Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
Cengiz Kadıyoran, Hilal Akay Çizmecioğlu, Ahmet Çizmecioğlu, Pınar Didem Yılmaz, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
ComparIson Of The GadoxetIc AcId And Gadopentate DImeglumIne EffIcIency For DetermInIng LIver Metastases By An Enhanced Mrı Of PatIents WIth GastroIntestInal MalIgnancIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistem malignitesi bulunan hastaların karaciğer metastazlarının MRG ile görüntülenmesinde gadoksetik asit ve gadopentate dimegluminin etkinliğinin karşılaştırılarak değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya histopatolojik olarak gastrointestinal sistem malignitesi bulunan 50 hasta dahil edilerek bu hastalardaki karaciğer metastazları değerlendirilmiştir. Her iki kontrast madde ile elde olunan seriler karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Her iki kontrast madde için elde edilen serilerde arteryel, portal ve geç fazda karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından istatistiksel anlamlı fark tespit edilemezken, gadoksetik asit uygulanan hastalarda 20. dakikada elde edilen seriler gadopentate dimeglumine uygulanmasını takiben geç fazda elde edilen seriler ile karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından karşılaştırıldığında gadoksetik asit lehine istatistiksel anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Gadoksetik asit uygulamasını takiben arteryel, portal, geç fazda ve 20. dakika serilerde karaciğer parankim intensitesinde fazlar süresince istatistiksel anlamlı kontrastlanma artışına yol açmaktadır.(p<0.05) Bu süre zarfında metastatik lezyonlarda ise anlamlı intensite artışı mevcut değildir.(p>0.05) Karaciğer kontrastlanması artarken metastatik lezyonlardaki kontrastlanmanın artmıyor olması karaciğerdeki metastatik lezyon ve normal karaciğer parankimi arasında belirgin kontrast farkına yol açmaktadır. Böylece zamanla gittikçe artan karaciğer kontrastlanmasını takiben fazlar süresince anlamlı artış göstermeyen metastatik lezyon intensitene de bağlı olarak lezyonların tespiti kolaylaşmaktadır.
Sonuç :
Gadoksetik asit hepatoselüler bir kontrast madde olup gastrointestinal sistem maligniteli hastaların karaciğer metastazlarının manyetik rezonans ile değerlendirilmesinde önemli tanısal katkılar sağlar.
Aim: The aim of this study was to evaluate the efficacy of gadoxetic acid and gadopentate dimeglumine in the evaluation of liver metastases of patients with gastrointestinal malignancy by magnetic resonance.
Patients and Methods: A total of 50 patients were diagnosed gastrointestinal malignancies histopathologically were included in the study and their hepatic metastases were examined by magnetic resonance for two contrast agent.
Results: There was no statistically significant difference for these contrast agent at arterial, portal and late phase series. (p>0.05) But we found a statistically significant difference between the series obtained at the 20th minutes after administration of gadoxetic acid and late phase for gadopentate dimeglumine for hepatic parenchymal and metastatic lesion intensity. (p<0.05) After the administration of gadoxetic acid, arterial, portal, late phase and the 20th minute series intensity of hepatic enhancement significantly reduced. At this time there was not a significant enhancement of the metastatic lesions. (p>0.05) When the hepatic parenchymal enhancement increased and the enhancement of metastatic lesions reduced, thus the enhancement difference between normally hepatic parenchyma and metastatic lesions might help the detection of the lesions.
Conclusion:
Gadoxetic acid, a hepatoceluler contrast agent, have important diagnostic contribution to the assessment of the patients with liver metastases of gastrointestinal malignancies by magnetic resonance imaging.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Evre I Serviks Kanseri Olan Genç Bir Hastada
laparoskopik Radikal Histerektomi (tip Iıı), Pelvik
ve Para-Aortik Lenfadenektomi Ve Bilateral Overial
transpozisyon
Osman Balcı
Olgu sunumu
Özeti
Evre I Serviks Kanseri Olan Genç Bir Hastada
laparoskopik Radikal Histerektomi (tip Iıı), Pelvik
ve Para-Aortik Lenfadenektomi Ve Bilateral Overial
transpozisyon
LaparoscopIc RadIcal Hysterectomy (type III) WIth PelvIc And ParaaortIc
lymphadenectomy And BIlateral OvarIan TransposItIon In A
young PatIent WIth Stage I ServIcal Cancer
Erken evre serviks kanserleri evre I ile evre IIA arasını
içermektedir ve tedavisinde radikal histerektomi ve pelvik lenf
nodu diseksiyonu uygulanmaktadır. Operasyonun laparatomi ile
yapılabilmesinin yanında laparoskopik teknolojinin gelişmesiyle
birlikte tedavide laparoskopik radikal histerektomi ve laparoskopik
lenf nodu disseksiyonu gündeme gelmeye başlamıştır. Laparoskopik
yaklaşımın daha az analjezik ihtiyacı, minimal post-operatif
rahatsızlık, daha kısa hastanede kalış süresi ve daha hızlı normal
günlük aktivitelere dönme gibi avantajlar bulunmaktadır. Bu makalede
30 yaşında erken evre serviks kanseri tanısı alan ve bu nedenle
laparoskopik radikal histerektomi (tip III), laparoskopik bilateral
pelvik paraaortik lenf nodu diseksiyonu ve ayrıca radyoterapi alma
ihtimaline karşılık overleri radyoterapi alanından uzaklaştırmak
için laparoskopik bilateral overial transpozisyon uygulanan bir olgu
sunulmaktadır. Bu operasyon her merkezde yapılamamakla birlikte
ileri tecrübe gerektirmektedir.
Early stage cervical cancers involve stage I and stage IIA. The
treatment is radical hysterectomy and pelvic lymph node dissection.
Besides the operation can be performed by laparotomy, with the
development of laparoscopic technology, the treatment has been
started with laparoscopic radical hysterectomy and laparoscopic
lymph node dissection. The advantages of laparoscopic approach
are less analgesic requirement, minimal postoperative discomfort,
shorter hospital stay and faster return to normal daily activities.
In this article, a patient was presented having early stage cervical
cancer at 30 years old; therefore, applied laparoscopic radical
hysterectomy (type III), laparoscopic bilateral pelvic para-aortic
lymph node dissection. Also, despite possibility receive radiotherapy,
laparoscopic bilateral ovarian transposition was applied due to
remove ovaries from radiation area. This operation can not be
performed at any center, because it requires advanced experience.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözde Görülen Hemodinamik Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
Hasan Horoz, Esma Duru, Oğuz Bülent Erol, Hasan Erbil
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözde Görülen Hemodinamik Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
The InvestIgatIon Of The HemodynamIc Changes In The Eye Before And After Trabeculectomy OperatIon In PrImary Open Angle Glaucoma By Color Doppler Ultrasonography
Primer Açık Açılı Glokomu olan hastalarda glokom cerrahisinin etkinliğinin hemodinamik olarak gösterilmesi ve glokom fizyopatolojisine ışık tutmak. Gereç ve Yöntem: İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde takipte olan Primer Açık Açılı Glokom tanısı almış 45 hastanın 45 gözü çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilme kriteri olarak trabekülektomiye ihtiyaç göstermiş olmaları ve daha evvel göz ameliyatı geçirmemiş olma şartı arandı. Tüm hastalara trabekülektomi ameliyatı yapıldı. Olguların ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. Günlerdeki muayenesinde görme keskinliği değerlendirilmesi, refraksiyon muayenesi, biyomikroskopi ile ön segment muayenesi, Goldman üç aynalı lens ile gonioskopik muayene ve +90 D lensle fundus muayenesi yapıldı. Renkli doppler ultrasonografi ile oftalmik arter, nasal posterior silier arter, temporal posterior silier arterlerin hemodinamik özellikleri incelendi. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen olguların ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. Gün dakikadaki ortalama nabız sayısı ve ortalama kan basıncı değerleri kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı bir değişme saptandı. Ameliyat yapılan gözlerde göz içi basıncı değerleri ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. gün; değerleriyle kıyaslandığında istatiksel olarak anlamlı azalma olduğu gözlendi. Oftalmik arterin ameliyat öncesi ve sonrası ölçüm değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Santral retinal arter ameliyat önce ve sonrası 15. ve sonrası 15. ve 60. gün hemodinamik değerleri kıyaslandığında sistolik maksimum hızda diyastol sonu hızda, ve ortalama hızda istatiksel olarak anlamlı artma ve resisitif indekste anlamlı azalma olduğu gözlendi. Sonuçlar: Glokom tedavisinde glokom cerrahisi sonrası göz içi basıncının düşürülmesi sonucunda kan akımının pozitif yönde etkilenmesi primer açık açılı glokomun fizyopatolojisinde mekanik teoriyle vasküler teorinin birlikte rol aldığını göstermektedir.
Aim: The aim of this paper is to demonstrate hemodynamically the efficacy of glaucoma surgery in patients with primary open angle glaucoma and to elucidate the pathopysiology of glaucoma. Material and method: 45 eyes from 45 patients who were diagnosed with primary open angle glaucoma in Istanbul Goztepe Training and Investigation Hospital were included into the study . The inclusion criteria were the need for trabeculectomy and no previous eye operation. All patients have undergone trabeculectomy. In the examinations before and 15 and 60 days after the operation, visual acuity evaluation, refraction examination, anterior segment examination with +90 lens were carried out. Hemodynamic characteristics of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal posterior ciliary artery and temporal posterior ciliary artery have been investigated by color doppler ultrasonography. Results: No statistically significant change was found in mean pulse per minute and mean blood pressure of the cases between before and 15 and 60 days after the operation. In operated eyes, intraocular pressure was found to be reduced significantly 15 and 60 days after the operation compared top re operation levels. No significant difference was observed in ophthalmic artery in terms of the values before and 15 and 60 days after the operation. In the comparison of the hemodynamic values of central artery before operation and 15 and 60 days after operation, significant increase was observed in systolic maximum velocity, end diastolic velocity and mean velocity and significant decrease in resistive index. Conclusion: Positive effect on blood flow after the reduction of intraocular pressure following glaucoma operation indicates that mechanical theory and vascular theory are compatible in the pathophysiology of primary open angle glaucoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
Ganime Dilek Emlik, Mehmet Gök, Kemal Ödev, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
RadIologIc FIndIngs In Skeletal Muscle MetastasIs From Lung CarcInoma
Amaç: Malign tümörlerin iskelet kasına metastazları nadirdir. Akciğerden kaynaklanan malign tümörlü olan olguda klinik bulgular ve iskelet kasındaki metastatik lezyonların klasik radyografik, BT, MRG bulguları irdelendi. Olgu: 68 yaşında erkek olgunun akciğer radyografisinde sol akciğerde, büyük kalın düzensiz duvarlı kaviter lezyon izlendi. Lezyon bronkoalveolar lavaj (BAL) sonucunda kötü differensiye epidermoid kanser tanısı aldı. Bir yıldan beri bulunan sol uyluk ön yüzündeki yumuşak doku kitlesinedeniyle yapılan direkt grafide periost reaksiyonu dışında bulgu saptanmadı. MRG’de kitle lezyonu, çevre kas yapılarına göre T1A’lı kesitlerde hipo, T2A’lı kesitlerde hiperintens izlendi. Yumuşak doku kitlesinden yapılan biopsi sonucu metastatik tümörle uyumluydu. Olgu tanı konduktan 6 ay sonra kaydedildi. Sonuç: Akciğer malign tümörlü olgularda iskelet kasında kitle ve ağrı varlığında metastazdan şüphelenilmelidir. Kitlelerin lokalizasyonunda, çevre dokularla ilişkisi ve kemik tutulumunun saptanmasında MRG ve BT tamamlayıcı tetkiklerdir.
Purpose: In the case of the skeletal muscie metastasis of lung cancer the authors report radiographic, CT scan and MRI findings of painful masses in the femoral regions. Muscle biopsy revealed extensive infiltration of the muscle with carcinoma cells. Case: A 68 year-old man presented with a large cavitary lesion with thickened wall in the left hilus on radiogrraphy and CT scan. The diagnosis of the lung cancer was made by bronchoalveolar lavage. The radiograph did not Show any soft tissue mass, except periosteal reaction. MRI showed a tumoral mass in the right quadriceps muscle with signal intensity slightly lower on T1-weighted and higher in T2-weighted images than surrounding muscle tissue.Needle biopsy revealed metastatic squamous cell carcinoma. The patient died six month later. Conclusion: MRI is more useful technique than the other methods for determination of the localization, the relationship of the surrounding tissues and the manifestations of metastatic masses on the skeletal muscle due to malign tumor of the lung.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
Neşe Asal, Pınar Nercis Koşar, Mahmut Duymuş, Ömer Yılmaz, Uğur Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
BIlateral OvarIan Metastases From Lobular Breast Cancer
Metastatik over tümörleri, tüm over tümörlerinin %3-8’ni malign over tümörlerinin yaklaşık %10-30’unu oluşturmaktadır. Overlerin metastatik hastalığı sıklıkla kolon, mide, meme ve genitoüriner sistem kaynaklıdır. Lenfoma, lösemi gibi hematolojik tümörler de overlere yayılabilir. Klinik hikaye, tümör markerları, tümör morfolojikhistolojik özellikleri ve görüntüleme özellikleri primer ve sekonder over tümörleri arasındaki ayırımda yararlıdır. Manyetik resonans görüntüleme (MRG) tümoral lezyonların karakterizasyonunda, benign ve malign kitle ayırımında çok faydalıdır. MRG incelemede T1 ve T2 ağırlıklı görüntülerde sinyal ve morfolojik karakteristikleri ile over kitleleri tanımlanabilmektedir. Over metastazının saptanması tedavi yönetimini değiştirdiğinden tanınması önemlidir. Bu olgu sunumunda lobuler meme kanserinin her iki overe metastazı MRG ve ultrason bulguları sunulmaktadır
The metastatic ovarian tumors constitute 3 to 8% of all and 10 to 30% of malignant ovarian tumors. The common primary sites for metastatic disease to the ovaries include the colon stomach, breast and the genitoürinary tract. Hematolojic malignancies, including lymhoma and leukemia, also involve the ovaries. Clinical history, tumor markers, tumor morphological-histological features and imaging features are useful to distinguish secondary ovarian tumors from primary ovarian tumors. Magnetic Resonance imaging (MRI) provides useful information for characterization of various ovarian benign or malign masses. The use of MRI for diagnosis of ovarian masses includes consideration of morphologic characteristics and signal intensity characteristics on T1 and T2-weighted images. It is important to determine the ovarian metastasis due to change the method of treatment. İn this case we present MRI an ultrasound findings of bilateral ovarian metastasis of lobular breast cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Venöz İmpotansların Teşhisinde Penil Renkli Doppler Ultrasonografi İle Farmakokavernozometrinin Karşılaştırılması
Talat Yurdakul, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Mehmet Özeroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Venöz İmpotansların Teşhisinde Penil Renkli Doppler Ultrasonografi İle Farmakokavernozometrinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of PenIle Colour Doppler Ultrasonography And Pharmacocavernosometry In T He DI- AgnosIs Of Venous Impotence
İmpotans, vajinal penetrasyonu sağlayacak düzeyde rijit ereksiyonu oluşturamama veya devam ettirememe ha lidir. Günümüzde impotanson % 50-90'ının nedeninin organik olduğu kabul edilmektedir. Organik nedenlerin büyük bir bölümünü oluşturan vasküler patolojilerden biri olan venöz impotansın tanısında kullanılan en güvenilir yöntemler; farmakokavernozometri ve farmakokavernozografidir. Bu çalışmada venöz impotans teşhisinde penil renkli Doppler ultrasonografi ile farmakokavernozometri bulguları karşılaştırıldı. Erektil disfonksiyon yakınması ile başvuran ve farmakokavernozometri ile venöz impotans olduğu saptanan 30 vakanın penil renkli Doopler ult rasonografi ve farmakokavernozometri bulguları karşılaştırıldı. Yedi sağlıklı erkek kontrol grubunu oluşturdu. Penil renkli Doopler ultrasonografide venöz impotans bulguları olan 30 vakadan 27'sinde farmakokavernozometri ile teşhis doğrulanırken, 3 vakada venöz patoloji olmadığı belirlendi. Tüm vakalar farmakokavernozografi ile teyid edildi. Venöz impotans teşhisinde penil renkli Doopler ultrasonografinin sensivitesi % 100, spesifitesi % 70 ve doğruluk oranı % 91.89 olarak bulundu. Sonuç olarak; penil renkli Doopler ultrasonografi venöz impotans tanısında kolay uygulanabilen, ilaç enjeksiyonuna bağlı koplikasyonlar dışında koplikasyonu olmayan far makokavernozometri gibi invaziv ve sıvı yüklemeyi gerektirmeyen, tanı değeri yüksek semi-invaziv bir teşhis yöntemidir.
Erectile dysfunction is the inability to achieve and maintain a firm erection for vaginal penetration. İt is shovvn that 50-90 % of the impotent men have organic causes. Main source of organic causes are vascular. Venous in- sufficiency is one of the vasculogenic disorders which is diagnosed by pharmacocavernosometry and phar- macocavernosography. Thirty men who complain from erectile dysfunction were diagnosed as venous impotence using pharmacocavernosometry. Penile colour Doopler ultrasonography was also carried out to evaluate the ve nous insufficiency. Using the results, diagnostic value of pharmacocavernosometry and colour Doppler ult rasonography were compared. Seven healty and potent men formed the control group. Colour Doppler ult rasonography confirmed the diagnosis of venous insufficiency in ali except three cases. Pharmacocavernosography shovved the localization of the venous leakes. The sensitivity of colour Doopler ult rasonography was 100 %, the specifity was 70 % and the accuracy rate was 91.89 %. As a result colour Doppler ultrasonography is an easy method which does not have complications except those resulting from drug injection. İt is a highly accurate method that does not necessitate volüme loading as in pharmacocavernosometry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
Hasan Esen, Metin Çapar, Gülşah Şafak
Olgu sunumu
Özeti
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
FlorId ReactIve LymphoId HyperplasIa (lymphoma-LIke LesIon) Of UterIne CervIx
Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazisi (lenfoma benzeri lezyon), başlıca kadınların üreme dönemlerinde görülen reaktif bir olaydır. Histolojik olarak bu lezyonlar lenfomaya benzer. Bu lezyonların etyolojileri multifaktöriyeldir fakat çoğu olguda neden tespit edilememiştir. 49 yaşında bayan hasta adet düzensizliği ve pelvik ağrı şikayetleri nedeni ile başka bir merkeze başvurmuş. Serviks biopsisi yapılmış ve biyopsi sonucu, serviks karsinomu ile uyumlu olarak rapor edilmiş. Hastanemize başvuran hastaya bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. BT’ de serviks hipodens ve volümü artmış görünümde idi. Probe küretaj, endoservikal küretaj ve vajinal smearinde spesifik bir özellik görülmedi. Mevcut bulgular ve şikayetleri sonrası hastaya total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi yapıldı. Makroskopik olarak serviks büyümüş ve düzensiz görünümdeydi. Subserozal yerleşimli bir adet 1,8 cm çapında myom tespit edildi. Histopatolojik incelemede serviks epitelinde erezyon ve epitel altında yoğun lenfoid hücre infiltrasyonu görüldü. Görünüm lenfomaya benzemekteydi fakat İmmunhistokimyasal CD3 ve CD20 boyamalarda lenfoid hücrelerde heterojen boyanma görüldü. Bu bulgular sonucunda olgu lenfoma benzeri lezyon olarak rapor edildi. Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazileri reaktif lezyonlardır. Yanlış tanıdan kaçınmak için; dikkatli klinik, histolojik ve immunfenotipik korelasyon gereklidir. İmmunhistokimyasal reseptör çalışmaları bu olgularda en güvenilir tanı yönetimidir.
Florid reactive lymphoid hyperplasia of uterine cervix is a reactive inflammatory process that mainly occurs in women during their reproductive years. These lesions are histologically similar to lymphoma. Etiology of these lesions are multifactorial but in many cases the cause has not been identified. A 49-year-old female patient admitted to another center with menstrual irregularity and pelvic pain complaints. A cervical biopsy was performed in that examination and the biopsy findings were compatible with cervix carcinoma. The patient referred to our hospital and computerized tomography(CT) was performed. At CT imaging cervix was hypodense and there was an enlargement in cervical volume. There were no specific findings in patient’s endometrial curettage, endocervical curettage and vaginal smear preparations. After the current findings and complaints of the patient, total abdominal hysterectomy and bilaterally Salpingo-oophorectomy were performed. Cervix was enlarged and it was in irregular appearance in the macroscopic examination. A subserosal located myoma in 1,8 cm diameter was detected. In the histopathological examination, erosion of cervical epithelium and dense lymphoid cell infiltration was observed under the epithelium. The appearance was similar to lymphoma, but immunohistochemical staining of CD3 and CD20 staining was heterogeneous in lymphoid cells. As a result of these findings, the case was reported as lymphoma-like lesion. Florid reactive lymphoid hyperplasia of cervix uteri are reactive lesions. Careful clinical, histologic and immunphenotypic correlations are required to avoid misdiagnosis. Immunohistochemical receptor studies are the most reliable diagnosis and management method of these cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Dilcan Kotan, Aslı Aksoy Gündogdu, Gürkan Kayabaşoğlu
Olgu sunumu
Özeti
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Cavernous SInus ThrombosIs In An Older PatIent
İskemik inmenin nadir nedenlerinden olan kavernöz sinüs trombozu, yaşamı tehdit eden bir durumdur.
Mortalitesi yüksektir ve klinik olarak kranyal sinir tutulumu ve görme kaybı dahil morbiditeye yol açabilir.
Kavernöz sinüs trombozu enfeksiyöz veya nonenfeksiyöz kaynaklı oluşabilir. Bu çalışmada, iyi gidişli,
nonenfeksiyöz, ileri yaş kavernöz sinüs trombozlu nadir bir kadın olgu sunulmuştur.
The cavernous sinus thrombosis is a very rare and life-threatening condition. The mortality
rate remains high, and significant morbidity includes residual cranial nerve palsies and
blindness. The causes of cavernous sinus thrombosis are infectious or aseptic. We report
well-progressed a rare case of aseptic thrombosis of the cavernous sinus in an older patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
Bayram Metin, Sami Ceran, Bayram Altuntaş, İsa Döngel
Olgu sunumu
Özeti
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
PerIcardIal Cysts And DIvertIcula In Three Cases
Perikardial kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin
yaklaşık olarak %7’ lik bir kısmını oluştururlar. Perikardiyal kist ve
divertiküller çoğunlukla sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte,
sol kardiyofrenik sinüs, superior mediasten, aortik ark seviyesi ve sol
hilusda da yer alabilirler. Perikardiyal kist ve divertiküller birbirine
yapı, lokalizasyon ve semptom olarak benzer lezyonlardır. Tanılarında
radyografi, BT ve MRG’ nin demostratif önemi vardır. Biz burada üç
olgu üzerinden mediastinal kistik lezyonların ayrıcı tanısında önemli
yer tutan perikardiyal kist ve perikardiyal divertiküllerin semptom,
tanı ve tedavi yönünden benzerliklerine ve farklılıklarına değinmek
istedik.
Pericardial cysts and diverticula compose %7 of all mediastinal
masses. Pericardial cysts and diverticula are generally present
at right cardiophrenic sinus also within left cardiophrenic sinus,
superıor mediastinum, aortic arch level and left hilum. Pericardial
cysts and diverticula are lesions which resemble themselves in
shape, localiaztion and symptoms. Radiography, CT and MRI has
demonstrative importance in their diagnosis. We want to present
similarities and differences of symptoms, diagnosis and treatment
of pericardial cysts and diverticula which are important in differential
diagnosis of mediastinal cystic lesions within these 3 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Osman Koç, Ganime Dilek Emlik, Hamdi Arbağ, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Computed Tomography And MagnetIc Resonance ImagIng In The DIagnosIs Of BenIgn Paranasal SInus LesIons
Amaç: Bu Çalışmada, benign paranazal sinüs (PNS) lezyonlarının tanısında bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) katkıları araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001 – Şubat 2004 tarihleri arasında klinik bulgularına göre nazal kavite, PNS veya komşu yapılara ait benign lezyon olduğu düşünülen 30 olgu incelendi. Olguların tümüne BT ve MRG incelemeleri yapıldı. BT ve MRG’de lezyonların iç yapı karakteristikleri, yerleşim yerleri ve patolojik tanıya giden radyolojik görünümleri değerlendirildi. Bulgular: Histopatolojilerine göre lezyonlar; mukosel 8, odontojenik kist 4, fibröz displazi 3, interted palillom 2, hemanjiom 2, menenjiom 2, kondrom 2, şıvannom 1, osteom 1, osteokondrom 1, paget hastalığı 1, ameloblastom 1, dev hücreli tümör 1, santral dev hücreli granülom 1 adet idi. Patolojik sonuçlara göre değerlendirildiğinde BT ve MRG’nin duyarlılıkları sırasıyla %86,6 ve %83,3 olarak bulundu. Radyolojik olarak malign özellik gösteren 3 olguda (1 dev hücreli tümör, 2 inverted papillom) doğru tanı histopatolojik olarak kondu. Sonuç: BT, kemik ekspansiyon ve destrüksiyonlarını, kemik kaynaklı tümörleri ve tümör içi kalsifikasyonları göstermede etkin bir yöntemdir. MRG ise kistik lezyonların iç yapılarını, tümör içi hemorajileri ve tümör-inflamasyon ayrımını daha iyi gösterir. Bu yüzden benign PNS lezyonlarını değerlendirmede BT ve MRG birlikte kullanılmalıdır.
Purpose: In this study, contrubitions of computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging (MRI) were researched in the diagnosis of benign paranasal sinüs (PNS) lesions. Materials and methods: According to the clinical findings, between January 2001 – February 2004, 30 cases have been studied who were thought to have benign lesions belonging to nasal cavity, PNS or neighboring structures. CT and MRI studies are made to the all case. Inner structure characteristics, locations and radiological apperarances coursing pathological diagnosis of lesions in CT and MRI have been assessed. Results: The histopathological diagnoses of lesions were mucocele (8), odontogenic cysts (4), fibrous dysplasia (3), inverted papilloma (2), hemangioma (2), menengioma (2), schwannoma, osteoma, osteochondroma, paget disease, ameloblastom, giant cell tumor, central giant cell granuloma. Whwn assessed according to pathological results, sensitivity of CT and MRI were found to be 86.6% and 83.3% respectively. In 3 cases showing radiological malign feature (1 giant cell tumor, 2 inverted papillomas) the correct diagnosis was made histopathologically. Canclusion: CT is an effective method to show bone expansion and destructions, tumors originated from bone and intratumoral calcifications. MRI offers better the inner structures of cystic lesions, intratumoral hemorhages and differentiation of tumor from inflammation. Therefore, CT and MRI should be used jointly in the evaluation of the PNS lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
Abdussamet Batur, Mehmet Emin Sakarya, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
AsymptomatIc GIant ThymolIpoma MImIckIng CardIomegaly: DIrect Graphy, Ct And MrI FIndIngs
Kardiyomegali görünümüne yol açan, asemptomatik, dev timolipoma olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Rutin kontrol amacıyla çekilen posterior-anterior (PA) akciğer grafisinde kardiyomegali tespit edilen 32 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemede parakardiyak kitle izlendi. Yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) görüntülemede; ön mediasten yerleşimli, düzgün sınırlı, komşu yapılara belirgin invazyon göstermeyen, fibröz komponent de içeren yağ dansitesinde kitle görüldü. Lezyon tanısı transtorasik biyopsi sonrası histopatolojik incelemeyle timolipoma olarak raporlandı. Operasyon öncesi lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı T2 ağırlıklı görüntülerde baskılanan, komşu yapılara invazyon göstermeyen kitle saptandı. Esnek özellik gösteren timolipomalar büyük boyutlara ulaşmasına rağmen bulgu vermeyebilir. Direkt grafide kardiyomegaliyi taklit edebilir. BT’de yağ dokunun gösterilmesi tanıda yardımcıdır. Lezyon sınırlarının tam olarak belirlenmesinde MRG değerli bilgiler verir.
Demonstrating the imaging findings of asymptomatic giant thymolipoma mimicking cardiomegaly is aimed. A paracardiac mass was detected with 32-year-old male patient afterwards demonstration of cardiomegaly on a posterior-anterior (PA) chest x-ray examination taken for a routine control. Computed tomography (CT) showed a mass, localized in the anterior mediastinum, with smooth margins, showing no significant invasion of adjacent structures, and including fat density with fibrous component. The diagnosis was reported as thymolipoma histopathologically after transthoracic biopsy. On a preoperative magnetic resonance (MR) examination, taken for detailing the limits of the lesion, the mass showed hyperintensity on both T1 and T2 weighted images, and suppression on fat saturated T2 weighted images. No invasion of adjacent structures was detected. A thymolipoma may reach a large size without symptoms due to its great pliability. It can mimic cardiomegaly on x-ray images. Adipose tissue on CT is helpful in the diagnosis. MRI gives valuable information in determining the exact boundaries of the lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
İlker Cordan, Mustafa Can, Muhammet Kocabaş, Melia Karaköse, Mustafa Kulaksızoğlu, Feridun Karakurt
Araştırma makalesi
Özeti
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of Adrenal IncIdentaloma Cases ApplyIng To EndocrInology OutpatIent ClInIc
Amaç: Bu çalışmada, farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğimize yönlendirilen hastaların hormonal durumlarını, tedavilerini ve histopatolojik tanılarını gözden geçirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler:Çalışmaya 2015-2018 yılları arasında farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğine yönlendirilen 217 hasta alındı. Biyokimyasal olarak 1 mg deksametazon supresyon testi ve 24 saatlik idrar serbest kortizolü, 24 saatlik idrarda metanefrin ve normetanefrin düzeyleri tüm hastalarda değerlendirildi. Hipertansiyonu olan hastalara aldesteron/renin aktivitesi açısından tarama yapıldı. Adrenal insidentalomaların BT veya MRG ile değerlendirilen görüntüleme özellikleri tarandı.
Bulgular: Olguların değerlendirmesinde; 180’i (%83) nonfonksiyonel, 37’si (%17) fonksiyonel olarak değerlendirildi. Fonksiyonel olarak değerlendirilen 37 hastanın; 10’unda (%4.6) feokromasitoma, 5’inde (%2.3), Cushing sendromu, 9’unda (%4.1), subklinik Cushing sendromu, 13’ünde(%6) primer hiperaldesteronizm saptandı. Nonfonksiyonel olarak değerlendirilen 180 hastanın; 7’sinde metastatik hastalık (3’ü küçük hücre dışı akciğer karsinomu, 1’i meme kanseri, 1’i prostat karsinomu ve 2’si primeri bilinmeyen kanser), 4’ü myelolipom, 1’i ganglionörom, 1’i kisthidatik, 2’sinde adrenokortikal karsinom saptandı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre adrenal insidentalomalı hastalarda hormon aktif olma durumu nadir değildir. Bazı kitleler malign özellikte olabilmektedir. Bu nedenle adrenal insidentaloma hem fonksiyonel olup olmadığı hem de malign-benign lezyon ayırımı acısından tetkik edilmesi gereken bir durumdur.
Objective: The aim was to review the hormonal status, treatment and histopathological diagnosis of patients admitted to our endocrinology outpatient clinic with the diagnosis of adrenal incidentaloma.
Material and Methods:Between 2015-2018, 217 patients with adrenal incidentaloma who were admitted to the endocrinology outpatient clinic were included in the study. 1 mg overnight dexamethasone suppression test (DST), 24 hour urine free cortisol, 24-hour urine methanephrine and normetanephrine levels were evaluated in all patients.Patients who also have hypertension or hypokalemiawere screened for the plasma aldosterone/renin activity ratio. CT or MRI imaging properties of adrenal incidentalomas were screened.
Results: In the evaluation of cases; 180 (83%) of the masses were evaluated as non-functional and 37 (17%) as functional. Of the 37 patients evaluated as having functional adrenal mass; 10 (4.6%) pheochromocytoma, 5 (2.3%) Cushing's syndrome, 9 (4.1%) subclinical Cushing’s syndrome and 13 (6%) primary hyperaldesteronism were detected. In 180 patients who were evaluated as having non-functional adrenal mass; metastatic disease in 7 (3 non-small cell lung cancer, 1 breast cancer, 1 prostate carcinoma and 2 unknown primary cancer), myelolipoma in 4, ganglioneuroma in 1, hydatid cyst in 1, adrenocortical carcinoma in 2 patients were detected.
Conclusion: According to the results of this study, it is not uncommon for adrenal incidentalomas to be functional. It may be malignant in some cases. For this reason, adrenal incidentaloma is a condition that should be examined both in terms of
functionality and malignancy potential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
Halil Özer, Semih Erden
Olgu sunumu
Özeti
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
A Case Who Has Smell- Color SynesthesIa
\r\n Sinestezi, bir duyu modülünün uyarılmasıyla aynı veya farklı yöntem içerisinde istem dışı ek algılamalara neden olan bir durum olarak tanımlanır. Şimdiye kadar yazı-renk, ses-renk, ses-hareket, ses-tat, renk-tat vb. 60 adet sinestezi türü tespit edilmiştir. Sinestezi genel popülasyonda yaklaşık %4 olduğu tahmin edilmektedir. Yazı-renk ve ses-renk sinestezisi en yaygın formlarından biridir. Bu olgu sunumunda işitme-renk ve koku-renk sinestezileri olan, ilk duyusal deneyimleri altı yaşında başlayan ve şu an şikayetleri daha az olan bir olgudan bahsedilmiştir. Yapılan klinik değerlendirmede aktif bir psikiyatrik patoloji saptanmadı. Geçmiş öyküsü ve aile öyküsünde psikiyatrik bir patoloji yoktu. Olgumuzda nöbet ve travma öyküsü yoktu. Yapılan kranial MR ve EEG normaldi. Fonksiyonel MR görüntülemede sol serebral hemisferde daha çok aktivasyon sinyali izlenmiş olup sol serebral hemisfer dominanttı. Olgumuzun kardeşinde de benzer öykünün olması sinestezide genetik yatkınlığı düşündürmektedir.
\r\n
\r\n Synesthesia is a phenomenon in which stimulation of one sensory system leads to a different experience in a second sensory system. There is more than sixty types of Synesthesia, like grapheme-color, sound-color (chromesthesia), sound-movement, sound-flavor, color- flavor etc. have been identified so far. Synesthesia is seen in 4% in general population. The grapheme-color and sound-color Synesthesia are the most common types. A case is discussed that has auditory-visual and smell-color types Synesthesia started at 6 yo but currently she has had fewer symptoms than before. An active psychiatric pathology is not found in clinical evaluation. There is neither significant patient history nor family history for psychiatric disorders other than a younger sister who has similar symptoms. She has not experienced any seizures or trauma. Her MRI and EEG were within normal limits. Functional MR imaging showed greater activation in the cerebral hemisphere that indicate lateralization. Since there is a positive familial history, we might consider genetic predispositions.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Velofarengeal Yetmezlik Sebebiyle Opere Edilen Hastaların Dinamik Manyetik Rezonans Görüntüleme İle Değerlendirilmesi
Tuğba Gün Koplay, Osman Akdağ, Mustafa Sütçü, Mustafa Koplay
Araştırma makalesi
Özeti
Velofarengeal Yetmezlik Sebebiyle Opere Edilen Hastaların Dinamik Manyetik Rezonans Görüntüleme İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of PatIents Operated Because Of Velopharyngeal InsuffIcIency WIth DynamIc MagnetIc Resonance ImagIng
Amaç: Yarık damak sebebiyle ameliyat edilen hastaların yaklaşık %30’u velofarengeal yetmezlik(VFY)
sebebiyle ek müdahelelere ihtiyaç duyarlar. Ameliyat öncesi planlama için radyolojik değerlendirme kesinlikle
gerekirken ameliyat sonrası değerlendirmede de oldukça faydalıdır. Bu çalışmada, velofaringeal yetmezlik
sebebiyle opere edilen hastalarda velofarinksin dinamik manyetik rezonans(MR) ile değerlendirilmesi ile ilgili
tecrübelerimizi paylaşmayı planladık.
Hastalar ve Yöntem: Nisan 2014- Mayıs 2020 tarihleri arasında VFY ile başvuran ve postoperatif dinamik
MR ile değerlendirilen 17 hasta çalışmaya dahil edildi. 7 hastaya faringeal flep, 7 hastaya posterior duvar
augmentasyonu (2 kıkırdak, 5 yağ grefti) ve submukoz yarık mevcut 3 hastaya myomukozal onarım yapıldı.
Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 3. ayda tüm hastalara dinamik MRG yapıldı. Ameliyat sonrası sonuçlar
dinamik MR ile değerlendirildi.
Bulgular: Bu çalışmaya ortalama yaşı 13± 2.5 (9-29) olan, 11 (%65) kadın ve 6 (%35) erkek hasta dahil edildi.
Posterior duvar yerleşimli greftlerin ikinci servikal vertebra seviyesinde ve yaşayabilir oldukları görüldü.
Posterior faringeal fleple onarım yapılan hastalarda sagital planda nazal hava kaçağı görülmezken, aksiyel
dinamik görüntülerde hava yolu için gerekli açıklık gözlendi. Submuköz kleftli hastalarda levator kas seyrinin
normal düzleme geldiği gözlendi. Nazal hava kaçak alanı tüm tekniklerde preoperatif ölçümlere göre belirgin
azalmıştı(p<0.05).
Sonuç: Velofarinks 3-boyutlu ve dinamik yapısı sebebi ile tüm planlarda ve dinamik olarak değerlendirilmelidir.
Bu amaçla kullanılan pekçok teknik olmakla birlikte hiçbiri ideal ve objektif değildir. Dinamik MRG planlamada
olduğu gibi postoperatif takipte de kullanılabilir. Farengeal flep atrofisi, greftlerin ve velofarengeal açıklığın
kalitatif veriler ile değerlendirlmesi sağlanır .
Aim: Nearly 30% of the patients with cleft palate need another surgery for velopharyngeal insufficiency. While
preoperative radiologic evaluation is necessary for planning, postoperative evaluation is also so important. In
this study, we plan to share our experience about evaluation of the velopharynx with dynamic MRI at patients
who were operated oving for velopharyngeal insuf ficiency.
Patients and Methods: The study included seventeen patients who were presented with velopharyngeal
insufficieny and we applied dynamic MRI for postoperative evaluation between April 2014 and May 2020.
Pharyngeal flap was applied for 7, posterior augmentation was performed for 7 (2 costal cartilaginous, 5 fat
graft) and myomucosal repair was done for 3 patients with submucosal cleft. Dynamic MRI were obtained
preoperatively and postoperatively at 3rd month. Postoperative results were evaluated with dynamic MRI.
Results: The study included seventeen patients, with an age range of 9-29 (mean 13± 2.5), 11 women (65%),
and 6 men (35%). Posterior wall located grafts were found at the second cervical vertebra and viable. While
there was no nasal air escape in superior pharyngeal flap applied patients at sagittal plane, in axial dynamic
images, gap was detected which is all essential for airway and must be obtained. The levator muscle direction
was observe normal postoperatively at patients with submucous clef. Nasal air escape area was decreased
in both methods significantly comparing with preoperative measu rement (p<0.05)
Conclusion: Because of the three-dimensional and dynamic structure of the velopharynx, it must be evaluated
in both planes and dynamic. Although there are many techniques for this purpose, none of them is ideal or
objective. Dynamic MRI can be used for postoperative follow-up as it is used for preoperative planning.
Evaluation of the pharyngeal flap atrophy , grafts and also gap size are provided with qualitative values .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Fatma Alagöz
Olgu sunumu
Özeti
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Ct And Mrı Fındmgs Of Urınary Bladder Tumor Arısıng From DIvertIcula (case Report)
Mesane divertikülünden kaynaklanan tümörler nadirdir. Hematüri şikayeti olan 76 yaşındaki olguya radyolojik inceleme yapıldı. Ultrsonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans incelemede mesanede sağ lateral duvardaki dlvertikülün içine ve mesane lümenine uzanan tümöral kitle tesbit edildi. Özellikle bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme divertikül neoplazmlarını tesbit etmede güvenli radyolojik yöntemlerdir.
Tumors arising from urinary bladder diverticula is a rare lesion. 76-year-old man who was presented with hematüria examined with radiologic methods. Tumoral lesions reaching into diverticula and bladder cavity were detected by ultrasonography, computed tomography and magnetic resonance imaging. Particularly, computed tomography and magnetic resonance imaging are confident to determine diverticular neoplasms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Ülkü Koçak, Demet Kıreşi, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya
Olgu sunumu
Özeti
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Acute BIlateral Basal GanglIa LesIons In DIabetIc UraemIa: MrI FIndIngs
Üremi, böbrek foksiyon bozukluğuna bağlı olarak gelişen klinik ve metabolik bozukluklarla seyreden bir tablodur. Üremiye bağlı nörolojik bozukluk pek çok diğer metabolik ve toksik hastalıktaki bulgulara benzer. Literatürde diabetik üremik hastalarda, bilateral bazal ganglionların akut tutulumu gösteren az sayıda olgu örneği mevcuttur. Biz bu sunuda akut ensefalopati bulguları gelişen diabetik kronik böbrek hastası olan olgunun kranial konvansiyonel MRG ve difüzyon MRG bulgularını sunduk. Diabetik üremik sendromik hastalarda bilateral bazal ganglion tutulumu akut olarak gelişebilmekte ancak bulgular dializ sonrasında gerilemektedir. Akut evrede ve dializ sonrası takiplerde MRG güvenli bir inceleme yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Uraemia is a syndrome of clinical and metabolic abnormalities that develop in parallel with deteriorating renal function. The neurological consequences of uraemia are similar in many ways to the central nervous system effects of other metabolic and toxic disorders. There are several recent case reports of acute movement disorders with bilateral basal ganglia involvement in diabetic uraemic patients. We studied MRI and DWI findings of a patient with diabetus mellitus and chronic renal failure who developed acute ensepholopathy. Patients with diabetes mellitus and chronic renal failure may be progress to acute ensepholopathy. After hemodialysis semptoms are regressed; MRI can be used succesfully at acute phase and after hemodialysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözün Hemodinamiğindeki Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
Yaşar Sakarya, Nevbahar Tamçelik, Canan Akman
Araştırma makalesi
Özeti
Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözün Hemodinamiğindeki Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
InvestIgatIon Of Changes In Ocular HemodynamIcs WIth Color Doppler Ultrasounography Before And After Trabeculectomy OperatIon In Open Angle Glaucoma
Açık açılı glokomda trabekülektomi ameliyatı sonrası santral retina arter, oftalmik arter ve posterior silier arterin akım özelliklerinde ortaya çıkabilecek hemodinamik değişikliklerin renkli doppler ultrasonografi ile belirlemek. On beş hastanın 15 gözü çalışma gurubuna dahil edildi. Ameliyattan önce ve ameliyattan 2. ve 10. hafta sonra oküler hemodinamik özellikler renkli doppler ultrasonografi (RDU) ile incelendi. Çalışma gurubunu ameliyat olan gözler oluştururken, ameliyat olmayan gözler kontrol grubunu oluşturdu. Oftalmik arter, santral retinal arter, nazal ve temporal posterior silier arterlerin sistolik maksimum hızı, diastol sonu hızı, ortalama hızı ve resisitif indeks değerleri ameliyat öncesi ve sonrası değerleri karşılaştırıldı. Oftalmik arterin ölçüm değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı hiçbir değişiklik izlenmedi. Santral retinal arterin, temporal ve nazal silier arterlerin ameliyat öncesi ve sonrası 2. ve 10. haftadaki ölçüm değerleri karşılaştırıldığında, diastol sonu hız ve ortalama hızda istatistiksel olarak anlamlı artma izlenirken, resisitif indekste istatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi. RDU glokom patofizyolojisinde vasküler yapıların incelenmesinde ve glokom takibinde alternatif bir ölçüm metodu olarak kullanılabilir.
To evaluate changes in flow characteristics of central retinal artery, ophthalmic artery, and posterior ciliary arteries with color Doppler ultrasounography (CDU) before and after trabeculectomy surgery in open angle glaucoma. Fifteen eyes of 15 patients included in this prospective study and ocular haemodynamic characteristics were investigated with CDU preoperatively and at postoperative 2.nd and 10.th weeks. Operated eyes were included in study group while unoperated eyes in the control group. Preoperatively and postoperative values of systolic maximum velocity, end diastolic velocity, mean velocity, and resistive index values of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal and temporal ciliary artery were compared. No statistical change was observed in ophthalmic artery measurement parameters. However, when compared preoperative values, there were statistically significant increase in end diastolic velocity, mean velocity values and decrease in resistive index values of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal and temporal ciliary artery at postoperative 2.nd and 10.th weeks. CDU can be used in investigation of vascular structures in glaucoma pathophysiology and for follow up of glaucoma as an alternative measurement method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Saim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Temporamandibular Eklem İç Yapı Bozukluklarında Klinik Ve Manyetik Rezonans Bulgularının Korelasyonu
Ganime Dilek Emlik, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Nurhan Güler, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Temporamandibular Eklem İç Yapı Bozukluklarında Klinik Ve Manyetik Rezonans Bulgularının Korelasyonu
ClInIcal DIagnosIs Compared WIth FIndIngs Of MagnetIc Resonance ImagIng In Internal Derangement Of The TemporomandIbular JoInt.
Temporamandibular eklemin (TME) iç yapı bozuklukları disk, artiküler eminens, fossa ve mandibular kondil arasındaki anormal ilişki olarak tanımlanmaktadır. Çalışmamızda TME iç yapı bozukluklarının tanısında klinik muayene ile manyetik rezonans görüntüleme bulgularının korelasyonu araştırıldı. TME şikayeti olan 100 hasta (179 eklem) Manyetik Rezonans Görüntüleme'de (MRG) ağız kapalı ve açık T1, T2 ve proton ağırlıklı oblik sagittal; ağız kapalı T1 ağırlıklı koronal kesitler alınarak incelendi. Eklemler MR bulgularına göre normal, redükte (RA), irredükte (IRA) ve beraberinde dejeneratif değişikliklerin gözlendiği dört gruba; klinik bulgularına göre erken, ara ve geç dönem olmak üzere üç gruba ayrıldı. Sıklıkla geç (%43) ve ara (%37) dönem olgularla karşılaşıldı. Ara dönemdeki eklemlerin %42'si normal, %44’ü redükte anterior (RA), %14'ü irredükte anterior (IRA); geç dönemdekilerin çoğu IRA (%67), 0%23'ü RA, %10ü normaldi. Erken dönemdekilerin ise %66’sı normal, %26’sı RA, %8’i IRA olarak saptandı. IRA’lı eklemlerin klinik muayenelerinde %83'ünde ağrı, %66'sında ağız açıklığında azalma, %39ünda krepitasyon, %26'sında klik; RA'lı eklemlerin ise %64'ünde ağrı, %62 sinde klik, %23'ünde ağız açıklığında azalma ve % 11'inde krepitasyon bulundu. Kemik komponentlerdeki dejenerasyon sıklıkla IRA ’lı ve krepitasyon bulunan eklemlerde izlendi. Klinik muayenede klik sesi redükte, kronikleşmiş ağrı ve ağız açıklığında azalma irredükte disk yer değiştirmesi için anlamlı bulunmuştur. Ayrıca klinik muayenede değerlendirilemeyen osseoz değişikliklerin saptanması özellikle tedavi seçiminde ve cevabında önemli olduğu için TME disfonksiyonlarında klinik muayene ile MRG bulguları birlikte değerlendirilmelidir.
İnternal derangement of temporomandibular joint (TMJ) has been described as abnormal relationship beetween the disc, articular eminence, fossa and condyl. İn this study it vvas compared to magnetic resonance imaging and clinical findings of internal derangement of TMJ. Hundered seventy nine joints of hundered patients, who vvere referred from Selçuk University Faculty of Dentistry with daim of internal derangement in their TMJ vvere examined by MRI. Examination vvas performed at closed and opened mouth position in T1, T2, proton vveighted oblique sagittal plane and closed mouth position in coronal plane. These joints vvere joints vvas divided into four groups as normal, reducted (RA), İrreducted (IRA) and with or vvithout degenerative joint changes according to MRI findings. Clinically they vvere classified as in early, intermediate and late stage. Most of the cases vvere in intermediate (%37) and late (%43) stages. İn early, intermediate, late stages the joints vvere determined normal: 66%, 42%, 10%; RA .26%, 44%, 23%; IRA: 8%, 14%, 67% by MRI respectively. İn RA and IRA joints pain 64%, 83%, limited mouth opening 23%, 66%, clicing 62%, 26%, crepition 11%, 39% vvere found by clinical examination, respectively. Degenerative change of osseos component at the joints vvere freçuently seen in the joints vvith IRA and crepitation. İn the clinical examination of TME vvere significant findings. Also the presence of osseos degenerative changes, vvhich could not be determined by clinical examination, are very important. Because they influence the treatment type and effctivity. We think that in determination of TME joint disfunction, clinical examination and MR findings should be evaluated together.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
Törel Oğur, Zeynep İlerisoy Yakut, Mehmet Akif Teber, Esra Soyer Güldoğan, Leyla İnce, Aynur Turan, Aydın Kurt
Araştırma makalesi
Özeti
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
DIffusIon MrI FIndIngs Of Basal GanglIa And Thalamus In
hypertensIon And DIabetes MellItus
Hipertansiyon ve diyabetes mellitusta lentikülositriyat ve
talamoperforan arterlerin etkilenmesi ile bazal gangliyon ve talamus
düzeyinde laküner enfarktların geliştiği bilinmektedir. Biz, bu çalışma
ile hipertansiyon ve diyabetes mellitusta, lakuner enfarkt gelişmemiş
bazal ganglion ve talamus ADC (apparent diffusion coefficient)
değerleri ile herhangi bir sistemik hastalığı olmayan bireylerin ADC
değerlerini kıyaslamayı amaçladık. Sadece hipertansiyonu olan 52,
sadece diyabeti olan 8 ve herhangi bir sistemik hastalığı olmayan, baş
ağrısı ya da baş dönmesi gibi nedenlerle beyin MR’ı elde olunan 116
hastada kaudat nukleus, talamus ve lentiform nukleus düzeylerinde
ADC değerleri ölçüldü. Sonuçlar istatiksel olarak karşılaştırıldı.
Sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında diabetik bireylerde, sol
lentiform nukleus için ADC değerleri arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmıştır (p< 0.05). Hipertansif bireyler ile
sağlıklı bireyler karşılaştırıldığında her iki talamus ve lentiform
nukleus ADC değerleri için istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmıştır (p<0.05). Gerek hipertansiyon gerekse diyabetes
mellitus hastalıklarında lakuner enfarkt gelişmemiş olsa bile bazal
gangliyon ve talamus ADC değerlerindeki farklılıklar mikroskopik
düzeyde bir kronik iskemik süreci ya da gelişmekte olan bir laküner
enfarktı yansıtabilir.
It is known that development of lacunar infarcts were seen
due to involvement of lentikulositrial and talamoperforan arteries
in hypertension and diabetes mellitus. In this study, we aimed
to compare ADC (apparent diffusion coefficient) values of basal
ganglia and talamus free of lacunar infarct in patients with diabetes
mellitus and hypertension and individuals who have not any systemic
diseases. Cranial MR imagings of 52 patients with hypertension, 8
patients with diabetes mellitus and 116 patients with a symptom like
headache or vertigo but without any systemic disease were analyzed
for ADC values at the levels of caudat nucleus, thalamus and lentiform
nucleus. Results were evaluated for statistically. Statistically
important difference was found between individuals without systemic
disease and patients with diabetes mellitus for ADC values of left
lentiform nucleus (p< 0.05). Statistically important difference was
determined between hypertensive patients and healthy individuals
for ADC values of both thalamus and lentiform nucleus (p<0.05).
Even there is no distinct lacunar infarct, differences in ADC values
of basal ganglia and thalamus in patients with diabetes mellitus
and hypertension may represent microscopic chronic ischemia or
developing lacunar infarct.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
PozItIve PredIctIve Value Of UterIne Masses: Us, Bt And Mrı
Amaç: Uterus lezyonlarının ayırıcı tanısında kesitsel radyolojik incelemeler yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda US, BT ve MRG’nin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya olumlu katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 15 uterus lezyonu alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1 ağırlıklı, T2 ağırlıklı, fat saturasyonlu ve Intravenöz kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalite ile konulan ayırıcı tanılarımızı patolojik tanılar ile karşılaştırdık. Bulgular: Olgularımızın 7'si myom, 3'ü adenomyozis, 3'ü endometrial karsinom ve 2'si servikal karsinomdu. Ultrasonografi İle 15 olgunun 11'ine(%73), bilgisayarlı tomografi İle 12'sine (%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 13'üne (%87) ayırıcı tanı konuldu. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of uterine lesions. We discussed the primary contribution of US, CT, and MRI methods in the diferential diagnosis of uterine masses. Materials and methods: We evaluated the spectrum of US, CT, and MRI findings of the 15 uterine masses. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover, sagittal and axlal T1 weighted as well as T2 weighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium-enhanced MR images of the pelvic region. We compared our radiologic diferential diagnosis with pathologic diagnosis. Results: Seven of 15 cases had myoma, 3 had adenomyosis, 3 had endometrial carsinoma, and 2 had servix carcinoma. Correct diferential diagnosis was established in 11 (73%) out of 15 cases with US, in 12 (80%) with CT, and in 13 (87%) with MRI. Conclusion: MRI is the imaging method best suited for evaluation of uterine lesion than other imaging technigues. Since ultrasonography allows deiiation of the uterine masses in at least two scanning planes, this method should be preferred as the first method of searehing for uterine lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
Fahri Halit Beşir, Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Abdullah Belada
Araştırma makalesi
Özeti
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
DIagnosIs And Therapy PlanIng Of ParotId Gland Masses WIth ImagIng TechnIques
Parotis kitlesi ile gelen hastaların tanısında ve tedavinin planlanmasında görüntüleme tetkiklerinin önemi araştırılmıştır. On altı hasta (10 kadın, 6 erkek; 13-75 yaşları arasında; ortalama yaş 41.12±16.97) retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, klinik özellikleri, preoperatif yapılan radyolojik tetkikler, yapılan görüntüleme tetkiklerinde kitlenin lokalizasyonu, karakteristik özellikleri, çevre dokularla ilişkisi ve cerrahi spesmenlerin histopatolojik tanıları gözden geçirildi. Histopatolojik inceleme sonucunda olguların tamamına benign parotis tümörü tanısı konulup malign parotis tümörü görülmedi. Histopatolojik tanılar 11 hastada (%68.75) pleomorfik adenom iken, 5 hastada (%31.25) Warthin tümörü idi. Parotis kitlesi 8’inde (%50) sağ parotis bezinde diğer 8’inde de (%50) sol parotis bezinde yerleşim gösteriyordu. Hastaların 7’sinda preoperatif ultrason (US) yapılırken, 9’unda bilgisayarlı tomografi (BT) ve 5’inde manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılmıştı. Parotiste kitle ile gelen bir hastada ucuz, efektif, ulaşımı kolay, radyasyon içermeyen, non-invaziv, sedasyon gerektirmeyen bir tetkik olduğu için, parotis kitlelerinin büyük bir kısmı süperfisiyal lobdan orijin aldığından ve süperfisiyal lobda yerleşim gösteren tümörleri değerlendirmede etkili olduğu için öncelikle US yapılmalıdır. Derin lob yerleşimli tümörlerde ve maliniteden şüphelenildiğinde BT veya MRG’den birisi tercih edilmelidir. Hasta geldiğinde BT veya MRG’den herhangi biri varsa diğerinin yapılmasına gerek yoktur.
To determine the contribution of imaging techniques for diagnosis and therapy planning of patients with parotid masses. 16 patients (10 female, 6 male; between 13-75 age; mean age 41.12±16.97 years) were evaluated retrospectively. Age, gender, clinical characteristics of patients, imaging studies which were performed preoperatively, location and characteristics of masses and invasion to the surrounding tissue, histopathologic examination of surgery specimens were evaluated in the current study. Histopathologic examinations of specimens revealed that all cases were benign. Histopathologic findings revealed no malignancy. Histopathologically, lesion was diagnosed as pleomorphic adenoma in 11 patients (%68.75) and Warthin tumor in 5 patients (%31.25). The mass was located in left parotid gland in 8 (%50) patients and in right parotid gland in 8 (%50) patients. Preoperative, ultrasound (US) was performed in 7 patients; computed tomography (CT) was performed in 9 patients; magnetic resonance imaging (MRI) was performed in 5 patients. US should be the initial investigation of choice for patients with parotid masses because of superficial location. US is effective, inexpensive, nonradiation, non-invasive, practical and does not require sedation in diagnosis parotid masses. Deeply located tumors and malign tumors should be evaluated with CT or MRI. CT or MRI alone is sufficient for evaluation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
Ganime Dilek Emlik, Ali Erbay, Demet Kıreşi, Orhan Demir, Serdar Karaköse
Araştırma makalesi
Özeti
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
EffectIvIeness Of The RadIologIc ImagIng Methods In The DIagnosIs Of The VertebrobasIllar InsuffIcIency
Amaç: Vertebrobasiller yetmezlik (VBY), özellikle ileri yaş grubunda görülen, nonspesiŞk semptomlara sahip klinik bir sendromdur. Amacımız VBY tanısında yüksek duyarlılık ve seçiciliğe sahip, maliyeti uygun, hastaya mümkün olduğunca zarar vermeyen radyolojik yöntemleri belirlemek ve bunların etkinliğini tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda VBY semptom ve bulguları bulunan, yaşları 18-79 yaş arasında değişen 40 hasta grubu ile yaşları 25-72 yaş arasında değişen 20 kontrol grup vakası değerlendirildi. Hasta ve kontrol grubundaki olgulara RDUS, boyun MRA, kranial MR tetkikleri yapıldı. RDUS ile vertebral arterlerin (VA) sadece ekstrakranial segmentleri ( V1-V2 ) incelendi. Bulgular: RDUS ile her iki VA çapları ve sistolik- diastolik hızları hasta ve kontrol grubunda ayrı ayrı karşılaştırıldı. Her iki grupta da sol VA ortalama çapı, sağa göre daha geniş izlendi. Hızlar karşılaştırıldığında, hasta grubundaki sol VA sistolik ve diastolik hız ortalamaları kontrol grubuna göre daha yüksekti. RDUS ile 9 hastaya oklüzyon, 5 hastaya kink veya stenoz, 6 hastaya sadece hipoplazi, 2 hastaya yetersiz akım tanıları kondu. Ayrıca distal segmentlerde oklüzyon veya stenozu bulunan 3 olguda, RDUS’de indirekt bulgular izlendi. MRA ile 14 hastaya oklüzyon, 4 hastaya stenoz, 6 hastaya kink, 6 hastaya sadece hipoplazi, 4 hastaya sadece tortiozite, 1 hastaya fenestrasyon tanısı kondu. 5 hastanın MRA’sı normaldi. Posterior dolaşım iskemisini ortaya koymak için, kranial MR tetkikleri yapıldı ve 7 hastada iskemi- infarkt izlendi. Sonuç: VA’ların sadece ekstrakranial patolojileri değerlendirildiğinde, RDUS’nin MRA’ya göre duyarlılığını yaklaşık % 81.5, seçiciliğini yaklaşık % 84.6 olarak bulduk. Tüm VBS patolojileri yönünde değerlendirildiğinde MRA’ya göre RDUS’nin duyarlılığını % 57.1, seçiciliğini % 60 olarak bulduk.
Aim: Vertebrobasillar insufficiency (VBI) is a common problem of elderly patients. However, diagnosis of VBI is generally difficult. The aim of this study was to determine the findings and efficiencies of MRA and CDUS in the diagnosis of VBI. Material and Method: We examined 40 patients (20 men, 20 women, mean age: 54.83±14.36 years) having signs and symptoms of VBI and 20 controls of the same age and sex. All of the patients, underwent cervical MRA, CDUS, cranial MRI. The diameter measurements and systolic and diastolic flow velocities of the vertebral arteries were compared between study and control group. Posterior circulation was also evaluated by cranial MRI in patients with VBI. Results: By CDUS, 9 patients with oclusion, 5 patients with kink or stenosis and 6 patients with only hypoplasia, and 2 patients with insufficient flow were diagnosed. MRA showed occlusion in 14 patients, stenosis in 4 patients, kink in 6 patients, tortuosity in 6 patients, and fenestration in one patient. MRA of the remaining 5 patients were normal. Cranial MRI of 7 patients was abnormal. On MRA, there was distal oclusion in five out of 14 patients having oclusion. CDUS showed low velocity and high resistance in the extracranial segment of these vessels. Conclusion: When only the extracranial pathologies of vertebral arteries were in concern, CDUS specifity was 81,5% and sensitivity was 84,6% according to MRA. If all the vertebrobasillary system pathologies were in concern CDUS sensitivity and specifity according to MRA were 57,1% and 60%, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Turgut Teke, Mustafa Dinç, Emin Maden, Hatice Toy, Orhan Özbek, Sami Ceran, Mustafa Serdengeçti, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Tuberculous LymphadenItIs WhIch MImIcked MedIastInal Tumor And Elevated Fdg Uptake At Pet-bt
Tüberküloz tüm dünyada ve ülkemizde çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Ekstrapulmoner yerleşimli tüberküloz vakaları ayırıcı tanıda karşılaşılan zorluklar nedeni ile önemli bir klinik sorun oluşturmaktadır. Kontrastlı toraks BT’de mediastende patolojik boyutlarda lenfadenomegaliler bulunan, PETBT’sinde lenfadenomegalilerinde yüksek FDG tutulumunun görülmesi nedeniyle yapılan mediastinoskopik biyopside tüberküloz lenfadenit olduğu saptanan vakayı tartışmayı amaçladık. 80 yaşında bayan hasta PA akciğer grafisinde sağ paratrakeal bölgede genişleme tespit edilmesi üzerine yatırıldı. Toraks BT ve MR görüntülemeleri bu genişlemenin mediastinal tümörle uyumlu olduğunu destekliyordu. PET-BT incelemesinde kitlenin malignite lehine artmış FDG tutulumu gösterdiği izlendi. Ancak mediastinoskopik biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit olarak rapor edildi ve tüberküloz tedavi başlandı. Erişkin hastalarda bile görüntüleme yöntemleriyle dahi malign olduğu düşünülen mediastinal kitlelere sebep olan patolojiler arasında tüberküloz lenfadenitin de olabileceği akılda tutulmalı ve tüberküloz lenfadenitin PET-BT incelemesinde artmış FDG tutulumu gösterebileceği unutulmamalıdır.
Tuberculosis remains to be a serious public health problem in our country and all over the world. Extrapulmonary tuberculosis causes major clinical problems because of difficulties encountered in the differential diagnosis. In this case report, we aimed to discuss a case of tuberculous lymphadenitis mimicking mediastinal tumor in chest CT and PET-CT examination. Eighty years old female patient with right paratracheal enlargement in the chest radiography was admitted to our hospital. Thorax CT and MR imaging was supporting this expansion as concordant with the mediastinal tumor. The PETCT showed increased FDG uptake in favor of malignant masses. However, mediastinoscopic biopsy was reported as tuberculous lymphadenitis and antituberculous therapy was started. It should be kept in mind that even in adults patients, tuberculous lymphadenitis should be thought in differential diagnosis of mediastinal masses suspecting malignancy with imaging techniques and also it should not be forgotten that tuberculous lymphadenitis may be presented with elevated FDG uptake at PET-BT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
Yılmaz Akbaş, Nuh Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
EvaluatIon Of CardIac ArrhythmIa Markers In PedIatrIc PatIents WIth A DIagnosIs Of NeurofIbromatosIs Type-1: A ProspectIve SIngle Center Study
Amaç: Bu çalışmamızda ki amacımız bölgemizde takip ettiğimiz Nörofibromatozis tip 1 tanılı hastaların kardiak tutulumlarının değerlendirilmesi ve diğer klinik bulgularla karşılaştırılmasıdır. Bu çalışma ile kardiyak tutulumun sıklığını ve çeşitliliğini göstermek istedik
Gereç ve Yöntem: Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Polikliniği’ne 01/09/2019-01/09/2020 tarihleri arasında Nörofibromatozis tip 1 tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından muayene edilip ekokardiografi ve elektrokardiografi çekimleri yapıldı. Hastaların dosya kayıtlarından demografik bilgileri, muayene bulguları, beyin manyetik rezonans görüntüleri toplandı. Elektrokardiografi ve ekokardiografi Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından incelenip kayıt altına alındı.
Sonuçlar: Çalışmaya merkezimizden 17 hasta kabul ettik. Altı hastamız (%35,3) sporadik Nörofibromatozis-1 tanısı alırken 11 hastamızda (%64,7) familyal Nörofibromatozis-1 mevcuttu. Hastalarımızın tamamında ciltte cafe au late lekeleri (%100), 10 tanesinde (%58,8) aksiller ve/veya inguinal çillenme 3 (6/17-%35,2) tanesinde optik glioma ve papil ödemi 3 tanesinde ise lish nodülü tespit ettik. Santral sinir sistemi tutulumuna baktığımızda 8 (%47) hastamızın beyin MRG’lerinde çeşitli tutulumlarla karşılaştık. Kardiyak açıdan yaptığımız incelemede 1 hastada QT uzunluğu, 3 hastada subendokardiyal nörofibromla uyumlu nodüler görünüm, 3 hastada mitral yetmezlik, 1 hastada patent foramen ovale, 1 hastada atrial septal defekt, 1 hastada ise biküspit aorta vardı.
Tartışma: Çalışmamızda literatürden farklı olarak 3 hastamızda subendokardiyal nodüler hiperekojen görüntü mevcuttu. Bu bulgular oldukça nadir olmasına rağmen bizim 17 hastamızın 3’ünde saptanması bu patolojinin daha sık olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca bir hastamızda uzun QT mevcuttu. Bu vakada bildiğimiz kadarıyla Nörofibromatozis tip 1 ve Uzun QT sendromuna sahip ilk vakadır. Sonuç olarak; Nörofibromatozis tip 1 hastalarında kardiyak tutulumun literatürde bahsedilen oranlardan daha yüksek olabilir
Introduction: Our aim is to evaluate the cardiac involvement of Neurofibromatosis type 1 patients in our region and to compare them with other clinical findings. In this study, we wanted to show the frequency and variety of cardiac involvement.
Material and Methods: Patients diagnosed with Neurofibromatosis type 1 in Hatay Mustafa Kemal University Medical Faculty Pediatric Neurology Clinic between 01/09/2019 and 01/09/2020 were included in the study. The patients included in the study were examined by a Pediatric Cardiology Specialist, and echocardiography and electrocardiography were taken. Demographic information, examination findings, brain magnetic resonance images were collected from the files of the patients. Electrocardiography and echocardiography were examined and recorded by the Pediatric Cardiology Specialist.
Results: We accepted 17 patients from our center to the study. Six patients (35.3%) were diagnosed with sporadic Neurofibromatosis type 1, while 11 patients (64.7%) had familial Neurofibromatosis type 1. All of our patients had cafe au late spots on the skin. In addition, 10 (58.8%) patients also had axillary and / or inguinal freckles. We detected optic glioma in 3 of our patients with ocular involvement, and lish nodules in 3 of them with papillary edema. When we looked at central nervous system involvement, we encountered various involvements in brain MRIs of 8 (47%) patients. In our cardiac examination, we found QT length in 1 patient’s electrocardiography. In the echocardiography we performed for the detection of cardiac structural pathologies, we detected nodular appearance compatible with subendocardial neurofibroma in 3 patients, mitral insufficiency in 3 patients, patent foramen ovale in 1 patient, atrial septal defect in 1 patient, and bicuspid aorta in 1 patient.
Discussion: In our study, unlike the literature, subendocardial nodular hyperechogenic appearance was present in 3 patients. Although these findings are quite rare, subendocardial nodular hyperechogenic images in 3 of our 17 patients suggest that this pathology may be more common. In addition, one of our patients had a long QT. As far as we know, this is the first case of Neurofibromatosis type 1 and Long QT syndrome. In conclussion; Cardiac involvement in patients with Neurofibromatosis type 1 could more common than mentioned in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Nazmi Zengin, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse
Olgu sunumu
Özeti
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
ChoroIdal Meta S Ta SI S: Us, Doppler Us, Mrı
Nadir görülen koroideal metastazlı üç olgunun ultrasonografi, renkli Doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme bulgulan değerlendirildi. İkisi kadın, biri erkek üç olguda sırasıyla pankreas, meme ve bronkoalveolar Ca ve bunlara bağlı göz metastazları mevcuttu. Olguların ikisi görme azalması şikayeti ile incelemeye alındı. Bronkoalveolar Ca’lı olguda beyin metastazı için manyetik rezonans incelemesi sırasında göz metastazı saptandı. Ultrasonografide glob posterior duvarında, glob içine protrüze olan lezyonlar olguların 2 ’sinde hiperekoik, Tinde kısmen hipoekoik kitleler şeklindeydi. Renkli doppler ultrasonografide tarif edilen lezyonlarda kanlanma bulguları tespit edildi. Lezyonların manyetik rezonans incelemelerinde ise TTde Tinde izointens 2 ’sinde ise hiperintens; T2de tüm olgularda hipointens görünüm mevcuttu. Göz şikayetleri olan primer maligniteli olgularda göz metastazlarının ayırdedici tanısında radyoloijk görüntüleme faydalı olacaktır.
Ultrasonography, Doppler ultrasonography and magnetic resonance imaging findings of three cases with choroidal metastasis were evaluated. Two of the cases were women, and one was man. They had pancreas, breast and bronchoalveolar carcinomas, respectively. Two cases presented with blurred Vision. The case with bronchoalveolar carcinoma was detected during the magnetic resonance imaging procedure for cerebral metastasis. İn one of the three patients immediate hypoechogenic, in the remaining two patients hyperechogenic lesions vvhich were protrused to the posterior wall of the globe determined by ultrasography. Doppler ultranography demonstrated that the lesions were vascularised. The lesions were hyperintense in two, and isointense in one case; ali of them were hypointense on T2- vveighted images. İn cases of primary malignancy with eye complaints, radiologic evaluation can be helpful in the elimination of eye metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ahmet Kaya, Ertuğrul Yalınkılıç
Olgu sunumu
Özeti
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Mrı FIndIngs In HyperparathyroIdIsm
Kalıcı ve tekrar eden hiperparatiroidizm bulguları veren paratiroid adenomlu hastaların teşhisinde ve kitlelerin boyundaki lokalizasyonlarının net olarak değerlendirilmesinde manyetik rezonans görüntülemenin önemli bir yeri vardır. Hiperparatiroidizmli üç hastamızın paratiroid kitlelerinin manyetik rezonans görüntüleme bulguları sunuldu.
Magnetic resonance imaging provides high contrast, anatomic delineation of the neck and is useful for preoperative localization of abnormal parathyroid glands in patients with persistent or recurrent hyperparathyroidism. Magnetic resonance imaging findings of the parathyroid masses are reported in three patients with hyperparathyroidism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
Mehmet Kılınç, Demet Kıreşi, Kemal Ödev, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
The Gray Scale Ultrasonography And Color Doppler Sonography In DIagnosIs Of Breast Masses Help To Mammography
Amaç: Mammografide saptanan kitlelerin ayırıcı tanısında gri skala ultrasonografi ve renkli Doppler ultrasonografinin tanıya katkılarını araştırmak. Gereç ve Yöntem: Mammografi ve sonografide kitle bulunan 68 olgu çalışmaya alındı. Lezyonların 31 ’i benign, 8’i enflamatuvar ve 29’u malign olan olguların tümü kadın olup yaşları 25 ile 85 (ort:44,0) arasında değişmekte idi. Renkli Doppler ultrasonografide vasküleritenin ”varlığı"-"yokluğu", kanlanmanın "santral” veya "periferik” olduğu incelendi. Bulgular: Mammografide malign lezyonların %48’inde düzensiz spiküler kenar özelliği, %17’sinde mikrokalsifikasyon saptandı. Sonografide malign lezyonlarda transvers uzunluk/sagittal uzunluk oranı bire yakın iken benignlerde bu oranın büyüdüğü görüldü. Renkli Doppler ultrasonografide malignlerin % 75’i, enflamatuvar lezyonların % 100’ü kanlanırken benignlerin % 11'inde kanlanma bulundu. Malignlerde periferik kanlanma daha sıktı. Sonuç: Mammografi memedeki kitle lezyonlarının tanısında ilk tercihtir. Gri skala ultrasonografi tecrübeli ellerde etkili bir tanı yöntemidir. Mammografi ve gri skala ultrasonografide solid kitle saptanandığında doğru tanı yüzdeleri renkli Doppler ultrasonografi ile artabilir.
