplike Bir Kolesteatoma Olgusu
A ComplIcated Choleskatoma Case
Otojen kaynaklı sol periferik fasiyal paralizi, total işitme kaybı ve fasiyal kanal boyunca mediale doğru yayılım gösteren kolesteatoma tesbit edilen bir olgu takdim edildi. Labirentit, fasiyal paralizi, işitme kaybı gibi eks-trakraniyal komplikasyonlar veya menenjit, beyin absesi, lateral sinüs trombozu, subdural ampiyem gibi intrakraniyal komplikasyonları olan ve yu-varlak pencereyi, semisirküler kanalları tahrip eden geniş kolesteatomalar mevcut olabilir. Bizim takdim ettiğimiz olguda mastoid antrunuı, orta kulağı, iç kulak yolunu, fasiyal kanalı, se-misirküler kanalları, oval ve yuvarlak pencereyi tahrip eden dev kolesteatoma Yüksek Rezolüsyon bilgisayarlı Tomografi (YRBT) incelemesi ile tesbit edildi. Bulgularunız operasyonla feyli edildi.
A padent with facia! palsy, hearing loss dut to chronic otids media with cholesteawma is re-ported. Cholestedtomas nzay rause to extracranial comp-licadons including labyrinthitis facia! palsy, mal he-aring loss, and intracranial complications surh as meningids, bwin absress, thromhosis of lateral sinus, subdural enıpyema aml may destruct round window, and semisircular chanıtels. The rase that reporıed here involving mastoid antrum, middle ear, internal acustic channel, facia! •hannel, senıisircular channels, round and oral win-dows Hyıs demonstrated by Resolution Cam-pıaed Tomography (HRC7). The vere also proved by operation.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta