Çölyak Hastalığına Diyetetik YaklaşımVolkan Özkaya, Şebnem Özgen Özkaya
Derleme ÖzetiÇölyak Hastalığına Diyetetik Yaklaşım
DIetetIc Approach To CelIac DIsease
Çölyak hastalığı hayat boyu devam eden tek besin intoleransıdır. Glutene karşı meydana gelen bu intolerans, ince bağırsağın yapısını bozmakta ve besin öğelerinin emilimini engellemektedir. Çölyak hastalığı, genellikle diğer otoimmün hastalıklarla ilişkilidir. Ülkemizde de sıklığı giderek artmaktadır. Farklı yaşlarda ve farklı klinik bulgularda karşımıza çıkabilmektedir. Günümüzde en etkili tedavi yöntemi, glutenin günlük diyetten çıkarılmasıdır. Tedavi aşamasında devreye giren glutensiz diyet, büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönemde bireyin tüm yaşantısını etkilemektedir. Glutensiz diyetin sıkı bir şekilde uygulanmasıyla hastalıkla ilişkili düşük kemik mineral yoğunluğu ve bağırsak malignite dahil bir çok komplikasyonun riski azalabilir. Ancak glutensiz diyetin çocuk veya aile tarafından uygulanması ve takip edilmesi her zaman kolay değildir. Ayrıca glutensiz diyet bazı besin ögesi fazlalığına (doymuş yağlar), yüksek kalori alımına ve belirli besin ögelerinin (lif, Folik asit, B 12 vitamini, demir, çinko, magnezyum) yetersizliğine de neden olmaktadır. Özellikle glutensiz ürünler gluten içeren muadilleriyle karşılaştırıldıklarında hem magnezyum, lif ve folik asit içeriği daha düşük hem de daha pahalıdır. Diyet tedavisine “dirençli” olduğu düşünülen birçok hastanın da gluten içeren besinleri tükettikleri tespit edilmiştir. Bu nedenle glutensiz diyet iyi planlanmalı, aile ve çocuk eğitilmeli ve hasta uzun süreli takibe alınmalıdır. Bu derleme makalede çölyak hastalığı, çölyak hastalığında uygulanan diyet tedavisi, diyet tedavisinin ilkeleri, diyete uyum ve bu uyumu etkileyen faktörlere yer verilmiştir.
\r\n
Celiac disease is the only life-long continuing food intolerance. This intolerance, caused by gluten, endamages the structure of small intestine and prevents the absorption of nutritional elements. Celiac disease is usually related with other auto-immune diseases. Rate of this disease in our country is increasing in time. It can be seen in people of different ages and different clinical findings. In our day, the most efficient way of treatment is removal of gluten from daily diet. Gluten-free diet that step in treatment phase, affects the living of individual in a period in which growth and development is most rapid. By applying the gluten-free diet strictly, the risk of complications like low bone mineral density and intestine malignite related with the disease, can be decreased. However, it is not always easy to apply and keep track of gluten-free diet by family or child. Moreover, gluten-free diet can cause excess of some nutritional elements (saturated fat), gaining high calorie, and poorness of some nutritional elements (fiber, folic acid, vitamin B 12, iron, zinc, magnesium). Particularly, gluten-free products, when compared with their gluten-including equivalents, have less magnesium, fiber, and folic acid, as well as they are far more expensive. It is determined that a lot of patient considered "resistant" to diet treatment are also eating gluten-including food. Therefore, gluten-free diet should be planned and followed well, and family and child should be educated. This editted article is about, celiac disease, diet treatment for celiac disease, principles of the diet treatment, concordance to the diet, and the factors that effects this concordance.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki DeğişimBülent Ataş, Serkan Kutlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Isı Şok Protein 90 Alfa Ve Vitamin Düzeylerindeki Değişim
The Changes Of Heat Shock ProteIn 90 Alpha And VItamIn Levels In PedIatrIc PatIens WIth FamIlIal MedIterranean Fever
Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) tanılı hastalarımızın atak ve remisyon dönemlerinde ısı şok protein (HSP) 90 alfa ve vitamin düzeyindeki değişimleri sağlıklı gönüllülerle kıyaslamak ve bu moleküllerin AAA atağını kontrol etmede, amiloid birikimini önlemede faydasının olup olmayacağını araştırmak, ayrıca bu moleküllerin AAA gen mutasyonları ile ilişkilerinin araştırılması amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Hastanemiz çocuk nefrolojisi bölümünde AAA tanılı 6 ay-18 yıl arası 30 hastadan atak ve remisyon dönemlerinde ve 30 sağlıklı gönüllüden alınan kan örneklerinde HSP 90 alfa, A vitamini, B 12 vitamini, D vitamini, E vitamini ve folik asit düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar istatistiki olarak birbirleriyle kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların 19’u (%63,3) erkek, 11’i (%36,7) kızdı ve yaş ortalaması 11 yıldı. Hastaların atak döneminde en sık başvuru şikayeti ateşten sonra 19 (%63,3) hastada karın ağrısı idi ve sadece yüksek ateş beş (%16,7) hastada saptandı. En sık genetik mutasyon M694V 14 (%46,7) hastada varken beş (%16,7) hastada mutasyon saptanmadı. HSP 90 alfa atak grubunda en yüksek, en düşük ise remisyon grubunda olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. B12 vitamini gruplar arasında anlamlı düzeyde farklıydı ve en yüksek değer kontrol grubundaydı. D vitamini atak ve remisyon grupları arasında anlamlı derecede farklıydı ve en yüksek değer atak grubunda idi. Ayrıca D vitamini düzeyi erkeklerde anlamlı yüksekti. A vitamini, E vitamini ve folik asit değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı. AAA gen mutasyonlarının HSP 90 alfa ve vitamin düzeyleri üzerinde etkili olmadığı saptandı.
Sonuç: Bulgularımız AAA'da serum HSP 90 alfa, D vitamini, E vitamini ve folik asit değerlerinin normal olduğunu, ancak B12 vitamini ve A vitamini düzeylerinin atak ve remisyon sırasında düşük olduğunu göstermiştir. Ancak konuyla ilgili daha geniş serileri içeren prospektif çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Aim: It was aimed to compare with healthy volunteers the changes in heat shock protein (HSP) 90 alpha and vitamin levels during exacerbation and remission periods in our patients with familial Mediterranean fever (FMF), to research whether these molecules will benefit in control of FMF exacerbation and prevention of amyloid accumulation, and also to investigate the relationship of these molecules with FMF gene mutations.
Patients and Methods: HSP 90 alpha, vitamin A, vitamin B 12, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were studied in 30 patients with AAA diagnosed in our hospital's pediatric nephrology department during the exacerbation and remission periods and 30 healthy volunteers. The results were compared statistically.
Results: In our series, 19 (63.3%) of the patients were male, 11 (36.7%) were female, with a mean age of 11 years. The most common presenting complaint was abdominal pain (n=19; 63.3%) after fever and only high fever was found to be present in five (16.7%) patients. The most common genetic mutation was M694V (n=14; 46.7%), whereas no mutation was detected in five (16.7%) patients. Although HSP 90 alpha was the highest in the exacerbation group and the lowest in the remission group, there was no significant difference between the groups. Vitamin B12 was significantly different between the groups and the highest value was in the control group. Vitamin D was significantly different between the exacerbation and the remission groups and the highest value was in the exacerbation group. In addition, vitamin D levels were significantly higher in boys. There was no significant difference between vitamin A, vitamin E and folic acid levels. FMF gene mutations did not affect HSP 90 alpha and vitamin levels.
Conclusion: Our findings showed that serum HSP 90 alpha, vitamin D, vitamin E and folic acid levels were normal in AAA, but vitamin B12 and vitamin A levels were low during exacerbation and remission. However, we think that prospective studies including larger series should be performed about the subject.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik AraştırmaAziz Polat, İbrahim Erkul, Ahmet Özel, Hasan Koç
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik Araştırma
An EndocrInologrcal Research In ChIldren WIth Growth RetardatIon Konya ChIldren Care Center
Konya Çocuk Yuvasıruhıki 133 çocuğun ge-lişmesi incelendi. Gelişme geriliği olan 15 çocukta L-Dopa stimullasyonu ve insülin hipogliseınisi ile se-rum growth hormon (GHt değerleri tespit edildi. A-raştırma grubundaki çocukların hepsinde maksimum serum GH değeri 7 tıghnl.'nin üzerituleydi. lari ço-cukla on. yıllık büyüme hızlan•la maksimum serum GH değeri arasında ilişki olmadığı tesbit edildi (p>0.05). Kontrol grubuyla yapılan karşılaştırmada maksimum serum GH değerleri ve yıllık büyüme hız-ları arasında ilişki yaktı, (p>0.05). Araştırma grubundaki 15 çocuktan 1 l'inde kemik matiirasyonu geriydi. Anne sevgisinden mahrıonivetin büyüme üzerine etkisi tartışıldı
The growths (ıf 133 children in Konya Child-ren. Care Center were evaluated. Serum growth hor-mone (GH) kvels were measured in 15 children with growth failure bv using L-Dopa stimulation and in-sulin- induced hvoglycemia. All of the children in. research group had maximum serum GH values hig-her than 7 nghnl. Tlıere was no correlation between antıtıal growth rate (ınd maximum serum GH level (p>0.05). Eleyen of 15 children ilı research group had retanled bone maturation. The ejfects of mother deprivation on growth were discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Laboratuvarımızda Saptanan Dengeli Ve Dengesiz Resiprokal Translokasyonların DağılımıSennur Demirel, Ayşegül Zamani, Hatice Gül Dursun, Tülin Çora, Aynur Acar
Araştırma makalesi ÖzetiLaboratuvarımızda Saptanan Dengeli Ve Dengesiz Resiprokal Translokasyonların Dağılımı
KaryotypIc DIstrIbutIon Of RecIprocal Balanced And Unbalanced TranslocatIons In Our Laboratory
Bu çalışmada üreme kayıpları ve doğumsal anomalili çocuk nedeniyle sitogenetik analiz uygulanan 15 olguda farklı kromozomları tutan resiprokal translokasyonların dağılımı incelendi. 6 olguda dengesiz, 9 olguda dengeli resiprokal translokasyon saptandı. Dengesiz karyotiplerin tümü parsiyel trizomiler olup, 3’ü maternal, 3 ’ü paternal kalıtım gösteriyordu. Dengeli resiprokal translokasyon taşıyıcısı olan ve aile çalışmaları yapılabilen olgularımızın 1’1 maternal, 2'si paternal, 3 ’ü de novo idi. İki olguda dengeli resiprokal translokasyona trizomi 21 eşlik ediyordu. Bulgularımıza dayalı olarak; resiprokal translokasyonların mekanizması, populasyondaki sıklığı, taşıyıcı bireylerin üreme kayıpları ve anomalili çocuk sahibi olma riskleri gözden geçirildi.
İn this study, karyotipic distribution of reciprocal translocations were investigated in 15 cases who referred to our laboratory because of reproductive vvastage and having a baby with multiple congenital defects. They distributed as follovvs; 6 unbalanced reciprocal translocations; 7 balanced reciprocal translocations and 2 balanced reciprocal translocations with trisomy 21. Ali of the unbalanced karyotypes were partal trisomies and three of them were inherited maternally while the other three were inherited paternally. Family investigations were done in balanced reciprocal translocation carriers and it was seen that three of them were de novo, two paternal and one maternal. Mechanisms of reciprocal translocations, their population rates and risks of carriers were evaluated by using our results.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğünde Yapılan Farik-İ Mümeyyizlik Muayenelerinin Değerlendirilmesiİshak Gürsel Günaydın, Başar Çolak, Tahir Kemal Şahin, Şerafettin Demirci
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Adli Tıp Şube Müdürlüğünde Yapılan Farik-İ Mümeyyizlik Muayenelerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of DIscrImInatIon AbIlIty And Mental CapacItIes ExamIned Court Case CrImInal ChIldren In Konya ForensIc MedIcIne DIvIsIonal DIrectorateshIp
Bu çalışmada, 1992-1997 yılları arasında Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğü'ne farik-i mümeyyizlik mu-ayenesi için gönderilen 479 olgu retrospektif olarak incelendi. 479 olgudan 25`inin yaş sınırının farik-i mümeyyizlik muayenesi yaş sınırının dışında olduğu görüldü_ Geri kalan 454 olguda, suç işlediği iddiasıyla muayeneye gönderilen çocukların büyük bir çoğunluğunun erkek (% 96.5), en sık suç işlenen yaşın 15 (% 39.7) ve 14 (% 33_9), en sık işlenen suçun hırsızlık (% 54.4) olduğu, olguların % 95.6'sının işlemiş oldukları iddia edilen suçun farik ve mümeyyizi olduklarının belirlendiği görüldü. Farik ve mümeyyiz olmadıkları belirlenen 20 (% 4.4) olgudan 2'sinde (% 10.0) zeka geriliği saptandığı, 1 Olunda (% 50.0) içinde bulundukları sosyo-kültürel yapı se-bebiyle suçu işlemekten kaçınamayacakları, 6Sında 30.0) psikobiyolojik gelişimierinin kendilerini işledikleri suçtan koruyabilecek derecede ta-mamlanmamış olması nedeniyle, 2 çocuğun ise sağır ve dilsiz olmalarının da etkisiyle (% 10.0) farik-i mümeyyiz olmadıklarının belirlendiği görüldü. Sonuçlar diğer bölgelerde yapılan benzer çalışmalarla karşılaştırıldı.
In this study, 479 criminal children were sent to Forensic Medicine Divisional Directorateship for their discrimination and mental capacities to be sulted for child correction institutions. Twenty five children were out of the age range of examination of disc-rimination and mental capacity. Remaining 454 sub-jects were largely males (96.5 %). The large per-centage of criminal ages were 15 (39.7 %) and 14 (33.9 %) years of age. The most attempted erime was steeling and burglary (54.4 %). Of those 96.6 % were the age of discrimination and mental capacity and knowing attempted to the crimes. Twenty sub-jects, although they had the ages older than 11 years old, were below the discrimination and mental ca-pacity level. Among them two (10.0 %) were mentally retarded. Ten subjects (50.0 %) were inclined to at-tempt criminal temptations due ta their fawer socio-economic cultural type of living. Of those, six (30.0 %) of thern were lacking behind the psychobiological developments and unaware of the judgement of their criminal acts. The remaining two (10.0 %) subjects were deaf and dumb, and they were considered to have low level of discriminative ability and mental ca-pacity. This study when compared ta similar studles carried out else where in Turkey, it can be concluded that the type of erime attempted and the ratio of disc-riminative and mental capacity were of similar.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisiÖzkan Solmaz, Bülent Ataş, Adnan Karaibrahimoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisi
ClInIcal, Laboratory And EpIdemIologIcal CharacterIstIcs Of FamIlIal
medIterranean Fever In ChIldhood And The RelatIonshIp Between
these Features WIth GenetIc MutatIons
Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) seröz zarların inflamasyonu
ile karakterize, ataklarla seyreden bir hastalıktır. MEVF gen
mutasyonlarının keşfinden sonra, genotipin fenotipe etkisi ile ilgili
bir çok çalışma yapılmış, bazı araştırmalarda genotip ile fenotip
arasında ilişki bulunurken, bazılarında bulunamamıştır. Bu çalışmada
AAA hastalarının klinik özellikleri ve kolşisine yanıtlarının genotiple
ilişkisinin araştırılması amaçlandı. AAA tanısıyla izlenmekte olan
131 hastanın dosyaları retrospektif olarak taranarak demografik,
klinik veriler ve mutasyon analizleri kayıt edildi. Hastalarımızın
%52.7’si erkek, %47.3’ü kızdı. Hastalarımızın şikayetlerinin başlama
yaşı ile tanı yaşının dağılımı farklılık göstermekteydi (p=0.00). En
sık görülen semptom karın ağrısı (%94.7) ve onu sırasıyla ateş
(%91.6), artralji (%65.6) ve göğüs ağrısı (%27.5) takip ediyordu.
Enfeksiyon, stres, menstürasyon, spor gibi faktörler bazı hastalarda
atağı tetiklemekteydi. En sık görülen mutasyonlar sırasıyla M694V
(%50.4), M680I (%26.7), 148Q (%11.5) idi. Mutasyon saptanmayan
%14.5 hastamız vardı. M694V homozigot olan hastalarda bulantı
ve kusma daha az, E148Q heterozigot olan hastalarda artralji daha
fazlaydı (p<0.05). Aynı aileden kolşisine dirençli 3 hastamız vardı.
Çalışmamızda AAA hastalarının fenotip ve genotipi arasında önemli
bir ilişki gözlenmemiştir. İnfantil dönemde hastalığın tanınması
zor olup, komplikasyonları önlemek adına hastaneye sık başvuran
hastalarda AAA tanısı da akla gelmelidir.
Familial Mediterranean Fever (FMF) is characterized by attacks
and inflammation of serous membranes. After discovery of MEVF
mutations, several studies have been carried out about the effect
of genotype to phenotype, a number of them showed relationship
between genotype and phenotype, but some of them not. The aim
of our study was to investigate the relationship between genotype
and clinical features in children with FMF. This study was performed
with 131 patients who have FMF diagnosis. The demographic data,
clinical findings, mutations were investigated retrospectively. 52.7%
of our patients were boys, 47.3% were girls. Distribution of the age
of diagnosed was different from age of onset of symptoms (p=0.00).
The most frequent symptom was abdominal pain (94.7%) and it is
followed by fever (91.6%), arthralgia (65.6%) and chest pain (27.5%).
Infection, stress, menstruation and physical training triggered the
attack in some patients. Respectively, the most common mutations
were M694V (50.4%), M680I (26.7%) and 148Q (11.5%). No mutation
was detected in 14.5% of our patients. Nausea and vomiting were
less in M694V homozygous patients, and arthralgia was higher in
E148Q heterozygous patients (p<0.05). We had 3 patients with
colchicine-resistant who were siblings. In our study, a significant
relationship between phenotype and genotype was not observed. It
is difficult to recognize the disease in infancy period, FMF should be
considered in patients with frequently admitted to hospital in order to
avoid complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Merkezimizde Cerrahi Olarak Tedavi Edilen Atriyal Septal
defekt HastalarıOsman Güvenç, Derya Çimen, Derya Arslan, Serkan Yıldırım, Murat Şimşek, Hakan Akbayrak, Mehmet öç, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiMerkezimizde Cerrahi Olarak Tedavi Edilen Atriyal Septal
defekt Hastaları
SurgIcally Treated AtrIal Septal Defect PatIents In Our Center
Bu çalışma ile, çocuk kardiyoloji bölümünde takipleri yapılan
ve kalp damar cerrahisi kliniğinde opere edilen atriyal septal defekt
hastalarının klinik özellikleri, tedavi yaklaşımları ve bu konudaki
deneyimlerimiz paylaşılmak istendi. Çalışmaya, 2010-2013 yılları
arasında atriyal septal defekt nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilen,
ortalama yaşı 58 ay olan (yaş dağılımı 5 ay-14 yaş) 28 hasta (20
kız, 8 erkek), dosyaları retrospektif olarak taranarak dahil edildi.
Hastalardan ikisinde sinüs venozus tipi atriyal septal defekt ve
beraberinde parsiyel pulmoner venöz dönüş anomalisi varken bir
hastada primum atriyal septal defekt, kalan 25 hastada sekundum tip
atriyal septal defekt vardı. Kardiyak kateterizasyon yapılan hastalarda
ortalama pulmoner arter basınç ortalaması 18.6 mmHg (8-39 mmHg),
Qp/Qs oranı ortalaması 2.2 (1.4-4.5) olarak tespit edildi. Atriyal septal
defekt tamiri hastaların hepsinde sentetik yama ile yapıldı. Hastaların
yoğun bakımda kalma süresi ortalaması 3.2 gün (1-12 gün), serviste
kalma süresi ortalaması 4.1 gün (1-17 gün), ortalama taburcu olma
süresi 7.4 gün (4-29 gün) olarak tespit edildi. Opere olan hastalardan
eks olan veya hemodinamik olarak anlamlı rezidü tespit edilen hasta
olmadı. Hastaların ameliyattan sonraki takip süreleri ortalaması 24
ay (1 ay-3.5 yıl) idi. En sık görülen konjenital kalp hastalıklarından
biri olan atriyal septal defektin cerrahi olarak kapatılması, düşük
mortalite ve komplikasyon oranları ile birçok merkezde güvenle
yapılmaktadır. Atriyal septal defektin tedavi edilmemesi halinde kalp
yetmezliği, pulmoner vasküler obtrüktif hastalık ve atriyal aritmiler
gibi önemli komplikasyonlar görülebilir.
The aim of this study is to evaluate our experience of patients
with their clinical presentations and treatment approaches followed
and underwent atrial septal defect surgery in Cardiovascular Surgery
Department. Between 2010-2013, 28 patients (20 females, 8 males)
mean age 58 months (range 5 month to 14 year-old) who underwent
atrial septal defect surgery were included in the study retrospectively.
In two patients, there were sinus venosus atrial septal defects with
partially abnormal pulmonary venous drainage. In one patient, there
was primum atrial septal defect. 25 patients had secundum atrial
septal defects. Mean pulmonary artery pressure was 18.6 mmHg(8-
39 mmHg) and mean Qp/Qs ratio was 2.2 (1.4-4.5) in patients who
underwent cardiac catheterization. Atrial septal defects were closed
with synthetical patch in all of the patients. The mean of intensive care
unit hospitalization was 3.2 (1-12) days. The mean of cardiovascular
surgery clinical hospitalization was 4.1 (1-17) days. The mean
discharge time was 7.4 (4-29) days. No mortality was observed
and no hemodinamically significant residual was observed. The
average postoperative follow-up period of patients was 24 months (1
month-3.5 years). Surgically closure of atrial septal defect, one of the
most common forms of congenital heart disease, is performed safely
in many medical center with low mortality and complication rates. If
atrial septal defect remains untreated, significant complications such
as cardiac failure, pulmonary vascular obstructive disease and atrial
arrhythmias may occur.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki KomplikasyonlarFatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Osman Güvenç, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiKalp Kateterizasyonu Yapılan Çocuklardaki Komplikasyonlar
ComplIcatIons Of Heart CatheterIzatIon In ChIldren
Tanı ve tedavi amaçlı kalp kateterizasyon girişimleri son zamanlarda giderek artmaktadır. Kalp kateterizasyonundan sonra özellikle kateter giriş yerinde tromboz, psödoanevrizma, arteriyovenöz fistül, kanama, enfeksiyon, distal embolizasyon gibi lokal komplikasyonlar ile verilen anestezik ajanlara bağlı solunum depresyonu, taşikardi ve bradikardi olmak üzere birçok komplikasyonlar gelişebilmektedir. Kliniğimizde Haziran 2010-Haziran 2012 yılları arasında kalp kateterizasyonu yapılan 120 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların, yaşları 9 gün ile 15 yaş arasında (ortalama 3.5 ± 4.2 yaş) olup, 58 (%48)’i kız, 62 (%52)’si erkek idi. Hastaların 102 (%85)’ine tanısal, 18 (%15)’ ine girişimsel işlem amaçlı kalp kateterizasyonu yapıldı. Komplikasyonu gelişen 7 (%5.8) hastanın yaşları 9 gün ile 15 yaş (3.5 ± 4.2 yaş) arasında idi. İki hastada femoral hematom, bir hastada femoral kanama, iki hastada femoral tromboz, bir hastada bradikardi, bir hastada (midazolam ile yapılan) sedasyon sırasında solunum arresti gelişti. Femoral tromboz gelişen iki hastadan birine düşük molekül ağırlıklı heparin, diğerine düşük molekül ağırlıklı heparin ve pentoksifilin verildi. Femoral hematom gelişen iki hastaya ise lokal tedavi uygulandı. Dirençli bradikardi gelişen bir hastaya geçici pacemaker takıldı. Femoral kanama gelişen bir hastaya protamin sülfat tedavisi verildi. Midazolama bağlı solunum arresti gelişen bir hastaya solunum desteği yapıldı. Sonrasında hastalar şifa ile taburcu edildiler. Kliniğimizde kalp kateterizasyonu yapılan hastalardaki komplikasyonlar ve bu komplikasyonları artıran risk faktörleri retrospektif olarak incelendi. Kalp kateterizasyonu yapılan hastalar gelişebilecek lokal ve genel komplikasyonlar açısından yakından takip edilmelidir. Alınabilecek birtakım önlemler ile komplikasyon sıklığı azaltılabilir ve komplikasyonların erken tanı ve tedavisi ile morbidite ve mortaliteyi azaltılabilmektedir.
Diagnostic and therapeutic cardiac catheterization attempts have recently been increasing. Numerous complications may develop after cardiac catheterization, including local complications, such as thrombosis, pseudoaneurysm, arteriovenous fistula, bleeding, infection, and distal embolization at the catheter insertion site, as well as complications associated with the anesthetic agents, such as respiratory depression, tachycardia and bradycardia. A total of 120 patients, who underwent cardiac catheterization between June 2010 and June 2012 were retrospectively evaluated. The patients were aged from 9 days to 15 years (mean 3.5±4.2 years) and 58 (48%) were female and 62 (52%) were male. Of the 120 patients, 102 (85%) underwent a diagnostic cardiac catheterization procedure, whereas in 18 (15%) patients an interventional procedure was performed. Complications were encountered in 7 (5.8%) patients, aged from 9 days to 15 years (3.5±4.2 years). There were femoral hematoma in two patients, femoral bleeding in one patient, femoral thrombosis in two patients, bradycardia in one patient, and a patient developed respiratory arrest during sedation (with midazolam). Femoral venous thrombosis, which was seen in two patients, was treated with low molecular weight heparin in one case and with low molecular weight heparin and pentoxifylline in the other. Two patients who developed femoral hematoma underwent local treatment. One patient developed resistant bradycardia, for which a temporary pacemaker was inserted. A patient with femoral hemorrhage was treated with protamine sulfate. One patient, who developed respiratory arrest due to midazolam, was treated with respiratory support. All patients were discharged in a good condition after the treatment. The complications in patients who underwent cardiac catheterization in our clinic, and the risk factors for these complications were analyzed retrospectively. Patients undergoing cardiac catheterization should be closely monitored in terms of possible local and general complications. The incidence of the complications can be reduced by taking appropriate measures. The morbidity and the mortality can be reduced by early diagnosis and treatment of the complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Jinekolojik Kanserlerde Fertilite Koruyucu CerrahiKazım Gezginç, Elif Utku Dalkılıç
Derleme ÖzetiJinekolojik Kanserlerde Fertilite Koruyucu Cerrahi
FertIlIty SparIng Surgery In GynecologIcal Cancers
Günümüzde sosyal ve ekonomik şartlar nedeniyle kadınların çocuk sahibi olma yaşı giderek artmaktadır. Her ne kadar jinekolojik kanserler ileri yaşta görülseler de bunların önemli bir kısmı reprodüktif çağda karşımıza çıkmaktadır. Son yıllarda patoloji, cerrahi ve kemoterapi alanlarındaki gelişmelerle birlikte artık jinekolojik kanserli hastalarda düşük riskli gruplar saptanabilmektedir. Tüm bunlar sonucunda çağdaş kanser tedavisinde; hastanın duygu durumu, fiziksel görünümü, cinsel işlevleri ve fertilite isteği göz önüne alınarak fertilite koruyucu tedavi yaklaşımları ön plana çıkmaktadır.
Today, age of childbearing women is increasing because of social and economic conditions. Although gynecological cancers are seen in old age, some of them may occur in reproductive age. With recent advances in the fields of surgery, pathology and chemotherapy, low risk patient group can be identified in gynecological cancers. Fertility sparing surgery appears as a parallel development in current cancer treatment, when considering the emotional condition, physical appearance, sexual function and fertility desire of the patient.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle DeğerlendirilmesiZekeriya Tosun, Adem Özkan, Mustafa Keskin, Nedim Savacı
Araştırma makalesi ÖzetiAlveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle Değerlendirilmesi
DetermInatIon Of PatIents WIth Alveol Clefts By PerIapIcal And Oclussal GraphIes At Pre OperatIve And Post OperatIve PerIod
Amaç: Bu çalışmanın amacı, alveol yarıklarının takibinde sık kullanılan pahalı ve radyasyon dozu yüksek olan bilgisayarlı tomografi (BT) yerine daha ucuz ve daha az radyasyon veren görüntüleme yöntemleri kullanmaktır. Bunun için diş hekimleri tarafından dental patolojilerin tanısında sık kullanılan periapikal ve oklüzal grafi kullanıldı. Hastalar ve metod: 1998-2004 yılları arasında “tek taraflı alveol yarığı” olan 11 hasta otojen iliak ve allojenik kansellöz kemik grefti ile opere edilmiştir. Peroperatif kemik defektler periapikal ve oklüzal grafiler çekilerek NetCAD programı ile belirlendi. Peroperatif kemik mumu ile yeniden defekt ölçümü yapılarak gerçek değer bulundu. Postoperatif 6 ay -1 yıl süresinde aynı grafilerle geç kontrol filmleri alındı ve kemik kaybı yüzde (%) olarak ve etraf dokularla olan ossifikasyonu değerlendirildi. Sonuç: Uygulamanın kolay olması, özellikle çocukların daha az radyasyon almaları ve ekonomik olması nedeniyle alveol yarıklarının takibinde BT yerine periapikal ve oklüzal grafi kullanılabileceği kanaatindeyiz.
Objective: Purpose of this study was to use imaging methods which is cheaper and offering less radiation dousage for determination of alveol clefts. Fort his purpose, perapical and oclussal plane X-rays are used in this study, which are widely used by dentists for diagnosis of dental pathologies. Patients and methods: Elevenpatients with unilateral alveol clets was operated with seconder otogen iliac and allogenic cansellous bone grafts between 1998 and 2004. Bone defects was measured by NetCAD program with periapical and oclussal graphies pre operatively. Bone wax was used for per operative measurement and real size has been obtained. Late period control graphies was obtained with the same rontgenograms between post operative 6 months and 1 year. Lost bone volume and ossification were determined. Result: We think that periapical and oclussal graphies are easier procedures and may be used instead of CT for follow up in alveol clefts. Additional advantages are exposure to lower doses of radiation and low prices.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Streptokoksik Farenjitte Breese Skorlama Sisteminin EtkinliğiMeltem Energin, Ekrem Ünal, Özgür Pirgon, Tamer Baysal, İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Araştırma makalesi ÖzetiStreptokoksik Farenjitte Breese Skorlama Sisteminin Etkinliği
EffIcacy Of Breese ScorIng System In Streptococcal PharyngItIs
Amaç: Streptokoksik farenjit tanısında Breese skorlama sisteminin etkinliğini araştırmak ve bu skorlama sisteminin tanısal değerini tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma sırasında akut tonsillofarenjiti olan hastalar, A grubu beta hemolitik Streptokok (AGBHS) üreme durumuna göre 2 gruba ayrıldı (Grup I: üreme olanlar; Grup II: üreme olmayanlar). Her iki grupta da beyaz küre, Creaktif protein (CRP) ve eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) değerleri kaydedildi. Bulgular: Breese skorları Grup I’ de, Grup II’den daha yüksekti, ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Breese skorlama sistemi için duyarlılık %31, özgüllük %74, pozitif tanımlama oranı %29, negatif tanımlama oranı %24, doğruluk oranı ise %63 olarak tespit edildi. C-reaktif proteini pozitif olan hastalarda Breese skorlama sistemi için duyarlılık %56, özgüllük %41, pozitif tanımlama oranı %43, negatif tanımlama oranı %45, doğruluk oranı ise %48 olarak tespit edilirken; eritrosit sedimantasyon hızı yüksek olan hastalarda ise Breese skorlama sistemi için duyarlılık %50, özgüllük %48, pozitif tanımlama oranı %43, negatif tanımlama oranı %44, doğruluk oranı %49 olarak tespit edildi. Sonuç: Breese skorlama sisteminin yanı sıra CRP ve ESH gibi akut faz reaktanlarının kullanılması, AGBHS’ların neden olduğu farenjitin tanısının doğruluğunu artırmaktadır.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak DeğerlendirilmesiFatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Osman Güvenç, Derya Arslan, İsa Yılmaz
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Kardiyoloji Polikliniğine Başvuran İzole
ventriküler Septal Defekt Tanılı Olguların Retrospektif
olarak Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of PatIents WIth Isolated VentrIcular Septal
defect Who Came To PedIatrIc CardIology OutpatIent ClInIc
Venriküler septal defekt (VSD) doğumsal kalp hastalıkları
içinde 1000 doğumda 3-6 oranı ile en yaygın görülen kardiyak
malformasyondur. Defekt kendi kendine kolayca kapanabilen
musküler septumda küçük bir açıklıktan, kardiyak operasyonla
kapatılması gereken komplike bir lezyona kadar geniş paternde
özellik gösterebilir. Bu çalışmadaki amaç izole VSD’li vakaların
dosya tarama metodu ile uzun dönem takip ve prognoz sonuçlarının
değerlendirilmesidir. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Temmuz 2010-Şubat 2013 yılları arasında çocuk kardiyoloji bölümüne
müracaat eden ve izole VSD tanısı olan hastaların ekokardiyografi
verileri retrospektif olarak incelendi. Ventriküler septal defektler
sırasıyla; %71.52 perimembranöz VSD (n=103), % 40.6 musküler VSD
(n=80), %9.72 çoklu defekt (n=14) şeklindeydi. Hastaların % 52.4’ünde
(n=54) VSD’nin kendiliğinden kapandığı görüldü ve %22.3’ünde
(n=23) VSD klinik izlemde kendiliğinden kapanmadığından ve kalp
yetmezliğine neden olduğu için cerrahi işlem uygulandı .Cerrahiye
verilen VSD’lerin çoğunlukla perimembranöz VSD olduğu gözlendi (%
43.4). Ventriküler septal defekt, konjenital kalp hastalıklarının en sık
görülen formudur ve soldan sağa şanta neden olarak kalp yetmezliği
yapabilir. Ayrıca VSD’li hastalarda endokardit riski artmıştır. Bu
nedenle bu hastaların yakın takibi önem arzetmektedir.
VSD is the most common cardiac malformation among congenital
cardiac diseases and ocur in 3-6 in 1000 live births. The pattern of
this defect may vary from a minor hole in the muscular septum, with
a tendency to spontaneous closure, to complicated lesions requiring
heart surgery. The aim of this study was to evaluate retrospectively
long-term follow-up results and prognosis of pediatric patients
with isolated VSD. The study was conducted in Selçuk University
Medicine Faculty Pediatric Cardiology Department between July 2010
and February 2013. The echocardiography results of the patients with
isolated VSD have been examined retrospectively. Among the included
patients, % 71.52 of cases were perimembranous (n=103), % 40.6 of
cases were muscular (n=80) and % 9.72 of cases were multipl VSD
(n=14). Spontaneous closure rate was % 52.4 (n=54). % 22.3 of the
cases required surgical closure because of heart failure. % 43.4 of
the cases that requıred surgical closure were perimembranous VSD
defects. VSD is the most common malformation of congenital cardiac
diseases and can lead to heart failure by left to right shunt. And also
the incidence of endocarditis in these patients has increased so the
follow-up of the patients is significant.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi SonuçlarıŞebnem Yosunkaya, Faruk Özer, Oktay İmecik
Araştırma makalesi ÖzetiKonya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi Sonuçları
TuberkulIn SkIn Test Results In Central PrImary School ChIldren WIth And WIthout Bcg VaccInatIon Of Konya
Konya il merkezinde 10 ilkokulda birinci ve beşinci sınıflar olmak üzere iki yaş grubunda BCG skarlarına bakarak bölgedeki aşılama çalışmalarının günümüzdeki durumu, 6-12 yaş çocuklarda tüberküloz enfeksiyonunun durumu ve BCG’nin PPD testine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada ilkokul birinci ve beşinci sınıflara devam etmekte olan 2652 öğrenciye (1374’ü birinci, 1188’i beşinci sınıf) tüberkülin deri testi yapıldı ve sonuçlar aşılama durumu göz önüne alınarak karşılaştırıldı. Çalışmaya alınan öğrencilerden 414’ünün (%16.2) hiç aşılanmadığı, aşılı öğrencilerden 2029 unun (%79.2) bir kez ve 119 unun (%4.6) iki kez aşılandığı saptandı. Ortalama tüberkülin endurasyonu aşısız öğrencilerde 1.186±2.188 mm, bir aşılı öğrencilerde 4.894±4.643 mm ve iki aşılılarda 10.890±4.037 mm olarak bulundu. Ayrıca aşısız414 kişinin 9 una (%2.2) karşılık, bir aşılı 2029 kişinin 438 i (%21.6), iki aşılım 119 kişinin 85 i (%70.5) 10 mm ve üzeri reaksiyon gösterdiği bulundu. Tüm öğrenciler dikkate alındığında enfeksiyon oranının %4.2 olduğu görüldü. Aşısızlarda YER (Yıllık Enfeksiyon Riski) 7 ve 11 yaş grubunda 0.41 ve 0.56 olarak hesaplandı. Sonuç olarak, çalışmamızda Konya bölgesinde yenidoğan dönemi aşılama çalışmalarının başarılı revaksinizasyonun yetersiz olduğu, ayrıca BCG uygulamasının tüberkülin reaksiyonunu arttırdığı ve bir aşılılarda tüberkülin pozitiflik sınırının 14≤ mm olduğu enfeksiyon oranının yaş arttıkça arttığı, cinsiyetle değişmediği görülmüştür.
In this study, we have planned to determine: The vaccination situation of the two age groups of children in the first and fifth classes of the primary schools of Konya province by looking at the BCG scars; the effects of BCG vaccination to tuberculin tests; the tuberculin reaction that can distinguish the natural infection in one time vaccinated children. We have also investigated the situation of tuberculosis infection in Konya province for contituting data for our region. We have included 2652 students of first and fifth classes of the primary school (1374 and 1188). 414 (16.2%) of the children had no BCG vaccinations. 2029 (%79.2) of the vaccinated 2148 children had only one and 119 (%4.6) children had two vaccinations. Mean tuberculin endurations were respectively 1,186±2,188 mm 4,489±4,643 mm and 10.890±4.037 mm in unvaccinated and in the children who had waccinated twice. Morower, 9(%2.2) of the unvaccinated 414 children, 438 (21.6) of one time vaccinated 2029 children and 85 (%70.5) of two times vaccinated 119 children had 10mm or larger endurtions. The infection rate was %4.2 in the whole group. In the group of unvaccinated children, the risk of yearly infections was 0.22 in the 7 year old children group and 0.31 in the 11 year old children group. As a result, we have determined that vaccinations in the newborn age group are succesfull but revaccinations are not enough. BCG vaccination is increasing the tuberculin reaction and pozitive tuberculin enduration is ≤14 mm.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pediatrik Üriner Sistem Taş Vakalarında Retrospektif Bir ÇalışmaEsat M. Arslan, Ali Acar, İbrahim Ünal Sert, Necip Uluz
Araştırma makalesi ÖzetiPediatrik Üriner Sistem Taş Vakalarında Retrospektif Bir Çalışma
PedIatrIc UrolIthIasIs: RetrospectIve Study
Bu araştırma, Dicle Üniverstesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında 1984-1988 yılları arasında yatmış 95 ve Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında 1983-1992 yılları arasında yatmış 136, toplam 231 üriner sistem taş yakasını içermektedir. Vakalaı-ın %73 ü erkektir. Ya;ş gruplarına göre dagılımda ise 0-5 yaş grubu, toplam vakaları!! %44.5 idir. Üriner sisem taşları lokalizasyonunda ilk sırayı böbrekler (%53.9), ikinci sırayı mesane (%21) almıştır. Üriner sistem taşlı vakalarda %73.5 oranında üriner enfeksiyon tesbit edilmiştir.Enfeksiyon etkeni mikroorganizmalar sırasıyla E.coli (%59), pseudo-monas (%17), streptococus facecalis (%13.3) olarak bulunmuştur. Taş ile enfeksiyon arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla vakalar enfeksiyonlu ve enfeksiyonsuz ola-rak iki gruba ayrılıp, yaş, cins, taşların lokalizasyo-nu, preoperatif ve postoperatıf idrar kültürü yönünden k.arşılaştırıldı. I aşlı vakalarda enfeksiyon oluşmasında yuka-rıdaki parametrelerin payı olduğu görüşüne varıldı. Ayrıca bu vakaların üriner enfeksiyon düzeyinde, taşın lokalizasyonunun etkili olmadığı düşünüldü
in this study, we rewieved 95 patients with uri-nary tract stone that had been treated in Dicle Univer-sity Medical Faculty Urology Clinic between the years of 1984-1988 and 136 patients with urinary tract stone that had been treated in Selçuk University Medical Faculty Urology Clinic between the years of 1983-1992. %73 of the patients were males and %44.5 of them were 0 to 5 years old. The stones were found mostly in kidneys (%53 .9) and bladder (%21 ). Urinary tract infection was found in %78 of the patients with stone. Causative microorganism were E.coli (%59), pseudomonas (%17) and streptococcus faecalis (%13.3). in order to show the relation between stone and infection, the patients were divided into two groups according to the existance of infection. The two groups were studied with respect to the age, sex, lo-calization, hiochemical analysis, pre and post opera-tion urine cultures. It is concluded that the above parameters were ef-fective in the development of infection in patients with urinary tract stone. It is also concluded that the infection site was not effective in the localization of the stne.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik ÖzellikleriMahmut Abuhandan, Hasan Kandemir, Cemil Kaya, Bülent Güzel, İbrahim Fatih Karababa, Bülent Koca, Muazzez Çevik
Araştırma makalesi ÖzetiFonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
QualIty Of LIfe And PsychIatrIc PropertIes In ChIldren WIth FunctIonal
abdomInal PaIn
Bu çalışmada fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerde,
rahatsızlığın yaşam kalitesi ve psikiyatrik belirtileri üzerine etkisinin
değerlendirilmesi amaçlandı. Roma III kriterlerine göre fonksiyonel
karın ağrısı tanısı alan 30 hasta ile birlikte yaş ve cinsiyetleri eşleşmiş
30 sağlam çocuk kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Gruplara,
Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Çocuklar için DurumlukSüreklilik
Kaygı Ölçeği (ÇDSKÖ) ve Çocuklar için yaşam kalitesi
ölçeklerinin Ebeveyn ve Çocuk formları (ÇİYKÖ-E ve C) uygulandı.
Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerin yaşam kalitesi
tüm ölçek puanları, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan
çocuk ve ergenler için yaşam kalitesi ebeveyn açısından tüm ölçek
puanları, kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve
ergenlerin çocuklar için depresyon ölçeği, çocuklar için süreklilik
kaygı ölçeği ve çocuklar için durumluluk kaygı ölçeği puanları, kontrol
grubun göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p
değerleri sırasıyla p<0.001, p=0.003, p=0.001). Fonksiyonel karın
ağrısı olan çocukların, kontrol gruplarına göre yaşam kalitesinde
azalma, sürekli kaygı içinde oldukları ve depresyona meyil oldukları
tespit edildi.
In this study, it was aimed to evaluate the effects of functional
abdominal pain and psychiatric signs on life quality in childrens and
adolescents. 30 patients diagnosed with functional abdominal pain
according to Roma III criterias and 30 healthy children as control
group matched of age and gender were included in the study. Child
Depression Inventory (CDI), State-Trait Anxiety Inventories for
Children (STAI-C) and Pediatric Quality of Life Inventory Parent
and Child Versions (PedQL-P and C) were applied to both patient
and control groups. All scale scores of life quality of childrens
and adolescents with functional abdominal pain were statisticaly
significance lower than control group (p<0.001). All the score of
life quality in terms of parents of childrens and adolescents with
functional abdominal pain were statisticaly significance lower than
control group (p<0.001). Depression scale, trait anxiety inventory
and state anxiety scores for children and adolescents with functional
abdominal pain were statisticaly significance higher than control
group (p<0.001, p=0.003, p=0.001, respectively). When compared
to control group, lower life quality scale scores , increased anxiety
levels tendency to depression and generally decreased life quality
status were determined in functional abdominal pain group.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif DeğerlendirilmesiSevim Karaaslan, Bülent Oran, Osman Başpınar, Tamer Baysal, Abdullah Yazar
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
A RetrospectIve Follow-Up On The PatIents WIth The Acute RheumatIc Fever:
Akut romatizmal ateş tamlı hastalarımızın klinik ve laboratuar özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Hasta kayıtlarından akut romatizmal ateş tamlı 395 vaka seçildi. Hastaların atak anındaki başvuru yaşı 5-18 yaş (ortalama 11.3±2.8), cinsiyetleri 213 (% 53.9) erkek, 182 (%46.1) kız olarak belirlendi. Hastaların asıl klinik bulguları kardit °%70.3, artrit % 66.5, Sydenham koresi % 22.2, eritema marginatum %1 ve subkütan nodul % 0.7 şeklinde idi. Perikardiyal efüzyona % 3.5 oranında rastlanıldı. Karditli hastalarda mitral ve aort yetmezliği sırasıyla % 95.3 ve % 46.4 oranında oluştu. Takip esnasında kapak yetmezlikleri % 23.6 ve % 33 oranında kayboldu. Penisilin profiaksisinin düzensiz uygulanması bazı hastalarda tekrarlamalara neden oldu.
Patients with acute rheumatic fever, who were admitted to Pediatric Cardiology Unit of Selçuk University Meram Faculty of Medicine, were studied ret- rospectively to verify the clinical and laboratory profile of the disease. 395 cases were identified among patients admitted to the present institution. Age on admission was 5-18 years (mean 11.3±2.8), they were 213 (53.9%) boys, and 182 (46.1%) giriş. Manifestations included carditis 70.3°%, arthritis 66.5°%, Sydenham’s chorea 22.2%, eritema marginatum 1 °%,subcutaneous nodules 0.7%. Pericardial effusion was occurred in 3.5°%. Mitral insuffi- ciency and aortic insufficiency and aortic insufficiency were occurred in 95.3°% and 46.4°%, respectively. The regur- gitation disappeared in 23.6°% and 33°% of patients with mitral and aortic regurgitation, during follow-up. The caus- ing recurrence was the non-compliance with penicillin prophylaxis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Girişimsel Çocuk Kardiyolojide İki Yıllık DeneyimlerimizDerya Arslan, Derya Çimen, Osman Güvenç, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiGirişimsel Çocuk Kardiyolojide İki Yıllık Deneyimlerimiz
Our Two Year ExperIence In The InterventIonal PedIatrIc CardIology
Girişimsel tedavi günümüzde artık çocuk kardiyolojisi merkezleri için vazgeçilmez tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır. Merkezimizde iki yıl içinde yaptığımız girişimsel tedavi sonuçlarımız sunuldu. Merkezimizde Şubat 2011-Kasım 2012 tarihleri arasında girişimsel işlem yapılan 40 hastanın sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 40 hastaya girişimsel tedavi uygulandığı görüldü. Bu hastaların %55’i (n:22) kız, %45’i (n:18) erkek idi. Yaşları 10 gün ile 15 yaş arasında, kiloları ise 3.7-60 kg arasındaydı. Valvüler pulmoner stenozu olan dokuz hastaya pulmoner balon valvüloplasti yapıldı. Aort koarktasyonu olan 10 hastaya koarktasyon anjioplasti yapıldı. Atriyal septal defekti olan 12 hastaya transkateterle ASD kapatma uygulandı. Geniş duktus açıklığı olan beş hastanın duktusu transkateter kapatıldı. Mitral darlığı olan 14 yaşında bir hastaya mitral balon valvüloplasti uygulandı. Hastanemizde pediyatrik anjiyo işlemlerinin yapılmaya başlandığı Haziran 2010 tarihinden Kasım 2012 tarihine kadar toplam 155 anjio işlemi yapıldığı ve bu hastaların 40’ına (%25.8) girişimsel işlem uygulandığı görüldü. Anjiyografi ünitemizde öncelikle tanı amaçlı kalp kateterizasyonu yapıldığı görülmektedir. Akabinde sırasıyla aort koarktasyonuna balon anjiyoplasti ve pulmoner balon valvuloplasti gibi girişimsel işlemler yapılmaktadır. Son zamanlarda ise transkateter ASD ve PDA kapatılması ve aort koarktasyonuna stent implantasyonu gibi komplike ve deneyim gerektiren işlemlerin yapılmaya başlandığı saptanmıştır. Son 6 ay dikkate alındığında girişimsel işlemlerin oranının tanı amaçlı olanlara kıyasla artarak %50 lere yaklaştığı görüldü.
Nowadays, interventional treatment is one of the indispensable methods of treatment for pediatric cardiology centers. The results of interventional treatment of our center were presented within two years. The results of 40 patients who underwent interventional procedure in our center between February 2011-November 2012 were retrospectively reviewed. Interventional therapy was applied to 40 patients. Fifty-five percent (n:22) of these patients were female, 45% (n:18) were male. Their age is from 10 days to 15 years, their weight is between 3.7 and 60 kg. Pulmonary balloon valvuloplasty was performed to nine patients with valvular pulmonary stenosis. Angioplasty was performed to 10 patients with the coarctation of aorta. Transcatheter ASD closure was performed to 12 patients with atrial septal defect. The five patients’ ductus with a wide range closed by transcatheter. Mitral balloon valvuloplasty was performed to 14-year-old patient with mitral stenosis. In our hospital,angiography was performed since June 2010 until November 2012, with total of 155 patients with angio process and interventional procedure was applied to 40 of these patients (25.8%). At first,diagnostic angiography is performed in our angiography unit. Subsequently, interventional procedures were performed such as balloon angioplasty to the coarctation of the aorta and pulmonary balloon valvuloplasty, respectively. Recently, processes that are complicated and requires experience such as transcatheter closure of ASD and PDA, and aortic stent implantation transactions began to be performed in our clinic. Considering the last 6 months, the rate of invasive procedures increased to 50% compared with diagnostic procedures.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık DeneyimAygen Yılmaz, Mustafa Akçam, Özlem Akıncı, Güngör Karagüzel, Reha Artan
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık Deneyim
CholelIthIasIs In ChIldren: Seven Years ExperIence In Antalya RegIon
Amaç: Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağında oldukça nadir olan kolelitiyazis tanısı konulup izlenen olguların özelliklerinin ortaya konulmasıdır. Gereç ve yöntem: Haziran 1998 ve Haziran 2005 döneminde kliniğimizde kolelitiyazis tanısı alan 23 olguya ait veriler değerlendirildi. Bulgular: Olguların 15’i kız (%65.2), sekizi erkek idi (ortalama yaş: 8.3±4.7 yıl). En önemli taş oluşum sebebi hemolitik hastalıklar (%43.5) idi. Olguların %30.4’ünde altta yatan bir neden bulunamadı. Tüm olguların %39’u, hemolitik hastalığı olan olguların ise %80’i asemptomatikti. Kolesistektomi 23 olgunun dokuzunda (%39.1) yapıldı. Olguların %78’inde kesede birden fazla taş saptanırken hemolitik hastalığı olanların hepsinde çoğul kese taşları vardı. Taş analizi hiçbir olguda yapılamamıştı. Sonuç: Çocuklarda nadiren saptanan kolelityaz konusunda bilgi birikimi yetersizdir. Hemolitik hastalığı olan olguların önemli bölümü asemptomatik olup, kese taşları tesadüfen tespit edilmektedir. Bu olguların periyodik izlemi önemlidir. Semtomatik hastalarda ve çapı 2 cm’den büyük hastalarda laparaskopik kolesistektomi yapılmalıdır. Safra taşı analizine ülkemizde gereken önem verilmelidir.
Purpose: The aim of this study is the documentation of characteristics of cases diagnosed and followed as cholelithiasis which is quite rare in childhood period. Material and method: Data of 23 cases diagnosed as cholelithiasis in ourclinic between June 1998 and June 2005 were evaluated. Result: Fifteen of cases were female (65.2%) and eight were male (mean age: 8.3±4.7 year). The most important reason of stone formation was hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases were asymptomatic. Cholecystectomy was performed in nine of 23 cases (39.1%). Multiple stones were detected in 78% of all cases while all patients with hemolytic disease had multiple stones. Stone analysis was not performed in any of patients. Conclusion: Knowledge about cholelithiasis which rarely detected in children is insufficient. Most of cases with hemolytic disease are asymptomatic and gall bladder Stones were detected accidentally. Periodic follow up of these patients is very important. Laparoscopic cholecystectomy must be performed in all symptomatic patients and in patients having Stones larger than 2 cm diameter. Needed significance to stone analysis must be given in our country.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Status Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakasıHilal Aydın, Nimet Kabakuş, Gökçe Kaya, Emine Dağıstan
Olgu sunumu ÖzetiStatus Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakası
A Case Study Of SchIzencephaly WIth Status EpIleptIcus ClInIcs
Şizensefali, hemisfer boyunca ependimal yüzeyden korteksin
pia örtüsüne kadar uzanan, gri madde ile çevrili bir yarıktır.
Yarıkların gri cevher ile örtülü duvarlarının birbirine yakın olması
Tip 1 (kapalı dudak), birbirinden uzak olması ise Tip 2 (açık dudak)
olarak adlandırılır. Çocuklardaki kliniği mental motor retardasyon,
nöbetler ve fokal nörolojik bozukluklara kadar değişen geniş bir
aralığa sahiptir. Epilepsi hastaların çoğunda vardır, genellikle
fokal nöbetler ile karakterizedir. Şizensefalinin status epileptikus’a
neden olabileceği az sayıda vakada bildirilmektedir. Bu yazımızda,
nöbeti fokal başlayıp jeneralize devam eden, status epileptikus
kliniği ile başvuran yedi yaşındaki bir şizensefali olgusu sunularak;
şizensefalinin epilepsi ve status epileptikustaki yeri vurgulanmaya
çalışılmıştır.
Schizencephaly is a slit covered with gray matter, that lies from
the ependimal surface to the piadressing a long the hemisphere. If
the walls of the slitscovered with gray matter of are close to each
other it is named as Type 1 (closedlip), if they are further from each
other, it is called astype 2 (openlip). Clinics in children has a large
range of spectrum from mental motor retardation, seizure to focal
neurological disorders. Most of the patients have epilepsy which
are usually characterized by focalseizures. There are only a few
cases where schizencephaly causes status epilepticus. Here in, we
report a schizencephaly case of a 7 year old boy who was accepted
with a status epilepticus clinics that started locally and progressed
generally. We emphasize the important role of schizencephaly in
epilepsy and status epilepticus.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının AraştırılmasıNezihe Yılmaz, Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş, Çiğdem Artuk, Fatmanur Çakmak
Araştırma makalesi ÖzetiAlt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of Respuratory Syncytıal Vurus (rsv) AntIbodIes In PedIatrIc PatIents WIth Lower RespIratory InfectIon
Respiratuvar Sinsityal Virus (Res-piratory Syncytial Virus-RSV) çocuklarda solunum yolları infeksiyonlarrnın sık hir sehehidir. Bu çalışmada, akut alt solunum yolları infeksiyonu tanısı almış 126 çocuk hastada RSV ye karşı se-rolojik cevap yönünden. spesifik Ig M ve 1g G an-tikoı-laı-ı indirekt Immünolloresans Antikor(1FA) tekniği ile tıı-aştırıldı. RSV-1g M ve RSV-1g G antikorları kan örneklerinde sırasıyla % 44.44 ve % 56.34 olarak saptandı.
Respiratory Syncytial Virus(RSV) is a fi-equent cause of respiratory tract infections in children. In this study. the serological response ta respiratory Syncytial Virus in 126 pediatric patients with lower respiratory infection was investigated hy 1ndirect immunolltıorescence Antibody(IFA) technique for spesific Ig M and 1g G. RSV- Ig M and RSV- 1g G antihodies vere detected in 44.44% and 56.34% of the hlood samples, respectively.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 127 Doguştan Kalça Çıkığı Vakasının İncelenmesiAbdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi Özeti127 Doguştan Kalça Çıkığı Vakasının İncelenmesi
Investıgatıon Of 127 Condıtıonal Hıp Dısplacement Case
Selçuk Üniversitesi Tip Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde 12 Mart 1983 -11 Kasım 1984 tarihleri arasında 127 DINÇ vakası tespit edildi. Vakaların 23 ü (%18) erkek, 104 ü (%82) kız idi. 24 vakada (%18) sağ kalça, 28 vakada (%23) sol kalça ve 75 vakada (%59) bilateral kalça çıkığı mevcuttu. 57 yaka (%45) ailenin birinci çocuğu idi ve %62.3 vakanın ilk teşhislerinin 0 yaş grubu içinde yapılmış olduğu tespit edildi. Vakaların %97 sinde 1- 18 ay arasında değişen sürelerde kundak uygulandığı anlaşılmıştır. 51 vakada konservatif tedavi (%40), 31 vakada (%26) iliak osteotomi uygulanmış, 18 vakanın (%15) çeşitli sebeplerden tedavisi ertelenmiş ve 27 yaka (% 19) tedaviyi kabul etmemiştir.
The Analysis Of 127 Patients With Congenital Dislocation Of The Hip 127 cases with congenital dislocation of the hip were determined at tlıe Department of Orthopedic Surgery of the Medical School of Selçuk University, between March 12, 1983 and November 11, 1984. 23 (18 per cent) were boys, 104 (82 per cent) were girl.s of the patients. The dislo-cation of the hip was on the right hip in 24 cases (18 per cent), on the left hip in 28 cases (23 per cent), and on the bilateral hip in 75 cases (59 per cent). 57 per cent of the cases were firt child of the family. The diag-nosis of congenital dislocation of the hip was made in 0 age period in 62.3 per cent of the cases. it has been determined that swadling clothes has been applicated in 97 per cent of the cases between one to eighteen months. 40 per cent of the cases were treated concervatively 26 per cent of the cases were treated by surgery (iliac osteotomy), in 15 per cent of the cases the treatment was delayed. and no treatment was performed in 19 per cent of the cases.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif AnaliziHarun Peru, Cüneyt Karagöl, Ahmet Midhat Elmacı, Fatih Kara
Araştırma makalesi ÖzetiNefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif Analizi
The RetrospectIve AnalysIs Of 141 ChIldren PatIents WIth NephrotIc Syndrome
Amaç: Bu çalışmada retrospektif olarak nefrotik sendromlu (NS) olgularımızın yaş, cinsiyet, etyolojik dağılım, steroide yanıt ve prognoz yönünden bulguları, ülkemiz verileri ve literatür bulguları ile karşılaştırıldı. Gereç ve yöntem: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Kliniği’nde Ocak 2000 - Aralık 2006 tarihleri arasında izlenen 141 NS’lu olgu değerlendirildi. Etyolojilerine göre primer ve sekonder NS olarak sınışandırılarak, olguların klinik ve laboratuvar bulguları incelendi. Bulgular: Olguların 83’ü (%59) erkek, 58’i (%41) kız (erkek/kız oranı 1.44) olup yaş ortancası 9 yıl (0.3-18.5) idi. Olguların 115’inde (%81.5) primer, 26’sında (%18.5) sekonder NS saptandı. Primer NS olgularının 67’si erkek, 48’i kız olup yaş ortancası 8 yıl (0.3-18) iken; sekonder NS olgularının 16’sı erkek, 10’u kız ve yaş ortancası 14 yıl (7.5-18.5) idi. Primer NS’lu olguların %.76.5’i steroide yanıtlı, %22.6’sı steroide dirençli idi. Oniki olguda steroide bağımlılık saptandı. Steroide yanıtlı primer NS olgularımızda %64.8 oranında relaps geliştiği tespit edildi. Olguların %3.4’ünde sık relaps, %61.3’ünde seyrek relaps gözlendi. Primer NS’lu 31 olguda en sık histopatolojik tanı mezangioproliferatif glomerulonefrit (%45), sekonder NS’lu 26 olguda ise Henoch-Schonlein purpurası nefriti (%53.8) idi. Sonuç olarak, primer NS sıklığının ve steroide yanıt oranlarının literatürdeki verilerle benzer olduğu görüldü. Sık relaps oranımız ise diğer çalışmalara göre daha düşük saptandı. Sonuç: Çocukluk çağındaki NS olgularına ait bölgesel, ulusal ya da ırksal farklılıkların altında yatan sebeblerin ortaya konulması için büyük hasta gruplarını kapsayan çok merkezli ve kontrollü çalışmaların yapılmasının faydalı olduğunu düşünmekteyiz.
Aim: In this retrospective study, our patients with nephrotic syndrome (NS) were evaluated according to age, sex, etiology, response to steroid, prognosis, and compared with national data and the literature. Material and method: 141 children with nephrotic syndrome (NS) who admitted to the Department of Pediatric Nephrology of Selcuk University between January 2000 and December 2006 were assessed. Patients were classified into two groups according to etiology as primary and secondary NS. Results: 59% of the patients were male and 41% of them were female. Male/female ratio was 1.44, and median age was 9 (0.3-18.5) years. It is observed that 81.5% of the cases had primary and 18.5% had secondary NS. 67 of the patients with primary NS were male and 48 of them were female. Median age was 8 (0.3-18) years. 16 of the patients with secondary NS were male and 10 of them were female. Median age was 14 (7.5-18.5) years. Of patients with primary NS, 76.5% had steroid-responsive, and 22.6% steroide resistant. %64.8 of the patients with steroid responsive NS developed one and more relapses. Percentage of rare and frequent relapses were 3.4% and 61.3%, respectively. Our results showed that mesangioproliferative glomerulonephritis (MesPGN) was the most common histopathologic diagnosis, 15 (45%) of the 31 biopsied patients with primary NS were found to have MesPGN. Henoch Schonlein purpura nephritis was diagnosed in 14 (53.8%) patients and it was the most common cause of secondary NS. As a result, NS frequency and response to rate of steroid therapy are similar to present literature finding. However, frequent relaps ratio was lower than the others studies. Conclusion: We think that further research including more patients population and multiple center and control studies to investigate NS events to reveal causes of concerning with regional, national or race differences at the childhood period is warranted.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Testiküler Kadmiyum İntoksitesinin Fizyopatolojisinde Serbest Radikallerin YeriAhmet Serel, Hakan Gemalmaz, Alim Koşar, Namık Delibaş, Gülsen Aydın
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Testiküler Kadmiyum İntoksitesinin Fizyopatolojisinde Serbest Radikallerin Yeri
The Role Of Free RadIcals In The PathophysIology Of Acute TestIcular CadmIum IntoxIcatIon.
Yirmidört erkek Wistar rota 21 gün süre ile 1 mgiml kadmiyum klorid intraperitoneal olarak en-jekte edildi. Kontrol grubuna ise 20 erkek Wistar rat alındı. Kadmiyum verildikwn 21 gün sonra tüm ı-at-lar sakrifiye edildiler. Testikider antioksidan enzim aktiviteleri fsüperoksid dismutaz. glutatyon pe-roksidaz ve katalaz), kadmiyum düzeyleri ve ma-londialdehid düzeylerinin belirlenmesi amacı ile tüm ratların testisleri çıkarıldı (MDA). Ayrıca testisler histopatolojik olarak değerlendirildi. Kadmiyum ve-rilen radarda testiküler antioksidan enzim ak-tiviteleri ve malondialdehid düzeyleri kontrol gru-buna göre anlamlı derecede yüksek olarak bulundu (p<0.05). Ayrıca kadmiyum verilen raflarda tes-tiküler hasan giısteren patolojik bulgular elde edil-di. Sonuçta kadmiyuma bağlı olarak ortaya çıkan testiküler hasarın fizyopatolojisinde peroksidatıf hasar ve lipoperoksidasyonun rol oynayabileceği kanaatine varıldı.
Twentv-four male Wistar stı-ain rats esere in-je•ted i mglml nf cadmiunı t.hloride lrrt-iaperitnırealiy for 21 clays and 20 male rats were considered as controls. At the end of 21 clays all nıts were sacrified tn determine antioxidant enzyme (su-peroxide dismutase, catalase and glutathion pe-roxidase) activities and malondialdehide levels of. testis (MDA). Testis cadmium levels wc're de-termined hy atomic absoıption spectrophotomeley, The histopathological changes in the testis WC1*(' also noted. In the cadmium-treated group. the an-tioxidant enzyme activities and the MDA levels were found to be increased when uompared with control group. There was a .vtatistically significant dıf-ference between two groups (p<0.05). All the cad-mium-treated rats showed pathological testicular al: terations. Our results suggested that peroxidative damage and lipoperoxidation might be ı-esponsible for the physiopathology of cadmium-induced tes-ticular damage.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Özofagus Atrezili Olgularla İlgili 20 Yıllık Deneyim (1991-2010)Aytekin Bilirim, Müslim Yurtçu, Engin Günel, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi ÖzetiÖzofagus Atrezili Olgularla İlgili 20 Yıllık Deneyim (1991-2010)
20 Years’ ExperIence On Esophageal AtresIa
Bu çalışmanın amacı, üçüncül bir çocuk cerrahisi merkezi olan kliniğimizde tedavi edilen özofagus atrezisinin 20 yıllık sürede karşılaşılan sorunlarını ve ortaya çıkan gelişmeleri değerlendirmektir. Çalışmada kliniğimizde son 20 yılda tedavisi yapılan özofagus atrezili 118 olgu geriye dönük olarak irdelendi. Olgular başvuru yıllarına göre Grup I (1991-1998) ve Grup II (1999-2010) olmak üzere iki ana gruba ayrıldı. Tüm hastalar prenatal öykü, doğum şekli ve zamanı, başvuru zamanı, tanı yöntemleri, ameliyata alınma zamanı, cerrahi teknikler, ek anomali, komplikasyonlar ve mortalite oranları açısından değerlendirildi. Olguların ortalama başvuru ağırlığı 1960±5.35 gram idi. Doğumların %75’i hastane ve %25’i evde gerçekleştirildi. Bebeklerin %85’i miyadında ve % 15’i erken doğum idi. Bebeklerin %55’inde prenatal polihidroamnioz hikayesi saptandı. Vakaların hastaneye gelme zamanları ortalama 5.9±1.42 gündü. Kliniğimize başvurduğunda olguların tamamına yakını ön tanılı idi. Ek anomali %39 oranında saptandı. Grup I’deki olgular acil, Grup II’deki olgular ise hasta stabilize edildikten sonra elektif şartlarda ameliyata alındı. Cerrahi teknik olarak olguların çoğuna primer onarım ve uc uca anastomoz yapıldı. En sık rastlanan ameliyat sırası komplikasyon plevranın iyatrojenik açılması idi. En sık rastlanan ameliyat sonrası erken dönem komplikasyonlar atelektazi ve pnömoni; geç dönem komplikasyon ise GÖR idi. Olguların ortalama %56’sı kaybedilirken, bu oran Grup 1 de %76, Grup 2 de %45 olarak tespit edildi. En sık ölüm nedeni solunum yetersizliği, pnömoni ve anastomoz kaçağı idi. Kliniğimizde geriye dönük olarak yapılan bu çalışma, çocuklarda en sık rastlanan anomalilerden biri olan özofagus atrezisinde; düzeltilmiş yoğun bakım koşulları ve artmış cerrahi deneyimin, preoperatif ve postoperatif komplikasyonları ve mortaliteyi gittikçe azalttığını ortaya koymaktadır.
The aim of the study was to evaluate the problems and progresses of esophageal atresia (EA) treated in our department for 20 years at a single tertiary center for pediatric surgery. The study used a retrospective chart review of infants diagnosed with EA between 1991 and 2010. Patients were divided into 2 groups as Group I (1991-1998) and Group II (1999-2010) according to the years of diagnosis. All patients were also assessed regarding the prenatal history, delivery method and time, time of admission, diagnostic procedures, time of surgery, surgical techniques, associated anomaly, complications, and mortality rates. Mean weight of the cases was 1960±5.35 gr when they were admitted, 75% of deliveries was performed in hospital and 25% was at home. 85% of the babies was in term and 15% was preterm. Prenatal polyhydramnios story was detected in 55% of babies. Mean admittion time of the cases was 5.9±1.42 days. Almost all the patients admitted to our department had prediagnosis. The associated anomaly rate was 39%. Patients in Group I were operated immediately, and the ones in Group II were operated in elective conditions after being stabilized. As surgical technique, primary repair and end-to-end anastomosis were carried out in most of the cases. Most common intraoperative complication was iatrogenic pleural opening. The most common early period postoperative complications were pneumonia and atelectesia; late complication was gastroesophageal reflux. Overall mortality was 56% and this rate was 76% for Group 1 and 45% for Group 2. Respiratory insufficiency, pneumonia, and anastomotic leakage were the most common causes of mortality. This retrospective study performed in our department showed that corrected intensive care conditions and the developments in surgical techniques decreased preoperative and postoperative complications and mortality rates in esophageal atresia, which was one of the most anomalies seen in newborns.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin KarşılaştırılmasıSema Tuncer, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan, Süleyman Uzun, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin Karşılaştırılması
ComprarIson Of Recovery CharacterIstIcs Of Desflurane And Isoflurane In PedIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada tonsillektomi ve/veya adenoidektomi geçiren çocuklarda desfluran ve isofluranın derlenme özellik leri karşılaştırıldı. Yaşları 4-12 olan 40 çocuk çalışmaya alındı ve anestezi indüksiyonundan 30 dk. önce 0.5 mg/kg midazolam oral uygulandı. Anestezi indüksiyonu için 2;2.5 mg/kg propofol ve 10 pg/kg alfentanil verildikten sonra hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı ve anestezi idamesi için % 1-1.5 isofluran (grup I) ve % 6-7 desfluran (grup II) uygulandı. Cerrahi başlamadan önce, hastalara postoperatif analjezi için 20 mg/kg parasetamol rektal uygulandı. Postoperatif bulantı-kusma insidansını azaltmak için 150 pg/kg deksametason verildi. Anestezik ajanlar operasyon bitiminde kesildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı saptandı. Ekstübasyon zamanı anestezik gazların kesiminden, ekstübasyona kadar geçen süre; derlenme zamanı anestezik gazların kesiminden Aldret skoru 8 oluncaya kadar geçen süre olarak tanımlandı. Ajitasyon üç puanlı skorlama ile değerlendirildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı desfluran grubunda isofluran grubuna göre anlamlı olarak kısa bulundu. Ajitasyon insidansı iki grupta benzerdi. Sonuç olarak, çocuklarda kısa süreli cerrahi girişimlerde desfluran, isoflurana göre daha hızlı derlenme sağlamaktadır.
The study compares the recovery charecteristics of desflurane and isoflurane in children undergoing tonsillectomy and/or adenoidectomy. Forty children 4-12 year of age were studied and thirty minutes prior to the induction of anesthesia, ali patients received 0.5 mg/kg midazolam orally. They were randomly assigned to receive 1-1.5 % isoflurane (group I) and 6-7 % desflurane (group II) for maintenance of anesthesia afterpatients given 2-2.5 mg/kg propofol and 10 pg/kg alfentanyl for anesthesia induction. Before surgery, patients received 20 mg/kg paracetamol rectally for postoperative analgesia. Dexamethasone 150 pg/kg was given to reduce the incidence of postoperative nausea and vomiting. Administration of anesthetic agents was terminated at the end surgery. At the end of operation extubation and recovery time determined. Extubation time was defined as the time from discontinuation of anesthetics to extubation. Recovery time was measured from the time the anesthetics were discontinued until the patients achieved a score of 8 on the Aldrete score. Agitation was evaluated by using the three-point score. Extubation and recovery time were significantly faster in the desflurane group than isoflurane group (p<0.05). İncidence of agitation was similar for both groups. As a result, desflurane provides a faster recovery than isoflurane in short-term surgery on children.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kliniğimizde Takip Edilen "immun Trombositopenik Purpura" Olgularının Retrospektif İncelemesiÜmran Çalışkan, Kaan Demirören, Saadet Demirören, Ahmet Özel
Araştırma makalesi ÖzetiKliniğimizde Takip Edilen "immun Trombositopenik Purpura" Olgularının Retrospektif İncelemesi
A Retrospectıve Follow-Up Study On The Patıents Wıth The Immune Thrombocytopenıc Purpura.
İmmun trombositopenik purpura (İTP), çocukluk çağının en sık görülen akkiz kanama bozukluğu olup prognozu iyi olan bir hastalıktır. Buna rağmen, organ kanamaları riski, altta yatabilecek başka bir hastalığın varlığı ve kronikleşme eğilimi nedeniyle önemini korumaktadır. Çalışmamızda son dört yılda İTP tanısıyla takip ettiğimiz 86 hastayı retrospektif olarak inceledik. Olguların 5 ve 13 yaşlarında pik yaptığı, intrakraniyal kanama hariç hemen her tip kanama şekli varlığı görüldü. Başvuru esnasındaki trombosit sayıları çoğunluğunda (%60.4) 20000/mm_in altındaydı. Tedavide ilk tercihimiz kortikosteroidler oldu. 73 hastaya (%84.8) yüksek doz metilprednizolon tedavisi başlandı. Bunlardan 41’i (%47.6) tam olarak düzeldi. Kortikosteroide trombosit sayısının çabuk yükselmesi şeklinde yanıt ise %79 oranında başarı gösterdi. Kronikleşme.oranı %41.8 olarak saptandı. Kronikleşen olguların yaşları en sık görülen yaşlarla paralellik gösteriyordu. Hiç bir hastada ölüm olmadı. İlaca cevapsız dört hastada splenektomi yapıldı. Bunların yalnızca birinde trombosit yüksekliği kalıcı oldu. İTP tanısı koyduğumuz olguların biri üç ay sonra sistemik lupus eritematozus, biri de üç yıl sonra Hodgkin lenfoma tanısı aldı. İTP kanama riski nedeniyle yakından takip edilmeli, beraberinde bir hastalığın varlığı ihtimali nedeniyle iyice tetkik edilmeli ve kronik veya iyileşme sonrasındaki bir süreçte malign veya otoimmun bir fenomenin eklenebilme riski nedeniyle tetikte olunmalıdır.
Idiopathic thrombocytopenic purpura (İTP) is the most common seen acquired bleeding disorder of childhood. İt has a benign course. Nevertheless, it has a great importance because of an organ bleeding risk and possibility of an existance of underlying serious disease and chronicity. İn our study we investigated retrospectively 86 patients diagnosed as İTP. Peak ages of the cases vvere 5 and 13 years. Except the intracranial bleeding, almost every type of bleeding vvere seen. We prefered corticosteroids for the first choice of treatment. 73 patients received high dose methylprednisolone for the treatment. 41 ofthem (47.6%) recovered totally. Immediate increase in the thrombocyte count after the corticosteroid therapy was observed in 79% of the patients. Chronicity rate was as high as 41.8% and the ages of this group vvere similar to that of the peek incidence ages. None of the patients died. Four patients, resistant to medical treatment went to splenectomy. Hovvever, the increase of thrombocyte count was permanent in only one case. One of the patients diagnosed as İTP was accepted as systemic lupus erythematosus three months later and one as Hodgkin lymphoma three years later. Patients with İTP should be monitered closely because of the bleeding risk and should be detected seriously because of an underlying disease risk and should be alert against the malignity or autoimmune disease at the chronic stage or after the remission phase.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Masum Üfürüm Ve Bunlarda Mitral Valv Prolapsusu Görülme SıklığıÜmran Çalışkan, Hacer Çalışkan, Şencan Özme, Ali Ertuğrul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Masum Üfürüm Ve Bunlarda Mitral Valv Prolapsusu Görülme Sıklığı
The Frequency Of Innocent Ufur And The Mıtral Valv Prolapsus In Chıldren
Bu çalışma sırasında okul çağındaki çocuklarda masum üfürüm insidansı, ile masum üfürümlü çocuklarda mitral valv prolapsusu (MVP) görülme sıklığı araştırılmıştır. Masum üfürüm insidansı %40,6 olarak bulunmuştur. Bu sonuç literatürde yayınlanan araştırmalar ile benzerlik göstermektedir. Masum üfürümlü çocuklarda MVP görülme insidansı %16 olarak bulunmuştur. Bu sonuçda, MVP'nun masum üfürümlü çocuklarda normal populasyondan daha fazla olmadığını göstermektedir.
The frequency of MVP in childer with innocent murmurs and inci-dence of innocent murmurs in schooling aged children have been inves-tigated during this study. The incidence of innocent murmur has been found to be 40.6 percent. This result is consistent with the other researches which have been pub-lished in the literature. The incidence of MVP in children with innocent murmurs is found to be 16 percent. This shows that MVP in children with innocent murmurs is not frequent than normal child population.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada AnesteziMehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu ÖzetiErcp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Rotavirus Enfeksiyonu Sonrası Sekonder BakteriyemiTuğba Güler, Soner Sertan Kara, Ali Fettah, Özde Nisa Türkkan
Olgu sunumu ÖzetiRotavirus Enfeksiyonu Sonrası Sekonder Bakteriyemi
Secondary BacteremIa After RotavIrus InfectIon
İshal çocuklarda önemli mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir. Rotavirüs
enfeksiyonları bebeklerde ve küçük çocuklarda görülen şiddetli gastroenteritlerin en başta
gelen nedenlerindendir. Rotavirüse bağlı nadiren sekonder bakteriyemi olguları bildirilmiştir.
Sekiz aylık erkek hasta rotavirüs gastroenteriti ve orta derecede dehidratasyon tanılarıyla
serviste izleme alınmıştır. İntravenöz hidrasyon ve oral probiyotik saşe ile şikayetleri gerileyen
hastanın yatışının 3. gününde ateşleri tekrar yükselmiş, genel durumu kötüleşmiş ve sepsis
tanısı konulmuştur. Yoğun Bakım Ünitesinde izleme alınan ve ampirik olarak seftriakson,
amikasin ve vankomisin başlanan hastanın kan kültüründe seftriakson ve amikasine duyarlı
Klebsiella oxytoca üremesi olmuştur. Vankomisin kesilmiş, diğer tedavileri toplam 14 gün
verilmiştir. Kliniği tamamen düzelen hasta taburcu edilmiştir. Rotavirüse sekonder bakteriyel
sepsis önemli bir klinik durumdur. Kırksekiz saatten uzun süren veya düşüp tekrar yükselen
ateş uyarıcı olmalıdır. Rotavirüs aşılamasının önemi, hastalığın komplikasyonlarında azalma
sağlayabileceğinden dolayı vurgulanmalıdır.
Diarrhea goes on to be an important reason of morbidity and mortality in childhood. Rotavirus
infections are among the most common casues of severe gastroenteritis in infants and small
children. Secondary bacteremia cases after rotavirus have been rarely reported. An eight
month of boy was hospitalized due to rotavirus gastroenteritis and moderate dehydration.
After his symptoms resolved with intrevenous hydration and probiotic sachet, fever and
deteriotation in general condition were realized on the third day and sepsis was diagnosed. He
was monitorized in Intensive Care Unit and started ceftriaxone, amikacine, and vancomycine
empirically. His blood culture grew Klebsiella oxytoca which was sensitive to ceftriaxone and
amikacine. Vancomycine was stopped and other antibiotics were given for totally 14 days.
He was discharged when recovered completely. Bacterial sepsis secondary to rotavirus is an
important clinical situation. Fever lasting more than 48 hours or fever rising after remission
should be alarming. The importance of rotavirus vaccination should be emphasized because
of its probable protective effects on disease complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Dokuz Yaşında Bir Anca İlişkili VaskülitAhmet Midhat Elmacı, Selver Özekinci, Ahmet Baran
Olgu sunumu ÖzetiDokuz Yaşında Bir Anca İlişkili Vaskülit
Anca AssocIated WIth VasculItIs In A 9-Year-Old
Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili küçük damar
vasküliti, böbrek tutulumunun en ciddi ve ortak bulgusu olan ve
hayatı tehdit eden bir hastalık grubudur. Mikroskopik polianjitis (MPA)
çocuklarda nadir görülen bir vaskülit olup, pauci-immun hızlı ilerleyen
glomerulonefrit ve pulmoner-renal sendrom ile karakterizedir.
Dokuz yaşında bir erkek çocuk döküntü, artralji ve idrar renginin
koyulaşması şikayeti ile kliniğe yatırıldı. İdrar analizinde proteinüri
ve hematüri mevcuttu. Hastanın laboratuvar incelemesinde anemi,
böbrek yetmezliği ve p-ANCA pozitifliği saptandı. Toraks BT’sinde
yaygın infiltrasyon mevcuttu. Böbrek biyopsisinde kresentik
glomerulonefrit vardı, immunfloresan inceleme negatifdi. Hastada
mevcut bulgularla MPA düşünüldü. Yüksek doz metil prednizolon,
yüksek doz siklofosfamid tedavisi verildi, böbrek fonksiyonlarında ve
akciğer bulgularında belirgin düzelme gözlendi.
Antineutrophil cytoplasmic autoantibody (ANCA) associated small vessel vasculitis constitutes a group of life-threatening diseases and renal involvement is its most severe and common manifestation. Microscopic polyangiitis (MPA) is a rare form of such vasculitis in children characterized by pulmonary-renal syndrome with pauci-immune rapidly progressive glomerulonephritis. A 9-yearold boy was admitted to our hospital because of rash, arthralgia and dark urine. Urine analyses showed hematuria and proteinuria. Blood examination revealed anemia, renal failure and positive p-ANCA. A chest CT revealed diffuse infitration. The renal biopsy demonstrated crescentic glomerulonephritis, immunofluorescent examination was negative. He was diagnosed MPA. High-dose methylprednisolone and high-dose cyclophosphamide therapy improved all of the lung infltrates and renal function.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi TedavısıAbdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi Özeti1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavısı
SurgIcal 7'reatment Of CongenItal DIslocatIon Of The HIp In ClIldrert Between The Ages One Year And SIx Months And Four Years
1.5-4 yaşları arasında Doğuştan Kalça Çıkığı olan ve cerrahi tedavi uygulanan 43 çocuğun 58 kalçasının tedavi sonuçları gözden geçirildi. 35'i kız 8'i erkek olan hastalarda çeşitli cerrahi işlemler uygulandı. Ortalama 22 ay takip edilen hastalar klinik olarak Mc Kay, radyolojik olarak Severin kriterlerine göre değerlendirildi. Radyolojik olarak 48 kalça (%83) çok iyi, 6 kalça (%10) iyi, 1 kalça %2) orta ve 3 kalça (%5) kötü olarak değerlendirildi. Tek taraflı 041 olan bir kalçada normal tarafta avasküler nekroz gelişti ve bir kalçada tekrar çıkık meydana geldi.
The results in 58 congenitally dislocated hips in 43 children who were between one and a half four years okl have been reviewed. There were 35 girls and 8 boys. Open reduciion (OR) was perfortned in one hip, Salter's innornintne osteolotny (S10) was perforrned in three hips, OR and SIO were perfortned in 43 hips, OR, SfO derotation varus and fernoral shortenin were performed 11 patients. Ali of the patients have been followed at least one yer (average nventy-two months). Using Severin classification of radiographic evalualion, 48 hips (83 per cent) vere telated as excellent, 6 hips (10 per cent) as good, one hip (2 per cent) as fair and three hips (5 per cent) as failure. Clinical avaluation was made using Mc Kay's criteria and 47 hips (81 per cera) were related as excellent. Seven hips (12 per sent) as good, three hips (5 per cent) as fair, one hip (2 per cent) as failure. Avascular necrosis developed in one mortn.al side, there was one redislocation
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Beta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz AktivitesiHasan Cece, Alpay Çakmak, Sema Yıldız, Ekrem Karakaş, Ömer Karakaş, İsmail Toru, Ahmet Koç
Araştırma makalesi ÖzetiBeta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz Aktivitesi
CarotId IntIma-MedIa ThIckness And Paraoxonase ActIvIty In BetathalassaemIa Major ChIldren.
Bu çalışmanın amacı Beta talesemi majorlu (BTM) çocuk hastalarda paroksanaz (PON 1) ve karotis intima media kalınlığının(KİMK) arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. 50 BTM hastası (7.2±5.3 yıl, 34 erkek ve 16 kız) ve 35 kontrol (7.9±2.1 yıl, 23 erkek ve 12 kız) çalışmaya alındı. Tüm olgularda serum PON1 ve KİMK ölçüldü. Ortalama KİMK BTM li hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı artmıştı (P
The aim of this study was to research the relationship between the difference in carotid intima media thickness and paraoxonase (PON1) in beta-thalassaemia major (BTM) children. We recruited fifty BTM patients (7.2±5.3 years, 34 boys and 16 girls) and 35 controls (7.9± 2.1 years, 23 boys and 12 girls) consecutively. In all subjects, serum PON1 activity and CIMT were measured. Mean CIMT was significantly increased in BTM patients relative to controls (P
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonuFunda Gök, Alper Kılıçaslan, Mehmet Sargın, Alper Yosunkaya
Olgu sunumu ÖzetiÇocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
AmlodIpIne And Valsartan+hydrochlorothIazIde ToxIcIty In ChIld
Kalsiyum kanal blokerinin yüksek doz alımı ciddi klinik sonuçlara
ve ölüme neden olabilir. 13 yaşındaki çocuk hasta intihar amaçlı
yüksek doz amlodipin ve valsartan+hidroklorotiazid alımına bağlı
gelişen belirgin hipotansiyon nedeniyle yoğun bakım ünitemize alındı.
Sıvı, kalsiyum glukonat, dopamin, dobutamin ayrıca glukoz ve insülin
ile başarılı olarak tedavi edilerek ileri komplikasyonların gelişmesi
önlenen hasta, yoğun bakım ünitemizden 8 gün sonra sağlıklı olarak
taburcu edildi.
Intake of high doses of calcium channel blocker can cause serious
clinical consequences and death. A child patient at 13 years old was
admitted to the intensive care unit because of significant hypotension
due to high-dose amlodipine and valsartan+hydrochlorothiazide
intake aiming commit suicide. The patient successfully treated with
fluid, calcium gluconate, dopamine, dobutamine in addition to insulin
and glucose was discharged from intensive care unit after eight days
healthy by preventing development of further complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kartagener SendromuSevil Arı Yuca, Köksal Yuca, Berfin Özgökçe, Cahide Yılmaz, Serhat Avcu
Olgu sunumu ÖzetiKartagener Sendromu
Kartagener’s Syndrome
Primer silier diskinezi otozomal resesif geçişli, silier yapı ve fonksiyonda anormalliklerle giden ve 20000 canlı doğumda bir görülen nadir bir hastalıktır. Kartagener sendromu primer siliyer diskinezi ve komplet situs inversus ile karekterizedir ve siliyer dissgenezilerin yarısını oluşturur. Burada, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan ve iyileşmeyen pnömoni nedeni ile başvuran 12 yaşındaki erkek hasta sunulmuştur.
Primary ciliary dyskinesia is an autosomal recessive, with abnormalities in ciliary structure and function in an outgoing and 20,000 live birth, is a rare disease. Kartagener’s syndrome is characterized by the combination of primary ciliary dyskinesia and situs inversus, and occurs in approximately half of patients with ciliary dyskinesia. It presented here a 12-year-old male patient had a history of recurrent respiratory tract infections and pneumonia.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Faktör 7 Eksikliği Saptanan Ve Daha Önce Vajinal Doğum
öyküsü Olan Miadında Bir Gebenin YönetimiOsman Balcı, Adeviye Elçi
Olgu sunumu ÖzetiFaktör 7 Eksikliği Saptanan Ve Daha Önce Vajinal Doğum
öyküsü Olan Miadında Bir Gebenin Yönetimi
Management Of A Term Pregnant Women Who Has DIagnosed WIth
factor 7 DefIcIency WhIch PrevIous Pregnancy Was ResultIng At
vagInal ChIldbIrth
Konjenital Faktör VII eksikliği otozomal ressesif geçiş gösteren,
toplumda ortalama 1/300.000 ile 1/500.000 arasındaki sıklıkta
karşılaşılan nadir bir koagülasyon bozukluğudur. Bütün konjenital
kanama bozukluklarının %0,5’ini oluşturmaktadır. Faktör 7 eksikliği,
konjenital faktör eksiklikleri içerisinde Faktör 8, faktör 9 ve Von
Willebrand Faktör eksikliklerinden sonra dördüncü sırada gelmektedir.
Erkek ve kadınlar eşit olarak etkilenmektedir. Hastaların önemli bir
kısmı ileri yaşlara kadar asemptomatik olup, genellikle tesadüfen
yapılan tetkiklerinde kanama parametrelerinden sadece PT’nin uzun
olup, APTT’nin normal olması nedeniyle araştrılarak tanı almışlardır.
Kanama profilaksisi ya da tedavisinde taze donmuş plazma (TDP)’nın
yanı sıra, protrombin kompleks konsantreleri (PCC), plazma derived
faktör 7 (pdF7) ve rekombinant aktive Faktör 7 (rF7a) konsantreleri
kullanılmaktadır. Bu olgu sunumunda, ilk gebeliği sorunsuz bir şekilde
vajinal doğumla sonuçlanan, fakat ikinci gebeliğinde tesadüfen faktör
7 eksikliği saptanan ve miada kadar problemsiz olarak gelen bir
gebenin sezaryen operasyonuna rekombinant aktive Faktör 7 (rF7a)
ile hazırlanması ve postoperatif yönetimi sunulmaktadır.
Congenital factor VII (FVII) deficiency is an uncommon bleeding
disorder with an estimated incidence of 1/300.000-1/500.000.
Congenital Factor VII deficiency is an otosomal recessively inherited
and 0.5% of all congenital coagulation disorders. Factor 7 deficiency
is the fourth of all congenital factor deficiencies in the Factor 8, Factor
9, and lack of the Von Willebrand Factor. It affects men and women
in the same proportions. Although there is no correlation between
FVII level and bleeding risk. An important part of the patients are
asymptomatic until advanced age, often by chance, is investigating
the bleeding parameters, only PT’s long, APTT is normal due to the
received diagnosis. Fresh frozen plasma (FFP), FVII, prothrombin
complex concentrates (PCC), plasma-derived factor VII (pdFVII);
recombinant activated factor VII (rFVIIa) are used for prophylaxis
or treatment of bleeding. In this case, a pregnant woman at term
which her first pregnancy was resulting in vaginal childbirth without
any problem, but factor 7 deficiency was detected in her second
pregnancy and there was also no problem to term is presented to
cesarean operation with recombinant activated factor FVII for the
preparation and post-operative management.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius SendromuSamet Özer, Serap Bilge, Resul Yılmaz, Vehbi Doğan, Selim Demir, Erkan Gökçe
Olgu sunumu ÖzetiNadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
A Rare Cause Of FacIal ParalysIs: MoebIus Syndrome
Moebius sendromu ilerleyici olmayan tam ya da parsiyel
konjenital fasiyal paralizi ile karakterize bir sendromdur. Genellikle
orofasiyal malformasyonlar, kas-iskelet sistemi defektleri, beyin
sapı displazisi ve diğer kraniyal sinir felçleri ile ilişkilidir. Moebius
sendromunun ortalama insidansı 2-20/milyondur. En sık görülme
şekli bilateral lateral rektus kası felci ve fasiyal güçsüzlüktür. Sıklıkla
5., 10., 11. ve 12. kraniyal sinirler de tutulur ve öksürük, yutma ve
çiğneme güçlüğü ve solunum yetersizliğine neden olabilir. Tam veya
parsiyel fasiyal paralizi Moebius sendromu tanısı için şarttır. Dört
aylık kız hasta doğumdan itibaren sağ gözünü tam kapatamama
ve içe bakış şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Hasta sağ gözünü
tam kapatamıyordu, dilde atrofi ve mikrognatisi vardı. İlk bakışta
her iki gözde içe bakıyordu. Dışa bakış kısıtlılığı, ayaklarda pes
ekinovarus deformitesi ve katlantılı kulağı vardı. Dismorfik özellikleri,
mikrognati ve dilde atrofi nedeni ile kraniyal manyetik rezonans
görüntüleme yapıldı. 3D FIESTA taramada bilateral fasiyal sinirler
görüntülenemedi. Bu vaka konjenital fasiyal güçsüzlükle başvuran
hastaların ayırıcı tanısında Moebius sendromunun mutlaka akılda
tutulmasını vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
Moebius syndrome is a rare, non-progressive congenital
syndrome presenting with complete or partial facial paralysis. It is
usually associated with orofacial malformations, musculoskeletal
defects, brainstem dysplasia, and other cranial nerve palsies. Mean
incidence is 2-20/million, although there is considerable regional
variation. The most common presentation is with bilateral lateral
rectus palsies and facial diplegia. Frequently, the 5th, 10th, 11th and
12th cranial nerves are involved and may cause cough, difficulty in
chewing and swallowing, and respiratory insufficiency. Complete or
partial facial nerve palsy is necessary for a diagnosis of Moebius
syndrome. A 4-month-old girl was brought to our clinic with complaints
of inability to close her right eye completely and internal deviation in
that eye, beginning from birth. She had micrognathia and an inability
to completely close the right eye. Both eyes were turned inwards
during primary gaze. She had limited lateral gaze, a pes equinovarus
deformity in her feet, and flap ears. Cranial magnetic resonance
imaging was performed because of the dysmorphic features and
revealed micrognathia and volume loss at the tongue. Bilateral facial
nerves could not be visualised by a 3D FIESTA scan, suggesting
bilateral facial nerve agenesis. This case is presented to highlight
Moebius syndrome in the differential diagnosis of cases presenting
with congenital facial weakness.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya'da Sosy0-Ekonomık Duzey Farklılığı Gösteren İlkokul Çocuklarında Diş Sağlığını Etkıleyen FaktorlerOrhan Demireli, Selma Çivi, Necla Mısıroğlu
Araştırma makalesi ÖzetiKonya'da Sosy0-Ekonomık Duzey Farklılığı Gösteren İlkokul Çocuklarında Diş Sağlığını Etkıleyen Faktorler
Factors EffectIng The Dental Ilealth Of PrImary School ChIldren OrIgInatIng From DIfferent SocIo-EconomIe Levels In Konya
Diş çürükleri en sık rastlanan sağlık sorunlarındandır. Özellikle çocukluk döneminde en sık görülen 10 hastalık arasındadır. Memeli hayvanların dişlerinin dökülüp beslenememeleri ölüm nedenlerinden biridir. insanlarda çürük dişlerin tedavisi mümkündür, Ayrıca protez kullanma şansları olmasına rağmen, hiç bir protezin kişinin kendi dişlerine üstün olmayışı ve getirdiği ekonomik yük nedeni ile diş sığlığınğla koruyucu önlemler daima tedaviden üstün olmuştur. Araştırmamada, Konya*da sosyo-ekonornik düzeyi farklı ola,: iki ilkokulda 8 ile 12 yaşlar arasında toplam 152 çocukta diş sağlığına etki etmesi mümkün olabilen faktörler incelendi ve bu çocukların diş muayeneleri yapıldı. Bu çalışmada yalnız 9 (%5,9) çocukta çürük dişe rastlanmamıştır. Kızlarda erkeklere göre daha az 'sayıda çürük diş tesbit edilmiştir. Diş çürükleri ile anne-babanın eğitim düzeyleri arasında önemli bir ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Kabuklu besinlerin dişlerle kırılınastyla clis çürükleri arasındaki ilişkinin önemli olduğu ortaya çıkmıştır (p<0.05). Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ilkokulda öğünler arasında iüketilen yiyeceklerin diş çürüklerini artırdığı tesbit edilmiştir (p<0.05). DAM." inele.ksi, iki ilkokuldan sosyo-ekonomik düzeyi düşük alanda 0.15 olarak saptandı. df indeksi, düşük sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda 5.59, diğer il-kokulda ise 5.0 olarak bulunmuştur. Sosyo-ekonoınik düzey farklılığı ile DıtIF ve df indeksleri arasında önemli bir fok bulunamaıntşur (P>0.05). Çürük prevalans hızı, düşük sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda %97.6, yüksek sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda ise %92.7 dir. Diş sağlığının korunması ve devamı için içme sularının florizasyonu, ilkokullarda diş sağlığı ile ilgli eğitim yapılması, kitle iletişim araçları ile halka eğitim verilmesi ve diş sağlığı sorunu belir-diğinde vakit kaybetmeden dis hekimine başvurınanm önemli olduğu belirlendi.
Carious tooth is one of the most prominent health prebletn. It is one of the ten diseases ıneet in the childhood period. Preventing form the disease 'is more casier and more economic ihan treating of them. This siu.dy had been compteted on 152 prirnary school Children of eight-twelve years old, Which were socially and economically different leıel. Various paraıneiers were detected by using khikare tesis. in the school which low socio-econoınical kvel index of DMF was 0.30, index rıJ q- was 5.59 and prevalance of carious tooih was 97.6 %. In the school was high socio-econoınicai level index of DMF was 0.15, index of df was 5.0 and prevalance of carious tooth was 92.7 %.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan PerikarditFatma Hilal Yılmaz, Derya Arslan, Osman Güvenç, Buket Uysal Aladağ, Hikmet Akbulut, İsa Yılmaz, Derya Çimen
Olgu sunumu ÖzetiKolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan Perikardit
Recurrent PerIcardItIs Can Be Controlled WIth ColchIcIne
Perikarditler sık görülen bir klinik tablodur. Tekrarlayan perikardit,
akut perikardit geçiren erişkinlerde % 15-30 oranında bildirilirken
çocuklarda nadirdir. Kardiyak tamponad ve konstriktif perikardit gibi
komplikasyonlar çok az görülür. Hastaların çoğu klinik olarak genel
durumu iyi bir şekilde karşımıza çıkarlar. Genellikle vakalar idiyopatik
kalmakla birlikte bazı olgular kronik inflamatuar hastalıklarla ve
kardiyak operasyonlarla ilişkilendirilmektedir.Tekrarlayan perikardit
olgularında romatolojik zemin saptanmasa da kolşisin kullanımına
iyi yanıtlar alınmıştır. Burada sekiz yaşındaki olguda kolşisin ile
kontrol altına alınan, nedeni saptanamamış tekrarlayan bir perikardit
vakasını paylaşmak istedik.
Pericarditis is a common clinical entities. The recurrence rate
of acute pericarditis is 15 % to 30 % inadulthood, whereas it is rare
in children with cases, most of which are case reports. There are
rare complications such as cardiac tamponade and constructive
pericarditis. The majority of patients will have a benign clinical
course. Generally, cases remain as idiopathic chronic inflammatory
diseases and, in some cases associated with cardiac operations.
Recurrent pericarditis in patients without rheumatic origin the use of
colchicine has been a good response. Here we wanted to share the
8-year-old recurren pericarditis patient was kept under control with
colchicine as a rare case of idiopatic with children.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pediatrik Onkoloji Hastalarında Dental YaklaşımEmre Korkut, Alparslan Esen, Fatma Demiray, Yağmur Şener
Derleme ÖzetiPediatrik Onkoloji Hastalarında Dental Yaklaşım
Dental Approach In The PedIatrIc Oncology PatIent
Çocukluk çağı kanserlerinin oranı son iki yıldır nispeten sabit
kalmış olmasına rağmen, erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki
gelişmeler sayesinde ölüm oranlarında ciddi düşüşler olmuştur.
Günümüzde yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen halen, kanser tanısı
alan çocukların %75’inden fazlası beş yıldan fazla yaşayamamaktadır.
Ağız ve diş sağlığı problemleri; kanser tedavisi öncesinde, sırasında
ve sonrasında çocuğun sağlığını ve yaşam kalitesini bozabilir. Bu
nedenle pediatrik diş hekimleri, bu hastaların ağız hijyeni ve diş
tedavi gereksinimlerinin sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.
Although it remains relatively stable childhood cancer rates
in the last two years, thanks to advances in early diagnosis and
treatment there has been a serious decline in the mortality rate.
Despite all these developments, it still experienced today that
children diagnosed with cancer 75% more than they can not survive
more than five years. Before cancer treatment, oral and dental health
problems may impair during and after the child’s health and quality of
life. Therefore, pediatric dentists, the provision of oral hygiene and
dental treatment needs of these patients have a very important place.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Bir Grup Çocukta Anksiyete Bozukluklarının Görülme SıklığıAyhan Bilgiç
Araştırma makalesi ÖzetiDikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Bir Grup Çocukta Anksiyete Bozukluklarının Görülme Sıklığı
The Frequency Of AnxIety DIsorders In A Group Of ChIldren WIth AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı konulan bir klinik örneklemde anksiyete bozuklukları eştanılarının görülme sıklığı ve bu eştanıların diğer klinik değişkenler ile ilişkisi incelenmiştir. DEHB tanısı yeni konulmuş olan 6 ile 18 yaş aralığındaki toplam 66 çocuk çalışmaya alındı. DEHB ve anksiyete bozuklukları tanılarının konulmasında ve DEHB alt tiplerinin belirlenmesinde Okul Çağı (6-18 Yaş) Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu- Türkçe Versiyonu kullanıldı. Mental retardasyonu bulunan olguların dışlanması için Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği –Geliştirilmiş Formu uygulandı. Kırk sekiz (%72.7) olgu DEHB bileşik tip, 10 (%15.2) olgu DEHB dikkat eksikliği önde giden tip, 8 olgu (%12.1) DEHB hiperaktivite-impulsivite önde giden tip tanısı aldı. DEHB’li çocukların yirmi altısında (%39.4) en az bir anksiyete bozukluğu eştanısı bulunmaktaydı. Olguların %21.2 (n=14)’sinde sosyal anksiyete bozukluğu, %16.7 (n:11)’sinde ayrılık anksiyetesi bozukluğu, %9.1 (n:6)’inde obsesif kompulsif bozukluk, %4.5 (n:3)’inde yaygın anksiyete bozukluğu, %4.5 (n:3)’inde panik bozukluğu bulunmaktaydı. Obsesif kompulsif bozukluk görülme sıklığı DEHB hiperaktivite-impulsivite önde giden tipte diğer alt tiplere göre anlamlı düzeyde daha fazla idi. DEHB olgularında anksiyete bozukluğu eştanıların varlığının klinik değerlendirme ve tedavi süreci üzerine olan etkileri tartışılmıştır.
Frequency of comorbid anxiety disorders and their relations to other clinical variables were examined in a clinical sample with diagnosis of attention deficit hyperactivity disorder (ADHD). The sample consisted of 66 newly diagnosed children with ADHD aged 6 to 18 years. Diagnosis of the ADHD and anxiety disorders and definition of ADHD subgroups were determined according to DSM IV criteria by using Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Aged Children Lifetime Version. Weschler Intelligence Scale for Children-Revised was applied to exclude the children with mental retardation. Forthy eight (72.7%) subjects were diagnosed with combined type ADHD, 10 (15.2%) were predominantly inattentive type and 8 (12.1%) were predominantly hyperactivity-impulsive type. Twenty six (39.4%) children with ADHD had at least one comorbid anxiety disorders. Social anxiety disorder was detected in 21.2 % (n:14), seperation anxiety disorder in 16.7 % (n:11), obsessive compulsive disorder in 9.1 % (n:6), generalized anxiety disorder in 4.5 % (n:3) and panic disorder in 4.5% (n:3) of the cases. The frequency of obsessive compulsive disorder was statistically higher in the hyperactive-impulsive subgroups of ADHD compared to others. The impact of comorbid diagnoses of anxiety disorders on clinical evaluation and treatment method in ADHD cases was discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hurler Sendromunda Anestezik YaklaşımAybars Tavlan, Hatice Köstekçi, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu ÖzetiHurler Sendromunda Anestezik Yaklaşım
AnaesthetIc Approach To Hurler Syndrome
Amaç: Hurler sendromu teşhisi konmuş 6 yaşındaki kız çocuğunda, umbilikal herni ve adenoid vejetasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişim sırasındaki anestezik yaklaşımı, literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Premedikasyon uygulanmadan operasyona alınan olguya EKG, noninvaziv arter basıncı, periferik oksijen satürasyonu (SpO2) monitorizasyonu uygulandı. Olgunun anatomik özellikleri nedeni ile endotrakeal entübasyonunun zor olabileceği düşünülerek trakeostomi ve zor entübasyon için gerekli hazırlıklar yapıldı. İndüksiyon öncesi maske ile 3L/dk %100 o2 inhale ettirilerek preoksijenasyon uygulandı. %100 oksijen ve artan konsantrasyonlarda sevofluran ile anestezi indüksiyonunu takiben 1µg/kg fentanil uygulandı. Nöromüsküler blok için 1.5 mg/kg (iv) süksinilkolin verildi. Macintosh 2 numaralı bleyt kullanılarak 18 mm çapında trakeal tüp üçüncü denemede trakeaya yerleştirildi. Anestezinin idamesi %50 O2-%50 N2O ve %2 sevofluran ile sağlandı. Olgu cerrahi sonunda komplikasyonsuz olarak ekstübe edildi. Sonuç: Hurler sendromlu olguların operasyon öncesinde dikkatli bir şekilde değerlendirilmeleri gerekir. Anestezi esnasında ve sonrasındakimonitorizasyon hayati önem taşır.
Aim: We aimed to evaluate the anesthetic approach to a 6 years old female child, clinically diagnosed as Hurler syndrome, undergoing umbilical hernia repair and adenoidectomy operation, under the light of literatüre data. Case Report: Premedication was omitted. The case monitorised with EKG, non invasive arterial pressure, peripheric oxygen saturation (SpO2) and taken under operation. It is assumed to be a difficult airway case bacause of anatomical features of Hurler Syndrome, tracheostomy and difficult airway algorithm prepared. Preoxygenation via face mask with 3L/min 100% O2 inhalation applied to the case before induction. Anesthesia induced with increasing sevoflurane concentrations in 100% oxygen and fentanyl 1µg/kg. Neuromuscular blockage was maintained with 1.5 mg/kg iv succinylcholine. 18 mm diameter endotracheal tube was placed into trachea by using Macintosh blade (No:2) at third attempt. Anesthesia was maintained with 2% sevofluran in 50% O2-50% N2O. The patient was extubated without any complication at the end of the surgery. Conclusion: In Hurler’s sydrome; patients should be evaluated carrefully prior to operation. It is vital to monitor the patient in peroperative and postoperative period.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Organofosfat Zehirlenmesine Bağlı Myokard İnfarktüsü Ve Solunum Yetmezliği Gelişen Genç Bir OlguNihal Bakırkalay Aydın, Zehra Küçüktepe
Olgu sunumu ÖzetiOrganofosfat Zehirlenmesine Bağlı Myokard İnfarktüsü Ve Solunum Yetmezliği Gelişen Genç Bir Olgu
Organophosphate IntoxIcatIon EmergIng Young A Case Of RespIratory
faIlure And MyocardIal InfarctIon
Organofosfat zehirlenmesi üzerine birçok araştırma bulunmakla
birlikte, organofosfat maruziyeti sonrasında akut myokard infarktüsü
ve solunum yetmezliği gelişen olgu ilk kez bildirilmektedir. 46
yaşında erkek hasta acil servise nefes darlığı, göğüs ağrısı ve bilinç
bulanıklığı şikayetleri ile getirildi. Alınan anamnezde yanlışlıkla tarım
ilacı (Dipterex SP 80 (%80 trichlorphon 0,0 dimethyl phosphonate)
uygulanan ağaçtan kiraz yedikten sonra bu şikayetlerinin olduğu
öğrenildi. Genel durumu kötü, takipneik, bilinci uykuya meyilliydi.
Hasta hemen entübe edildi ve mekanik ventilatöre bağlandı.
Elektrokardiyografisinde sinüs taşikardisi ve V1-4 ‘te patolojik Q ve
ST elevasyonu mevcuttu. Kan tahlilinde troponin yüksek bulundu. Bu
bulgularla hastada organofosfat zehirlenmesine bağlı kalp krizi ve
solunum yetmezliği düşünüldü. Pralidoksim, akut myokard infarktüsü
ve solunum yetmezliği tedavisi sonrasında hasta koroner anjiografi
olmak üzere taburcu edildi. Sonuç olarak organofosfat zehirlenmesine
bağlı gelişen akut myokard infarktüsü ve solunum yetmezliği gözardı
edilmemelidir.
In addition to the many research about organophosphate
poisoning, the fact of acute myocardial infarction and respiratory
failure that happen after organophosphate exposure is firstly
reported. A 46 years old patient was taken into emergency with the
plaint of dispne, chest pain and somnolence. By taking anamnesis,
it is understood that these plaints are occured after eating cherry of
which trees are disinfected with a pesticide (Dipterex SP 80 (%80
trichlorphon 0,0 dimethyl phosphonate). General situation was
miserable, tachypnea and his consciosness was somnolence. The
patient was immediately intubated and connected to the mechanical
ventilator. There was sinus tachycardia in his electrocardiography
and the elevation of pathologic Q and ST elevation in V1-4. Troponin
was high in his blood test. With these indications, it was supposed
that there was heart attack and respiratory failure depending on
organophosphate poisoning on the patient. After the treatment of
piralidoxime, acute myocardial infarction and respiratory failure, the
patient was discharged from hospital for being angiography. Finally,
acute myocardial infarction and respiratory failure which evolve out
of organophosphate poisoning shouldn’t be ignored.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi KitleMüslim Yurtçu, Hüseyin Tokgöz, Hatice Toy
Olgu sunumu ÖzetiSeyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
A Rare PresentatIon Of DysgermInoma: A GIant AbdomInal Mass
14 yaşında bir kız çocuğunda dev over tümörü nedeniyle karında kitleye neden olan nadir bir olguyu sunmaktayız. Fizik muayenede karında distansiyon ve sert kıvamda palpabl kitle saptandı. Abdominal ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)’de sol over kaynaklı, karnı tümüyle dolduran dev kitle tespit edildi. Tetkikleri tamamlanan hastanın elektif şartlarda laparatomisi yapılıp, overleri ve her iki tubası izlenerek sol over kaynaklı solid kıvamdaki kitleye ulaşıldı. Sol salpingoooferektomi yapılarak kitle total olarak çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik muayenesinde disgerminom tanısı konuldu. Hasta kemoterapi almak üzere Çocuk Hematoloji-Onkoloji Polikliniği’ne başvurmak üzere taburcu edildi. Disgerminom, adolesan döneminde karın içi dev kitle ile başvuran kızların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
We aimed to present a rare case with giant ovarian tumor which causes intraabdominal mass in a 14-year-old girl. On examination, there were abdominal distension and a palpable solid mass in abdomen. On abdominal ultrasonography (US) and computed tomography (CT) examination, a giant mass, which covers all intraabdominal cavity, was identified in the abdomen. Laparatomy was carried out in elective conditions after all tests had been performed. The mass originated from left ovary was excised totally via left salpingoooferectomy, following both ovaries and both tuba uterinas. The operative diagnosis of dysgerminoma was confirmed with histopathologic examination. Chemotherapy was scheduled by Hematology-Oncology Department. Dysgerminoma should be considered in the differential diagnosis of the girls who are admitted with the intraabdominal giant masses.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon AnomalisiLema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu ÖzetiTek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konjenital Bilateral Başparmak Aplazisinde Pollisizasyon TekniğiTunç Cevat Öğün, Abdullah Şarlak, Özlem Akkoyun Sert
Araştırma makalesi ÖzetiKonjenital Bilateral Başparmak Aplazisinde Pollisizasyon Tekniği
PollIcIzatIon TechnIque In BIlateral AplasIa Of The Thumb
Nadir görülen bilateral başparmak aplazili 3 yaşındaki erkek çocukta, başparmak fonksiyonlarını kazandırmak amacıyla, aynı elin orta parmağı alınarak başparmak yerine nakledildi. Dikkatli bir mikrocerrahi teknik ve iyi bir re habilitasyonla, 6 ay sonunda hastaya kavrama fonksiyonları ve estetik olarak normale yakın bir görünüm geri ka zandırılmış oldu.
Pollicization of the middle finger in a 3 year old boy with bilateral aplasia of the thumb, which is a rare condition, was performed with success. Application of a meticulous microsurgical technique and close follow-up with good rehabilitation regained the patient pinch and grasp functions together with an esthetically more reasonable hand.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Astımlı Çocuklarda Ck-Mb Ve Kardiak Troponin-I Seviyeleriİsmail Reisli, Hasibe Artaç, Sevgi Keleş, Melike Keser, Bülent Oran, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi ÖzetiAstımlı Çocuklarda Ck-Mb Ve Kardiak Troponin-I Seviyeleri
Serum Ck-Mb And CardIac TroponIn-I Levels In AsthmatIc ChIldren
Erişkinler ve çocuklarda serum myokardial kreatinin kinaz (CK-MB) seviyesinde artış saptandığında öncelikli olarak kardiyak iskemi veya kardiyak hasar akla gelmektedir. Ancak bu durumda ileri tetkikler her zaman myokard iskemisini desteklememektedir. Çalışmamızda, astım atağı sırasında yükselen CK-MB’nin önem ve kaynağını araştırmak amacıyla, 30 astımlı çocuk ve 20 sağlıklı kontrolün CK-MB ve kardiak troponin-I (cTn-I) düzeylerini değerlendirdik. Astım atağı ile başvuru sırasında CK-MB seviyeleri, kontrol grubundan ve aynı hastaların ataktan sonraki seviyelerinden daha yüksekti (p<0.05). CK-MB seviyeleri ile solunum sayısı arasında pozitif korelasyon ve başvuruda ölçülen oksijen satürasyonu arasında negatif korelasyon bulundu. CK-MB seviyelerinin yükselmesinde etkili faktörler olarak da solunum sayısının artışı ve oksijen satürasyonu düşüklüğü saptandı. Serum cTn-I, CK-MB yüksek bulunan bütün hastalarda normal bulundu. Sonuç olarak astım atağı ile başvuran çocuklarda solunum kaslarının zorlanmasına bağlı olarak CK-MB yüksekliği saptanabilir.
The elevations of serum creatine kinase myocardial bound (CK-MB) levels can be observed in children and suggest a myocardial injury. We determined serum CK-MB and cardiac troponin-I (cTn-I) levels in 30 asthmatic children to assess cardiac injury at admission for exacerbation and two weeks later. Twenty healthy age-matched children served as controls. The CK-MB levels in admission for asthmatic exacerbation were higher than control group and than the levels of the same patients after exacerbation (p<0.05). There was found to be a positive correlation between the CK-MB levels and respiratory rate and a negative correlation between the CK-MB levels and oxygen saturation measured at admission. The effective factors on CK-MB levels was found to be respiratory rate and oxygen saturation. However serum cTn-I levels were found to be normal in allpatients including those with CK-MB elevation. In conclusion, CK-MB elevation may ocur in children with acute astma attack related to the stress on respiratory muscles.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Malnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonlarıİbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Ümran Çalışkan, Sevim Karaarslan, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi ÖzetiMalnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonları
ThyroId FunctIons In ChIldren WIth ProteIn - Energy MalnutrItIon
Protein-enerji malnütrisyonlu çocukların vücutlarında tüm sistemlerde değişiklikler olmaktadır. Bu arada endokrin sistemde değişiklikler olmaktadır. Endokrin sistemden hipofiz, sürrenaller, pankreas ve tiroid fonksiyonlarındaki değişikler ilgi çekicidir. Tiroid hormonlarından T3 ve T4 'de anlamlı azalmalar gözlenirken rT3 (non fonksiyonel T3) te de artmalar görülmektedir.Durum fonksiyonel bir hipotiroidiye benzemektedir. Anoreksia nervoza, deneysel uzun süreli açlıkta ve şişmanların zayıflamak için uyguladıkları açlık rejimlerinde tiroid metabolizmasındaki değişiklikler araştırılmıştır" .
In protein-energy malnutrition,some changes occur in all of the systems of body, however, in the endocrine system as well. The functional changes in the pituitary, pancreas, adrenal and thyroid glands are interesting. While the significant decreases in T3 and T4 hormones, rT3 (nonfunctional thyroid hormone) increases. This situation looks like a functional hypothyroidism.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik AdenohipofizitBayram Çınar, Tuncer Süzer, Erdal Coşkun, Kadir Tahta
Olgu sunumu ÖzetiTonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
LymphocytIc AdenohypophysItIs FollovvIng TonsIllItIs
Lenfositik hipofizit otoimmün kökenli olduğu düşünülen, sıklıkla hipopitüitarizm bulguları ile başlayan, ve hipofiz adenomu ile karışabilen nadir bir hastalıktır. Sıklıkla hamileliğin son dönemleri ile doğum sonrası erken dönemdeki kadınlarda görülür. 29 yaşında 2 çocuk annesi kadın hasta 2 ay önce kriptik tonsilit nedeni ile tedavi görmüş. Daha sonra baş ağrıları başlayan hastanın son zamanlarda görmesinde azalma olmuş. Muayene ve radyolojik inceleme sonrası hipofiz adenomu öntanısı ile öpere edilen hastanın patoloji sonucu lenfositik adenohipofizit olarak rapor edildi. Postoperatif dönem sorunları olmayan hasta taburcu edildi. Adenomlarla karışabilen hastalığın ayırıcı tanısı tedavi planlaması açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda hastanın hikayesi, yaş ve cinsiyeti, hormon yetersizliği tablosunun ağırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme önemlidir. Kesin tanı histopatoloji yardımıyla koyulur. Otoimmün olduğu düşünülen hastalığın sıklıkla hamilelikle ilişkisi olduğu gibi, hamile olmayan kimselerde de yeni geçirilmiş bir enfeksiyonu takiben başlayabileceği ya da bulgu verebileceği akılda tutulmalıdır.
Lymphocytic adenohypophysitis is a rare disease associated with late pregnancy and early postpartum. Autoimmune mechanism is blamed as cause. İt is frequent in females, and may be misdiagnosed as pituitary adenoma. 29 years-old -female with 2 children presented with headache follovving cryptic tonsillitis. Recently she had problems vvith her Vision. Clinical and radiological work up including magnetic rezonance imaging revealed a mass in the sellar and suprasellar region. She undervvent surgical decompression follovving functional hormona! studies. Histopathologic evaluation of the specimen was reported as lymphocytic hypophysitis. Differential diagnosis of lymphocytic hypophysitis from that of adenoma is important in planning surgery. Relation to the pregnancy, a severe hypopituitarism, edematous anterior and posterior pituitary lobe are in favour of lymphocytic hypophysitis. But certain diagnosis is made via histopathologic diagnosis. İt is thought to be autoimmune in origin especially in pregnant or recently delivered vvomen. But in nonpregnant persons it may start or be aggravated after an infection as it is in our patient.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak TüberkülozuVeli Avci, Mehmet Melek, Salim Bilici, Perihan Tunçdemir, Deniz Yılmaz
Olgu sunumu ÖzetiSüt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
A Rarecause Of IntestInal ObstructIonIn Infancy: PrImary IntestInal
tuberculosIs
Tüberküloz, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak
üzere halen tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu
çalışmada primer bağırsak tüberkülozu tanısı alan 14 aylık kız olgu
rapor edildi. İki aydan beri devam eden emmeme, ateş, karın şişliği,
kusma ve zayıflama yakınmaları ile kliniğimize başvuran hastaya
akut batın tablosu nedeni ile acil cerrahi uygulandı. Cerrahi girişim
sırasında makroskopik olarak tüm bağırsaklarda peynir görünümünde
lezyonlar dikkati çekti.Histopatolojik değerlendirmede bağırsak
tüberkülozu saptandı. Erken dönemde teşhisi konulamadığı için
tüberküloz tedavisini alamayan hasta kaybedildi. Çalışmada hastanın
klinik bulguları, teşhis ve tedavisi ile ilgili ayrıntılar rapor edilerek bu
ender duruma dikkat çekilmesi hedeflendi.
Tuberculosis is still an important public health problem in the
World, especially, in undeveloped and developing countries. In this
study, the primary diagnosis of intestinal tuberculosis was reported
from a 14 months old female patient. The patient applied to our
clinic with complaints of refusing breastfeeding, fever, abdominal
distention, vomiting and loss of weight, then, the patient was taken
to emergency operation due to the acute abdomen. In the operation,
cheese-shaped lesions on whole intestines were macroscopically
observed. Its histopathological examination revealed intestinal
tuberculosis. Tuberculosis treatment for patient who were not
diagnosed in the early stage was lost. In this study, details related
with clinical findings, diagnosis and curation were reported with the
aim of making an awareness on this rare case.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisiİbrahim Erkul, Mehmet Gödeneli, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiLateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
Early Ethıologıcal Dıagnosıs Of Bacterıal Menıngıtes Wıth The Latex Aglutınatıon Test
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Kliniğine menenjit nedeniyle yatırılan 44 hastaya etiolojik teşhis için Wellcogen lateks aglütinasyon testi uygulanarak sonuçların beyin - omirilik sıvısı kültür sonuçlarıyla karşılaştırılması yapılmıştır. Lateks aglütinasyon ve kültür birlikte kullanıldığında tek başına kültür kullanılmasına oranla daha yüksek oranda sonuç vermiştir. Ancak lateks aglütinasyon ile kültür sonuçları karşılaştırıldığında literatürde de olduğu gibi arada istatistiki bir fark bulunamamıştır. Kullandığımız kitler arasında B grubu N. meningitidis kitinin bulunmamasının bu sonuçtan sorumlu olduğu ve ülkemiz gibi antibiotiklerin gelişigüzel kullanıldığı yerlerde lateks aglütinasyon testinin kültüre oranla daha anlamlı sonuç vereceği düşünülmüştür.
The Wellcogen latex agglutination test was applied to 44 patients who were hospitalized in the Department of Pediatric Health and Diseases for meningitis, and the results were compared with the cerebrospinal fluid culture results. When latex agglutination and culture were used together, it gave a higher rate than culture alone. However, when the culture results were compared with latex agglutination, no statistical difference was found between the results, as in the literature. It was thought that the absence of group B N. meningitidis kit among the kits we used was responsible for this result and latex agglutination test would yield more significant results than culture in places where antibiotics were used indiscriminately, such as in our country.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Gebelikte Uterin Myoma TedavisiFiliz Avşar, Serhasan Bozoklu
Araştırma makalesi ÖzetiGebelikte Uterin Myoma Tedavisi
GebelIkte UterIn Myoma TedavIsI
Gebelik ve myom vakası sıklığı, doğum yaşının ileri kayması ile giderek artmaktadır. Tedavide genel yaklaşımın konservatif tipte olması, cerrahi (myomektomi) yaklaşımdan mümkün olduğu kadar kaç nılması tavsiye edilmektedir.
The incidence of myoma uteri coexisting with pregnancy has increased with shifting of the child-hearing years ta the older ages. it has heen recommended tn treat these casus conservatively and ta avoid surgical approach (myo-mectomy) if possible
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Melkersson Rosenthal Sendromu: Fasiyal Ödemli OlguYavuz Atar
Olgu sunumu ÖzetiMelkersson Rosenthal Sendromu: Fasiyal Ödemli Olgu
Melkersson Rosenthal Syndrome: Case WIth FacIal Edema
Melkersson Rosenthal Sendromu (MRS) seyrek görülen, etyolojisi bilinmeyen ve hastalık sınıflandırması net olmayan bir sendromdur. (1) MRS tek taraflı veya iki taraflı tekrarlayan periferik fasiyal paralizi atakları, orofasiyal ödem, dilde fissürler (lingua plicata) ile karakterize bir tablodur. Bu sendromda histolojik olarak multinükleer dev hücreler, artmış inflamatuar hücreler ile birlikte dilate lenfatik kanallar gözlenir. (2) Çocukluk çağında nadir görülen bu sendrom hayatın 2. ve 3. dekadında daha sık görülür. Klasik triadın görülmesi nadirdir ve genellikle monosemptomatik veya oligo semptomatik tutulum izlenir. Bulgulardan bir veya ikisi ile biyopside granülamatöz keilit varlığı tanı için yeterlidir. (1,2) Biz bu çalışmada tek başına fasiyal ödem bulgusu olan olguyu MRS yönünden incelemeyi amaçladık.
Melkersson Rosenthal syndrome (MRS) is a rare disorder of unknown etiology, undefined incidence, and inconsistent classification. (1) MRS unilateral or bilateral peripheral facial paralysis recurrent attacks, orofacial edema, fissure in the language (lingua plicata) is characterized by a table. This syndrome have been in the giant cells in histological as multinuclear, together with increased inflammatory cells and dilated lymphatic channels are observed. (2) This syndrome is rare in childhood 2 of life and 3 decad is seen more often. It is rare to see a classic triad and often monosymptomatic or oligo symptomatic involvement is monitored. It is rare to see a classic triad and often monosemptomatik or oligo symptomatic involvement is monitored. Results with one or two of the biopsy is enough to recognize the existence granulomatous chelitis. (1,2) In this study we aimed to invstigate case with alone facial edema in terms of MRS.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Nazal Flunıtrazepam Lie Rektal Mıdazolam Premedıkasyonunun Preoperatıf Sedasyon Ye Induksıyon Uzerıne Etkılerının Karılastırılması*Lütfi Yavuz, Sema Tuncer, Ateş Duman, Alper Yosunkaya, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Nazal Flunıtrazepam Lie Rektal Mıdazolam Premedıkasyonunun Preoperatıf Sedasyon Ye Induksıyon Uzerıne Etkılerının Karılastırılması*
ComparIson Of The Effects Of Nasal FlunItrazeparn And Rectal MIdazolam PremedIcatIons On The PreoperatIve SedatIon And InductIon In ChIldren.
1-12 yac arasr cocuklarda premedikasyon amacryla henzodiazepin gruhu ilaclardan flunitrazeparm nazal, miclazolamt da rektal kullarup, preoperatif anksiyete lizerine etkisini aravirchk. 1_ Gruha (NF) nazal 0.03 mg.kg-1 flunitrazepam, Gruha (RM) rektal 0_45 mg.kg-I midazolam operasyondan 30 dk once verildi. Premedikasyon ye induksiyon oncesinde Subjektif Sedasyon Anksiyete Sayrsal Skoriamasi (SSASS) yapriarak degerler kaydedildi, Isoflurane lie inhalasyon indiikslyonu siirecinde hemodinamik parametreler ye solunumsal problemler gozlenerek kaydediMi. NF gruhunda komplikasyonlar daha cok gozlendi (% 58.33), Premedikasyon oncesi SSASS skorlarr her iki grupta da qitken; NF gruhunda indiiksiyon oncesi sedasyon yerine anksiyetede arm, RII4 gruhunda ise sedasyon amp gozlendi. Her iki grupta da indiiksiyon siiresinde Kalp Atm flizz (KAH) arty sr olugu (p<0_05). NF gruhunda indiiksiyonun 1. dk da cok anlamh (p<0.001), 5. dk da anlamb (p<0_05) Sistolik Arter Basincr (SAB) artqf gozlendi_ RM gruhunda 1. dk da anlamb (p<0.05) Diastolik Arter Banner (DAB) amp oldu. Sonuc• olarak nazal flunitrazepanun c..ocuklarada uygun hir premedikasyon afam olamayacagrna, rektal midazolanun ise etkin ve giivenilir hir ajar oldugit kantstna vardtk.
We evaluated the effects of nasal administered flunitrazepam and rectal midazolam on preoperative anxiety in children of ages 1 to 12. 0.03 mg.kg-1 nasal fhtnitrazepam for group I (NF) and 0.45 mg.kg"/ rectal midazolam (RM) was given to group 30 min before the operation. The Subjective Numerical Anxiety - Sedation Scores (SNAS) were recorded before premedication and induction. Cardiovascular variables and respiratory complications were recorded during inhalational induction with isoflurane. Complications were more frequent in the NF group (% 58.33), although the SNAS scores were similar before premedication in both groups, before induction the anxiety scores in the NI,' group and the sedation scores in RM group were increased. A rise in heart rate (HR) was recorded in both of the groups (p<0.05), In the NF group a significant increase at the fifth minute (p<0.05) and a very significant increase during the first minute (p<0.001) occured in the systolic blood pressures (SBP), in the RM group a significant rise in diastolic blood pressure (DBP) was recorded during the first minute. As a result, we have concluded that while nasal)) administered flunitrazepam is not a favorable premedication agent. rectal midazolam is effective and safe in children for premedication.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Okul Öncesi Çocuk Sağlığının Geliştirilmesine Yönelik Bir Eğitim UygulamasıEmine Aydın Özgür, Galip Ekuklu
Araştırma makalesi ÖzetiOkul Öncesi Çocuk Sağlığının Geliştirilmesine Yönelik Bir Eğitim Uygulaması
A TraInIng ImplementatIon For Development Of Pre-School ChIldren’s Health
Amaç: Okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınması gündemi, beraberinde okul sağlığı çalışma kapsamının genişletilerek planlanması ve uygulanması ihtiyacını doğurmuştur. Okul öncesi eğitim grubunda yer alan çocuklar, sağlık riskleri bakımından hassas gruplar arasında olup aynı zamanda bu dönem gelişimsel özellikler nedeni ile eğitim ortamlarında çeşitli kazalara maruz kalabilmektedir. İlgili risklerin en aza indirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bu çalışma, okul öncesi öğretmenlerinin sağlık okuryazarlığını arttırmaya yönelik katkı sunmayı hedeflemektedir. Hastalar ve Yöntem: Alanın uzmanları ile belirlenen çerçevede okul öncesi çocuk sağlığına yönelik temel bilgiler ile acil durumların tespit edilmesi ve müdahalelerini içeren eğitim programı oluşturularak, 2016 yılında dört grup ve her grup için iki tam günde eğitimler tamamlanmıştır. Edirne Merkez İlçede görev yapan toplam 106 okul öncesi öğretmene uygulanmak üzere hazırlanan eğitim programına, 83 okul öncesi öğretmeni katılmıştır. Çalışmanın verileri araştırmacılar ve eğitim programında görev alan dokuz ayrı alan uzmanı tarafından oluşturulan akademik başarı testi ve kişisel bilgi formu aracılığı ile elde edilmiştir. Söz konusu veri araçlarını tam olarak dolduran ve öntest-sontest eşleştirmesi yapılabilen 59 katılımcının verileri çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: Araştırmada öğretmenlerin akademik başarılarının verilen eğitim sonunda arttığı (t(58)=17,27, p0,05) ve medeni durumları (t(58)=0,61, p>0,05) ile son test puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark olmadığı ortaya çıkmıştır. Sonuç: Okul öncesi öğretmenlerine verilen eğitim ile öğretmenlerin çocuk sağlığına yönelik bilgi düzeylerinin artığı belirlenmiştir. Katılımcıların sağlık okuryazarlığını da destekleyeceği düşünülen çalışma ile eğitim verdikleri çocukların, sağlıklarını da korumak, geliştirmek ve gerekli olduğunda müdahale etmek durumunda kalan öğretmenlerin, bu çerçevedeki süreçleri iyi yönetmelerine destek olunacağı düşünülmektedir. Bu alanda başarıya ulaşılabilmesi için uygulama kapsamının genişletilerek yaygınlaştırılması, güncellenerek sürekliliğin sağlanması gerekmektedir.
Aim: Taking pre-primary education into the scope of compulsory education, the agenda of the school has necessitated the planning and implementation of the school health by enlarging the scope of the study. Children in the pre-school education group are vulnerable to health risks and at the same time they may be exposed to various accidents in educational environments due to their developmental characteristics. This study aims to reduce the related risks and aims to contribute to increase the health literacy of preschool teachers. Patients and Methods: The trainings were completed on two full days by establishing the basic information about pre-school child health in the framework determined by the experts of the field and the training program including the determination of emergency situations and interventions. 83 pre-school teachers participated in the training program prepared for the implementation of a total of 106 pre-school teachers working in the Edirne Central District. The results of the study were obtained through the academic achievement test and personal information form, which was formed by the researchers and nine field specialists involved in the training program. The data of 59 participants who were able to complete the data tools in full and to perform pretest-posttest matching were included in the study. Results: In the study, it was found that the academic achievement of the teachers increased after the training (t(58)=17.27, p0.05) and marital status (t(58)=0.61, p>0.05) . Conclusion: With the training program applied to pre-school teachers, the level of health information about the children's health has been increased. This study, which is thought to support the participants' health literacy, is also expected to help the children who are educated to protect their health, to improve and to intervene when necessary, to better manage the processes in this frame. In order to achieve success in this area, the scope of the application should be enlarged and expanded, updated and maintained.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik BulgularHüseyin Tokgöz, Ümran Çalışkan
Derleme ÖzetiÇocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik Bulgular
HematologIc ManIfestatIons Of InfectIous DIseases In ChIldren
Çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının seyri esnasında, pek
çok patofizyolojik mekanizma ile hematopoez ve/veya koagülasyon
sistemi etkilenebilmektedir. Buna bağlı olarak hastalık esnasında
veya komplikasyon olarak bir takım hematolojik problemler ortaya
çıkabilmektedir. Çocuklarda mevcut enfeksiyonun tedavisi ile birlikte
hematolojik problemlere uygun yaklaşım gösterilmesi, mortalite
ve morbiditeyi azaltmada faydalıdır. Bu derlemede çocuklarda
enfeksiyon hastalıklarında görülen hematolojik bulgular ayrıntılı
olarak değerlendirilmiştir.
In the course of infectious diseases in children, hematopoiesis
and coagulation systems may be effected as a result of several
pathological mechanisms. Some hematological problems may occur
especially in infection term or in post infection term as a complication.
Selection of an appropriate approach to hematological problems as
well as infection treatment may be useful to reduce mortality and
morbidity related to infectious diseases in children. In this review,
hematologic manifestations of infectious diseases in children were
evaluated in detail.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu SunumuÜmran Çalışkan, Kaan Demirören, Hasan Acar, Saadet Demirören
Olgu sunumu ÖzetiÇocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Two Types Of ChronIc MyeloId LeukemIa In ChIldhood, Two Cases Report.
Kronik myelositer lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin %2-5’ini oluşturur. Adult tip ve juvenil tip şeklinde iki formu vardır. Juvenil tipi (J-KML) çocukluk çağı tüm myelodisplastik sendrom vakalarının %18’ini oluşturmaktadır. Adult tip ise (A-KML) çocukluk çağında juvenil tipten iki kat daha fazla görülür. Lökositoz, splenomegali, lenfadenopati, periferik yaymada kemik iliği elemanlarının görülmesi ortak bulgulardır. Ciltte döküntü, monositoz, fetal hemoglobinin %10’dan fazla oluşu ve Philadelphia (Ph) kromozomunun olmayışı J-KML için tipik bulgular olup, kemik iliğinde megakaryosit ve eozinofilik serinin artmış olması, lökosit sayısının 100000/ mm 3 den fazla oluşu ve Ph kromozomu varlığı A-KML için karakteristik bulgulardır. Çocukluk çağında kronik lösemilerin nadir görülmesi dolayısıyla, bahsedilen bulgulara sahip, biri üç yaşında olup juvenil tip, diğeri dört yaşında olup adult tip KML tanısı alan iki vakayı literatür bilgilerini gözden geçirerek sunmayı düşündük.
Chronlc myeloid leukemia accounts for 2-5% of cases of childhood leukemia. There are two types: adult type (A-CML) and juvenile type (J-CML). Juvenile type accounts for 18% of cases of the childhood myelodysplastic syndrome. Adult type is seen in the childhood period two fold of juvenile type. Leucocytosis, splenomegaly, lymphadenopathy, bone marrow elements in the periferic smear are the common findings. Skin rash, monocytosis, fetal hemoglobin above 10% and absence of Philadelphia (Ph) chromosome are the typical findings of J-CML and increase in the number of the megakaryocytic and eosinofilic series in the bone marrow, leucocytosis above 100.000/mm 3 and existence of Ph chromosome are the typical findings of A-CML. Since the chronic leukemia cases are rarely seen in the childhood period, we aimed to present two cases having mentioned symptoms, one of which is a 3 years old boy diagnosed as J-CML, the other is 4 years old boy diagnosed as A-CML.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 2550 Crıner Sistem Taş Vakasının AnalıziMehmet Kılınç, Mehmet Özer
Araştırma makalesi Özeti2550 Crıner Sistem Taş Vakasının Analızi
Analysıs Of The 2550 Crıner System Stone Case
Dicle Üniversitesi Tip Fakültesi Üroloji Kliniğine son 12 yıllık bir süre zarfında başvuran (1970 - 1983) 2550 taştı hasta incelenmiştir. Taşların lokalizasyon, cins, yaş ve bölgeye göre dağılımı sunulmuştur. Mesane taşı erkek cinsin hakim hastalığıdır, bölgemizde yaygın görülür (özellikle erken çocuklukta daha yaygındır).
2250 patients who vere diagnosecl calcilus stone disease admitted to the Urology Clinic of Medical Faculty of Dicle University, during a period of last 12 years (1970 - 1983), are presented. The patients with the stone disease are reported according to age, sex, localisation and region. Bladder stones are seen predoırıinanay in males, especially in, early childhood and common in our area.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Glikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)Hasan Ali Yüksekkaya, Mehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul
Olgu sunumu ÖzetiGlikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)
Glycogen S'torage DIsease Type Iv: A Case Report.
Glikojen depo hastalığı tip IV "branching enzim" aktivitesinin yetersizliği ile ortaya çıkan nadir görülen otozamal resesif kalıtımlı bir hastalıktır. Hastalık karaciğer ve diğer organlarda anormal glikojenin birikimi ile sonuçlanır. Çalışmada, karaciğer iğne biyopsisi ile tanı alan 5 aylık bir kız çocuğu sunuldu ve bu tip glikojen depo hastalığının süt çocukluğu döneminde siroz etkenleri arasındaki önemi vurgulandı.
Glycogen storage disease type IV (GSD-IV) is a rare autosomal recessive disease caused by a deficiency of glycogen branching enzyme (GBE) activity. This results in the accumulation of abnormal glycogen in the liver and ot her organs. İn this study, the case of a 5-month-old female patient proven GSD-IV with percutaneous needle biopsy is reported and the importance of this disease among the causes of cirhosis in infancy is stressed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya İl Merkezindeki İlkokul Çocuklarında Antropometrik Vücut Ölçümleri Aracılığıyla Büyüme Ve Gelişmenin DeğerlendirilmesiAhmet Salbacak, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Sabiha Serpil Kalkan, İsmihan İlknur Uysal, Taner Ziylan
Araştırma makalesi ÖzetiKonya İl Merkezindeki İlkokul Çocuklarında Antropometrik Vücut Ölçümleri Aracılığıyla Büyüme Ve Gelişmenin Değerlendirilmesi
The DetermInatIon Of The Growth And Development WIth AnthropometrIc Measurements In PrImary School ChIldren In Konya
Konya bölgesi ilkokul çağı çoçuklarında büyüme ve gelişmenin değerlendirilm esi amacıyla bazı antropom etrik vücut ölçüm leri gerçekleştirild i. Boy, ağırlık, baş ve yüz ölçüm leri, oturma yüksekliği, thorax, abdomen ve pelvis ile alt ve üst extrem ite ile ilg ili 356 adet öğrenciden elde edilen bulgularım ız yaş ve cinsiyete göre istastiksel olarak değerlendirildi. Bu ölçüm lerden elde edilen ortalam a değerler ülkem izin diğer illerinde yapılan benzer çalışm alarla ve ulus lararası sta n d a rtla rla ka rşıla ştırıla ra k, fa rk lık la r yorum landı. Ö ğrenci a ile le rin in sosyo ekonomik durumları da büyüme ve gelişmeye katkısı açısından değerlendirildi. Bulgularım ızın Konya bölgesi ilkokul çocuklarında büyüme ve gelişim takibinde referans bir çalışma olarak kul lanılabileceği ve ülke stantardı oluşturulm am ış param etreler için de yapılacak olan çalışm alara destek sağlayacağı düşünülmektedir.
Anthropometric measurements were perform ed to assess the physical growth and developmet of the prim ary school children. For this purpose; the body height and vveight, and head, thorax, ab domen, pelvis, upper and lover extrem ities related parts measurements of 356 prim ary school children were com plated and analysed statistically regarding sex and age. The results were also com pared with other studies from different part of the Turkey and possible factors vvhich might have contributed to the differences were discussed. We expect that our findings could be used a reference norm for grovvth and development in Konya and will be useful in the es- tablishm ent of the standart values of Turkish children body measurements.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi DüzeyleriMeltem Energin, Ekrem Ünal, Ülkühan Kaya, Tamer Baysal, Yavuz Köksal, İsmail Reisli
Araştırma makalesi ÖzetiBir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
The InformatIon Levels Of The Mothers About DIarrhe, Whose ChIldren Have Been AdmItled To An UnIversIty HospItal
Amaç: İshal, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuk hastalıklarının ve ölümlerinin önde gelen nedenlerindendir. İshal sonucu olan dehidratasyon önlenmez ise ölüm ile sonuçlanabilir. Çocukların ishalden korunmasında ve dehidratasyon başlamadan yeterli sıvı ve elektrolitin yerine konmasında annelere önemli görevler düşmektedir. Gereç ve yöntem: Annelerinin ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkındaki bilgi düzeylerinin araştırılması amacıyla hastanemize başvuran hastaların annelerine ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkında sorular içeren anket uygulandı. Anket sonuçları annelerin sosyoekonomik düzeylerine ve eğitim durumuna göre değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaşları 17 ile 50 yaş (ortanca, 32 yıl) arasında değişen 250 anne katıldı. Annelerden 77’si (%30,8) gelir düzeyi yüksek iken, 98’i (%39,2) orta gelir düzeyine ve 75’i (%30) düşük gelir düzeyine sahipti. Annelerin yaklaşık yarısı ilkokul mezunu idi. Araştırma kapsamındaki 190 anne (%76) ishali çocuklar için öldürücü bir hastalık olarak görürken, en sık tercih edilen korunma yöntemi hijyene dikkat etmek olduğunu, annelerin %26,8’i korunma hakkında bilgisi olmadığını belirtti. Annelerin çocukları ishal olduğunda en sık tercihleri; sulu gıdalar vermek (%55,6) ve doktora götürmekti (%24,4). Ankete katılan annelerin %93,6’ sı çocukları ishal olduğunda sıvı gıdaları arttıracağını, %88,4’ü ise anne sütünün kesmeyeceklerini belirtti. Oral rehidratasyon sıvısını annelerin %76,4’ü biliyordu ve bu bilgiyi sıklıkla sağlık kurumu (%42) ve yayın organlarından (%18,8) öğrendiği saptandı. Yedi annenin (%2,8) ishalden çocuğunu kaybettiği öğrenildi. Sonuç: Yirmi birinci yüzyılda halen ishalden çocuk ölümlerinin olması nedeni ile gerek birinci basamak sağlık hizmetlerinde ve gerekse medyada eğitime zaman ayrılmalı ve anneler ishal konusunda bilinçlendirilmelidir. Ailelerin oral rehidratasyon sıvısına kolay ulaşması sağlanmalıdır.
Aim: Diarrhea is one of the most common causes of mortality and morbidity in childhood, especially in developing countries. Dehydration related to diarrhea can be mortal if it could not be prevented. Mothers play important role in preventing children from diarrhea and replacing fluid and elect rolytes before the dehydration. Material and Method: Information levels of the mothers about diarrhea and oral rehydration solution were extracted from an questionnaire form. The results of the questionnaire were investigated according to socioeconomic, educational levels of the mothers. Results: In the study, 250 mothers’ answers (ages varied 17 to 50-years-old, median; 32-years-old) were evaluated. Seventy-seven (30.8%) of the mothers were from upper-socioeconomic-class 98(39.2%) were from middle-socioeconomic-class, and 75 (30%)were from lower-socioeconomic-class. Approximately, half of the mothers were graduated from primary school. 190 (76%) of mothers pointed out that diarrhea is a mortal disease and the most common protection practice is to be aware of hygiene, whereas 26.8% of the participants remarked that they did not have any idea for protection from diarrhea. The most common method that the mothers choose when their children had diarrhea was juicy drinks (55.6%), and application to medical center (24.4%). 93.6% of the mothers remarked that they should increased intake of juicy drinks and 88.4% remarked that they did not stop breast feedings when their children had diarrhea. Oral rehydration solution was known by 76.4% of the participants, and this knowledge had been achieved from a medical center (42%) and broadcast media (18.8%). Seven of the mothers (2.8%) had a history of child death related to diarrhea. Conclusion: Since diarrhea still remains one of the most common causes of mortality in childhood in the twenty-first century, the mothers must be instructed, and much time must be allowed in primary medical center and media for education about diarrhea. Unlabored achievement to oral rehidration solution must be provided for the parents.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Klinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının DeğerlendırılmesıAdil Kartal, Yüksel Tatkan, Osman Yılmaz, A. Erkan Ünal, Rahim Kucur, Ömer Karahan, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi ÖzetiKlinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının Değerlendırılmesı
The EmluatIon Of IlospItalIzed And Treated Burned PatIents And TheIr ComplIcatIons
1983-89 yılları arasında kliniğimizde yatarak tedavi gören 50 yanıklı hastanın 35'i çocuk, 15'i erişkindi. Çocukların 26'si ilk dekat içindeydi. 34'ü erken, 16'sı geç müracaat etmişti. Il. derece derin yanıkların III. dereceden ayrılmasında deri biyopsilerinden yararlanıldı. 22 hastada Il. derece, 57'nde M. derece, 7'sinde hem II. ve hem de III. derece yanık vardı. Vakaların 5'ine erken tanjansiyel eksizyon ve toplam olarak 27'sine cerrahi girişim uygulandı. Tapikal antiseptik ajan olarak cio101uk gümüş nitrat solüsyonu kullanıldı. 50 hastadan 3'ü kaybedildi. hastada tedavi gerektirecek psikiatrik bozukluklar gelişti. Hipertrofik skor ve kontraktür gelişimini engellemek için otel ve basınçlı uygulamalar yararlı oldu.
We hospitalized and ireated 50 patients with burn injuries between 1983 and 1989. Of diem, 35 were children and 15 were adult. Twenty six children were in first decade. Of 50 patients, 34 adrnitted to the hospital early and 16 lately. Skin byopsies were useful in differential diagnosis of second and therd degree burn. There were second degree burn in 22 patients, third degree in 5 and second and third degree in 7. We applied surgical intervention to 27 patients and 5 early tangential excision and pulverised 10 percent of silver nitrate in early cases. Of 50 patients, 3 died and 3 developed psychiatric disorders requiring treatment. in order to prevent hyperirophic burn scar and contracture we used splint and pressure garrnents.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun DeğerlendirilmesiMehmet Uyar, Yusuf Kenan Boyraz, Kübra Gençağa, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi ÖzetiBir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun Değerlendirilmesi
Assessment Of Job SatIsfactIon Of The Research AssIstant In A UnIversIty HospItal
Amaç: Kesitsel tipteki bu çalışma Meram Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimi alan araştırma görevlilerinin iş doyumunu ve iş doyumu ile ilişkili olabilecek faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır. Hastalar ve Yöntem: Demografik bilgiler ile Minnesota İş Doyum Ölçeği’nden oluşan 36 soruluk anket formu yüz yüze görüşme yöntemiyle 244(%80,2) asistan hekime uygulanmıştır. Bulgular: Katılımcıların %52,5’i erkek, %55,3’ü evliydi ve %29,1’inin en az bir çocuğu vardı. Yaş ortalaması 28,42±3,02 yıl idi. Aylık ortalama nöbet sayıları 6,35±4,10 idi. Araştırma görevlilerinin %9,8’i daha önce bir uzmanlık eğitimini yarıda bırakmıştı. Hekimlerin %60,6’sı aldıkları ücretten memnun değildi. Genel doyum puan ortalaması 3,24±0,53, içsel doyum puan ortalaması 3,40±0,56, dışsal doyum puan ortalaması 2,97±0,62 olarak bulundu. Temel bilimlerde çalışan hekimlerin dışsal iş doyum puan ortalamaları dahili ve cerrahi bilim dallarında çalışan hekimlere göre anlamlı bir şekilde daha yüksek bulundu. Hekimlerin %33,2’si çalışma koşullarından, %44,3’ü amirinin çalışanlara yönelik davranışından, %84,4’ü çalışma arkadaşlarından memnundu. Konya’daki tıp fakültelerinden mezun olanların genel doyum puanı ve dışsal doyum puanı Konya dışındaki fakültelerden mezun olanların genel doyum puanından ve dışsal doyum puanından anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Yoğun çalışma temposuna sahip hekimlerin, çalışma ortamı ve koşullarının iyileştirilmesi, kurum politikalarında söz sahibi olmalarının sağlanması, aldıkları ücretlerin iyileştirilmesi, sadece araştırma görevlisi hekimlerin iş doyumu düzeyini değil hastalara sunulan hizmetin kalitesini de artıracaktır
Aim: This cross-sectional study aims to determine job satisfaction of research assistants taking medical specialization education at Meram Medical School and factors that may be related to job satisfaction. Patients and Methods: A questionnaire consisting of Minnesota Job Satisfaction Scale and questions regarding demographic information is applied to 244 (80,2% ) physician assistants via face to face meeting. Results: 52.5% of participants were male, 55.3% of them were married and 29.1% had at least one child. Average of age was 28.42±3.02 years. Average number of night duties monthly was 6.53±4.10. 9.8% of research assistants had quitted a specialization education before. 60.6% of physicians were not content with their salaries. Overall satisfaction point average was 3.24±0.53, intrinsic satisfaction point average was 3.40±0.56, extrinsic satisfaction point average was found to be 2.97±0.62. Extrinsic satisfaction point averages of physicians working in basic sciences was found to be significantly higher than averages of physicians working in internal medicine and surgery branches. 33.2% of physicians were satisfied with working conditions, 44.3% with their chiefs’ behaviours towards employees, 84.4% with their colleagues. Overall satisfaction and extrinsic satisfaction points of participants who graduated from medical schools in Konya were meaningfully higher than points of those who graduated from medical schools outside Konya. Conclusions: Improving the working environments and conditions of physicians having busy schedule, enabling them to have a voice in institution policies, increasing the wages will not only increase the job satisfaction level of research assistant physicians, but also the quality of service provided to patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine EtkisiEmre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi ÖzetiGenel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Sigmoidorektal IntussusepsıyonYüksel Tatkan, Adil Kartal, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redük-siyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğu-muz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Sigmoidorektal IntussusepsıyonYüksel Tatkan, Adnan Kaynak, İrfan Tunç
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Sigmoidorektal Intussusepsıyon
Acut SIgmoIdorectal IntussuceptIon
Birisi strangüle ikisi etrangle olan üç kolorektal intüssüsepsiyon olgusu sunuldu. Olgulardan birine perineal sigmoidektomi+transvers kolostomi, diğerine operatuar redüksiyon+sigmoid kolostomi+anal serklaj, sonuncusuna redüksiyon abdominal sigmoidektomi+primer anastomoz uygulandı. Sunduğumuz iki yetişkin olgunun daha önce hiç bir şikayeti yoktu. Çocuk olan olgunun üç aylık prolapsus tarzında yakınmaları vardı. Yetişkin olgulardan birinde invagine kitlenin apeksinde büyükçe bir polip(villöz adenom) saptandı. Ender görülmesi ve acil cerrahi girişim gerektirmesi nedeniyle kolorektal invaginasyon olgularının takdimi uygun görüldü.
Theree cases with colorectal invagination were pre-sented. Both of them were incarcerated and one strangulated. Different surgical intervention cases applied ta each other. There was no complaint in both cases before intussuception except one and there was a villöz adenoma in the apex of invaginated mass in one case.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Primer Enürezis Nokturnalı Çocukların Babalarında Depresyon
indeksi: Buz Dağının İhmal Edilen KısmıYiğit Akın, Osman Köse, Hakan Gülmez, Çağla Serpil Doğan, Murat Uçar, Sacit Nuri Görgel, Yüksel Yılmaz, Ercan Yeni
Araştırma makalesi ÖzetiPrimer Enürezis Nokturnalı Çocukların Babalarında Depresyon
indeksi: Buz Dağının İhmal Edilen Kısmı
DepressIon Index In Fathers Of ChIldren WIth PrImary
nocturnal EnuresIs: The InvIsIble Part Of Iceberg
Bu çalışmanın amacı, monosemptomatik primer nokturnal enürezis’li
(pNE) çocukların babalarında depresyon düzeylerini değerlendirmektir.
Prospektif kaydedilen verilerin retrospektif incelemesini içeren çok merkezli
bu çalışma Nisan 2014 ile Ağustos 2016 tarihleri arasında aile hekimliği,
üroloji ve pediyatrik nefroloji polikliniklerinde gerçekleştirildi. pNE’li çocukların
babalarında tedavi öncesi ve sonrası depresyon ölçekleri değerlendirildi.
pNE’li çocuklara ilk önce alarm cihazı ile davranış terapisi uygulandı. Davranış
terapisine cevap vermeyen çocuklara desmopressin içeren oral ilaç veya
burun spreyi verildi. pNE’li çocukların babalarının hayat kalite skorları (QoL)
ve depresyon indekslerini belirlemek için Dünya Sağlık Örgütü QoL formları
ve Beck Depresyon envanteri (BDE) kullanıldı. Toplam 47 pNE’li çocuğun
[21 (%45) kız, 26 (%55) erkek] ebeveynleri kayıt altına alındı; tedavi öncesi
ve tedavinin 6. ayında değerlendirildi. Çocukların yaş ortalaması 7.4±2.5
yıldı. Alarm cihazları ile davranış tedavisi 29 çocukta (%61.7) başarılı oldu.
Ayrıca, 18 çocuğa (%38.3) oral/nazal desmopressin verildi. Tüm tedavilere
refrakter olan sadece 3 erkek vardı. Babaların yaş ortalaması 29.0±2.2 yıldı.
Babaların BDI puanları çocuk tedavisinden önce ve sonra sırasıyla 17.3±9.8 ve
15.7±9.2 idi (p<0.001). Sonuç olarak, pNE’li çocukların babalarında depresyon
skorları yüksekti. Tedavi yöntemleri ile pNE’li çocuk babalarında BDE skorları
geliştirebileceği sonucuna varıldı.
Aim of this study was to evaluate depression level of fathers whose children
have monosymptomatic primary nocturnal enuresis (pNE). Present study was
a retrospective view of prospective recorded data. The multicentre study was
conducted between April 2014 and August 2016, in family medicine, urology,
and paediatric nephrology outpatient clinics and fathers of children with pNE
were evaluated. We administered behavioural therapy with alarm device,
first. Children who did not respond behavioural therapy were given oral/nasal
desmopressin. World Health Organization quality of life (QoL) forms and Beck
Depression inventory (BDI) were used for determining QoL and depression
index of parents, respectively. A total of parents of 47 children including 21
(45%) girls and 26 (55%) boys with pNE were enrolled and evaluated before
and at 6th month of the treatment. The mean age of children was 7.4±2.5 years.
The behavioural therapy with alarm devices was successful in 29 children
(61.7%). Additionally, 18 children (38.3%) received oral/nasal desmopressin.
Only 3 boys were refractor to all treatments. Mean age of fathers was 29.0±2.2
years. Fathers’ BDI scores before and after children’s treatment were 17.3±9.8
and 15.7±9.2, respectively, (p<0.001). As a conclusion, anxiety scores were
high in fathers of children with pNE. Treatment modalities could develop BDI
scores in fathers who have children with pNE.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonuİhsan Çetin, Mahmut Tahir Nalbantçılar, Birsen Yılmaz, Kezban Tosun, Aydan Nazik
Araştırma makalesi Özetiİçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonu
CorrelatIon Of Trace Element Levels In DrInkIng Water WIth Body
composItIon Of ChIldren
Su ile alınan minerallerin iyon şeklinde görünmeleri ve sindirim
yolunda hemen emilmelerinden dolayı içme suyu, mineral alımında
önemli bir kaynak olmaktadır. Ancak içme suyundaki eser element
seviyelerinin, çocukların vücut kompozisyonları ile nasıl bir ilişki
içinde olduğu henüz kapsamlı bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bunun
üzerine bu çalışmada, içme suyundaki klinik olarak önemli eser
element seviyeleri ile Batman’daki çocukların vücut kompozisyonları
arasındaki ilişkiyi değerlendirme amaçlandı. Araştırmanın örneklemi,
Batman Bölge Devlet Hastanesi Diyet Polikliniği’ne başvuran
beden kütle indeksi (BKİ) ile persentil eğrilerine göre fazla kilolu,
obez ve normal kilolu olarak 20 kişilik gruplara ayrılan 13-18 yaş
aralığındaki (ortalama yaş 15.9±1.68) kız çocuklarından oluşturuldu.
İndüktif eşleşmiş plazma spektrometresi kullanarak, belediyenin
ve şahısların kuyularındaki sulardan alınan örneklerde lityum (Li),
nikel, kurşun (Pb), silisyum, kalay, stronsiyum (Sr), bor, alüminyum
(Al), baryum ve rubidyum seviyeleri ölçüldü. Vücut kompozisyonu
ölçümleri biyoelektrik empedans cihazı (Tanita BC 418) ile
gerçekleştirildi. İçme suyundaki lityum seviyeleri, bütün çocuklarda
BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde pozitif korelasyon
göstermiştir. Benzer şekilde, içme suyundaki kurşun seviyeleri
de çocuklarda BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Son olarak, içme suyundaki Al ve
Sr seviyeleri, çocuklardaki vücut ağırlığı, BKİ, yağ yüzdesi ve vücut
kompozisyonunun dahil olduğu birçok değişken ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Elde edilen bu bulgulara göre; suyun
içeriğinde bulunan Li, Pb, Al ve Sr seviyelerinin 13-18 yaşlarındaki
çocukların vücut kompozisyonları ile ilişkili olduğu önerilebilir.
Drinking water is a significant source in mineral intake due to
the fact that waterborne minerals are present in ionic form and are
instantly absorbed by the gastrointestinal tract. However, up until
now, no comprehensive research has been encountered about how
levels of trace elements in drinking water are related with body
compositions of the children. Thereupon, in this study, it was aimed
to assess the relationship between clinically important trace element
levels in public drinking water and body composition of the children
in Batman. The universe of the study consisted of female children,
at the age range of 13-18 (mean age 15.9±1.68), who were divided
into overweight, obese and normal weight groups of 20 participants,
according to body mass index (BMI) and percentile curves, and
who applied to Batman Regional State Hospital Diet Policlinic. The
levels of lithium (Li), nickel, lead (Pb), silicon, stannum, strontium
(Sr), boron, aluminium (Al), barium and rubidium were measured
in water samples obtained from municipality and individual wells
by employing inductively coupled plasma spectrometry. Body
composition measurements were performed by means of bioelectrical
impedance analysis (Tanita BC 418). Li levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and
fat percentage in all children. Similarly, Pb levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and fat
percentage in children. Finally, Al and Sr levels in drinking water
showed significantly positive correlations with body weight, BMI, fat
percentage and several variables of body composition in children.
According to the findings obtained, it may be suggested that there is
a relationship between Li, Pb, Al and Sr contents in drinking water
and body composition of children aged 13-18.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Boy Kısalığının Nadir Bir Nedeni Olarak Diafizyal AklaziDerya Arslan, Sevil Arı Yuca
Olgu sunumu ÖzetiBoy Kısalığının Nadir Bir Nedeni Olarak Diafizyal Aklazi
A Rare Cause Of Short Stature As A DIaphyseal AklazI
Kemiğin benign tümörleri malign tümörlerine göre daha sık
görülmektedir. Kemik tümörleri tüm tümörler içinde en küçük grubu
oluşturmaktadır. Bu nedenle tanı yaklaşımı açısından bilgi birikimi
ve deneyim gerekmektedir. Osteokondrom en sık görülen benign
kemik tümörüdür. Lezyon tek olabilir, nadiren birden fazla da
görülebilmektedir. Bu duruma osteokondromatozis veya diafizyal
aklazi denmektedir. Diafizyal aklazi (DA) nadir görülen bir herediter
kıkırdak farklılaşma bozukluğudur ve otozomal dominant olarak
kalıtılır. Özellikle pubertenin sonlanmasından sonra ortaya çıkan
yeni lezyonların kondrosarkom gelişimi açısından değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bu olgu bildiriminde, boy kısalığı şikayeti ile gelip DA
tanısı alan iki kardeş sunulmaktadır. Olgulardan biri 15 yaşında kız,
diğeri 14 yaşında erkek idi. Her ikisinin de ortak şikayeti boy kısalığı
ve kemiklerindeki ağrılı olmayan şişliklerdi. Tipik aile hikayesi, fizik
muayene bulguları ve radyolojik bulgulara dayanılarak olgulara DA
tanısı konuldu.
The malignant tumors of bone are more common than benign
tumors. The bone tumors is the smallest group in all tumors. For
this reason, knowledge and experience required for the diagnostic
approach. Osteochondroma is the most common benign bone tumor.
The lesion can be single, multiple forms are rarely seen. This condition
is known as osteochondromatosis or diaphyseal aklazi. Diaphyseal
aklazi (DA) is a rare hereditary disorder of cartilage differentiation and
inherited as an autosomal dominant. Chondrosarcoma that especially
for the development of new lesions occurring after termination of
puberty should be evaluated. In this case report presented the two
brothers who are diagnosed with DA come in with the complaint of
short stature. One of the patients was 15-year-old girl and the other
was a 14-year-old male. A common complaint of both short stature
and non-painful swelling of bones. The patients were diagnosed
with diyafizyal aklazi according to typical family history, physical
examination findings, and radiographic findings.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartmaFatma Kaya, İlhan Çiftci, Ayşe Nazlı Seçkin
Olgu sunumu ÖzetiÇocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
A Rare Method For TakIng The Swallowed ForeIgn BodIes
out Of The ChIldren
Çocuğun çevresini tanımasının ve onunla ilişki kurmasının bir
yolu da, eline geçen her cismi ağzına götürerek tadına bakmasıdır.
Bu nedenle çocuklar hiç akla gelmeyecek tip ve büyüklükteki yabancı
cisimleri yutmaktadır. Yabancı cisim yutan büyük yaştaki çocukların
önemli bir bölümünde zeka özrü veya ruhsal sorunlar vardır. Klinik
olarak öksürük, dispne, ses kısıklığı, solunum güçlüğü, solunum
seslerinde azalma, ağızdan bol tükrük gelmesine neden olabilir.
Bu yabancı cisimler içerisinde madeni parayla sık karşılaşılır.
Yabancı cisim aspirasyonunda alternatif tedaviyi paylaşmak istedik.
Bu makalede dört yaşında, Down sendromlu bir hastada yabancı
cisim aspirasyonuna alternatif bir yaklaşım sunuldu. Müdahale
sırasında komplikasyon gelişmeyen hasta önerilerle taburcu
edildi. Çocukluk çağında yabancı cisim aspirasyonu sıktır. Yabancı
cisimlerin çoğunluğunu metal paralar oluşturmaktadır. Yabancı cisim
aspirasyonuna yaklaşımda hastanın kliniği, yabancı cismin tipi,
takıldığı yer, aspirasyon süresi ve müdahale şartlarına göre tedaviye
karar verilir. Tedavi yaklaşımını endoskopi, gözlem veya cerrahi
oluşturmaktadır. Acil müdahalenin gerektiği hastalarda foley kateter
ile balon ekstraksiyonu gibi alternatif yöntemler deneyimli cerrahlar
tarafından kullanılabilir.
One of the ways for the child to get familiar with its surrounding
environment and to build up relations with the same is bringing
any possible object to the mouth for tasting. Thus, the children
happen to swallow foreign bodies of sorts and sizes unimaginable.
A great portion of the grown up children swallowing foreign bodies
demonstrate mental deficiencies or psychological problems. The
clinic symptoms may be coughing, dyspnoea, hoarseness, breathing
difficulty, weakened respiratory sounds and hyper saliva in the
mouth. The foreign bodies are usually coins. We want to share an
alternative treatment in foreign body aspirations. In this article is
demonstrated an alternative approach for foreign body aspiration in
four years old patients with down syndrome. The patient developed no
complications during the medical intervention and discharged under
recommendations. Foreign body aspiration is common in childhood.
The majority of foreign bodies are coins. Approach to foreign body
aspiration in a patient’s clinical presentation, type of foreign bodies,
inserted in the aspiration time and the response shall be decided
to treatment according to the conditions. Approaching treatment
is endoscopy, observation or operation. In emergency alternative
methods can be used such as balloon extraction with foley catheter
by experienced surgeons.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kocaeli Bölgesinde Yaşayan Gebe Kadınlarda Hepatit B Ve C Seropozitiflik OranlarıBülent Çakmak, Ahmet Karataş
Araştırma makalesi ÖzetiKocaeli Bölgesinde Yaşayan Gebe Kadınlarda Hepatit B Ve C Seropozitiflik Oranları
Sero-PosItIvIty RatIos Of HepatItIs B And C In Pregnant Women LIvIng In KocaelI RegIon
Kocaeli bölgesinde yaşayan gebe kadınlarda hepatit-B ve hepatit-C seropozitiflik oranlarının belirlenmesi. Bu retrospektif çalışmaya İzmit Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne doğum (vajinal doğum, sezaryen) için başvuran 3756 gebe kadın alındı. Tüm gebelerde makro ELİSA yöntemi ile HBs-Ag, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV seropozitiflikleri araştırıldı. Veriler SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Çalışmaya alınan gebelerde HBs-Ag, Anti-HBs ve Anti-HCV seropozitiflik oranları sırasıyla %2.2 , %3.7 ve %0.3 olarak saptandı. Çalışmaya alınan hiçbir gebede Anti-HIV seropozitifliği saptanmadı. Kocaeli bölgesinde hepatit-B ve hepatit-C seropozitiflik oranları Türkiye’nin diğer bölgelerinde bulunan sonuçlarla benzerlik göstermektedir.
To determine the seropositivity ratios of hepatitis-B and hepatitis-C in pregnant women living in Kocaeli region. Three thousand seven hundred and fifty-six pregnant women who applied to Izmit Women and Child Health Hospital for delivery (vaginal delivery, cesarean) were included in this retrospective study. HBsAg, AntiHBs, Anti-HCV and Anti-HIV were detected by macro ELISA system in all pregnant women. Data were analysed with the SPSS statistical programme. Seropositivity of HBs-Ag, Anti-HBs and Anti-HCV were detected 2.2%, 3.7% and 0.3% respectively in pregnant. There were no pregnant women who have seropositivity with Anti-HIV. The results detected for seropositivity of hepatitis-B and hepatitis-C in Kocaeli region are similar to those found in other regions of Turkey.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Okul Çağı Çocuklarda Femur Cisim Kırıklarının Tedavisi: Pelvipedal
alçı Yada Titanyum Elastik Çivi Tespitiİsmail Hakkı Korucu, Faik Türkmen, Erdinç Acar, Veysel Başbuğ, Fahri Yurtgün, Serdar Toker
Araştırma makalesi ÖzetiOkul Çağı Çocuklarda Femur Cisim Kırıklarının Tedavisi: Pelvipedal
alçı Yada Titanyum Elastik Çivi Tespiti
Treatment Of School-Age ChIldren WIth Femoral Shaft
fracture: SpIca CastIng Versus TItanIum ElastIc NaIl
fIxatIon
Femur cisim kırıkları çocuklarda sık görülür ve hastaneye
yatırılarak tedavi gerektirir. Okul çağı çocukluk döneminde (5-12 yaş)
femur kırıkları elastik kanal içi çiviler ile yada kapalı redüksiyonu
takiben pelvipedal alçılar ile tedavi edilebilir. Bu çalışmada, elastik
kanal içi çivileme veya kapalı redüksiyonu takiben pelvipedal alçı
ile tedavi sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Femur cisim
kırığı oluşumu sonrası, hemen kapalı redüksiyon ve pelvipedal
alçı yapılan (KR-PPA; Grup 1, n=31) veya elastik kanal içi çivileme
(EKİÇ; Grup 2, n=31) yapılan vakalar değerlendirildi. Yaş, cinsiyet,
kırık oluşum mekanizması, kırık lokalizasyonu, tedavi maliyetleri,
hastanede kalış süresi, radyolojik ve klinik kaynama, yumuşak
dokuların durumu, destekli veya desteksiz yürüme zamanları
kaydedilerek değerlendirmeye alındı. Ortalama takip 58 (26-62)
aydı. Tüm hastaların kırıkları kaynadı. Yük vererek yürüme Grup
2’de (39/52 gün), Grup 1’den (52/63 gün) daha kısaydı. Maliyetler
açısından; Grup 1, Grup 2’den daha düşük maliyete sahipti (sırasıyla;
114.99$ ve 380.82$). KR-PPA halen geniş ve kabul edilebilir bir
uygulama alanına sahip olsa da, modern cerrahi teknikler ve
cerrahi tespit implantları ile daha başarılı sonuçlar alınabilir. EKİÇ
ile tedaviler okul çağı çocuk femur kırıklarında daha başarılı tedavi
seçeneği sunmaktadır.
Femoral shaft fractures are mostly seen in children and all cases
of this condition require hospital admission. In school-age children
(5 to 12 years), femoral fractures may be treated with elastic nails
or spica cast. The current study aims to compare the outcomes
of elastic nail to the immediate spica cast method for school-age
children with femoral fracture. We evaluated the patients who had
undergone immediate hip spica cast (IHSC as Group 1; n=31) or
flexible intramedullary titanium nail (FITN as Group 2; n=31) for
femoral fracture. Age, sex, cause of fracture, localization of the
fracture, cost of treatment, times of hospitalization, radiologic and
clinical assessment of femoral union, condition of the wound and soft
tissue, times of union and walking were recorded. The mean followup
was 58 (26-62) months. All fractures were healed. The time for
weight-bearing and walking were shorter (39/52) in Group 2 than it
was in Group 1 (52/63). In terms of cost, IHSC (114.99$) was cheaper
than FITN (380.82$). Although IHSC is still a a widely accepted
method of treatment, with the use of modern surgical techniques and
implants, satisfactory outcomes of fracture healing can make FITN a
better surgical option among all other treatments.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi DeneyimiBirsen Uçar, Zehra Karataş, Zübeyir Kılıç
Araştırma makalesi ÖzetiÇoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Three Years ExperIence Of TranstelephonIc ElectrocardIography In ChIldren
Disritmilerin çoğunlukla aralıklı olarak ortaya çıkması nedeniyle, her zaman tespit edilmesi mümkün değildir. Transtelefonik elektrokardiyografi (TTE), disritmisi olan hastanın ritim sorunu olduğu anda elektrokardiyografi (EKG)’nin çekilerek telefon hattı ile hastaneye ulaştırılmasını sağlar. Bu çalışmada çocuklarda aralıklı olarak ortaya çıkan disritmilerin tanısını koymada ve izleminde TTE monitorizasyonun etkinliğini araştırmayı amaçladık. Mayıs 2003 - Mayıs 2006 yılları arasında pediatrik kardiyoloji polikliniğinde TTE ile değerlendirilen 121 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaşları 4 ay ile 18 yıl (12±4.4 yıl) arasında değişmekteydi. En sık başvuru şikayetleri çarpıntı (%42.1), göğüs ağrısı (%15.7), senkop (%5), çarpıntı ve göğüs ağrısı (%6.6), çabuk yorulma (%5) ve ilaç etkinliğini araştırma (%3.3) idi. Standart EKG’si normal olan 110 olgunun 21’inde TTE’de disritmi bulgusu saptanmıştı. Holter monitorizasyonu (HM) ile disritmi saptanmayan 25 olgudan üçünde TTE’de supraventriküler taşikardi saptandı. TTE kayıtlarının %24’ünde disritmi (11 olguda supraventriküler erken vuru, 7 olguda ventriküler erken vuru, 4 olguda sinuzal taşikardi, 3 olguda supraventriküler taşikardi, 2 olguda sinuzal bradikardi, 1 olguda sinuzal duraklama ve 1 olguda Mobitz tip I atriyoventriküler blok) saptandı. Transtelefonik EKG öncesi 4 hasta ilaç kullanmaktaydı. Daha önce tedavi almayan 10 hastaya (5’ine verapamil, 3’üne propranolol, 1’ine digoksin, 1’ine amiodaron) TTE kaydı sonucuna göre tedavi başlandı. Disritmi düşündüren semptomlarla başvuran ve standart EKG’de disritmi saptanmayan hastalarda disritminin saptanmasında HM’nin son derece yararlı ve invazif olmayan bir yöntem olduğu, TTE’nin ise HM ile saptanamayan bazı disritmilerin belirlenebilmesi, tedavisinin planlanması ve takibinde de yararlı olabileceği kanısına varıldı.
It is not possible to determine dysrhythmias at any time, because those may occur briefly and unpredictably throughout the day. Transtelephonic electrocardiography (TTE) allows arrival to the hospital by the phone line dysrhythmia at the time. The aim of this study was to evaluate the value of TTE in the diagnosis and treatment of dysrhythmias, especially seen intermittently, in pediatric patients. We retrospectively evaluated records of 121 children, followed-up in Pediatric Cardiology Unit between May 2003 and May 2006. The patients were age of between 4 months to 18 years (median age 12 ± 4.4 years). The most common presenting symptoms were palpitation (42.1%), chest pain (15.7%), palpitation together with chest pain (6.6%), syncope (5%), easy fatigability (5%) and also the research of drug efficiency (3.3%). The dysrhythmia findings were determined on TTE in 21 of 110 cases whose standard electrocardiographies were normal. On TTE, supraventricular tachycardia was observed in three of 25 patients with normal HM. The dysrhythmia was detected in 24% of TTE records (supraventricular extrasystoles, ventricular extrasystoles, sinusal tachycardia, supraventricular tachycardia, sinus bradycardia, sinus tachycardia, sinus pause, Mobitz type I atrioventricular block were detected in 11, 7, 4, 3, 2, 1 and 1 cases, respectively). Four patients were using drugs (verapamil in 3 and propranolol in 1) before TTE recordings. According to the TTE records, medical treatments were started in 10 patients with previously untreated (verapamil in 5, propranolol in 3, digoxin in 1 and also amiodarone in 1). Eventually, we suggest that HM is a usefull, reliable and non-invasive diagnostic method for the detection of dysrhythmias in patients with dysrhythmia suggestive symptoms and normal ECG. Additionally, TTE should be used in follow-up and treatment of the patients with some dysrhythmias, even undetectable with HM.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Scimitar SendromuSevgi Pekcan, Cüneyt Karagöl, Hayrullah Alp, Tamer Baysal, Hasibe Artaç, İsmail Reisli, Derya Çimen, Sevim Karaarslan
Olgu sunumu ÖzetiScimitar Sendromu
ScImItar Syndrome
Scimitar” sendromu nadir görülen bir pulmoner venöz dönüş
anomalisi olup, sağ taraf pulmoner venlerinin inferior vena kava
veya sağ atriuma açılması ile karakterizedir. Bu anomaliye, sağ
akciğer hipoplazisi, bronşiyal anomali, akciğerin sistemik arteriyel
kanlanması (pulmoner sekestrasyon) ve dekstrokardi gibi anomaliler
de eşlik edebilir. Bu tek ve genişlemiş pulmoner ven düz grafilerde,
sağ akciğerin orta zonundan kardiyofrenik açıya doğru uzanan, Türk
Palası’na (scimitar) benzeyen bir gölge halinde izlenir. Makalemizde,
sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonu nedeniyle araştırdığımız ve
scimitar sendromu tanısı koyduğumuz bir çocuk vaka sunulmuştur.
Scimitar syndrome is a rare congenital partial pulmonary venous
return anomaly that is characterized with anomalous pulmonary
venous drainage of the right sided pulmonary veins to the inferior
vena cava or the right atrium. It may be accompanied with hypoplasia
of the right lung with bronchial abnormalities, dextra position of the
heart and systemic arterial supply to the lung. Radiologically, this
anomalous vein appears as a scimitar-like shadow (Turkish Swords)
on chest x-ray, and runs from the middle of the right lung to the
cardiophrenic angle. In our report, we have presented a child with
scimitar syndrome who was evaluated for recurrent lower respiratory
tract infection.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus MultilocularisAli Ayçiçek
Olgu sunumu Özeti7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Atopik Dermatitli Hastalarda Deri Prick Test Ve Spesifik Ige Sonuçlarının DeğerlendirilmesiAyşegül Baykan, Ali Balevi, Şükrü Balevi
Araştırma makalesi ÖzetiAtopik Dermatitli Hastalarda Deri Prick Test Ve Spesifik Ige Sonuçlarının Değerlendirilmesi
AssessIng The Results Of SkIn PrIck Test, And Ige Levels In PatIents WIth AtopIc DermatItIs
Atopic dermatitis (AD), genellikle çocukluk çağında başlayan tekrarlayıcı, kronik, hayat tarzındaki değişikliklere bağlı olarak insidansı giderek artmakta olan, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Bu çalışmaya, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Dermatoloji polikliniğine başvuran atopik dermatit tanısı almış 30 hasta ile, atopi bulgusu olmayan 20 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. Ev tozları, ağaç polenleri, çim ve ot polenleri, hayvan tüy epitelleri, gıdalar ,böcekler ve mantarlardan oluşan 51 maddelik prick test maddesi hasta ve kontrol grubuna uygulandı. Pozitif kontrol olarak histamin solusyonu, negatif kontrol olarak da serum fizyolojik kullanıldı. Hasta grubunda en çok pozitif çıkan alerjenler, ev tozları, çim polenleri, çavdar poleni ,yabani ot polenleri ve mantarlar olarak tesbit edildi. Kontrol grubunda ise sadece 1 kişide ev tozu ve candidaya karşı prick test pozitifliği tesbit edildi. Hasta grubundaki 30 kişiden 17 sinde total IgE yüksek bulunurken (%56.7) kontrol grubundaki 20 kişinin 2 sinde total IgE yüksekti (%10). Total IgE yönünden iki grup arasında anlamlı fark bulundu (p
Atopic dermatitis (AD) is a chronically relapsing skin disease that begins most commonly during early childhood. The prevalence of AD is increasing because of the alteration lifestyle and the disease effects life quality indifferently. In this study, subjects were 30 patients who were admitted to Dermatology Clinic of Selçuk University Meram Medical Faculty with the diagnosis of AD. There were 20 healty subjects as a control group, without any atopy history and have no clinical symptoms. Skin prick tests, composed of 51 materials; house dust mites, tree polens, grass polens, insects and mold were performed both groups. In this test histamin solution was positive and serum salin were negatif controls. Pricks tests were reactive mostly for house dust mites, mold, grass pollens and the other pollens in the AD group. In the healty group, there were reactive results for house dust mite and candida only in one subject. Serum total IgE levels elevated in 17 of 30 patients (56.7%) in AD group , and 2 subjects in the healty group (10%). Statistical analyses showed that, in the AD group, serum total IgE levels are significantly higher than healty controls (p
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının AraştırılmasıAysun Görkem, Ayşe Ruveyda Uğur, Bahadır Feyzioğlu, Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of ParaInfluenza VIrus Caused Lower RespIratory Tract InfectIons In PedIatrIc PatIents
Özet
Amaç: Parainfluenza virüslerinin (PIV) neden olduğu solunum yolu infeksiyonları bebek ve küçük çocuklarda başlıca morbidite ve hastanede yatış nedenleri arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle takip edilen çocuk hastalarda Parainfluenza virüs infeksiyonlarının sıklığının ve mevsimsel dağılımının araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında çeşitli çocuk kliniklerinde alt solunum yolu infeksiyonu ön tanısıyla ayaktan ve yatarak takip edilen 18 yaş altı hastaların nazofaringeal sürüntü örneklerinde PIV etkeni multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (m-PZR) yöntemi ile çalışıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda değerlendirmeye alınan 1983 çocuk hastadan 224’ünde (%11.3) solunum yolu örneğinde PIV tiplerinden herhangi biri tespit edilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında etken olarak en sık PIV-3 (%75) saptanmıştır. Bunu sırasıyla %15.17 ile PIV-4, %5.8 ile PIV-1 ve %4 ile PIV-2 takip etmektedir. Hastaların %75.9 oranında 5 yaş ve altında olduğu belirlendi. Mevsimsel dağılım incelendiğinde, PIV-3 ‘ün sıklıkla (%53.6) yaz aylarında, PIV-1 ve PIV-2’nin ise tamamına yakınının sonbahar ve kış aylarında görüldüğü belirlendi.
Sonuç: Hasta grubunda sıklıkla alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olan PIV-3 belirlendi. PIV’lerin neden olduğu solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin m-PZR yöntemi ile belirlenmesi, klinisyenlere bu viral infeksiyonların tedavi ve korunmasında faydalı olacaktır.
Abstract
Aim: Respiratory infections caused by PIV are related to major morbidity and hospitalization rates in infants and young children. The aim of the present retrospective study is to investigate the rate and seasonal distribution of PIV infections in pediatric patients with lower respiratory tract infections.
Patients and Methods: Nasopharyngeal swab specimens of pediatric in- and outpatients with the diagnosis of lower respiratory infection were collected from various pediatric clinics between January 2014 and December 2016. PIV types 1, 2, 3 and 4 were identified by multiplex real time PCR method.
Results: One of the four PIV types was identified in 224 of 1983 nasopharyngeal swab specimens of patients aged less than 18 years (11.3%). PIV-3 was the most common agent among the subtypes (75%) followed by PIV- 4 (15.2%). The rate of PIV-1 and PIV-2 were 5.8% and 4%, respectively. Of all pediatric patients, 75.9% were under 5 years of age. When the seasonal distribution was examined, it was determined that PIV-3 was frequently observed in summer (53.6%), whereas PIV-1 and PIV-2 were observed in autumn and winter months.
Conclusion: PIV-3 was the most common subtype. Prompt identification of PIV by multiplex real time PCR method would be very helpful for clinicians in the treatment and prevention of the respiratory infections caused by viral pathogens.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Cocukluk Donemı Suprakondıler Humerus Kırıklarının Rehabilitasyonuİsrafil Şimşek, Recep Memik, Fethi Demir, Cafer Ayata, Hasan Oğuz
Araştırma makalesi ÖzetiCocukluk Donemı Suprakondıler Humerus Kırıklarının Rehabilitasyonu
RehabIlItatIon Of Supracondylar Fractures Of The Humerus In ChIdden.
cocukluk doneminde cin kolda gorillenterin ar-chndan en cok kamlaplan kinklar suprakondlier humerus km/dal-dlr. Suprakondiler humerus kink', ramstyla ark rediiksiyon ye internal fiksason uy-gulanan 21 hasta calqmaya alrrrdr. Olgularm 311 kJ:. 18'i erkekti ve yap ortalamalan 9.04±3.23 idi. Olgularm 6 haftalik post-op tespiti actldiktan sonra sirasiyla girdaplt su banyosu, su icinde ultrason. varchmh -aktif re aktif eklem hareket avklrgi eg-=ersizleri 10 scans uygulandt. Tedavi eincesine gore tedavi bitiminde p<0.0002 diizeyinde anlanth fonk-sivonel iyileene saglandt. cocuklarm suprakondiler humerus kulklarinda rehabilitasyon,erken komp-likasyonlarm onlenmesinde ye normal fonksiyonlara geri diinmede cok etkili hir yontemdir.
Among the fractures of the extremities in the pe-diatric age group, supracondylar fractures of the humerus are the second most common fracture after that of the forearm. Twenty-one patient, 3 girls and 18 boys, with a supracondylar fracture who had been applied open reduction and internal fixation were enrolled into the study. Their mean age was 9.04 years. After remove! of 6 weeks postoperative casting, the patients were applied wirlpool, ult-rasound under the water active- assistive and active range of motion exercise, for 10 sessions. Func-tional improvement after rehabiltation program was statistically significant (p<0.0002). We concluded that the rehabilitation of supracondylar fractures of the humerus in children is a highly effective method in preventing complications and returning of normal function.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akrep Zehirlenmesi Olan Bir Olguda Kalp Tutulumunun Kardiyak Troponin I İle TakibiÖzgür Pirgon, Ahmet Sert, Mehmet Emre Atabek, Hüseyin Tokgöz
Olgu sunumu ÖzetiAkrep Zehirlenmesi Olan Bir Olguda Kalp Tutulumunun Kardiyak Troponin I İle Takibi
Akrep ZehIrlenmesI Olan BIr Olguda Kalp Tutulumunun KardIyak TroponIn I Ile TakIbI
Akrep zehirlenmesinde ölümlerin esas nedeni kardiyovasküler tutulumdur. Akrep zehirlenmesiyle başvuran hastalarda lokal ağrı ile birlikte kardiyovasküler sistemle ilgili semptom varsa kardiyak enzimlerine bakılmalıdır. Serum troponin I düzeyinin saptanması miyokard hasarına daha spesifiktir. Bu kalp tutulumunun hızlı bir şekilde tespitine ve tedaviye erken başlanmasına olanak sağlayabilir. Kalp tutulumu olan akrep zehirlenmelerinde takip kriteri olarak troponin I’nin kullanılması daha sonra oluşabilecek olayları önleyebilir. Burada akrep zehirlenmesi nedeniyle getirilen 7 yaşında erkek hasta sunulmuştur.
The cardiovascular involvement is the majör cause of mortality in the scorpion envenomation. Cardiac enzymes should be measured if patients with scorpion envenoming have symptoms related to cardiovascular system accompanied with local pain. Serum level of troponin I is a highly specific fort he myocardial injury. It may be allow early establishing of the cardiac involvement and starting to treatment. The using of troponin I as a follow-up criterion in the scorpion envenoming with cardiac involvement may be prevent from events that will ocur later. We presented a 7-year-old boy with scorpion envenoming.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Acile Başvuran Hastaların ÖzellikleriMehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Hakan Çoban, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Acile Başvuran Hastaların Özellikleri
The Features Of The UnIt Of ChIld Emergency And Its PatIents
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Birimine 1 Ocak 1998 -31 Aralık 1998 tarihleri arasında 14.941 hasta başvurdu. Başvuru nedenleri arasında ilk sırada enfeksiyon hastalıkları (% 48.4) gelmekte olup, bunların da % 23'ü üst solunum yolları enfeksiyonu idi. Acil birimine getirilen çocukların % 52'si gerçek acil, % 11'i acil olduğu düşünülerek getirilenler ve % 37'sini acil olmayan hastalar oluşturdu. Hastaların en çok kış mevsiminde ve ocak ayında, günün vardiyasına göre dağılımı incelendiğinde en çok 8°0-16°0 nöbetinde, yaş gruplarına göre de en çok 5-12 yaş grubunda getirildikleri görüldü. Nüfusunun yaklaşık yarısını çocuk ve ergenlerin oluşturduğu ülkemizde, Çocuk Acil Servisi Sistemleri, iyi organize edilerek yaygınlaştırılırsa Çocuk Acil Birimlerinde verilen hizmetin ka litesi artacaktır.
14.941 patients applied for the Emergency Service of Department of the Medical Faculty of the Selçuk University betvveen 1st January 1998 and 31 st December 1998 Infection diseases were the most common problem, ac- counting 23% of ali upper respiratory infection diseases and accounted 48.4% of ali infection diseases. 52% percent of the children admitted to the emergency service were real cases and 11% percent of the children vvere those who vvere supposed to be real cases and 37 % percent the children vvere not real cases. Patients vvere mostly admitted to the emergency clinic in winter, especially in January and betvveen 8 a.m. and 4 p.m. According to their age levels, They were mostly betvveen at the age level of 5-12 years. If Emergency Medicine Services can be well organised and extended in our country vvhose half of population is children, the Standard of quality in the Units of Children Emergency will be increased.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Diyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli SıklığıSevim Karaarslan, Kadir Ükisten
Araştırma makalesi ÖzetiDiyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli Sıklığı
Prevalence Of PrevIous RheumatIc Fever And Heart Sequela Among PrImary School ChIldren In DIyarbakır ProvInce
1984-1985 eğitim ve öğretim yılında, Diyarbakır il merkezindeki ilkokul çocuklarından rastgele sistematik örnekleme yolu ile % 10 oranında seçtiğimiz 4065 öğrenci arasında anket kullanılarak geçirilmiş romatizmal ateş oranı % 9,1 bulunmuş-tur. Bulunan bu oran ülkemizin diğer bölgelerinde yapılan çalışmalarda bulunan oranlardan daha yüksektir. Bu çocukların anamnezleri geriye dönük olarak derinleştirildiğinde, tanı anında çocukların önemli bir kısmında sadece ekstremite ağrı-sının bulunması ve herhangi bir tetkik yapılmamış olması bu ağrıların bir kısmının romatizmal ateş dışında başka nedenlere bağlı olarak meydana gelmiş olabileceği ihtimalini düşündürmüştür. Tanının geriye dönük olması nedeniyle major bulguların oranı literatürde bildirilenden daha düşük bulun-muştur. Gerek romatizmal ateş anamnezi veren vakalar, gerekse valvül lezyonu bulunan vakaların cinsiyete göre dağılımı literatüre uygun olarak anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül hasara bulunan çocukların yaşa göre dağılımı literatüre uygun olarak giderek artış göstermiştir. Çalışmamızda valvül lezyonu % 1,2 oranında bulunmuştur. Bu değerler İran' dan bildirilen değerlerden daha düşük fakat, diğer gelişmekte olan ülkelerden ve ülkemizde bildirilen değerlerden daha yüksektir. Valvül lezyonlarının incelenmesinde literatürdeki verilere uygun olarak en çok mitral valvül tutuluşunun olduğu bunu aort valvül tutuluşunun izlediği görülmüştür. Yine literatüre uygun olarak en çok rastlanan valvül lezyonu tipi mitral yetersizlik olmuştur. Literatürde bildirilen farklı olarak gerek mitral ve gerekse aort tutuluşu cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül tutuluşu gösteren vakaların geriye dönük olarak anamnezlerinin incelenmesinde %37,2 vakada romatizmal ateşi düşürülerek bir şikayete rastlanmamıştır. Bu durum şikayetlerin hafif olup unutulmuş olmasına veya karditin diğer major bulgular olmadan ortaya çıkabilmesine bağlanmıştır.
In the 1984-1985 academic year, among 4065 students who were randomly selected from primary school children in Diyarbakır city center with a systematic sampling rate of 10%, the rate of rheumatic fever by using a questionnaire was found to be 9.1%. This rate is higher than the rates found in studies conducted in other regions of our country. When the anamnesis of these children were deepened retrospectively, the fact that at the time of diagnosis, most of the children had only extremity pain and no examination was performed, it was thought that some of these pains may have occurred due to reasons other than rheumatic fever. Because of the retrospective diagnosis, the rate of major findings was lower than that reported in the literature. The distribution of patients with rheumatic fever history and valvular lesions by gender did not show a significant difference in accordance with the literature. The distribution of children with valve damage by age has increased gradually in accordance with the literature. Valvule lesion was found in 1.2% in our study. These values are lower than the values reported from Iran, but higher than the values reported in other developing countries and in our country. In the examination of valvule lesions, it was observed that, in accordance with the data in the literature, the most frequent mitral valve involvement was followed by aortic valve involvement. Again, in accordance with the literature, the most common type of valve lesion was mitral insufficiency. Unlike the difference reported in the literature, both mitral and aortic involvement did not differ significantly according to gender. In the retrospective examination of the anamnesis of the cases with valve involvement, no complaints were found by reducing rheumatic fever in 37.2% of the cases. This situation was attributed to the symptoms being mild and forgotten or the occurrence of carditis without other major findings.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Prognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisiEngin Günel, Osman Çağlayan, Fatma Çağlayan, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi ÖzetiPrognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisi
Çalışmamızda, çocuklarda cerrahi stres sonucu ortaya çıkan metabolik yanıtdaki değişiklikleri göstermede, prognostik inflamatuvar ve nütrisyonel indeks (PINI)'in güvenilirliğini ve postoperatif morbiditeleri ne oranda ortaya koyduğu araştırılmıştır. Akut karın nedeni ile başvuran ve apandektomi yapılan 32 hastada çalışıldı. Akut apan-disit (Grup 1, n=17) ve gangrenöz veya perfore apandisit saptanan (Grup 2, n=15) hastalardan preoperatif (-1), postoperatif 1. gün (+1) ve 3. gün (+3) kan alınarak serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reaktif protein (CRP) ve alfa-1 asid glikoprotein (AGP) değerleri saptanarak. ortalama PINI-1, PINI+ 1 ve PINI+3 değerleri hesaplandı. Grup 1 'de ortalama PINI-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 5.6±3.9, 15.6± 7.8 ve 5.8±3.6 bulundu (p< 0.0001). Grup 2'de ise ortalama PIN1-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 25.2±16.4, 47.2±28.1 ve 43.9±24.2 bulundu. PINI-1 ile PINI+1 arasındaki farkın anlamı (p<0.0001) olduğu, ancak PINI+1 ile PINI+3 arasındaki farkın anlamsız (p>0.02) olduğu bulundu. Her iki grubun ortalama PINI değerleri karılaştırıldığında, Grup 2'deki değerlerin Grup 1 değerlerine göre büyük ve farkların anlamlı (p<0.001) olduğu bulunmuştur. Bu veriler so-nucunda, PINI'm çocuklarda cerrahi strese metabolik yanıtın ortaya konmasında ve hastaların postoperatif ta-kibinde değerli ve güvenilir bir indeks olduğunu göstermektedir.
This study was undertaken ta determine the safety af prognostic inflammatory and nutritional index (PINI) as an indicator of metabolic response to surgical stress, and whether there is a relationship between PINI and post-operative morbidity in children. Thirty-two patients who were performed appendectomy were enrolled in the study. Of the pafients 17 had acute appendicitis (Group 1) and 15 had gangrenous or perforated appendicitis (Group 2). Serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reactive protein (CRP) ve alpha-1 acid glicoprotein (AGP) values were measured pre-operatively (-1), on postoperative day 1 (+1), and postoperative day 3 (+3) in all patients. Mean PIN1-1, PINI+1, and PIN1+3 values were calculated by using these parameters. In grup 1, mean PINI-1, PINI+1, and PIN1+3 values were fonud 5.6±3.9, 15.6±7.8, and 5.8±3.6, respectively (p< 0.0001). In group 2, the same values were 25.2±16.4, 47.2±-28.1, and 43.9±24.2, respectively. The difference between PIN1-1 and PINI+1 was found statistically significant (p<0.0001) while there was no significant difference between PIN1+1 and PIN1+3 (p>0.02) in group 2. Mean PINI values were fonud higher in group 2 compared with group 1, and the difference between two groups was statistically significant (p<0.001). These results suggest that PINI is a cafe and valuable index for determination of metabolic response to sur-gical stress in children, and postoperative follow-up of surgical patients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının AraştırılmasıMehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Murat Günaydın, Ümran Çalışkan, O Seyfi. Şardaş, A. Zeki Şengil, Doğan Çiftçi, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiLösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Cytomegalovirus (cmv) Igm Ve Lgg Antikorlarının Araştırılması
The InvestIgatIon Of CytomegalovIras (c:a.1v) Iga.1 And 1gg AntIbodIes In Lett-MIe And Lymp Fr Om A PatIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi ibn-i Sina Hastanesi Hematololi-Onkoloji Kliniklerinde yatan lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alman kan örneklerinde Cyzoınegalovirus 1g/U ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELİSA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 Iösemi ve 33 lenfoma hastalarında bulunan sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 7'si (%10.15), lenfomalı hastaların (%3.03) CMV-IgM bakımından seropozitifıi. CMV-1gG seropozitifligi ise lösemili has-taların 35'ınde (%50,72), lenfornalt hastaların I3'ünck (%39.39) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda ise CMV-IgA1 seropozitilligi I hastada (%2), CMV-IgG se.ropozinfligi ise 25 hastada (%50) sap-tanmıştır. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan T.•inde (%6.25) L.1,1V-IgM, 13 hastada (%40.63) CMV-1gG antikorları saptanmıştır. Sitostalik kernoterapi uygulanan hastalardan 6'sında (%8.75) CMV-1gM, 35'inde (%50) CMV-IgG antikorları pozitif bulunmuştur. olarak; kontrol gruba göre löserni hastalarında CA1V-IgM seropozit‘lli,s,;i anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Lenforna hasta-larında ise fark yoktu (p>0.05). IgG antikorları bakımından ise lösemi ıre tenroma hasialartyla nor-mal kontrol grup arasında fark bulunamadı (p>0.05). sitostaıik ilaç alan ha,vialarla olmayanlar arasında da fark yoktu (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lympho,rıa patients tit ho were ıreated in Internal Medicine pediatric Clinic of Selçuk University Medical Faculty and Ilematology Clinic of İbn-İ Sina Hospital of Ankara University. CMV-IgM and 1gG antibodies were investigated with the enzyrne-linked immunosorbent assay (ELİSA) rnethod on the blood saınples, The serologic examinations were made in Alicrobiology ELİSA taboratory of Selçuk University Medical Faculty. The finding.s- in 69 leukernic and 33 iyınphoma patients compared tere control group. CA1V-IgM seropositivity was found in 7 lebtkernic palienis (10.15%) and 1 lyınphoırıa patienı (3,03%). CMV-1gG seropositivity waz found in 35 leukeınic patients (50,72%) and 13 lymphoına patients (39,39%). CMV-IgM sero-positivily of control group was found in 1 patient (2';;> and CMV-1gC sepropositivity was found in 25 patients (50%, seropositivity wa? Pyr,nd in 2 paıienis (6.25[70) and CMV-IgG in 13 pa-tients (40.63%) 'vere not (reale(' with cyto(atic ::-1ceıno0;crapy. scropositivily was
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerıİsmail Arıcı, Selma Çivi, Mehmet Akman
Araştırma makalesi ÖzetiYüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerı
CharacterIstIcs Of Maternal And PerInatal PerIod In HIgh RIsk Pregnancy
Ana ve çocuk grubu içinde bazı olgular; Vücut yapıları, sosyal ve ekonomik koşulları nedeni ile gebelik ve doğum sırasında daha fazla hastalanma ve ölme tehlikesine maruzdurlar. 1987 yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakımevi'nde doğum yapan 260 kadında kadın yaşı, kadının eğitim düzeyi ve ailenin gelir düzeyinin ana sağlığı ve yeni doğana etkisini belirlemek amacı ile kesitsel olarak tanımlayıcı ve analitik tipte bir çalışma yapıldı. Kadın yaşının 35 ve daha fazla olması başta üriner enfeksiyon ve anemi olmak üzere gebelik komplikasyonlarını artırmakta idi (p<0.01). Yine 35 ve üzeri yaşta iki gebelik arasındaki süre uzamakta idi (p>0.05). Kadının eğitim düzeyi arttıkça gebelik ve doğum sayısı azalmakta idi (p<0.01). Ailenin gelir düzeyi yeni doğanın kilosu, kadının gebelik ve düşük sayısına etkisizdi(p<0.05).
Same cases in mother and children group are more vulnarable to body constitution, social and economical conditions. A descriptive and cross-sectional study was estabhs. hed in Konya Maternity and Children Ileahh Center in 1987. The aim of the research was if there was any correlation between rnother age, educational level and famiiy income and among mother and newborn health. If the mother age was 35 and plus, urınary infection, anernia and other pregnancy complication were increased (p<0.01). Pregnancy interval was langer alsa for age of 35 and plus (p<0.05). Educational level of rnothers was reversely correlated with the number of pregnancy (p<0.01). Pregnancy and labor numbers was effected by mother educational level. Family income was not effect on newborn weight, number of pregnancy and abortions (p>0.05).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Astım Atağı İle Başvuran Çocuklarda Chlamydia Pneumoniae SeroprevalansıMelike Keser, İsmail Reisli, Yavuz Köksal, Duygu Fındık, Sevim Karaarslan
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Astım Atağı İle Başvuran Çocuklarda Chlamydia Pneumoniae Seroprevalansı
Seroprevalance Of ChlamydIa PneumonIae In ChIldren WIth Acute Asthma ExacerbatIon
Astım atağı ile başvuran çocuklarda C. pneumoniae seroprevalansını ve antikor litreleri üzerine klaritromisin tedavisinin etkisini araştırmak üzere 25 astımlı çocuk çalışmaya alındı. Kontrol grubu son üç ayd içinde solunum yolu enfeksiyonu geçirmemiş, kendisinde ve ailesinde astım ve atopi hikayesi olmayan 25 yaş - cinsiyet uyumlu çocuktan oluşturuldu. C. pneumoniae spesifik IgG ve IgA antikorlarını saptamak için astımlı hastalarda akut atak anında ve atak sonrası 4. ve 12. haftalarda, kontrol grubundan ise tek serum örneği alındı. Astımlı hastaların hep sine, uygun akut atak tedavisine ek olarak klaritromisin 15 mg/kg/gün, 10 gün verildi. C. pneumoniae spesifik IgG ve IgA seroprevalansı her iki grupta benzerdi (p>0.05). Astımlı çocuklar tedavi sonrası kendi içinde değerlendiril diğinde C. pneumoniae spesifik IgG antikor indeks değerinin giderek düşüş gösterdiği (p<0.05) saptandı. Sonuçlarımız C. pneumoniae enfeksiyonunun akut astım atağını ortaya çıkarmada önemli bir etken olmadığını, bununla birlikte klaritromisin tedavisi ile C. pneumoniae antikor indeks değerlerinin anlamlı derecede düştüğünü göstermiştir.
İn order to evaluate the role of C. pneumoniae infections in exacerbations of asthma in children and effects of clarithromycin therapy, 25 children with asthma exacerbation were enrolled in the study. Twenty-five sex and age matched children without any history of respiratory tract infection in last three months and atopy served as control group. Serum samples for the determination of C. pneumoniae spesific IgG and IgA antibody leves of C. pneu moniae were taken on admission with acute exacerbation and 4th and 12th weeks after exacerbation in asthmatic children. One serum sample was collected from Controls. Appropriate acute exacerbation therapy and clarithromycin 15 mg/kg body weight/day for 10 days were given ali asthmatic children. The prevalance of C. pneu moniae spesific IgG and IgA was similar in asthmatic children during acute exacerbation, at 4th and 12 th weeks after exacerbation and in Controls (p > 0.05). VVhen C. pneumoniae spesific antibody lndex values were evaluate in the asthmatic children after treatment, significantly decreases were detected in IgG levels (p<0.05). Our results suggest that C. pneumoniae infections is not an important cause of acute asthma exacerbations in children, however the antibody index values of IgG were significantly decreases with clarithromycin therapy.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane EnfeksiyonlarıHasan Koç, Hızır Yılmaz, İsmail Reisli, Mustafa Altındiş, Hüseyin Altunhan, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiYenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane Enfeksiyonları
NosocomIal InfectIons At Newborn IntensIve Çare UnIt
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları yenidoğan ünitesine 1992-1996 yılları arasında yatırılan 4468 çocuk hastanın 236’sında(% 5.2) hastane enfeksiyonu saptandı. Bu enfeksiyonların 169’u (%71.6) prematüre bebeklerde, 67’si (%28.4) ise matür bebeklerde gelişmiştir. Matür bebeklerde enfeksiyon gelişme oranı % 2.2 iken, prematürelerde % 11.5 idi. Hastane enfeksiyonlarından sepsis (% 73.1) en sık görülürken, menenjit %19.3, pnomoni %3.4 ve diğer enfeksiyonlar %4.2 oranında tesbit edildi. Değişik vücut sıvılarından alınan kültürlerden 32’sinde bakteri üretilebildi (%13.5). Etkenler arasında Klebsiella spp. 9(%28.1), Escherichia coli (E.coli) 8(%25.0) olarak saptandı. Hastane enfeksiyonlarından ölüm oranı pnömonide %87.5, sepsisde %61.5, menenjitte %8.7 ve diğerlerinde %40.0 bulundu. Genel olarak hastane enfeksiyonlarının %51.6’sı ölüm ile sonuçlandı.
236 (5.2%)nosocomial infections were detected in 4468 patients hospitalised in our newborn unit in Medical Fa- culty, Selçuk University between 1992 and 1996. 169 (71.6 %) of the infections detected were in prematüre ba- bies while 67 (28.4%) of them in mature babies and that numbers corresponded 11.5 percent and 2.2 res- pectively. The most common infection was sepsis (73.1%) and others such as menengitis (19.3%), pneumonia (3.4%) and others (4.2%) followed it. At least one microorganism growed in 32 (13.5%)specimens obtained from various body fluids. 9 (28.1%) of the miroorganisms were Klebsiella spp. and 8 (25.0%) of were E.coli Mortality rates of the infections were 87.5% for pneumonia, 61.5% for sepsis, 8.7% for menengitis and 60.0% for others, which corresponded an average mortality rate of 51.6 %.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya'da Gürülen Çocuk Zehirlenmelerinin İncelenmesiHaluk Yavuz, Hasan Koç, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Ahmet Bozkır
Araştırma makalesi ÖzetiKonya'da Gürülen Çocuk Zehirlenmelerinin İncelenmesi
The InvestIgatIon Of ChIld PoIsonIng In Konya
Selçuk Üniversitesi Eğilim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Poliniklerine, 1983-1990 yıllarında zehirlenerek getirilen 106 hasta incelendi. Hastaların çoğunluğunun ilk 6 yaş içinde olduğu, yaz aylarında zehirlemelere daha fazla raslandığı dikkati çekti. En sık görülen zehirlenme sebebi ilaçlardı (%56).
We investigated the nature and the course of poisoning for 106 children who were adrnitted to Selçuk University Research and Training Hospital, Konya from 1983 to 1990, inclusive. Most patients were either 6 years old or younger. The poisoning cases were coincided with the surnmer months. The drugs were found ta be the leacling catıse of the child poisoning (%56).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen FaktörlerFatma Fidan, İhsan Hakkı Çiftçi, Nihal Kıyıldı, Mehmet Ünlü, Murat Sezer
Araştırma makalesi ÖzetiAfyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Prevalence And RIsk Factors Of Asthma And AtopIc DIseases In Pre-School EducatIon Centers In AfyonkarahIsar
Amaç: Bu çalışmada Afyonkarahisar’daki okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) astım veatopik hastalıkların prevalansını ve ilgili risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışma Afyonkarahisar ilinde, 41 ayrı okul öncesi eğitim merkezinde öğrenim görmekte olan 1288 çocuktan, çalışmaya katılması ailesi tarafından onaylanan 1084 çocukta yapıldı. Sosyodemografik özellikler, astım ve atopik hastalıklar ve bu hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini sorgulayan standart anket formu çocukların aileleri tarafından dolduruldu. Bulgular: Bin seksen dört öğrencinin yaş ortalamaları 5.7 ± 0.7 (3-6) olup, 505’i kız (%46.6), 579’u erkek (%53.4) idi. Çalışmada astım %3.1, alerjik rinit %5.0, egzema %1.8 oranında saptandı. Ailede astım ya da atopik hastalık hikayesi, astımı olan grupta (%44.1), astımı olmayan gruba göre (%25.5) anlamlı olarak daha fazla idi (p=0.015). Bebeklikte anne sütü alma astımı olan grupta anlamlı olarak daha düşük oranda bulundu (p=0.039). Astım için ailede allerjik hastalık hikayesi olmasının 2.3 kat, bebeklikte anne sütü almamanın 2.7 kat risk oluşturduğu bulundu. Astımı olan hastalarda hışıltılı solunum ve allerjik rinit sıklığı anlamlı düzeyde daha fazla iken, egzema sıklığı açısından farklılık saptanmadı. Sonuç: Okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) 3-6 yaş grubu çocuklarda ailede allerjik hastalık bulunması ve bebeklikte anne sütü almamış olmanın astım için anlamlı risk faktörü olduğu bulundu.
Aim: We aimed to determine the prevalence and risk factors of asthma and atopic diseases in preschool education centers in Afyonkarahisar. Material and Method: Of the 1288 children in 41 preschool education centers in Afyonkarahisar, 1084 children, whose parents have approved the study, were accepted. A standard questionnaire interrogating sociodemographical status, presence and risk factors of asthma and atopic diseases was filled by the parents of the children. Results: The mean age of 1084 children was 5.7 ± 0.7 (3-6), 505 (46.6%) of them were girls and 579 (53.4%) were boys. The prevalence of asthma was 3.1%, allergic rhinitis 5.0% and eczema 1.8%. Presence of asthma or an atopic disease in the family was significantly higher in the group with asthma (44.1%) than without (25.5 %)(P=0.015). Intake of breast milk in the infancy was significantly low in the group with asthma (P=0.039). Presence of an allergic disease in the family was found to cause a 2.3 folds and absence of breast milk intake a 2.7 folds increase in the risk for asthma. In the children with asthma, wheesing and allergic rhinitis frequency was significantly high. While there was no difference in froguency of eczema. Conclusion: Presence of an allergic disease in the family and a bsence of breast milk intake in the infancy was found as significant risk factors for asthma in 3-6 age children in pre-school education centers.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili TutumuSaid Bodur, Hatice Yıldız, Mesude Mermer, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiKonya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili Tutumu
Mothers’ AttItudes On BreastfeedIng PerIod And Supplemented Food Based On TheIr VvorkIng Status In Konya
Amaç: Bu çalışma, annenin çalışma durumunun emzirme ve ek gıda ile ilgili tutum üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma Konya il merkezinde 12 ayını doldurmuş çocuğu olan 458 kadın (302’si ev hanımı, 156’sı çalışan kadın) üzerinde yapıldı. Büyüklüğü formülle belirlenen örneklem, iki aşamada seçildi. İlk aşamada, toplumda nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yapıldı. İkinci aşamada ise kreşlerdeki çocukların anneleri örneğe dahil edildi. Veriler, anket yardımıyla yüz yüze görüşerek elde edildi. Bulgular: İlkokuldan sonra öğrenim görme oranı ev hanımı annelerde (% 25), çalışan annelerden (% 96) düşüktü. Emzirme süresi ortancası ev hanımlarında 12 ay, çalışan annelerde 8 ay olup aradaki fark önemliydi. Ek gıdaya 4. aydan önce başlama oranı ev hanımlarında çalışan annelerden iki kat daha fazlaydı. Annelerin üçte birinin hazır mama ile ek gıdaya başladığı, ev hanımı annelerin ek gıdaya yemek suları ile başlama oranının çalışan annelerden daha yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Çalışan annelere sosyal destek verilmesi bebeklerini daha uzun süre emzirmelerini sağlayabilir. Ayrıca, toplumda kadınların öğrenim düzeyinin artırılması ve bebek beslenmesi konusunda bil gilendirmeye ağırlık verilmesi, emzirme ve ek gıda konusunda olumlu davranışları artırabilir.
Aim: İn this study, it was aimed to determine the effect of vvorking status of mothers on breastfeeding and using additive food for feeding. Methods: The study vvas consisted of 458 mothers (302 housevvives and 156 vvorking women) having at least 12 months old children. The population samples chosen by using a formula vvere select- ed in tvvo steps. İn the first step, the cluster sampling systematically based on population localities. İn the second step, the mothers of children living in day-center vvere taken into the survey population. Data vvere obtained via çuestonnaire techniçue by intervvieving. Results: The ratio of mothers vvho continued educating after primary school vvas 25% of housevvives and 96% of vvorking mothers. The median of breastfeeding period in housevvives vvas 12 months, but in vvorking mothers it vvas 8 months. This difference vvas significant. The ratio of initiation time of using additive food for feeding before the first four month in vvorking mothers vvas tvvo-fold than that in the house- vvifes. One third of mothers started to feed their babies with commercial supplement foods. The ratio of housevvife mother, starting vvith fluid of home made meal, vvas higher than in vvorking mothers. Conclusion: VVorking moth ers could be supported for breastfeeding their babies for longer period. İn addition, increasing education levels of female population and education on infant feeding may encourage to positive attitudes for giving the supplement ed food and breastfeeding in population.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Ketem’e Başvuran Kadınlarda Meme Şikâyetlerinin DeğerlendirilmesiMehmet Ali Eryılmaz, Said Bodur, Seher Civcik, Yasemin Durduran
Araştırma makalesi ÖzetiKetem’e Başvuran Kadınlarda Meme Şikâyetlerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Breast ComplaInts Of Women ApplyIng To Ketem
Konya Kanser Erken Teşhis-Tarama Ve Eğitim Merkezi (KETEM)’ne 2007-2010 yıllarında başvuran kadınların mevcut ve geçirilmiş meme yakınmalarının dağılımı ve demografik değişkenlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. KETEM’in elektronik ortamdaki veri giriş paneline ait bilgiler, çalışma için gerekli olanları süzülerek ve kişisel bilgilerden arındırılarak, Excel dosyası formatında elde edildi. Bağımlı ve bağımsız değişkenler demografik özellikler ve meme şikâyetleriydi. Veriler SPSS ortamına aktarıldı ve analiz edildi. Betimleyici istatistikler kullanıldı. İlişkilerin belirlenmesinde adım adım lojistik regresyon analizi yapıldı. Konya KETEM’e 2007- 2010 yıllarında başvuran ve meme sorgusu yapılan 19600 kadının yaş ortalaması 44±12 yıl olup % 92’si sosyal güvenceye sahipti. Kadınların ilk adet yaşı ortancası 13 yıl, canlı doğum sayısı ortancası 3 çocuk, toplam emzirme süresi ortancası 36 ay idi. OKS kullananların oranı % 9, sigara içenlerin oranı % 7, şişmanlık oranı % 33 ve bitkisel ağırlıklı beslenme oranı sadece % 2 idi. Mamografi çektirme oranı % 32, kendi kendine meme muayenesi yapma oranı % 18’di. Kadınların % 44’ü herhangi bir meme şikâyetine, % 8’i de geçirilmiş meme hastalığı öyküsüne sahipti. Meme yakınması varlığı yaş, boy, canlı doğum sayısı, toplam emzirme süresi ve beslenme tipi ile ilişkili bulunurken, geçirilmiş meme hastalığı boy ve sigara kullanımı ile ilişkili bulundu (her biri için en az p
To determine the distribution and association with demographic variables of breast complaints of women in Early Diagnosis-Scanning and Education Centers (KETEM). Electronically kept data in Konya KETEM was analyzed by omitting personal information via SPSS package software in 2011. Dependent and independent variables were demographic features and breast complaints. Descriptive statistics were used, and logistic regression analysis was performed step by step to define the correlations. Mean age of women applying to KETEM between 2007 and 2010 was 44±12 years, and 92% were of social security. Median age of first menstrual cycle was 13 years, median number of living births was 3, and median total duration of breastfeeding was 36 m. The rates of OKS use, smokers, obesity and vegetative life style were 9%, 7%, 33% and 2%, respectively. The rates of mammography and self-checked breast examination were 32% and 18%, respectively. 44% had any kind of breast complaints, and 8% had a history of experienced breast disease. While the existence of complaints was associated with age, height, number of living births, total breastfeeding duration and type of nutrition, experienced breast disease was related to height and smoking (at least, p
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Ayaklarındacalcaneal Ve Metatarsal Yönde Yük İletimiTuncer Korkmaz, İlhami Demirel
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Ayaklarındacalcaneal Ve Metatarsal Yönde Yük İletimi
Calcaneal And Metatarsal WeIght DIstrIhıttIons In ChIldren's Feet
Bu çalışma, yaşları 0-8 yaş grubunda, 459 erkek ve 427 kız çocuk üzerinde yapılmıştır. Bu çocukların ayaklarından alınmış olan çeşitli antropometrik ölçülerden, vücut ağırlığının ayaklar üzerindeki, calcaneal ve metatarsal yönlerdeki yük iletimleri teorik olarak hesaplandı. Çocuk ayaklarında ön ve arka yönde iletilen yük bileşenlerinin yaşa göre değiştiği saptandı. erkek ve kız çocuklar arasında ayaktaki yük iletiminde önemli farklılıkların olmadığı saptandı. Yaşa bağlı olarak, ayağın ön tarafı ile iletilen yükte artma, buna karşın, topuk ile iletilen yükte ise belirgin bir azalma olduğu görülmüştür.
in this study 459 boys and 427 girls irr 0-8 age-group are included. Weight distributions of the fooi has been theoritically calculated by rneans of various anthropoınetric frneasures ta ken on the chil-dren's feet. Thus, it has been deterrnined chat calcaneal and rnetatarsal weight distribution varies with age. The differences between the values related to the weight distribution doesn't ,alay an important role in sexes. As the age advances, bodyweight exerted to to the rnetatarsal side increases whereas it decreases to the calcaneal side.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Üç Yıllık Akciğer Kanserli Olguların AnaliziÜnal Şahin, Ahmet Akkaya, Erhan Turgut, Mehmet Ünlü
Araştırma makalesi ÖzetiÜç Yıllık Akciğer Kanserli Olguların Analizi
A Three Year AnalysIs Of Lung Cancer Cases
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinde Haziran 1995- Mayıs 1998 yılları içinde yatarak tedavi gören 95 akciğer kanserli hastayı çeşitli yönlerden analiz ettik ve olgularımızın genel bir değerlendirmesini yaptık. Olguların histolojik tipleri; 32 (%33.7) epidermoid karsinom, 24 (%25.3) adenokarsinom, 13 (%13.7) küçük hücreli karsinom, 2 (%2.1) büyük hücreli karsinom, 8 (%8.4) metastatik akciğer kanseri ve 16 (%16.9) tip tayini yapılamayan şeklindeycli. Küçük hücre dışı ve tip tayini yapılamayanların 7' si evre I, 10' u evre Il, 14' ü evre Ili A, 20' si evre IIIB' de ve 23 tanesi ise evre IV olgulardı. Küçük hücreli akciğer kanseri olan 13 ol-gunun 3' ü toraksa sınırlı, 10 tanesi ise yaygın hastalık grubundaydı. Olguların 77' sinde (%81.05) sigara anam-nezi olup; küçük hücreli akciğer kanseri (50.711 piyıl), metastatik akciğer kanseri (44.75 piyıl), epidermoid kar-sinom (43.75 piyıl), adenokarsinom 38.00 piyıl olarak saptanmıştır. Hastalarda en stk görülen semptomlar, öksürük (°/068.4) ve kilo kayblydı (%63.4). Olgularımızda santral yerleşim en sık küçük hücreli akciğer kanseri (c/076.9) ve epidermoid karsinom %62.5 iken, periferik yerleşim en sık (%71) ile adenokarsinomda saptanmıştır. Parankimal infiltrasyon en sık (°/072) epidermoid karsinomada, soliter nodül (%63) metastatik akciğer karsinomu, kavitasyon (%50) büyük hücreli karsinom, plevral ef-tüzyon (%46) adenokarsinom ve mediasten genişlemesi (c/054) küçük hücreli akciğer kanserinde saptanmıştır. Olgularımızın %51.891 una bronkoskopik biopsi+lavaj, %17.73' üne balgam sitolojisi, 3/017.73' üne plevra ponksiyonu ve biopsisi ve %12.65' ine de transtorakal ince iğne biopsisi ile histopatolojik tanı konulmuştur.
We analyzed the different parameters of the 95 cases with pulmonary carcinoma hospitalized in Chest De-partment of Süleyman Demirel University Medical Faculty rn June1995- July1998 years and we made a general evaluatiorı of the cases. Squamous cell carcinoma was present in 33.7%, adenocarcinoma in 25.3%, small carcinoma in 13.7%, large cell carcinoma in 2.1% and metastatic carcinoma in 8.4%. 16.9% of patients had na histapathologic diagnoses. Of these patients, 9.46% was in stage I, 13.51% was in stage Il, 18.92% was in stage II1A, 2702% was in stage I/IB and 31.08% was in stage IV. 81.05% of patients were smokers, when amount was considered, it was 50.70 packlyear for small cell carcinoma, 44.75 packlyear for metastatic lung cancer, 43.75 packlyear for squamous celf carcinoma and 38.00 packlyear for adenocarcinoma. When clinical findings were considered, cough (68.4%) and weight loss (63.4%) were seen most in patients. While central localization was seen 76.9% in small cell carcinoma, 62.5% in squamous cell carcirıoma; peripheric localization (71.0%) was seen mostly in adenocarcinoma. Parancimal infiltration was detected most often in squamous cell carcinorrıa (72%), soliter nodule in metastatic lung carcinoma (63%), neoplastic cavity in large cell carcinoma (50%), pleural effusion iri adenocarcinoma (46%) and mediastinal enlargement in small cell carcinoma (54%). Histopathologic diagnoses were detected by means of bronchoscopic biopsy and lavage (51.89%), sputum cytology (17.73%), pleural punc-Non and biopsy (17.73%) and transthoracal fine needle biopsy (12.65%).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İshalli Çocuklarda Etken Dağılımı Ve Etkenlere Yönelik ÖzelliklerHanefi Demirtaş, Muhsin Atık
Araştırma makalesi Özetiİshalli Çocuklarda Etken Dağılımı Ve Etkenlere Yönelik Özellikler
The DIstrIbutIon Of The EtIologIc Agents Of DI-Arrhoea And TheIr Seasonal Features
Ishal şikayeti ile polikliniğe başvuran 113 ishalli çocuğun dişi(' örneklerinden, etkeni saptamaya yönelik çalışmarnızda; %28.3 oranında Rotavirüs, %10.6 oranında S. typhimurium, %7 oranında EPEC. %2.7 oranında S. ,flexneri ve birer hastada Candida (%0.8) ve Gardia (0.8) eken olarak sap-tanmıştır. C. jejuni tüm vakalada araştırılmasına rağmen izole edilememiştir. Etken izole edilen ya-kaların %83.2'sinin 0-12 ay grubunda olduğu gözlenmiştir. ishale neden olan hakteriyel et-kenlerin kışa göre, sonbahardaki sıklığı anlamlı oranda (p<0.05) yüksek bulunmuştur. Bulgularımıza göre, ishalin, ülkemizde yaşına kadar olan çocuklarda hala önemli bir sağlık sorunu olduğu ve Rotavirüslerin, özellikle soğuk mevsimlerde, ishal et-keni olarak ilk sırayı aldığı sonucuna varılmıştır.
From stools of 113 childiren, who carne owing to complain of diarı-hoea to ouı- outpatient depaı-tment. microbiolojic cultures have heen made to identify the etiologic agent. From this cultures, 28.3 % Ro-tavirus has heen identıfied. The otheı- agents were S. typhimurium (10.6 %), EPEC (7 %), S. flexneri (2.7 %), Candida (0.8 %) and Giaı-dia (0.8 %). C jejuni has heen searched, but from nobody could be ide-ified. 83.2 % of this childı-en wer-e 1-12 monts old. In autumn, the incidence qf pathologic agents were sig-nificantly higheı- as in winter (p< 0.05). According to our fiı-ıdings, diarrhoea is stili an important di-sease among the childiren who are 0-2 vears old and the rotavirus is the most fi-equent cause of di-arrhoea rn childiren, specially in cold seasons.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Atopik Dermatitinde Total Ige, Eosinofil, Prick Ve Yama Test Sonuçlarının DeğerlendirilmesiElif Şentürk, İnci Mevlitoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocukluk Çağı Atopik Dermatitinde Total Ige, Eosinofil, Prick Ve Yama Test Sonuçlarının Değerlendirilmesi
The InvestIgaIton Of The Total Ige, EosInophIl, PrIck And Patch Test Of The ChIldren WIth AtopIk DermatItIs.
Atopik Dermatit tanısı alan 50 hasta ile 25 sağlıklı çocuktan oluşan kontrol grubuna prick test (PT) ve yama testi (YT) uygulandı. Total IgE ve eozinofil düzeyleri ölçüldü. Total IgE, eozinofil düzeyleri ve prick-yama testi ilişkisi araştırıldı. Atopik dermatitlilerin 27’sinde (%54) PT pozitif, 22’sinde (% 44) YT pozitif, 28’inde (%56) yüksek tootal IgE, 9’unda (% 18) eozinofili saptanmıştır. PT pozitif olan hastaların % 70,4’ünde total IgE düzeyi yüksekti, % 29,6’sında eozinofili mevcuttu. YT pozitif olan hastaların % 50’sinde yüksek total IgE, % 13,6’sında eosinofili vardı. Çalışma ve kontrol grubu ile pozitif YT karşılaştırılmasında anlamlı fark vardı (P=0.032). Kontrol grubunun % 36’sında PT, % 16’sında YT pozitifliği, % 4’ünde total IgE yüksekliği saptandı. Eozinofili görülmedi. Çalışma ve kontrol grubunun total IgE ve eozinofil düzeyleri karşılaştırıldı. Total IgE (P=0.025) düzeyi çalışma grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu.
Fifty patients with atopic dermatitis and 25 healthy controls were enrolled in this study. Prick and patch tests were applied. Serum IgE and eosinophilia levels were measured, Relationship between IgE, eosinophilia and prick-patch test was investigated. Prick and patch tests were positivite in 27 (54%) and 22 (44%) respectively. Serum total IgE levels were elevated in 28 patients (56%) and eosinophilia was found in 9 patients (18%). Total IgE levels were elevated in 70.4 % and eosinophilia was found in 29 % of prick positivite patients. 50 % of patch positivite patients had elevated serum total IgE levels. Eosinophilia was found in 13.6 % of them. There was a statistically significant difference in the results of patch test between study and control groups (P=0.032). Prick, patch test and elevated serum total IgE levels were found in 36 %, 16 %, 4% in the control group, respectively. Eosinophilia was not seen. When total IgE and eosinophilia levels in the study and control group were compared, statistically significant relation was found (P=0.000) (P=0.025).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Üniversitesi Öğrencilerinde Anemi Görülme SıklığıAhmet Ayar, Erkan İpekçioğlu, Ali Borazan, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Üniversitesi Öğrencilerinde Anemi Görülme Sıklığı
The Frequency Of The AnemIa Seen In The Students Of Selçuk UnIversIty
Bu çalışma ile; Selçuk Üniversitesi'nde 1999-2000 eğitim ve öğretim dönemindeki öğrencilerde anemi görülme sıklığını araştırmayı amaçladık. Tüm fakülte ve yüksekokulları temsil edecek öğrenci sayısı önceden belirlenerek, rastgele yöntemle 147 kız, 201 erkek, toplam 348 öğrenci seçildi. Öğrencilerden önce tam kan çalışıldı. Anemi tespit edilen vakalardan, periferik yayma yapıldı. Serum demiri, demir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu, ferritin, B12, folat düzeyleri çalışıldı. Bu sonuçlara göre anemi tespit edilen tüm vakalar demir eksikliği anemisi ile uyumlu bulundu. Kırmızı küre ortalaması; kızlarda 4,606,530+460,790/mm3, erkeklerde 5,167,810+521,256/mm3 idi. Hb ortalaması, kızlarda 13.8±1.3 g/dl, erkeklerde 15.6±1.4 g/dl idi. Hct ortalaması, kızlarda %40.7±4.0, erkeklerde %45.2±4.7 idi. Kızlardaki KK, Hb, Hct ortalamalarındaki düşüklük istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.0001). Beyaz küre, MCV, MCH, MCHC, RDW, Plt ortalamalarında kızlar ve erkekler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Araştırmamızda anemi prevalansı, kızlarda %6.8, erkeklerde %5.47, toplamda %6.03 oranında bulundu. Kız/erkek oranı 1.24'dür. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Anemi tespit edilen tüm vakalarda serum demiri düşük, demir bağlama kapasitesi yüksek, transferrin saturasyonu düşük, ferritin seviyesi düşük, periferik yayma sonuçları demir eksikliği anemisi ile uyumlu idi. B12 ve folat düzeyleri normal sınırlar içerisinde bulundu. Bu çalışmanın sonuçları literatür ile uyumlu bulundu.
We aimed to investigate the frequency of the anemia seen in the students of Selçuk University in 1999-2000 educational year by this studying. 147 female and 201 male students (total 348) were chosen through the whole university students randomly to The results of this study was in accordance with literatüre as well. represent whole faculty and highschools as before determined the number of students to be investigated. Firstly complete blood count was studied. Peripheral blood smear was done to the findings of anemia. The level of serum iron, iron binding capacity, transferrin saturation, ferritin, B12, folat were established. According to these results, the whole occurance of anemia established was found İn accordance with iron deficiency. The average of red blood cells in giriş was 4,606,530±460,790/mm3, in males 5,167,810±521,256/mm3 and the average of hemoglobin in gir! was 13.8+1.3g/dl, in males 15.6±1.4 g/dl and the average of hematocrit in gir! was 40.7±4.0%, in males 45.2+4.7%. The low average in red blood cells, hemoglobin, hematocrit in females was found meaningfull as statistical (p<0.0001). The average of white blood cells, MCV, MCH, MCHC, RDW and platalets betvveen females and males could not be able to find the meaningfull difference (p>0.05). İn our survey; anemia prevalence ratio in females 6.8%, in males 5.4%, in whole students 6.3% was found. The ratio of females/males is 1.24. Betvveen the two groups could not be able find the meaningfull difference as stastical (p>0.05). The level of serum iron low, iron binding capacity high, transferrin saturation low, serum ferritin low, peripheral blood smear results at the whole occurance of anemia established were in accordance with the iron deficiency. The level of serum B12 and folat were found in normal range.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın DeğerlendirilmesiAyşe Gülhan Kanat Ünlüer, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi Özeti1996-2003 Yılları Arasında Yatırılarak Tetkik Edilen 539
anemili Hastanın Değerlendirilmesi
The FIndIngs Of 539 AnemIc PatIents Who HospItalIzed
between 1996-2003
Bu çalışmada 1996-2003 yılları arasında S.Ü. Meram Tıp
Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Servisinde
yatan ve anemisi olan 539 hastanın klinik ve laboratuar bulguları
değerlendirilmiştir. Çalışmamızda demir eksikliği anemisi 280 hasta
ile en sık görülen anemi sebebi olup kadınlarda 3 kat fazlaydı.
Menapoz öncesi dönemdeki kadınlarda en sık anemi oluşturan sebep
menometrorajiydi (%48). Menapoz sonrası dönemdeki kadınlarda
ve erkeklerde ise en önemli sebep gastrointestinal sistemden
kanamalardı. Hastalarımızda özofagogastroduodenoskopi ile kanama
oluşturabilecek lezyon görülme sıklığı kolonoskopinin 2,7 katı idi. B12
vitamini eksikliğine bağlı görülen megaloblastik anemiler 115 hasta ile
ikinci sıklıkta anemi sebebiydi. Otuziki hastada demir ve B12 eksikliği
birlikteydi. Hastalarımızın 21‘inde folik asit eksikliğine bağlı anemi
görülmüştü Çalışmamızda 28 hastada hemolitik,26 hastada aplastik
anemi mevcuttu. Kronik hastalık anemisi 27 hastada görülmüştü. Dört
hastamızda refrakter anemili miyelodisplastik sendrom, 6 hastamızda
da kronik böbrek yetersizliğine bağlı anemiydi. Araştırmamız yatan
hastalarla ilgilidir. Anemi bütün sistemleri etkileyen, pek çok
hastalığın kötüye gitmesine yol açan bir bulgudur. Bu sebepten
önemli bir sağlık sorunudur.
In this study, the clinical and laboratory findings of 539 anemic
patients who were hospitalized between 1996 and 2003 in Hematology
inpatient clinics of Internal Medicine Department in Selçuk University
Meram Medical Faculty, were evaluated. In our study the most
common anemia was Fe deficiency anemia, there were 280 patients,
it was seen three-fold more in women. In premenapausal period,
menomethrorhagea was the most common cause (48%) in women.
Among postmenapausal women and men, the most gastrointestinal
hemorrhageas. In our patients, the rate of lesions which might bleed
observed in colonoscopy. The second common cause of anemias
was vit B12 deficiency causing megaloblastic anemias. In our study,
cobalamine deficiency was detected in 115 patients.Thirty two
patients had both Fe and vit B12 deficiencies. Twenty one patients
had folic acid deficiency anemia. In our study, 28 patients had
hemolytic. Twentysix patients had aplastic anemia. Twenty seven
patients had chronic disease anemias. Four female patients had
myelodysplastic syndrome with refractory anemia and 6 patients had
anemia due to chronic kidney failure. Our study was carried out in
inpatient clinics. Anemia, affecting all systems, makes many diseases
worse. That’s why, it’s an important health problem.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksiTamer Baysal, Bülent Oran, Mustafa Doğan, Derya Çimen, Sevim Karaarslan
Araştırma makalesi ÖzetiSekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksi
MyocardIal Performance Index In ChIldren WIth Secundum AtrIal Septal Defect
Doğuştan kalp hastalığı olan hastalarda ventrikül geometrisi bozulacağı için ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede bazı zorluklar olabilmektedir. Ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede Doppler eko yöntemi ile elde edilen ve ventrikülün geometrik şekline bağımlı olmayan miyokard performans indeksi erişkin ve çocuklarda araştırılarak kullanılmaya başlanmıştır. Miyokard performans indeksi izovolumik zaman aralıklarının ventrikül ejeksiyon zamanına bölünmesi ile elde edilir. Ventriküllerin ön ve art yük değişikliklerinde bu indeksin nasıl etkilendiği araştırılmalıdır. Bu çalışma atriyal septal defektin (ASD) neden olduğu ön yük değişikliklerinde sağ ve sol ventriküler miyokard performans indeksinin nasıl etkilendiğini araştırmak amacı ile planlandı. Yaşları 6 ay ile 148 ay arasında (ortanca 24 ay) 17 ASD’ li ve yaşları 3 ay ile 160 ay arasında (ortanca 17 ay) 24 normal çocukta sol ve sağ ventrikül için miyokard performans indeksi ölçüldü. Sol ventrikül için miyokard performans indeksi ASD ve kontrol grubunda sırası ile 0.38±0.16 ve 0.32±0.09 iken sağ ventrikül için miyokard performans indeksi sırası ile 0.24±0.15 ve 0.20±0.08 bulundu. Gruplar arasında sol ve sağ ventrikül miyokard performans indeksleri yönünden istatistiksel açıdan anlamlı bir fark yoktu (p<0.05). Bu çalışma ile ventrikül fonksiyonlarını ölçmeye yarayan miyokard performans indeksinin ASD’ li hastalarda ön yük değişikliklerinden etkilenmediği gösterildi.
Quantitative assessment of ventricular function in patients with congenital heart disease is often challenging due to distorted ventricular geometry. A myocardial performance index (MPI) has been reported in adults and children that is a Doppler-derived non-geometric measure of ventricular function. The MPI measures the ratio of isovolumic time intervals to ventricular ejection time. The effects of altered ventricular preload or afterload on the MPI have yet to be determined. This study was designed to determine the impact of altered preload on left and right ventricular MPI nin the clinical setting of atrial septal defect (ASD). The left and right ventricular MPI were measured in 17 patients with ASD (ages 6 to 148 months, median 24 months) and 24 normal children (ages 3 to 160 months, median 17 months). In patients with ASD and control groups, the left ventricular MPI was 0.38±0.16 and 0.32±0.09 and the right ventricular MPI was 0.24±0.15 and 0.20±0.08 respectively. No significant change in the left and right ventricular MPI was seen in patients with atrial septal defect and control groups. This study documents that the MPI is a quantitative measure of ventricular function that is appears to be relatively independent of changes in preload.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyonMüslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu ÖzetiHenöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Xanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve ErişkindeMehmet Kılınç, Recai Gürbüz, Mehmet Arslan, Celal Sönmez, Kadir Yılmaz
Araştırma makalesi ÖzetiXanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve Erişkinde
Xanthogranulomatous Pyelonephrıtıs In Chıldren And Adults
Xanthogranulomatous pyelonefritisli 9 yaşında bir kız çocuğu ile 69 yaşında bir erkek yaka sunulmuştur. Willm's Tümör'ü olmasından şüphe edilen, abdominal kitlesi olan bir kız çocuğudur. Bütün yaş gruplarında xanthogrcz.nulomatous pyelonefritis görülür. Hastalar genellikle geniş, non - fonksiyone (taşlı) böbreğe sahiptir. Kadınlarda daha fazla oranda görülür. Çocuklarda daha nadir olarak görülür. Obstrüksiyonun bazı belirt-deri vardır. Wateral xanthogranulomatous pyelonefritisli, hasta hiç rapor edilmemiştir.
A 9 - year - old girl and a 69 - year - old male with xanthofranulo-matous pyelonephritis vere presented. A 9 - year - old girl had an abdo-minal mass, which, was suspected of being a Willm's Tumor. xanthogranu-iomatous Pyelonephritis occurs in patients of al/ ages. Patients usually have a large non - functioning kidneys with, ealeuli. The females are pre-dominant. Xanthogranu/omatous Pyelonephritis in the ehildren is a rare phenomenon. xanthorganu/omatous Pyelonephritis is always associated with infee-tino (usually proteus) and there are some signs of obstruction. There has never been reported bilaterally.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesiİbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Gülay Reis
Araştırma makalesi ÖzetiHipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
ZIvc And Copper Levels In Serum Of ChIldren WIth. Growth Hormon DefIcIency
Temmuz 1986 - Haziran 1987 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 14 hipofizer dwarfizm vakası ile 14 kontrol grubunda serum çinko ve bakır seviyeleri araştırıldı. Takvim yaşı ile kemik yaşı arasındaki ilişki incelendi. Hipolizer dwarfizmli hastalarda çinko seviyeleri ortalama 69.286-T 3.086 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 79.429:F-3.291 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli idi. (P<0.05). Serum bakn seviyeleri hasta grubunda ortalama 133.286-T8.754 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 100.813=7-4.845 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli bulunmuştur. (P <0.01).
Serum zinc and copper levels were investigated in 14 pituitary dwarfism cases and 14 control groups who applied to the Selcuk University Medical Faculty Pediatric Outpatient Clinic between July 1986 and June 1987. The relationship between the calendar age and bone age was examined. Zinc levels in patients with hypoglycemic dwarfism averaged 69.286-T 3.086 ugr / 100 ml., In the control group 79.429: F-3.291 ugr / 100 ml. found as. The difference between the two groups was statistically significant. (P <0.05). Serum bacterial levels averaged 133.286-T8.754 ugr / 100 ml in the patient group and 100.813 = 7-4.845 ugr / 100 ml in the control group. found as. The difference between the two groups was found to be statistically significant. (P <0.01).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Total Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon OlgusuMusa Silahlı, Zeynel Gökmen
Olgu sunumu ÖzetiTotal Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon Olgusu
A Case Of CytomegalovIrus InfectIon MImIckIng Total Parenteral NutrItIon AssocIated CholestasIs
Sitomegalovirus (CMV) erken süt çocukluğu döneminde transplasental geçiş gösteren en sık karşılaşılan virüslerden biridir. Ve non-herediter sensörinöral işitme kaybı nedenleri arasında en sık karşılaşılan enfeksiyöz sebeptir. Burada 29 haftalık aşırı düşük doğum ağırlıklı (ADDA) 460 gr TPN ilişkili kolestaza benzeyen CMV enfeksiyonu geçiren olguyu sunmaktayız. Uzun süre TPN ile beslenen ADDA prematüre bebekte genellikle kolestaz ilk önce TPN ile ilişkili olduğu düşünülür. Direkt hiperbiluribinemi ve kolestaz yeni doğan döneminde sık karşılaşılan problemlerden biridir. Özellikle bu durumlar genellikle sepsis, TPN alımı, doğuştan metabolik hastalıklar ve diğer sebeplerle ilişkili olduğu düşünülür. Özellikle ADDA infantlarda ve uzun süre TPN ile beslenen bebeklerde CMV enfeksiyonları aklımızın bir köşesinde bulunmalıdır.
Title : A case of cytomegalovirus infection mimicking total parenteral nutrition associated cholestasis.\r\n\r\nCongenital cytomegalovirus (CMV) infection is the most common infection that passes trough transplacentally in the early infancy period and is the most common infectious cause of the nonhereditary sensorineural hearing loss. We know that most of these cases were asymptomatic in the neonatal period. Especially among the extremely low birth weight infants, CMV prevalence is not known. We present a 29 weeks old 460 gr extremely low birth weight (ELBW) infant with congenital CMV infection mimicking total parenteral nutrition (TPN) associated cholestasis. Usually, when we see the cholestasis in the extremely low birth weight infant feeding with long time TPN, we think that it is associated with TPN. Direct hyperbilirubinemia and cholestasis are the common situations in the newborn period. Especially this is considered to be associated with sepsis, TPN, galactosemia, inborn errors of metabolism and other causes. CMV- associated cholestasis should be kept in mind, especially in cases of premature infants with cholestasis and extremely low birth weight infants have been fed for a long time TPN.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nefronofitizis - Üremik Medüller Kistik Hastalık (umpc) KompleksiLema Tavlı, Hatice Toy, Alaaddin Dilsiz, Mehmet Erikoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiNefronofitizis - Üremik Medüller Kistik Hastalık (umpc) Kompleksi
NephronophthIsIs - UremIc Medullary CystIc DIsease (umcd) Complex
Böbrek hastalıkları ile karakterlidir ve sıklıkla çocukluk çağında ortaya çıkarlar. Başlıca bulguları medullada değişen sayılarda kistler ile birlikte belirgin kortikal tubuler atrofi ve interstisyel fibrozistir. Medüller kistler önemli olmakla birlikte, kortikal tubulointerstisyel hasar böbrek yetmezliğine neden olur. Dört tipi vardır: 1 - Sporadik, non- familial (% 20); 2- Familial juvenil nefrenofitizis (% 50), resesif geçişlidir; 3- Renal retinal displazi (% 15), resesif geçişlidir ve retintis pigmentoza ile birliktedir; ve 4- Erişkinde ortaya çıkan medüller kistik hastalık, dominant geçişlidir (% 15) (1). Olgu sporadik, nonfamilyal tip ile uyumlu olup literatürde az görülmesi nedeniyle sunuldu.
This is a group of Progressive renaldisorders that usualy have their onset in childhood. The common characteris- tic is the peresence of a variable number of cysts in the medulla associated with significant cortical tubular atro- phy and interstitial fibrosis. Although the presence of medullary cysts is important, the corticaltubulointerstitial dam- age is the causeof the eventual renal incufficiency. İt has four variants: 1- Sporodic, nonfamilial (% 20); 2- Familial juvenile nephronophytisis (% 50), inherited asa recessive disease; 3- Renal - retinal dysplasia (% 15), recessively inherited and associated with retinitis pigmentosa; and 4-Adult onset medullary cystic disease, dominantly inherited (%15). The case had shown the view of sporadic nonfamilial variant of UMCD and was presented because of the rarity in literatüre it.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları SeropozitifliğiMehmet Bitirgen, Emine İnci Tuncer, Dursun Odabaş, O Seyfi. Şardaş, Murat Günaydın, Doğan Çiftçi, A. Zeki Şengil, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi ÖzetiLösemi Ve Lenfomalı Hastalarda Toxoplasma Ig M Ve Ig G Antikorları Seropozitifliği
Toxoplasma Ig M And Kg G AntIbody SeroposItIvIty Tn LeukeınIe And Lymphoma PalIents
Çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları ve Ankara Üniversitesi İbn-i sina Hastanesi Hematoloji Kliniklerinde Tedavi gören lösemi ve lenfomalı 102 hasta üzerinde yapılmıştır. Alınan kan örneklerinde toxoplasma-IgM ve IgG antikorları enzymelinked immunosorbent assay (ELISA) metodu ile araştırılmıştır. Serolojik tetkikler Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ELİSA laboratuvarında yapılmıştır. 69 lösemi ve 33 lenfoma hastasında bulunan sonuçlar kontrol grubu sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Lösemili hastaların 3'4 (904.35), lenfomalı hastaların 2'si (%6.06) toxoplasma-lgM bakımından seropozitifti. Toxoplasına IgG seropozitifli6'ii ise lösemili hastaların 34'ünde (%49.28), lenfomalı hastaların 14'ünde (%42.42) görüldü. 50 kişilik kontrol grubunda toxoplasma IgM seropozitifliğine rastlanmazken, 24 hastada (%46.0) toxoplasma IgG seropozitifligi saptandı. Sitostatik kemoterapi almayan hastalardan 1 hasta-da (%3.13) toxoplasma IgM, 14 hastada (%43.75) toxopla. sına IgG seropozitifligi saptandı. Sitostalik keınoterapi alan 4 hastada (%5.71) toxoplasma IgM, 34 hastada (%48.57) toxoplasma IgG seropozitifligi bulundu. İstatistiki olarak kontrol gruba göre lösemi ve lenfoına hastalanda toxoplasma IgM seropozitifligi anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). toxoplasma IgG bakımından ise löserni ve lenfoma hastalartyla kontrol grup arasında fark yoktu (p>0.05). Sitostatik ilaç alanlarla olmayanlar arasında da fark bulunamadı (p>0.05).
This study included 102 leukemic and lymphoma patients who were treated in internal Medicine Clinic, pediatric Clinic of Selçuk University and Ileınatolog,y Clinic of İbn-i sina Hospital of Ankara University. toxoplasma IgM and IgG antibodies were investigated with the enzyme-linked immuno-sorbent assay (ELISI%) ınethod on the blood saınples. The serologic examination was made in Micro-biology ELISA laboratory of Selçuk University. The findings in 69 leukemic and 33 lymphorna pa-tients cornpared with the control group. toxoplasma IgM seropositivity was found in 3 leukemic patients (4.35%) and 2 lyrrıphorna patients (6.06%). Toxoplasma IgG seropositivity was found in 34 leukeınic patients (49.28%) and 14 lyrrıphorna patients (42.42%). Toxoplasma IgG seropositivity of control group was found in 24 patients (46%). Alt control pers-ons were seronegative for toxoplasma IgM antibody. Toxoplasına 1gM seropositiVity was found in 1 patients (3.13%) and IgG in 14 pa-tients (43.75%) who were not treated with cylostatie chemodıerapy, toxoplasma IgM seropositivity was found in 4 patients (5.71%) and IgG in 34 patients (48.57%) in the patients who were treated
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı TedavısıAbdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırıgı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç has-tada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschner-wire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı TedavısıAbdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırığı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç hastada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschnerwire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve KomplikasyonlarTamer Baysal, Sevim Karaaslan
Derleme ÖzetiSiyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
The HematologIcal SIgn And ComplIcatIons Of CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Amaç: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklarında hematolojik belirti ve bulgular derlenmiştir. Ana bulgular: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı hastalarda hematolojik yan etkilerin görülme ihtimali yüksektir. Polisitemi, trombositopeni, faktör eksiklikleri, demir eksikliği anemisi ve yaygın damariçi pıhtılaşması gibi birçok bulgu ve belirtiler bildirilmiştir. Siyanotik doğumsal kalp hastalarında azalmış arteriyel oksijen saturasyonu hemoglobin ve hematokrit değerlerinde kompanzatuar artışlara yol açar. Eritrositoz siyanotik doğumsal kalp hastalarında yeterli oksijenizasyonu sağlamak için ortaya çıkan bir cevaptır. Ancak hematokrit değerleri çok artmış hastalarda hiperviskozite bulguları ortaya çıkabilir. Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği hemoglobin değerleri yüksek olduğu için gözden kaçabilir. Hemostatik anormalliklerin zamanında tespiti ve uygun tedavi yaklaşımları ile yan etkiler azaltılabilir. Sonuç: Siyanotik doğumsal kalp hastalığı olan çocuklar hem tromboz hem de kanamaya eğilimlidir. Bu çocukların hematolojik açıdan takipleri az ilgi çekmektedir. Bu hastalara yönelik olarak pratik tedavi yaklaşımları geliştirilmediği için siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklara yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Aim: This review sought to determine the relationship between cyanosis and hematological signs and findings. Main finding: Patients with cyanotic congenital heart disease are succeptible to develope hematological side effects. Several findings, including polycytemia, thrombocytopenia, factor deficiencies, iron-deficiency anemia and disseminated intravasculary coagulation have been reported. Decreased arterial oxygen saturation in cyanotic congenital heart disease causes compensatory kurise in hemoglobin and haematocrit levels. Erythrocytosis is an adaptive response to improve oxygen transport in cyanotic congenital heart disease. However, at highly increased haematocrit levels patients may experience hyperviscosity symptoms. Iron-deficiency in cyanotic congenital heart disease patients is often overlooked due to elevated hemoglobin concentrations. The detection of a hemostatic abnormality and its correction by appropriate therapy are likely to minimize the side effects. Results: Children with cyanotic congenital heart disease are prone to both thrombosis and hemorrhage. Hematological management of cyanotic congenital heart disease has received little attention. The lack of practical therapeutic guidelines forced us to consolidate our observations on patients with cyanotic congenital heart disease.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Friedreich AtaksisiHasan Koç, Orhan Demir, İsrafil Şimşek, M. Mansur Tatlı
Araştırma makalesi ÖzetiFriedreich Ataksisi
FrIedreIch's AtaxIa
Akraba evliliği olan bir ailenin 8 ve 10 yaşlarındaki bir kr: ve bir erkek çocuğunda gözlenen Friedreich ataksisi vakası takdim edildi. Hastalığın genetik geçişi ve başlıca özellikleri literatür ışığı altında tartışıldı.
In this article Friedreich's ataxia cases that ob-served in two childs of a family with consanguine-ous marriage. One of diem a girl 8 years of ages and the other a boy 10 years of ages. Genetic transmis-sion and main features of the disease were discussed in knowledge of literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Toplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)Said Bodur
Araştırma makalesi ÖzetiToplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)
EvaluatIon Of Properly TImed VaccInatIon For 0-1 Years Old ChIldren AccordIng To The NatIonal VaccIne Schedule In Two TIme PoInts (1997-2007)
Çalışma, toplumun 0-1 yaş çocuk aşılamalarında ulusal aşı takvimine uyum düzeyini, bunu etkileyen faktörleri ve zaman içindeki değişimi belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma, Konya il merkezinde 1997 ve 2007 yıllarında yapıldı. Araştırmanın evreni 0-23 aylık bebek ve çocuklar olup örneklem, nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yöntemiyle belirlendi. Örnek hacimleri bir önceki dönemdeki aşılama oranları ve güç hesabı dikkate alınarak formülle elde edildi. Örneklemler 1997 için n:467 ve 2007 için n:380 olarak gerçekleşti. Veriler gözlem ve anket yardımıyla toplandı. Bulgular: 1997 yılı için yaşına göre tam aşılı bebek ve çocuk oranı %79.9’du. Ancak, gecikmesiz olarak aşı takvimine uyum oranı %35.3 düzeyindeydi. 2007 yılında ise bu oranlar sırasıyla %84.2 ve %63.7 idi. Aşı takvimine uyum durumu annenin yaşı ve öğrenim düzeyi, çocuğun yaşı ve doğum sırası, aşı kartının varlığı, aşı ile ilgili hastalık geçirme durumu ve ekonomik düzey ile ilişkili bulundu. Aşı takvimine uyum ile çocuğun cinsiyeti ve ölen kardeşinin olup olmaması arasında bir ilişki bulunamadı. Sonuç: Bu bulgulara göre çok çocuklu ailelerin aşılama konusunda yakından izlenmesi, altı aydan büyük çocuklarda aşı randevusunun hatırlatılması ve aşı kartının saklanma özelliğinin artırılmasıyla aşı takvimine uyumun artırılabileceği kanaatine varıldı.
The study was aimed to determine the ratio of properly timed vaccination according to national vaccine schedule in two time points. Method: The study was performed in Konya city center at the years 1997 and 2007. The subjects were obtained from children aged 0 to 23 months by using systematic cluster sampling. Also power estimated was received attention in this formula. Sample sizes were 467 and 380 for 1997 and 2007, respectively. The data was collected by observation and inquiry techniques. Results: Proportion of children age-appropriately immunized was 79.9 % for year 1997. However the ratio of properly timed vaccination for the vaccine schedule was only 35.3 %. These ratios for year 2007 were 84.2 % and 63.7 %, respectively. Mother’s age and educational level, children’s age and labor order, having a vaccine card, a history of sickness can be prevented by the vaccine in family members and economic status were related to the national vaccine schedule. Conclusion: We consider following families who have more children for vaccination, bringing to mind vaccination date for children aged bigger than six months and taking some cautions in order to protect vaccination card.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastalarda Tanı DağılımlarıSerhat Türkoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastalarda Tanı Dağılımları
DIagnosIs Of PatIents ReferrIng To A ChIld And Adolescent
psychIatry OutpatIent ClInIc
Bu araştırmada çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran
hastaların tanı dağılımlarının saptanması amaçlanmıştır. Ordu
Devlet Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümüne Ocak
2012-Nisan 2013 tarihleri arasında başvuran 2109 hastanın dosyaları
geriye dönük olarak incelenmiştir. Olguların daha çok erkek olduğu
(%59.6) ve 7-18 yaş grubu çocuk ve ergenlerden (%78.6) oluştuğu
saptanmıştır. Başvuran olguların %74.8’sine bir ya da birden çok
tanı konmuştur, 0-6 yaş arası olgularda tanı konma oranının %44.8,
7-11 yaş arası olgularda %84.6, 12-18 yaş arası olgularda %80.3
olduğu saptanmıştır. Olguların %9.7’sinin birden fazla tanı aldığı
saptanmıştır. Eştanı saptanma oranının en sık dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu (DEHB) grubunda olduğu belirlenmiştir. En
sık saptanan tanılar, sırasıyla DEHB, depresyon, yaygın anksiyete
bozukluğu, enürezis ve zeka geriliğidir. Tanıların cinsiyete göre
dağılımı değerlendirildiğinde, erkek çocuklarda en sık DEHB,
enürezis, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, zeka geriliği;
kızlarda ise DEHB, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, enürezis,
zeka geriliği tanısının olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda en sık
saptanan tanılar dışavurum bozuklukları olmakla birlikte, cinsiyetler
arası farklılıklar gözlenmektedir. Eştanı oranı da dikkate değer
düzeyde saptanmıştır. Eştanıların birlikteliğinde hastalığın şiddeti
daha ağır olmakta, psikososyal işlevsellikte daha ciddi bozulmalar
görülmektedir. Hangi tanıların daha sık olduğunun bilinmesi, yaş
grupları ve cinsiyetler arası tanı farklılıklarının belirlenmesi, çocuk
ve ergen psikiyatrisi poliklinik hizmetlerinin iyileştirilmesine katkıda
bulunacaktır
The aim of the present study is to identify the diagnoses of
patients who referred to a child and adolescent psychiatry outpatient
clinic. Medical records of 2109 patients referred to the Children and
Adolescent Psychiatry outpatient clinic at Ordu States Hospital,
between January 2012 and April 2013 were studied retrospectively. It
was found that the patients were mostly male (59.6 %) and within 7 to
18 years of age (78.6%). It was also determined that 74.8% of patients
had at least one diagnosis. The diagnosis rate of 44.8% in patients
between the ages of 0-6, 84.6% of patients aged 7-11 were determined
as 80.3% in patients aged 12-18. Of the cases, 9.7% were diagnosed
with multiple conditions. They were mainly in the attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) group. The most common diagnosis
was attention deficit hyperactivity disorder followed by depression,
anxiety disorders, enuresis and mental retardation, respectively.
When the distribution of the diagnoses to sex were assessed, the
most common diagnoses in boys are ADHD, enuresis, depression,
generalized anxiety disorder and mental retardation respectively,
they were ADHD, depression, generalized anxiety disorder,
enuresis and mental retardation in girls. In our study, although the
externalizing disorders are the most frequent diagnoses, there are
differences between genders. The rate of comorbid diagnosis was
found to be considerable. In the presence of comorbid diagnoses, the
disorder is experienced more heavily and psychosocial functionality
gets deteriorated. To know the most common diagnoses, diagnosis
differences within genders and possible diagnoses for certain age
groups will be useful for improving child and adolescent psychiatry
services.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr BulgularıÖzlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu ÖzetiMultisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 12 Yaşındaki Bir Olguda Marjolin ÜlserZekeriya Tosun, Adem Özkan, Sadık Şentürk, Mustafa Cihat Avunduk, Nedim Savacı
Olgu sunumu Özeti12 Yaşındaki Bir Olguda Marjolin Ülser
12 Year-Old Case WIth MarjolIn's Ulcer
Marjolin ülser, skar dokusunda ve özellikle de yanık skarlarında gelişen malignensiyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Başlangıç yanık yaralanmasından uzun yıllar sonra yanık skar dokusunda görülür. Bu grup hastalarda en sık görülen malignite skuamoz hücreli karsinom (SCC)’dur. Bazal hücreli karsinom, melanom ve sarkom daha az sıklıkta bildirilmiştir. Biyopsi en önemli tanı prosedürüdür. Tedavi geniş eksizyondur ve bölgesel lenf nodu disseksiyonudur. 12 yaşında bir olgu aksiller bölgede 10 aydır mevcut olan ve iyileşmeyen yara şikayeti ile kliniğimize başvuruldu. Hastanın aksiller bölgeden toraksa uzanan lezyonu mevcuttu. İnsizyonel biyopsi uygulandı. Histopatolojik inceleme SCC olduğunu gösterdi. Geniş cerrahi eksizyon yapıldı. Defektli alan flep ile kapatıldı. Mevcut aksiller kontraktür Z-plastilerle açıldı. Olgu, 10 yıl gibi erken sürede Marjolin ülser gelişmesi nedeniyle sunulmuştur.
Marjolin’s ulcer is a term to describe a malignancy arising from scar tissue, especially burn scars. It appears on burn scar a long period after initial burn injury. The most common malignancy is squamous cell carcinoma (SCC) for these type of patients. Basal cell carcinoma, melanoma and sarcoma have less frequently been reported. Biopsy is the most important diagnostic procedure. The treatment is wide excision and regional lymph node dissection. A 12 year old child admitted to our clinic with unhealed wound in the axillary region for ten months. The patient had an ulcer axillary region through thorax. Incisional biopsy was performed. Histopathologic examination revealed that SCC. Wide surgical excision was done. The defect area was covered with flap. Axillar contracture was reconstructed with Z-platies. The case was presented due to early development of Marjolin’s ulcer as in ten years.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi YaklaşımlarıMüslim Yurtçu
Derleme ÖzetiÇocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Adenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde RolüAhmet Eyibilen, Ziya Cenik
Araştırma makalesi ÖzetiAdenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde Rolü
The Role Of AdenoId HyperplasIa In EtIology Of Serous OtItIs MedIa.
Adenoid hiperplazisinin seröz otitis media(SOM) oluşumundaki etkisi yıllardır tartışılmakta olan bir konudur. Önceleri adenoidin kitlesel özelliğinin SOM' a yol açtığı söylenirken, son zamanlarda enfektif özelliğinin etkisinden bahsedilmektedir. Bu çalışmada adenoidektomi uygulanan 100 çocukta ortalama adenoidal- nazofarengeal oran (0.74±0.08) bulundu ve adenoidal-nazofarengeal oranın (A NO) SOM ile ilişkisi araştırıldı. A NO ile SOM arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (t=0.06, P>0.5). Aynı şekilde ANO ile negatif orta kulak basıncı arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı(t=0,06, P>0,05).
The influence of adenoid hyperplasia on occurence of serous otitis media(SOM) has been discussed for many years. Previously, it was thouhgt that the size of adenoid lead to serous otitis media, but recently its infective property is accussed. İn this study, Adenoidal-nasopharyngeal ratio(ANR) was found (means 0.74+0.08) in 100 children who undergone adenoidectomy operation, and also the relationship between ANR and SOM was investigated. There vvas not any statistically significant relationship betvveen ANR and SOM(t=0.06, P>0.5). At same time, there was not any statisticallysignificant relationship betvveen ANR and meadle ear pressure(t=0,06, P>0,05).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Duchenne Kas Distrofisi Ve AnesteziSema Tuncer, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan, Ahmet Topal, Selmin Ökesli
Olgu sunumu ÖzetiDuchenne Kas Distrofisi Ve Anestezi
KaryotypIc DIstrIbutIon Of RecIprocal Balanced And Unbalanced TranslocatIons In Our Laboratory
Bu çalışmada üreme kayıpları ve doğumsal anomalili çocuk nedeniyle sitogenetik analiz uygulanan 15 olguda farklı kromozomları tutan resiprokal translokasyonların dağılımı incelendi. 6 olguda dengesiz, 9 olguda dengeli resiprokal translokasyon saptandı. Dengesiz karyotiplerin tümü parsiyel trizomiler olup, 3’ü maternal, 3 ’ü paternal kalıtım gösteriyordu. Dengeli resiprokal translokasyon taşıyıcısı olan ve aile çalışmaları yapılabilen olgularımızın 1’1 maternal, 2'si paternal, 3 ’ü de novo idi. İki olguda dengeli resiprokal translokasyona trizomi 21 eşlik ediyordu. Bulgularımıza dayalı olarak; resiprokal translokasyonların mekanizması, populasyondaki sıklığı, taşıyıcı bireylerin üreme kayıpları ve anomalili çocuk sahibi olma riskleri gözden geçirildi.
İn this study, karyotipic distribution of reciprocal translocations were investigated in 15 cases who referred to our laboratory because of reproductive vvastage and having a baby with multiple congenital defects. They distributed as follovvs; 6 unbalanced reciprocal translocations; 7 balanced reciprocal translocations and 2 balanced reciprocal translocations with trisomy 21. Ali of the unbalanced karyotypes were partal trisomies and three of them were inherited maternally while the other three were inherited paternally. Family investigations were done in balanced reciprocal translocation carriers and it was seen that three of them were de novo, two paternal and one maternal. Mechanisms of reciprocal translocations, their population rates and risks of carriers were evaluated by using our results.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden GeçirmeHaluk Gümüş, Ekrem Akkurt, Faruk Ömer Odabaş, Halim Yılmaz, Ramazan Şimşek
Olgu sunumu ÖzetiMoya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Moyamoya DIsease: Case PresentatIon And RevIew
Moyamoya hastalığı ön ve orta serebral arterler ile internal karotid arterler arasındaki sahada obstrüksiyon veya stenoza bağlı olarak oluşan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve anjiyografik olarak tanımlanan bir durumdur. Erişkinlerde hemoraji, çocuklarda iskemi sıklıkla başlangıç semptomlarıdır. Bu yazımızda baş ağrısı, bulantı, kusma ve sol hemiparazi şikayetleri ile acil servisimize başvuran ve radyolojik bulguları sağ basal ganglion hemorajisini gösteren 21 yaşında erkek hastada teşhis edilen bir Moyamoya Hastalığı vakası sunuyoruz.
\r\n
Moyamoya disease is an entity, which is caused by obstruction or stenosis in the area between the internal carotid artery, and anterior and middle cerebral arteries, identified angiographically, and does not have an exactly known etiology. The most frequent symptoms of onset are hemorrhage in adults and ischemia in children. In this paper, we present a case of Moyamoya disease which was diagnosed with a 21 year old male patient who was admitted to our emergency department with headache, nausea vomiting and left hemiparasi complaints and whose radiological findings showed right basal ganglia hemorrhage.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Infantil Akalazyada Endoskopik DilatasyonCelalettin Vatansev, Adnan Abasıyanık, İlhan Çiftçi, Ahmet Tekin
Derleme ÖzetiInfantil Akalazyada Endoskopik Dilatasyon
EndoscopIc DIlatatIon In InfantIle AchalosIa
Çocuklarda özofagusta akalazya, özellikle bir yaşın altında oldukça nadir ve teşhisi zor bir lezyondur. On bir aylık bir kız çocuğu endoskopik balon dilatasyonuyla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Baryumlu grafide özofagus kali bresi normale döndü ve komplikasyon gelişmedi. On iki aylık takip sonrasında kusma, beslenme sorunu ve rekür- rens gözlenmedi.
Esophageal achalasia in childhood especially in whom below one year of age is a rare lesion and difficult to diag- nose. An 11 months age female infant has been treated successfully by pneumatic dilatation, after returning of the esophagus to it’s normal calibre there was no complications seen in the barium study that performed later. After a follow up period of 12 months there was no vomiting or feeding problems or recurrence of the achalasia.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun DeğerlendirilmesiMuhammet Güzel Kurtoğlu, İhsan Hakkı Çiftçi, Hamza Bozkurt, Oğuz Tuncer, Hanefi Körkoca, Mustafa Berktaş
Araştırma makalesi ÖzetiPediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Three Kluyvera StraIns Isolated From PedIatrIcs Cases
Amaç: Enterobacteriaceae familyasında yer alan Gram negatif bir bakteri olan Kluyvera sp. Çocuklarda üriner sistem infeksiyonları, enterit, yumuflak doku infeksiyonları ve sepsis gibi birçok infeksiyona sebep olabilmektedir. Kluyvera türlerinin immunsupresif hastalarda olduğu kadar immunkompetanlar için de fırsatçı bir patojen olduğu bilinmektedir. Kluyvera infeksiyonları ile ilgili bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutacağı düşünülerek Kluyvera hakkında yapılan literatür çalışmaları da gözden geçirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kluyvera izolat verileri klinik mikrobiyoloji kayıtlarının retrospektif analizi ile elde edilmiştir. Bulgular: Retrospektif incelemede üç izolatın birinin idrar, ikisinin umblikal apse örneklerinden soyutlandığı saptandı. Çalışmada, klinik öneme sahip Kluyvera izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları, (birinci ve ikinci kuşak sefolosporinler ve ampisiline karşı dirençli olmaları ile amikasin, siproşoksasin, gentamisin ve trimetroprim+sulfametoksazol’e duyarlılıkları) literatürde rapor edilen paternlerle benzerlik gösterdi. Sonuç: Hem bizim verilerimiz hem de literatür bilgilerinin bir sonucu olarak Kluyvera gibi nadir ve fırsatçı organizmalar çocuklarda önemli infeksiyon etkeni olabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: Kluyvera sp., a Gram-negative bacterium in Enterobacteriaceae family, may give rise to such infections as urinary system infections, enteritis, soft tissue infections and sepsis in children. It is known that Kluyvera species is an opportunistic pathogen detected in immunosuppressed hosts as well as in immunocompetent ones. Considering that it may enlight future studies related to Kluyvera infections, studies in the literature have been scanned. Material and Method: The data about Kluyvera spp. isolates were obtained retrospectively from clinical microbiology records. Result: It was seen that, of the 3 Kluyvera isolates, 1 was a urine specimen, and the other 2 were from umbli cal area. In this study, antimicrobial susceptibility studies of the clinically significant Kluyvera isolates showed susceptibility patterns similar to those reported in the medical literature, namely trends of resistance to ampicillin and first- and second-generation cephalosporins. Moreover none of the clinically significant isolates were resistant to amikacin, ciprofloxacin, gentamycin, and trimethoprim+sulfametoxazole. Conclusion: It was concluded in the light of both the studies in the literatüre and this study that rare and opportunistic organisms, such as Kluyvera may be an infection cause in children.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut HidrosefaliMustafa Kaçmaz
Olgu sunumu ÖzetiÇocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Acute Hydrocephalus Due To ChIldhood ColloId Cyst Of The ThIrd VentrIcle
\r\n Kolloid kistler üçüncü ventrikülün nadir benign tümörleri olup tesadüfen bulunan kistlerden akut ölüme kadar çok geniş bir klinik sunum aralığına sahiptir. Bu kistlerde sık görülmeyen bir olay olan kistin büyümesi, obstrüktif hidrosefaliye ve sonuçta hastanın durumunda ani kötüleşmeye ve ölüme neden olabilen yaşamı tehdit edici bir komplikasyondur. Üçüncü ventrikülde büyük kolloid kisti olup, literatürde in vivo tanı konmuş ani ölüme yol açan çocuk kolloid kist tıkanması vakası oldukça nadir bir durumdur. Acil servise ani şuur kaybıyla başvurup Akut Hidrosefali gelişmesi nedeniyle acil ventrikülostomi yapılmasına rağmen, 24 saat içinde beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir 3. Ventrikül kolloid kist obstrüksiyonu vakasını sunuyoruz.
\r\n
\r\n Colloid cysts are rare benign tumors of the third ventricle and have a wide range of clinical representations from incidentomas to acute death. The growth of these cysts is an uncommon event and may cause obstructive hydrocephalus that lead to sudden deterioration in the patient's condition and may cause life-threatening complications. The large colloid cyst of third ventricle caused sudden death of children due to clogging, diagnosed in vivo is a very rare case in literature. We are representing here a case which patient admitted to emergency room for sudden loss of consciousness. Even he had urgent ventriculostomy due to acute hydrocephalus development, brain death has occured because of 3rd ventricle colloid cyst.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılmasıMehmet Özdemir, Mehmet Emin Demircili, Bahadır Feyzioğlu, Sibel Yavru, Bülent Baysal
Araştırma makalesi Özetiİshalli Hastalarda Akut Viral Gastroenterit Etkenlerinin
araştırılması
InvestIgatIon Of Acute VIral GastroenterItIs Agents In DIarrhaeIc
patIent
Viral gastroenterit etkeni olan virüsler insanlarda sporadik ve
epidemik salgınlara yol açabilir. Sık görülen viral enterit etkenleri
rotavirüs, nörovirüs ve adenovirüstür. Bu çalışmada Konya
bölgesinde ishalli hastalarda bu viral etkenlerin araştırılması
amaçlandı. Hastanemiz Merkez Mikrobiyoloji laboratuvarına çeşitli
klinik, poliklinik ve yoğun bakım ünitelerinden gönderilen ve karın
ağrısı, ishal, kusma şikayeti olan hastalardan alınan 300 gaita örneği
çalışmaya alındı. Bu örneklerde mikroskopik inceleme yapılarak
parazit yönünden negatif bulunanlarda Adenovirus ve Rotavirus
immunokromotografik yöntemle, Nörovirus ELISA yöntemi ile
çalışıldı. Bu örneklerin 52’(%17,3) si Rotavirüs, 8(%2,6)’i Adenovirüs
35(%11,7) i Nörovirüs açısından pozitif olarak saptandı. Rotavirüsün
en yüksek pozitif bulunduğu aylar Kasım ve Şubat iken, Nörovirus
Ağustos ve Eylül aylarında yüksek bulundu. Viral gastroenterit
etkenleri, mevsimsel ve yaş gurubu farklılıkları olmakla beraber
her coğrafik bölgede görülmekte ve bazen ciddi infeksiyonlara
neden olmaktadır. Çocukluk yaş guruplarında ölümlere kadar varan
infeksiyonlar görülebilir. Bu nedenle sık görülen viral gastroenterit
etkenlerini rutin tanıda tespit edecek tanı sistemleri hastane
laboratuvarlarında bulunmalı ve gastrointestinal infeksiyonlarının
tanısında kullanılmalıdır.
The viruses that cause viral gastroenteritis can lead to sporadic
and epidemic outbreaks in humans. Common viral enteritis agents
are Rotavirus, Nörovirus, and Adenovirüs. In this study it was aimed
to investigate viral agents in diarrheic patients in Konya region. From
patient who has diarrhea and abdominal pain, 300 stool samples
which sent from various clinics, outpatient clinic and intensive care
units to central clinical microbiology laboratory of our Hospital, were
included in the study. Of these samples, were 52 (17.3%) positive
for Rotavirus, 8 (2.6%) positive for adenovirus, and 35 (11.7%)
positive for Norovirus. while it was detected the highest positivity to
Rotavirus in November and February; Norovirus was higher in August
and September. Although the differences observed in seasonal and
age group, viral gastroenteritis agents could be detected in each
geographical region, and sometimes can cause serious infections up
to death. For this reason, routine diagnosis of common viral agents of
gastroenteritis must be available and should be used in the diagnosis
of gastrointestinal infections in hospital laboratories.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A SıklığıMeltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Frequency Of HepatItIs A In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları genel polikliniğine çeşitli nedenlerle getirilen 2-16 yaş arası çocuklarda Hepatit A virüsü seropozitişik oranlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2005- Haziran 2006 tarihleri arasında çocuk kliniğine başvuran 345 hasta çalışmaya alındı. Çocuk hastalar 2-6, 7-11 ve 12-16 yaş olmak üzere üç gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ELISA yöntemi ile anti-HAV Ig M ve Ig G çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Anti-HAV Ig M ve Ig G pozitişiği sırasıyla % 1.4 ve % 28.7 olarak saptandı. Çalışmaya katılan olgular yaş gruplarına göre incelendiğinde, okul çağı çocuklarda okul öncesi çocuklara göre seropozitişiğin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Okula başlama ile birlikte çocuklarda Hepatit A seropozitivitesinde belirgin artış saptanması nedeniyle okul öncesi dönemde aşılanma önerilmelidir.
Aim: In this study, we aimed to evaluate the ratio of hepatitis A seropositivity in patients who applied to the outpatient clinics of of Pediatrics in Meram Medical Faculty of Selcuk University. Material and Method: 345 patients who applied to our outpatient clinics between December 2005 and June 2006 were included in the study. These children were divided into three groups as 2-6, 7-11 and 12-16 years, respectively. AntiHAV Ig M and Ig G were studied in all patients using ELISA method. The statistical analysis of the results was evaluated according to SPSS 10.0 program. Results: Positivity of anti-HAV Ig M and Ig G were found as 1.4 % and 28.7 %, respectively. When compared, hepatitis A seropositivity was significantly higher in children of school age than children under school age. Conclusion: Because hepatitis A seropositivity in children increases significantly with school age, vaccination should be recommended before school age.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tanımız Gerçekten Krup Mu?Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu ÖzetiTanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) AspirasyonuRuhuşen Kutlu, Gülseren Pamuk
Olgu sunumu ÖzetiBronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
MImIckIng BronchIolItIs ForeIgn Body (termIye) AspIratIon
Yabancı cisim aspirasyonları (YCA) çocukluk çağında sık görülen ve ciddi morbidite ve mortaliteye neden olabilen durumlardır. YCA’ları 3 yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer aniden başlayan nefes durması ve öksürük anamnezi yoksa atlanabilir, akciğer enfeksiyonlarını taklit edebilir, tekrarlayan enfeksiyonlara ve buna bağlı komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, değişik bir bakla türü olan termiye yedikten sonra aniden başlayan öksürük, kusma ve hışıltılı solunum şikayetleri ile getirilen 10 aylık bir erkek çocuk takdim edilmiştir. Hastanın teşhisi hikaye, fizik muayene, göğüs grafisi ve bronkoskopi ile konmuştur. Sağ alt bronşta yabancı cisim (termiye) vardı ve çıkarıldı. Bu olgu yabancı cisim aspirasyonunun çocukluk yaş grubunda akılda tutulması gereken bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü yabancı cisim aspirasyonu komplikasyonlara, hatta ölüme yol açabilen önemli bir problemdir.
Foreign body aspirations (FBA), which have high mortality and morbidity rate, are common pediatric emergency issues occured in childhood. FBA is seen more frequently among children under 3 years old. If there is no history of sudden-onset choking and cough, it can be ignored and the patient may come with recurrent pulmonary infections and its related complications. In this report, 10-monthold boy patient who was brought with complaints of sudden-onset of cough, vomiting and wheezing after eating a kind of broad bean ( termiye) was presented. Diagnosis was established on the history, physical examination, the chest X-ray and bronchoscopy. The foreign body (termiye) was located in the right inferior bronchus and removed. This case emphasizes that the presence of a foreign body aspiration must be kept in mind in childhood. Because foreign body aspiration is a serious problem that may lead to complications or even to death.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Psıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların DegerlendırılmesıÖmer Böke, Sıtkı Karaca, Nazmiye Kaya, Rahim Kucur
Araştırma makalesi ÖzetiPsıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların Degerlendırılmesı
EvaluatIon Of The ChIldren Who Were AdmItted To PsychIatry Department In A Year
Bu calısmada, S.U. Tip Fakiiltesi Psikiyatri pa-liklinigine Eylid 1993- Eylid 1994 tarihleri arasinda ilk kez bapuran 226 cocuk hastanin poliklinik kart-tart sosyodemografik ye klinik ozellikleri yoniinden gerive dijniik olarak arapradt. Kim!' olanaklarla ye cocuk ve Ergen psikivatristi hulunmayan or-tamda verilen hizmetin degerlendirilmesi ye eri§rkin psikiyatristinin, cocuk psikiyatristi bulunmayan yer-lerde cocuk hastalarla karplagtginda sintrlartnin ne olacaginin tartt§ilmasz amaclandt. Bir yrl ifinde erickin psikiyatri poliklinigine 3-16 yaVaz- arasinda 226 pasta hafvurdu. Bunlarin %58'i erkek %42 `si kiz idi. En yiiksek havuru %31.85 lie 12-14 yaVar arasinda, %38.49 hirinci cocuk ge-Olgularin %84.07'si dogrudan ailenin ka-rart ile poliklinige getirilmigir. Polikligine bapuru ekline Ore ikinci strada ktzlar %14.43 kon-sultasyon istegi, erkekler %8.52 adli vaka sebehiyle Bapuru lekline gore kalarla erkekkr arasinda anlamli lark vardir (p<0.05). Bapurzt ya-kinmasi dagthmina gore ise, eniirezis, zeka geriligi, davrang bozuklugu, kekemelik erkekierde. somatik, depresif ye konversif yakinmalar ktzlarda daha cok rastlandi. Aralarzndaki lark istatistiksel olarak an-lamit hulundu (P<0.05). Sonuc olarak hir yil i•inde cocuk Psikiatristi ol-mayan bir klinige 226 ilk bapurunun olrnast gedeki cocuk Psikiyatristine plan gereksinimi aczk-ca orraya koymaktir.
Sociodemographic and clinical features of 226 children, who were admitted to the outpatient clinic of psychiatry department of Selcuk University for the first time, between september 1993-and september 1994. were analyzed retrospectively. The purpose of this study is to reveal the problems of an adult psychiatrist when he come face to face with the children in a condition where female. Most of the children were between 12-14 years old and were the first child of the family. The patients admitted to the clinic mostly because of their parents regrests. The second reason of admittance was other physicians consultation request for female, and legal report for male. The differance was significant (p<0.05). Main complaints were enuresis, mental retardation, con-duct disorder, developmental articulation disorder for males, and somatic. depressive and conversive for females_ The differents was statistically sig-nificantly (p<0.05). As a result, 226 first admissions to a clinic in-dicates the need to a child psychiatrist in this dist-rict.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?Derya Çimen, Bülent Oran, Semra Arıbaş, Tamer Baysal
Araştırma makalesi ÖzetiÇocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?
Do We Perform EchocardIography Assesment For Innocent Heart Murmurs In ChIldhood?
Amaç: Kardiyovasküler sistem muayenesi sonucu masum üfürüm ön tanısı konulan hastaların kesin tanısında ekokardiyografinin mutlaka gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Haziran 2007 ile Aralık 2007 tarihleri arasında fakültemiz Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine ilk kez başvuran ve yaşları 1 gün ile 17 yaş arasında değişen ve fizik muayene, elektrokardiyografi (EKG) ve telekardiyografi incelemeleri sonucunda masum üfürüm ön tanısı ile ekokardiyografik inceleme yapılan 466 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Masum üfürümlü hastaların hiçbirinde hemodinamik olarak önemli kardiyak patoloji tespit edilmedi. Ayrıca masum üfürümler tiplerine göre değerlendirildiğinde, masum pulmoner üfürümünün en yüksek oranda (%47.4) duyulduğu tespit edildi. Sonuç: Hastaların % 69’unda ekokardiyografik inceleme ile hemodinamik olarak anlamlı olmayan minör doğumsal kalp hastalıkları tespit edilmiş ve bunların %12’sinin infektif endokardit proşaksisi verilmesi gereken hastalıklar olduğu görülmüştür. Bu nedenle üfürüm duyularak polikliniğimize gönderilen hastalarda fizik muayene ile masum üfürüm düşünülse bile ekokardiyografik inceleme yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
Aim: It is aimed to evaluate the necessity of echocardiographic asssesment for the patients in whom the innocent heart murmurs are heard after the cardiovascular system examination. Material and Methods: The files of 466 patients, ages varied between 1 day and 17 years-old, who were performed echocardiographic assessment and referred to our Pediatric Cardiology Outpatient Clinic because of innocent heart murmur due to physical examination, electrocardiography and telecardiograpy between June 2007- December 2007 were evaluated respectively. Result: Patients who have innocent heart murmurs were not detected any important cardiac patology for hemodynamic physiology. Also, when the innocent heart murmurs is evaluated according to types, it is determinated that the most heart murmur is the innocent pulmoner murmur (47,4%). Results: In 69% of the patients who were performed ecocardiographic assesment, minor congenital heart anomalies were establised with any hemodynamic abnormalities and also 12% of them were given infective endocarditis preventive treatment. For this reason; it is determined to be suitable that echocardiographic assesment for the children who are reffered to our outpatient clinic because of heart murmur in physical examination despite the result of innocent heart murmur.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kronik Effüzyonlu Otitis Medialı Olgularda Orta Kulak Sıvısının Bakteriyolojik AnaliziBahar Keleş, Kayhan Öztürk, Hamdi Arbağ, Bedri Özer
Araştırma makalesi ÖzetiKronik Effüzyonlu Otitis Medialı Olgularda Orta Kulak Sıvısının Bakteriyolojik Analizi
BacterIologIcal AnalysIs Of MaterIal AspIrated From ChronIc OtItIs MedIa WIth EffusIon
Çalışmamızın amacı, kronik effüzyonlu otitis medianın (KEOM) pathogenezinde bakterilerin rolünü belirlemektedir. Mayıs 2003-Ocak 2006 yılları arasında kliniğimize başvuran ve KEOM tanısı konulup ventilasyon tüpü uygulanan 40 olgu çalışmaya alındı. Otuzsekiz olguda bilateral, 2 olguda unilateral olmak üzere toplam 78 kulakta effüzyon tespit edildi. Effüzyon örnekleri mikrobiyoloji laboratuarında kültüre edilip kültürde üreyen bakteriyolojik ajanların antibiyotik duyarlılığı incelendi. Onyedi (%21.8) effüzyon örneğinde bakteriyel üreme olurken, 61 (%78.2) effüzyon örneğinde ise üreme olmadı. En sık tespit edilen etken patojen Haemophilus influenzae (%29.5) idi. Bunu sırasıyla Streptococcus pneumoniae (%17.7), Coagulase negative staphylococcus (%11.8), Moraxella catarhalis (%11.8), Staphylococcus aereus (%11.8), Corynobacterium Spp (%5.8), Enterococcus spp (%5.8) ve Lactobasil (%5.8) takip etmekteydi. Penisilin-G direnci M. Catarhalis’de %100, H. Influenza’da %80 ve S. Pneumoniae’da %64.7 oranında tespit edildi. Effüzyon örneklerinin çoğunun steril olması nedeniyle KEOM’lı olgularda rutin antibiyotik tedavisi başlamak yerine, altta yatan sebebe (allerji, östaki disfonksiyonu, adenoid vegetasyon, gastroözefagial reflü, vs) yönelik tedavi verilmesi daha uygun olacaktır. Bunun yanı sıra antibiyotik kullanımı gerektiren olgularda ise etken patojenlerin yüksek penisilin drenci olduğu akılda tutulmalı ve antibiyotik seçimi ona göre yapılmalıdır.
To determine bacteriology and antibiotic sensitivity of chronic otitis media with effusion (COME). The study group consist of 40 children with COME who had undergone miringotomy between May 2003 and January 2006. In 38 children, both of ears demonstrated effusions, whereas in two children, only one ear had effusions. Total of 78 effusion samples were cultured for bacteria and antimicrobial testing was performed for antibiotic sesitivity. Although in the 21.8% (17) of effusion samples showed bacterial growth, in the 78.2% (61) of effusion samples no showed bacterial growth. Haemophilus influenzae (29.5%) was the most common causative pathogen, followed by Streptococcus pneumoniae (17.7%), Coagulase negative staphylococcus (11.8%), Moraxella catarhalis (11.8%), Staphylococcus aereus (11.8%), Corynobacterium Spp (5.8%), Enterococcus spp (5.8%) and Lactobasil (5.8%) were isolated. Penicilin resistance was found in %64.7 of Streptococcus pneumoniae. Most of effusion samples were sterile. Therefore, the treatment of patient with COME should be recovered predisposne foctors (allergy, Eustachian Tube Dysfunction, Adenoid Hyperplasia, Gastroesophageal reflux) rather than routine antibiotic use.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı AraştırılmasıYaşar Cesur, Murat Doğan, Sevil Arı Yuca, Erdal Peker, Mesut Okur, Sinan Akbayram, Şekibe Zehra Doğan
Araştırma makalesi ÖzetiHastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı Araştırılması
The EveluatIon Of CystIc FIbrosIs Frequency In ChIldren WIth MalnutrItIon And/ Or Recurrent Pulmonary InfectIon
Kistik fibroz (KF), transmembran ileti regülasyonu genindeki mutasyon sonucu oluşur ve otozomal resesif kalıtım gösteren beyaz ırkın en sık rastlanan ölümcül hastalığıdır. Hastalığın sıklığı beyaz ırkta 1/2500-1/3500, Afrika kökenli Amerikalılarda 1/1700 civarındadır. KF’nin ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Bu çalışmada, hastaneye başvuran tekrarlayan akciğer enfeksiyonu ve/veya malnutisyonu olan çocuklarda Kistik fibrozis sıklığının bulunması amaçlanmıştır. Çalışmaya Şubat 2007 ile Ocak 2010 tarihleri arasında kliniğimize başvuran tekrarlayan akciğer ve/ veya malnutrisyonu olan vakalar alındı. Vakalarda kistik fibrozis tanısı, kistik fibrozis kliniği ile uyumlu bulgulara sahip olma, diğer hastalıkların dışlanması ve ter testi pozitifliği esaslarına göre kondu. Çalışmaya 491 çocuk vaka alındı. Vakaların yaşları minimum 2, maksimum 216 ay olup ortalama 26,1±35.01 ay idi. Vakaların 335 (%68.3)’si erkek, 156 (%31.7)’ü kız idi. Çalışmaya alınan vakalar ter testi sonucuna göre değerlendirildiğinde pozitif ter testi vaka sayısı 35 (%7.1) idi. Tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda KF sıklığı %5.3, malnutrisyonu olanlarda %8.8, malnutrisyonu ve/ veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda ise %7.1 (%95 Confidence interval 3.9 -9.2) olarak bulundu. Bu çalışma ile biz hastaneye başvuran malnutrisyon ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan olgularda Kistik Fibrozis tanısının erken konulması ve geç komplikasyonlarının önlenmesi için mutlaka akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik.
Cystic fibrosis (CF) which is occurred by mutations in the gene regulation of transmembrane message shows autosomal recessive inheritance. It is also the most common fatal diseases in white race. The frequency of disease is estimated as 1/2500-1/3500 in white race, 1/1700 in African Americans. But the frequency of CF is not known for our countries. In this study, the frequency of disease was tried to find in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections who admitted to hospital. This prospective study was conducted between February 2007 and January 2010 and children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections were enrolled the study. The diagnosis CF was made by using positive sweat test and appropriate clinical findings and rule out of other diseases which also caused recurrent pulmonary infections or malnutrition. A total of 491 children were enrolled the study. The mean age of children was 26,1±35.01 months with the range of 2-216 months. Of all children, 335 (68.3%) were male and 156 (31.7%) were female. Positive sweat test was found in 35 (7.1 %) children. The frequency of CF was found to be 5.3 % in children with malnutrition and 8.8 % in children with recurrent pulmonary infections. Finally we emphasized one more times that CF should be keep in mind in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections due to its early diagnosis and prevention of late complications.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı CisimSami Ceran, Burhan Apilioğulları
Olgu sunumu ÖzetiAkciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Tracheobroncheal ForeIgn Body WIth A GIant Bullae Of Lung
Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı, çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görünmektedir.
Bu hastalık çoğunlukla akciğer lobulusları arasındaki septumlara
komşu olan lobulus dış bölümünü tutar. Genellikle sigara içenlerde ve
üst loblarda görülür. Bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza
çıkabilirler. Bronşial sistemde görülen yabancı cisimler ise daha
çok çocukluk çağında karşımıza çıkan netice ve komplikasyonları
açısından oldukça önemli bir durumdur. Çıkartılmayan uzun süre
bronş içinde kalan yabancı cisimler bronş stenozu, abse, bronşektazi
gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bizim vakamız spontan
pnömotoraks ile başvurmuş olan kronik sigara içicisi olan bir
hastaydı. Hastada alt lobları tutan bilateral dev büller tespit edildi.
Operasyona alınan hastanın sağ alt lob distalinde tamamen bül
formasyonu gelişmiş olan segment komşuluğunda organize olmuş
yabancı cisime rastlandı. Bronşial obstrüksiyon yapan etkenler
check-valve mekanizması ve inflamatuar süreçte Proteolitik –
antiproteolitik dengenin bozulmasına yol açabilirler. Bu durum
akciğer hasarına ya da var olan hasarın artmasına neden olabilir.
Büllerin normal lokalizasyonu dışında alt loblarda yerleşmiş olması
ve hastada intrapulmoner bir yabancı cismin bulunmuş olması, büllöz
hastalıklarda karşılaşılan nadir bir birlikteliktir.
Bullous lung disease, one of the serious pulmonary diseases
which is mostly observed together with paraseptal emphysema
spreads on the outer part of lobulus adjacent to septums between
pulmonary lobulus. It is widely common among smokers’ upper
lobs. This patients present with spontaneous pneumothorax. And
foreign bodies in bronchial system is a situation mostly emerging at
childhod which has critical importance in terms of its consequences
and complications. If not pulled out, foreign bodies remaining
inside bronchi for extended periods can cause complications such
as bronchial stenosis, abscess and bronchiectasis. In our case, the
patient was a chronic smoker who applied us having spontaneous
pneumothorax. Bilateral giant bullae spreaded on lower lobes was
spotted. Organized foreign body in the neighbourhood of throughly
grown up bullae formation segment on distal part of right lower lobe
was observed during the surgery. Agents of bronchial obstruction
can cause proteolytic – antiproteolitik imbalance in check-valve
mechanism and inflammatory process. This circumstance can harm
the lungs or increase the existing harm. Localization of bullae in the
lower lobes rather than their standard location and presence of a
foreign body is a rare occasion of association for bullous diseases.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Doğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut IsısıHayrullah Alp, Sevim Karaarslan, Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hakan Altın, İlknur Yavuz
Araştırma makalesi ÖzetiDoğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut Isısı
Body Temperature In Down Syndrome ChIldren WIth CongenItal Heart DIsease
Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda gün içerisindeki vücut ısı değerlerinin belirlenmesi ve bulguların kontrol grubu ile karşılaştırılması. Çalışmaya, hastanemiz çocuk kardiyoloji servisinde Eylül-2010 ve Ağustos-2011 tarihleri arasında enfeksiyon dışı çeşitli nedenler ile yatırılarak takip edilen ve doğuştan kalp hastalığı bulunan 51 Down sendromlu vaka alındı. Kontrol grupları ise sırasıyla Down sendromu olmayan doğuştan kalp hastalığı bulunan ve bulunmayan olmak üzere her biri 26 kişiden oluşan çocuklardan seçildi. Tüm gruplarda yatış esnasında; sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı belirlendi. Ayrıca, açıklanamayan ve sık tekrarlayan üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan Down sendromlu vakalarda humoral ve hücresel immün sistemler değerlendirildi. Tüm hastalarda sabah, öğlen, akşam ve gece ikişer kez olmak üzere toplam sekiz zaman diliminde vücut ısısı ölçümü yapıldı. Gruplar arasında sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı açısından istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi. Down sendromlu vakalarda en sık tespit edilen doğuştan kalp hastalığı izole ventriküler septal defektti. Down sendromlu grup ile diğer iki kontrol grupları arasında ölçüm yapılan tüm zaman aralıklarında, vücut ısısı değerleri açısından anlamlı fark olduğu ve Down sendromlu vakalarda bazal vücut ısısının gün boyunca yüksek seyrettiği görüldü. Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda bazal vücut ısısı gün içerisinde sağlıklı çocuklara göre daha yüksek seyretmektedir. Bunun nedeni eşlik eden hemodinamik bozukluklardan öte bu Down sendromunda hipotalamik termoregülatuvar merkezin bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Bu nedenle Down sendromlu vakalarda ateş için sınır değer sağlıklı çocuklardan farklı olmalıdır.
Evaluation of body temperature in a day period in Down syndrome children with congenital heart disease and comparison of results with control group. Fifty-one Down syndrome children with congenital heart diseases who were hospitalized and followed up in pediatric cardiology clinic because of various non-infectious etiologies between September 2010 and August 2011 were included in the study. The two control groups were selected from 26 non-Down children who had and had not congenital heart disease respectively. Sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts were determined in all groups during hospitalization. Humoral and cellular immune systems were evaluated in Down syndrome patients with recurrent and/or nonexplained upper and lower airway infectious. Body temperature was determined in all patients twice a day in morning, noon, evening and night. No statistical differences was detected between the groups according to sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts. Isolated ventricular septal defect is the most common detected congenital heart disease in Down syndrome patients. Body temperature measurements were statistically different in Down syndrome group than two control groups and it was detected that basal body temperature was higher during the day. Body temperature is higher in Down syndrome children with congenital heart disease during the day. This is because of the defect in hypothalamic temperature regulator center rather than the hemodynamic defect. For this reason the limit temperature of fever in Down syndrome patients should be different than healthy children.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Holt-Oram SendromuHamiyet Pekel, Hidayet Durmaz
Araştırma makalesi ÖzetiHolt-Oram Sendromu
Holt-Oram Syndrome
İskelet ve kardiovasküler anomali ile ilgili Holt-Oram Sendromlu ve içe kayması olan erkek bir çocuk hasta sunuldu. Hastada; her iki kolun hipoplazik, sağ elde üç parmak, sol elde dört parmak, atrioseptal defekt ve gözlerde 35 prizm diopri içe kayma olduğu tespit edildi. Pedigri incelenmesinde, annede ortaya çıkan ilk mulasyon ile yorumlandı.
A maIe child who had a skeletal and cardiovascular anomaly relaled with Synrome and esotropia was presented. On !his palient following symptoms were observed; bilaterally hypoplasique arm, 3 fingers on the right and 4 flngers on the left hand, arrioseptal defect and on the. eye 35 prisin diopri esoıropia, in the pedigri, tl was stated that was a first mutation occurred in mother.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit OlgusuErtan Sal, Mehmet Açıkgöz, Cihangir Akgün, Erdal Peker, Fesih Aktar, Muhammed Akıl, Hüseyin Çaksen
Olgu sunumu ÖzetiSalmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
An EncephalItIs Case Caused By Salmonella TyphI
Salmonella enfeksiyonları çocuklarda kendini sınırlayan gastroenterit enfeksiyonları şeklinde ortaya çıkar. Salmonella enfeksiyonları nadiren merkezi sinir sistemi enfeksiyonu şeklinde karşımıza çıkar. Salmonellalara bağlı merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının yaklaşık %83’ü 2 yaşın altında görülür. Bu makalede, konvülziyon şikayetiyle getirilen, beyin omirilik sıvısı incelemesinde protein artışı olup mikroskopla direk bakıda hücre görülmeyen elektroensefalogram ve beyin magnetik rezonans incelemesi ensefalitle uyumlu olan takiplerde ensefalit etkeni olarak Salmonella Typi tespit edilen oniki yaşında erkek sunulmuştur. Vaka ensefalit etkenleri arasında nadirde olsa Salmonella Typi görülebileceğini hatırlatmak vurgulamak amacıyla sunuldu.
Salmonella infections in children usually present with self limiting gastroenteritis. These infections rarely affect the central nervous sytem and are usually seen under the age of 2 years. In this article, a 12-year-old male patient is presented who was admitted with the complaint of convulsions. On examination, the protein was found to be increased in the cerebrospinal fluid and no cell was observed on direct microscopy. Electroencephalogram and brain magnetic resonance imaging findings were consistent with encephalitis and the agent of encephalitis was found to be Salmonella Typhi. The case was presented in order to remind that Salmonella Typhi can be observed within encephalitis agents, albeit rarely observed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden ParametrelerAhmet Midhat Elmacı, Muhammet Irfan Donmez
Araştırma makalesi Özetiİkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden Parametreler
Factors That Would IndIcate The DIagnosIs Of DIlatIng Vur In The Second Vcug
\r\n AMAÇ
\r\n
\r\n Bu çalışmanın amacı ilk işeme sistoüretrografisi (İSUG) normal olup ikinci bir işeme sistografisine gerek duyulan hastalarda dilate vezikoüreteral reflü (VUR) tanısına işaret edebilecek faktörleri tanımlamaktır.
\r\n
\r\n MATERYAL VE METOT
\r\n
\r\n Hastanemizde takipli hastalardan 2012 – 2017 yılları arasında işeme sistouretrografisi çekilmiş olanlar geriye dönük olarak tarandı. Birden fazla İSUG çekilen hastalar belirlendi. Bu hastalar içinden ilk İSUG sonucu normal olup da takipte tekrar İSUG çekilen hastalar çalışmaya dahil edildi. İlk İSUG sonucu normal olmayanlar (vezikoüreteral reflü, posterior uretral valv, divertikül vb.) dışlandı. Dahil edilen gruptaki hastalar yaş, cinsiyet, alt üriner sistem bozukluğu (AÜSB), renal skar varlığı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığı, anormal ultrasonografi bulguları (mesane anormallikleri, hidronefroz) ve teknik problem faktörleri (işeme fazı yokluğu vb.) açısından değerlendirildi. İkinci İSUG çekilmesini işaret eden faktörü belirlemek için Mann-Whitney U (sürekli veriler için) ve ki kare (kategorik veriler için) kullanıldı.
\r\n
\r\n BULGULAR
\r\n
\r\n Çalışmamızda toplamda 25 hastaya ikinci kez İSUG yapıldığı saptandı (19 kız, 6 erkek; ortalama yaş 6 ± 3 yıl). İki İSUG arasında gecen medyan zaman 12 ay (1-72 ay) olarak bulundu. Hastaların 11’inde ikinci İSUG’da VUR saptanırken bunların 7 tanesi (%28) dilate VUR (≥ grade 3) idi. Ayrıca bu 7 hastanın 6’sinda VUR çift taraflıydı. Bakılan faktörler arasından yalnızca tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu dilate VUR saptanması açısından anlamlıydı (p=0,049). Teknik problemlere bağlı ikinci İSUG çekilmiş olan hastaların hiçbirinde VUR saptanmadı.
\r\n
\r\n SONUÇ
\r\n
\r\n İlk İSUG sonucu normal olmasına rağmen ikinci ISUG çekilmesi gereken vakaların %28’inde dilate VUR saptanabilmektedir. İdrar yolu enfeksiyonu, dilate vezikoüreteral reflüyü işaret edebilecek tek faktör olarak bulunmuştur. İlk İSUG sonucu normal bulunan hastalarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığında tekrar İSUG çekilmesi önerilmektedir.
\r\n
\r\n PURPOSE
\r\n The aim of this study is to analyze if there were any factors that would indicate the diagnosis of dilating vesicoureteric reflux (VUR) (≥ grade 3) in the second voiding cystourethrogam (VCUG) of children with a normal first VCUG.
\r\n
\r\n MATERIAL AND METHODS
\r\n Patients who underwent VCUG between 2012 and 2017 were retrospectively reviewed. Within the cohort, patients who required more than one VCUG were abstracted and those with an abnormal first VCUG (VUR, posterior urethral valve, etc.) were excluded. Factors such as; age, gender, lower urinary tract dysfunction (LUTD), renal scarring, recurrent urinary tract infection, abnormal ultrasonography findings (bladder abnormalities/variable degrees of hydronephrosis), and technical problems (absence of voiding phase) were noted. Mann-Whitney U test was used for continuous variables whereas Chi Square test was used for categorical values.
\r\n
\r\n RESULTS
\r\n A total of 25 patients were found to have undergone more than 1 VCUG (19 girls, 6 boys; mean age 6 ± 3 years). Median time period between the two VCUGs were 12 months (range 1 – 72 months). VUR was detected in 11 patients, while dilating VUR was discovered in 7 patients. Among those, 6 patients were diagnosed with bilateral VUR. Recurrent UTI was found to be the only factor that would indicate dilating VUR in the second VCUG (p=0,049). Interestingly, no VUR was detected in cases that were performed after a first VCUG with inadequate technique.
\r\n
\r\n
\r\n CONCLUSION
\r\n
\r\n Recurrent UTI was shown to be the sole factor that would indicate the diagnosis of dilating VUR in the second VCUG. In our study, 28% patients with a normal first VCUG were shown to have dilating VUR in the second study. Therefore, in recurrent febrile UTI, second VCUG should be considered in patients with a normal previous imaging.
\r\n
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Menengokok Hastalığı (63 Vakanın Değerlendirilmesi)Haluk Yavuz, Hasan Koç, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Mustafa Böncü, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Menengokok Hastalığı (63 Vakanın Değerlendirilmesi)
MenIngocaccal DIsease In ChIldren (revIew Of 63 PatIents)
Menengokok enfeksiyonları bazen menengokolcsemi ve menenjit yaparak, önemli derecede mortalie ve morbiditeye yol açmaktadır. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, bölgemizde de, menengokok hastalığı olan hasta sayısında, önemli artış görülmektedir. Bu araştırmada S.Ü. Eğitim ve Araştırma Hastanesine yatırılarak tedavi edilen 63 hasta değerlendirilmiştir.
Meningococcal infections sometimes leads to meningococceınia and meningiiis which cause high rnortality and morbidity. in recent years, as observed elsewhcre iıt ihe world, in our region the number of patients with meningococcal disease are seriou.sly being increased. in this study, 63 patients with meningococcal disease were evaluaied at the Selçuk University Research and Training Hospital.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Mekanik VentilasyonGökhan Kalkan
Derleme ÖzetiÇocuklarda Mekanik Ventilasyon
MechanIcal VentIlatIon In ChIldren
Mekanik ventilasyon (MV) çağdaş yoğun bakım anlayışının en önemli parçası ve yoğun bakımlara yatışların en sık nedenlerinden biridir. Bu yazıda günümüzde yoğun bakım ortamında, çocuk yoğun bakım uzmanlarınca gerçekleştirilme eğiliminde olan mekanik ventilasyon uygulamalarının tüm hekimlerce gerektiğinde kolaylıkla kullanabilmeleri açısından bazı temel mekanik ventilasyon prensiplerinin aktarılması hedeflenmiştir. Hayatı devam ettirmek için gerekli olan spontan solunum tehdit altında olduğunda MV endikasyonu doğar. Günümüzde hastaların MV ihtiyacını belirlemede temel kriter hastaların laboratuvar değerlerinden çok hekimin klinik kanaatidir. Ventilatörle ilgili bazı terimlerin doğru bilinmesi mekanik ventilasyonun başlatılması açısından önemlidir. Hastaya verilecek solunum desteğinin tarzı ventilatörün moduyla belirlenir. Temel modlar arasındaki esas fark hastanın spontan solunumuna karşı ventilatörün davranış şeklidir.
Mechanical ventilation (MV) is the most important part of contemporary critical care concept and one of the most frequent reasons for intensive care admissions. Currently, there is a tendency to use the mechanical ventilators in the intensive care units by pediatric intensivists. The aim of this review is to summarize the basic principles of mechanical ventilation in order to be applied when required by all physicians. There is an indication for MV when the spontaneous respiration is threatened to sustain life. Currently, the principal criteria to determine the need for MV is the clinical judgement of the physician rather than laboratory results of the patients. Some of terminology should be well- known to initiate the MV. The main difference between the basic ventilator modes ventilator’s ability to detect and and respond to patient’s own spontaneous respiration.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Splenektorni EndikasyonlarıAlaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sağlık Bilgisi Dersi Veren Öğretmenlerin Sağlık Bilgi Düzeyinin DeğerlendirilmesiSaid Bodur, Yasemin Durduran, Hasan Küçükkendirci
Araştırma makalesi ÖzetiSağlık Bilgisi Dersi Veren Öğretmenlerin Sağlık Bilgi Düzeyinin Değerlendirilmesi
The Assesment Of Level Of Health Related Knowledge Of Teachers Of Health EducatIon
Bu çalışmada, ortaöğretim kurumlarında sağlık bilgisi dersine giren ve girmeyen öğretmenlerin sağlıkla ilgili temel konulardaki bilgi düzeyinin karşılaştırılması amaçlandı. Bu kesitsel çalışma, 2011 yılında Konya il merkezindeki tüm ortaöğretim okullarında yapıldı. Örneklem, sağlık bilgisi dersine giren ya da sağlıkla ilgili kulüplerde rehberlik yapan tüm öğretmenler ile en az aynı sayıda diğer derslere giren öğretmenlerden oluşturuldu. Veriler anketör gözetiminde kendi kendine doldurulan bir anket yardımıyla toplandı. Anketin ilk bölümü demografik bilgilerle ilgili olup ikinci bölüm sağlığı koruma, geliştirme, aşılar, bulaşma, beslenme, sağlıklı davranış biçimleri, ergen sağlığı, sık karşılaşılan sağlık problemlerinde ilk yaklaşım, gibi konulardaki bilgileri değerlendiren 35 sorudan oluşturuldu. Genel sağlık bilgi düzeyi, her konu için “bilen 2”, “kısmen bilen 1” ve “bilmeyen/boş 0” olacak şekildeki kodlanıp yüzlük puana dönüştürülerek değerlendirildi. Veri analizinde t testi ve varyans analizi kullanıldı. Çalışmaya katılan 314 öğretmenin yaş ortalaması 39±8 yıl olup % 55’i erkek, % 45’i kadın ve % 90’ı evli idi. Katılımcıların % 39’u sağlık bilgi dersine giren ya da sağlıkla ilgili bir kulüpte rehber öğretmenlik yapan, % 61’i ise diğer derslere giren öğretmenlerdi. Ortalama puan; sağlık bilgisi dersine giren grupta (56±16) diğer öğretmenlere (43±14) göre daha yüksekti (P
This study was aimed to compare the knowledge levels of health education teachers with others in basic health subjects. This crosssectional study was performed in all high schools in Konya city center in 2011. The sample consisted of teachers who taught health education or counseled in health related clubs and same number of teachers of other lessons. Data were obtained by a questionnaire filled by teachers themselves under the supervision of interviewer. First part of the questionnaire was about demographic information while the second consisted of 35 questions evaluating the knowledge about protection, improvement, vaccines, contagion, diet, healthy behavior, adolescent health, first approach to frequently encountered health problems, etc. Overall level of health knowledge was assessed by summing the points for each subject, 2 for known, 1 for partially known and 0 for unknown/blank, and converting them to percentage. T test and variation analysis were used for data analysis. The mean age of 314 teachers participated in the study was 39±8, 55% of them were males, 45% were females and 90% were married. 39% of the participants consisted of health education teachers and guide teachers of health related clubs, 61% were the teachers of other lessons. The average score was higher in health education group (56±16) than the other teachers (43±14). The knowledge score was also higher in female teachers and graduates of health related faculties (biology, physical education, child development). Teaching health education or counseling in a health related club increases the general knowledge level of teachers. In writers’ opinion, improving the knowledge level of teachers in health might help students to acquire positive behaviors about health as the current level is not adequate and significant number of wrong answers was present.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin EtkinliğiMüslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi ÖzetiKarın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesiTamer Baysal
Araştırma makalesi ÖzetiKernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
InvestIgatIon Of Grovvth Hormone In PatIents VvIth KernIcterus.
Bilirübin ensefalopatisi veya kernikterus, indirek bilirübinin beyini etkilemesi ile ortaya çıkar. Bunun sonucunda bazı hastalarda beyin felci ve sağırlık gelişir. Bu çalışma kernikterusun önceden araştırılmamış bir yönünü, büyüme üzerine etkisini incelemek amacı ile gerçekleştirildi. Araştırmada, yenidoğan (YD) döneminde kernikterus teşhisi konulanlar (22 vaka), kan değişimi yapılıp kernikterus belirtisi olmayanlar (18 vaka), sadece fototerapi uygu lananlar (14 vaka ) ve YD döneminde sarılık geçirmemiş çocuklar (15 vaka) ortalama 21 aylıkken incelendi. Bütün vakalara tam kan, tam idrar, kan şekeri ve büyüme hormonu(BH) tahlilleri yapıldı. Büyüme hormonu tayini için bütün vakalara L-Dopa uyarı testi uygulandı. Kernikterus teşhisi konulan gruptaki 6 hastada belirgin sinir sistemi bozukluğu vardı. Bunların 5’ inde büyüme ger iliği tesbit edilirken, diğer gruplardaki hiçbir vakada büyüme geriliği yoktu (p<0.01). L-Dopa uyarı testi sonuçları 0. ve 90. dakikadaki BH seviyesinin kernikterus teşhisi konulanlarda diğerlerine göre düşük olduğunu gösterdi (p<0,05). Araştırmamız kernikterus geçirmiş vakalarda büyüme geriliği görülebileceği, bunun nedenlerinden birinin de beslenme bozukluğu ve hormon değişikliklerine ait olabileceğini düşündürmüştür. Hormon değişikliklerinin tam olarak anlaşılabilmesi için başka çalışmalar gerekmektedir.
Bilirübin encephalopathy or kernicterus is a neurologic syndrome resulting from the deposition of uncongugated bilirübin in brain celis. Features of kernicterus may include cerebral palsy and deafness. The purpose of this research was to investigate the effects of kernicterus on grovvth and grovvth hormone. Our research included 22 patients with kernicterus, 18 patients vvho had exchange transfusions but having no features of kernicterus, 14 patients who had only phototherapy, and 15 patients vvho had no jaundice during neonatal period vvho vvere inves- tigated at 21 months old (mean age). Ali patients had complete blood count, urine analysis, glucose, and grovvth hormone. We observed overt neurologic abnormalities in 6 patients vvith kernicterus. There vvas grovvth retardation in 5 of 6 infants vvith neurologic abnormalities. There vvas no grovvth retardation in other patients. Our research has indi- cated that there may be grovvth retardation in patients vvith kernicterus and the reason for this may be nutritional disorders. More investigations must be done in order to understand the abnormalities in grovvth hormone in patients vvith kernicterus.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Üniversite Hastanesi Çocuk Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastaların AnaliziMine Şahingöz, Nazmiye Kaya
Araştırma makalesi ÖzetiBir Üniversite Hastanesi Çocuk Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastaların Analizi
AnalysIs Of PatIents Who AdmItted To The ChIld And Adolescent OutpatIent ClInIc In A UnIversIty HospItal
Çalışmamızda çocuk ve ergen psikiyatrisine başvuran hastaların belirti ve tanı dağılımlarının saptanması amaçlanmıştır. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine 2002 -2007 tarihleri arasında başvuranların dosyaları geriye dönük olarak incelenmiştir. Çalışmaya alınan olguların başvuru şikayetleri incelendiğinde, en sık görülen yakınmaların sinirlilik, aşırı hareketlilik, alt ıslatma, kekeleme, sıkıntı hissi olduğu belirlendi. DSM-IV tanı ölçütlerine göre yapılan değerlendirmelerde 2082 hastanın (% 86.8) herhangi bir psikiyatrik bozukluk tanısı aldığı görüldü. En sık görülen tanılar sırasıyla anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, duygudurum bozuklukları, dışa atım bozuklukları, iletişim sorunları, mental retardasyondur. Olguların %20,1’i birden fazla tanı almıştır. Sık görülen komorbid durumlar enürezis ve depresyon idi. Mental retardasyon-enürezis, enürezis-DEHB, depresyon-anksiyete bozukluğunun en sık birlikte görüldüğü belirlendi. Olguların yaklaşık üçte birine psikotrop ilaç reçetelenmiştir. Çalışmamızda saptanan bulgular çocuk ve ergen ruh sağlığı alanında tedavi hizmetlerinin iyileştirilmesinde yararlı olabilir.
To evaluate symptoms and diagnosis of patients who presented to the child and adolescent psychiatric outpatient clinic. Medical records of patients admitted to the Child and Adolescent Psychiatry Outpatient Clinic at Selcuk University Meram Faculty of Medicine between 2002 and 2007 were studied retrospectively. When admisson complaints of cases were reevaluated the most frequent symptoms were nervousness, over-activity, ürine to miss, stuttering and feeling of distress. According to the DSM-IV diagnoses, 2082 (%86.8) cases had any psyciatric disorder. The most common diagnosis were anxiety disorders, attention deficit hyperactivity disorder, mood disorders, enuresis, relationship problems and mental retardation, respectively. Of the cases, 20.1 % were diagnosed with multiple conditions. The most frequent comorbid diagnoses were enüresis and depression. The most frequent comorbid diagnoses were mental retardation-enüresis and enüresis-attention deficit hyperactivity disorder and depression-anxiety disorders. Approximately one-third of subjects were prescribed psychotropic medications. Our findings may be helpful in improving treatmentservices in child and adolescent psychiatry
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizmasıİbrahim Erkul, M. Emin Özdoğan, Aydın Aytaç
Araştırma makalesi ÖzetiTam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizması
Glucose HemeostasIs In ChIldren WIth CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Açık kalp ameliyatı yöntemi ile total düzeltme uygulanan 13 siyanotik konjenital kalp hastası ve bu gruba kontrol olarak seçilen 5 asiyanotik konjenital kalp hastası üzerinde çalışıldı. Her iki grupta preoperatif ve postoperatif devrelerde oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi ve glukagon tolerans testleri yapıldı. Siyanotik grupta preoperatif açlık kan şekeri değerleri ile postoperatif açlık kan şekeri değerleri arasında, oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi, glukagon tolerans testleri sonuçlarına göre istatiksel olarak önemli fark bulundu. Asiyonetik konjenital kalp hastalarında böyle bir fark izlenmedi. Bu hastalarda gözlenen hipogliseminin, anormal bir glikoregülatör hormon sekresyonuna bağlı olabileceği gibi, daha büyük bir ihtimalle glikojenolitik veya glikoneojenetik enzimatik yollardaki bir bozukluktan meydana gelebileceği sonucuna varıldı.
13 cyanotic congenital heart patients who underwent total correction by open heart surgery method and 5 acyanotic congenital heart patients selected as control for this group were studied. Oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests were performed in both groups in the preoperative and postoperative periods. A statistically significant difference was found between preoperative fasting blood glucose values and postoperative fasting blood glucose values in the cyanotic group according to the results of oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests. No such difference was observed in patients with acionetic congenital heart disease. It was concluded that the hypoglycemia observed in these patients may be due to an abnormal glycogulatory hormone secretion or more likely to be caused by a defect in the glycogenolytic or gluconeogenetic enzymatic pathways.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Dıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonlarıSevim Karaaslan, Kadir Ükisten, Eralp Arıkan, Kadir Gül, Yusuf Çelik, Mahmut Mete, Mehtap Turfan, Mine Turhanoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiDıyarbakır İli İlkokullarında İdrar Yolu İnfeksiyonları
Urıne Tract Infectıons In Dıyarbakır Provıncıal Prımary Schools
Diyarbakır ili ikliminin çok sıcak olması nedeniyle ilkokul çocuklarında idrar yolu infeksiyon insidansı ve idrar yolu infeksiyonuna sebep olabilecek predispozan faktörler araştırılmış olup idrar yolu infeksiyonu saptadığımız çocuklarda infeksiyonun cinse, yaşa göre dağılımı, çocukların şikayetleri, klinik ve laboratuvar bulguları da incelenmiştir. İdrar yolu infeksiyon insidansının yüksek bulunuşu iklimin sıcaklığına ve predispozan faktörlerin çokluğuna bağlanmış, konunun önemi üzerine pediatrisyenlerin dikkati çekilmiştir.
Because of the hot climate of Diyarbakır we have investigated the incidence of urinary tract infection among the students of elementary-school in Diyarbakır and the predisposing factors which can cause urinary tract infection. We have also investigated the distrubition of urinary tract infection according to age and sex, the complaints, c/inica/ and /aboratuary findings among the students who vere diagnosed to have urinary tract infection. The high incidence of urinary tract infection is attributed to the hot climate and the abundant predisposing factors. The attention of the pediatrists is attracted upon the importance of this subject.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın DeğerlendirilmesiOsman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi ÖzetiGöğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Neuroblastoma'da İmmünoterapiAytekin Kaymakçı, Burhan Köseoğlu, Alaaddin Dilsiz
Araştırma makalesi ÖzetiNeuroblastoma'da İmmünoterapi
Immunotherapy In Neuroblastoma
Neuroblastoma çocukluk çağında en sık görülen (1/7000 - 1/10000) nöral tüp orijinli embriyonal tümördür (1) . Sempatik sinir sisteminin herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. Baş, boyun mediasten, paraortik sempatik ganglionlar, adrenal medulla ve pelvise yerleşebilir. Nöral tüp ile ilişkili diner hastalıklar da rastlanır (2).
Neuroblastoma is the most common (1/7000 - 1/10000) embryonal tumor of neural tube origin (1). It can originate from any part of the sympathetic nervous system. It can be located in the head, neck mediastinum, paraortic sympathetic ganglia, adrenal medulla and pelvis. Diner diseases associated with the neural tube are also encountered (2).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Lateks Allerjisiİsmail Reisli, Ruhiye Reisli
Derleme ÖzetiLateks Allerjisi
Latex Allergy
Son yıllarda lateks allerjisi ile ilgili olgu sunuları ve araştırmaların yayınlandığı dikkati çekmektedir. Lateks antijeni ile meydana gelen anafilaktik reaksiyonların gösterilmesi ile önemli bir tıbbi sorun haline gelen bu konu özellikle riskli grupların tanımlanması ile daha da önem kazanmıştır. Lateks alerjisinin meydana gelmesinde en büyük risk faktörleri arasında lateks içeren ürünleri (eldiven, idrar sondası, kateter, vb.) yoğun olarak kullanma, alerjik bünye, el dermatiti, bayan cinsiyet, öyküde geçirilmiş cerrahi girişim ve diş tedavisi bulunması sayılmaktır. Sağlık personeli ve lateks endüstrisinde çalışan işçiler gibi bazı meslek grupları yoğun antijenik temas nedeniyle lateks allerjisi için risk altındadır. Ayrıca lateks allerjisi ile bazı meyve (muz, avakado, ananas, k,vi, vb.) allerjileri arasında çapraz reaksiyonlar bildirilmiştir. Lateks allerjisi hafif bir dermatitten hayatı tehdit eden anafilaktik reaksiyonlara kadar ilerleyen klinik durumlara neden olabilir. Bu yüzden lateks allerjisi için risk taşıyan bireylerde lateks allerjisi araştırılmalıdır. Böylece lateks ile ilişkili alerjik reaksiyonlar için önlemler alınması ve özellikle hayatı tehdit eden klinik durumların engellenmesi mümkün olacaktır.
The latex allergy has been increasingly recognised in recent years in both adultsand children. After anaphylactic type reactions due to latex has been shown as case reports, latex allergy became an important problem especially in medical practice. The majör risk factors in latex allergy are intense exposure to latex allergens (surgical gloves, catheters, etc.), atopy hand eczema, female gender, history of multiple operations and dental interventions. Some occupational groups such as health-care workers and workers in latex industry are under greater risk due to their possible frequent contact with latex. An association between latex allergy and allergy to various fruits (banana, avocado, pineapple, kiwi, etc) has been reported. Latex allergy is responsible for a wide spectrum of clinical symptoms ranging from a mild dermatitis to severe anaphylaxis in both adults and children. There fore an allergologic investigation for latex allergy should be considered for those from high-risk groups. Then, it will be possible to take precautions in order to prevent life-threatining allergic reactions by exposure to latex
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler BulgularNilüfer İlhan, Esra Ayhan Tuzcu, Özgür İlhan, Mutlu Cihan Dağlıoğlu, Mesut Coşkun, Nesrin Atçı, Işıl Davarcı, Cahide Yılmaz
Araştırma makalesi ÖzetiNörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Ocular FIndIngs Of ChIldren WIth Neurocutaneous DIsorders
Nörofibromatozis tip 1 (NF 1) ve tuberoskleroz (TS) tanısı ile takip
edilen çocuklarda oküler bulguların sunulması amaçlandı. Çalışma
pediyatrik nöroloji kliniğinden konsültasyonla göz kliniğine gönderilen
31 çocuk hasta üzerinde prospektif olarak yürütüldü. NF1 tanılı 22
olgunun 16’sı (%72.7) erkek, altısı (%27.3) kız olup yaş ortalamaları
9.9±4.2 (3-16 yıl) idi. TS tanılı 9 olgunun 2’si (%22.2) erkek, 7’si
(%77.8) kız iken yaş ortalamaları 5.5±3.6 (1.5-12 yıl) idi. Snellen
eşeline koopere olabilen NF 1’li 20 hastanın sağ göz ortalama görme
keskinliği 0.93±0.14 (0.4-1.0), sol gözde ise 0.94±0.14 (0.4-1.0) iken,
TS’li 7 hastanın sağ göz ortalama görme keskinliği 0.84±0.22 (0.4-
1.0), sol gözde ise 0.85±0.19 (0.5-1.0) idi. NF 1’li çocuklarda %40.9
miyopi, %4.5 hipermetropi, %18.1 astigmatizma; TS’li çocuklarda ise
%11.1 miyopi, %22.2 hipermetropi, %11.1 astigmatizma saptandı. NF
1’li bir olguda keratokonus nedeniyle vizyon bilateral 0.4 iken TS’li
bir olguda hipermetropik astigmatizma nedeniyle vizyon sağ gözde
0.4, sol gözde 0.5 idi. NF 1’li tanılı olguların 14’ünde (%63.6) iriste
Lisch nodülü tespit edildi. Bilateral optik gliom saptanan 5 (%22.7)
hastanın yaşları ortalama 7.6±4.4 yıl arasında değişmekteydi.
Tümörlerin hepsi intraorbital yerleşimli olup olgular asemptomatikti.
Optik gliom dışında olgulardan birinde (%4.5) bilateral miyelinli sinir
lifleri, birinde (%4.5) geçirilmiş beyin ameliyatı nedeniyle gelişen
bilateral optik atrofi saptandı. TS’li dokuz çocuktan birinde (%11.1)
iriste sektöryel hipopigmentasyon mevcuttu. Oküler bulguların sık
görüldüğü bu hastalıklarda detaylı oftalmolojik muayene önem arz
etmektedir. Refraksiyon kusuru ve optik gliom açısından hastalar
mutlaka göz hekimleri tarafından değerlendirilmelidir.
Ocular findings in children with neurofibromatosis type 1 (NF 1)
and tuberous sclerosis (TS) are presented. The study was conducted
prospectively and comprised 31children who were referred from
pediatric neurology clinic to the ophthalmology clinic. Sixteen of 22
patients with NF1 (72.7%) were male and 6 (27.3%) were female and
the mean age was 9.9 ± 4.2 (3-16 years). Two of 9 patients with TS
(22.2%) were male and 7 (77.8%) were female, the mean age was 5.5
± 3.6 (1.5-12 years). Twenty of children with NF1 had cooperation to
the snellen chart, the mean visual acuity of the right and left eye were
0.93 ± 0.14 (0.4-1.0) and 0.94 ± 0.14 (0.4-1.0), whereas the mean
visual acuity of 7 patients with TS was 0.84 ± 0.22 (0.4-1.0) at the
right and 0.85 ± 0.19 (0.5-1.0) at the left eyes. Percentages of myopia,
hyperopia and astigmatism in children with NF 1 were 40.9%, 4.5% and
18.1%, respectively. Percentages of myopia, hyperopia, astigmatism
in children with TS were 11.1%, 22.2% and 11.1%, respectively. In a
NF 1 patient with keratoconus, his visual acuity was 0.4. Also another
patient with TS had diminished visual acuity of 0.4 at the right eye
and 0.5 at the left eye because of hyperopic astigmatism. Iris Lisch
nodules were detected in 14 (63.6%) of children with NF 1. Five
cases (22.7%) had bilateral optic glioma, the mean age was 7.6 (3-15
years). All tumors were located at intraorbital and the patients were
asymptomatic. Except optic glioma, it was found out that one patient
(4.5%) had bilateral myelinated nerve fibers and the other one (4.5%)
had bilateral optic atrophy due to previous neurosurgery. Sectorial
iris hypopigmentation was determined in one (11.1%) of nine children
with TS. Detailed ophthalmic examination has a great importance
in patients with TS and NF 1 because of ocular findings which are
commonly seen. Patients should be evaluated by ophthalmologists in
terms of refractive error and optic glioma.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B SıklığıMeltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Frequency Of HepatItIs B In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Hepatit B virüsü enfeksiyonunun ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olmasından yola çıkarak, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne çeşitli nedenlerle getirilen çocuklarda Hepatit B virüsü ile karşılaşma oranını saptamak ve seronegatif çocukların aşı programına katılımını sağlamaktı. Gereç ve Yöntem: Temmuz-Aralık 2005 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne sarılık dışı nedenlerle getirilen 3 ay-18 yaş arasında 297 çocuk çalışma kapsamı na alındı. Çalışma kapsamındaki çocuklar 3 ay-7 yaş ve 8-18 yaş olmak üzere iki gruba ayrıldı. Araştırma kapsamına giren çocukların anne ve babalarından izin alındıktan sonra, her çocuktan 3 cc venöz kan örneği alındı. Hepatit B virüsünün serolojik belirleyicileri Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuarı’nda Enzyme-Linked Immunosorbent Assay yöntemi ile çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 297 çocuğun 143’ünde (% 48,1) anti-HBs pozitişiği saptandı. Bu çocuklardan 117’si (% 81,8) aşılı, 26’sı (% 17,5) hepatit B enfeksiyonu geçirmiş idi. Çalışmaya alınan 297 çocuğun 5’inde (% 1,6) HBsAg pozitişiği saptandı. Yaşlara göre aşılanma oranları sırasıyla 3 ay-7 yaş grubunda % 66,4, 8-18 yaş grubunda % 11,0 idi. Tüm çocuklardaki aşılanma oranı ise % 39,3 olarak bulundu. Sonuç: Hepatit B aşısı ulusal aşı programımızda uygulanmasına rağmen, bölgemizdeki anti-HBs seropozitişik oranlarımız henüz istenen düzeylere ulaşmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda, bölgemizdeki çocuklarda Hepatit B aşılanmasının önemi hakkında halkı bilgilendirmede yetersiz kalındığı vurgulanarak, bu noktada biz hekimlere düşen görevin önemine dikkat çekilmiştir.
Aim: Hepatitis B virus infection is a very important health problem in our country. In this regard, we evaluated the children who were inspected in our outpatient clinics for Hepatitis B virus seropositivity. We aimed to join the children who were seronegative in the immunization program. Material and method: A total of 297 children between the ages of 3 months and 18 years who were inspected in the General Pediatric Outpatient Clinics of Meram Medical Faculty except for jaundice between July 2005 and December 2005 were evaluated. The children were divided into two groups as 3 months-7years and 8-18 years. After getting permission from parents, 3 cc venous blood samples were collected from all of the children. The serological markers of Hepatitis B virus were studied by Enzyme-Linked Immunosorbent Assay Method in the microbiology laboratories of Meram Medical Faculty. The statistical analysis was performed by SPSS 10.0 program. Results: Anti-HBs positivity were found in 143 ( 48,1 %) of 297 children. One hundred seventeen (81,8 %) of those children were vaccinated while 26 (17,5 %) of them had experienced the infection. Five children (%1,6) had HBsAg positivity. The ratios of children who were vaccinated were 66,4 % in 3 months-7years group and 11,0 % in 8-18 years group, respectively. The ratio of children who were vaccinated was 39,3 % in all children. Conclusion: Although Hepatitis B vaccination is a part of our National Immunization Program, the seropositivity of our region is not as much as it is expected. In this study, we found that the people in our region are not well-informed about the necessity of vaccination against Hepatitis B virus infection, and attention is called to the importance of our job in this point.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile KarsılastırılmasıSadık Özmen, Lütfi Yavuz, Alper Yosunkaya, Alaaddin Dilsiz, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi ÖzetiPedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
The ComparIson Of Intraosseous KetamIne WIth Intravenous And Intramuscular Routes In Pe-DIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada genel anestezi planlanan damar yolu bulamadtgunt: pediyatrik vakalarda, snit-elektrolit tedavisi ye anestezi indiiksiyonu icin int-raosseoz yolun etkinligini degerlendirmeyi amaçladık. 1-6 yac grubtindan 48 pasta 3 gruba ayrtldt. In-diiksiyonda; I. gruba intraosseoz (10) 2 mglkg ket-min; 11. gruba intrayeitoz (117) 2 mg/kg ketamin; grubs- ise intramuskiiler (iM ) 6 mg/kg ketamin uy-gadandt.. :Name; her iii' grupta da % 1.5 isoflurane ye N20 ile saglandi. indiiksiyonda ketaminin etki baclama siiresi, nistagmus baylama siiresi olarak kabul edilip kaydedildi. Operasyon suresince Kalp Awn Hut (K II). Sistolik Arter Basznct (SAB) ye Di-aStolik Arter Bastnct (DAB) degerleri tespit edildi. Operasyon saresince SAB, DAB ye KAH de-gerleri her iic grupta karplavirtldiginda, ara-larinda istatistiksel bir fark tespit edilmedi. Post-operatif herhangi bir komplikasyima rastlanilmadt. Sow olarak, genel anestezi alacak pediyatrik vakalarda damar yolu bulunamadtgt takdirde, gerek sivi-elektrolik tedayisi gerekse de anestezi in-diiksiyonu ye idamesi icin ketamin uygularken, 16 yolun gavenilir Ye alternatif bir yontem oldugu ka-ntsina vardik.
In our study; we tried to evaluate the int-raosseous route for water-electrolyte replacement and anesthetic induction with ketamine in children. 48 patients whose ages are between I and 6 years, were divided into three groups. 2 mg/kg ke-tamine intraosseous (10) in group 1; 2 mglkg ke-tamine intravenous (IV) in group II, and 6 mgike ke-tamine intramuscular (IM) in group II was used for induction. The maintenance of anesthesia in all three groups were administered with 1.5 % tsof lurane and N20. Nystagmus was considered as the begining time of induction for ketamine. During the operation the heard rate (HR), systolic arterial blood pressure (SABP) and diastolic arterial blood pressure (DABP) was recorded and the comp-lications of the intraosseous route were evaluated. When we have compaired the SABP, DABP and HR values of each group recorded during operation, it was found that there were no significant sta-tistically difference among them. As a conclusion; if the intravenous approach is impossible, the intraosseous route is a safe al-ternative for water-electrolyte replacement and in-duction with ketamine.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Endometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun AnaliziBülent Çakmak, Ahmet Karataş, Gupse Turan
Araştırma makalesi ÖzetiEndometrial Örnekleme Sonuçlarımız: 400 Olgunun Analizi
Results Of Our EndometrIal SamplIngs: AnalysIs Of 400 Cases
Bu çalışmanın amacı Endometrial örnekleme yapılan olgularda, endikasyonlar ile histopatolojik sonuçlar arasındaki ilişkinin araştırılması. Bu retrospektif çalışmaya İzmit Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne 2011 yılı içerisinde başvuran ve endometrial örnekleme yapılan 400 olgu alındı. Veriler hasta dosyalarından ve patoloji arşivinden elde edildi. Endometrial örnekleme endikasyonları, menometroraji, postmenopozal kanama, histerektomi öncesi myoma uteri ve servikal polip olarak gruplandırıldı. Sonuçlar SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Olguların yaş ortalaması 46.4 ± 8.3 yaş idi. Endometrial örnekleme endikasyonları sırasıyla menometroraji (%62.3), postmenopozal kanama (%22), histerektomi öncesi myoma uteri (%9.5) ve servikal polip (%6.2) idi. Menometroraji grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 139 (%55.8), endometrial hiperplazi 23 (%9.2) ve endometrial adenokarsinom 1 olguda (%0.4) saptandı. Bununla birlikte, postmenopozal kanama grubunda atrofik endometrium 48 (%54.5) ve adeno karsinom 6 olguda (%6.8) saptandı. Histerektomi öncesi myoma uteri grubunda proliferatif/sekretuar endometrium 27 olguda (%71) saptanırken adenokarsinom hiçbir olguda saptanmadı. Servikal polip grubunda ise endometrial polip 10 olguda (%40) saptandı. Endometrial örneklemenin, postmenopozal kanama ve servikal polip saptanan olgularda yapılmasının, ancak menometroraji ve histerektomi öncesi myoma uteri olgularında daha seçici davranılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir
Aim of the recent study is to evaluate the relationship between endometrial sampling indications and histopathological results. Four hundred women who applied to Izmit Maternity and Child Health Hospital, and had endometrial sampling in 2011 were included in this retrospective study. Data was retrieved from patient’s files and pathology archives. Patients were grouped as menometrorrhagia, postmenopausal bleeding, pre-hysterectomy for myoma uteri and cervical polyp. Data was analyzed with a statistical processing program (SPSS). The mean age was 46.4±8.3 years. Indications of endometrial sampling were menometrorrhagia (62.3%), postmenopausal bleeding (22 %), pre-hysterectomy for myoma uteri (9.5%) and cervical polyp (6.2%), respectively. Of all the cases, 139 (55.8%) had menometrorrhagia with proliferative/secretory endometrium, 23 (9.2%) had endometrial hyperplasia and 1 (0.4%) had endometrial cancer for diagnosis. However, in postmenopausal bleeding group, 48 (54.5%) had atrophic endometrium, and 6 cases (6.8%) were diagnosed for endometrial adenocarcinoma. In prehsyterectomy for myoma uteri, 27 (71%) had proliferative/secretory endometrium, and no adenocancer was diagnosed. In cervical polyp group, 10 cases (40%) had endometrial polyps for diagnosis. General speaking, endometrial sampling should be applied in cases with postmenopausal bleeding and cervical polyps, but a more selective treat should be conducted in cases with menometrorrhagia and prehysterectomy for myoma uteri
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Okul Çaği Erkek Çocuklarda Genital Organ AnomalileriKadir Yılmaz, Ahmet Öztürk, Halim Bozoklu
Araştırma makalesi ÖzetiOkul Çaği Erkek Çocuklarda Genital Organ Anomalileri
GenItal Organ AnoınalIes Among The School Boys
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabi-lim Dalı olarak Kasım 1989 - Mayıs 1990 öğretim yılında, Konya merkez ilçede ve merkez ilçeye bağlı köy ve kasabalardaki okullarda toplam 1757 öğrencide genital organ muayenesi yapildt. Muayene edilen öğrencilerden 103`iinde 15.86%) genital organ anomalisi tesbit edildi. Bu anomaliler içinde testis ini s anomalilerini ifade eden kriptorşidizm en fazla (2.78%) görülen anornali idi. 103 çocuktan sadece 12'sinin (11.65%) anorrtali-sinden dolayı tedavi gördüğü tesbit edildi, Sağlık ku-ruluşlarının ve hekimlerin en yoğun olduğu bölgelerde dahi basit bir fizik muayene ile anlaşılabilecek bu anomaliler, ebeveynlerin dikkatsizliği yanında hekimlerin de ihmalinden dolayı problem olmaya devam etmektedir.
This study was carried out on 1757 school boys in schools of central region and some villages in Konya, from November 1989 to May 1990. The genital organ anomalies in the boys were investigated. Of the 1757 reported cases 103 had genital organ anomalies, percentage was 5.86%. Crypthorchidism from testis descending anomalies (2.78%) was the most enconteced anorrıaly. 12 of the 103 boys (11.65%) wese treated due to their anomalies, These anomalies could be easily diagnosed on physical examination or even by parents. If genital organ anomalies can not be early diagnosed, ii rrıay be problem for family in the fiıture.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Süt Çocukluğu Döneminde Dkç'nın Tarama Programı Ve Ilgılı FaktörlerAbdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Orhan Büyükbebeci, Ruhuşen Kutlu
Araştırma makalesi ÖzetiSüt Çocukluğu Döneminde Dkç'nın Tarama Programı Ve Ilgılı Faktörler
ScreenIng Program For Cdıı And Related Factors In The InfantIle PerIod
Konya'daki beş hastanede, süt çocukluğu dönemindeki (3-24 aylar arasında) 4173 çocuk muayene edilerek bir tarama programı gerçekleştirildi. Bu çalışmanın gayesi DKÇfnın insidansını ve etyoloji ile ilgili faktörleri tespit etmekti. 56 çocukta DKÇ teşhis edildi (insidansı %1.3). Bu gruptaki hastaların 40'1 kız, 16'sı erkek idi. Kız çocuklarda 3 kat fazla sıklıkta görüldü. DKÇ tespit edilen çocukların hiçbiri rnakadi olarak veya sezeryenla doğmamıştı. Teratolojik tipte DKÇ tespit edilmedi. DKÇ ile kunciak uygulanması ve birinci derecedeki akrabalarca DKÇ görülme arasındaki ilişki istatistiki olarak önemli bulundu.
A screening program was perforrned at five hospital in Konya in which 4173 infants (range 3-24 months of age) were eamined. The goal of this study was to detection of incidense and related factors in the etiology of CDH. 56 infants with CDH were found (The incidense was 1.3%). The condition was 3 times more cornmon in girls than in boys (40 girls and 16 boys in this group). There was any infant with CDH who was delivered by ceserian section or breech presentation. Any teratologic CDH was detected. The relation of CDH with a definite family history and the hips were bundled in etension and adduction was found statistically significant.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle RekonstrüksiyonuMustafa Kursat Evrenos, Mehmet Emin Mavili
Araştırma makalesi ÖzetiGelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
ReconstructIon Of CrItIcal SIze Defect WIth TItanIum Mesh In DevelopIng RabbIt CalvarIum
\r\n Amaç: Gelişen kalvaryum defekt rekonstrüksiyonu hala zorlu bir prosedürdür. Kullanılan materyaller sağlamlık ve koruma sağlamalı; hafif, kimyasal olarak inert, kanserojen olmayan, estetik sonucu arttırmak için kolay şekillenebilir olmalı, manyetik rezonans görüntülemeye izin vermek için demir içermemelidir ve osteokondüktif ve osteojenik olmalıdır. Ayrıca, alloplastik materyal, donör alan morbiditesine yol açmaz ve sınırsız bir tedarik sağlar. İdeal bir implant hala tanımlanmamış olsa da, titanyum meş kabul edilebilir alternatiflerden biridir. Bu çalışmada, titanyum meş implantın gelişen kalvaryumdaki defektlerin rekonstrüksiyonunda kullanılabileceği ve implantın rijid veya semirijid fiksasyonu ile sekonder asimetri deformitesine yol açıp açmadığı değerlendirildi.
\r\n
\r\n Gereç ve Yöntem: 6 haftalık 24 Yeni Zelanda tavşanı ve dört eşit gruba ayrıldı. Birinci grup normal popülasyon grubuydu. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplarda her bir tavşanın pariyetal kemiği üzerinde 15 mm. çaplı kritik boyutlu defekt oluşturuldu. İkinci grup kritik boyutlu defekt için sham grubu olarak belirlendi. Üçüncü grupta defektler 0.3 mm ile kalınlıkta titanyum meşin 4.0 polipropilen sütür ile semirijid olarak fikse edilmesiyle; 4. Grupta ise aynı kalınlıkta titanyum meşin 4 mm. çaplı titanyum vidalarla rijit fiksasyonuyla rekonstrükte edildi. Başlangıçta, tavşan kalvaryumu kraniyal bilgisayarlı tomografi ile tarandı ve üç boyutlu rekonstrüksiyonlar oluşturuldu. Deney, tavşanlar 18 haftalıkken sonlandırıldı. Tüm gruplarda her tavşan için sakrifikasyon ve kraniyal BT taraması yapıldı ve standart fotoğraflar alındı. Uzunluk ölçümleri referans noktalarından gerçekleştirildi ve gruplar arasında karşılaştırmalar yapıldı.
\r\n
\r\n Sonuçlar: 6 haftalık üç boyutlu bilgisayarlı tomografi ölçümlerine göre, grupların dengeli dağıldığı değerlendirildi. 18 haftalık 3D BT ölçümlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p <0,017). Ayrıca her grupta defekt tarafı ve karşı taraf ölçümlerinde istatistiksel olarak farklılık saptanmadı (p <0.008).
\r\n
\r\n Tartışma: Titanyum meşin, büyüme gösteren kalvaryumda herhangi bir deformiteye neden olmadığını ve meş fiksasyon tekniğinin sonucu değiştirmediğini değerlendirdik. Dolayısıyla pediatrik kalvaryum defektlerinde, otojen kemik grefti ile rekonstrüksiyonun mümkün olmaması durumunda, titanyum meş ile rekonstrüksiyon kabul edilebilir bir seçenek olabilir.
\r\n
\r\n Aim: Defect reconstruction of growing calvarium is still challenging procedure. The materials should provide strength and protection, be lightweight, chemically inert, noncarcinogenic, malleable to enhance aesthetic outcome, nonferrous to allow utilization of magnetic resonance imaging, and osteoconductive and osteogenic. In addition, the benefits of alloplastic material avoid donor site morbidity and provide an unlimited supply. Although an ideal implant is not still defined, titanium mesh is one of the acceptable alternatives. In this study, we evaluated that if titanium mesh implant can be used for reconstruction of defects in growing calvarium and caused a secondary asymetry deformity with rigid or semirigid fixation of implant.
\r\n
\r\n Material and Method: 6 week-old 24 New Zealand rabbits were used and divided into four equal groups. First group was normal population group. 15 mm. diameter critical size defects were created on parietal bone of each rabbit in second, third and fourth groups. Second group was decided as sham group for critical size defect. Defects were reconstructed with 0.6 mm. thickness titanium mesh and fixed with 4.0 polypropylene sutur in the third group as semirigid fixation and with 4 mm. long titanium screws as rigid fixation in the fourth group. At the beginning, rabbit calvarias were scanned with cranial CT and 3D reconstructions were created. Experiment finished when rabbits were 18 weeks old. Sacrifisation and cranial CT scan performed and standart photographs were taken for each rabbit in all groups. The length measurements were performed from reference points and comparisons were made between groups.
\r\n
\r\n Results: According to 6 week 3D CT measurements, groups were well-balanced. According to 18 week 3D CT measurements there was no statistically difference between groups. Also measurements of defective side and opposite side in each group were not different.
\r\n
\r\n Discussion: We evaluated that the titanium mesh did not cause any deformity in growing calvarium and fixation technique of the mesh did not change the result. So in defects of pediatric calvarium, if reconstruction with autogen bone graft is impossible, reconstruction with titanium mesh can be an acceptable choice.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Brakiyal Pleksus Felci Olan Çocuklarda “brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”nün Gözlemciler Arası GüvenilirliğiZeynep Hoşbay, Safiye Özkan, Müberra Tanrıverdi, Atakan Aydın
Araştırma makalesi Özeti Brakiyal Pleksus Felci Olan Çocuklarda “brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”nün Gözlemciler Arası Güvenilirliği
Inter-Observer RelIabIlIty Of BrachIal Plexus Outcome Measure In ChIldren WIth BrachIal Plexus Palsy
Amaç: Brakiyal pleksus felci olan hastaların günlük yaşam aktivitelerini, klinik işlevlerini değerlendirmek için birçok ölçek geliştirilmiştir. “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”, 2012 yılında Emily Ho tarafından geliştirildi, aktivite ve kendini değerlendirme bileşenlerden oluşan toplam 14 madde içeren bir ölçektir. Çalışmamız gözlemciler arası güvenilirliği araştırmak ve hastalara klinikte uygulamayı amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Demografik ve klinik veriler kaydedildi, “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü” iki farklı değerlendirmeci tarafından uygulandı. Gözlemciler arası güvenilirlik Kappa istatistikleri kullanılarak yapıldı.
Bulgular: On sekiz kadın (% 37,5) toplam 48 hasta dahil edildi. Gözlemler arası güvenilirlik mükemmeldi (kappa 0.93). Uyum istatistiklerinde, gözlemcilerin madde analizlerinin ılımlı (kappa 0.57) olduğu görüldü.
Sonuç: “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”, Türkiye'de brakiyal pleksus felci olan çocuklarda fonksiyonların değerlendirilmesi için güvenilir bir ölçümdür. Klinik kullanımı uygundur.
Aim: Many scales have developed to assess daily living activities, clinical functions of patients with brachial plexus palsy. "Brachial Plexus Outcome Measure " was developed by Emily Ho in 2012, activity and self-rating substance scale consisting of components total 14 items. Aim of this study, make an inter-observer reliability of scale, to make clinical trial in patients.
Materials and Methods:Demographic and clinic datas recorded,"Brachial Plexus Outcome Measure " was applied by two different observers. Inter-observer reliability in items examined by using kappa statistic.
Results:Eighteen female (37.5%) totally 48 patients included. Mean inter-observer agreement in the items was almost perfect (kappa 0.93) in raters. Fitted statistics showed much variation in observers had moderate (kappa 0.57) agreement in items.
Conclusion: Between observes, “Brachial Plexus Outcome Measure” is reliable measurement for assessing functions in children with brachial plexus palsy in Turkey. Clinical usage is appropriate.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Doğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine EtkisiBurak Subaşı, Halil Özcan, Serkan Pekçetin, Büşra Göker, Suphi Tunç, Beyhan Budak
Araştırma makalesi ÖzetiDoğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine Etkisi
Effects Of DelIvery EducatIon On ChIldbIrth AnxIety And Fear
Bu araştırmada amaç gebelerde doğum öncesi eğitim, fizyoterapi
ve psikoterapi temelli müdahalelerin doğum süreci ile ilgili korkular ve
kaygılar üzerine etkilerini incelemektir. Gebeliğinin son trimesterinde
olup; daha önce doğum yapmamış anne adayları çalışmaya alındı.
Katılımcılar ilk olarak uzman bir psikiyatrist tarafından muayene edildi,
ardından katılımcılara sosyodemografik veri formu ile birlikte Wijma
Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği (W-DEQ), Beck Depresyon ve Beck
Anksiyete Ölçekleri (BDI ve BAI) uygulandı. Sonrasında bu kişilere
her biri 60 dakika süren 3 ayrı seansta doğum öncesi ve sonrasında
yaşanabilecek fiziksel ve ruhsal sıkıntılar, doğum sırasında doğumu
kolaylaştırmak için yapılabilecek egzersizler hakkında bilgilendirme
yapıldı ve soruları yanıtlandı. Sonuçlarda grubun yaş ortalaması
27,2±3,6 olarak bulunmuştur. Gebelik haftası ortalama 35,7±2,3
olarak bulunmuştur. Yapılan ilişki analizinde sosyodemografik
özelliklerle (yaş, gelir düzeyi, eğitim seviyesi vs.) W-DEQ puanları
ile arasında ilişki bulunmamıştır. İlk değerlendirmedeki W-DEQ puanı
(W-DEQ 1) ile BAI puanları arasında pozitif yönde ilişki saptanmıştır.
Yapılan Wilcoxon testi analizinde katılımcıların W-DEQ’dan aldıkları
puanlara bakıldığında toplam ölçek puanları da dahil tüm puanlarda
eğitim öncesi ve sonrası puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık vardır. Sonuç olarak doğum öncesi eğitimin son trimesterdaki
gebelerde doğum korkularının doğumla ilgili olumsuz düşüncelerinin
azalmasına yardımı olduğu bulunmuştur.
The aim of this study is exploring the effects of childbirth
education, physiotherapy and psychotherapy-based interventions on
fears and worries about childbirth and labour. Expectant mothers in
the last trimester of gestation those did not have a delivery before
were taken to the study. At first the participants were examined
by a psychiatrist than sociodemographic data form Wijma Delivery
Expectancy/Experience Questionnaire (W-DEQ), Beck Depression
and Beck Anxiety Inventories (BDI, BAI) were applied. Then 3 sessions
each taking 60 minutes on possible physical and mental problems
before birth were done, an exercise plan and recommendations for
facilitating delivery were given to participants, information about
possible physical and psychological problems after childbirth were
given and their questions on these issue were answered. In results
mean age of the group was found as 27.2±3.6. The mean gestational
age was 35.7±2.3. Socio-demographic characteristics (age, education
level, income level, etc.) was not found significantly correlated with
the W-DEQ scores. W-DEQ 1 scores were positively correlated with
BAI scores. In Wilcoxon test analyses W-DEQ 1 and W-DEQ 2 scores
including all the subscales were significantly different p<0.001. As
a conclusion on expectant mothers having their third trimester of
pregnancy, education before childbirth was found helpful in reducing
fears and negative thoughts related to childbirth.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Trizomi 21 Olgularında Karyotip Dağılımı, Cinsiyet Oranı Ve Ebeveynlerin Akraba Evliliği SıklığıSennur Demirel, Aynur Acar, Tülin Çora, Hatice Gül Dursun, Ayşegül Zamani, Hasan Acar
Araştırma makalesi ÖzetiTrizomi 21 Olgularında Karyotip Dağılımı, Cinsiyet Oranı Ve Ebeveynlerin Akraba Evliliği Sıklığı
Frequency Of ConsanguInIty, Karyotype DIstrIbutIon And Sex RatIo Of Cases WIth TrIsomy 21
Çalışma grubumuz, 81 erkek ve 45 dişi olmak üzere toplam 126 Down sendromlu bireyden oluşmaktadır. Si-togenetik analizler olguların 120:sinin regüler trizomi 21, 5'ınin kromozom 21q trizomisi ve 1 'inin mozaik karyotipe sahip olduğunu göstermiştir. Regüler trizomi 21 saptanan olgularda erkek:dişi oranı 2:1, kromozom 21q tri-zomisinde ise bu oran 1:4 olarak tesbit edilmiş ve mevcut translokasyonların maternal orljinll olduğu anlaşılmıştır. Down sendromlu çocukları olan anne-babalann akraba evliliği sıklığı araştırılmış (%21.6) ve belirlenen oranın Konya populasyonunda saptanan akraba evliliği oranına (%23.2) yakın olduğu görülmüştür. Ayrıca Down send-romlu çocuğa sahip olan annelerin gebelik yaş ortalaması 30.7 olarak saptanmıştır.
This study included 126 Down syndrome cases (81 males and 45 females) who had regular trisomy 21 in 120 cases, chromosome 21q trisomy in 5 and a mosaic karyotype in one case. The ratio of males to females was found to be 2:1 in regular trisomy 21 and 1:4 in chromosome 21q trisomy. The study implicated that trans-locations that were found were mostly matemal in origin. it is alsa noteworthy that the frequency of consanguinity among the parents having children with Down syndrome (21.6%) was not different from the population fre-quency in Konya (23.2%). Moreover, the mean age of ~her having children with Down syndrome was de-termined to be 30.7
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Perine Ve Periüretradaki Aerob Bakteri Kolonizasyonu Üzerine Saccharomycess Boulardii’nin EtkisiDerya Çimen, Ahmet Özel, Sevim Karaaslan, Emel Türk Arıbaş
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Perine Ve Periüretradaki Aerob Bakteri Kolonizasyonu Üzerine Saccharomycess Boulardii’nin Etkisi
The Effect Of Saccharomycess BoulardII On Aerob BacterIal ColonIzatIon In PerIne And PerIuretra In ChIldren
Amaç: Bu çalışma çocuklarda perine ve periüretral bölgedeki bakteriyel kolonizasyon üzerine Saccharomyces boulardii (S. boulardii)’nin etkisini incelemek ve tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu (İYE) olan çocuklarda koruyucu tedavide yardımcı olup olamayacağını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 54 çocuk alındı. Her birinden elde edilen perine ve periüretral bölge materyalleri ayrı ayrı aerob ortamda kültüre ekildi. Her çocuğa on gün süreyle ağızdan, günde tek doz 250 mg.S. boulardii içeren preparatın verilmesinden sonra kültürler tekrarlandı. Bulgular: S. boulardii verilmesinden sonra hem perine hem de periüretral bölgede Escherichia coli (E.coli)’nin ürediği kültür sayısının anlamlı şekilde azaldığı bulundu. Diğer üropatojenlerden Klebsiella ssp. ve Proteus ssp’de azalma tespit edilmedi. Sonuç: Bu çalışma İYE’nin tekrarının önlenmesinde S. boulardii’nin faydalı olabileceğini göstermektedir.
Aim: This study was designed to evaluate whether Saccharomyces boulardii (S. boulardii ) is effective on the bacterial colonization of perineal and periurethral areas in children and could be useful in protective treatment in children with recurrent urinary tract infections. Material and method: Fifty four children were included the study. Perineal and periurethral area cultures provided from each of these children were inoculated into the aerobic cultures seperately. Having been orally given only a single dose of 250 mg S. Boulardii per day for ten days, cultures were repeated. Results: Having been administered S. Boulardii, the number of the cultures which yielded Escherichia coli in both perineal and periurethral areas were found to be decreased significantly. No other uropathogens such as Klebsiella and Proteus were detected to be decreased. Conclusion: This study showed that S. Boulardii administration could be useful in the prevention of urinary tract infection recurrences.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik ÖzellikleriTamer Çelik, Remziye Eke, Ümit Çelik
Araştırma makalesi ÖzetiFebril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
The ClInIcal CharacterIstIcs Of ChIldren WIth HospItalIzed For FebrIle SeIzures
Febril nöbetler, 6-60 ay arasındaki ateşli çocuklarda, öncesinde afebril bir nöbet öyküsü, veya santral sinir sistemi enfeksiyonu olmaksızın ortaya çıkan nöbetlerdir. Bu çalışmada, Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’ne febril konvülziyon nedeniyle yatırılan hastaların demografik ve klinik özellikleri gözden geçirilmiştir. Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında AEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğine yatırılan febril konvülziyon tanısı almış 56 çocuk hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS Windows 16.0 paket programı kullanıldı. Hastaların 23’ü (%41.1) erkek, 33’ü (%58.9) kız olup yaş ortalaması 26.8 ay, yatış süresi ortalama 3.5 gün idi. 44 (%78.6) hastada ateş odağı üst solunum yolu enfeksiyonu, 6 (%10.7) hastada alt solunum yolu enfeksiyonu, 2 (%3.6) hastada akut otitis media, 1 hastada (%1.8) idrar yolu enfeksiyonu, 1 hastada (%1.8) akut gastroenterit, 1 hastada (%1.8) el-ayak-ağız hastalığı, 1 (%1.8) hastada roseola infantum idi. İki (%3.6) hastaya lomber ponksiyon yapıldı, bu hastaların birinde aseptik menenjit saptanırken, diğeri normal olarak değerlendirildi. Olgulardan 34’ü (%60.7) birinci atak, 12’si (%21.4) ikinci atak, 5’i (%8.9) üçüncü atak, 5’i (%8.9) tekrarlayan (>3) ataklar ile başvurmuştu. İlk atak ile gelen hastaların 4’ünde (%7.1) 24 saat içinde tekrarlayan nöbetler görüldü. Olgulardan 4’ü (%7.1) kompleks febril nöbet olup bir hastada (%1.8) febril status epileptikus mevcuttu. Çalışmamızda da olduğu gibi, febril konvülziyonların çoğu basit tipte olup, prognozları iyidir ve çoğu basit viral enfeksiyonlara bağlıdır.
Febrile seizures are seizures that occur in febrile children between the ages of 6and 60 months who do not have an intracranial infection, or history of afebrile seizures. In this study, the children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures in Antalya Education and Research Hospital (AEAH) were reviewed. 56 children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures between September 2011- January 2012 in AEAH were analysed retrospectively. Analyses were performed using SPSS 16.0 version. 23 patients (41.1%) were male, 33 (58.9%) were female , mean age was 26.8 months, mean duration of hospitalized days were 3.5 days. Fever source was upper respiratory tract infection in 44 (78.6%) patients, lower respiratory tract infection in 6 (10.7%), acute otitis media in 2 (3.6%), urinary tract infection in 1 (1.8%), acute gastroenteritis in 1 (1.8%), hand–foot-mouth disease in 1 (1.8%), roseola infantum in 1 (1.8%) patient. Lumbar punction was done in 2 (3.6%) patients, one of them had aseptic menengitis and other had normally cerebrospinal fluid findings. 34 (60.7%) patients had first attack, 12 (21.4%) had second, 5 (8.9%) had third and 5 (8.9%) had more than three attacks. 4 (7.1%) patient’s seizures who had first febrile attack occured more than once in a 24 hour period. 4 (7.1%) patients had complex febrile seizures, 1 (1.8%) patient had febrile status epilepticus. These results suggest that most febrile seizures are simple, good prognosis and mostly causes of fever is upper respiratory tract infection.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede TedaviKadir Acar, Murat Bağlıcakoğlu
Olgu sunumu ÖzetiTekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede Tedavi
Management Of HIgh RIsk EssentIal ThrombocythemIa In Pregnant WIth Recurrent Pregnancy Loss
Esansiyel trombositemia (ET) tormbositoz, megakaryosit hiperplazisi, kanama veya tombozlar ile karaekterize bir hastalıktır. ET kadınlarda daha sık görülmektedir ve yaklaşık %15-20’sini doğurganlık çağındaki hastalar oluşturmaktadır. ET’li kadınlarda gebelik kayıpları normal popülasyona göre daha sık görülmektedir. Yaklaşık 1/3’ü erken gebelik kayıpları şeklindedir. Hidroksiüre tedavisi altında 3 adet erken gebelik kaybı, 1 adet ölü doğum gerçekleştiren, portal ven trombozu bulunan yüksek riskli bir ET hastasında interferon-alfa (IFN-α) ve düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi ile miadında sağlıklı, canlı doğum gerçekleştiren bir olgu sunulmuştur. ET’li gebelerde tedavi amacı maternal komplikasyonların ve fetal kayıplara neden olacak vazooklüsiv olayların önlenmesi olmalıdır. Sonuç olarak ta IFN-α, aspirin ve DMAH tedavisi gebelerde güvenli olduğu ve gebelik sonuçlarını olumlu etkilediği görülmektedir.
Essantial Thrombocythemia (ET) is a disease characterized by an increased platelets count, megakaryocyte hyperplasia and increased thrombotic or hemorrhagic events. ET is frequent in women and 15-20% of patients with ET are diagnosed in childbearing age. Pregnancy loss is more in patients with ET than normal population. Early pregnancy loss occurs in 1/3 of patients with ET. We present a women, with ET complicated with portal vein thrombosis who had 3 early and 1 late pregnancy loss with hydroxyurea treatment. She had live birth after treatment with interferonalfa (IFN-α) and low molecular weight heparin (LMWH). Aims of treatment of pregnant women with ET prevent of maternal complications and pregnancy loss due to vasooclusive events. Thus, treatment with IFN-α, aspirin and LMWH are safe and improve pregnancy outcomes.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tonsillektomide Üç Yöntemin KarşılaştırılmasıDuran Karataş, Şentürk M
Araştırma makalesi ÖzetiTonsillektomide Üç Yöntemin Karşılaştırılması
ComparIson Of Three Methods Of TonsIllectomy
Bu çalışmanın amacı hastalar için termal welding tonsillektomi (TWT), klasik diseksiyon tonsillektomi (KDT), radyofrekans ile diseksiyon tonsillektominin (RFT) karşılaştırılmasıdır. Bu çalışmaya kronik tonsillit veya üst solunum yolu obstruksiyonu nedeniyle tonsillektomi yapılan çocuk ve erişkin yüz otuz beş hasta alındı. Hastalar tonsillektomi tekniğine göre termal welding tonsillektomi (TWT), klasik diseksiyon tonsillektomi (KDT) ve radyofrekans ile diseksiyon tonsillektomi (RFT) gruplarına ayrıldı. Grupların yaşı, cinsiyeti, operasyon zamanı, erken postoperatif ağrı, normal diete başlama zamanı, intraoperatif kan kaybı miktarı, postoperatif kanama, onuncu gün tonsiller fossadaki iyileşmeleri değerlendirildi. TWT ve RFT grupları arasında ortalama operasyon zamanı açısından istatistiki olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0,001). Bu iki grup KDT grubuyla karşılaştırıldığında istatistiki olarak anlamlı bir fark vardı (p0,001). Bu iki grup KDT grubuyla karşılaştırıldığında istatistiki olarak anlamlı bir fark vardı (p
The aim of this study is to compare thermal welding tonsillectomy (TWT), classic dissection tonsillectomy (CDT), and radiofrequency dissection tonsillectomy (RFT). This study included one hundred and thirty five adult and childhood patients undergoing tonsillectomy because of chronic tonsillitis or upper airway obstruction. By the tonsillectomy technique, the patients were divided into thermal welding tonsillectomy (TWT), classic dissection tonsillectomy (CDT), and radiofrequency dissection tonsillectomy (RFT) groups. These groups were assessed in terms of age, gender, duration of surgery, early postoperative pain, time to start normal diet, amount of intraoperative blood loss, postoperative bleeding, tonsillar fossa wound healing on the tenth postoperative day. There was no statistically significant difference between TWT and RFT groups in terms of average duration of surgery (p>0,001). When these two groups were compared with CDT group, a statistically significant difference was found (p0,001). When these two groups were compared with CDT group, a statistically significant difference was found (p
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Adolesan Donemindeki Ogrencılerde Boy Uzunlu6u, Vccut Agırlı6ı, Hemoglobın Ye Serum Demir Duzeyı 15lcumlerinin Karsılastırmalı İncelenmesıNesrin Hadimli, Sennur Demirel, Ferhan Paydak
Araştırma makalesi ÖzetiAdolesan Donemindeki Ogrencılerde Boy Uzunlu6u, Vccut Agırlı6ı, Hemoglobın Ye Serum Demir Duzeyı 15lcumlerinin Karsılastırmalı İncelenmesı
Adolescence HeIght, WeIght, HemoglobIn, And Serum Iron Levels A ComparatIve InvestIgatIon
Bu calışmada. Kadıköy Anadolu Lisesi giirrdiizlri re Gii:el Sanatlar Anadolu Lisesi yattlt. 16 ya,y grubu. ve erkek 35'er ogrencide boy, kilo, he-moglobin ve serum demir dikeylerilerek. de-:Oder karplaittrmali olarak incelenmictir. ve yank kr: ve erkek ogrencilerin boy. ve hemoglobin degerkri m-astndaki farkm istalistiksel olarak onem taltmadigt (P>0.05). sadece t`• atrlt erkek Orencileri► serum demir dfizeyleri arasmda anlamh bir farklatk oldubt belirlenmivir (P<0.001).
Teenagers. 16 years age groups; 35 male and female students each from Kadtkay Anatolian High School and Fine-Art Anatolian Boarding High Scho-ol were included for this study. Their heights. body weights. hemoglobin. arm serum iron levels were de-termined. The values were compared for boarding and regular students. Except the serum iron levels (P<0.001) the other measurements did not differ each other significantly (p>0.05).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Kornea Plana OlgusuHamiyet Pekel, Ömer Kamil Doğan, Hilmi Çakmakçı
Araştırma makalesi ÖzetiBir Kornea Plana Olgusu
A Case Of Cornea Plana
Nadir görülen konjenital bir anomali olan kornea planlı bir erkek çocuk takdim edildi. Hastada hafif rolatif ptozis, düzleşmiş konma, küçülmüş dikey ve yatay konrea çapı, belirginliğini kaybetmiş limbus, korneada bant şeklinde kesU7ik, daralmış pupil alanı, yüksek hipermetropi, alternan içe kayma bulundu. pedigri incelemesinde genetik bir geçiş tespit edilemedi.
A male child with a rarely seen of congenital abnorrnality was presented. The syrnptorns were as follows; mild relative ptoıis, flated eornea, redusing in the horizontal and vertical diameter of cornea, indefinite iirrabbur, Bense eorneal band, narrowing of ilim pupil, high ayper metropia and alternant asotropia. A genetic inheritance in the pedigri has not been founded.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan DeğerlendirilmesiHarun Peru, Ahmet Midhat Elmacı, Cüneyt Karagöl, Fatih Kara
Araştırma makalesi ÖzetiPerkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcopathologIcal FIndIngs Of 78 Percutal Renal BIopsy
Amaç: Böbrek biyopsisi, böbreğin parankimal hastalıklarının tanısında ve tedavisinin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada böbrek biyopsisi uygulanan olguların klinik ve histopatolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ocak 2000 ile Aralık 2006 tarihleri arasında Çocuk Nefroloji ünitemizde ultrasonografi eşliğinde gerçekleştirilen 78 perkütan böbrek biyopsisi değerlendirilmeye alınmıştır. Bulgular: Klinik açıdan en sık biyopsi endikasyonumuz nefrotik sendrom (n:39, %50) idi. Bunu nefritik ve nefrotik sendrom birlikteliği (n:14, %18) ve nefritik sendromu olan (n:7, %9) olgular izlemekteydi. Histopatolojik tanı olarak en sık mezenjiyal proliferatif glomerulonefrit (n:15, %19) gözlenirken bunu sırası ile Henoch Schonlein purpurası nefriti (n:14, %18), fokal segmental glomeruloskleroz (n:8, %10) ve lupus nefriti (n:8, %10) izlemekteydi. Primer glomeruler hastalıklar (n:48, %62), sekonder glomeruler hastalıklardan (n:30, %38) daha fazla saptandı. Sonuç: Biyopsi serimizde en sık biyopsi endikasyonunun nefrotik sendrom kliniğinin olduğu, mezenjiyal proliferatif glomerulonefritin de en sık histopatolojik tanı olduğu dikkati çekmiştir. Bu sonuçlar çocuklardaki böbrek biyopsi sonuçlarının, bölgesel farklılıklar gösterdiği ve erişkinlerinkinden oldukça farklı dağılım gösterdiğini düşündürmektedir.
Aim: Renal biopsy is performed for the diagnosis and the decision of treatment of renal parenchymal diseases. The aim of this study was to evauate the clinicopathological findings of kidney biopsies. Material and Method: 78 percutan renal biopsies were performed by ultrasonography in our institution during the period between January 2000 and December 2006. Results: The most common renal biopsy indication was nephrotic syndrome (n:39, 50%). Other indications were association of nephrotic and nephritic syndrome (n:14, 18%) and nephritic syndrome (n:7, 9%). The most mikroskocommon nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis (n:15, 19%) which was followed by Henoch Schonlein purpura nephritis (n:14, 18%), focal segmental glomerulosclerosis (n:8, 10%) and lupus nephritis (n:8, 10%). Primary glomerular diseases (n:48, 62%) is more frequent than secondary glomeruler diseases (n:30, 38%). Conclusion: The present study which evaluated 78 renal biopsies showed that nephrotic syndrome was the most common indication for renal biopsy. Histopathologically, the most frequent nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis. These results suggest that renal biyopsy results in children can show regional variances and have a fairly different distrubition from those of the adults.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Romatizmal Ateş (ara) Etyopatogenezinde Serbest Oksijen Radikallerinin RolüMehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Fatih Gültekin, Sevim Karaaslan
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Romatizmal Ateş (ara) Etyopatogenezinde Serbest Oksijen Radikallerinin Rolü
The Role Of Oxygen Free RadIcals In The EtIopathonegesIs Of Acute RheumatIc Fever
Bu çalışmada çocukluk çağında Akut Romatizma! Ateş (ARA) etyopatogenezinde serbest oksijen radikallerinin (SOR) rolü ve klinik bulgularla ilişkileri araştırılmıştır. Beş ile 15 yaşlarında 23 hasta ve 25 sağlam çocuk araştırmaya dahil edildi. Hastaların 17'sinde kardit gözlendi. Reaktif oksijen molekülü (ROM) düzeyleri tanı anında ve daha sonra da periyodik olarak belirlendi. Serbest oksijen radikalleri ve ürünleri dROM kiti (d-ROMs test, Diacron s.r.l. Diagnostics Division, Via Zircone n.8-58100 Grosseto-İtaly) kullanılarak ve kolorimetrik olarak ölçüldü. Tanı anındaki plazma ROM düzeyi kontrol grubundaki ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (P<0.05). 15, 30 ve 90. günlerde plazma ROM düzeylerinin giderek azaldığını gözledik. Karditi olmayanlarla kıyaslandığında karditli hastaların plazma ROM düzeyleri istatistik olarak anlamlı bir farklılık göstermiyordu. Anlamlı olmamakla birlikte, 90. günde plazma ROM düzeyi hâlâ yüksekti. Biz bu çalışmada serbest oksijen radikallerinin ARA etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabilecekleri sonucuna vardık.
İn this study the role ofoxygen free radicals in the etiopathogenesis of Acute Rheumatic Fever (ARF) in childhood and its relationship betvveen the clinical fındings were investigated. Tvventy three patients with an age range of 5 to 15 years and 25 healthy children were included. Carditis was observed in 17 of the patients. The ROM levels were determined at the time of diagnosis and periodically after than. Oxygen free radicals and its products were measured colorimetrically using dROM's kit (d-ROMs test, Diacron s.r.l. Diagnostics Division, Via Zircone n. 8-58100 Grosseto-İtaly). The plasma ROM level at the time of diagnosis compared to that of control group was found statistically significant (P<0.05). We observed a Progressive decrease in plasma ROM levels at days 15, 30 and 90. The patients with carditis didn't have statistically different plasma ROM levels compared to the patients without carditis. The plasma ROM level at day 90 was stili higher, though unsignifıcant, than that of the control group. İn this study, we conclude that the oxygen free radicals may play an important role in the etiopathogenesis of ARF.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı Üriner Sistem TüberkülozuAhmet Midhat Elmacı, Fatih Akın, Melike Emiroğlu
Olgu sunumu ÖzetiÇocukluk Çağı Üriner Sistem Tüberkülozu
ChIldhood UrInary System TuberculosIs
Üriner tüberküloz, ikinci sıklıkta görülen ekstrapulmoner
tüberküloz şekli olup çocukluk çağında nadirdir, bulgular genellikle
erişkin yaşlarda ortaya çıkar. Hastalığın başlangıcında çoğu
vaka asemptomatik olabilir ve klinik bulgular aşikar hale gelince
böbreklerde ciddi hasara bazen de total fonksiyon kaybına sebep
olabilmektedir. Bu makalede, hematüri ile prezente olan ve üriner
tüberküloz tanısı alan bir adolesan vaka sunulmuştur.
Urinary tuberculosis is the second most common presentation of
extrapulmonary tuberculosis which is rarely seen during childhood.
Symptoms usually occurs during adulthood. Onset of the disease may
be asymptomatic and when clinical signs become apparent a serious
damage of kidneys might have been already occurred. We report here
an urinary tuberculosis diagnosed adolescent girl who presented with
hematuria.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic PitfallsSameera Rashid, Mohamed Meerasahib Kesudeen, Mohammed Abulaban, Adham Ammar
Olgu sunumu ÖzetiAngiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
AngIomatoId FIbrous HIstIocytoma: A Rare EntIty WIth RecognIzed DIagnostIc PItfalls
Anjiomatoid Fibröz Histiyositoma (AFH), nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür ve düşük nüks ve metastaz oranlarına sahiptir. AFH, nüksleri rapor eden bazı çalışmalarla revize edilmeye devam etse de şimdiye kadar teşhis kriterleribelirsizlğini korumaya devam etmektedir. Nadir bir tümör olması sebebiyle de tanı genellikle gecikmektedir. Biz bu makalede atipik histoloji, immünprofil ve genetik test sonuçlarına sahip 10 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Atipik görünümleri nedeniyle teşhis sürecinde Almanya Heidelberg Hastanesi ve Philadelphia Çocuk Hastanesinden fikir danışılan olgunun nihai tanısı Brigham Kadın Hastanesi tarafından doğrulandı. Bu makalede ayrıca tanıyı tartıştık.
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma (AFH) is a rare soft tissue tumour of indeterminate differentiation usually occurring in children and young adults with low rate of metastasis and recurrence. AFH continues to be revised with various studies reporting recurrences but up till now, the diagnostic criterion remains unclear with pathologists relying mainly on Enzinger’s description and immunohistochemistry. Adding to the fact that it is a rare tumour, diagnosis usually is delayed. We present a case of a 10 year old male with AFH with atypical histology, immunoprofile and genetic testing. Opinions were sought from Heidelberg hospital Germany and Children Hospital of Philadelphia which had contrasting views regarding the diagnosis, which was finally confirmed by Brigham and Women’s hospital, Boston. We review literature and discuss the possible differential diagnosis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin DeğerlendirilmesiŞerife Yüksekkaya, Hatice Türk Dağı, Fatma Kalem
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Rubella Igg PosItIvIty Of MarrIage-Age Women
Kızamıkçık (rubella) çocuk ve erişkinlerde döküntü, ateş ve
lenfadenopati ile seyreden viral bir hastalıktır. Çocukluk döneminde
hafif semptomlarla geçirilen bu hastalık, virüsün gebelik sırasında
fetusa geçmesi ile konjenital kızamıkçık sendromuna yol açmakta ve
birçok anomaliye neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, evlilik
çağındaki kadınlarda rubella seroprevalansının belirlenmesidir.
Bu çalışmada, evlilik öncesi testlerini yaptırmak üzere birinci
basamak sağlık kuruluşlarına başvuran evlilik çağındaki kadınların
serumlarında rubella IgG antikorları prospektif olarak araştırılmıştır.
Electrochemiluminescence immunoassay yöntemi ile üretici firmanın
(Cobas, Roche, Almanya) önerileri doğrultusunda çalışılmıştır. Evlilik
çağındaki 18- 25 yaş arasında 963 kadın çalışmaya alınmıştır. Rubella
IgG antikorları 963 kadının 929’unda (%96.5) pozitif, 34’ünde (%3.5)
negatif olarak saptanmıştır. Konya’da kızamıkçık seroprevalansının
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Enfeksiyonu geçiren kişilerde oluşan
bağışıklık ömür boyu sürmektedir. Enfeksiyonu geçirmemiş ve
aşılanmamış doğurganlık çağındaki kadınlar risk altındadır. Evlilik
öncesi testleri yaptırmak üzere başvuran kadınların aşılanması
ile konjenital kızamıkçık sendromuna bağlı mortalite ve morbidite
azaltılabilir.
German measles (rubella) is a viral disease characterized by
rash, fever and lymphadenopathy in children and adults. This disease
is passed with mild symptoms in childhood, if the virus passes to
the fetus during pregnancy, it leads to congenital rubella syndrome
and can lead to many anomalies. The purpose of this study was to
determine the seroprevalence of rubella IgG antibodies in women of
marriage-age. In this study, Rubella IgG antibodies were investigated
in the serum of marriage-age women who had attended to step one
health care provider for premarital tests, prospectively. Tests were
performed by Electrochemiluminescence immunoassay (Cobas,
Roche, Almanya) according to the manufacturer’s recommendations.
963 women who were between18-25 years old in marriage age were
included in this study. Rubella IgG antibodies were positive in 929
(96.5%) and were negative in 34(3.5%) of them.The seroprevalence
of rubella have been found to be high in Konya. Immunity continues
during lifetime in individuals who suffered from infection but women
in marriage age who had not been infected and unvaccinated are at
risk. Vaccination of women attended for premarital tests may reduce
morbidity and mortality associated with congenital rubella syndrome.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik ÖnemiFatih Akın, Alaaddin Yorulmaz, Abdullah Yazar, Esra Türe, Tarık Acar, Birsen Ertekin, Esma Erdemir
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
PrognostIc Importance Of Thrombocyte IndIces In ChIldren WIth Carbon MonoxIde PoIsonIng
\r\n Amaç: Karbonmonoksit zehirlenmesi, tüm dünyada hala önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Trombosit fonksiyonlarının karbonmonoksit zehirlenmesindeki rolü net olmamakla birlikte, trombosit aktivasyon ve agregasyonunun arttığı bildirilmiştir. Karbonmonoksit zehirlenmesinde, endotel hasarına bağlı artan trombotik eğilim, artmış trombosit yapışması ve fibrinolitik yoldadeğişiklikler ortaya çıkar. Çalışmamızın amacı trombosit indekslerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olan çocuklarda klinik yarar sağlayıp sağlamadığını belirlemektir.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Konya Beyhekim Devlet Hastanesi Çocuk Acil Servislerine başvuran karbonmonoksit zehirlenmesi tanılı çocukların kayıtlarını retrospektif olarak gözden geçirdik. Çalışmaya karbonmonoksit zehirlenmesi olan 92 çocuk ve 62 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol dahil edildi.
\r\n
\r\n Bulgular: CO zehirlenmesi olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken (9,34 ± 0,55 vs 9,78 ± 0,97fL, p = 0,001; 11,46 ± 2,64 vs 10,57) ± 1,41, sırasıyla, p = 0.007), trombosit sayısı ve plateletrit (324,05 ± 82,07 vs 357,27 ± 89,70 x109 p = 0,015; 0,31 ± 0,06 vs 0, 33 ± 0,07, sırasıyla, p = 0.039) anlamlı olarak daha düşüktü. Ortalama trombosit hacmi seviyeleri ise karboksi hemoglobin düzeyi 20'den yüksek olan hastalarda, karboksi hemoglobin seviyeleri 20-20 arasında olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Sonuç: Sonuçlarımız karbonmonoksit zehirlenmesi olan hastalarda trombosit indekslerinden ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliğinin belirgin şekilde yükseldiğini trombosit sayısı ve plateletritin azaldığını gösterdi. Trombosit aktivasyonu ve fonksiyonundaki değişiklikleri yansıtan ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri, karbonmonoksit zehirlenmesi sırasında özellikle tromboembolik komplikasyonların gelişimini öngörebilir. Ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri karbonmonoksit zehirlenmesinin prognostik tahmininde yararlı olabilir
\r\n
\r\n Prognostic importance of thrombocyte indices in children with carbon monoxide poisoning
\r\n
\r\n Abstract
\r\n
\r\n Objective: Carbon monoxide (CO) poisoning is still being a major cause of morbidity and mortality all over the world. Although the role of platelet functions in CO poisoning is not clear, increased platelet activation and aggregation had been reported previously. Increased thrombotic tendency due to endothelial damage, increased platelet stickiness, and alterations in the fibrinolytic pathway occurs in CO poisoning. The aim of our study was to determine whether platelet indices provide clinical benefit or not in children with CO poisoning.
\r\n
\r\n Materials and Methods: We retrospectively reviwed the records of children with the diagnosis of CO poisoning who admitted to the pediatric emergency departments of Konya Beyhekim State Hospital and Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty. A total of 92 children with CO poisoning and 62 age- and gender-matched healthy controls were included in the study.
\r\n
\r\n Results: While mean platelet volume (MPV) and platelet distribution width (PDW) levels were significantly higher (9,34±0,55 vs 9,78±0,97fL, p=0.001 ; 11,46±2,64 vs 10,57±1,41, retrospectively, p=0.007), platelet count and plateletcrit (PCT) (324,05±82,07 vs 357,27±89,70 x109 p=0.015 ; 0,31±0,06 vs 0,33±0,07, retrospectively, p=0.039) were significantly lower in patients with CO poisoning. MPV levels were also significantly higher in patients with a carboxy hemoglobin (COHb) level higher than 20, when compared with COHb levels between 10-20 (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Conclusion: Our results showed that platelet indices MPV and PDW are markedly elevated in patients with CO poisoning while platelet count and PCT were decreased. MPV and PDW levels, which reflect the changes in platelet activation and function, may predict the development of especially thromboembolic complications in the course of CO poisoning. MPV and PDW levels may be useful in prognostic estimation of CO poisoning.
\r\n
\r\n Keywords: carbon monoxide; children; platelet indices; poisoning
\r\n
\r\n
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka TakdimiZehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu ÖzetiPulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Demir Eksikliği Anemisi Tespit Ettiğimiz Vakaların Klinik Değerlendirilmesi: 203 VakaŞamil Ecirli, Ali Borazan, Hakkı Polat
Araştırma makalesi ÖzetiDemir Eksikliği Anemisi Tespit Ettiğimiz Vakaların Klinik Değerlendirilmesi: 203 Vaka
ClInIcal AnalysIs Of The Our ConfIrm Cases Of Iron DefIcIency AnemIa:203 Cases
Bu çalışmada, kliniğimizde Ocak 1996-Haziran 2000 yıllan arasında yatırılarak tetkik ve tedavi edilen 203 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların 143’ü kadın (K), 6O’ı erkek (E) ve yaş ortalaması K’larda 45.09±17.11 yıl, E’lerde 58.43±14.75 yıl idi. Hastaneye yatırıldıkları esnada ortalama eritrosit K’larda 3.673.007±677.929/mm3, Elerde 3.520.333±780.210/mm3, Hemoglobin ortalaması K’larda 8.49+2.2 g/dl, E’lerde 7.42±2.3 g/dl, Hematokrit ortalaması K’larda % 27.1 ±6.3, E’lerde % 23.9+6.3, ortalama eritrosit hacmi K’larda 70.2±9.3 fl, E’lerde 66.9±10.4 fl bulundu. Serum demiri K’larda 27.66±8.5 mcg/dl, E’lerde 25.97+8 mcg/dl iken Serum demir bağlama kapasitesi K’larda 383.94±56.11 mcg/dl, E’lerde 389.72±48.4 mcg/dl, serum ferritin düzeyi K’larda 4.73+3.3 ng/ml, E’lerde 5.05±3.3 ng/ml olarak bulundu. En sık demir eksikliği anemisi sebebi K’larda kronik gastrointestinal ve jinekolojik kanamalar, E’lerde kronik gastrointestinal kanamalar idi.
İn this study, totally 203 patients with iron deficiency anemia who had been hospitalised and became therapy in our department between January 1996-June 2000 were examined. Of the patients143 were female and 60 were male, mean age was 45.09+17.11 year in females and 58.43+14.75 year in male. The mean values of erythrocyte were 3.673.007±677.929/mm3 İn females, 3.520.333±780.210/mm3 in males, haemoglobin was 8.49+2.2 g/dl in females, 7.42±2.3 g/dl in males, hematocrit was 27.1+6.3 % İn females, 23.9+6.3 % in males, mean corpusculer volüme was 70.2±9.3 fl in female, 66.9+10.4 fl in males, serum iron was 27.66±8.5 mcg/dl in females, 25.97+8 mcg/dl in males, serum iron binding capacity was 383.94±56.11 mcg/dl in females, 389.72±48.4 mcg/dl in males, serum ferritin was 4.73+3.3 ng/ml in females, 5.05±3.3 ng/ml in males. Chronic gastrointestinal bleeding and gynecologic bleeding were found to be the most commen causes of iron deficiency anemia in females vvhereas chronic gastrointestinal bleeding in males.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kronik Öksürüklü Çocuklarda Fleksible Bronkoskopi BulgularıSevgi Pekcan, Mehmet Köse, Nural Kiper, Ayşe Tana Aslan, Nazan Çobanoğlu, Özge Aydemir, Ebru Yalçın, Eda Ütine, Deniz Doğru, Uğur Özçelik
Araştırma makalesi ÖzetiKronik Öksürüklü Çocuklarda Fleksible Bronkoskopi Bulguları
The FlexIble Bronchoscopy FIndIngs Of ChIldren Who Have ChronIc Cough
Amaç: Kronik öksürük, çocukluk ça¤›nda s›k karfl›lafl›lan, hasta ve aileyle birlikte hekimi de huzursuz eden bir bulgudur. Bu çal›flman›n amac›; merkezimizde kronik öksürük nedeni ile araflt›r›lan ve fleksible bronkoskopi (FB) yap›lan hastalar›n klinik, laboratuar ve bronkoskopik bulgular aç›s›ndan de¤erlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Hacettepe Çocuk Gö¤üs Hastal›klar› Ünitesinde Ocak 2002- Aral›k 2006 tarihleri aras›nda kronik öksürük nedeniyle izlenen, 4-6 haftadan beri öksürü¤ü olan, akci¤er grafi bulgular› spesifik olmayan bu nedenle FB yap›lan 23 hasta çal›flmaya al›nd›. Hastalar›n dosyalar› retrospektif olarak demografik, klinik ve bronkoskopik bulgular aç›s›ndan incelendi. Gastroözofagial reflü veya immün yetmezli¤i olan hastalar çal›flmadan ç›kar›ld›. Bulgular: Kronik öksürük nedeniyle bronkoskopi yap›lan 23 hastan›n 12’i erkek, 11’i k›zd›. Yafllar› 1-13,8 y›l aras›nda de¤ifliyordu. Ortalama yafl 5 y›l idi. Bir hasta hariç tüm hastalar›n radyolojik incelemesi normaldi. Bir hastada sanal bronkoskopide bronfl anomalisi saptand›. Yirmi üç hastan›n FB ile de¤erlendirilmesinde 10 hastada normalin d›fl›nda bulgu saptand›. ‹ki hastada sol ana bronflta yabanc› cisim ve granülasyon dokusu, 2 hastada trakeomalazi, 3 hastada enfeksiyonla uyumlu olan hiperemi ve sekresyon, 1 hastada mantar enfeksiyonu düflündüren trakeada beyaz plaklar saptand›. ‹ki hastada ise bronfl anomalisi saptand›. Fleksible bronkoskopi de patoloji tesbit edilen hastalar›n 6’›nda da BAL kültürlerinde üreme tesbit edildi. Üç hastada Bronkoalveolar lavaj (BAL) da lipid yüklü makrofaj tesbit edildi ve daha önce gastroözofageal reflü (GÖR) sintigrafisi normal olan iki hastan›n tekrarlanan GÖR sintigrafisi pozitif olarak bulunup reflü tedavisi baflland›. Sonuç: Fleksible bronkoskopi invaziv bir giriflim olmas›na ra¤men solunum sisteminin fonksiyonel, anotomik özelliklerini iyi de¤erlendiren, kronik öksürükte nedeni ayd›nlatmakta tan›ya yard›mc› bir yöntemdir.
Aim: Coughing is a common symptom in childhood. The cough last for over 4 to 6 weeks and also which makes patients the family and the doctor feel discomfort is called chronic cough. If this cough last long and repeats, it has to be investigated. After a detailed history and physical examination, distinctive studies have to be made. The purpose of this study is to evaluate the patients, which have been made flexible bronchoscopy because of chronic cough, by their clinical, laboratory and bronchoscopic findings. Material and Method: In this study we evaluated 23 patients with chronic cough; which were examined between January 2002 and December 2006 in Pediatric Chest Unit of Hacettepe University. Patients have cough for over 4 to 6 weeks, without specific chest X Ray findings, gastroesophageal reflux and problem with their immunologic system were and because of all these reasons they have been made bronchoscopy. The patients files are analyzed retrospectively by their demographic, clinic and bronchoscopic findings. Results: The study consisted of 23 patients: (12 males/11 females). The age of the patients vary between 1 and 13,8 years (mean age: 5 years). All patient’s radiological findings were normal without one patient. This patient’s have bronchial abnormalities in sanal bronchoscopy. When it is observed with flexible bronchoscopy ten patients have abnormal findings. Two patients have foreing body aspiration in their left main bronchus, two patients have tracheomalasia, three patients have hyperemia and secretions infection and two have bronchial abnormalites.In six patients’ bronchoalveolar lavage microorganism grew. Three patients have lipid laden macrophage and two patients whose previous gastroesophageal reflux scintigraphie were negative then found in and started treatment Conclusion: Although flexible bronchoscopy is an invasive technique, it evaluates respiratory system’s functional, anatomic characteristics well and it is a valuable technique in finding the etiology of chronic cough.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Komplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik DeğerlerSelim Karahan, Şamil Ecirli, Süleyman Türk
Araştırma makalesi ÖzetiKomplikasyonsuz Peptik Ülserde Iıematolojik Değerler
HematologIc Values In UncomplIcated PeptIc Ulcer
1987 yılında S.Ü.T.F. Îç Hastalıkları ABD po-likliniğine başvuran hastalar arasında radyolojik tet-kik, anamnez ve klinik ile desteklenerek seçilen 33 peptik ülserli hastada hematolojik değerler incelendi. Hastaların kanama geçirmemiş olması ile gaitada gizli kan ve parazit olmaması koşulları arandt. Bu hasta grubu peptik ülseri ve gastrik şikayetleri ol-mayan, anemi yapacak bir hastalığı bulunmayan 10 normal kişi ile kıyaslanarak incelendi. Yapılan ince-leme sonunda hasta grubunda normallere oranla he-moglobin, kırmızı küre, hemotokrit sayımlarında çok hafif düşüklük; serum demiri ve demir bağlama kapasitesi değerlerinde de belirgin farklılıklar ortaya konuldu.
In 33 patients with peptic ulcer which were included by radiologic and clinic examination and history were evaluated for hematologic values. These patients should not have a history of gastrointestinal hemorrhage and occult blood and parasites in stool. These patients group were compared with 10 normal people who had not peptic ulcer and gastric compliants and no prominent anemia. At the end of the study; the patient group had a ligde dillerence from the normal group in 1lb, red blood cell count, PCV. There was important dillerence between the values of iron and total Iran binding capacity.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesıİbrahim Erkul, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Gülay Reis, Fatih Toksöz, Ruhuşen Kutlu, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi ÖzetiAdölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
AddIctIons DurIng Adolescence And The PreventIon Of Them
Araştırmamızın yapıldığı Konya Endüstri Meslek Lisesinde okuyan 1030 öğrenci arasında sigara içme alışkanlığı %22.04, içki alışkanlığı %0.68 ve uyuşturucu kullanma alışkanlığı %0.097 olarak bulunmuştur. Okulda okuyan öğrenciler arasındaki sigara alışkanlığı nisbeti Türkiye'nin diğer illerinde yapılan benzer çalışmalardaki sonuçlara uygunluk göstermiştir. Gerek öğrenciler ve gerekse babaları arasında içki içme alışkanlığı oranı diğer illerden elde edilen değerlerden düşük bulunmuştur. Ebeveynleri arasında sigara ve içki alışkanlığı bulunan çocuklar arasında sigara ve içki alışkanlığına istatistiki olarak anlamlı bir şekilde daha fazla rastlandığı gösterilmiştir.
Among 1030 students studying at Konya Industrial Vocational High School where our study was conducted, smoking habit was 22.04%, drinking habit 0.68% and drug use habit 0.097%. relatively smoking habits among students studying at the school showed compliance with the results of similar studies in other provinces of Turkey. The rate of drinking habit among both students and their fathers was found to be lower than the values obtained from other provinces. It has been shown that among children whose parents have smoking and drinking habits, there is a statistically significant higher rate of smoking and drinking.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Yüzme Egzersizinin Bazı Solunun Parametrelerine EtkisiAbdulkerim Kasım Baltacı, Neyhan Ergene, Yıldız Divanlı, Hüseyin Uysal, Gülden Gedikoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Yüzme Egzersizinin Bazı Solunun Parametrelerine Etkisi
The Effects Of SwImmIng ExercIse On Some RespIratory Parameters On ChIldren
Bu araştırmada, çocuklarda yüzme egzersizinin bazı solunum parametreleri üzerine olan etkilerinin ortaya konulması amaçlandı. Çalışma, Konya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü'nün kapalı yüzme havuzunda, yaz yüzme kursuna katılan 6-14 yaş grubu çocuklar üzerinde gerçekleştirildi. Deney ve kontrol gruplarını oluşturan çocukların 6 haftalık yüzme egzersizinin başlangıç ve bitiminde olmak üzere solunum parametreleri spirometrede tayin edilerek, aradaki farklılığın mukayesesi yapıldı. Literatür bulgularla da paralellik gösteren bu çalışmanın neticesinde, çocuklarda yüzme egzersizinin bazı solunum parametreleri üzerine arttırıcı etkisinin olduğu kanaatine varıldı.
In this study the effect of swirn training on respiratory parameters, was investigated. The study was performed on the 6 to 14 years old children who were auending the swim training course in the siwimming pool of Konya. Respiratory parameters were tneasured al the beginning and the end of 6 weeks course and values were compared with each other. Consequently swirn training seemed to had increasing effect on the respiratory parameters. Results obtained in this study were comparable with previous experitnents
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin DeğerlendirilmesiHayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi ÖzetiEnfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi DeneyimlerimizCemile Öztin Öğün, Ateş Duman, Esma Nur Kırgız, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Our ExperIences On ThoracIc And Lumbar EpIdural AnesthesIa In ChIldren
Bu çalışmada, okul çağı çocuklarında sedasyon altında gerçekleştirilen lomber ve torakal epidural uygulamaları sunuldu. Torakal epidural kateterler elektif torakotomi operasyonlarından önce yerleştirilip genel anestezi ile kom bine edildiler. Lomber epidural kateterler genel anestezi kontrendikasyonu mevcut olan, acil ortopedik vakalara yerleştirilip sedasyon ile kombine edildiler.
İn this study; lumbar and thoracic epidural applications under sedation in school age children were presented. Thoracic epidural catheters were inserted before elective thoracotomies and were combined with general anes thesia. Lumbar epidural catheters were inserted in the emergency orthopedic cases that had contraindication for general anesthesia and were combined with sedation.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Bolgesındekı Asılı Cocuklarda Kızamık Antıkorlarının ArastırılmasıFaruk Öktem, Ahmet Özel, Halil Özerol, Bünyamin Kaptanoğlu, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Bolgesındekı Asılı Cocuklarda Kızamık Antıkorlarının Arastırılması
Investıgatıon Of Kızamık Antıbodıes In Hangıng Chıldren In Konya Regıon
Onceden aplanmti kimselirde lazarruk has-taltginin (KH) gorillmesi apnin sa:gladigt bagiltkligt incelemeyi gerektirmivir. Bu ca1,4mada, Konya big-gesinde ayllanmq ve KH gecirmem4 617 cocukda kizantiR antikor seviveleri arandz Butiin cocuklar arasuida % 24 nispetinde se-ronegatif sonuc olde edilmi olup, bir iki kere a,i ya-pdarilararasuicla strastyla % 25 % 14.8 oraninda serogenatiflik (SN) bulnnzuour (p=0.075). Kay ye kasabalarda oturanlarda SN orattlarmin ehirlerde oturanlara nazaran daha fazla cldugu (% 25'e kar-plik % 20) tespit edilmitir. iki kere act yapilanlarda ilk apnzn yapilma zamanz SN', etkilemernivir. 9. aydan once aplananlarda SN °rant diger gruplara gore istatistiki olarak onemli derecede fazla idi. Genel olarak SN'e diger bircok. araotrmaya gore daha yiiksek oranda rastlanmuitr. 8. ayda a§2 ya-pilanlarda aplardan sonra gecen siirenin artmasiyla SN oram giderek artnu2ktadzr. 9. aydan sonra aqt-lananlarda ise 6-7 ytldan sonra SN orarunda aru olmamaktadzr. Ara. tirmamt: bolgemizde Imam& aost (KA) ya-!Van cocuklarda SN'in cok yiiksek oldugunu, KAlnin ya.ta yapildtgt cocuklarda daha ktsa bir sure sonra olmak iizere iki kere yapilruzsznin faydalt ola-cagint, soguk zincir ye ail yap.Imasz ile ilgili ha-talarm asgari seviyeye indirilnu si icin gayret edil-mesi gerektigini diigindiirmektedir
Occurance of measles cases in previously vac-cinated children necessiate to investigate. the im-munity due to measles vaccination. In this study, le-vels of measles antibodies were evaluated in 617 children who had been immunized and had not had measles disease in the region of Konya. Twenty four percent of all children were se-ronegative. The rates of seronegativity were 25 % and 14.8 % in those who had one and two vac-cinations, respectively (p=0.075). Those who lived in villages had higher rates of seronegativity than those lived in cities (25 % vs 20 %). The time of re-ceiving first vaccine did not affect the seronegativity in twice vaccinated group. The rate of seronegativity was significantly higher in children vaccinated be-fore 9 mo. Generally the rate of seronegativity was high when compared to other studies. The rate of se-ronegativity increased as the time passed in children who were immunized at 8 mo, whereas no sig-nificant increase was noted after 6-7 years in child-ren vaccinated at older ages. Our study showed that the rate of seronegativity was very high in children who had measles im-munization at an early age and they should be given a repeat dose within a short time after the first one and great care must be paid to minimize errors re-lated to vaccine storing rules and immunization practices.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Bölgesınde Annenın Gestasyonal Özellıklerıyle Bebek Ve Çocuk Ölümleri Arasındaki İlişkinın AraştırılmasıSaid Bodur, Ersin Eröktem, Orhan Demireli
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Bölgesınde Annenın Gestasyonal Özellıklerıyle Bebek Ve Çocuk Ölümleri Arasındaki İlişkinın Araştırılması
HabItual Features Of GestutIng Mothers And Its RelatIonshIp To Infant And ChIld MortalIty
Konya bölgesinde Man-Mayıs 1991 tarihlerinde yapılan bu çalışmada annelerin. gebeliklerinde sahip oldukları özelliklerle bu gebelikten doğan çocuklar-da görülen öliimler arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı. Çocuğu ölen ve ölmeven kadınlar, gebelik yaşı, akraba evliliği, bu gebeliği isteyip istemedi-ği, gebelik aralığı, gebelik süresi, ge-belikte ağırlık artışı, gebelikte diğer hastalıklar, kusma, beslenme, bağışıklanma, gebelik sayısı . antenetal bakım yö-nünden karşılaşurıldı. Gebelikte yaşı 15-24 arasında olan, akraba evliliği olan, gebelik aralığı 2 yıldan az, gebelik-süresi 38 haftadan az olan, gebelikte tewnoz aşısı yapılmayan, tahıl ağırlıklı beslenen ve gebelik boyunca 9 kg dan az ağırlık artışı olan, doğum öncesi bakımı almayan ve çok gebelik geçiren annelerin bebek ve çocuklarında ölüm oranları diğerlerine göre daha yüksek bulundu (p < 0.05). Gebelikte baş-ka hastalığı veya kusınası olma, beslenrneyi miktar olarak artırma ve istemeyerek gebe kalma ile bebek ve çocuk ölümleri arasındaki ilişki önemsizdi.
Pregnancy habits of motIzers and their relation to child ınortality have been studied between March and May of 1991. Mothers between 15-24 years of age, consanquinity, the intervals less than 2 years betwe-en pregnancies, pregnancy less than 38 weeks, igno-rance of tetanus immunization, meals largely related cereal nutrition and lackiness of nutritive balance, weight gain less than 9 kg, lack of prenatal health care, multiple pregnancy increased infant and child monality rate and this increase was statistically me-aningffil (p<0.05). Unspecified illnesses during pregnancy and vomiting, increase in food intake pa-rallel pregnx2ncy, and undesirable pregnancy diri not affect infant and child monality significantly.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma SendromuSabri Hergüner, Erdinç Çiçek, Fatih Kayhan, Arzu Hergüner
Olgu sunumu ÖzetiBir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
A PedIatrIc Case WIth CyclIc VomItIng Syndrome
Döngüsel kusma sendromu (DKS), tekrarlayıcı bulantı ve kusma
atakları ile kendini gösteren bir durumdur. Belirtilerin başlangıcı
genellikle 4–6 yaş arasındadır ve kızlarda daha sık görülmektedir.
Ataklar çoğunlukla psikososyal ya da fiziksel bir tetikleyici ile ortaya
çıkar. Son yıllarda DKS ve migren arasında ortak bir patofizyoloji
olabileceği üzerinde durulmaktadır. DKS olan çocuklarda ve
annelerinde kaygı bozukluklarının sık olduğu gösterilmiştir. Bu
yazıda tekrarlayan kusma atakları nedeniyle kliniğimize başvuran 5
yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Kaygı belirtileri ve kusma atakları
nedeniyle tedavi olarak bir seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
essitalopram başlanmış ve tedaviden belirgin fayda görmüştür.
Cyclic vomiting syndrome (CVS) is characterized by recurrent
episodes of nausea and vomiting. Age at onset of symptoms ranges
between 4–6 years and there is a female predominance. CVS attacks
are generally associated with psychosocial or physical triggers. In
last years a shared pathophysiology between migraine and CVS has
suggested. Children with CVS and their mothers have elevated rates
of anxiety disorders. In this report, we presented a 5-year-old girl
who referred to our out-patient clinic because of recurrent vomiting
episodes. Because of her anxiety symptoms and vomiting attacks,
escitalopram, a selective serotonin reuptake inhibitor, was initiated
and she had significant improvement during treatment.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Boşanma İle Sonlanan Evliliklerde Kadının Hedef Olduğu Saldırganlıkİshak Özkan, Ömer Böke
Araştırma makalesi ÖzetiBoşanma İle Sonlanan Evliliklerde Kadının Hedef Olduğu Saldırganlık
AggressIon Towards Woman In MarrIage Ended WIth DIvorce
Bu çalışma S.Ü. Aile Araştırma ve Uygulama Merkezince„geriye dönük olarak, Konya mah-kemelerinde 1993 yılı kesinleşmiş boşanma dava kayıtları taranar-ak yapıldı. Boşanma dava kart-larından elde edilen bilgilerden CTS (Conilict Tac-tic yeniden dü:enlenerek, boşanma sonucu kadına karşı eşi tarafında uygulanan şiddet verileri elde edildi. Toplam 526 boşanma sonuçlarından 139'unda (%26.42) kadına karşı şiddet saptandı. Kadına karşı şiddet en yüksek oranda (%42.44) sözel, ikinci sırada (%33.09) fizik ve son olarak da (%24.46) hem fizik, hem de sözel idi. Eşler arasındaki yaş farkı özellikle kadının yaşının erkeğin yaşına eşit ve büyük olması durumunda, Vi ne kadının boşanma yaşı düştüğünde şiddetin arttığı bulundu (p<0.05). Kadına karşı şiddetin en çok- 21-36 yaşla,- arasında uygulandığı görüldü. Kadına karşı şiddet, erkek ve kadının evlilik yaşı, erkeğin boşanma yaşı, evlilik süresi, çocuk sayısı, köy-kasaba ve şehirde yaşama, erkeğin ve kadının evlilik sayılan ile istatistik ilişki göstermedi. Sonuç olarak kadına karşı şiddetin genelde önemli bir boşanma sebebi ve bunda fizik kötüye kullanmanın önemli boyutlarda olduğu söylenebilir.
This study was carried oral retrospectively at Selçuk University Family Center covering the di-vorce cases lı-oın the law-court files 1993 in Konya. The inf'ormation on the divorce registers ►eı-e exa-nıined carefidly and Conflict Tactic Scale is revised for adapting the divorce cases due ta spousal agg-ression towards married women. There result ob-tained data vere analyzed according to minitab sta-tistical programe. Total 526 divorce cases accured in Konya 1993 and divorce due ta agression was found that verbal aggression represented the major cause of divorce (42.44%) followed by physical (33.09%) and verbal and physical aggression (24.46%). The age difference hetween the spouses, espe•ialy signıficant (p<0.05). That is most divorce due to aggresion was occurred between 21-32 yeaı-s of married women age. On the other hand the age of spouses at the time of marriage, the husbands age at the time of divorce, the duration of marriage, the number of either man ör woman did not show sta-significant influence on the divorce due to aggression. As a result, it can be concluded that aggression towards women in general is a major cause of divorce and physical and abusive agg-ression is the serious aspect of divorce due ta agg-r-ession.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine EtkisiSinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi ÖzetiElektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik CevapAlaaddin Nayman, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya, Ganime Dilek Emlik, Kemal Ödev
Olgu sunumu ÖzetiBaş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
MrI FIndIngs In Head And Neck HemangIomas And DramatIc Response To Treatment
Hemanjiomlar çocukluk çağının en sık tümorleridir aynı zamanda en sık konjenital lezyonlarıdır(1). Vasküler malformasyonlar tüm benign tümörlerin yaklaşık %7’lik bir oranını oluştururlar(2). Baş boyun bölgesi vücudun yaklaşık %14’ünü oluşturmakla birlikte hemanjiomların %65’i bu lokalizasyondan kaynaklanmaktadır(1). MRG hemanjiomların tanısında ve çocukluk çağında medikal tedavi ile gerileyen hemanjiomların tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde oldukça faydalı bir görüntüleme yöntemidir.
Hemangiomas are the most common congenital lesions and they are the most common tumors of childhood(1). Vascular malformations are common lesions accounting for approximately 7% of all benign tumours(2). Although the head and neck region comprises only 14% of the body surface, 65% of hemangiomas arise from this region(1). MRI in the diagnosis of hemangiomas and hemangiomas regressed with medical therapy in childhood is a very useful imaging method for assessing response to treatment.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çok Sayıda TrikobezoarMüslim Yurtçu
Olgu sunumu ÖzetiÇok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit ModeliMuharrem Keskin
Araştırma makalesi ÖzetiSıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit Modeli
Fructose- And Iron-MedIated Model Of SteatohepatItIs In Rats
Amaç: Bu çalışmada, sıçanlarda fruktoz ve demir aracılığıyla insan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturulması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 90 adet 1,5-2 aylık Wistar-Albino cinsi dişi sıçanlar randomize bir şekilde 30' lu 3 gruba ayrılmıştır. Ad libitum beslenen kontrol grubu, içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi verilen fruktoz grubu ile içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi ve ikişer haftalık aralıklarla parenteral demir uygulanan fruktoz-demir grupları çalışılmıştır. Tüm gruplara günlük eşit miktarda kalori verilmiştir. İkişer haftalık aralıklarla (2., 4., 6., 8. ve 10. haftalarda) tüm gruplardan 5’er sıçana laparotomi uygulandıktan sonra karaciğer ve kan örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik progress değerlendirilmiştir.
Bulgular: On haftalık çalışma sürecinde hiçbir grupta karaciğer yağlanması ve fibrozisi saptanmamıştır. Fruktozla beslenen sıçanlarda hepatosellüler balonlaşma skorları kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur (p<0,001). Fruktoz ve fruktoz-demir gruplarında kontrol grubuna göre serum AST ve ALT değerlerinde yükselme saptanmamıştır. Fruktoz-demir grubunda 10. haftada kontrol ve fruktoz gruplarına göre ferritin düzeyi anlamlı yüksek saptanmıştır (p<0,001). Ayrıca histopatolojik olarak 4. haftadan itibaren fruktoz-demir grubunda karaciğerde demir birikimi de saptanmıştır.
Sonuç: Genç ve dişi sıçanlarda %60 konsantrasyonda fruktozlu içme suyuyla ve demir yüklemeyle 10 haftalık süreçte biyokimyasal ve histopatolojik steatohepatit modeli oluşturulamamıştır. İnsan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturabilmek için en az 16 haftalık bir süreyle yetişkin erkek sıçanlarda çalışılması, yeterli hidrasyon ve beslenmenin sağlanabilmesi için de fruktozun yemle kombine edilerek verilmesi daha uygun görünmektedir.
Background: The aim of this study was to develop a fructose- and iron-mediated model of steatohepatitis, which is similar to the human phenotype.
Methods: We randomly divided ninety 1.5 months old female Wistar-Albino rats into three groups. All three groups contained 30 rats in each group and 5 subgroups per group. While the control group was fed ad libitum, the fructose group’s feed consisted of 60% fructose in drinking water and that of the fructose-iron group consisted of 60% fructose in drinking water along with intraperitoneal administration of iron every 2 weeks. We performed laparotomies at 2-week intervals (at 2, 4, 6, 8, and 10 weeks) in all subgroups.
Results: None of the groups had hepatosteatosis or fibrosis at the end of the 10th week. Hepatocellular ballooning scores were significantly higher in the fructose-fed groups than in the control group (p<0.001). At 10th week serum ferritin levels in the fructose-iron group were significantly higher than those in the control and fructose groups (p<0.001). Iron accumulation in the rat liver was observed in the fructose-iron group histopathologically by the 4th week.
Conclusion: Chemically and histopathologically, a model of steatohepatitis can not be developed in young and female rats with 60% concentrated fructose feeding and administration of iron for 10 weeks. To develop a model of steatohepatitis resembling the human phenotype, it is more advisable and feasible to use adult male rats fed meals combined with fructose in order to maintain adequate hydration and nutrition for at least 16 weeks.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel YaklaşımMehmet Muharrem Erol, Halil Çiftçi, İsa Döngel
Derleme ÖzetiTrakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Current Approach For Trachea BronchIal ForeIgn Body AspIratIons
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonu çocukluk ve erişkinlik döneminde rastlanan ve hayatı tehdit eden bir problemdir. Çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu hikâyesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu altta yatan gerçek neden olabilir. Çocuklar özellikle oyuncak, madeni para, nohut, fındık, fıstık, çekirdek, kuru baklagiller ve şekerleri aspire ederler. Erişkinlerde ise daha çok gıda, kılçık, türban iğnesi, metalik cisimler ve diş protezi aspirasyonları görülür. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle hava yolunda tam veya tama yakın tıkanma varsa, bu durum acilen düzetilmelidir. Çocuklarda ve erişkinlerde yabancı cismin çıkarılmasında fleksible bronkoskopinin kullanım alanı olsada, rijit bronkoskopi her zaman altın standart olarak yerini korumaktadır.
Tracheobronchial foreign body aspiration is a common and lifethreatening problem in childhood and adulthood and an important cause of childhood morbidity and mortality. Recurrent respiratory tract infections may be due to foreign body aspiration. Aspirates includes frequently; toys, coins, beans, nuts, peanut, kernel, dried legumes, and sugars in children and; food, awn, turban pins, metallic objects and dental prosthesis in the adults, respectively. If foreign body aspiration may caused to complete or nearly total occlusion, in this time the object have to be removed urgently. Although flexible bronchoscopy can be used to remove of foreign bodies in children and adults, rigid bronchoscopy remains the gold standard all the time.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleriİbrahim Erkul, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiSağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleri
InsulIn Receptor Levels In Healthy ChIldren.
Yaşları 9 ile 17 yıl arasında değişen sağlıklı 13 çocukta dolaşan lenfositlerde insülin reseptör düzeyleri araştırıldı ve % 9,10 ile % 11,81 arasında bulundu. Bulunan değerler erişkinlerdeki insülin reseptör düzeylerine göre yüksekti.
Insulin receptor binding and levels on circulating lymphocytes in 13 healthy children. Their ages were changing between 9-17 years. The insülin binding rate(insulin receptor level) was found between 9,10 percent and 11,81 percent. The finding results were higher than in adults.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Toraks TravmasıSami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Cevat Özpınar, Aydın Şanlı, Hasan Solak
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Toraks Travması
Thorax Traumas In ChIldren
Son 14 yıllık süre içerisinde kliniğimizde toraks travınasıvla miiracaat eden 1111 hastanın 184'ü çocuk toraks travma vakasıydı. Bunların 110'zı künt toraks travması, 55'i kesici delici alet ve 19'u ateşli silah varalanmasıydı. Bunların % 96.19'u kon-servatif tedavi gördü. Cerrahi tedavi oranı ise % 3.81 idi. Hiçbir çocuk travma vakamızda ölüm olmadı.
184 of 1111 patients admitted ta hospital with chest injuries were children during 14 year period. 110 of them had blunt chest injuries, 55 stab wounds and 19 gunshot wounds. in 96.19 percentage of cases conservative treatment was giyen, surgical tre-atment was carried in 3.81 % of them.. Death was not occur in any case.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Orta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir ÇalışmaAhmet Arslan, Ferhan Paydak, Ahmet Bülent Turhan, Erol I. Yorulmazoğlu, Andaç Argon, Erdoğan Özkal
Araştırma makalesi ÖzetiOrta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir Çalışma
The IncIdence Of CongenItal Major MalformatIons In Central AnatolIa: A Study Of 7868 Newborns
Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evinde 1988 yılının Ocak-Ekim ayları arasında 28 gebelik haftası ve üzerinde doğan tüm yeni doğan bebekler majör malformasyonlar varlığı yönünden incelenmiştir. Bu süre içinde 3762 kız ve 4106 erkek olmak üzere toplam 7868 bebek doğmuştur. 95'i kız ve 123'ü erkek toplam 218 bebek ölü doğmuştur. Gözlenen bebeklerin 75'inde (%0.9) majer malformasyon bulunmuştur. Majör malformasyonlu bebeklerin 66'sı (%88) tek anomali, 9'u (9'012) çoğul anomali göstermiştir. Malfornu2syonlu 22 kız ve 6 erkek toplam 28 bebek ölü doğmuştur. Tek malformasyon gösteren bebeklerin 20'sinin santral sinir sisteminde, 1'inin dolaşım sisteminde ve 1'inin ürogenital sisteminde malformasyon görülmüştür. Tek malformasyon görülen bebeklerin 35'i kız, 317 erkektir. Tek malformasyonlu 18 kız ve 5 erkek toplam 23 bebek ölü doğmuştur. Çoğul malformasyon gösteren bebeklerden 4'ünün santral sinir sisteminde, 3'ünün santral sinir sistemi ve kas iskelet sisteminde, 1'inin santral sinir sistemi ve sindirim sisteminde malformasyon görülmüştür. Çoğul malformasyon görülen bebeklerin 6'sı kız, 3'ü erkektir. Çoğul malformasyonlu 4 kız ve 1 erkek toplam 5 bebek ölü doğmuştur. Çalışmamızda Konya ve yöresinde bulunan bu bulguların populasyon içerisindeki olma ihtimalleri ile malformasyonlu doğumların sistemlere göre dağılımı, anne yaş grubu, anne çocuk sayısı ve anne kan grubu arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılmıştır.
Major malformation screening was made in 7868 mewborns at Konya Maternity and Children Care State Hospital, Turkey, January through October in 1988. Newborns, 28 weeks old and over were subjected to physical examination and the blood type determinations when needed. Blood type determinations were made for all mothers who gave birth. During 10 months period, of the 7868 babies born 3762 were female and the remaining 4106 babies were males. Among the 218 stillborn babies, 95 of them were female and 123 were males. 75 babies born with major malformations, and 66 (88%) of 75 had single and the remaining 9 (12%) had multiple malformations. The overall incidence is found ta be 0.9% and 0.11% for single and multiple malformations, respectively. About 51% of 66 newborns had musculo-skeletal system, 30% central nervous system, 14% digestive system, 1,5% circulatory systern, 1,5% urogenital system malformations, respectively. Also, musculo-skletal system malformations were found more often in males than female infants. Similarly, pes equino-varus was predorninant among the males whereas polydactylism among the females. In musculo-skeletal malformation system, stillbirth frequency is rather low (3 females and 1 male out of 33 malformed cases). The most stillbirths were seen in central nervous system (13 female and 3 male out of 20 cases). Anencephalus seemed to appear more often in female infants !han the male ones, and anencephalus and hydrocephalus females were stillborn infants. Multiple major malformations
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kekemelik - Cinsiyete Bağlı FarklılıklarAysen Özkan, Ali C. Arık
Araştırma makalesi ÖzetiKekemelik - Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
StutterIng
Kekemelik konuşmanın akışını önemli ölçüde bozacak biçimde seslerin ya da hecelerin tekrarlan-ması ya da uzatılmasıdır.Bugüne kadar nevrotik bir durum, öğrenilmiş bir davranış ya da yapısal bir bo-zukluğa dayanan bir hastalık olduğu düşünülmüşse de nedeni kesin olarak saptanamamıştır. Bu çalış-mada hastalığın etiyolojisine ışık tutmak amacıyla kekerneliğin cinsiyete göre bir farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Bu amaçla kekemelik tanısı almış 45 çocuğun dosyaları gözden geçirilmiş ve farklılıklar döküme edilerek karşılaştırılmıştır. istatistiksel hesaplamalar t testine göre yapılmıştır. Çalışma sonucunda kız çocuklarda hastalık öncesi emosyonel travma, ailede psikiyatrik .hastalık öy-küsü ve geçirnsizliğin erkeklere oranla önemli dere-cede fazla bulunduğu saptanmıştır. Bu bulgular emosyonel faktörlerin özellikle kızlarda kekemelikte presipite edici ya da etiyolojik faktörler olabileceğini düşündürmüştür.
The essential feature of this disorder is a marked inzpairment in speech fluency characterized by frequent repetitions or prolongations of so. unds or syllables. [Ip until now it has been considered to be a neurotic condition, a learned behavior or structurel disorder. Never the lens, the cause of this disorder has not been established for certain.In (his study to onlighten the etiology of (his condition dıllerences related to sex has been investigated. With (his aim medical records of 45 children diagnosed as stuitering, has been reviewed, differences documented and compared. in statistical calculations t-test has been used. As a rest& of this study it has been found that in females emotional trauma prior to illness, family history of psychiatric disorder and family disharmony vere significantly more abundant compared to males. These results suggest that in stuttering emotional factor may be presipitating or etiological factors in females more so than males.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın DeğerlendırılmesıRecep Memik, Abdurrahman Kutlu, Salim Güngör, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Osman Kurtuluş, Eyüp S: Karakaş
Araştırma makalesi ÖzetiAkut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın Değerlendırılmesı
Acute SeptIc ArthrItIs: EvaluatIon Of The ClInIcal Features
Bu makalede. akla septik artritin prognozla olabilecek klinik özelliklerini incelemeyi amaç edindik,. Konya ve Kavseri'deki iki Ortopedi klini-ğinde tedavi edilen ve yaşları 10 günle 72 yıl ara-sında değişen 159 hasta gözden geçirildi. Karşılaş-tırmalı değerlendirme için hastalar üç yaş grubuna ayrıldılar. Birinci grupta; yaşları 12 aydan küçük 20 infant, ikinci grupta; yaşlari 1-16 yıl arasında olan 106 çocuk, üçüncü grupta; yaşları 17 yıl ve daha büyük olan 33 yetişkin hasta vardı. En fazla birinci ve ikinci grupta olmak üzere 70 hastada kalça septik artritl görüldü. Diz tutulumu 59 hastada izlendi. Diz yetişkinlerde en çok tutulan eklem olmuştur. Eklem kültürlerinde en fazla izole edilen bakteri Stafilokok aureus olmuş, bunu gram-negatif bakteriler izlemiştir.
In this article, our aim was to evaluate clinical features of acute septic arthritis in relations to its prognosis. One hundred andfifiy-nine patients whose ages ranged fr-om 10 days to 72 years were reviewed two Orthopaedic Clinics in Konya and Kayseri. A compararive analysis was made by dividing the pa-tients into three age groups. First group contained 20 infants vounger [han one year of age. One hundred and six children between 1 and 16 years of age are included in the second group. Patients older than 17 years of age, 33 of them, made up the third group. The hip joim was involved in 70 patients represented largely the first and the second group. The knee was involved in 59 patients. Majority of the third group patients had knee involvement. Microorganisms iso-lated from the cultures of these joints were predorni-nantly Staphylococcus aureus which was followed by gram-negative bactarias.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık SonuçlarıBülent Oran, Fazıl Kasap, Nimet Kabakuş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık Sonuçları
FIrst SIx Month Results Of The PedIatrIc CardIology UnIt EchocardIography Laboratory
Fakültemiz çocuk kardiyoloji birimi ekokardiyografi laboratuvarında, faaliyete geçişinin ilk altı ayı içerisinde ekokardiyografik inceleme yapılan 371 hasta değişik yönleriyle incelendi. Akut romatizmal karditin, bölgemiz için önemli bir sağlık problemi olduğu dikkat çekici bulundu. Alınan sonuçlar literatür verileri ile karşılaştırıldı.
In the echocardiography laboratory of the pediatric cardiology unit of our faculty, 371 patients who underwent echocardiographic examination in the first six months of their activation were examined from different aspects. It was found remarkable that acute rheumatic carditis is an important health problem for our region. The results obtained were compared with the literature data.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Prematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni AçılımlarHürkan Kerimoğlu, Banu Turgut Öztürk, Rahmi Örs
Derleme ÖzetiPrematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni Açılımlar
RetInopathy Of PrematurIty: Current UnderstandIng And Future Prospects
Prematurite Retinopatisi kör edici potansiyele sahip bir hastalıktır. Dünyanın yenidoğan yoğun bakım hizmeti sunulan bölgelerinde çocuk körlüklerinin başta gelen sebebi olmaya devam etmektedir. Bu derlemedeki amacımız güncel bilgiler ışığında PR tarama ve tedavisindeki yenilikleri değerlendirmektir. Yenidoğan yoğun bakım unitelerinin yaygınlaşması daha fazla sayıda ve daha immatür bebeklerin yaşatılmasına olanak sağlamaktadır. Bu da taranması gereken prematür infant sayısını ve tedavi edilmesi gereken göz sayısını artırmaktadır. Bugüne kadar muayeneyi deneyimli bir göz hekiminin hasta başında binoküler indirekt oftalmoskop ile yapması gerekliliği savunulurken artık çekilen renkli dijital fotoğrafların belirli merkezlerde göz hekimleri tarafından değerlendirilebileceği tartışılmaktadır. Tedavi cephesinde ise daha destrüktif olan kriyoterapi ve laser tedavisi yerine göz içine bir defa enjekte edilecek anti-anjiyojenik ilaçların kullanıma girmesi mümkün görünmektedir. Yaşanan teknolojik ve medikal gelişmeler prematürite retinopatisinin tarama ve tadavi şemalarında yakın zamanda köklü değişiklikler yapabilir.
Retinopathy of prematurity (ROP) is a potentially blinding disease. ROP continues to be a leading cause of blindness of newborn in areas of the world that provide neonatal intensive care services to premature newborns. The aim of this review is to evaluate the new technical improvements and treatment modalities under current data. Increased number of Newborn Intensive Care Units leads to survive of incerased number of immature babies which in turn leads to increased number of premature infants to be screened and eyes to be treated. Although the current gold standart of screening method is examination by an experienced opthalmolog with binocular indirect ophthalmoscopy, a new debate arose that claims digital retinal photographs may be taken and evaluated in the remote reading centers by experienced ophthalmologists. On the other hand intravitreal injection of single dose of anti-VEGF may replace the more destructive cryotherapy and laser at the treatment aspect. Recent technical and medical improvements may induce major changes at the screening and treatment protocols of PR.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Normal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik ÇalışmaSaim Açıkgözoğlu, Haluk Yavuz, Mustafa Erken, Hasan Koç, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi ÖzetiNormal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik Çalışma
Measurement Of Renal SIze In Normal ChIldren: UltrasonographIc Study
66 çocuğun böbreklerini ultrasonografi ile muayene ettik. Çocukların yaşları 2-12 arasında değişmektedir. Böbreklerin büyüklükleri ultrasonografi (US) ile belirlenmiştir. Böbreklerin uzunluğu ve eni, çocuğun yaşı, boyu ve kilosu ile değişmektedir.
We examined 66 children's kidney with ultraso-nography. They were between 2 and 12 years. Renal size has determined by ultrasonography. Renal length and width vary with age, height, and weight.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen DuyarlılığıEsra Hazar Sayar
Araştırma makalesi ÖzetiAlanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen Duyarlılığı
Aeroallergen SensItIvIty Of AtopIc ChIldren In Alanya RegIon
Amaç: Alerjik hastalıklarda semptomları azaltmak ve yaşam kalitesini arttırmak için sorumlu alerjenleri belirlemek önemlidir. Bu nedenle bölgemizdeki alerjik hastalarda aeroalerjenlerin duyarlılığını ve sıklığını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, Eylül 2017-Mart 2018 tarihleri arasında pediatrik alerji immünoloji polikliniğine başvuran 1078 hasta (2-18 yaş) dahil edildi. Deri prick testinde en az bir alerjik duyarlılık saptanan 642 hastanın klinik ve demografik özellikleri, total IgE düzeyleri, kandaki periferik eozinofil sayıları, aeroalerjen duyarlılıkları hasta dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışma için Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulundan onay alındı.
Bulgular: Hastaların 642'sinde (%59.5) en az bir aeroalerjene karşı pozitif yanıt gözlendi. Hastaların %34.8'inde astım, %73.7'sinde alerjik rinit, %12.6'sında atopik dermatit ve %3'ünde kronik ürtiker tanısı vardı. 159 (%24.8) hastada birden fazla alerjik hastalık tanısı vardı. Pozitif cilt prick testi olan hastaların 368’i (%57.3) erkek, 274’ü (%42.7) kızdı. Yaş ortalaması 8.49±4.15 yıldı. En sık Akar duyarlılığı saptandı (%76.1). İkinci sıklıkta küf mantarları (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) ve üçüncü sıklıkta grass ve cereal polen (39.8%) duyarlılığı gözlendi. Diğer aeroalerjen duyarlılık sıklıkları; yabani ot polen karışımı (%24.6), ağaç polen karışımı (%21.7), hamamböceği (%17.8), kedi tüyü (%31.2), zeytin ağacı (%20) olarak saptandı. Ortalama serum total IgE düzeyi 215.6 IU/ml ve ortalama eozinofil sayısı 410.63/mm³ idi.
Sonuç: Alerjik hastalıklarda sorumlu alerjenlerin tespit edilmesi semptomların kontrol edilmesi ve seçilmiş vakalarda immünoterapi şansı vererek hastalık seyrini değiştirebilmesi açısından önemlidir.
Aim: It is important to identify allergens in reducing disease-related symptoms and improving quality of life in the allergic diseases. Therefore, we aimed to evaluate the frequency of aeroallergens in allergic patients in our region.
Method: 1078 patients (2-18 years) who applied to the pediatric allergy immunology outpatient clinic between September 2017- March 2018 were included to the study. The demographic and clinical characteristics of 642 patients with at least one allergic sensitization in the skin prick test were evaluated retrospectively. Total IgE levels, peripheral eosinophil counts in the blood, aeroallergen sensitivities in skin prick test were evaulated from the patient’s files. The study was approved by the Ethics Committee of the Alanya Alaaddin Keykubat Medical Faculty.
Results: In 642 of the patients (59.5%), a positive response was observed against at least one aeroallergen. Among patients, 34.8% had asthma, 73.7% had allergic rhinitis, 12.6% had atopic dermatitis, and 3% had chronic urticaria. 24.8% of the patients (159) had more than one allergic disease. When the evaulation of the patients with positive skin prick test, 57.3% were male and 42.7% were female. The mean age was 8.49 +/- 4.15 years. The sensitivity of house dust mites was the most common (76.1%). In the second and third frequency, molds (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) and grass and cereal pollen (39.8%) sensitivity were observed. Other determined aeroallergen sensitivity frequencies were; weed pollen mixture (24.6%), trees pollen mixture (21.7%), cockroach (17.8%), cat hair (31.2%), olive tree (20%). The mean serum total IgE level was 215.6 IU/ml and the mean eosinophil count was 410.63/mm³.
Conclusion: Detection of responsible allergens is important to control symptoms and to give the chance the course of the disease with immunotherapy in the selected cases.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Otistik Bozukluğu Olan Çocuk Ve Ergenlerde Kolesterol DüzeyleriSabri Hergüner, Arzu Hergüner
Araştırma makalesi ÖzetiOtistik Bozukluğu Olan Çocuk Ve Ergenlerde Kolesterol Düzeyleri
Cholesterol Levels In ChIldren And Adolescents WIth AutIstIc DIsorder
Otizm sosyal ilişki ve iletişim alanlarında belirgin güçlükler, yineleyici-sınırlı-olağan dışı davranış ve ilgilerin olduğu nörogelişimsel bir bozukluktur. Otizmin nedeni halen net olarak bilinmemektedir fakat genetik, immünolojik, metabolik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşan multifaktoriyel bir bozukluk olduğu düşünülmektedir. Otizmin etyolojisinde lipid metabolizmasında bozulmanın bulunduğuna dair kanıtlar giderek artmaktadır. Bu çalışmada otistik bozukluğu olan çocuk ve ergenlerin kolesterol düzeylerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya DSM – IV ölçütlerine göre otistik bozukluk tanısı alan 88 çocuk ve ergen alınmıştır. Bilinen her hangi bir genetik, metabolik ve/veya nörolojik hastalığı olan olgular çalışma dışı bırakılmıştır. Ortalama kolesterol düzeyi 150.5 ± 28.7 (81.0 – 230.0) mg / dl olarak bulunmuştur. On altı olgunun (% 18.2) kolesterol düzeyinin iki yaşından büyük çocuklar için 5. persantil değeri olan 100 mg/dl’den düşük olduğu görülmüştür. Bu bulgular kolesterol metabolizmasında bozulmanın otistik bozukluk etyolojisinde rol alabileceğini desteklemektedir. Otizm ile kolesterol metabolizması arasında ilişkiyi inceleyen daha ileri çalışmalara gereksinin bulunmaktadır.
Autism, a neurodevelopmental disorder, is defined by core abnormalities in reciprocal social interaction and communication, and by the presence of restrictive or stereotyped interests and behaviors. Its etiology is almost unclear however a number of factors is being investigated including genetic, infectious, metabolic and environmental causes. Recent findings suggest the role of abnormal lipid metabolism in autism. The aim of this study was to investigate the incidence of cholesterol deficiency in a group of subjects with autistic dis¬order (AD). Study group included 88 children and adolescents with autistic disorder according to DSM-IV criteria. Children with any diagnosed genetic, metabolic, or neurological disorders were excluded from the study. The mean cholesterol level was 150.5 ± 28.7 (81.0 – 230.0) mg / dl. Sixteen subjects (18.2 %) had a cholesterol level lower than 100 mg/dl, which is below the 5th centile. Our findings confirmed the high prevalence of abnormally low cholesterol levels in autistic disorder and support clinical significance regarding the possible role of cholesterol deficit in the etiology. Further studies are needed to investigate the relation between cholesterol metabolism and autism.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bır Hem0fili A Vakasında Ve Eınde Aıds HastalıgıHakkı Polat, Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan, Berkay Kırımlı
Araştırma makalesi ÖzetiBır Hem0fili A Vakasında Ve Eınde Aıds Hastalıgı
A Case Of Aıds In PatIent WIth HeamophIlIa a.
Akkiz inumin yetmezlik sendronne (AIDS) ilk defa tip literattirtine 1981 yilinda gir,nicIir. 0 za-mandan bu yana AIDS bildirimlerinde adeta pat-lama olmu,slur. Ti•ari olarak hazirlanmq labor VIII verilen he-tnofilik hastalarda AIDS bildirilmigir. Banka kant tininlerinden fok, faktor VIII ile gemesinin sebebi; bir Unite jailor VIII 2000-50000 finite verici ka-mndan elde edilmesinden kaynaklanmaktadtr. Bit-0k cahpnada erickin hemofilik erkeklerde HIV enfeksiyon orannun % 50-90 arastrzda degiltigi liildirilrni, tit: Bunlardan ancak % I acikar klinik be-lirti vermekiedir. Henzofilik hastalarin kendileri, ve c0- cukiart risk alttndadirlar. Biz, klinigimizde tesbit ettigimiz ilk vakayz bil-dinnek, literature gOzden gecinnek ve dikkatleri tek-rar bu noktaya relonek istedik.
The acquired immune deficiency syndrome (AIDS) was first described in the ntedical literature in June 1981. Since that time there has been exp-losion in the number of reports of AIDS. AIDS has been reported in patients with ha-emophilic patients who were receiving commercially prepared factor VIII concentrate more than from blood- bank produced cryoprecipitate. This is pro-bably due to the fact that each unit of factor VIII concentrate is made from blood obtained from 2000-5000 blood donors. The prevalence of HIV infection amog adult ha-emophilic men in most studies is reported to range from %50-90 percent. About % 1 of these patients developed AIDS. The heamophilic patients and their heterosexually partner and their children are risk for AIDS We would like to present the first one case of AIDS in hemophilic patients and his wife in our cli-nic.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması VakasıÖmer Karahan, Yüksel Tatkan, Engin Günel, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi ÖzetiMezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
A Case Of IntestInal ObstrucIIon Due Lo MesenterIc Cyst
Mezenterik kistler benign, uniloküler veya rnultiloküler yapıda, nadir görülen lezyonlardır. Nadir olmalarına karşılık bilhassa çocuklarda ölümcül komplikasyonlara sebep olabilmektedirler. Bu yazıda 3 aylık bir bebekle jejunumda basıya bağlı tıkanma oluşturan bir mezenter kisti vakası sunulmuştur.
Mesenterk cysts are uncom.rnon, benign, ımilocular ör multilocular cysts. Although !hese are rarely in population, !hey may present with potential life-threatening complications especially in children. in ankle a case of jejunal obstruction due to mesenteric cyst in a 3 morıthold infani was described.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden YararlanmaFaruk Öktem, Said Bodur, Aziz Polat, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
An OvervIew On ServIce Referral For PedIatrIc Care At Selçuk UnIversIty Faculty Of MedIcIne
Çalışma, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesi çocuk polikliniğine 18-22 Kasım 1991 tarih-lerinde başvuran 222 hastanın refakatçileri ile görüşülerek yapıldı. Hastaların % 71 'inipüniversite hasranesini birinci basamak, ancak % 171sinin ü-çüncü basamak tedavi hizmeti almak için kullandığı görüldü. Üçüncü basamak başvurularda daha çok yalnız babalann refakat ettiği ve 0-6 yaşlarındaki hastalarda daha yüksek oranda olmak üzere polik-liniğimize erkek çocukların daha fazla getirildiği gözlendi (p<0.05). Çocuk hasta başvurularını, ö-zellikle sevkli hastalarda, haftanın son günlerine doğru azaldığı (p>0.05), ailelerin üçüncü ve daha sonraki çocuklarının her basamak için hizmetten daha az yararlandığı (p>0.05) belirlendi. Birinci basamak 'sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi„sos-yal güvencesi olsun. olmasın hastaların kademeli sevk sistemi içinde üniversite hastanelerinden ü-çüncü basamak tedavi hizmetin' almak üzere yarar-lanmasını sağhvacak düzenlemelerin yapılması, hem toplumun hem de sağlık kuruluşlarının yararına olacağı kanısındayiz.
This study was iınplemented on patients' parents or relatives who brought their children to the Polyc-clinic of Departmant of Pediatrics in Faculty of Me-dicine, Selçuk University between 18 and 22nd of November 1991. 1n this study it was observed that only 17 percent of patients had applied for tertiarv care wlüle 71 percent of diem had came for primarv care. Patients applying for tertiary care were usually brought to the hospital by their fathers and male pa-tients more in number and relatively higher in 0-6 age group (p<0.05). It was also observed that number of patients, e.specially of those referred, decreased to-wards weekend (p>0.05) and parents were utilizing less health service in each level of care for their third and more childs (p>0.05). We believe that it will be more usefid for both community and health organi-zations ta make primary health care services more effective and such regulations, in which university hospitals, vvithoıtt taking care of patients social insu-rance guarantees, just can be used for tertiary health care services a step-by-step referral system.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alüminyum Ve İnsan SağlığıHüseyin Uysal, Neyhan Ergene, Abdulkerim Kasım Baltacı
Araştırma makalesi ÖzetiAlüminyum Ve İnsan Sağlığı
AlmnInIurn And Human Health
Alüminyum, yeryüzünde bulunan en yaygın metal ve üçüncü yaygın elementtir (1). Yerkabuğunun %5 ilâ %8 kadarını oluşturur ve her yerde bulunur (2,3). Tabiatta bileşikler halinde bulunan alüminyum metalinin, boksit cevherinden elde edilmesi uzun ve karmaşık işlemler sonucunda gerçekleşir. Bu zorluklara karşılık, teknik özelliklerinin üstünlüğü sebebiyle, alüminyum giderek daha çok kullanılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında 7 bin ton dolaylarında olan dünya alüminyum üretimi bugün 20 milyon tona yaklaşmıştır. Alüminyum, demirden sonra en çok kullanılan metaldir. Alüminyum, başka metallerin bir arada, ya da ayrı ayrı sağlayamadığı özelliklere sahiptir. Yüksek dayanım/ağırlık oranı, mükemmel korozyon direnci, iyi elektrik ve ısı iletkenliği, şekillendirilebilme ve işleme kolaylığı bu metalin özelliklerinden birkaçıdır(4).
Aluminum is the most common metal and third common element found on earth (1). It makes up 5% to 8% of the earth's crust and is ubiquitous (2,3). It takes a long and complicated process to obtain the metal, which is found in compounds in nature, from bauxite ore. Despite these difficulties, the superiority of its features, other usage technical uses. At the beginning of our century, around 7 thousand tons of global aluminum production has reached 20 million tons today. Aluminum is the most used metal after iron. Aluminum can learn that other metals cannot coexist, or else separately. High strength / weight ratio, excellent rust resistance, good electrical and thermal conductivity, formability and processing are some of these metal properties (4).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Büyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi TedavisiAbdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis
Araştırma makalesi ÖzetiBüyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavisi
SurgIcal CorreotIon Of CongenItally DIslocated HIps In The Older ChIldren
Doğuştan kalça çıkığı olan, 5-11 yaşları arasında 18 ço-cuğun 21 kalçasına cerrahi tedavi yapıldı. Açık redüksiyon, Salter veya üçlü osteotomy ve femoral osteotomiler uygulandı. 15'i kız, üçü erkek olan hastalar en az bir yıl takip edildi. Radyolojik olarak Severin klasifikasyonuna göre değerlendirildi ve 19 kalça (%90) çok iyi ve iyi, iki kalça (%10) kötü olarak bulundu. iki kalçada tekrar çıkık meydana geldi ve bunlardan birinde femur başı avasküler nekrozu gelişti.
Surgical treatment was performed in 21 hips of 18 children aged 5-11 years with congenital hip dislocation. Open reduction, Salter or triple osteotomy and femoral osteotomies were performed. The patients, 15 girls and three boys, were followed for at least one year. It was evaluated radiologically according to the Severin classification and 19 hips (90%) were found to be very good and good, and two hips (10%) bad. Re-dislocations occurred in two hips and one of them developed avascular necrosis of the femoral head.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı CismiEkrem Kadıoğlu, Şaban Gönül, Hasan Basri Velioğlu
Olgu sunumu ÖzetiTravmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Intraocular ForeIgn Body DIagnosed 15 Years After Trauma
Penetran göz yaralanmalarının sebep olduğu göz içi yabancı cismi (GİYC), cismin lokalizasyonu, boyutu ve niteliğine göre çeşitli bulgulara sebep olabilir. Bununla birlikte nadir olarak GİYC herhangi bir şikayete neden olmadan yıllarca sessiz kalabilir. Biz bu çalışmada travmadan 13 yıl sonra sık tekrarlayan ön üveite neden olan ve kataraktın bulunduğu bir hastada tespit ettiğimiz göz içi yabancı cisim olgusunu sunuyoruz. 31 yaşında erkek hasta iki senedir mevcut olan sol gözde görme azlığı ve ataklar şeklinde gelişen ağrı, kızarıklık, ışık hassasiyeti şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine basvurdu. 15 yıl önce yakınında seramik veya porselen türü bir cismin patlamasıyla sol gözünden yaralanma öyksü mevcuttu. Ön segment muayenesinde sol gözde saat 2 hizasında periferik korneada minimal nefelyon, 2x1 mm boyutlarnda periferik iris defekti, ön kamarada grade 2 hücre reaksiyonu ve arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Orbital bilgisayarlı tomografi tetkikinde sol glob içerisinde arka kutupta yerleşen 3x2mm boyutlarında, hiperdens yabancı cisim saptandı. Nedeni açıklanamayan üveit olgularında, hasta özellikle çocuk ve genç yaş gurubunda ise göz içi yabancı cisim olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Intraocular foreign body (IOFB) caused by penetrating eye injuries may lead to various findings by depending on the location, size and nature. However, in rare cases IOFB may remain silent for years without any complaint. In this study, we present the case of IOFB causing recurrent anterior uveitis 13 years after trauma in the patient with cataract. A 31-year-old male patient admitted to Ophthalmology department with the complaint of decreased vision which have been two years and pain, redness, light sensitivity with attacks in left eye. 15 years ago, a history of left eye injury occurred with exploding an object type of ceramic or porcelain was present. On the anterior segment examination, minimal peripheral corneal nefelyon at 2 hours position, peripheral iris defect size of 2x1 mm, grade 2 cell reaction in anterior chamber and posterior subcapsular cataract were present in left eye. In computerized tomography scan was detected the hyperdense foreign body placed in the posterior pole at the size of 3x2mm within the left globe. The possibility of intraocular foreign body should be kept in mind in patients with idiopathic uveitis specially in children and young people.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hiperbilîrubinemi Nedeniyle Tedavi Olan Vakalarda Nörolojik Gelişme Ve Odyolojik Muayene SonuçlarıOsman Başpınar, Bilge Kutluhan Aksu, Güner Karatekin, Asiye Nuhoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiHiperbilîrubinemi Nedeniyle Tedavi Olan Vakalarda Nörolojik Gelişme Ve Odyolojik Muayene Sonuçları
NeurologIc Development And OdyometrIc FIndIng At The TherapIed Neonatal HyperbIlIrubInemIa
Klasik bilirubin toksisitesi olan kernikterus tablosunun ağırlığına karşın bazı vakalarda tek beşına mevcut olabilen ince nörolojik defisitler, hastalığın geniş bir yelpaze şeklinde bulgu verdiğini düşündürür. Çalışmamıza hiperbiliru- binemi nedeni ile yenidoğan döneminde tedavi olmuş 159 hasta, (%61.1 erkek, %38.9 kız, ortalama yaş 24.6+13.11 ay, ortalama pik bilirubin değerleri 20.07±4.85 mg/dl) alındı. Total bilirubin (Tb), 15 - 19.9 mg/dl olan 97 hasta grup I; Tb, 20-24.9 mg/dl olan 41 hasta grup II; Tb, 25-29.9 mg/dl olan 15 hasta grup III; Tb > 30 mg/dl olan altı hasta grup IV olmak üzere hastalar dört gruba ayrıldı. Hastaların hepsine Denver Gelişimsel Tarama Testi ve 46’sına da odiyogram uygulandı. Belirlenen nörolojik anomalilerin bilirubin düzeyleri ile uyumlu gittiği görülme sine rağmen, daha düşük derecedeki bilirubin değerlerinde de problem olduğu görüldü. Asyalı çocuklarda ikter tedavisi halen sorunlu bir konudur ve toksik bilirubin düzeylerini belirlemek üzere başka çalışmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Classic kernicterus or the neurotoxicity of neonatal hyperbilirubinemia is known well, but the pathological jaundice may show itself vary different subtle neurological dysfunction at the some patients. 159 patients male 61.1 %, female 38.9 %, mean age, 24.6±13.11 months, peak bilirubin levels 20.07±4.85 mg/dl uho had therapied neona tal hyperbilirubinemia were studied. Newborns with serum total bilirubin levels of 15a-19.9 mg/dl in 97 patients (group I), 20-24.9 mg/dl in 41 patients (group II), 25-29.9 mg/dl in 15 patients (group III), and > 30 mg/dl in six patients (group IV) were accepted. V/e performed Denver Test ali patients and performed odiogram test 46 patients. We determined that subtle neurological abnormalities and high bilirubin levels correlate each other. However, we showed that group I and II had some problematic findings lesser degree than group III and IV. Management of jaundice in the Asian nevvborn is stili problematic and we need a lot of studies about toxic biliru bin levels.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Normal Yeni Doğanlarda Lateral Ve 3. Ventrikül Büyüklüğü: Sonografik ÇalışmaSaim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Hasan Koç, Kemal Ödev, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi ÖzetiNormal Yeni Doğanlarda Lateral Ve 3. Ventrikül Büyüklüğü: Sonografik Çalışma
Lateral And ThIrth VentrIcles SIze In Ilealthy Full-Term Neonates: S'onggraphIc Study
Yeni doğanda lateral ve 3. ventrikülün normal büyüklüğünü belirlemek amacı ile, 64 normal yeni doğana, anterior fontanelden ultrasonografi yapıldı. Çocukların yaşı 3 gün ile 3 ay arasındadır. Lateral ve 3. ventrikül büyüklüğü, lateral ventrikülün açılanması ve asiınetrisi ölçülmüştür. intervenriküler açı 69 ±8 derece bulunmuştur.
o determine the normal appearance of the lateral and thirth ventricles, 64 healthy full-term infants were exaıtıined by real time sonography through the anterior fontanelle. The age of infants were ranging from three days to three months. Lateral and thirth ventricles size, ventricular angle, and lateral ventricle a.symmetry were measured. Interventricular angle was 69 ± 8 degree.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv PozitifliğiA. Zeki Şengil, Mahmut Baykan, Ayşen Karabayraktar, Mehmet Çerçi, Bülent Baysal, Ali Koşar
Araştırma makalesi ÖzetiÇeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv Pozitifliği
The AntI-Hcv SeroposItIvIty In PatIents WIth DIfferent SolId Tumors
Bu çalışmada yeni tanı konmuş, daha önce kan trasfüzyonu ve herhangi bi cerrahi müdahale öyküsü vermeyen, karaciğer dışı solid tümörlü 46 hastanın serumundan anti-HCV pozitifliği II. kuşak ELISA yöntemi ile değerlendirildi. Hastaların 147i akciğer kanseri (Ca) 7'si lenfoma, 57 meme Ca, hipernef-roma ve 15'i diğer tümörlere sahipti. Toplam hasta-ların 5'inde (%10.8) anti-HCV pozitif bulunduğu; bunların 4'ü akciğer Ca'll, 17 beyin tümörlü hasta-lardan (113) idi. Hastaların hepsinin ALT seviyeleri normal; serum demiri ve demir bağlama kapasiteleri ile %73.9'unda hemoglobin ve hematokrit seviyeleri azalmış bulundu. Ayrıca hastaların 3'ünde (%6.5) HBsAg, 21'inde (%45.6) anti-HBc pozitif bulundu. Sonuç olarak; tesbit edilen anti-HBc pozitifliği Hep-atitis B virüs (HVB)'ün infeksiyonunu gösterirken, benzer buluşma yoluna sahip Hepatitis C virüsü (HCV) infeksiyonu da olasıdır. Kronik infeksiyon yapma niteliği taşıyan HCV'nin bir bulgusu olan anti-HCV pozitifliğinin immün sistemi bozulmuş olan kanser hastalarında normal populasyondan daha fazla görülmesi beklenir. Ancak ilginç olan 5 anti-HCV pozitifliğin 4'ünün akciğer Ca'lı hastalarda tespit edilmesidir.
Tumors In This study, anti-HCV seropozitivity was inves-tigated in 46 new diagnosed patients with different solid tumors without hepatocelluler carcinoma, which they have not received any transfusion or sur-gical operation. The positivity was evaluated using by second generation ELISA system. Patients are consist of 14 lung cancer (Ca), 7 lymphoma, 5 breast Ca, 5 hipernephroma and 15 other tumors. Anti-HCV positivity was in 5 (10.8%) of 46 pa-tients, and 4 of this positive patients were with lung Ca (4114,28.5%), and 1 was with brain Ca (113). ALT levels were normal, serum iron and iron-binding capacily were decrased in all patients, hae-moglobin and haemotocrit were also decreased in 73.9% of patients. In addition, 3 patients (6.5%) HBsAg, 21 patients (45.6%) anti HBc were found to be positive. As a result, the high positivity of anti-HBc while the HBsAg was low positive showed that there was IIBV infection, and the HCV infecton was alsa expected with the same transmission ways. Anti-HCV positivity as a marker of HCV infection-which can produce the chronic carrier state is more expected in cancer patients. They have allected immun status than normal population, but 4 of 5 posi-tivity was in Lung Ca patients is of great interest.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Portal HipertansiyonHaluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim AspirasyonlarıBurhan Apilioğulları, Sami Ceran, Gürcan Koşal, Ahmet Dumanlı
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim Aspirasyonları
TracheabronchIal ForeIgn Body AspIratIons In ChIldren
Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) pediatrik yaş grubunda sık görülen ciddi bir sorundur. Tanı ve müdahale de gecikme hayatı tehdit eden bir duruma neden olabilir. Özellikle 3 yaş altı çocuklarda çevreye ve objelere karşı artan ilgi vardır ve nöromuskuler mekanizmaları yeterince gelişmemiştir. Molar dişlerinin olmaması, çiğneme işleminin efektif yapılamaması gibi etkenler de özellikle YCA bu yaş grubunda yüksek olmasının başlıca nedenleridir. YCA’ya maruz kalmış hastanın tanıdan hemen sonra, rijit bronkoskopi imkânının bulunduğu bir hastaneye zaman kaybetmeden sevk edilmesi hayati önem taşımaktadır. Biz bu çalışmamızda, kliniğimizde müdahale edilen 47 hastayı retrospektif olarak, başvuru anındaki klinik semptomu, yaş, cinsiyet, yabancı cismin (YC) natürü, yerleşim yeri, pozitif radyolojik bulgu, olay anı ile hastaneye başvurduğu zamanı olarak inceledik.
47 hastanın; 29 erkek (%63), 18 bayandı (%37), yaşları 3 ay ile 8 yaş arasında değişmekteydi. 37 hastanın yaşı (%80) 3 yaşın altındaydı. Hastaların başvuru anında asıl şikayet olarak, 37’nde öksürük (%80), 23 hastada hırıltılı solunum (%50), 15 hastada nefes darlığı (%32,6), 5 hastada geçmeyen enfeksiyon (%10,8), 2 hastada yüksek ateş (%4,3) vardı. 37 hastada (%78) çıkartılan yabancı cisim organik kökenli (çekirdek içi veya kabuğu, fıstık, fındık parçaları ve benzeri) iken 10 hastada (%22) inorganik yabancı cisime rastlandı (kalem ucu, oyuncak parçası, sibop, plastik parçalar gibi.).YC 18 hastada (%39) sağ ana bronşta, 25 hastada (%51) sol ana bronşta, 4 hastada (8,7) ise trakeada yerleşmişti. 18 hastanın (%39) radyolojik olarak herhangi bir bulgusu yoktu, 11 hastada (%23,9) anamnez mevcut ancak göğüs muayenesinde dinleme bulgusu normaldi, 23 hasta olay olduktan sonraki ilk 24 saat içinde kliniğimize başvurmuşken, 24 hasta olay olduktan sonraki 24 saati geçen zaman diliminde kliniğimize başvurmuştu.
Çalışmamızın sonuçları genel olarak literatüre uyumlu olmakla beraber, YC yerleşim yeri açısından %51 ile sol ana bronşun öne çıkmasıyla literatürden farklılık gösterdi.
Foreign body aspiration (FBA) is a serious problem especially in pediatric age group. Delay in diagnosis and intervention can lead to a life-threatening condition. Young children are more concerned with the environment and neuromuscular mechanisms do not develop sufficiently. Factors such as lack of molar teeth and failure to perform chewing are the main causes of high FBA in children under 3 years of age. It is of vital importance that the patient is referred to a hospital where a rigid bronchoscopy can be performed quickly after the diagnosis. We retrospectively evaluated 47 patients who were treated in our clinic such as clinical symptoms, age, gender, foreign body (FB), location, positive radiological findings, and duration of stay.
47 patients; 29 male (63%), 18 female (37%), age ranging from 3 months to 8 years. The age of the 37 patients (80%) was below the age of 3 years. The main complaint at the time of admission was cough (80%) in 37 patients, wheezing in 23 patients (50%), shortness of breath in 15 patients (32.6%), infection in 5 patients (10.8%), high in 2 patients. there was fever (4.3%). In 37 patients (78%), the foreign body was of organic origin (such as inside or outside the shell, peanuts, hazelnut pieces) while in 10 patients (22%), an inorganic foreign object was found (such as a pen tip, a toy part, plastic parts, etc.). FB was located in the right main bronchus in 18 patients (39%), in the left main bronchus in 25 patients (51%) and in the trachea in 4 patients (8.7). There were no radiological findings in 18 patients (39%). Although 11 patients (23.9%) were anamnesis, their findings were normal. Twenty-three patients applied to our clinic within the first 24 hours after the event, and 24 patients were admitted to our clinic 24 hours after the event.
Although the results were generally consistent with the literature, the left main bronchus was 51% in terms of the localization of FB.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonuFatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu ÖzetiYetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Prematüre Bebeklerde Fetal Malnütrisyonun DeğerlendırılmesıHasan Koç, Ahmet Özel, M. Mansur Tatlı, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiPrematüre Bebeklerde Fetal Malnütrisyonun Değerlendırılmesı
EvaluatIon Of Fetal MalnutrItIon In Premature Infants
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağ-ligi ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Yenidoğan Üni-tesine, Ocak 1990-Aralık 1992 tarihleri arasında yatırılan ve gebelik yaşları kesin olarak tesbit edilen 373 prematüre bebekte, 10. persentil ve altındaki fe-tal malnüstrisyon oranı %25.4 olarak bulundu.Fetal malnütrisyonun 32. gebelik haftasından itibaren arttığı gözlendi. 95 fetal malnütrisyonlu bebeğin %66.3fünde anneye %4.2'sinde çocuğa ait sebepler gözlendi. %29.5 vakada sebep bulunamadı. Feta! malnütrisyonlu bebeklerin klinik seyirleri incelenip fetal malnütrisyonunun prematüre mortalitesi üzerine etkileri tartışıldı.
In 373 prematüre babies whose gestational ages were determined exactly, the incidence of fetal mal-nutrition chat is described as birth weight at or be-low 10th centile was found 25.4%. The rate of fetad malnutrition was increasing after 32nd week of ges-tational age. Maternal causes were determined in 66.3% of 95 patients with fetal malnutrition Feta! causes were found in 4.2% and no cause in 29.5% of cases. An obvious effect of fetal malnutrition on pre-mature mortality rates was observed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Denizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital MalformasyontarAziz Polat, Fahir Demirkan, Zafer Aybek
Araştırma makalesi ÖzetiDenizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital Malformasyontar
CongenItal MalformatIons Seen In ChIldren Aged 0-18 Months In DenIzlI ProvInce
Bu calqinada yaVart 0-18 ay arasinda 667 cocukta konjenital malformasvon a•ytirddt. % 3.9 major, % 6.6 minor malPonasyon tespit edildi. Malformasvonlu cocuklarda erkekiktz °win 3.4/1, anne-babalar arastnda akraba evliligi °rant % 9.8 idi. Minor ye major dim malliirmasvonlarin % 65.7'si arogenital sistemde. (70 17.1 'i iskelet sis-teminde, % 4.37i santral sinir sisteminde, % 4.3w gastrointestinal sistemde, % 8.6'st diger sistemlerde bulundu. Hipospadias, sindaktili, vartk duck& Ye damak anomalileri diger bolgelere göre viiksek bulundu
Six hundred and sixty seven children, aged 0-18 months, were screened for congenital malformations in Denizli front December 1995 to February 1996. As a result of this study, the prevalance of major inc were 3.9 % and minor malformations were 6.6 %, respectively. The incidence of parental consanguinity was 9.8 % and the ratio of boylgirl was 3.411, among children with malformations. When all malformations were considered the per-cent of malformations were as follows: 65.7 % uro-genital system, 17.1 % skeletal system, 4.3 % central nervous system, 4.3 % gastrointestinal system, and 8.6 % other systems. Anomalies such as hypospadias. syndactyly, cleft lip and palate were found to be higher than other regions of Turkey
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukta Distal Falanksın Seymour KırığıMurat Kayıpmaz
Olgu sunumu ÖzetiÇocukta Distal Falanksın Seymour Kırığı
Seymour Fracture Of DIstal Phalanx In A ChIld
Çocuklarda el distal falanks epifizleri kapanmadan önce büyüme plağında kırıklar meydana gelebilir. Ekstansör ve fleksör tendonlarının asimetrik yapışmasından dolayı genç çocuklarda bu yaralanmanın klinik belirtisi çekiç parmak deformitesine benzer. 13 yaşında erkek, araba kapısına elini sıkıştırma nedeniyle acil servise başvurduğunda yapılan tetkikler sonucu Seymour kırığı tanısı konuldu. Kırıklar Kirschner teli (K teli) ile tespit edildi ve komplikasyonsuz iyileşti. Bu olgu sebebiyle, başka yaralanmalara benzetilen Seymour kırığının bu ilginç kırık paterni, tanı ve tedavisi literatür eşliğinde incelendi.
In children, fracture may occur in growth plate before the epiphysis of hand distal phalanx become closed. Because of the asymmetry of the insertions of the extensor and the flexor tendons, the clinical manifestation of this injury in young children mimics a mallet finger deformity. When admitted to the emergency service due to the hand squeezing in the door of the car, the 13-year-old male child was diagnosed with Seymour fracture as a result of investigations. Fractures were fixed by a Kirschner wire (K wire) and healed without complications. Because of this case, the diagnosis and treatment of Seymour fracture‘s interesting pattern which resembles other injuries, have been researched with the accompaniment of the literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Juvenil Larengeal PapillomatozisZiya Cenik, Yavuz Uyar, Harun Doğmuş
Araştırma makalesi ÖzetiJuvenil Larengeal Papillomatozis
JuvenIle Laryngeal PapIlloma
Juvenil larengeal papillomatozis sıklıkla çocukluk çagında larenkste görülen benign karakterde neoplazmadır. Adult tipi de bulunmasına rağmen juvenil tipe göre oldukça az görülür. Juvenil laren-geal papillomatozis tanısı konulan 18 yaşındaki bir yaka takdim edilmiştir.
Recurrent Respiratory Papillomatosis is the benign neoplazm of the larynx unıally seen in early childhood. Although there is an adult form it is exceptionally rare when we compare with the juvenil form. 18 years old patient with juvenile laryngeal papillomatosis was presented.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.H G Kshamaa, Aswath Manju, Aswath Padmanabha
Araştırma makalesi ÖzetiAlkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
BehavIoural Problems In Adolescent ChIldren Of AlcoholIcs.
Bağlam: Alkol bağımlılığı sendromu hem bireyleri hem de aileyi etkileyen önemli bir sorundur. Alkole bağımlı ebeveynlerin çocukları birçok davranış problemine karşı savunmasızdır. Batıdaki çalışmalar, bu çocuklarda hem içsel hem de dışsal semptomları göstermiştir.
Amaç: Alkole bağımlı ebeveynlerin yavrularında psikolojik işlevlerini ve alkol bağımlılığının şiddeti ile ilişkilerini değerlendirmek.
Ayarlar ve Tasarım:
Bu çalışma Bangalore'deki bir üçüncü basamak hastanenin Psikiyatri Bölümü'nde bir yıllık bir süre içinde yürütülmüştür. Alkol bağımlılığı olan 11 baba ile 18 yaş arasındaki 80 çocuğa yaklaşıldı.
Yöntem ve Gereç: Ebeveynin ve çocuğun sosyografik demografik bilgileri yarı yapılandırılmış bir Performa tarafından bilgilendirilmiş onam alınarak toplandı. Alkol bağımlılığının şiddeti Alkol Bağımlılığı Şiddeti Anketi (SADQ) kullanılarak değerlendirildi. Çocukların psikolojik işlevleri Gençlik Öz Raporlama Ölçeği (YSR) kullanılarak değerlendirildi.
Kullanılan istatistiksel analiz: SPSS V20
Bulgular: Değerlendirilen 80 çocuktan 41'i erkek, 39'u kadındı. % 47.5'i anlamlı içselleştirme belirtileri ve% 48.7'si önemli dışsallaştırma belirtileri gösterdi. İçselleştirme puanları kızlarla daha yüksek korelasyona sahipti (P - 0.004) ve erkeklerde dışsallaştırma semptomları (P - 0.008). Ancak babada bağımlılığın şiddeti ile korelasyon bulunmadı.
Sonuç: Alkol bağımlısı babaların çocuklarında dışsallaştırma ve içselleştirme davranışları açısından psikiyatrik morbidite prevalansının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu sorunların erken teşhisi ve müdahale bu grupta daha iyi çalışmayı sağlayacaktır.
Context: Alcohol dependence syndrome is a major problem affecting both individuals and their family. Children of alcohol dependent parents are vulnerable to a host of behavioural problems. Studies in the west have shown both internalizing and externalizing symptoms in these children.
Aims: To assess the psychological functioning in offspring of alcohol dependent parents and its association with severity of alcohol dependence.
Settings and Design: This study was conducted at the Department of Psychiatry of a Tertiary hospital in Bangalore spanning a period of one year. Eighty children aged 11 years - 18 years, along with their alcohol dependent fathers were included.
Methods and Material: Socio demographic details of the parent and the child were collected by a semi structured Performa along with informed consent. Alcohol dependence was diagnosed based on ICD 10 criteria. Severity of Alcohol dependence was assessed using Severity of Alcohol Dependence Questionnaire (SADQ). Psychological functioning of the children was assessed using Youth Self Report Scale (YSR).
Statistical analysis used: descriptive statistics, and Chi-square test
Results: Among 80 children assessed 41 were males and 39 were females. 47.5% of them showed significant internalizing symptoms and 48.7% significant externalizing symptoms. Internalizing scores had higher correlation with girls (P – 0.004) and externalizing symptoms in boys (P – 0.008). However no correlation was found with severity of dependence in the father.
Conclusions: It was found that there was high prevalence of psychiatric morbidity in terms of externalizing and internalizing behaviours in children of alcohol dependent fathers. Thus early detection of these problems and intervention would ensure improved functioning in this group.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik RinitRecep Keşli, Yusuf Baran, Sermin Selver Serinkaya, Pınar Karabağlı, Mesut Sabri Tezer
Olgu sunumu ÖzetiÇocuk Hastada Actinomyces Naeslundii Pozitif Atrofik Rinit
AtrophIc RhInItIs PosItIve WIth ActInomyces NaeslundII In A ChIld PatIent
Atrofik rinit nazal mukozanın ve konkaların atrofisi, yapışkan ve kötü kokulu sekresyon, krut oluşumu, nazal kavitede genişleme ve paradoksal nazal konjesyonla seyreden nadir görülen kronik bir enfeksiyondur. Primer ve sekonder formları tarif edilmiştir. Primer atrofik rinit daha önce sağlıklı bir burunda gelişirken sekonder atrofik rinit sıklıkla geniş sinüs cerrahisi, nazal travma, kronik granülomatöz hastalıklar sonrası gelişmektedir. Olgunun yapılan fizik muayenesinde anterior rinoskopide nazal kavitede yaygın krut ve pürülan, sarı-koyu yeşil akıntı tespit edildi. Burun akıntısı materyalinden yapılan aerop kültürde otomatize bakteri tanımlama ve duyarlılık sistemi (Phoenix 100) ile Klebsiella ozaenae, Stapylococcus aureus; aneerop kültürde ise Actinomyces naeslundii tanımlandı. Klebsielle ozaenae sadece ampisiline dirençli test edilen diğer bütün antibiyotiklere duyarlı ve genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) negatif bulundu. Staphylocccus aureus sefazolin, klindamisin, eritromisin, fusidik asit, meropenem, oksasilin, penisilin G ve ampisiline dirençli bulundu. Actinomyces naeslundii ise E-test metodu ile metronidazole dirençli, moksifloksasin ve meropeneme duyarlı, beta-laktamaz testi negatif olarak bulundu. On yaşında erkek hastada gelişen atrofik rinit klinik, mikrobiyolojik ve patolojik özellikleri ile sunularak konu ile ilgili literatür eşliğinde tartışıldı.
Atrophic rhinitis is a rarely witnessed inflamatory and chronic infection characterized by the atrophy of nasal mucosa and conchas, nasal crusting with bad smell and the enlargement of the nasal space with paradoxical nasal congestion. Primary and secondary forms of atrophic rhinitis are well-established. While primary atrophic rhinitis occurs in a previously healthy nose, secondary form frequently occurs following extensive sinus surgery, nasal trauma and chronic granulomatos diseases. On the physical examination of the case during anterior rhinoscopy, common crut and purulent, yellowish-dark green discharge were determined in nasal cavity. Klebsiella ozaenae and Staphylococcus aureus in aerobic culture with automated bacteria identification and susceptibiltiy testing system (Phoenix 100) and Actinomyces naeslundii in anerobic culture were yielded. Klebsielle ozaenae was found to be resistant only to ampicillin and was susceptible all the other tested antibiotics, and expanded spectrum beta-lactamase (ESBL) was negative. Staphylocccus aureus was found to be resistant to cefazolin, clindamycin, erythromycin, fucidic acid, meropenem, oxacillin, penicillin G and ampicillin. Actinomyces naeslundii was found to be resistant to metronidazole; susceptible to moxifloxacin and meropenem, with E-test method and beta lactamase test was negative. Presenting atrophic rhinitis in a 10-year-old male patient with clinical, microbiological and pathological features, the subject were discussed in the light of related literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli UygulamasıMustafa Yel, Recep Memik, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi ÖzetiDokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Smooth PInnIng In Femoral Neck Fractures Of Chlldren Aged NIne Years Old And Younger
Amaç: Bu çalışmada çocuk femur boyun kırıklarında uyguladığımız kapalı redüksiyon, perkütan Kirshner teli ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı sonuçlarımızı ve karşılaştığımız problemleri bildirdik. Gereç ve Yöntem: Femur boyun kırığı nedeniyle 1986-1998 yılları arasında tedavi edilen 48 hastanın 49 kalçası bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar ortalama 6.2 yaşındaydı (2-9 yaş arası). Colonna sınıflamasına göre dört kalça tip I, 27 kalça tip II, 16 kalça tip III, iki kalça tip IV olarak ayrıldı. Tüm hastalara fraksiyon masasında C-kollu skopi cihazı ile kapalı redüksiyon, perkütan yada açık ameliyat ile 2 veya 3 mm’lik Kirshner telleri ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı uygulandı. Bulgular: Hastalar ortalama 43 ay (27-163 ay arası) takip edilip, Ratliff değerlendirme kriterlerine göre değerlendirildiler. Buna göre 39 (%79.6) kalça iyi, 9 (%18.4) kalça orta, 1 (%2) kalça kötü olarak değerlendirildi. Komplikasyon olarak 10 (%20.4) kalçada avasküler nekroz, erken epifiz plağı kapanması 3(%6.1) kalçada, kaynamama 3(%6.1) kalçada, varus deformitesi 5(%10) kalçada, Kirshner teli gevşemesi ve geriye çıkması 3(%6.1) kalçada tespit edildi. Sonuç: Çocuk femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde düz çivilerin uygulanması epifiz plağına daha az zarar verir, perkütan uygulama ile daha kısa süreli ameliyat yanında çivilerin çıkarılmasıda kolaydır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda femur boyun kırıklarında kompresyon yapan sistemlere ihtiyaç duyulmadan kırık kaynaması elde edilebilmektedir. Düz çivilerin kullanıldığı bu çalışmada görülen komplikasyonlar çoğunlukla yivli internal tespit araçlarının kullanıldığı diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmamıştır.
Introduction: İn this study, we presented the results of smooth pinning which is a less aggressive surgical procedure with pelvipedal cast application in fractures of the neck of the femur in children. Materials and Methods: This study covers the results of surgically treated 48 hips of 49 children with fractured neck of femur who were admitted to our clinic betvveen 1986-1998. The mean age was 6.2 years (range 2-9 years). According to Colonna classification, four hips were type I, 27 hips were type II, 16 hips were type III, and two hips were type IV. İn ali patients, closed reduction with three or four percutaneus or öpen surgical smooth pins of two or three millimeters in diameter was applied using image intensifier and traction table. Pelvipedal cast was applied postoperatively. Results: Patients were follovved for 43 months (range 27-163 months) and the results were assessed using Ratliff’s criteria. Thirty-nine (79.6%) hips had good, nine (18.4%) hips had fair, one (2%) hip had poor results. Complications included avascular necrosis in 10 hips, prematüre closure of the epiphyseal plate in 3 hips, non-union in 3 hips, varus deformity in five hips, pin loosening in three hips. Conclusion: We realized that smooth pins were advantageous as their damages on epiphyseal plate were less, their percutaneus applications were easier and removing them by minör surgical procedures was possible. Unlike in adults, the femoral fractures in children are healed easily vvithout using compressive systems. İn relation to this, we observed that smooth pins had no negative effects in fracture union. The complication rates in this study were not higher than other studies reported in the literatüre.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yıkanmış Spermle İntrauterin İnseminasyon Ve GebelıkCemalettin Akyürek, Metin Çapar, Salim Güngör, Mahmut Baykan, Hikmet Karabacak
Araştırma makalesi ÖzetiYıkanmış Spermle İntrauterin İnseminasyon Ve Gebelık
Sperm Washed Lnatero InsemInalIon And Pregnancy
Bu çalışmada 5 gruba ayrılan 36 infertil hastaya toplam 56 kez yıkanmış spermle inutero inseminas-yon yapılarak 8 gebelik elde edilmesi takdim edil-miştir. Yıkanmı,g spermle uygulamanın oligo-astenospermi,- impotans, immunolojik infenilite, za-yıf postkoital test, anatoınik güçlüklere bağlı kıstrlık vakalarında olumlu sonuçları bildirilmektedir. Bi-zim çalışmamızda en iyi sonuç izah edilmeyen in.- fertilitede alınmıştır. Hastalardan 6'st canlı çocuk sahibi olmuşlar, 2 gebe izienınektedir. İstatistiki o-larak sonuçlar anlamlı bulunmamıştır. Herşeye rağmen metodun infertil çiftlerde belli bir oranda yararlı olacağı düşünülmektedir.
In this study, 36 patients sufteering from infenility were divided into 5 groups and verin washed inutero insemination applied on each of them and 8 of these resulted in pregnuncv. Sperm washed application was fourıd to have positive results in case of oligo-asthenospermia, impotancy, irnınunological inferti-impaired post coital test and anatomical defects. in our mudy we obtained the best result in cases of infertiliry of unknown etiology. 6 of the patients had given binh to healthy babies, 2 pregnancies are stili being monitored Results were not found to be statis-tically significant . This application is anyway thoughtbe useful for infertile couples at a certain rate.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocukluk Çağı İnvajinasyonlarıAlaaddin Dilsiz, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi ÖzetiÇocukluk Çağı İnvajinasyonları
ChIldhood IntussusceptIon
Invajinasyon çocukluk çağında en sık rastlanan barsak tıkanıklık nedenidir. S.Ü.T.F. Çocuk cerrahisinde tedavi edilen 11 in-vajinasyonlu hasta retrospektif olarak değelendirildi. Yaş dağılımı, semptom ve bulgular açısından, diğer yayınlarla benzerlik görülürken, farklı olarak kızların çokluğu (K1E:912), hastaların kliniğe geç başvur-duğu, barsak redüksiyon oranının yüksekliği dikkati çekti. Rezeksiyon oranı ile hastaların geç gelişi birbiri ile ilişkili idi. Bu da hastaların yanlış tanı ve tedavi ile zaman kaybetmesine bağlandı.
Intussusception is the most common cause of intestinal obstruction in childhood. 11 children with intussusception were retrospectively reviewed in the departmant of pediatric surgery in Selçuk Üniversity medical faculty. Age configuration, symptoms and signs were similar with the other reports, but most of the patients were girls (girl I boy:9/2) and (his made the difference. Besides intestine resection ratio was high and the patients presentations in hospital were lale. There is a relationship between resection ratio and the patients lale presentations. And this was related to the loss of time with the wrong diagnosis and treatment.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Delı Bal ZehırlenmesıHasan Gök, Bayram Korkut, Ahmet Altıntaş, Mehmet Tokaç
Araştırma makalesi ÖzetiDelı Bal Zehırlenmesı
WIld Honey IntoxIcatIon
Deli bal zehirlenmeleri Tiirkiye'nin Marmara ve Karadeniz bOlgelerinde stk goriilmektedir. Bu ya-ztint:da, bir deli bal zehirleinnesi olgusunda agn-bradikardi sebebiyle uygulanan atropin tedavisi ile olu§an talikardi sonueunda &ellen iskemik ST segment degi4iklikkrinden yola pktlarak selektif sot-sag koroner arteriografi yapiltin ve koroner arter hastaligt (KAH) saptadiguntz bir olguyu sun-mak istedik.
Wild honey intoxications are usually seen in Marmara and Black Sea regions in Turkey. In this report. ye present the patient with wild honey in-toxication. who showed ischemic ST segment dep-ression during tachycardia that occured after tre-memoir with turopin of severe sinusal bradycardia. We performed coronary angiogt-why because of ha-ving ST segment depression during tachycardia epi-sode and found coronary artery disease in the co-ronary angiography of the same patient.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Neonatal HemokromatozisAli Annagür, Hüseyin Altunhan, Rahmi Örs
Derleme ÖzetiNeonatal Hemokromatozis
Neonatal HemochromatosIs
Neonatal hemokromatozis, ekstrahepatik siderozis ile birlikte olan ve klinikte şiddetli neonatal karaciğer hastalığı olarak tanımlanan nadir bir hastalıktır. Neonatal hemokromatozisin etiyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak fetüsta karaciğer hasarına yol açan alloimmun bir bozukluğun neden olduğu kabul edilir. Neonatal hemokromatozisin sonraki gebeliklerde tekrarlama oranı yaklaşık olarak %80’dir. Neonatal hemokromatozis koagülopati, hipoglisemi, hipoalbuminemi, hipofibrinojenemi, trombositopeni, anemi, direkt ve indirekt hiperbilirubinemi ile yaşamın ilk gününde ortaya çıkan hepatosellüler yetmezlik ile karakterizedir. Pozitif aile öyküsü, yüksek serum ferritin düzeyi, yüksek alfa-fetoprotein düzeyleri ve histolojik veya manyetik rezonans görüntüleme ile siderozisin gösterilmesi neonatal hemokromatozis tanısını koymada göz önünde bulundurulan kriterlerdir. Etkili bir medikal tedavisi olmadığı için sıklıkla karaciğer transplantasyonu gerekmektedir. Prognozu genellikle kötüdür. Bu derlemede fetüs ya da yenidoğanda karaciğer yetmezliğine yol açan neonatal hemokromatozis tartışılacaktır.
Neonatal hemochromatosis is a rare disease clinically defined as severe neonatal liver disease in association with extrahepatic siderozis. The etiology of neonatal hemochromatosis is not understood exactly. However, according to a theory neonatal hemochromatosis is accepted to be an alloimmune disorder causing liver injury in fetus. After an effected one in the pregnancy the recurrence rate of neonatal hemochromatosis is ~80%. Hepatocellular failure which occurs in the first days of life with coagulopathy, hypoglycemia, hypoalbuminemia, hypofibrinogenemia, thrombocytopenia, anemia, and direct and indirect hyperbilirubinemia characterizes neonatal hemochromatosis. In order to diagnose neonatal hemochromatosis there are some certain criteria that sould be taken into account such as a positive family history, high serum ferritin levels, high serum alpha-fetoprotein levels and siderozis demonstrated with histology or with magnetic resonance. Since an affective medical treatment has not been found yet, liver transplantation is almost always required. The prognosis of neonatal hemochromatosis is generally poor. This review will discuss neonatal hemochromatosis that leads to liver failure in the fetus or newborn.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya'nın İçme-Kullanma Sularının Demır, Fluorür Ve Klorıür Yönünden AraştırılmasıMustafa Mete, Orhan Demireli, Selma Çivi, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi ÖzetiKonya'nın İçme-Kullanma Sularının Demır, Fluorür Ve Klorıür Yönünden Araştırılması
DetermInatIon Of Iron, FluorIne, ChlorIne And LodIrre In Konya's Waters
Konya içme-kullanma sularını sağlık açısından değerlendirmek için toplam 25 kuyudan alınan su-larda demir, fluorür, klorür ve iyodür yönünden analizler yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda klorür, fluorür ve iyodür miktarları standartlar içinde bulunmuştur. Demir miktarlarının ise yaz ve son-bahar aylarında azaldığı, ilkbahar aylarında ise mevsim yağışlarına bağlı olarak artığı saptanmıştır.
Analysis have been made regarding iron, fluorine, chlorine and iodine in water from the total of wells ta evaluate the Konya's drinking-utilizing water in respect tv health. At the result of analysis, chlorine, fluorine and iodine arnounts have been found proper to the standards. But it has been report-ed that the arnotınts of iron are decreased in surnmer and autumn and icreased in spring depending on the seasons rain.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Koledok Kistlerinde Teşhıs Ve TedaviÖmer Karahan, İrfan Tunç, Adnan Kaynak, Yüksel Tatkan, Alaattin Vural
Araştırma makalesi ÖzetiKoledok Kistlerinde Teşhıs Ve Tedavi
DIagnosIs And Treatment Of Choledochal Cysts
Bu çalışmada iki erkek çocukta teşhis ve tedavi edilen koledok kistleri sunulmuştur. Olgulardan birinde ultrasonografi ve intravenöz kolonjiografi, diğerinde ise ultrasonoğrafi ve hepatobiliyer sintigrafı ile tanı konuldu. Tedavi olarak birine koledokokistoduedonostomi, digerine Roux-en-Y şeklinde koledolcokistojejonostomi yapılmıştır. Her iki olguda bu ana kadar semptomsuzdu.
Two patients, 11 and 12 years old treated for choledoc cysts are presented, One of :hem was diagnosed by ultrasonography and the other by uhrasonography and hepatobiliary scanning technics preoperatively. One patiem undenvent choledochocystoduodonostomy and the other Roux-en Y choledochocystojejunostomy. They had no complaints postoperatively.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli PsikodermatozlarAyhan Bilgiç, Özlem Bilgiç
Derleme ÖzetiÇocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli Psikodermatozlar
PsychophysIologIc Based PsychodermatosIs In ChIldren And Adolescents
Psikiyatrik bozuklukların ve stresin cilt hastalıklarının ortaya çıkması ve alevlenmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Öte yandan, cilt hastalıklarının sıklıkla anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesinde bozulma ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu nedenle psikiyatrik durum ile cilt hastalıkları arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu varsayılabilir. Buna karşın, olguların önemli bir bölümünde cilt hastalıkları yetişkinlikten önce başlasa da çocuk ve ergenlerde cilt hastalıkları ile psikiyatrik morbidite arasındaki ilişki hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Bu makalede, psikofizyolojik kökenli çocukluk çağı psikodermatozları ve bu hastalıklar hakkındaki güncel bilimsel bakış açısı tartışılacaktır.
Psychiatric disorders and psychological stress has been implicated as a potential trigger in onset and exacerbation of dermatological diseases. Additionally, skin diseases have often been found to be associated with anxiety, depression and impaired quality of life. Therefore, it may be considered that there are a reciprocal influence between psychiatric status and skin diseases. Although significant majority of the cases begin before adulthood, limited data are available about relationship between skin disease and psychiatric morbidity in childhood and adolescence. In this article, psychodermatologic disorders in these age groups and our current scientific knowledge on these disorders will be discussed.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun IncelenmesıHaluk Yavuz, Orhan Çelik, Hasan Koç, Ahmet Özel, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi ÖzetiAnaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
A Report Of 106 ChIldren WIth AnaphylactoId Purpura
1983-1990 yılları arasında anaflaktoid purpura teşhisi konulan 106 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalığın en çok 5-14 yaşları arasında görüldüğü, cinsiyet ayrımı= olmadığı gözlendi. Başta solunum yolları enfeksiyonu olmak üzere, hastaların %38 inde predispozan faktörler tesbit edildi. Hastaneye başlıca getiriliş sebepleri döküntü ile karın ve ekstremite ağristydı. Hasta-ların %100 önde derinin, %65 inde gastrointestinal sistemin, %42 sinde bobrekler ve ekstremitelerin etkilendiği tesbit edildi. Deri belirtileri kendisini daha çok alt ekstremile ve kalçalarda olmak üzere purpura ve peteşi şeklinde gösterdi. Gastrointestinal tutulumu olanların %38 inde kanama bulunurken, bir hastada pankreatit olduğu anlaşıldı. Hastalık vakaların %15 inde nüks gösterdi. Sedimantasyon ve protrombin zamanında uzama, CRP in pozitifleşmesi, ASO nun yükselmesi önemli laboratuvar anor-mallikleriydi. Bir hastada steroid tedavisi sırasında ileum perforasyonu geliştiği dikkati çekti.
In this retrospective investigation, 106 children diagnosed as anaphylactoid purpura between 1983-1990 were evaluated. The disease was mostly encountered 5-14 years old. There was no sex predilection. 38% of the patients had predisposan factors and most of them were respiratory tract in-fections. The important symptorns were cutaneous manifestations, abdornirzal pain, limp pain consec-utively. Skin (100%), gastrointestinal system (65%), kidneys and musculoskeletal system (42%) were mainly allected. The leading cutaneous manifestations were purpuras and petechias. 38% of the pa-tients with gastrointestinal manifestations had hemorrhage. One patient was diagnosed as pancreaii-tis. The percent of the recurrences was 15%. The noticable laboratory abnormalities were the increas-ing of erythrocyte sedimentation rate, the elongation of prothrombin time, CRP and ASO positivity. [Jetirn perforation was developed during corticosteroid therapy in a case.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Astım Patogeneziİsmail Reisli, Yavuz Köksal
Derleme ÖzetiAstım Patogenezi
PathogenesIs Of Asthma
Astım dünyanın pek çok ülkesinde gerek çocukların gerekse erişkinlerin en sık görülen hastalıklarından birisidir. Astımın; genetik yatkınlık, vira! enfeksiyonlar, inhaler allerjenler, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi birçok faktörün neden olduğu hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Bu inflamasyonun temelinde Th2 tip lenfositlerin ve eozinofillerin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak astımın patogenezi konusundaki bil gilerimizin artması, astım prevelansındaki artışı engelleyememiştir. Bu nedenle 21. yüzyılın başlarında bulun duğumuz şu yıllarda astım, önemli bir sağlık sorunu olma özelliğini hala korumaktadır.
Asthma is one ofthe commonest diseases in children and adults İn many countries. The prevalence of asthma has dramatically increased in recent years. The development of asthma depend on an interaction between genetic factors, environmental exposure to allergens, and nonspesific adjuvant factors such as tobacco smoke, air pollu- tion, and vira! infections. These factors initiates a series of immunological changes, resulting in airvvay inflamma- tion. The airvvay inflammatory process is characterized by chronic eosinophilic and Th2 type lymphocytic infiltra- tion. Although the knovvledge about asthma pathogenesis has increased, the prevalence of asthma has not decreased. Therefore, the asthma stili is a threat for the society’s health at the beginning of the 21 st century.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Ailesel Yatkınlık Gosteren Rektal Prolapsus (vaka Takdımı)Alaaddin Dilsiz, Engin Günel, Lütfi Dağdönderen
Araştırma makalesi ÖzetiAilesel Yatkınlık Gosteren Rektal Prolapsus (vaka Takdımı)
Rectal Prolapsus Related To FamIlIal In-HerItance(case Report)
Rektal prolapsus; rektal mukozanin bazan de trim duvartnin aniisten dreart dogru &Mere* sark-masidtr. cocuklarda nadir rastlanan ye genellikle kendiliginden hastaltk olarak bi-linmektedir. Rektal prolapsusun etiyolojisi ye in-sidanst tam olarak bilinmemekle beraber haze pre-dispoze faktorler bildirilmektedir. Bu makalede babas,, halasi ye dedesinde rektal prolapsus oykiisii bulunan. 5 ye 8 yaVartndaki iki erkek kardq su-nulmultur. Aile taramasinda prolapsusa neden ola-hile•ek predispoze factor saptanamamtpr. Li-teratiir incelendiginde ailesel yatkinlik ye gecii hakkinda yeterli hilgi mevcut degildir.
Herniation of the rectal mucosa, sometimes whole rectal wall, from anus is known as rectal pro-lapse. In this report, we presented 5 and 8 year-old brothers whose father. aunt, and grandfather had rectal prolapse during their childhood. There is no predisposing factor causing prolapse in their family investigation. There is not enough knowledge about inheritance of rectal prolapse in the literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Kadınların Aıle Planlaması Konusunda Bılgı Kaynaklar' Ve Ge-Belıkten Korunmama Sebeplerinin AraştırılmasıSelma Çivi, Said Bodur
Araştırma makalesi ÖzetiKadınların Aıle Planlaması Konusunda Bılgı Kaynaklar' Ve Ge-Belıkten Korunmama Sebeplerinin Araştırılması
Women's PerspectIves Of ObtaInIng InformatIon On ProtectIve PregnancIes
Doğurgan çağdaki evli kadınların aile planla-ması konusunda yararlandıklan bilgi kaynakları ve gebelikten korunmaya!r kadınların korunrnama se-sepkrinin incelendiği bu çalışma. 1991 yılında Konya şehir merkezinde 265 kadınla görüşülerek yapıldı. Görüşülen kadınların % 78.9'ulnun gebe-likten korunduğu, korunanlarm da % 79.47inün et-kili bir Yöntem kullandığı, kadınların % 37.7rsinin herhangi bir gebeliğini isteğe bağh düşük yada kürtajla sonlandırdığı öğrenildi. Kadınların % 55'i kontraseptif yöntemi sağlık personelinden, % 21.57 ise eşlerinden öğrendiğini ifade etti. Gebelikten ko-runmayan kadınların korunınama sebeplerinin ilk i-kisi çocuk isteme ve yöntem bilmeme idi.
In this study, an intervieıv among 265 women in. Konya, in 1991 mode ta .find our how they are in-formed. where they gol their inffirmations and wlıai kind of protective measures were taking for !heir unwanited pregnancies. Among ıhem 78,9% were using contraceptives and 62.7 % of them were using medicailv approved eff ective comraceptives. The remaining 16.2% preferred tradional contraceptive. Protections-. About 38% of hıtal regardiess of using coniraceptive ur not had voluntary abortion. In the inten.iew [hen have state(' that 55%, 22%, and 11% have learned the use of comraceptives from health workers, hu.sbands and heighbours. respectively. The reınaining 21% WhO didn4r use contraceptives either had the desire of having pregnancy or dini have infonnations on contraceptive measures.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Talipes Ekinovarusun Tedavi SonuçlarıAbdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Ahmet Arslan
Araştırma makalesi ÖzetiTalipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
The Results Of Treatment In Talıpes Equınovarus
Bu makalede, 98 çocuktaki 128 ıalipes ekinova-rus deformitesinin tedavi sonuçlarını retrospektif o-larak inceledik. Bu ayakların konsemıtif ve cerrahi tedavileri, 1983 ve 1991 yılları arasında Selçuk Ü-niversitesi Tıp Fakültesi Onopedi ve Travmatoloji kliniğinde yapılmıştır. Tedavisi yapılan çoçuklann yaş ortalaması 9.4 aydır. Konservauf tedavi _yapılan çocukların yaş ortalaması 46 gün olup. bu yaş or-talaması , cerrahi tedavi gören çocuklarda 34 ay olmuştur. K<ınse rvat İf tedavi 69 çocuğun 93 ayağına uygulandı. Konservatif ve cerrahi tedavinin beraber yapıldığı grup ile sadece cerrahi tedavi yapılan grupta 47 çocuğun 58 ayağı tedavi edildi. Tedavi sonrası ortalama takip süresi 37 aydır. Sonuçlar Main ı•e ark. (11 uyguladığı kriterlere göre değer-lendirildi. Bu kriterlere göre konseri:Of tedavi ile %59, konservatif ve cerrahi tedavi ile %82 ve Yalnız cerrahi tedavi ile %91'lik başarı sağlanmıştır.
We retrospectively investigated the cases of 98 children having 128 talipes equinovarus. Their conservative and surgical treatment were performed at the Department of OnItopaedics and Traumatology, Faculty of Medicine, Selçuk University between 1983 to 1991. Overall average age was 9.4 rnontlıs. The man age of consen;atively and surgically treated groups were 46 days and 34 ınonths, respectively. Conservative treatment was used .for 93 feet of 69 children... Surgical treatment with and without conservative treatment was done on 47 children with 58 feet. The avarege follow-up period was 37 months. The results were evaluted by the criteria of Main et al (1). The sucsess rates of the conservative, conservative plus surgical and surgi-cal treatment were 59 %, 82 % and 91 %, respectively.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Hıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını SevıyelerıÜmran Çalışkan, Abdurrahman Üner, Haluk Yavuz, Ahmet Özel, İbrahim Erkul, Hasan Koç, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi ÖzetiHıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını Sevıyelerı
VItamIn E LeveIs In Newborn Infants WIth HyperbIlIrubInemIa
Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları servisine hiperbi-lirübinemi sebebiyle yattrılan; 32 prematüre ve 32 rniadinda yenidoğan bebek üzerinde yaptIdt. Pre-matüre bebeklerde serum E vitamini seviyesi; 053 ± 0.08 mgldl, miadında doğanlarda 054 ± 0.07 mgldl olarak bulundu. Serum E Vitamini düzeylerinin cins, gebelik yaşı ve ağırlıklara göre dağılımları karşılaştırıldı.
This study was done on 32 -premature and 32 term infants with hyperbilirubinemia hospitalized in Newborn Unit of Pediatric Clinics of Medical Facul-ty of Selçuk University, Serum vitamin E leveis of premature infants' were found as 053 ± 0.08 mgldl, term infants levels were found as 054 ± 0.07 mgldl. Serum vitamin E levels were cotnpared according w sex, birth week and birth weight.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk FaktörleriSemih Erden, Kevser Nalbant
Derleme ÖzetiOtizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
AutIsm Spectrum DIsorder And Prenatal RIsk Factors
\r\n Otizm spektrum bozukluğu, sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğu ile kısıtlı ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterize nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm yaklaşık 68 çocukta 1 görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda görülme sıklığının arttığı bildirilmekte olup bu artışın bilgi ve farkındalığın artması ve tanı ölçütlerinin değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmekle birlikte yapılan çalışmalarda çevresel faktörler ve bunların henüz bilinmeyen genetik bir takım etkenlerle ilişkisinin de bu artışa katkı sağladığı düşünülmektedir. Nörogelişimsel olarak önemli ve kırılgan bir dönem olan prenatal dönemde çocuğun maruz kaldığı çevresel faktörlerin otizm spektrum bozukluğu gelişmesi açısından risk etkeni olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Gebelik döneminde özellikle valproik asit, terbutalin, selektif serotonin geri alım inhibitörleri gibi ilaçlarla otizm spektrum bozukluğu arasında bir ilişki olduğu, bu dönemde ağır metal ve pestisite maruz kalmanın otizm spektrum bozukluğu riskini arttırdığı, yoğun sigara, alkol ve madde kullanımının nörogelişimsel süreci sekteye uğrattığı, gebelik döneminde geçirilen gestasyonel diyabet, otoimmun hastalıklar, enfeksiyonlar ve uzamış ateşin inflamatuar süreçler aracılığıyla otizm spektrum bozukluğu riskini artırabileceği bildirilmektedir. Göç, mevsimler ve gebelik döneminde maruz kalınan hava kirliliğininde risk artışına etkisi olduğu bildirilmiş ve daha fazla epidemiyolojik çalışmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. otizm spektrum bozukluğu ile ilişkili çevresel etkenlerin tanınması, anne adaylarının bu risk etkenleri ile ilgili bilgilendirilmesinin sağlanarak bu etkenlerden uzak durmaları veya bu etkenlerin elimine edilmesi ile otizm spektrum bozukluğu riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceğinden bu alanda yapılan çalışmaların derlenmesi ve risklerin ortaya konulması özellikle önemlidir. Bu gözden geçirmede son dönemde sayısı artan prenatal etkenler ile ilgili yapılan çalışmaların derlenerek bütüncül olarak ele almasının kolaylaştırılması hedeflemektedir.
\r\n
\r\n Autism spectrum disorder is a neuro-developmental disorder characterized by social interaction and communication, and restricted and repetitive behaviors. Autism is seen in nearly one of 68 children. The incidence is reported to increase, and the increase is suggested to arise from increased information, awareness and alterations in diagnostic criteria. However, environmental factors and their relationships to several unknown genetic factors are also considered to contribute to the increase. The assessment of whether environmental factors lead to risks for autism spectrum disorder in perinatal period, especially when children are exposed to these factors in a neurodevelopmentally important and fragile stage, is so important. It is reported that in pregnancy, there is an association between autism spectrum disorder, and exposure to such drugs as valporic acid, terbutaline and Selective Seratonin Reuptake Inhibitors.Exposure to heavy metals and pesticides increases the risk of autism spectrum disorder.Intense smoking, and alcohol consumption and drugsdisrupt neurodevelopmental process, Also, gestational diabetes may elavate the risk of autism spectrum disorder due to autoimmunal disorders, infections and inflammatory pocesse of prolonged fever. Migration, seasons and air pollution exposed in pregnancy are also reported to affect autism spectrum disorder risk. The awareness level between environmental factors and autism spectrum disorder should be increased among prospective mothers, and these mothers should be trained as to the risk factors. Because prospective mothers avoid these factors, or the elimination of these factors should be beneficial for reducing autism spectrum disorder risk, analyzing related studies and enlightening risk factors are especially important. Here, we aimed at revising recent studies related to prenatal factors from a holistic perspective.
\r\n
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tıp I Diabetes Mellitusta Serum Çınko Seviyelerınin İncelenmesiİbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Naci Bor, Gülay Reis
Araştırma makalesi ÖzetiTıp I Diabetes Mellitusta Serum Çınko Seviyelerınin İncelenmesi
Serum Zınc Levels In Ch1ldren Wıth Type I Dıabetes Mellıtus
Tıp I diabetes mellituslu çocuklarda serum çinko seviyelerindeki değişiklikleri incelemek üzere 23 hasta ve 16 kontrol grubunda elde edilen değerleri karşılaştırdık. Diabetik grupta ortalama serum çinko seviyesi 78.00 -T_4.016 ugr/100 ml, kontrol grubunda ise ortalama 76.875-T-3.366 ugr/100 ml. bulundu. iki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemsiz idi (P>0.05).
In order tü investigate the differences of the serum zinc levels in children with type I diabetes mellitus we cornpared the values in 23 patients and 16 control group. The mean zinc level has been found 78.00-T-4.016 ugr/100 mi. in dia-betic group and 76.875-3.366 ugr/100 mi. incontrol group. The differences between two groups vere statistically not important (P>0.05).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Demır Eksıklıgı Anemısınde Hbalc DegerlerıSüleyman Alıcı, Şamil Ecirli, Özlem Alıcı, Hakkı Polat
Araştırma makalesi ÖzetiDemır Eksıklıgı Anemısınde Hbalc Degerlerı
Hbalc Levels In Iron DefIcIency AnemIa
Bu calt4ma Selguk Universitesi Tip Fakiiltesi Hastaltklari Anabilim Dali poliklinigine bapuran ye klinikte yatarak takip edilen 30 demir eksikligi ane-mili hasta ile 17 saglikh kii iizerinde yapildt. ca-lqmanin amact demir eksikligi anemisinde HbAlc durumuyla ye demir tedavisiyle olan deg4imleri gOrmekti. HbAlc, hemoglobin ve eritrosit pa-rametreleri kontrol grubunda hir kez calqirken hasta grubunda tedavi ancesi ye tedavinin 6. haf-tasinda olmak iizere iki kez Tedavi sonrasi HbAlc seviyeleri tedavi Oncesine gore istatistiki ola-rak anlamli seviyede di4iik hulunurken (p<0.001). kontrol gruhuyla kiyaslandiginda tedavi oncesinde istatistiki olarak anlamli seviyede yiiksek (p<0.05) ye tedavi sonrasinda ise istatistiki olarak anlamli hir degiikligin olmadigi tesbit edildi (p<0.05). ,Sonuc olarak,- HhAlc'deki bu degiiklik has-talarin telhisinde, tedaviye cevap durumunu de-gerlendirmede ye takihinde diger parametrelerle hirlikte kullanilabilir.
This study was performed on 17 healthy persons and 30 patients with iron deficiency anemia who applied to the department of internal medicine at the Selcuk University medical school. The aim of this study was to investigate HbAlc levels in iron de-ficinecy anemia and to find if there were measured only once in the control group, wherase me-asurements in the patient group were done at the he-gining of iron therapy and after six weeks of tre-atment HbAlc levels after treatment were significantly lower than HbAlc levels before tre-atment (p<0.001). Compering to the control group HbAlc levels were significantly higher before tre-atment in the patient group (p<0.05). Where as there were no statistically significant difference after treatment (p<0.05). Where as there were no statistically significant difference after treatment (p<0.05). As a result these differences in HbAlc le-vels may he used for diagnosis, dedection of res-ponse to treatment and follow up it iron deficiency anemia in conjunction with the other parameters.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İnvitrofertilizasyon Ve EmbriyotransferiRefik Soylu, Selçuk Duman, Sabiha Serpil Kalkan, Muzaffer Şeker
Araştırma makalesi Özetiİnvitrofertilizasyon Ve Embriyotransferi
Invıtrofertılızatıon And Embryotransfer
1987 Yılında İngiltere'de başarılı bir invitrofertilizasyon (1VF) re embriotransferi (ET) uygulaması sonucu ilk tüp bebek dünyaya gelmiştir. Bu uygulamada tubalardaki bir patolojiye bağlı olarak çocuk sahibi olamayanlardan laporoskop ile oosit alınıp, bir kültür mediumunda kocanın spermatozoidleri ile döllendirilmektedir. Oluşan embrioya uterusa transfer edilerek normal gebelik süresi beklenmektedir
In 1987, the first IVF was born in England as a result of a successful in vitrofertilization (1VF) re-embriotransfer (ET) application. In this application, oocytes are taken from those who cannot conceive due to a pathology in the tubas by laparoscopy and fertilized with the husband's spermatozoids in a culture medium. Normal gestational period is expected by transferring the embryo to the uterus.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Yaka Nedeniyle Morquio SendromuSevim Karaaslan, İbrahim Erkul, Ahmet Bozkır, Bilge Çakır
Araştırma makalesi ÖzetiBir Yaka Nedeniyle Morquio Sendromu
MorquIo Syndrome: A Case Report
Nadir rastlandması nedeniyle Morquio sendromlu 10,5 yaşında bir erkek çocuk bildirilmiş ve Morquio sendromunda korneal opasite başlangıç yaşının farkIılık gösterebileceği üzerinde durulmuştur.
We presented a 10.5 year-old-male child with Morquio syndrome and we emphasized on the vast variation among corneal clouding developing times.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta 45,x /46,x,i (xq) Ve 46,x, İ.(xq) Karyotipine Sahıp İkı Olgunun DegerlendırilmesiAynur Acar, İbrahim Erkul, Sennur Demirel, Hasan Acar, Tülin Çora, Said Gönen
Araştırma makalesi Özeti45,x /46,x,i (xq) Ve 46,x, İ.(xq) Karyotipine Sahıp İkı Olgunun Degerlendırilmesi
EvaluatIon Of Two Cases WIth 45,1 / 46,x, I(xq) And 46,x, I(xq) Karyotypes
Gelişme geriliği şikayeti ile başvuran ve ikiz eşi olan 12 yaşındaki bir kız çocuk ile gelişememe ve adet görememe şikayeti ile başvuran 20 yaşındaki bir diğer olgu Turner sendromu ön tanısı ile incelemeye alındı. ikiz olan eşi normal gelişime ve 46, XX karyotipe sahip olan birinci olgunun karyotipinin 45,X / 46, X, i (Xq); ikinci olgunun karyotipinin ise 46, X, i(Xq) olduğu tespit edildi. Olguların fizik muayene bulgulart ve karyotipleri birlikte değerlendirilerek, X kromozomunun yapısal anontalikrini içeren sendrontların klasik 45, X Turner sendrornundan ayırdedilmesinde fenotip-karyotip uyumunun önemi tartışıldı.
A 12 years old fernak case who was one of the twin sisters and the other 20 years old female case with growth deficiency and lack of menstrual period were referred to our laboratory for possible Turner Syndrome. The first case whose twin sister had normal growth and development with 46, XX karyotype, had a karyotype of 45,X146,X,i (Xq). The karyotype of second female case was 46,X,i (Xq). Cytogenetical findings evaluated together with their cilinical features enabled to distinguish structural anomaly of X chromosomes from the classical 45X Turner syndrome, and the importance of the correlation of phenotype to karyotype is discussed in this article
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı UygulamalarıAdnan Abasıyanık, Ahmet Hamdi Gündoğan, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi ÖzetiÇocuklarda Tedavı Amaçlı Laparoskopık Cerrahı Uygulamaları
TherapeutIc LaparoscopIc SurgIcal Procedures In ChIldren
Ocak 1994 - Aral& 1995 tarihleri arasinda 39 olgu laparoskopik cerrahi ile tedavi edildi. Bu calqmamizin anzact, laparoskopik cer-rahinin cocuk cerrahisindeki tedavi endikasyonu ve etkinligi konusundaki izlenimlerimizi aktarrnakttr. Olgulartnnz 1 ile 16 ya§. arasindadtr. En stk la-paroskopik cerrahi uygulamalaruntz; apendektomi (13 olgu), over kist drenaji (4 olgu). splenektomi (4 olgu), kolesistektomi (3 olgu) dir. Toplam 4 olguda (%10) teknik zorluktan dolayi actk cerrahiye gecrnek zorunda kalindt. Intraoperatif komplikasyon olarak 2 olguda ekstraperitoneal ensuflasyon, 5 olguda ta-411cardi ye aritmi, 2 olguda gevici hipertermi tespit edildi. Postoperatif dijnemde apendektomi ya-pzlan hit- olguda ileus Ameliyet siireleri actk cerrahiye layasla sple-nektomi ye Swenson uygulamalarmda daha uzun, apendektomilerde aynt, koksistektorni, over kist as-pirasyonu ye travma nedeniyle yaptigimiz mii-dahalelerde daha ktsa siirdugii tespit edildi. 01- gularunizin hastanede kalg siireleri ise actk cerrahiye layasla tiimiinde daha ktsa siireli idi. Laparoskopik cerrahi, actk cerrahiye oranla daha az kornplikasyonlarmzn ()imam ve hu komp-likasyonlarin genellikle kisa siirede gecehilmesi ne-deniyk rahat tolere edilehilen yararh hir yontemdir.
Between January 1994 and December 1995.29 pa-tients were treated with laparoscopic surgery in our department. The aim of this study is to present our ex-perience with the indications and efficacy of la-paroscopic surgery in pediatric surgery. The age of the patients was heteen one and 16 years. The most common procedure that we per-formed was appendectomy (13 patients). The other-common procedures were ovarian cyst drainage (four patients), hemostasis in traumatic int-raabdominal hemorrhage (three patients). sple-nectomy (four patients). Swenson's procedure (three patients), and cholecystectomy (three patients). We had to converse to open surgery for technical reasons in a total of four patients (10%). We observed extra peritoneal insujilation in ma patients, transient tachycardia and arrhythmia in five patients. and tran-sient hyperthermia in another two patients as int-raoperative complications. One patient developed postoperative ileus after appendectomy. The duration of the laparoscopic procedures was longer than that of the open surgery in spknectomy and Swenson's procedure. similar in apendectomy, but shorter in cholecystectomy, ovarian cyst dra-inage, and hemostasis for intraandominal he-morrhage. Hospital stays were shorter in all la-paroscopic procedures comparing with open surgery. Laparoscopic surgerey is a useful method with low incidence of complications which are well to-lerated for the treatment of the surgical pediatric pa-tients.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Çesıtlı Yaslardakı Insan Kafataslarında Sutur Yapılarının IncelenmesıTaner Ziylan, Mustafa Büyükmumcu, Ömer Faruk Cihan, Nurcan Sert, Nilsel Okudan
Araştırma makalesi ÖzetiÇesıtlı Yaslardakı Insan Kafataslarında Sutur Yapılarının Incelenmesı
InvestIgatIon Of Suture Patterns Of Human Skulls In VarIous Age
Bu çalışmada Selcuk Universitesi. Hacettepe yersitesi ye Ege Universitesi Tip Fakilltelerinin Ana-tomi Anabilim Dallarinin arsivierindeki 100 ka-fata-sinda Ayrica 30 ilkogretint ragmdaki roctiOn radiografileri anterior-posterior pozisyonda- rekilerek, gew yaslarda kafatasi dik4 dii:eni tayin edilmeye Lambdoid ve koronal suturlart, dik4 sekillerirte ve clikis alanlanna gore birbirlerivle Bu ralgmada. kafatasina gore de-gisiklik az garlikn dlikis ,yekilleri go: online Dik4 sekiller irie ve dikislerin alan-lama gore gene Ye yaVt kafataslarutda bir gozlenenteini4tir. Ya§li kafataslarinda kaybolduktt Metopik dik4leri ohm kafataslarinda kemik adaoklartnin varliguta de‘Nik yaytnlarda rastlandtgi gib/ bu rafts-mac/a da rastlanim stir.
Suture patterns of 100 skulls front the archives of anatong departments of medical schools of Selruk, flacettepe and Aegean Univers* ---ilswer-e in-vestigated. Also antero-posterior cranial ra-diography of 30 elementary school children were obtained to determine the cranial suture patterns at youngers ages. LainbdOid and COR-a sutures were compared -with each other in terms of sutural pattern forms and the area of 3-untre patterns. The morphologic he-terogeneity of cranial sutures were also studied. In this study age dependent sutural pattern can not be assertaineed. The obliteration of sutures occur with ageing. Metopic sutures containing skulls also had l'OrMian bones corallary to other studies published else villere.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Yenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)Hasan Koç, İbrahim Erkul, Abdurrahman Üner, Erkan Ataş
Araştırma makalesi ÖzetiYenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)
PrematurIty MortatIty StatIstIcs In 1990 Neonatal UnIt Of PedIatrIcs Department
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yenidoğan Ünitesine Ocak 1990-Aralık 1990 tarihleri arasında 92 Prematüre bebek kabul edildi. Mortalite oranı %30.4 olarak bulundu. Mortalite yüzdererinin, gebelik süreleri, bebeklerin doğum ağırlıkları yükseldikçe azaldığı tesbit edildi. Selçuk Üniversitesi Doğum Kliniğinde doğan prematürelerdeki mortalite oranı evden gelen, Konya içi veya dışı başka bir hastaneden getirilen prematürelere göre daha düşüktü (P<0.01). Klinik tanılarna göre en yüksek ölüm ne-denleriin Solunum Güçlüğü Sendromu, Anoksik doğum ve Sepsis olduğu görüldü. Yazıda iiniternizdeki prematüre bebek ölüm yüzdeleri lite-ratürle karşıla,qtrıldı ve yüksek olmasının nedenleri tartışıldı.
Mortality rate of 92 premature babies accepted to pediatrics department of Medical Faculty of Selçuk Oniversity between January and Decernber 1990 was investigated. Mortality rate was cletermined as 30.4 percent. The mortality rate was decreased with the duration of gestation and the weight of babies at term. Also, the mortality rate of babies born at ob-stetrics clinics of the faculty was less than those born at home or brought from other hospitals in or out of Konya. According to the clinical evaluation, the primary causes of death vere found to be respira-tory distress syndronw, anoxic birth and sepsis. Our finclings are discussed with those of literature.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Is Maternal Iron Deficiency Anemia Associated With Hearing Loss In Healthy Newborns?And Yavuz, Betül Yakıştıran, Mehmet Fatih Karslı
Araştırma makalesi ÖzetiIs Maternal Iron Deficiency Anemia Associated With Hearing Loss In Healthy Newborns?
Maternal DemIr EksIklIğInIn Sağlıklı YenIdoğanlarda IşItme Kaybıyla IlIşkIsI Var Mıdır?
Amaç: Bu çalışmada, sensorinöral işitme kaybı için maternal anemi dışında bir riski olmayan yenidoğanlarda işitme tarama test sonuçlarını araştırmak amaçlanmıştır.
Method: Retrospektif kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya 6578 kadın dahil edildi. 37. Gebelik haftasından sonra doğum yapan ve demir eksikliği anemisi dışında işitme kaybı oluşturabilecek ek hastalığı olmayan gebeler dahil edildi. Bu gebelerin yenidoğanlarının doğum özellikleri ve maternal demografik özellikleri ve işitme tarama testi sonuçları kaydedildi.
Bulgu: 174 yenidoğanın ikinci düzey işitme tarama testi pozitif çıktı. Üçüncü basamak işitme değerlendirmesi 25 (%0,38) yenidoğan için işitme kaybı tespit edildi. Bunlardan 17 (%0,25) annesinde anemi saptanırken, 8’inde anemi saptanmadı (p:0,001).
Sonuç: Demirin myelinizasyon üzerine etkisini bilmek ve bu çocukların ilerdeki yaşamlarında davranışsal ve akademik problemlerle karşılaşabilmesi işitme fonksiyonlarına bağlıdır.
Objectives: In this study, the results of hearing screening tests were compared to explore the effects of iron deficiency anemia (IDA) on hearing in newborns whose mothers have IDA and who do not have any known risk factor for sensorineural hearing loss.
Methods: This retrospective cross-sectional study. The study included 6578 healthy neonates born to mothers who were beyond their gestational week 37, and who themselves or their family did not have hearing loss or any comorbid disease other than iron deficiency anemia. The participating neonates’ birth characteristics and the maternal demographic characteristics, auditory brainstem response (ABR) results were obtained from the hospital database.
Results: A positive result was obtained from the second level hearing test in 174 newborns. An idiopathic hearing loss was detected in 25 (0.38%) newborns during their third line of hearing assessment. While anemia was present in the mothers of 17 (0.25%) newborns, no anemia was found in the mothers of 8 (0.12%) newborns (p:0,001).
Conclusions: Knowing the impact of iron on myelination, and therefore, on hearing function is important to prevent any academic and behavioral problems that can be faced by these newborns in their future lives.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Tip Iı Diabetes Mellitus'lu Hastalarda Demır, Bakır Ve Bazi Antioksidan Maddelerın Düzeylerının AraştırılmasıSadinaz Kalak, İdris Akkuş, Osman Çağlayan, Mahmut ay, Elif Zeren
Araştırma makalesi ÖzetiTip Iı Diabetes Mellitus'lu Hastalarda Demır, Bakır Ve Bazi Antioksidan Maddelerın Düzeylerının Araştırılması
Lron, Copper And Some AntIoxIdants Con-CentratIons In Type Il DIabetes MellItus
Çalışmamızda. 34-77 yaşları arasında tip II diabetes mellitus7u 27 (15 kadın, 12 erkek) hasta ile 30 - 74 yaşları arasında 22 (12 kadın, 10 erkek) sağlıklı kişide serum bakır, seruloplazmin, ürik asit, demir, transferrin, ansature demir bağlama kapasitesi (U1BC), total demir bağlama kapasitesi (TIBC) ve transferrin % satürasyon düzeyleri tayin edildi. Hasta grubunda serum seruloplazmin düzeyi kontrol grubuna göre önemli derecede yüksek bu-lunurken diğer parametreler arasında herhangi bir fark görülmedi. Seruloplazmindeki bu artışın nedeni izah edilemedi. Bulgularımız literatür bulgular, ışığında tartışıldı.
In the present study. serum copper. re-ruloplasmin, uric and, iron. unsaturated iron bin-ding capacity (UIBC), total iron hinding capacity (TIBC), transferrin and % transferrin saturation le-vels of patients with type II diahetes mellitus and he-althy controls were investigated. Patients were con-sisted of 27 cases (12 male, 15 female) aged 34 - 77 years and controls consisted of 22 subjects (10 male, 12 female) aged 30 - 74 years. Serum ceruloplasmin concentrations of diahetics was significantly increased compared ta that of he-alty controls (p: 0.01). There was no signıficant dif-ference hetween the other parameters. The un-derlying mechanism of increased ceruloplasmin level of diahetic patients is not known. The results are discussed in •iew of literature findings.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Akut PankreatitAyşegül Bükülmez
Derleme ÖzetiAkut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Fetal Riparietal Çap Ve Femur Boyu Ötlçümüyle Fetal Ağırlık Ve Cinsiyet İlişkisiCemalettin Akyürek, Sema Soysal, Metin Çapar, Kemal Ödev
Araştırma makalesi ÖzetiFetal Riparietal Çap Ve Femur Boyu Ötlçümüyle Fetal Ağırlık Ve Cinsiyet İlişkisi
The RelatIon Between Fetal WeIght And Sex WIth The Measurement Of The Fetal BIparIetal DIarneter And The Femur Length
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadan-Doğum kliniğinde Mart 1988-Aralik 1989 tarihleri arasinda antenatal takibi ve 38-42 haftalar arasında doğuma yaptırılan 16-40 yaş arasında sagiıklı 100 gebe kadın dosyalarından seçilmiştir, Dosyalardan 50 kız, 50 erkek fetus rastgele ayrılmıştır. Önceden ölçülen biparietal çap (BPÇ) ve femur boyu (FR) ile çocuk ağırlığı ve cinsiyeti arax!ndaki ilişki incelenmiştir.
These cases are selected from the recordings of 100 healthy pregn.ant worrıen whose ages were between 16 and 40 and were followed up antenatally between Macrh 1988 and December 1989 who delivered between 38-42 weeks in Gynecology and Obstetrics clinics of Selçuk University Medical School. 50 male and 50 female fetuses are randomly selected from the recordings. In this study we evaluated the relations arnong the values of biparietal diarneter and the femur length which ıvere measured apztenatally and fetal weight and sex.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Selçuk Ünıversıtesı Tıp Fakültesı Öğrencilerinde Demir Eksikliği Anemisi YaygınlığıSeyhan Dura, Şamil Ecirli, Süleyman Alıcı, Hakkı Polat, Ümmügülsüm Can
Araştırma makalesi ÖzetiSelçuk Ünıversıtesı Tıp Fakültesı Öğrencilerinde Demir Eksikliği Anemisi Yaygınlığı
Iron DefIcIency AnemIa Prevalance In The Stu-Dents Of Selçuk UnIversIty MedIcal School.
Bu çalışma 1995 yılı Ocak - Haziran aylarında S.Ü.T.F. öğrencileri aı-asında yapılan kesitsel ni-telikte bir epidemiyolojik aı-aştırmadır. Çalışmanın amacı S.O.T.F öğrencileri arasında demir eksikliği anemisi prevalansınt ve bunu etkileyen faktörleri tes-bit etmekti. Randomize olarak seçilen 62 kız ve 58 erkek öğrenci çalışmaya dahil edildi. Ögrencilerde eritrosit indekslerini de içeren tam kan sayunı, serum demiri, demir hağlama kapasitesi, ferritin, vitamin B 12 ve folik asit düzeyleri ölçümüile gaitada gizli kan ve parazit tetkikleri yapıldı. Araştırma sonucunda aneıni prevelansı kızlarda % 32. 25, erkeklerde % 5. 17 ola-rak bulundu. Kızlarda hemoglobin ortalaması 12. 8± 1.3 gidi, erkeklerde hemoglobin ortalaması 14.8±1_25 gidi olup, anemiye kızlarda erkeklere göre daha sık ra.stlandı. Bu da istaristiki olarak anlamlı idi. Araştırmamıza alınan yaş grubu ve grubun sos-yodernografik özellikleri dikkate alındığında demir eksikliği anemisinin ne denli önemli bir sağlık so-runu olduğu anlaşılmaktadır.
This study is a epidemiologic investigation performed on a group of medical school students of Sel-çuk Universty Between January and June. 1995. The purpose of this study was to evaluate the prevalence of iron deficiency anemia among the medical stu-dents and factors that affect this. Randomly selected 62 female and 58 male students involved in the study. Complete blood counts including erythrocyte indexes, serum iron, serum iron hinding capacity, ferritin. vitamin B12 and folic acid rneasurements and evaluation of o•cult blood and parasite irr jeces vere done. The prevalence of anemia was 32.25 % in fermale students 5.17 % in male students as a re-sult of the study. Mfean hemoglobin value was 12 .8± 1.3 gidi in females, 14.85 ± 1,25 gidi in males and anemia was more common in females, this difference was statistically significant (p<0.001 ). Considering age and sociodemographic properties of the studuy group, it becomes eviclent that iron de-ficiency anemia is an important health problem.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı ObstrüksıyonuAli Acar, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi ÖzetiImperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Imperfore Anus, Ccloaca, And UrogenItal SInus OutIet ObstructIon
Anorektal malformasyonlar ortalama 4000-5000 yenidoğanın birinde görülür ve erkeklerde daha sıktır (1). Anüs, rektum ve ürogenital sistemin konjenital malformasyonlan sıklıkla birlikte buluntular. imperfore antisle, enterik üriner fistüller, renal agenezis, iire-teropelvik obstriiksiyon. iireterovezikal darhk. ve-zikoüreteral reflü, kriptorşidi, ektopik yas deferens ve hipospadias gibi yapısal genitotiriner anomalilerin beraberliği gayet iyi bilinmektedir (2, 3). Bu patolojiler genellikle çocuk cerrahları tarafından tesbit edilirler. Ancak bu kompleks ve çözümü zor klinik problemlerin teşhis ve tedavisinde ürologlar asıl rolü oynarlar. Uygun tedavi: normal ve anormal embriyolojinin bilinmesine, bu bozukluklarla beraber olan klinik problemlerin sunflandınlmasına ve kesin patolojiyi belirleyecek teşhis çalışmalannın uygulanmasına bağlıdır (4).
Anorectal malformations occur in an average of 4000-5000 newborns and are more common in males (1). Congenital malformations of the anus, rectum, and urogenital system were often found together. imperforate antisla, enteric urinary fistulas, renal agenesis, irritable-theropelvic obstruction. iireterovesical darhk. The association of structural genitourinary anomalies such as and-zicoureteral reflux, cryptorchidism, ectopic mourning deferens and hypospadias is well known (2, 3). These pathologies are usually detected by pediatric surgeons. However, urologists play the main role in the diagnosis and treatment of these complex and difficult-to-solve clinical problems. Appropriate treatment: depends on the knowledge of normal and abnormal embryology, the presentation of clinical problems associated with these disorders, and the implementation of diagnostic studies that will determine the exact pathology (4).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Sıgara Ve ÇocukHaluk Yavuz
Araştırma makalesi ÖzetiSıgara Ve Çocuk
SmokIng And ChIld
Son yıllarda sigaranın kanser ve diğer bazı hastalıklara sebep olarak, insan sağlığını tehdit etmesinin kesinleşmesinden sonra, birçok ülkede sigaraya karşı kampanyalar yoğunlaştırılmış ve bu ülkelerde sigara içme oranı önemli derecede azalma göstermiştir. Yurdumuzda ise maalesef tüketilen ve ithal edilen sigara miktarı giderek artmaktadır. Bu sigaranın zararına uğrayacak insanlarımızın çoğalması demektir. Bu zarara uğrayacaklar sadece aktif olarak sigara içen erişkinler değil, aynı zamanda anne kamındaki fetus, bebekler ve çocuklardır. Bu yazıda sigaranın çocuk sağlığı ile ilgili bazı etkilerinden bahsedilecektir. Sigaranın diğer etkilerinin de yer alacağı bir kitapçığın parçası olarak bu yazı hazırlanmıştır.
In recent years, after it became clear that smoking poses a threat to human health by causing cancer and some other diseases, anti-smoking campaigns have intensified in many countries and the smoking rate has decreased significantly in these countries. Unfortunately, the amount of cigarettes consumed and imported in our country is gradually increasing. This means the number of people who will be harmed by smoking. Those who will suffer are not only actively smoking adults, but also the fetus, babies, and children in the mother's abdomen. In this article, some of the effects of smoking on child health will be discussed. This article has been prepared as part of a booklet that will also include other effects of smoking.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı DegerlendırılmesıSıtkı Göksu, Ünsal Öner, Nursan Tahtacı
Araştırma makalesi Özetiİki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
The ComparIson Of Oral KetamIne Usage In Two DIfferent Doses For PedIatrIc PremedIcatIon
cocuklarda premedika.vvon arnactyla ketamin clegiVk doff ve yollarla uygulanmaktadir. 20'Fr kirilik iki grup olgutarda uygulandr. Farkli dozda ketamin pediatrik preniedikasyonda oral olarak verildi. Ketamin 1. gruba 4 mg/kg, 2. gruba 6 mglkg dozda 0.2 'nag kola icinde anestezi indiiksiyonundan 20 dk. once peroral verildi. Her iki gruptaki cocuklar ketamini iyi tolere etti. cocuklarm sedasyon durumlari Wilton tun sedasyon skalasina gore degerlendirildi_ Premedikasyondan 5 dk son-raki degerlerde her iki grupta istatistiksel _vOnden fork bulunmadi (p>0.05). Ancak 10. 15. ve 20. dkilardaki uyatukhk, sakin, uyuyor alma degerleri arastnda istatistiksel olarak belirgin farkldrklar go-riildii (p<0.05). 2. grupta moskeye reaksiyon daha iyi idi. Her iki grupta komplikasyon olarak nistagmus, dil d e fasikiilasyon ve oral sekresvon artut Sonucta 6 mg/kg oral ketaniin 4mglkg oral ke-tamine gore iyi sedasyon saglamasi, maske uy-gulamasma reaksiyonun daha iyi alma I.V.kateter uygulamastiza reaksiyon gostertnemesi ve lamplikasyonlartnin benzer olmasi acrsmdan taysiye edilebilir nitelikte gorüldü.
Ketamine has been applied in children in dif-ferent doses and ways for patients. Ketamine was given to the first group in dose 4 mglkg and to the second group in dose 6 mglkg mixed in 0.2 mlik-g cola 20 minutes before induction of anesthesia.,Ke-tamine was tolerated well in both groups. Sedation was evaluated according to Wilton's sedation scales. Five minutes after premedication there was no sta-tistical difference in sedation scores (p>0.05). But in the period 10., 15. and 20. minutes after pre-medication significant statistical difference was oh-served in the scores of awake, calm and asleep si-tuation (p<0_05). The second group tolerated the mask better than the first. As a complication nis-tagmus, tongue fasciculation, increase in oral sec-reafion were noticed during the procedure_ As a result oral ketamine in dose 6 mglkg was found preferable due to sedation, reaction to mask, I.V. catheter application and causing the similar complication as comparated with oral ketamine in doses, 4 mg/ k g
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Cocuk Idrarlarından Uretılen (0) Serogrup Ecoli'lerin Antıbiyorrik DuyarlılıklarıTevfik Cengiz, Mehmet Kıyan, İştar Dolapçı, Derya Aysev, Meltem Tibet
Araştırma makalesi ÖzetiCocuk Idrarlarından Uretılen (0) Serogrup Ecoli'lerin Antıbiyorrik Duyarlılıkları
AntIbIotIc SuspectIbIlIty Of (0) Serogroup E.colI WhIch Are Isolated The ChIldren's UrIne.
İdrar kiiltiiriincle E. coli iireven cocukluk ya§- larindaki 146 olgu cali§inava alimni§ ye A.U. Tip Fakilltesi Mikrobiyoloji ye Klinik Mikrobiyoloji Anabilini Dali'nda 26 iiropatojen E. coli antiseruniu ile (0) serogrup cicrgilimr araprilmigir. Ecolirler-den 106's111111 (0) serogrubu saptatimq, 40'inin ise bu gruplar icinde buluinnadigi gOzlenmi§tir. Disk-diffazyon yontemi de ampicillin, trimethoprim-sulphainethoxazol, gentainycin, tobramycin, ami-kacin, cefi.iroxini. cephtriaxon, ceftazidirn, nalidixic acid, amoxycillin-clavulanic acid, cephalotin an-tibiyotiklerine duyarliliklart ara§nrilini§, duyarh di-rencli stir oranlari Oropatojen E_colitler gentamycin, tobrainycin, cephtriaxona (%94.3), arnikacine (%91 .5), ceftiroxim, ceftazidim, nalidisic acide (%88.7) oranlarinda Asa)* bu-lniunii§tur. Bu bakteriler (%67), Tri-methoprim-Stilphainethaxazolre (% 60.4) ve Amoxy-C illin-Clavulanic Acid'e (% 51.9) oranlarinda direric gOsterini§lerdir. Hu call§mada antibivotik duyarliligi bakimundail (0) serogruplari arasinda anernli bir jarklilik ancak biitiin gruplarin gentamycin, tab-ramycin, ceplirtiaxon i c= amikacine daha duyarli bu-lunduku gozlenmi§tir.
146 subjects in childhood ages that had E.coli iri their urine culture were enrolled in this research and the serogroup distribution was detected by 26 ure-apathogenic E.coli antiserum in Ankara Unversitv, Medical Faculty, Deportment of Microbiology and Clinical Microbiology. 106 of the E. groups were identified and 40 of them were not in the groups. Sensitivities to ampicillin, trimethoprim - snip-hamethoxasol, gentamyciii, tobramycin, amikacin, ca-. uroxime. cephtriaxon, cephtazidim, nalidixic acid, amoxycillin - clavulanic acid and cephalotin were se-arched by disc - diflitsion method. Ureapathogenic E.coli groups were sensitive to gentamycine, tab-ramycine, cephtiaxon (% 94 3), amikacin (% 91.5), cefioroxim, cephtozidine. nalidisic acid (% 88.7). These bacteriae were resistant to ampicillin (% 67) trimethoprim - sulphamethaxasol (% 60.4) and amorycillin - c-lavulanic acid (% 51.9). In. this study it was found that there were not any differences among (0) serogroups about antibiotic sensitivity but it was observed that all group were more sensitive to gentamvcin, tobramycin, ceph-triaxon and amikacin
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Epifiz KırıklarıRecep Memik, Abdurrahman Kutlu, Mahmut Mutlu, M. İ. Safa Kapıcıoğlu
Araştırma makalesi ÖzetiEpifiz Kırıkları
EpIphyseal Fractures
Epıfizler, çocuklarda iskelet sistemi travma-larından sonra en sık yaralanan yerlerdir. Bu kırıklar büyüme bozukluğu oluşturabilme yönünden özel önem taşırlar. Bu çalışmamızın gayesi; tedavi ettiğimiz 1320 çocuk uzun kemik kırığın: analize ederek, epifiz kırıklarının insidansını tesbit etmektir. Epifiz kırıklarının insidansı %6.2 olfirak bulundu.En fazla yaralanan yer humerus ve radius distal epifizleri olmuştur. Toplam 78 epifiz kınğının 26'sı cerrahi metodla tedavi edildi. Bu kınklarda %11 oranında komplikasyon görüldü.
Epıphvsis is a rıtare common site of injury fnllowing traııma to the skeleton in children. They are particular importance because of the cbmplication of growıh disturbance. It was the aim of this study to analize of 1320 long-bone factures in children for determination of the incidance of epiphyseal fracture.s. Epiphyseal fractures was accounted for 6.2%. The most frequently injuired site were the disıal Mune. rus and distal radius. 26 of 78 epiphyseal fractures were treated with operative method. Complication rate was %11.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Transaksıyonel Analız Kuramında Davranıın Kuramsal Temelı Ve Psıkolojık Danısmanın Hedeflerıne İliskin Bır AratırmaRamazan Arı
Araştırma makalesi ÖzetiTransaksıyonel Analız Kuramında Davranıın Kuramsal Temelı Ve Psıkolojık Danısmanın Hedeflerıne İliskin Bır Aratırma
TheoretIcal FoundatIon Of BehavIor In Tran-SactIona AnalysIs
Bu calismada, TA kummindaki basica'', hen du-rutnlartntn Ogrencilerin tiyumuna ve anIgnilagnia etkisi arastinlinivir. Baskin hen durtunlan og-rencilerin 111•1112111111 etkilemektedir. Baskin Dogal cocuk hen dunimuna sahip Ogrenciler iirneklemin en uyiimsuzu iken. Baskin Yetiskin ben durumuna sahip .0renciler iirneklemin en uytimlu grubudur. Ogrencilerin baskin ben duridan ogrencilerin atilganlignu etkilemektedir. Baskin Uymus cocuk ben durutnu ozelligi gasteren ogrenciler en az atil-gan gruptur. Gruhun en atilgan ogrencileri ise, Bas-kin Yetiskin hen chirurnima sahip ogrencilerdir.
In this study, in the TA. dominant ego states with effects adjustment and assertiveness of students have been examined. The dominant ego states of students was effective on their adjustement. The students with dominant Free Child have the least adjustment. all groups. The students with dominant Adult are the most adjusted. The dominant ego satates of the students effect their assertivenes. The students with dominant adap-ted Child had the least assertiveness in all groups. On theother hand, the students with dominant adult were the most assertive of all group.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta İnfant Ve Çocuklarda Normal Dalak Boyutlarının Ultrasonografi İle İncelenmesiSerdar Karaköse, Ahmet Kaya, Serdar Tarhan, Aydın Karabacakoğlu, Bilge Çakır, Kemal Ödev
Araştırma makalesi Özetiİnfant Ve Çocuklarda Normal Dalak Boyutlarının Ultrasonografi İle İncelenmesi
UltrasonographIe ExamInatIon Of Normal SplenIc SIze In Infants And ChIldren
Çalışrnamızda değişik yaş gruplarındaki çocuklarda normal dalak boyutlarını saptarnada basit ve kolay uygulanabilir bir yöntem olan ultrasonografinin etkinliğini belirlemeyi amaçladık. Dalakla ilgili ol-mayan bann, pelvik, kranial problemleri nedeniyle ultrasonografik incelemeleri yapılan 2 gün ile 20 yaş arasındaki 250 hastada ökülnkr yaptık. Tüm olgularda böbrekler ve karaciğer normal ult-rasonografik görünümdeydi. Dalak kubbesi ile alt ucu arasındaki en büyük longitudinal mesafeyi hastanın normal solunumu sırasında dalak hilusunuda içeren koronal görüntülerde saptadık. Dala ğın longitudinal uzunluğu/nın yaş, boy ve ağırlık ile bağıntılarmı araştırdık. Ayrıca çeşitli yaş gruplarındaki çocuklarda normal dalak longitudinal uzunluğunun üst sınırını belirledik. Bu değerler ilk üç ay için 6 cm, 6 aya kadar 6.5 cm, 2 yaşa kadar 7.0 cm, 4 yaşda 10 cin, 15 yaşda 11.0 cin, 15-20 yaş arasında ise kızlar için 11.5 cm, ve erkekler için 13 cm dir. Dalakla ilgili patolojisi olduğu bilinen rastgele seçtiğimiz 17 olguda longitudinal çap o yaş grubu için elde ettiğimiz normal değerlerden daima büyüktü.
The aim of our study was to establish guidelines for normal splenic size of dillerent ages by using a simple and reproducible sonographic method. Two hundred fifty patients from 2 days to 20 year old, had sonography because of abdominal, pelvic and or cranial problems unrelared tv the spleen. Findings on sonograms of the liver and kidneys were normal in alI cases. The greatest longitudinal distance between the dome of the spleen and the tip was measured by obtaining a coronal wiew that included the hilum, while the patient was breathing guietly The longitudinal distance of spleen correlated with age, height and weight. Also, we determined the upper limit of normal splenic length in infants and children: splenic lenght no greater than 6 cm at 3 months, 6.5 cm at 6 rrıonths, 7 cm at 2 years, 8 cin at 4 years, 8.5 cm at 6 years, 9 cm at 8 years, 9.5 cm at 10 years, 10 cm at 12 years, 11 cin at 15 years, between 15-20 years for girls 18.5 cm and for boys 130 cm. Seventeen patients with known abnormalities of the spleen were randoinly sclected and the lenght of the spleen exceeded the upper limit of normal for that age.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bir Konjenital Kornea Plana OlgusuFehmi Özkan, Süleyman Okudan
Araştırma makalesi ÖzetiBir Konjenital Kornea Plana Olgusu
A Case Of CongenItal Cornea Plana
Konjenital kornea plana'lı bir erkek çocuk sunul-muştur. Hastada düzleşmiş kornea, sınırları belirsiz limbus, sığ ön kamera, yüksek hipermetropi ve alternan içe kayma mevcuttu. Sistemik anomaliler yoktu. Olgunun pedigri incelenmesinde, otozomal ressesiv bir geçiş düşünüldü.
A ınale clıild with congenital cornea plana is pre-sented. The ocular findings of this rarely seen abnor-mality in our case esere fiat cornea, indefinite lim-bus, narrowing of the anterior clzaınber, high hypermerropia and alternate esotropia. There vere no systemic abnormalities. The pedigree of this case showed an aıllosoınal recessive heredity.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Rekürran Aftöz Stomatitde Serum Demiri Ve Total Demır Bağlama Kapasıte DüzeylerıAyfer Özkardeş, Şükrü Balevi, Hüseyin Endoğru
Araştırma makalesi ÖzetiRekürran Aftöz Stomatitde Serum Demiri Ve Total Demır Bağlama Kapasıte Düzeylerı
Serum Iron And Total Iron Bondıng Capacıty Levels In Rekürran Aftoz Stomatıte
Rekürran aftöz stomatid oral kavitenin en stk rastlantlan ülseratif hastalığtdır. Her hasta muhtemel nedenler yönünden araşnrtImaltdır. Demir eksikliği ve total demir bağlarna kapisetisindeki artış predispozan faktörler olabilir.
Recurrent aphthous stomatitis is the most comnon ukerative disease of the oral cavity. Eachpatients should be evaluatedfor possible causes of recurrent aphthous stomatitis. Deficiency ofiron, increased iron-binding capacity may be predisposing factors.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Multiloküler Renal Kist (multiloküler Kistik Nefroma ) Nadir Görülen Bir Vaka BildirimiAli Acar, Recai Gürbüz, Özden Vural, Esat M. Arslan, Şenol Ergüney, Kadir Ceylan
Araştırma makalesi ÖzetiMultiloküler Renal Kist (multiloküler Kistik Nefroma ) Nadir Görülen Bir Vaka Bildirimi
MultIlocular Renal Cyst: MuttIlocular Cystk Neph-Roma) A Repon One Case WIth An Unusual Mode
Erişkin ve çocuklara eşit düzeyde etkileyebilen ve nadir görülen bir multiloküler böbrek kisti= Multiloküler kistik nefroma yakası sumılmuştur. Multiloküler kistler ile Wilms tümörleri ve diğer böbrek tümörlerinin birlikteliği ortaya kalmaktadır. Bir nedenle diğer kistik renal lezyonlardan ayrılması, tedavinin ve rakibin bu esaslara göre yapılması gerekmektedir.
A rare case of multilocular cystic nephroma which may be ajfected both adult and children has been presented. These cysts can be found Wilm's tumor and the other rare renal tunzors coincidentally. For this reason it is essential to differentiate this tumors fronı the others as iris treatment and follow-up is nıondatory.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Konya Ve Yoresınde Cocukluk Cagı Donemınde Travma Sonucu Yaralanma Ve Olum OlgularıAkif İnanıcı, İshak Gürsel Günaydın, Oğuz Polat, Ercüment Aksoy, Şerafettin Demirci
Araştırma makalesi ÖzetiKonya Ve Yoresınde Cocukluk Cagı Donemınde Travma Sonucu Yaralanma Ve Olum Olguları
ChIldhood InjurIes And TravmatIc Deaths In Konya, Turkey
Bu çalışmamızda, Selcuk Oniversitesi Tip Fakiiltesi Acil Birimine, 1991-1994 yillart arasinda 4 yillzk diinemde miiracaat eden cocukluk ca§t yaf gnu-bundaki, travma sonucu yaralanan ye Olen total 3317 olguya alt dosyalar retrospekuf olarak in-01Fular yaralanma ve Oliim nedenleri ile cinsiyet, ye4 ve orijinli da§ilimuzin acisurdan ele Trauma sonucu varalanan olgu sayisi 3229, oliimie sonuclanan olgularin says: 88 olup, her iki grupta da trafik kazalan ilk stray: alirken, erkekiktzorani 1.8411 oldugu tespit edildi.
The files about childhood injuries and deaths at the Emergency Depertment of Self:uk University Me-dical School, Konya Between 1991-1994 years were investigated on the basis of causes of injuries and deaths, age, sex, and manner of injuries and deaths. Chilhood injuries were 3229 and deaths were 88. Traffic accidents were the leading causes of both groups. The ratio of male to fame. le was 1.8411.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Eurofıt Testleri Ve KullanımıHakkı Gökbel, Saadettin Çalışkan
Araştırma makalesi ÖzetiEurofıt Testleri Ve Kullanımı
EurofIt Tests And TheIr Usage
Ülkelerin temel politikalarından birisi olan sağlıklı bir nesil yetiştirmek amacına uygun olarak günümüzde birçok çalışma çocuklar üzerinde yapılmaktadır. Bu durum fiziksel uygunluk "physical fitness" için de geçerlidir ve fiziksel uygunluk çalışmaları daha çok puberte öncesine ve puberte dönemine yönelmiştir. Geleceğin başarılı sporcularının küçük yaşlarda tanınmasına da büyük önem verilmektedir. Bu yüzden Avrupa Konseyi bünyesinde 1977 yılında "Herkes için spor" ilkesinden hareketle çocuklarda beden yeteneğinin tanımlanması ve değerlendirilmesi için, araştırmalarda yararlanılabilecek ve okullarda uygulanabilecek etkin yöntemler geliştirilmesi çalışmalarına başlanmıştır.
In line with the aim of raising a healthy generation, which is one of the basic policies of the countries, many studies are carried out on children today. This also applies to physical fitness "physical fitness" and physical fitness studies are mostly directed towards prepubertal and puberty. Great importance is also attached to the recognition of the successful athletes of the future at an early age. For this reason, in 1977 within the Council of Europe, based on the principle of "Sport for All", studies to develop effective methods that can be used in researches and can be applied in schools to define and evaluate physical ability in children.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Enürezis Noktürnada Ürodinamınin ÖnemıGiray Karalezli, Talat Yurdakul, Esat M. Arslan, İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi ÖzetiEnürezis Noktürnada Ürodinamınin Önemı
The Importance Of Urodynam In Enuresıs Nocturnıa
Enürezis Noktürnaisz olan 15 olgu ürodinamik çalışma ile değerlendirilmiştir, 9 oguda detrüsör nstabilitesi ve azalnuş fonksiyonel mesane kapasitesi saptanmıştır. Azalmış fonksiyonel kapasite ile birlikte detrüsör instabilitesinin enürezis nöktürnanın et-volojisinde önemli bir yeri olduğu sonucuna varolmıştır.
Enürezis is one of the most contmon and annoying disorders of childhood. We evaluated 15 patients with nocturnal enuresis by ürodynamic study. Detrüsör instability and reduced bladder capacity was found in nine of the cases. We consider detrüsör instability and reduced functional bladder capacity to be the main cause of enuresis nocturna.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Orta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir ÇalışmaAhmet Arslan, Ferhan Paydak, Ahmet Bülent Turhan, Erol I. Yorulmazoğlu, Andaç Argon, Erdoğan Özkal
Araştırma makalesi ÖzetiOrta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir Çalışma
The IncIdetıce Of. CongenItal Major MalformatIons In Central AnatolIa: A Study Of 7868 Newborns
Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evinde 1988 yılının Ocak-Ekim ayları arasında 28 gebelik haftası ve üzerinde doğan tüm yenidoğan bebekler majör malformasyonlar varlığı yönünden incelenmiştir. Bu süre içinde 3762 kız ve 4106 erkek olmak üzere top-lam 7868 bebek doğmuştur. 95'i kız ve 123'ü erkek toplam 218 bebek ölü doğmuştur. Gözlenen bebekle-rin 75'inde (%0.9) major malformasyon bulun-muştur. Majör malformasyonlu bebeklerin 66'sı (%88) tek anomali, 9'u (%12) çoğul anomali göstermiştir. Malforınasyonlu 22 kız ve 6 erkek top-lam 28 bebek ölü doğmuştur. Tek malformasyon gösteren bebeklerin 20'si santral sinir sisteminde, 9'u ağız ve sindirim, 33'ü kas ve iskelet sisteminde l'inin dolaştın sisteminde ve 1 'inin ürogenital siste-minde malformasyon görülmüştür. Tek malformas-yon görüler bebeklerin 35'i kız, 31'i erkektir. Tek malformasyonlu 18 kız ve 5 erkek toplam 23 bebek ölü doğmuştur. Çoğul malformasyon gösteren be-beklerden 4'ünün santral sinir sisteminde, 3'ünün santral sinir sistemi ve kas iskelet sisiminde, l'inin santral sinir sistemi ve sindirim sisteminde malfor-masyon görülmüştür. Çoğul malformasyon görülen bebeklerin 6'sı kız, 3'ü erkektir. Çoğul malformas-yonlu 4 kız ve 1 erkek toplam 5 bebek ölü doğmuştur. Çaltşmamızda Konya ve yöresinde bulu-nan bu bulgulartn populasyon içerisindeki olma ihti-malleri ile malformasyonlu dogumların sistemlere göre dağılımı, anne yaş grubu, anne çocuk sayısı ve anne kan grubu arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılmıştır.
Major malformation screening was made in 7868 newborns at Konya Maternity and Children Care State 1 lospital, Turkey, January through October in 1988. Newborns, 28 weeks old and over were subjected to physical examination and the blood type determinations when needed. Blood type determinations were made for all mothers who gaye birth. During 10 months period, of the 7868 babies born 3762 were female and the- remaining 4106 babies were males. Among the 218 stillborn babies, 95 of them were female and 123 were males. 75 babies bora with major malformations, and 66 (88%) of 75 had single and the remaining 9 (12%) had multiple malformations. The overall incidence is found to be 0.9% and 0.11% for single and multiple malformations, respectively. About 51% of 66 newborns had musculo-skeletal system, 30% Central nervous system, 14% digestive system, 1,5% circulotory system, 1,5% urogenital system malformations, respectively. Also, musculo-skletal system malformations were found more often in males [han female infants. Similarly, pes equino-varus was predonzinant among the males whereas polydactylism among the females. In musculo-skeletal malformation system, stillbirth frequency is rather low (3 females and 1 male out of 33 ınalformed cases).
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta Bır Olgu Neden1yle : Imperfore HımenSerter Dinç, Hikmet Karabacak
Araştırma makalesi ÖzetiBır Olgu Neden1yle : Imperfore Hımen
A Case Report : Imperforate Hymen
Utero-vaginal obstruksiyon anomalikri stkilkla puberte cagmda ortaya cikarlar. Menstruasyonun balk:mast ile menstruel kan birikerek vagina veya uterusta distansiyon oluourur. Imperfore himen 20(X) jinekolojik hastadan birisinde fiikat cogunlukla insidansi % 0.014-0.024 arasinda degil►ektedir. Allen varktrilik oldugu da Impe►fore himene !Nigh obstruksiyon ►enaroa veya sonrasinda genellikk 9-15 ..vaylari arasinda seniptomatik hale gelmektedir. Bizim vakamın 16 yaşında ye şikayetleri de 3 yıldır devam etmekteydi.
Obstructed uterovaginal anomalies most fre-quently become manifest at puberty, When the onset of menses results in the accumulation of menstrual blood and secondary distention of the vagina andlor uterus imperforate hymen has been reported to occur in 1 in 2.0(X) gynecology patients, but has a childhood incidence of only between 0.014% and 0.024%. A familial predisposition has also been re-ported. Uterine as well as some vaginal obstructions become symptomatik only at or after menarche, ran-ging from 9 to 15 rears. Our patient is /6 years old and she had suffered .3 years.
PDF Benzer Makaleler Editöre Eposta