Purpose: The role of gray-scale ultrasonography and color Doppler ultrasonography in the differential diagnosis of breast masses detected on mammography. Materials and Methods: Sixty-eight patients were included with breast masses in mammographic and sonographic examinations. The average age of presentation was 44,0 years. On color Doppler sonogram, vascularity of the lesions, the vascular patterns such as Central, peripheral were also evaluated. Results: There were 31 bening, 8 enflamatory and 29 malignant masses. By mammographic examination 48% of malignant lesions determined irregular spicular contour, 17% determined microcalcification. 75% of malign lesions and 100% of infection lesions shovved vascular flow in color Doppler imaging. 11% of benign lesions only shovved vascular flovv. Conlusion: Mammography is the primary method in the diagnosis of breast masses. Gray scale ultrasonography is a effectual method, particulary by experienced physician. The best use of color Doppler imaging as the combination with conventional sonography and mammography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
Memduha Akyol, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Mehmet Arazi
Olgu sunumu
Özeti
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
LIpoma Arborescens Of The Knee
Amaç: Lipoma arboresans etyopatogenezi bilinmeyen nadir görülen bir intraartikuler patolojidir. Amacımız lipoma arboresansın doğru tanısında önemli yeri olan radyolojik bulguları gözden geçirmek ve ayırıcı tanıdaki patolojileri tanımlamaktır. Olgu Sunumu: Sinoviumun villöz lipomatöz proliferasyonu ile karakterizedir. En sık diz eklemini tutar. Doğru tanı cerrahi tedavi gerektiren bu patoloji için önemlidir. Otuzdört yaşında diz ağrısı olan olguya radyolojik bilgisayarlı tomografi ve özellikle manyetik rezonans görüntüleme ile lipoma arboresans tanısı konuldu. Sonuç: Klinik olarak nonspesifik olan lipoma arboresansın tanısı MRG ile doğru olarak konulabilmektedir.
Aim: Lipoma arborescens is a rare intra-articular disease whose etiopatogenesis remains unknown.It was the aim to describe the radiological findings and to discuss the differential diagnosis. Case Report: Lipoma arborescens is a lesion characterized by the replacement of the subsynovial tissue by fat cells giving rise to a villous proliferation. It commonly affects the knee. Accurate diagnosis is important for surgical treatment. A 34-year-old patient who was suffering from a pain in his knee joint was examined by convansional radiography, computerized tomography, and magnetic resonance imaging. The lesion was diagnosed as lipoma arborescens especially with magnetic resonance imaging. Conclusion: The characteristic MR features of lipoma arborescens which has nonspecific clinical findings allows an accurate diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endometrial Karsinom Tanısında Papanicolaou Testinin Rolü
Gülay Turan, Akın Usta
Araştırma makalesi
Özeti
Endometrial Karsinom Tanısında Papanicolaou Testinin Rolü
The Role Of PapanIcolaou Test In The DIagnosIs Of EndometrIal CarcInoma
Amaç:
Pap smear testi, serviks kanseri ve öncü lezyonlarını taramak için en sık kullanılan ve etkili bir tarama yöntemidir. Endometrial karsinomların tanısında Pap smear testinin kullanımı ile ilgili çok az çalışma vardır.
Biz bu çalışmada endometrial karsinom tanısı almış hastaların Pap smearlerinde atipik endometrial hücrelerin bulunma oranını ve klinikopatolojik parametrelerle korelasyonunu araştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada Ocak 2015-Eylül 2017 yılları arasında endometrial karsinom tanısı konulmuş ve aynı zamanda Pap smear örneklemesi yapılmış hastalar retrospektif olarak incelenmiştir. Endometrial karsinom olgularının histolojik tip, nükleer derece ve Pap smear sonuçları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen endometrial karsinom tanısı konulmuş 97 hastanın 59’una aynı zamanda smear örneklemesi yapılmıştı. Smear örneklemesi yapılan hastaların yaşları 42-82 yaş aralığındaydı (ortalama57,43±9,08). Hastaların menopoz durumu değerlendirildiğinde 12’si (%20.3) premenopozal ve 47’si (%79.7) postmenopozal durumdaydı. En sık görülen histolojik tip endometrioid olup 51 hastada izlendi (%86.4). 6 hastada seröz (%10), 1 hastada şeffaf hücreli (%1.8) ve 1 hastada müsinöz karsinom (%1.8) mevcuttu. Pap smear sonucu 24 hastada atipik iken (%40.7), 35 hastada normaldi (%59.3). Nükleer derece değerlendirildiğinde 24 hastada derece 1 (%40.7), 25 hastada derece 2 (%42.3), 10 hastada derece 3’tü (%17). Tümör derecesi arttıkça Pap smearlerde atipik endometrial hücre görülme oranı artmaktaydı.
Sonuç: Endometrial karsinomlarda pap smear de atipik hücre saptama oranlarının azımsanmayacak kadar yüksek olduğu görüldü. Nonendometrioid ve yüksek dereceli karsinomlarda atipik hücre görülme oranları daha fazlaydı.
Objective: Pap smear test is a commonly used and effective screening method in detection of cervical cancer and its precursor lesions. There is a very limited number of studies on use of Pap smears in diagnosis of the endometrial carcinomas. We have aimed to investigate the incidence rate of atypical endometrial cells in Pap smears of the patients diagnosed with endometrial carcinoma and the correlation between these cells and clinicopathological parameters.
Material and methods: In this study, patients who were diagnosed with endometrial carcinoma and who had smear sampling between January 2015 and September 2017 were examined retrospectively. Histological type, nuclear grade and Pap smear results of endometrial carcinoma cases were evaluated.
Results: Pap smear sampling was concurrently performed in 59 of the 97 patients diagnosed with endometrial carcinoma. The ages of the patients who underwent smear sampling ranged between 42 and 82 years (mean 57.43±9.08 years). The menopausal status evaluation of the women revealed that 12 (20.3%) and 47 (79.7%) patients were premenopausal and postmenopausal, respectively. Endometrioid type carcinoma was encountered in 51 (86.4%) patients as the most commonly found histological type. Serous, clear cell and mucinous carcinomas were determined in 6 (10%), 1 (1.8%) and 1 (1.8%) patients, respectively. The results of Pap smear tests were atypical in 24 (40.7%) patients whereas normal results were obtained in 35 (59.3%) patients. Nuclear grade assessment of the carcinomas showed that grade 1, grade 2 and grade 3 carcinomas were discovered in 24 (40.7%), 25 (42.3%) and 10 (17%) patients, respectively. The rate of the atypical endometrial cells encountered by Pap smears has increased as grade of the tumors increased.
Conclusion: We have concluded that the detection rate of atypical cells by Pap smear in endometrial carcinomas is considerably high. The incidence of atypical cells is higher in nonendometrioid and high-grade carcinomas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
Alaaddin Nayman, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya, Ganime Dilek Emlik, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
MrI FIndIngs In Head And Neck HemangIomas And DramatIc Response To Treatment
Hemanjiomlar çocukluk çağının en sık tümorleridir aynı zamanda en sık konjenital lezyonlarıdır(1). Vasküler malformasyonlar tüm benign tümörlerin yaklaşık %7’lik bir oranını oluştururlar(2). Baş boyun bölgesi vücudun yaklaşık %14’ünü oluşturmakla birlikte hemanjiomların %65’i bu lokalizasyondan kaynaklanmaktadır(1). MRG hemanjiomların tanısında ve çocukluk çağında medikal tedavi ile gerileyen hemanjiomların tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde oldukça faydalı bir görüntüleme yöntemidir.
Hemangiomas are the most common congenital lesions and they are the most common tumors of childhood(1). Vascular malformations are common lesions accounting for approximately 7% of all benign tumours(2). Although the head and neck region comprises only 14% of the body surface, 65% of hemangiomas arise from this region(1). MRI in the diagnosis of hemangiomas and hemangiomas regressed with medical therapy in childhood is a very useful imaging method for assessing response to treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Ekstremitelerin Kronik Venöz Yetmezliğinde İnvaziv Ve Noninvaziv Metodların Tanı Değerlerinin Karşılaştırılması
Fatih Mehmet Avşar, Erdal Göçmen, Erdal Anadol, Salim Demirci, İbrahim Ceylan
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Ekstremitelerin Kronik Venöz Yetmezliğinde İnvaziv Ve Noninvaziv Metodların Tanı Değerlerinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of The DIagnostIc Value Of In VasI Ve And Non-InvasIve Methods In ChronIc Venous In SuffIcIency Of Lovver ExtremIty
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Eylül 1992-Kasım 1992 tarihleri arasında kronik venöz yetmezlik öntanısı konan 30 hasta ve 15 olgudan oluşan kontrol grubu renkli doppler ultrasonografi ile değerlendirilmiş, sonuçlar venografik inceleme bulguları ile karşılaştırılmıştır. Kronik venöz yetmezlik tanısında renkli doppler'in duyarlılığı % 87, özgüllüğü % 80, doğruluğu % 85, pozitif belirleyicik değeri % 80, negatif be lirleyicilik değeri % 87 olarak hesaplanmıştır. Renkli doppler ultrasonografi kronik venöz yetmezlik tanısında primer inceleme yöntemi olabilecek güvenilir, ucuz ve noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir.
This study was performed in the deparment of general surgery of Ankara Universitiy Medical Faculty, betvveen September 1992-December 1992. Thirty patients were diagnosed chronic venous insufficiency and 15 healty per- son were evaluated by colour doppler ultrasonography and the results were compared with venography findings. İn the diagnosis of chronic venous insufficiency, colour doppler shovved 87 % sensitivity, 80 % spesifity, 85 % ac- curacy, % 80 pozitive predictive value, % 87 negatif predictive value, As a conclusion in the diagnosis of chronic venous insufficiency coloured doopler USG can be considered as the primary diagnostic method. İt is also a cheep and non in vasi ve scanning method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
Demet Kıreşi, Memduha Akyol, Kürşat Aydın, Mehmet Erkan Üstün
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
MrI And MultIdetector Ct AngIography In DIagnosIs SpInal ArterIovenous MalformatIon
Amaç: Spinal vasküler malformasyonlar spinal kanalda dura boyunca uzanan nadir görülen bozukluklardır. Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazları ile intravenöz kontrastlı anjiografik incelemeler son zamanlarda kullanılan tekniklerdendir. Bu sunuda 16 yaşında spinal arteriovenöz malformasyonu olan kız çocuğunun manyetik rezonans görüntüleme ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: MR görüntülerinde servikal 1-2 seviyesinde spinal kord ön yüzeyinde signal void özellikte yapılar ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi’de aynı seviyede kontraslanan genişlemiş ve kıvrımlı vasküler yapılar görüldü. Spinal arteriovenöz malformasyon tanısı konan olguya embolizasyon yapıldı. Sonuç: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazı ile anjiografi yöntemi spinal vasküler anomalileri görüntülemede kullanışlı non-invaziv bir inceleme yöntemi olabilir.
Aim: Spinal arteriovenous malformation is a rare pathology located in the dura along the spinal canal. Multi-detector computed tomographic (MDCT) angiography is a recently developed imaging technique. We present findings of magnetic resonance (MR) imaging and multi-detector computed tomographic angiography in 16-year-old patient with spinal arteriovenous malformations. Case report: MR images showed signal voids dilated vessels at the surface of the spinal cord at C1-2 level. Also, multi-detector computed tomographic angiography demontrated dilated varix-like vessels. The patient was diagnosed as having a spinal arteriovenous malformation. Result: Multi-detector computed tomographic angiography can be a non-invasive usefulness technique in detect the spinal arteriovenous malformatios.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal İleri Evre Rektum Kanseri Hastalarında Neoadjuvan Kemoradyoterapi Sonrası Yanıt Değerlendirmede Manyetik Rezonans Görüntülemenin Rolü
Şehnaz Evrimler, Zümrüt Arda Kaymak, Hanefi Diler, Emine Elif Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Lokal İleri Evre Rektum Kanseri Hastalarında Neoadjuvan Kemoradyoterapi Sonrası Yanıt Değerlendirmede Manyetik Rezonans Görüntülemenin Rolü
The Role Of MagnetIc Resonance ImagIng In The EvaluatIon Of Response Of The Locally Advanced Rectal Cancer To The ChemoradIotheraphy
Amaç: Lokal ileri evre rektum kanseri hastalarında neoadjuvakne moradyoterapi (KRT) yanıtının
değerlendirilmesinde Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) özelli klerinin rolünü araştırmaktır.
Hastalar ve Yöntem: KRT sonrası 6-8 hafta içinde 2015-2020 yılları arasında total mezorektal eksizy on
uygulanan 24 lokal ileri evre rektum kans erli olgunun KRT öncesi ve sonrası T2-Ağırlıklı ve Diffüzyon Ağırlıklı
Görüntülemeleri (DAG) retrospek tif olarak değerlendirildi. Radyolojik olarak kitle morfolojisi, lokalizasyonu,
boyut, mrT, mrN evrelemesi ve ekstramural vasküler invazyon (EMVİ) açısından değerlendirildi. Post-KRT
görüntülemelerde rezidü skorlaması; 0: rezidüel kitle yok, 1: fibrotik duvar kalınlaşması var, belirgin rezidü
kitle izlenmemekte, 2: rezidüel kitle var şeklinde yapıldı. Regresyon derecelendirmesi ise şu şekildeydi; 1:
Tümör yok, 2: İyi yanıt, çoğunlukla fibrozis, 3: %50’den fazla fibrozis ve musin, 4: Zayıf yanıt, 5: Yanıt yok.
Bulgular: KRT sonrası tümör kraniokaudal uzunluğunda anlamlı gerileme ve Apparent Diffusion Coefficient
(ADC) ortalamalarında artış izlendi (p=0,001). Histopatolojik T (pT) ile post-KRT mrT evresi anlamlı, kuvvetli
korelasyon gösterdi (r=0,54, p=0,006). Pre-KRT EMVİ ile perinöral invazyon (PN İa)rasında anlamlı korelasyon
mevcuttu (r=0,53, p=0,008). Rezidü skorlaması ile regresyon derecelendirm esi (r=0,6; p=0,001), pT (r=0,48;
p=0,02) ve tümör uzunluğu (r=0,51; p=0,01) arasında anlamlı ve k uvvetli korelasyon saptandı. Regresyon
derecesi ise EMVİ (r=0,43, p=0,036), PNİ (r=0,46, p=0,02), pT (r=0,41; p=0,048), pN (r=0,55; p=0,006) ve
metastatik/total lenf nodu oranı (r=0,46; p=0,02) ile anlamlı korelasyon gösterdi.
Sonuç: Lokal ileri evre rektum kanserinde neoadjuvanK RT sonrası MRG postoperatif patolojik değerlendirme
ile kuvvetli korelasyon göstermektedir. MRG primer evrelemede olduğu gibi KRT sonrası evrelemede de baş
arılıdır. MRG regresyon derecelendirmesi ile tedavi yanıtının değerlendir mesi cerrahi plana katkı sağlayabilir.
Aim: Investigate the role of Magnetic Resonance Imaging (MRI) in the evaluation of response of the locally
advanced rectal cancer to the chemoradiotheraphy (CR T).
Patients and Methods: T2-weighted and Diffusion Weighted Imaging (DWI) of 24 cases with locally advanced
rectal cancer who have undergone total mesorectal excision 6-8 weeks following the CRT between 2015 and
2020 were evaluated retrospectively. The evaluated radiological parameters were as follows; Tumor morphology,
localization, length, mrT/mrN stages, and extramural vascular invasion (EMVI). Post-CRT MRI residue scoring
was performed (0: No residual tumor, 1: No significant residual tumor, fibrotic wall thickening, 2: Residual tumor
present). Regression grading was as follows; 1: No tumor, 2: Good response, mostly fibrosis, 3: Fibrosis and
mucin more than 50%, 4: Slight response, 5: No response.
Results: There was a significant decrease in the craniocaudal length of tumor and a significant increase
in the mean ADC of tumor after CRT (p=0.001). A significant and high correlation was observed between
histopathological T (pT) and post-CRT mrT (r=0.54, p=0.006). There was a significant correlation between pre-
CRT EMVI and perineural invasion (PNI) (r=0.53, p=0.008). A significant correlation was found between residue
scoring and regression grading (r=0.6; p=0.001), pT (r=0.48; p=0.02), and tumor length (r:0.51; p=0.01). There
was a significant correlation between regression grading and EMVI (r=0.43, p=0.036), PNI (r=0.46, p=0.02), pT
(r=0.41; p=0.048), pN (r=0.55; p=0.006), and metastatic/total lymph node ratio (r=0.46; p=0.02).
Conclusion: Post-CRT MRI is highly correlated with postoperative pathological evaluation of the locally
advanced rectal cancer. MRI is highly successful in re-staging as well as primary staging. The evaluation of
treatment response by MRI regression grading may contribute to the surgical planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi Bulguları
Gülperi Çelik, Nurullah Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi Bulguları
Color Doppler Ultrasonography FIndIngs Of ArterIovenous FIstula DysfunctIon In HemodIalysIs PatIents
Çalışmada arteriyovenöz fistül (AVF) disfonksiyonu/afonksiyonu bulunan olgularda renkli doppler ultrasonografi (RDUS) bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı. Yetersiz diyaliz nedeniyle RDUS incelemesi yapılmış olan 45 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Elde edilen bulgular literatür verileri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Olguların 27(%60)’ si kadın, 18 (%40)’ i erkek olup, yaş ortalamaları 55.15±15.03 (16-87) idi. 45 olgunun, 28 (%62.22)’ inin radiosefalik, 17 (%37.78)’ sinin antekübital fossada yerleşim gösteren nativ AVF (brakiyosefalik ve brakiyobasilik AVF) mevcuttu. 36 (%80) AVF’de stenoz saptanmış olup, bunların 2 (%4) besleyici arterde, 5 (%11) anostomoz düzeyinde, 19 (%42) anostomozdan sonraki ilk segmentte, 10 (%22) olguda ise ilk segment distalinde yerleşim gösteriyordu. 4 (%8.9) AVF’de santral venöz oklüzyon, 6 (%13.3) AVF’de ise anevrizmatik dilatasyon bulundu. RDUS’da trombüs saptanan 13 (%28.9) AVF’nin, 7(%53.9)’ sinde fistül afonksiyone olup trombüsün lümeni oklüde ettiği saptandı. Diğer olgularda ise trombüs anevrizmatik dilatasyon içerisinde yerleşim göstermekteydi. Kronik hemodiyaliz (HD) programına alınmış hastaların arteriyovenöz fistül disfonksiyonlarının saptanmasında RDUS etkili bir yöntemdir.
The purpose of this study is to assess the color doppler ultrasound findings in the hemodialysis patients with arteriovenous fistula dysfunction/afunction. In this retrospective study, we searched the dossier of forty- five patients underwent to color doppler ultrasound examination because of inadequate dialysis. This color doppler ultrasound findings were compared with the literature. Twenty-seven (60%) of this 45 hemodialysis (HD) patients were female, 18 (%40) were male and the mean age was 55.15±15.03 (16-87). Twenty-eight of 45 patients have radiocephalic, 17 patients have brachiocephalic and brachiobasilic native arteriovenous fistula. Stenosis were detected in 36 HD patients, two of them settled in supporter arteries, 5 stenosis were on the level of anastomosis, 19 stenosis localized in the first segment after anastomosis and 10 stenosis settled on distal part of the first segment. Central venous oclusion were found in 4 of patients, whereas aneurysms were found in 6 patients. Seven of 13 thrombosed arteriovenous fistula were nonfunctional and the thromboses occluded the lumen of fistula. The thromboses settled in the anevrysmatic dilatation in others cases. The doppler Ultrasound examination performed well skilled is very usefull methods for diagnosis of arteriovenous fistula dysfunction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Alim Koşar, Talat Yurdakul, Mustafa Salih, Gürhan Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Value Of Color Doppler UlIrasonography In DI-AgnosIs Of Renal Artery DIseases
Hipertansiyonun renovasküler rıeleninitı sLıp-tanmasında renal arterlerin de;:rerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada remıl 50 veya daha fazla çap darahnası yapan anlamit ste-nozları saptamada renkli doppler altrawınorafinin (RDU) etkinliği araştırıldı. Çalışma Mart 1993 -Aralık 1994 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ve Radvoloii Anabilim Dal-larında yapıldı. 20 hiperransif hastada renkli dopp-ler ultrasonografi bulgular: renai atıfio.Trati bul-guları ile karşılaştırıldı. Anjiografi ile bn Y) hastada 39 ana ve 4 aksesuar renal arteı- g(-;sterildi. An-jiografi 5 ana t-enal arterde ve 1 aksesuar renal ur-terde stenozu gösterdi. 4 ana renal arterde aklüzvon saptandı. Tüm hastalarda RDLİ ile renal arter- mak-simum sistolik hız, renal arteriaorta maksimum sis-tolik hız oranları (RAR) hesap edildi. Bir hasta için RDU ile ortalama inceleme süresi 42+4 (38 - 53; dakika-vdı. RDU ile ana renal arterlerin 87,17 ve sadece 1 (%25) aksesuar arter gı-isrerildi. Mak-simum sistolik hızlı? 100 cınisn'nin üsrunde olması ve RAR değerinin 3.5 veya üstünde olması ,srerrrız icin kriter olarak seçildi. Retuıl arter sıenoztannt tanısında birinci kriter daha laydalmh, Bu kritere göre, RDU ile 6 renal al-ter stenollınun tanısında c7c 67 sensitivite ve 7c, 93 spesifisite bulundu. Renkli doppler ultrasonografinin, laıllanılan ekipman ve kriterlerle anilografiye bir alternatif olmadıgı ve renal arıer srenoımın tanısında renkli doppler ultrasonografinin arttırmak için teknolojisinin iyileştirihneve ve tanı kriterlerinin standardize edilmesine ihtiyaç oldıığıı kınısına varıldı.
The assesment of the renal arteries is par-ticuhırlv inıporraın in the derection of a re-novaseuhır cause of hypertension. İi was in-,estigıred the ejfectivene•s of color doppler ultrasonography (CDU) in the detection 50 % or greater diameter reducing the srenosis in renal ar-ten, irr this study. The studv was done in the De-partment of Urology and Radiology, University of Ankara, Medical School between March 1993 and December 1994. The findings of color doppler ult-rasonography in 20 hypertensive patients were com-pared with the results of renal angiography. It was demonstrared 39 main and 4 accessories renal ar-teries irr these 20 pariems by angiography. An-giographv detnonstrared the stenosis in 5 main renal arte.ries and in. one accessory renal artery. It was derermined the occhısion in 4 tnain renal arteries. The maximum systolic velocity and th.e ratio of ma-ximum systolic velocitv in renal artery to that in ab-dominai aorta (RAR) were calculated with CDU in all patients. The average procedure time per pa-ıients with CDU was 42+4 (38 + 53) minutes. It was demonstrated 87,1% of the main arteries and only 1 (25%) of the accessory vessels by CDU. A nuıximum systolic velociry value of greater than 100 emisec and a RAI? value of 3.50 or greater were chosen as the criteria foı- SIC110SiS. The first criteria in the di-agnosis of renal artey stenosis was more useful. Ac-coı-ding rrı this crireria. we found 67 % sensitivity and 93% specifieity in diagnosing 6 renal artey ste-nosis with CD U. concluded, that CDU is not an ahernative to angiographv with the technology and criteria used, and the technology of CDU should be improved and the diagnostic criterias should be standardized to increase the effecriveness of CDU irr diagnosis of renal arterv stenosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleri Evre (ııı-Iv) Uterus Kanserleri
Cemalettin Akyürek, İnal Ülgenalp, Yusuf Ziya Yergök, Metin Çapar, Aydın Çorakçı, Aydın Çorakçı
Araştırma makalesi
Özeti
İleri Evre (ııı-Iv) Uterus Kanserleri
Advanced Stage (111-Iv) In Uterus CarcInorna
Bu çalışma GATA Kadın Doğum Anabilim Dalında 1972-1986 yılları arasında tanı konarak tedavi ,edilen 21 serviks ve 15 endometrial kanserli (Evre 111-IV) havayı içermektedir. Retrospektif olarak dosyalar incelenerek hasta özellikleri, tedavi uygulamaları ve literatür gözden geçirilerek sunulmuştur.
This study includes 21 cervical cancer and 15 endometrial cancer patients whom are diagnosed and treated by GATA during 1972-1986 years. The particularities of the patients, the irnplications of ihe treatment are retrospectively observed and had been published by the review of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta