Çok Düşük (50 Hz) Frekanslı Manyetik Alanın Farelerin Serum Kortizol Ve Testosteron Düzeyleri İle Testis Histolojisi Üzerindeki Etkilerinin Belirlenmesi
Nilsel Okudan, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Mustafa Büyükmumcu, İlhami Çelik, Hakkı Gökbel, Ahmet Salbacak, Tuğba Telatar
Araştırma makalesi
Özeti
Çok Düşük (50 Hz) Frekanslı Manyetik Alanın Farelerin Serum Kortizol Ve Testosteron Düzeyleri İle Testis Histolojisi Üzerindeki Etkilerinin Belirlenmesi
Effects Of Extremely Low Frequency (50 Hz) MagnetIc FIeld On Serum CortIsol And Testosterone Levels And Testes HIstology Of The MIce
Amaç: Endüstriyel ülkelerde, 50 Hz’lik çok düşük frekanslı manyetik alanlara (ÇDF-MA) giderek daha fazla maruz kalındığından, bu alanların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin belirlenmesine yönelik araştırmalar yoğunluk kazanmıştır. Bu çalışmada, farelerde farklı şiddetlerdeki ÇDF-MA’nın serum kortizol ve testosteron düzeylerine etkisinin ve testislerde oluşan histolojik değişikliklerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden temin edilen 64 fındık faresi (Swiss albino fare) kullanıldı. Uygulama gruplarındaki hayvanlar 40 gün süreyle 50 Hz’lik farklı şiddetlerdeki (10, 30 ve 50 mG) manyetik alana maruz bırakıldı. Bulgular: Erkek farelerin serum kortizol düzeyleri alan etkisiyle önemli derecede düşerken, dişilerin serum kortizol düzeyleri etkilenmedi. Erkek ve dişi farelerin serum kortizol düzeyleri birlikte değerlendirildiğinde, gruplar arasında fark yoktu. Serum testosteron düzeyleri, 50 mG manyetik alana maruz bırakılan erkek hayvanlarda diğer gruplardakinden önemli derecede yüksekti. Hem kontrol grubunda hem de çalışma gruplarında testislerde önemli bir histolojik değişikliğe rastlanmadı. Sonuç: Farelerin farklı şiddetlerdeki ÇDF-MA’na maruz bırakılmasıyla serum kortizol ve testosteron düzeyleri arasında doğrusal bir ilişkinin bulunmadığı ve testislerde histolojik değişiklik oluşmadığı sonucuna varıldı.
Aim: Since public exposure to extremely low frequency (50 Hz) magnetic fields (ELF-MF) is gradually increasing in industrialized countries, research efforts have focused on the possible effects of the ELF-MF fields on the human health. In this study, it was aimed to find out the effects of ELF-MF at various intensities on serum cortisol and testosterone levels and to determine histological changes in the testes of the ELF-MF-exposed mice. Material and method: Sixty four mice (Swiss albino mice) obtained from Selçuk University Experimental Medicine Research and Application Center were used in the sudy. The experimental groups were exposed to 50 Hz MF at different intensities (10, 30 and 50 mG) for 40 days. Results: The serum cortisol levels of the male mice decreased by field effect but in female mice no significant differences were found between control and exposure groups. However, the differences between the control and exposure groups were not significant when the serum cortisol levels of male and female mice were regarded as awholes. Serum testosterone level of the 50 mG group was significantly higher than those of the other groups. No significant histological changes were determined in the testes in both control and any exposure groups. Conclusion: There is no direct correlation between the ELF-MF intensity and serum cortisol and testosterone levels, and ELF-mf does not cause histological changes in testes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Melatonin Hormonunun Tiroid Folliküler Hücreleri Üzerine Etkisi: Agnor Boyama Ve Elektron Mikroskobik Çalışma
İlter Kuş, Jale Öner, Ahmet Songur, Oğuz Aslan Özen, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Melatonin Hormonunun Tiroid Folliküler Hücreleri Üzerine Etkisi: Agnor Boyama Ve Elektron Mikroskobik Çalışma
Effects Of MelatonIn Hormone On The ThyroId FollIcular Cells In Rats: Agnor StaInIng And Electron MIcroscopIc Study
Bu çalışma, pinealektominin ve pinealektomi sonrası uygulanan melatoninin tiroid bezi üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapıldı. Bu amaçla 18 adet VVistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Hayvanlar üç gruba ayrıldı. Grup I ve Grup II sırasıyla kontrol (Sham-pinealektomi) ve pinealektomili sıçanlar olarak düzenlendi. Grup IH’deki sıçanlara da pinealektomi sonrası günlük olarak ve bir ay süresince melatonin enjeksiyonu yapıldı. Deney süresi sonunda hayvanlar vasküler perfüzyonla öldürüldü. Daha sonra sıçanlardan alınan tiroid doku örneklerinden bir kısmı AgNOR tekniği ile boyandı ve ışık mikroskopta incelenerek tiroid hücre çekirdeklerindeki AgNOR sayıları belirlendi. Tiroid doku örneklerinin bir kısmında da elektron mikroskobik inceleme yapıldı. Çalışmamızda, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücre çekirdeklerindeki AgNOR taneciklerinin sayısında artışla birlikte mitoz aktivasyon artışını gösteren bulgular gözlendi. Ayrıca hücre sitoplazmalarındaki lizozom ve salgı granüllerinde artış görüldü. Melatonin enjekte edilen grupta ise, hücre çekirdeklerindeki AgNOR taneciklerinin sayısında düşüş olduğu belirlendi. Bununla birlikte, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücrelerinde gözlenen ve hücre aktivasyon artışını gösteren ultrastruktürel değişikliklerin melatonin uygulaması ile kaybolduğu tespit edildi. Sonuç olarak, pinealektomi sonrası tiroid epitel hücre proliferasyonunda ve hücre aktivasyonunda artış meydana geldiği, melatonin enjeksiyonu ile de bu artışın gerilediği görüldü.
This study was undertaken to examine effects of pinealectomy and pinealectomy followed by melatonin adminis- tration on thyroid gland. For this purpose 18 male VVistar rats were used. Animals were divided into three groups. Group I and II were designated as sham-pinealectomized (control) and pinealectomized, respectively. The rats in Group III were pinealectomized and daily injected with melatonin for 1 month. At the end of the experiment, ali animals were killed by vascular perfusion. The thyroid glands of rats were removed, then some of the thyroid tissue specimens were stained with AgNOR techniçue and examined by light microscopy. AgNOR numbers in nuclei of thyroid follicular cells were counted. Some of the tissue specimens were examined by electron microscopy. İn our study, some findings proving the increase of mitoz activation along with the increase in the number of AgNOR granules in celi nuclei of thyroid epithel were observed after pinealectomy. Furthermore, lizozomes and secretory granules in the cytoplasm of thyroid follicular cells were increased. İn the melatonin injected group, the number of AgNOR granules in celi nuclei were decreased. Additionally, ultrastructural changes, which indicate the increase of celi activation and is visible in thyroid epithel cells after pinealectomy were disappeared follovving injection of melatonin. İn conclusion, it was observed that there has been an increase in thyroid epithel celi proliferation and in celi activation after pinealectomy and this increase has been reversed by melatonin injection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşanın Medulla Spınalıs'ınin Servikal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde Incelenmesı
Refik Soylu, Aydan Canbilen, Hasan Cüce
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanın Medulla Spınalıs'ınin Servikal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde Incelenmesı
Investıgatıon Of Lamınatıon Areas In Cervıcal Segments Of The Rabbıt Medulla Spınalıs At Lıght Mıcroscope Level
Yaklaşık bir yaşında, Yeni Zelanda tipi tavşanların medulla spinaliselerinin servikal segmentlerinden transvers kesitler alındı ve bunlar myelin ve Nissl boyaları ile boyandı. Kesitlerin ışık mikroskobu ile incelenmesi sonucunda medulla spinalis'de dokuz lamina olduğu tespit edildi. Bu laminalardan altısının dorsal boynuzda, geri kalan üçünün ise ventral boynuzda bulunduğu görüldü.
Transversal cross sections of the cervical segments From the New Zealand type rabbits' spinal cords of nearly a year old have been taken and stained by myelin and Nissl stains. Nine laminae have been determined in the spinal cord when the cross sections have been examined under the light microscope. It has been observed that six of these laminae are in the dorsal horn and the other three are in the ventral horn of the spinal cord.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kriptorşidısm
Ali Acar, İbrahim Ünal Sert, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Kriptorşidısm
CryptorchIdIsm
21.4.1983 ile 22.11.1991 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Üroloji Kliniğinde kriptorşidism ve retraktil testis tanısıyla tedaviye alınan 181 has-tanın retrospektif değerlendirilmesi yapıldı. Uygulamalarda mikrovasküler cerrahi ve tes-tiküler arterin insizyonu gibi yöntemlere gerek kal-madan vakaların büyük bölümünde kozmotik açıdan olumlu sonuçlar alındığı belirlenmiş, ancak takip periyodunun kısalığından orşiopeksinin fertiliteye olumlu etkileri ve tümör gelişim insidensi belirlen-memiştir.
The retrospective evaluation of 181 patients with cryptorchidism. and retractile testis was mode from 21.4.1983 to 22.11.1991 in the Urology Department of Konya Selçuk Medical Fakulty. In most of the cases, positive results were obtained in cosmotic respect without the requirement of microvascular surgery and testicular arter incision, but positive effect of orchiopexy to fertilization hadn't been able to determined because of the monitoring period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Unılateral Konjenıtal Testıs Yoklugu (bır Vaka Bıldırimi)
Ali Acar, Recai Gürbüz, Esat M. Arslan, Şenol Ergüney, Şükrü Çelik, Kadir Ceylan
Araştırma makalesi
Özeti
Unılateral Konjenıtal Testıs Yoklugu (bır Vaka Bıldırimi)
UnIlateral CongenItal Absence Of The Testes: A Case Report
Unilateral konjenital testis yoklugu nadir gorillen bir antitedir. Testis yoklugu ya agenesis veya meydana geldikten sonraki bir erken perivodda testisin tahrip olmasindan kaynaklanmaktadar. 26 yapndaki bir erickinde (sag) belirlenen patoloji nadir goriilmesi nedeniyle sunulmuoir.
Unilateral congenital absence of the testes occours uncommonly. Absence of the testis may occur from either agenesis or early deterioration of the testis in time after initial formation. We diagnosed it in a patient who was 26 years old and reported because it is seen rarely.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Ovarektominin Ve Ovarektomi Sonrası Uygulanan Östrojenin Pineal Bez Üzerine Etkisi:ışık Mikroskobik Çalışma
İlter Kuş, Hakan Öner, Ahmet Songur, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Ovarektominin Ve Ovarektomi Sonrası Uygulanan Östrojenin Pineal Bez Üzerine Etkisi:ışık Mikroskobik Çalışma
Effect Of OvarIectomy And OvarIectomy Follovved By AdmInIstratIon Of Estrogen On The PIneal Gland: A LIght MIcroscopIc Study.
Bu çalışma, ovarektominin ve ovarektomi sonrası uygulanan östrojenin pineal bez üzerine etkisinin ışık mikroskop düzeyde araştırılması amacıyla yapıldı. Bu amaçla 15 adet Wistar-Albino cinsi dişi sıçan kullanıldı. Hayvanlar üç gruba ayrıldı. Grup I ve Grup II sırasıyla kontrol (Sham-ovarektomi) ve ovarektomili sıçanlar olarak düzenlendi. Bu hayvanlara günlük olarak ve derialtı yolla 0.1 mİ susamyağı enjekte edildi. Grup III deki sıçanlara da ovarektomi sonrası günlük olarak ve derialtı yolla 0.1 mİ susam yağı içerisinde 0.5 mg Estradiol Beonzoate enjekte edildi. Bir aylık deney süresi sonunda tüm hayvanlar vasküler perfüzyonla öldürüldü. Sıçanların pineal bezleri çıkartılarak rutin histolojik yöntemlerle ışık mikroskobik preparatları hazırlandı. Çalışmamızda, ovarektomi sonrası pinealositlerde hipertrofinin oluştuğu ve bez yapısında lipid damlacıklarında artış meydana geldiği gözlendi. Ovarektomi sonrası östrojen enjeksiyonu sonucunda ise, ovarektomi sonrası gözlenen hipertrofinin ve lipid damlacıklarındaki artışın kaybolduğu tespit edildi. Ayrıca, parankima! hücreler arasındaki bağ dokuda artış gözlendi. Sonuç olarak, ovarektomi sonrası pinealosit hücre aktivasyonunda artış meydana geldiği ve bu artışın östrojen enjeksiyonu ile baskılandığı görüldü.
This study was aimed to examine the effects of ovariectomy and ovariectomy follovved by estrogen administration on the pineal gland by light microscopy. For this purpose 15 female Wistar rats vvere used. Animals were divided into three groups. Group I and II vvere designated as sham-ovariectomised (Control) and ovariectomised, respectively. They received sesame oil (0.1 mİ subcutaneously) alone. The rats in Group III vvere ovariectomised and daily injected vvith Estradiol Benzoate (0.5 mg/0.1 mİ sesame oil per day s.c) for 1 months. At the end, ali animals vvere killed by vascular perfusion. The pineal glands of rats vvere removed, then processed for light microscopy. Ovariectomy caused hypertrophy in pinealocytes and an increase of lipid droplets in the structure of pineal gland. İt was observed that Estradiol administration follovving ovariectomy inhibited ovariectomy induced hypertrophy and increase of lipid droplets. Additionally, the connective tissue betvveen parenchymal cells was increased in this group. İn conclusion, increased of celi activity was seen in the pinealocytes after ovariectomy and this increase was suppressed follovving the administration of Estradiol benzoate.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Iğdır Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Olguların Sigara İçme Özellikleri
Muhammed Emin Akkoyunlu, Nurettin Güneş
Araştırma makalesi
Özeti
Iğdır Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Olguların Sigara İçme Özellikleri
The CharacterIstIcs Of SmokIng HabIt Among PatIents Evaluated At Chest DIsease Out PatIent ClInIc In IgdIr Government HospItal
Bölgesel olarak toplumda sigara içim düzeyi ve etkileyen faktörlerin saptanması sigara içimi ile yapılacak mücadelenin en önemli ayağını oluşturmaktadır. Bu amaç ile çalışmamızda Iğdır devlet hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara kullanımının sıklığını, özelliklerini, etki eden risk faktörlerini belirlemeyi ve hastaların sigarayı bırakma konusundaki görüş ve isteklerini araştırmayı planladık. 1 Aralık 2008 ile 28 şubat 2009 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 426 erkek (% 59,1) ve 295 (% 40,9) kadın olmak üzere toplam 721 hasta değerlendirmeye alındı. Çalışmaya katılan olgulara yüz yüze görüşme yöntemi ile anket formu dolduruldu. Anket formunda hastaların demografik özellikleri ve sigara içim durumları sorgulandı. Çalışmaya alınan olgulardan 102’si (% 14,1) hiç sigara içmemiş, 514’ü (% 71,3) aktif olarak sigara içmekte, 105’i (% 14,6) ise sigarayı bırakmıştı. Bayanlarda sigara içimi okuma düzeyi ile anlamlı olarak artmakta idi (p
Regionally to determine cigarette smoking level and affecting factors in a population is an important part of fighting with cigarette smoking. In this study we aimed to evaluate the smoking rates, the factors effecting on smoking and to learn the knowledges about quiting in patients who applied Iğdır Government Hospital Chest Diseaes Department. 721 patient , 426 male ( 59,1 %) and 295 female ( 40,9 %) were enrolled in the study who applied to our hospital between 1 December 2008- 2 February 2009. All patients filled the questionnaire by acting face to face. Demographic characteristics and smoking condition were asked in questionnaire forms. 102 (% 14.1) of the patients were never smoking, 514 (%71.3) of them were still smoking and 105 ( % 14.6) of them were quited. Smoking rates were increasing with education level in females (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
Emre Avcı, Erdinç Çakır
Derleme
Özeti
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
MIcrovascular ComplIcatIon Of DIabetes MellItus:
dIabetIc Nephropathy
Diyabetik nefropati, diyabetes mellitusun önemli mikrovasküler
komplikasyonlarından biridir. Diyabetik nefropati, hem tip I hem de
tip II diyabetes mellitusun major komplikasyonu olarak gelişmektedir.
Aynı zamanda, son dönem böbrek yetmezliğinin en önemli nedenidir.
Hiperglisemi ve arteriyal hipertansiyon, diyabetik nefropati için
esas risk faktörleridir, ancak genetik yatkınlık hem tip I hem de
tip II diyabet için büyük önem taşır. Hiperglisemi, hipertansiyon,
obezite, kalıtsal hastalıklar, sigara kullanımı ve ilerleyen yaş gibi
diğer birçok risk faktörü de diyabetik nefropatinin gelişimine katkı
sağlamaktadır. Normal albuminüriden mikroalbuminüriye ilerleme
diyabetik nefropatide ilk adım olarak kabul edilir. Daha sonra, belirgin
proteinüri, azalmış glomerüler filtrasyon hızı ve son dönem böbrek
yetmezliği gelişir.
Diabetic nephropathy is one of the important microvascular
complications of diabetes mellitus. Diabetic nephropathy develops
as major complication of both type 1 and type 2 diabetes mellitus.
At the same time, it is currently the leading cause of end-stage renal
disease. Two of the main risk factors for diabetic nephropathy are
hyperglycemia and arterial hypertension, but the genetic susceptibility
in both type 1 and type 2 diabetes is of great importance. Contribute
to the development of diabetic nephropathy other risk factors such as
hyperglycemia, hypertension, obesity, hereditary diseases, smoking,
and advanced age. The progression from normal albuminuria
to microalbuminuria is accepted as the initial step in diabetic
nephropathy, and then distinctive proteinuria, decreased glomerular
filtration rate, and end-stage renal failure develops.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tedaviyi Terk Eden Tüberküloz Hastalarının Sosyodemografik Özellikleri
Fatih Kara, Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Tedaviyi Terk Eden Tüberküloz Hastalarının Sosyodemografik Özellikleri
SocIo-DemographIc CharacterIstIcso Of The PatIents Defaulted From Treatment Of TuberculosIs
Amaç: Bu çalışma, tedavisini tamamlamayan tüberküloz hastalarının akıbeti ve sosyo demografik özelliklerinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışma, 2001 yılında Konya ilini kapsayacak şekilde yapıldı. Araştırma kapsamına il genelinde tüberküloz tedavisi gören 1979 hasta alındı. Tedaviyi yarıda bırakan 164 (% 8.3) hastayla yüz yüze görüşülerek anket uygulandı. Bu görüşmede klinik sorgulama yapıldı, PPD uygulandı, akciğer grafisi çekildi ve ARB için balgam alındı. Bulgular: Tüberküloz hastalarının yaş ortalaması erkeklerde 36.8±16.5, kadınlarda 38.6±19.1 yıl idi (P>0.05). 1979 hastanın % 8.3’ünün tedaviyi yarım bıraktığı belirlendi. Bu oran, tedavisi hastanede başlayanlarda % 21.6, verem dispanserlerinde başlayanlarda % 4.5 idi. Hastaların % 26’sı ilk üç ay içinde ilaçlarını bırakmıştı. Tedaviyi terk eden hastaların % 40.6’sı okur – yazar değildi. Hastaların % 38.7’si herhangi bir sosyal güvenceye sahip değildi. Tedaviyi terk eden tüberküloz hastalarının % 39.4’ünün tüberküloz hastalığına yakalanan bir akrabası vardı. Tedavisini tamamlamayan tüberküloz hastalarının % 36.8’inin eşlik eden diğer bir hastalığının bulunduğu belirlendi. Tüberküloz tedavisini yarım bırakan erkeklerde sigara içme oranı % 61.9, kadınlarda % 14.3 idi. Sonuç: Bu bulgulara göre, genel öğrenim düzeyinin yükseltilmesi, hasta kayıt ve bildirim sisteminin iyileştirilmesi, hastalarla iletişim ve tedaviyi sürdürmede sağlık personelinin daha etkin görev alması, direkt gözlem altında tedavinin yaygınlaştırılması yoluyla tüberküloz kontrolünün başarısının artırılabileceği düşünüldü.
Aim: The aim of this study is to evaluate the outcomes of the patients with uncompleted treatment of TB, their demographical properties and to determine the reasons. Material and Method: This descriptive study was carried out throughout Konya in 2001. Total 1979 cases undergoing TB treatment were included in the study. It was established that 164 (%8.3) of the cases taking TB treatment had given up treatment too early. All these cases were interviewed face to face at their addresses registered in their files. This interview included clinical irregation, PPT application, pulmonary X-ray exemination and collection of sputum for ARB. Results: The mean age of the tuberculosis patients was 36.8±16.5 yrs in male and 38.6±19.1 yrs in female (P>0.05). Among the 1979 cases taking tbc treatment, 8.3% gave up the treatment. This rate was 21.6% among the cases whose treatment began in hospital, and 4.5% among the cases of dispensaries. 40.6 % of the patients was illiterate. 38.7 % of them did not have social security. The relatives of 39.4 % cases had a tuberculosis history. There was accompanying illness in 36.8 % of the patients. 61.9 % of the males and 14.3% of the females were smokers. Conclusion: We believe that general economical development, better education level, regular administration and follow-up systems and efforts to provide a better communication with patients may positively affect the results of efforts against the tuberculosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigarayı Bırakan Ve Bırakmayı Deneyip Halen İçen Kişilerin Kullandıkları Metotlar
Lütfi Saltuk Demir, Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Sigarayı Bırakan Ve Bırakmayı Deneyip Halen İçen Kişilerin Kullandıkları Metotlar
People Who QuItted SmokIng And Who TrIed But Could Not QuIt
smokIng Methods Used
Sigara bırakma döneminde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Bu
çalışmada, sigara içmeyi bırakmış kişilerde ve bırakmayı deneyip
halen içenlerde sigarayı bırakma girişimlerinde başvurdukları
metotların ve sigara bırakma döneminde karşılaştıkları sıkıntıların
karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Tanımlayıcı tipteki bu çalışma
2007 yılında Konya il merkezinde bulunan 5 sağlık ocağına başvuran
157 kişi ile yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde T testi ve MannWhitney
U testi kullanıldı. Çalışmaya katılanların 66 (%42)’sı sigarayı
bırakmış, 91 (%58)’i ise bırakmayı denemiş fakat halen sigara
içen kişilerdi. Sigarayı bırakanları %18’i, bırakmayı deneyip halen
içenlerin ise 6.6’sı sigara bıraktıkları dönemde profesyonel yardım
almıştır (p=0.03). sigarayı bırakmış kişilerin %27.3’ü, bırakmayı
deneyip halen içenlerde ise %10.6’sı bu dönemde herhangi bir yöntem
kullandığını belirtmiştir (p=0.008). Sigarayı bırakma döneminde
profesyonel destek almak ve herhangi bir yöntem kullanmak sigarayı
bırakmaya yardımcı olmaktadır.
There are several methods exist to quit smoking. In this study it
is aimed to evaluate the inconvenience and the methods which were
used by people who have successfully gave-up smoking and who tried
to quit but could not do so. Total 157 volunteers who have applied
to 5 different primary health care facilities at Konya city center were
involve in this descriptive study. t-test and Mann-Whitney-U test were
used to evaluate the data. Of the study population 66 (42%) were
successfully quitted smoking and 91 (58%) were tried but could not
quit smoking. 18% of successfully quitters and 6.6% of non successful
attempts were received professional support (p=.03). Only 27.3% of
quitters and 10.6% of attempts were utilized any kind of method to
quit smoking (p=.008). Receiving professional support and utilizing a
reliable method aid to quit smoking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
Hasan Hüseyin Telli, Asım Sarıgüzel, Ahmet Temizhan, Ali Borazan, Turgut Karabağ, Hasan Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
RegIonal DIstrIbutIon Of The AtherosclerotIc Heart DIsease's RIsk Factors In Konya
Bu retrospektif klinik çalışmada Konya bölgesinde koroner anjiografi için kliniğimize alınan hastalarda aterosklerotik risk faktörleriyle, klinik tanı ve anjio skorlarının bölgesel dağılımını araştırmayı amaçladık. Çalışma klinik olarak koroner arter hastalığı (KKH) tanısı konulan 630 olguda yapıldı. Olguların yaş, cinsiyet, dislipidemi, total kolesterol, trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol, sigara kullanımı, hipertansiyon, diyabet, heredite gibi risk faktörleri değerlendirildikten sonra KKH'ın yaygınlığının bir ölçüsü olan Reardon'un modifiye şiddet skoru hesaplandı. Çalışmaya 450'si erkek. 180 i kadın ( yaş ortalaması 56.2 ±9.3 yıl ve yaş aralığı 20-80 yıl) toplam 630 olgu alındı. Aterosklerozun yaygınlığı arttıkça trigliserid değerleri de belirgin olarak artış gösterdi. Bu artış 2 damar hastalığı grubunda tek damar hastalığı grubuna göre anlamlı (p<0.05) idi. HDL değerleri damar tutulumu arttıkça azalma gösterdi. Bu azalma 3 damar grubunda tek damar grubuna göre anlamlıydı (p<0.05). Erkeklerde trigliserid değeri, sigara skoru ve oranları 20-49 yaş grubunda, 60 yaş üzeri gruba göre daha yüksekti (p< 0.05). Sigara kullanımı 50-59 yaş grubunda da 60 yaş üzeri grubuna göre daha fazla bulundu (p<0.05). Hipertansiyon 60 yaş üzeri grupta 20-49 ve 50-59 yaş grubuna göre daha yüksekti (p<0.05). KKH ile yaş, kolesterol, trigliserid. LDL kolesterol, HDL kolesterol ve sigara kullanımı arasında korelasyon bulundu. Sonuç olarak, bölgemizde sigara dışında aterosklerotik risk faktörleri TEKHARF çalışmasındaki gerek Türkiye gerekse İç Anadolu için verilen değerlerden daha yüksek bulundu.
İn this retropective study, patients with atherosclerotic risk factors and the related clinical diagnosis, angiographic scoring and regional distribution were investigated. A total of 630 patients (450 male, 180 female, mean age 56,2 ± 9.3) t hat underwent coronary angiography were enrolled. Patients were classified according to the clinical characteristic and Reardon’s modified severity scoring which is the indicator of the extend of coronary artery disease, was calculated. A parallel increase in coronary disease along with higher triglicehdes was observed, which was significantly different betvveen single and double vessel disease(p<0,05). The same correlation was apparent between HDL levels and the extent of the disease vvhich was remarkable in single and triple vessel disease group (p<0,05). Triglyceride levels varied as higher in males younger than 60 year of age vvhile smoking was lower in the same group (p<0,05). On the other hand hypertension was observed more frequently in elder patients (<60 year of age) (p<0,05). As a conclusion, ali risk factors other than smoking appeared to be higher than TEKHARF cohort, which were given for Central Anatolia region.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Testiküler Kadmiyum İntoksitesinin Fizyopatolojisinde Serbest Radikallerin Yeri
Ahmet Serel, Hakan Gemalmaz, Alim Koşar, Namık Delibaş, Gülsen Aydın
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Testiküler Kadmiyum İntoksitesinin Fizyopatolojisinde Serbest Radikallerin Yeri
The Role Of Free RadIcals In The PathophysIology Of Acute TestIcular CadmIum IntoxIcatIon.
Yirmidört erkek Wistar rota 21 gün süre ile 1 mgiml kadmiyum klorid intraperitoneal olarak en-jekte edildi. Kontrol grubuna ise 20 erkek Wistar rat alındı. Kadmiyum verildikwn 21 gün sonra tüm ı-at-lar sakrifiye edildiler. Testikider antioksidan enzim aktiviteleri fsüperoksid dismutaz. glutatyon pe-roksidaz ve katalaz), kadmiyum düzeyleri ve ma-londialdehid düzeylerinin belirlenmesi amacı ile tüm ratların testisleri çıkarıldı (MDA). Ayrıca testisler histopatolojik olarak değerlendirildi. Kadmiyum ve-rilen radarda testiküler antioksidan enzim ak-tiviteleri ve malondialdehid düzeyleri kontrol gru-buna göre anlamlı derecede yüksek olarak bulundu (p<0.05). Ayrıca kadmiyum verilen raflarda tes-tiküler hasan giısteren patolojik bulgular elde edil-di. Sonuçta kadmiyuma bağlı olarak ortaya çıkan testiküler hasarın fizyopatolojisinde peroksidatıf hasar ve lipoperoksidasyonun rol oynayabileceği kanaatine varıldı.
Twentv-four male Wistar stı-ain rats esere in-je•ted i mglml nf cadmiunı t.hloride lrrt-iaperitnırealiy for 21 clays and 20 male rats were considered as controls. At the end of 21 clays all nıts were sacrified tn determine antioxidant enzyme (su-peroxide dismutase, catalase and glutathion pe-roxidase) activities and malondialdehide levels of. testis (MDA). Testis cadmium levels wc're de-termined hy atomic absoıption spectrophotomeley, The histopathological changes in the testis WC1*(' also noted. In the cadmium-treated group. the an-tioxidant enzyme activities and the MDA levels were found to be increased when uompared with control group. There was a .vtatistically significant dıf-ference between two groups (p<0.05). All the cad-mium-treated rats showed pathological testicular al: terations. Our results suggested that peroxidative damage and lipoperoxidation might be ı-esponsible for the physiopathology of cadmium-induced tes-ticular damage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
Metin Gündüz, İlhan Çiftci
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
BIlateral PerIneal EctopIc Testes In A Newborn
Ektopik testisler, inguinal kanalın skrotuma yakın yerinde, penis
kökünde, perinede, karın ön duvarında veya orta hatta yerleşebilir.
Testis gelişimi ve inmesi endokrin, parakrin, büyüme ve gelişmenin
yanında mekanik faktörlerinde etkili olduğu karmaşık bir yapıya
bağlıdır. Biz çift taraflı ektopik perineal olguyu sunduk. Olgu 6
aylıkken opere edildi, 6 ay normal boyut ve yerleşimli olarak takip
edildi. Bu raporda cerrahi olarak tedavi edilen çok az rastlanan çift
taraflı perineal testisli yenidoğan olgu sunulmuştur.
Ectopic testes are found in the superficial inguinal scrotum,
base of penis, perineum, abdominal wall, or medial thigh. Testiculer
development and descending depend on a complex interaction among
endocrine, paracrine, growth and mechanical factors. We describe
a patient with an ectopic testis located on the bilateral perineally
testes. We performed operation at 6 months of age. On follow-up for
6 months, both testes were a normal size consistency, and location.
In this report we present an extremely rare congenital anomally
of bilateral perineally ectopic testes in a newborn and its surgical
management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektromanyetik Alanın Köpek Arterlerinde Oluşturduğu İntimal Değişiklikler
Mehmet Yeniterzi, Orhan Demir, Mustafa Cihat Avunduk, Orhan Karabörk, Niyazi Görmüş, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Elektromanyetik Alanın Köpek Arterlerinde Oluşturduğu İntimal Değişiklikler
IntImal Changes Of Dog ArterIes Caused By ElectromagnetIc FIeld
Amaç: Bilişim toplumlannda elektromanyetik kirlilikteki artış sinsi ve tehlikeli bir boyutta sürmektedir. Elektromanyetik alanın zararlarını organizmada ölçebilmek kolay olmamakla birlikte arteriyel sistem üzerindeki etkilerin araştırılması hedeflendi. Materyal ve Metod: Elektromanyetik alan oluşturmak üzere elektrikli traş makinesi seçildi. Traş makinelerinin manyetik alan şiddeti 5-10 gauss arasında kabul ediliyor. Ortalama ağırlıkları 20-25 kg olan toplam 7 sokak köpeği üzerinde 5 ay boyunca sol carotis communis ve bilateral femoral arterlerin trasesi üzerinde 7 günde bir her artere 7 dakika süreyle traş makinesiyle cilde direkt temas sağlanarak traş işlemi uygulandı. Toplam 18 seans yapıldı. Çalışma sonunda karotis ve femoral arterler eksize edilip histopatolojik değerlendirmeye alındı. Bulgular: 21 deney ve 14 kontrol grubu doku örneklerinin ışık mikroskobunda incelen mesinde; elektromayetik alanın 8’inde hafif 7’sinde ağır, kontrol grubunun 3’ünde hafif düzeyde patolojik değişiklik ler gözlendi. Ki kare testinde (p<0,05) önemli bulundu. Sonuç: Kısa sürede önemli düzeyde endotelyal hasar ve subendotelyal ayrışmalar tespit edildi. Bu değişim uzun sürede aterojenik yapılanmayı aktive edip carotis arter düzeyinde atheromatöz strokları davet edebilir.
Objective: İn developed populations the increasing trend of electromagnetic pollution survives in an insidious and dangerous dimension. Although estimating the negative effects of electromagnetic field on human organism is very difficult, assessment of their effect on arteries was aimed in this experimental study. Material and Methods: An electrical shaver was choosen as a source of electromagnetic field which was estimated as having a 5-10 gauss electromagnetic field. The shaver was directly performcd on skins of left common carotid and bilateral femoral arteries of 7 Street dogs, weighing meanly 20-25 kg, vvithin a mean period of5months. This was performed on one time in every week with a period of 7 minutes. Totally, 18 periods were performed. At the end of the study carotid and femoral arteries were excised for histopathological examination. Results: Tissue examples of 21 study and 14 control specimens were examined under light microscope. İn study group 8 examples had moderate and 7 examples had severe intimal changes, while in control group 3 examples had mild intimal changes. A chi square test between these groups were considered significant (p<0,05). Conclusion: Endothelial injury and subendothe- lial seperations were significantly found in a very short period. These changes may cause stroke due to athero genesis on carotid arteries in a longer period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
50 Hz Frekanslı Manyetik Alanın Ratlarda Oluşturduğu Histopatolojik Değişiklikler
Mehmet Yeniterzi, Mustafa Cihat Avunduk, Abdulkerim Kasım Baltacı, Olgun Kadir Arıbaş, Niyazi Görmüş, Emine Tosun
Araştırma makalesi
Özeti
50 Hz Frekanslı Manyetik Alanın Ratlarda Oluşturduğu Histopatolojik Değişiklikler
The HIstopathologIcal Changes In The Rats Caused By MagnetIc FIeld Of 50 Hz. Freguency.
Amaç: Günümüz toplum unda sağlığımızı tehdit eden elektromanyetik alanlar (EMA), en önemli çevre problemleridir. Manyetik alana maruz kalanlarda koroner kalp hastalığı, lösemi, lenfoma ve Alzheimer hastalığının görülme sıklığındaki artışlar bu kaynakların sınırsız kullanılamayacağını hatırlatmaktadır. Günlük konforumuzu artıran ev aletlerinden saç kurutma makinasının raflardaki etkisini araştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışmada 200-250 gr ağırlığında 29 erkek rat kullanıldı. Bunların 15’ i kontrol grubunu oluştururken, 14’ ü EMA’ a maruz bırakıldı. Manyetik alan kaynağı olarak BKK 1161 SK saç kurutma makinası kullanıldı. Cihaz 600 Watt (W) lık güce, 220 V - 50 Hz’ lik gerilime ve ortalama 100-150 mG’ luk manyetik alana sahipti. Deneklerle makine arasında ortalama 20-25 cm' lik mesafeden haftada 3 gün, her seferinde 5 dakika olmak üzere toplam 3 ay boyunca 205 dakika uygulandı. Bu sürenin sonunda; serum malondialdehit (MDA) düzeyleri ile beraber beyin, timus, akciğer, kalp ve büyük damarlar, karaciğer, dalak ve böbrek eksize edilip ışık mikroskobunda histopatolojik olarak değerlendirmeye alındı. Sonuçlar: 50 Hz frekanslı manyetik alanın organlarda iltihabi hücre infiltrasyonunu belirgin şekilde artırdığı; özellikle akciğerlerde aiveoler harabiyeti. böbreklerde tübüler dejenerasyonu, beyinde glial proliferasyonu, karaciğerde fibrozisi, büyük damarlarda adventisyal iltihabi infiltrasyonu üç ay gibi bir sürede oluşturduğu tesbit edildi. Büyük vasküler yatakta subendotelyal ayrılmayı, istatistik! bir değere sahip olmamakla beraber önemli bir bulgu olarak düşünmekteyiz. Serum MDA değerleri manyetik alanda kısmi artış gösterirken istatistiki olarak anlamlı değildi. Karar: EMA ’ nın serbest oksijen radikallerinin üretimini artırarak uzun dönemde kanserden aterosklerotik hastalıklara kadar farklı patolojilere yol açabileceğini düşünmekteyiz.
Background: Electromagnetlc fields (EME) are the most important environment problems that effect the public health in our century. Increasing incidence of coronary heart disease, leukemia, lymphoma, and Alzheimer in the patients who are effected from magnetic fields, are revealing that these sources can not be used unlimitedly. İn this study, we would like to investigate the effect of hairdryer on the rats. Materials and methods: İn this study, 200-250 gr weighted 29 male rats vvere used. 15 of them were control group, and 14 vvere faced with EMF. A BKK 1161 SK hairdryer was used as the magnetic field source. This machine had 600 VVatt (W) power, 220 V - 50 Hz resistance, and a mean magnetic field counted 100-150 mG. The distance betvveen the subjects and the machine was 20-25 cm. EMF was performed on them for 3 days of each week, and 5 minutes of each day, and it was lasted after 3 months with a total period of 205 minutes. At the end the malondialdehid (MDA) levels in the subjects sera vvere calculated, and they vvere sacrificed and their cerebrum, thymus, lungs, heart and great vessels, liver, kidneys, and spleen vvere taken to histopathologic examination under light microscope. Results: İt was obviously observed that the EMF in 50 Hz freguency increases the mononuclear celi infiltration in the viscera; especially, it was estimated that EMF causes alveolar destruction in the lungs, tubuler degeneration in the kidneys, glial proliferation in the cerebrum, fibrosis in the liver, and adventitial mononuclear celi infiltration in the great vessels in 3 months, vvhich is thought to be a very short period. Statistically, the subendothelial dissection in the great vessels was not found significant, hovvever, this was thought to be an important finding. The serum MDA levels of EMF group vvas increased, but statistically, this was not significant. Conclusion: We concluded that EMF causes an increase in the production of free oxygene radicals, and in the late-term this results with various diseases including cancers and atherosclerotic dişe ases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Opopanax Hispidus Bitkisinin Gövde Ekstresinin Fare Overi Üzerine Etkileri
Neşe Çölçimen, Safa Gümüşok, Ceyda Sibel Kılıç, Okan Arıhan
Araştırma makalesi
Özeti
Opopanax Hispidus Bitkisinin Gövde Ekstresinin Fare Overi Üzerine Etkileri
Effect Of The Opopanax HIspIdus Plant's AerIal Parts Extract On MIce Ovary
Amaç: Opopanax hispidus bitkisi Apiaceae familyasındandır. Tedavi amaçlı yaygın olarak hemoroid, kadın infertilitesi ve kanın temizlenmesinde kullanılmaktadır. Çalışmamızda Opopanax hispidus gövde kısımlarının methanol ekstresini farelere vererek over dokusu üzerinde oluşturduğu histolojik değişiklikleri incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: 12 adet erişkin, dişi, Swiss-Albino fare alındı, randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Kontrol grubu: Herhangi bir uygulama yapılmadı. Opopanax hispidus grubu: Opopanax hispidus metanolik ekstresi (200 mg/kg/gün) 5 gün oral gavajla uygulandı. Deneyin sonunda, sağ over dokusu eksize edilerek çıkarıldı. Dokular %10’luk tamponlu formaldehit içinde fiske edildi, rutin histolojik inceleme için takip metodları uygulandı ve akabinde 5 µm kalınlığında kesitler alındı. Kesitler hematoksilen-eozin ile boyandı ve ışık mikroskopik incelemeye tabii tutuldu. Stereolojik ölçümde Cavalieri prensibinin modifiye metodu kullanıldı. Total doku volüm oranları, Shtereom 1.5 version paket programında verilmiş noktalı alan cetveliyle ölçüldü. Grupların karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanıldı. Hesaplamalarda, istatistik anlamlılık düzeyi %5 alındı. Tüm hesaplamalar için SPSS (ver:20) istatistik paket programı kullanıldı.
Bulgular: Antral follikül sayısı açısından değerlendirildiğinde istatistiki olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Gruplar arasında over volümü değerlendirildiğinde Opopanax hispidus grubunda kontrol grubuna göre azalma olduğu ve istatistiki olarak anlamlı olduğu tesbit edildi (p<0.05).
Sonuç: Opopanax hispidus’ un over dokusunda olumlu etkiler oluşturarak antral follikül sayısını arttırdığını tesbit ettik ve bununda muhtemelen antioksidan etkisinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Aim: Opopanax hispidus (Friv.) Griseb plant belongs to the Apiaceae family. It is traditionally used for the treatment of hemorrhoids, female infertility, and purification of blood. We aimed to examine the histological changes in the murine ovarian tissue following the administration of a methanolic extract of the aerial parts of the Opopanax hispidus (Friv.) Griseb plant.
Materials and methods: Twelve adult female Swiss-Albino mice were randomly allocated into 2 groups. Control group received no administration. In the Opopanax hispidus group the methanolic extract (200 mg/kg/day) was administered via oral gavage for 5 days. At the end of the experiment right ovarian tissue of each subject was excised. Routine histological processing of tissue samples fixed in 10% formalin were then sectioned at a thickness of 5 µm. The sections were stained with hematoxylin and eosin and examined with a light microscope. The modified method of Cavalieri principle was used in the stereological measurement. The total tissue volume ratio was measured with a point counting grid provided by the Shtereom version 1.5 software package. Mann-Whitney U test was used to compare the groups.The significance level was set at 5%. All statistical analyses were performed using SPSS (ver: 20) software package.
Results: A significant difference was observed with respect to the number of antral follicles (p<0.05). A comparison of ovarian volumes between the groups revealed a significant decrease in the Opopanax hispidus group (p<0.05).
Conclusion: We demonstrated that Opopanax hispidus exerted positive effects on the ovarian tissue and increased the number of antral follicles, probably due to its antioxidant effect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mide Kanserli Hastalarda Prognozda Tümör Boyutu Etkin Mi?
Berrin Benli Yavuz, Gül Kanyılmaz, Meryem Aktan, Mehmet Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Mide Kanserli Hastalarda Prognozda Tümör Boyutu Etkin Mi?
Is Tumor SIze EffectIve In GastrIc Cancer PrognosIs?
Amaç: Mide kanseri tanısıyla postoperatif kemoradyoterapi uygulanan hastalarda tümör boyutunun ve preoperatif albumin düzeyinin prognozla ilişkisini belirlemek amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Hasta kayıtları retrospektif olarak incelendi. Klinikopatolojik özellikleri analiz edildi. 15.1.2010-31.12.2016 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 199 olgu çalışmaya dahil edildi. Birincil sonlanım noktaları genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım(HS) idi. Bulgular: Ortalama takip süresi 20,43 ay idi. Uzak metastaz 50 (%25.1) hastada gelişirken, 102 hasta (%51,3) hayatta idi. Çok değişkenli analizlerde ileri evre, sigara içimi, tümör boyutunun 8cm. den büyük olması, operasyon öncesi albumin değerinin 3,5 g/dl nin altında olması GS üzerine olumsuz etkili olarak bulundu. Lenfovasküler invazyon (LVI) ve tümör boyutunun, HS üzerine olumsuz etkileri gösterildi. İstatistiki analiz için SPSS(Statistical Package for Social Sciences) 21 versiyonu kullanıldı. Sonuç: Gelişen tedavilere rağmen halen prognozu kötü olan mide kanseri hastalarda bilinen prognostik faktörlere ilave faktörlerin belirlenmesi, tedavi modalitelerinin seçimi ve hasta yaşam sürelerini tahmin etmekte kulanılabilir.
Aim: The aim of this study was to evaluate the prognosis value of tumor size and preoperative albumin levels in gastric cancer patients treated with postoperative chemoradiotherapy. Patients and Methods: Patients records reviewed retrospectively. Clinicopathologic features were analyzed. 199 patients who applied to our clinic between 15.1.2010-31.12.2016 were included in this study. The primary end points of this study were to evaluate the overall survival (OS) and the disease free survival(DFS). Results: Mean follow up time was 20.43 months. Distant metastases devoloped in 50 patients and 102 patients were alive. In multivariate analyses , advanced T stage, history of smoking, preoperative albumin level less than 3.5 gr/dl and tumor size more than 8 cm were found to have poor prognostıc effect on OS. Lymphovascular invasion (LVI) and tumor size were showed negative effects on DFS. For statistical analyses SPSS( statistical package for social sciences) 21.0 statistical package was used. Conclusions: Despite recent treatment modalities the prognosis of gastric cancer is still poor and novel prognostic factors together with the current ones may be helpful to predict decision of proper treatment modalities and survival of the patients
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Wen Ye Icmeyen Genclerde C Vıtamın! Kaynaoı Olan Besın Alımının Kan Ye Idrar C Vitamint Duzeylerıne Etkısının Incelenmesı
Esra Teberdar, Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Wen Ye Icmeyen Genclerde C Vıtamın! Kaynaoı Olan Besın Alımının Kan Ye Idrar C Vitamint Duzeylerıne Etkısının Incelenmesı
A Study On The E,ffect Of (smoker And Non-Smoker) Young People's NutrItIon Abundant In VI-TamIn C (whom Smoker And Non-Smoker) On Blood And UrIne VItamIn C Levels.
VET Konya Selcuk Universitesi Tip Fakultesi ye Egi-tim Nisan-Mayis 1993 doneminde yaplan bu aravirmada, 18-25 ya§lart arasinda, si-.gara is en 82, sigara ictneyen 163 olmak iizere 245 ogrenciden faydalantlmtpr. Deneklerin sigara icme durumlari ile birlikte, C vitamini kaynagz olan be-sinlerin ahmintn kan ye idrar C vitamini diizeylerine etkisi incelenmgtir. Ara§tirmada, genclerde sigara kullantmtnin kan C vitamini duzeyini dii§iirdiigii saptannuotr. Diyetle yetersiz miktarda C vitamini kaynagi plan besinlerin alinumn, kan C vitamini duzeyindeki der-letici etkisi oldugu tespit edilmitir. C vitamini kay-nagi olan besinlerin ahmtnin artmasi, sigara ken ye icmeyen deneklerin kan C vitamini diizeykrinin art-manna yol agni§tir. Elde edilen hulgular sonucunda, sigara is iminin insan saghgt is in tehlikeli hir sorun oldugu kabul edilmic ve bu sorunun cOzamlenmesi kin acil on-lemlerin alinmast gerektigi ifade edilmiştir.
In the research, which was made in the Medicine and Education faculties of Konya Selguk University between April 1995 and May 1995, 245 students at the age of 18-25 were examined, 82 of whom were smokers, and 163 of whom were non-smokers. In addition to smoking habits, the intake of food con-taining vitamin C and its effect on the blood and urine vitamin C levels were examined. It has been observed that smoking decreased the blood vitamin C level. It has been also observed that intake of poor vitamin C had an important effect on the decrease of the blood vitamin C level. Increase in the uptake of pod rich in vitamin C has cor-relation with the increase in the blood vitamin C level in both smokers and non-smokers. It has been understood that smoking is harmful for the human health and urgent precautions should he taken against it.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnert Çımento Tozunun Akcığer Fonksiyonlarına Etkısı
Gülden Gedikoğlu, Neyhan Ergene, Yıldız Divanlı, Erdoğan Özkal, Çiğdem Kavun, Abdulkerim Kasım Baltacı
Araştırma makalesi
Özeti
İnert Çımento Tozunun Akcığer Fonksiyonlarına Etkısı
The Effect Of Inert Cement Dust On Pulmonary FunctIons
Araştırma, Konya Çimento Fabrikası'pzın değişik bölümlerinde çalışan 89 erkek fabrika işçisi ve abrikanın hava kirletici etkenlerine maruz kalmayan 42 kişilik kontrol grubu üzerinde yapılmıştır. Fabrika işçileri çalışma sahalarına göre yüksek (n=50) ve düşük (n=39) konsantrasyonda tam maruz kalan gruplar ve ayrıca her grupta kendi içinde sigara içen ve içme yen olarak sınıflandırılmıştır. Kontrol ile toza maruz kalan işçi grupları, ayrıca düşük ve yüksek konsantrasyonda tozu maruz kalan gruplar arasında FEV10, FEV 10%, FEF, FMF (p<0.01); sigara içen kontrol ile, sigara içen düşük ve yüksek konsantrasyonda tozu maruz kalan gruplar arasında FEV 10, MVV, FEF (p<0.01), FMF (p<0.05); sigara içmeyen kontrol ile toza maruz kalan işçi grupları arasında FEF (p<0.01), kon-trol grubu ile yüksek konsantrasyonda toza maruz kalan gruplar ve düşük ve yüksek konsantrasyonda toza maruz kalan gruplar arasında FEVi D% (p<0.01) değerleri anlamlı bulunmuştur. Çimento tozunun obstrillıtif tipte değişikliği başlattığı, toz konsantrasyonundaki artışın bu d luzlandirdi ı, sı aranın ise imento tozu la sinerjik etki yaptığı sonucuna varilmiştir.
This study has been carried out on 89 male factory workers at different seclions of Konya Cement Factory and on (lie control group of 42 persons. Factory workers have been classified into groups for being exposed to high (n=50) and low (n=39) concentrations of dust. Also each group has been classified according ta cigarette smokers and nonsmokers. Between the dust exposed workers group and control, alsa between the high and low concentrations of dust exposed groups FEN 110,FEVI0%, FEF, FMF (p<0.01); between cigarette smoker control and cigarette smoker high and low concentrations of dust exposed groups FEV MVV, FEF (p<0.01), FMF (p<0.05); between nonsmoker groups and dust exposed worker groups FEF (p<0.01), between control group and high and low concentration of dust exposed groups FEVİ.0% (p<0.01) valves have been found significant. Il has been established that the obstructive type changes started on dust exposed groups and these changes speeded up by increase in dust concentralion however the cigarette and cement dust together had synergetic influence.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Dumanının Bronş Mukozası Üzerıne Etkılerı
Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Dumanının Bronş Mukozası Üzerıne Etkılerı
The Effects Of Cıgarette Smoke On Bronche Mucosıs
The airway epithelium of smokers demonstrates hyperplasia, loss of cilia, celluler atypia, squamous metap-lasia, dysplasia, carcinoma in situ, and finally invasive carcinoma. Alt of the premalignant histologic findings are very rare in the lung of nonsmokers. In this study, we examined the changes in the bronch epithelium of the 10 people whom smoke cigarette and people whom do not smoke cigarette by lung, segment and open
Sigara içerenlerin bronş epitellerinde hiperplazi, siliya kaybı, selüler atipi, çok katlı yassı epitel metaplazisi, displazi, karsinoma in situ, nihayet invaziv karsinom görülür. Bütün bu premalign histolojik bulgular sigara içmeyenlerde çok nadirdir. Biz bu çalışmamızda, sigara içen ve sigara içmeyen onar hastadan alınan akciğer, akciğer lobu,akciğer segmenti ve açık akciğer biyopsilerinde bronş epitelinde meydana gelen değişiklikleri inceledik. Sigara içen hastalarda bronş bazal membranlarında kalınlaşma epitel hiperplazisi, Goblet hücrelerinde artış, bronş epitelinde siliya kaybı bulduk.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Obezitenin Akcığer Fonksiyonlarına Etkisi
Gülden Gedikoğlu, Neyhan Ergene, Yıldız Divanlı, Erdoğan Özkal, Çiğdem Kavun, Abdulkerim Kasım Baltacı
Araştırma makalesi
Özeti
Obezitenin Akcığer Fonksiyonlarına Etkisi
The Effect Of ObesIty On Pulmonary FunctIon Tests (pft)
42 kontrol ve 15 obez olmak üzere toplam 57 denekte, obezite ile sigara kullanımı ve yaş faktörünün akciğer fonksiyon testleri (AFT) üzerine olan etkisi incelendi. Obesitenin obstrüktif ve restriktif tipte akciğer fonksiyon bozukluğuna (AFB) yol açtığı, obstrüktıf tip değişikliklerde sigara kullanımının da etkili olabileceği, yaşın ilerlemesiyle AFB arasında anlamlı bir korrelasyon bulunmadığı saptandı.
The effect of cigarette smoking and age factor with obesity on PFT has been examined on 57 subjecis which 42 of them were control and 15 of them were obese. it has been established that the obesity caused obstructive and restrictive type of pulrnonary function defects, the cigarette srnoki. g rnight have been ellective on obstructive type change and there has been no significant correlation between PFT and ageing.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Doz A Vitamininin Karaciğer Üzerine Etkileri Işık Mikroskobik Çalışma
Neriman Çolakoğlu, Aysel Kükner
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Doz A Vitamininin Karaciğer Üzerine Etkileri Işık Mikroskobik Çalışma
Effects Of HIgh Doses VItamIn A On LIver
Bu çalışmada yüksek doz all-trans retinoik asidin karaciğer dokusu üzerine olan etkileri araştırıldı. Çalışmada 12 adet ergin erkek VVistar cinsi sıçan kullanıldı. Denekler 3 gruba ayrıldı. I.grup: On beş gün boyunca ora! yoldan 20 mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen sıçanlar (n:4) II.grup: On beş gün boyunca ora! yoldan 40 mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen sıçanlar (n:4) III.grup: Kontrol olarak kullanılan sıçanlardan oluşturuldu. (n:4) Deneyin sonunda sıçanlar eter anestezisi altında öldürülüp karaciğer dokuları alınıp ışık mikroskobik incelemeler için Boin solüsyonunda tespit edildi. Parafin bloklar hazırlanıp 5 mm’llk kesitler alındı. Hazırlanan kesitlere farklı boyalar uygulanıp ışık mikroskopta incelendi. Deney gruplarının karaciğer lobüllerinin periferal zonundaki hepatosit sitoplazmalarının boyanmadığı görüldü. Yine lobüllerin periferal zonlarında aktive olmuş Kupffer hücre yoğunlaşmaları görüldü. Bu bulguların paralelinde deney gruplarının lobül yapılarında bozulmalar saptandı. Yapısal değişiklikler 40mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen gruplarda daha şiddetli düzeyde idi.
The effects of excess all-trans retinoic acid on liver tissue were investigated in this study. Tvvelve adult male VVistar rats were used. The animal were divided into three groups. I. group: 20 mg/kg/day all-trans retinoic acid was given to rats (n:4) by oral gavage, during 15 days II.group: 40 mg/kg/day all-trans retinoic acid was given to rats (n:4) by oral gavage, during 15 days III.group: Pats were used as control (n:4) End of experimental study, rats were killed under ether anesthesia. Liver tissues were taken and fixed with Boin’s solution for light microscobic observation. Paraffin blocks were prepared and 5 mm sections were stained diffrent methods. Later, sections were examined with ligth microscope. İn the experimental groups, the cytoplasms of hepatocytes in the peripheral zone of liver lobules were stainless. Excess celi infiltration which were considered activated Kupffer cells, observed at the peripheral zone. Moreover, hepatic lobule structure of experimental groups were destroyed This findings were more serious for intake 40 mg/kg/day all-trans retinoic acid rats.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sızma Civa Işletmelerınde Çalışanların Sağlık Sorunları Ve Buna Yol Açan Nedenler
Ahmet Kaya, Selma Çivi, Mustafa Mete
Araştırma makalesi
Özeti
Sızma Civa Işletmelerınde Çalışanların Sağlık Sorunları Ve Buna Yol Açan Nedenler
The Health Problems Of The Mercury ProcessIng Plant Workers And The Cause Of These Problems
Sızma Civa işletmelerinde çalışanların sağlık sorunlarını incelemek için yapılan bu çalışmada en önemli sağlık sorununun kronik obstrüktif akciğer Hastalığı (k-0AM olduğu ve bunun sigara içimiyle ilişki bulunduğu tesbit edilmiştir. işyerinde çalışanların %23.957 KOAH`lı olup çalışma yeri ve KOAH arasında bir ilişki tespit edilmemiştir. Ayrıca obez sayısının fazla bulunduğu, ağız sağlığı ve hijyeni ile ayak bakımının yetersiz olduğu saptanmıştır.
Those who am working in the mercury proces-sing plant and suffcring from chronic obstructive pulmonery diseasc (COPD) were studicd for possible mercury toxicity. The study reveals that about 23.95 % of the total workes were COPD patients and their problems were bccause of the cigaret smoking rather that' the toxicity from the exposure. In addition to this study we found that the workes had poor oral hygenic care.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rat Beyin Dokularında Chlorpyriphos-Ethyl'in Neden Olduğu Antioksidan Sistemdeki Değişiklikler İle Melatonin Ve Vitamin C + Vitamin E'nin Koruyucu Etkileri
Fatih Gültekin, Namık Delibaş, Süleyman Kutluhan
Araştırma makalesi
Özeti
Rat Beyin Dokularında Chlorpyriphos-Ethyl'in Neden Olduğu Antioksidan Sistemdeki Değişiklikler İle Melatonin Ve Vitamin C + Vitamin E'nin Koruyucu Etkileri
The Changes In AntIoxIdans System Caused By ChlorpyrIphos-Ethyl In Rat BraIn And ProtectIve Effect Of MelatonIn And VItamIn C + VItamIn E
Chlorpyriphos-ethyl’e (CE) maruz kalan rafların beyin dokularında melatonin ile vitamin C ve vitamin E kombinasyonunun koruyucu etkileri araştırıldı. Deney grupları şu şekilde organize edildi: Kontrol grubu (C), CE verilen grup (CE), vitamin E + vitamin C verilen grup (Vit), melatonin verilen grup (Mel), vitamin E + vitamin C + CE verilen grup (Vit+CE) ve melatonin + CE verilen grup (Mel+CE). İlgili gruplara altı gün vitaminler ve melatonin verilirken beşinci ve altıncı gün CE verildi. Beyin dokusu homojenatlarında CE grubunda C grubuna göre tiobarbitürik asit reaktif substans yüksek iken antioksidan potansiyel düşüktü (p<0,10). Süperoksit dismutaz ve glutatyon peroksidaz aktivitelerinde CE grubunda C grubuna göre düşük bulundu (p<0,10). Sonuçta, CE'nin rat beyin dokusunda oksidatif strese neden olduğu, bu oksidatif stresin CE toksisitesinde rol oynayabileceği ve melatoninin ile vitamin C ve vitamin E kombinasyonunun CE'nin beyin üzerine toksik etkilerini anlamlı olarak azaltabileceği kanaatine varıldı.
The protective effect of melatonin and the combination of vitamin C and vitamin E on the brain tissue of rats treated with chlorpyriphos-ethyl (CE) was investigated. The experimental groups were as follovvs: Control group (C), CE treated group (CE), vitamin E plus vitamin C treated group (Vit), melatonin treated group (Mel), vitamin E plus vitamin C plus CE treated group (Vit+CE), and melatonin plus CE treated group (Mel+CE). Vitamins and melatonin were administered to appropriate groups six days. CE was applied only fifth and sixth days. İn CE group, comparing with C group, thiobarbituric acid reactive substances was found to increase, vvhereas antioxidant potential was decreased (p<0, W) in brain tissue homogenates. Superoxide dismutase and glutathione peroxidase activities were high in CE group, comparing with C group (p<0,10). These results suggest that CE may cause oxidative stress in rat brain tissues, this oxidative stress may involve in CE toxicity, and melatonin and the combination of vitamin C and vitamin E may decrease these toxic effects caused by CE.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Açlığın İnce Bağırsak Mukozası Üzerine Olan Etkilerinin Işık Mikroskobik İncelenmesi
Neriman Çolakoğlu, Aysel Kükner, Enver Ozan
Araştırma makalesi
Özeti
Açlığın İnce Bağırsak Mukozası Üzerine Olan Etkilerinin Işık Mikroskobik İncelenmesi
LIght MIcroscopIc ObservatIon Of Effects Of StarvatIon On IntestInal Mucosa.
Bu çalışmada açlık ve açlık sonrası beslenmenin ince bağırsak ileum mukozasına olan etkileri incelendi. Çalışmada toplam 42 adet ergin erkek sıçan kulan ildi. Üç grup oluşturuldu. Birinci gruptaki hayvanlar 1, 2, 3, 5, 9, 11 ve 14 gün aç bırakıldı. İkinci gruptaki hayvanlar belli açlık sürelerini takiben doyurulup 1, 2, 3, 5 ve 12 gün sonra kesildi. Üçüncü gruptaki denekler kontrol olarak kullanıldı ve normal beslendi. Aç bırakılma süresince deneklere sadece su verildi. Denekler açlık süresi boyunca günlük .olarak tartıldı. Deney süreleri sonunda eter anestezisi altında öldürülen deneklerin ileum bölgelerinden ışık mikroskopta incelemek üzere doku örnekleri alındı. Hazırlanan parafin kesitlere çeşitli boyalar uygulandı. Ayrıca villus'uzunlukları oküler mikrometre ile ölçülerek değerlendirildi. Yapılan mikrometrik ölçümler sonucunda açlığın 3. gününden itibaren açlık süresinin artışına paralel olarak villus boylarında giderek kısalma gözlendi. Bunun yanında vucut ağırlıklarında azalma saptandı. Uzun süren açlık dönemlerinde (5, 9, 11 ve 14 gün) villusların lamina propriasındaki lenfatiklerde genişleme, kan damarlarında dolgunluk gözlendi. Paneth hücrelerinin ve içerdikleri granül yapılarının kontrol grubuna göre artmış olduğu tespit edildi. Açlık sonrası doyurulan gruplarda villus uzunluklarında uzama saptandı. Paneth hücrelerinin ve salgı granüllerinin yoğunlukları devam etmekteydi.
The effects of starvation and refeeding on intestinal mucosa nere studied in ileum of rat intestine. Forty-two adult male rats nere used in this study. Animals nere divided into three groups. First groups of twenty-one rats nere starved for 1, 2, 3, 5, 9, 11 and 14 days. Second group of fifteen rats nere refed after a period of starvation and then decapitated after 1, 2, 3, 5 and 12 days. Third groups of three rats nere used as control animals. Starved rats nere alloned to drink nater ad libitum. Control animals had free access to nater and to chon pellets until the time of killing. Animals nere neighed daily during the fasting period. Animals nere killed under ether anesthesia. Ileal sections nere stained. Ileal villi size nere measured by ocular micrometre. After 3-day fasting, villi heigth nas observed to be gradually decreased nith days of fasting. Body neigth and after 3-day-fasting villi heigth gradually decreased nith days of fasting. Lymphatics nere dilated (5, 9, 11 and 14 day fasting), blood vessels nere fulled up nith erytrocyte at the long term fasting (9, 11 and 14- day fasting). Paneth cells and their granules nere gradually increased nith days of fasting. Ileal villus nere determined to height increased after refeeding. Paneth cells and their dense granules nere persistent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Appendiks Epididimis Torsiyonu
Recai Gürbüz, Mehmet Kılınç, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Appendiks Epididimis Torsiyonu
Appendıks Epıdıdımıs Torsıon
Akut ağrılı skrotum hastalıklarında ayırıcı teşhiste düşünülmesi gereken appendiks epididiinis torsiyonu klinikte çok nadir görülür. Literatür gözden geçirildiğinde çoğu appendiks testis torsiyonları ile birlikte rapor edilmiş birkaç appendiks epididimis vakası vardır.
Torsion of appendix epididymis is a rare entity and the possibilitıj of this condition should be considered in differantial diagnosis of acute scrotal pain and swelling. A few torsions of appendix epididymis have been reported with the most of torsions of appendix testis when the literature is reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Formaldehit Uygulamasıyla Akciğerlerde Oluşan Hasar Üzerine Omega-3 Yağ Asitlerinin Koruyucu Etkisi
İsmail Zararsız, M. Fatih Sönmez, H. Ramazan Yılmaz, Hıdır Pekmez, İlter Kuş, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Formaldehit Uygulamasıyla Akciğerlerde Oluşan Hasar Üzerine Omega-3 Yağ Asitlerinin Koruyucu Etkisi
The ProtectIve Effects Of Omega-3 Fatty AcIds AgaInst Of Formaldehyde-Induced OxIdatIve Damage To Lungs In Rats
Bu çalışmada, formaldehitin akciğer dokusu üzerine olan toksik etkileri ve bu toksik etkilere karşı omega-3 yağ asitlerinin koruyucu etkisi histolojik ve biyokimyasal olarak araştırıldı. Bu amaçla, 21 adet Wistar-Albino cinsi erkek sıçan üç gruba ayrıldı. Grup I’deki sıçanlar kontrol olarak kullanıldı. Grup II’deki sıçanlara gün aşırı olarak formaldehit enjekte edildi. Grup III’deki sıçanlara ise, formaldehit enjeksiyonu ile birlikte günlük olarak omega-3 yağ asiti verildi. 14 günlük deney süresi sonunda bütün sıçanlar dekapitasyon yöntemi ile öldürüldü. Hayvanlardan alınan akciğer doku örnekleri rutin histolojik prosedürler uygulandıktan sonra ışık mikroskobunda incelendi. Ayrıca akciğer doku örneklerinde süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), ksantin oksidaz (XO) ve malondialdehit (MDA) enzim aktiviteleri spektrofotometrik olarak tayin edildi. Çalışmamızda, formaldehit uygulanan sıçanlarda SOD, XO ve MDA düzeylerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir artışın olduğu tespit edildi. CAT değerlerinde ise anlamlı bir azalma görüldü. Bu grubun ışık mikroskobik incelemesinde pulmoner interstisyumda kanama alanları, hemosiderin yüklü makrofajlar ve terminal bronşiollerde epiteliyal dökülmelere rastlandı. Formaldehit maruziyeti ile birlikte omega-3 yağ asiti verilen sıçanlarda ise, formaldehit maruziyetinin neden olduğu histolojik değişikliklerin azaldığı tespit edildi. Ayrıca SOD, XO ve MDA düzeylerinde bir azalma olurken, CAT değerlerinde bir artışın olduğu görüldü. Sonuç olarak, sıçanlarda formaldehit maruziyeti sonucu akciğer dokusunda oksidatif hasarın oluştuğu ve bu hasarın omega-3 yağ asitleri uygulaması ile önlendiği tespit edildi.
In this study the toxic effects of formaldehyde to lungs and protective effects of omega-3 fatty acids against these toxic effects were investigated at histological and biochemical levels. For this purpose, 21 adult male Wistar rats were divided into three groups. Rats in group I were used as control. Rats in group II were injected with formaldehyde every other day. Rats in group III Daily received omega-3 fatty acids with injection of formaldehyde. At the end of 14 days experimental period all rats were killed by decapitation. The lung tissue specimens which were taken from the rats were examined under light microscope after performing the routine histological procedures. The activities of superoxide dismutase (SOD), catalase (CAT), xanthine oxidase (XO) and malondialdehyde (MDA) were determined in the lung specimens by using spectrophotometric methods. In our study in rats whom formaldehyde was given a statistically significant increase in the levels of SOD, XO and MDA was determined when compared to control group. A significant decrease in the level of CAT was also detected. In the light microscopic examination of this group, bleeding areas in interstitium, hemosiderin loaded macrophages and ephitelial spilths on terminal bronchiales was observed. It was determined that the histological variances which caused by formaldehyde exposure were decreased in ratswhom received omega-3 fatty acids along with formeldehyde. In addition a decrease in SOD, XO, MDA levels and an increase of CAT levels were determined. Asa result, it was determined that damage accured in lung tissue of rats exposured to formaldehyde and this damage was prevented by the application of omega-3 fatty acids.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yürüyüş Ve Koşu Aktiviteleri Süresince Yağ Ve Karbonhidrat Oksidasyonundaki Değişimler
Şükrü Serdar Balcı, Nilsel Okudan, Hamdi Pepe, Serkan Revan, Hakkı Gökbel, Muaz Belviranlı, Hasan Akkuş
Araştırma makalesi
Özeti
Yürüyüş Ve Koşu Aktiviteleri Süresince Yağ Ve Karbonhidrat Oksidasyonundaki Değişimler
Changes In Fat And Carbohydrate OxIdatIon DurIng WalkIng And RunnIng ActIvItIes
Bu çalışmada aynı ve farklı hızlarda yapılan yürüyüş ve koşu egzersizleri süresince yağ ve karbonhidrat oksidasyon oranlarındaki değişimlerin incelenmesi amaçlandı. Araştırmaya düzenli olarak egzersiz yapmayan, orta düzeyde aktif ve sigara kullanmayan 11 sağlıklı erkek öğrenci gönüllü olarak katıldı. Katılımcıların bireysel yürüyüşten koşuya geçiş hızları (YKGH) belirlendi. Katılımcıların her biri 2413,5 metrelik mesafeyi ayrı günlerde kendi YKGH ‘nda yürüyüş (YKGH-Y), koşu (YKGH-K) ve bu hızdan 2 km/saat daha yavaş yürüyüş (YKGH-2), 2 km/saat daha hızlı koşu (YKGH+2) olmak üzere dört farklı aktiviteyle kat etti. Yürüyüş ve koşu aktiviteleri sürecinde pulmoner gaz değişimi indirekt kalorimetreyle takip edilerek, yağ ve karbonhidrat oksidasyon miktarları hesaplandı. En yüksek yağ oksidayonu YKGH’da yapılan koşu aktivitesinde meydana geldi ve bu oksidasyon miktarı YKGH-Y aktivitesine göre önemli düzeyde yüksekti. YKGH-Y aktivitesindeki karbonhidrat oksidasyon miktarı YKGH-2, YKGH+2 aktivitelerinden önemli düzeyde yüksekti. Yürüyüş veya koşu aktivitelerinde yağ oksidasyonu miktarlarındaki farklılıkların aktivite tipinden ziyade, aktivitelerin yoğunluklarından kaynaklandığı söylenebilir.
The aim of the study was to investigate the changes in fat and carbohydrate oxidation rates in the same and different activity speed during walking and running. Eleven healthy males participated in this study. The subjects’ individual preferred walk-to-run transition speeds (WRTS) were determined. Each subject covered 1.5 mile distance for four exercise tests; walking (WRTS-W) and running (WRTS-R) tests at WRTS, 2 km.h-1 slower walking than WRTS (WRTS-2) and 2 km.h-1 faster running than WRTS (WRTS+2). The expired air was measured and analyzed breath-by-breath using an automated online system and heart rate was monitored and recorded throughout walking and running tests. Maximal fat oxidation was observed at the WRTS-R activity. Fat oxidation rate was significantly higher in WRTS-R than WRTS-W. Also, carbohydrate oxidation rates were significantly higher in WRTS-W activity than WRTS-2 and WRTS-2 activities. Our results indicate that differences in fat oxidation during running and walking might have been resulted from activity intensity rather than activity mode.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Öğrenim Ve Üniversite Öğrencilerinde Obsesif Kompulsif Bozukluk Yaygınlığı
Nazmiye Kaya, Ali Savaş Çilli, İshak Özkan, Rüstem Aşkın, Metin Telcioğlu, Rahim Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Öğrenim Ve Üniversite Öğrencilerinde Obsesif Kompulsif Bozukluk Yaygınlığı
The Prevalance Of ObsessIve E-CompulsIve DIsorder (0cd) Among HIgh School And UnIversIty Students
Çalışma 1 Mayıs 1996-31 Aralık 1996 tarihleri ara.s'ında Konya il merkezinde orta okul, lise ve üniversite öğrencileri üzerinde yapıldı. Çalışma 872si (%45.4) kız, 1050'si erkek (%54.6) olmak üzere 1922 öğrenci alındı. Öğrencilere Uluslararası Bileşik Tanı Çizelgesinin (CID1) obsesif kompulsif bozukluk (OKB) alt bölümü uygulandı.DSM-IV tanı kriterlerine göre öğrencilerin %2.5'i OKB .tanısı aldı. OKB ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki bu-lunmazken (p>0.05), sosyoekonomik durumu kötü olanlarda (p<0.05), birinci derece akrabalarmda OKB öyküsü olanlarda (p<0.05), sigara, alkol-ilaç kötiive kullananlarda (p<0.0001 ) OKB yaygınlığı anlamlı derecede yüksek bulundu.
This study was performed among high school and university students in Konya hetween 1 May 1996-31 December 1996. Totally 1922, 872 (45.4 %) lemak, 1050 (54.6%) male students were luded in the study. Composed International Di-agnose Interwiev (CIDI) was applied to subjects. According to DSM-IV diagnostic criteria 2.5 % of students were diagnosed as OCD Although there was no relation hetween OCD and sex (p<0.05), the prevalance of OCD was ..signıticantly higher in low economic status (p<0.05), subject with family his-tory of OCD in first-degree relatives (p<0.05) and in cases of cigarette smoking and alcohol-drug ahuse (p<0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ketem’e Başvuran Kadınlarda Meme Şikâyetlerinin Değerlendirilmesi
Mehmet Ali Eryılmaz, Said Bodur, Seher Civcik, Yasemin Durduran
Araştırma makalesi
Özeti
Ketem’e Başvuran Kadınlarda Meme Şikâyetlerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Breast ComplaInts Of Women ApplyIng To Ketem
Konya Kanser Erken Teşhis-Tarama Ve Eğitim Merkezi (KETEM)’ne 2007-2010 yıllarında başvuran kadınların mevcut ve geçirilmiş meme yakınmalarının dağılımı ve demografik değişkenlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. KETEM’in elektronik ortamdaki veri giriş paneline ait bilgiler, çalışma için gerekli olanları süzülerek ve kişisel bilgilerden arındırılarak, Excel dosyası formatında elde edildi. Bağımlı ve bağımsız değişkenler demografik özellikler ve meme şikâyetleriydi. Veriler SPSS ortamına aktarıldı ve analiz edildi. Betimleyici istatistikler kullanıldı. İlişkilerin belirlenmesinde adım adım lojistik regresyon analizi yapıldı. Konya KETEM’e 2007- 2010 yıllarında başvuran ve meme sorgusu yapılan 19600 kadının yaş ortalaması 44±12 yıl olup % 92’si sosyal güvenceye sahipti. Kadınların ilk adet yaşı ortancası 13 yıl, canlı doğum sayısı ortancası 3 çocuk, toplam emzirme süresi ortancası 36 ay idi. OKS kullananların oranı % 9, sigara içenlerin oranı % 7, şişmanlık oranı % 33 ve bitkisel ağırlıklı beslenme oranı sadece % 2 idi. Mamografi çektirme oranı % 32, kendi kendine meme muayenesi yapma oranı % 18’di. Kadınların % 44’ü herhangi bir meme şikâyetine, % 8’i de geçirilmiş meme hastalığı öyküsüne sahipti. Meme yakınması varlığı yaş, boy, canlı doğum sayısı, toplam emzirme süresi ve beslenme tipi ile ilişkili bulunurken, geçirilmiş meme hastalığı boy ve sigara kullanımı ile ilişkili bulundu (her biri için en az p
To determine the distribution and association with demographic variables of breast complaints of women in Early Diagnosis-Scanning and Education Centers (KETEM). Electronically kept data in Konya KETEM was analyzed by omitting personal information via SPSS package software in 2011. Dependent and independent variables were demographic features and breast complaints. Descriptive statistics were used, and logistic regression analysis was performed step by step to define the correlations. Mean age of women applying to KETEM between 2007 and 2010 was 44±12 years, and 92% were of social security. Median age of first menstrual cycle was 13 years, median number of living births was 3, and median total duration of breastfeeding was 36 m. The rates of OKS use, smokers, obesity and vegetative life style were 9%, 7%, 33% and 2%, respectively. The rates of mammography and self-checked breast examination were 32% and 18%, respectively. 44% had any kind of breast complaints, and 8% had a history of experienced breast disease. While the existence of complaints was associated with age, height, number of living births, total breastfeeding duration and type of nutrition, experienced breast disease was related to height and smoking (at least, p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarkoidozda 18f-Fdg Pet/bt Bulguları Ve Nötrofil/lenfosit Oranının Karşılaştırılması İle Aktif İnflamasyonun Yaygınlığının Değerlendirilmesi
Hasan Önner, Mustafa Erol
Araştırma makalesi
Özeti
Sarkoidozda 18f-Fdg Pet/bt Bulguları Ve Nötrofil/lenfosit Oranının Karşılaştırılması İle Aktif İnflamasyonun Yaygınlığının Değerlendirilmesi
Evaluatıon Of The Integrıty Of Actıve Inflammatıon By Comparıng 18f-Fdg Pet/ct Fındıngs And Neutrophıl-Lymphocıde Rate In Sarocoıdosıs.
Amaç
Sarkoidoz hastalığında tedaviye başlama kararı, klinik ve radyolojik bulgular ile takipte solunum fonksiyon testi değerlerindeki bozulmaya göre verilmekte olup, tedavi yönetiminde farklı tetkiklere ihtiyaç duyulmaktadır. F-18 florodeoksiglukoz (18F-FDG) pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) hastalığın yaygınlığı hakkında önemli bilgiler verirken; nötrofil/lenfosit oranı (NLO) doku hasarına bağlı inflamasyon için iyi bir prognostik belirteç olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada, sarkoidozun 18F-FDG PET/BT bulguları ile NLO ve diğer klinik bulgular arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.
Materyal ve Metod
Kliniğimizde, 18F-FDG PET/BT tetkiki yapıldıktan sonra sarkoidoz tanısı alan hastaların verileri retrospektif olarak tarandı. Yaş, cinsiyet, NLO, sigara öyküsü, semptomlar ve ekstratorasik tutulum varlığı ile 18F-FDG PET/BT bulguları karşılaştırıldı.
Bulgular
Çalışmaya 41 hasta dahil edildi. NLO ile tüm vücut toplam lezyon glikolizi (TLG) arasında güçlü, NLO ile tüm vücut metabolik aktif inflamatuar alan (MAİA) arasında orta düzeyde anlamlı korelasyon saptandı (Sırasıyla r değerleri: 0.852, 0.660; her ikisi içinde p değeri: <0.001). Sadece torasik tutulumu olan hasta grubu ile ilave ekstratorasik tutulumu olan hasta grubu arasında MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptandı (p değerleri sırasıyla: 0.002, 0.001 ve 0.003). Semptomlara göre yapılan sınıflamada gruplar arasında STDmaks, MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptanmadı. Yaşlı grupta anlamlı olarak daha yüksek MAİA ve TLG medyan değerleri bulundu (sırasıyla p değerleri: 0,037 ve 0,040). Cinsiyete göre yapılan sınıflamada gruplar arasında STDmaks, MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç
Sarkoidozda prognostik bir gösterge olarak kabul edilen NLO ile tüm vücutta hastalığın yaygınlığını gösteren 18F-FDG PET/BT bulguları arasında saptadığımız yakın ilişki, tedavi yönetiminde klinisyene önemli bilgiler verebilir.
Aim
The decision to start treatment in sarcoidosis is made based on clinical and radiological findings and changes in pulmonary function test findings during follow-up, and more useful tools are needed in treatment management. F-18 fluorodeoxyglucose (18F-FDG) positron required important tomography / computed tomography (PET/CT) contains important information about the extent of sarcoidosis. On the other hand, the neutrophil/lymphocyte ratio (NLR) opens as a good prognostic marker for tissue-related inflammation. This study evaluated the relationship between the 18F-FDG PET/CT findings of sarcoidosis and NLR and other clinical findings.
Material and methods
The data of the patient who was diagnosed with sarcoidosis after 18F-FDG PET/CT examination in our clinic were retrospectively reviewed. Patients' age, gender, NLR values, smoking status, extrathoracic involvement and symptoms, and 18F-FDG PET/CT findings were compared.
Results
This study consisted of 41 patients. There was a strong correlation between NLR and whole body total lesion glycolysis (TLG), and moderate correlation between MAIA and NLR (r values: 0.852, 0.660, both of them p value: <0.001, respectively). There was a significant difference between the groups showing only thoracic involvement and additional extrathoracic involvement with MAIA, TLG and NLR values (p values,: 0.002, 0.001 and, 0.003, respectively). In the classification made according to the symptoms of the patients, there was no significant difference between the groups with SUVmax, MAIA, TLG and NLR values. Median values were found to be significantly higher in the elderly group (p values: 0.037 and 0.040, respectively). In the classification made according to gender; there was no significant difference in both PET/CT parameters and NLR values.
Conclusion
The close relationship between the NLR value, which is accepted as a prognostic indicator in sarcoidosis, and the 18F-FDG PET / CT findings which show the involvement of the disease in the whole body, may provide the clinician with significant benefits in treatment management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Yıllık Akciğer Kanserli Olguların Analizi
Ünal Şahin, Ahmet Akkaya, Erhan Turgut, Mehmet Ünlü
Araştırma makalesi
Özeti
Üç Yıllık Akciğer Kanserli Olguların Analizi
A Three Year AnalysIs Of Lung Cancer Cases
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinde Haziran 1995- Mayıs 1998 yılları içinde yatarak tedavi gören 95 akciğer kanserli hastayı çeşitli yönlerden analiz ettik ve olgularımızın genel bir değerlendirmesini yaptık. Olguların histolojik tipleri; 32 (%33.7) epidermoid karsinom, 24 (%25.3) adenokarsinom, 13 (%13.7) küçük hücreli karsinom, 2 (%2.1) büyük hücreli karsinom, 8 (%8.4) metastatik akciğer kanseri ve 16 (%16.9) tip tayini yapılamayan şeklindeycli. Küçük hücre dışı ve tip tayini yapılamayanların 7' si evre I, 10' u evre Il, 14' ü evre Ili A, 20' si evre IIIB' de ve 23 tanesi ise evre IV olgulardı. Küçük hücreli akciğer kanseri olan 13 ol-gunun 3' ü toraksa sınırlı, 10 tanesi ise yaygın hastalık grubundaydı. Olguların 77' sinde (%81.05) sigara anam-nezi olup; küçük hücreli akciğer kanseri (50.711 piyıl), metastatik akciğer kanseri (44.75 piyıl), epidermoid kar-sinom (43.75 piyıl), adenokarsinom 38.00 piyıl olarak saptanmıştır. Hastalarda en stk görülen semptomlar, öksürük (°/068.4) ve kilo kayblydı (%63.4). Olgularımızda santral yerleşim en sık küçük hücreli akciğer kanseri (c/076.9) ve epidermoid karsinom %62.5 iken, periferik yerleşim en sık (%71) ile adenokarsinomda saptanmıştır. Parankimal infiltrasyon en sık (°/072) epidermoid karsinomada, soliter nodül (%63) metastatik akciğer karsinomu, kavitasyon (%50) büyük hücreli karsinom, plevral ef-tüzyon (%46) adenokarsinom ve mediasten genişlemesi (c/054) küçük hücreli akciğer kanserinde saptanmıştır. Olgularımızın %51.891 una bronkoskopik biopsi+lavaj, %17.73' üne balgam sitolojisi, 3/017.73' üne plevra ponksiyonu ve biopsisi ve %12.65' ine de transtorakal ince iğne biopsisi ile histopatolojik tanı konulmuştur.
We analyzed the different parameters of the 95 cases with pulmonary carcinoma hospitalized in Chest De-partment of Süleyman Demirel University Medical Faculty rn June1995- July1998 years and we made a general evaluatiorı of the cases. Squamous cell carcinoma was present in 33.7%, adenocarcinoma in 25.3%, small carcinoma in 13.7%, large cell carcinoma in 2.1% and metastatic carcinoma in 8.4%. 16.9% of patients had na histapathologic diagnoses. Of these patients, 9.46% was in stage I, 13.51% was in stage Il, 18.92% was in stage II1A, 2702% was in stage I/IB and 31.08% was in stage IV. 81.05% of patients were smokers, when amount was considered, it was 50.70 packlyear for small cell carcinoma, 44.75 packlyear for metastatic lung cancer, 43.75 packlyear for squamous celf carcinoma and 38.00 packlyear for adenocarcinoma. When clinical findings were considered, cough (68.4%) and weight loss (63.4%) were seen most in patients. While central localization was seen 76.9% in small cell carcinoma, 62.5% in squamous cell carcirıoma; peripheric localization (71.0%) was seen mostly in adenocarcinoma. Parancimal infiltration was detected most often in squamous cell carcinorrıa (72%), soliter nodule in metastatic lung carcinoma (63%), neoplastic cavity in large cell carcinoma (50%), pleural effusion iri adenocarcinoma (46%) and mediastinal enlargement in small cell carcinoma (54%). Histopathologic diagnoses were detected by means of bronchoscopic biopsy and lavage (51.89%), sputum cytology (17.73%), pleural punc-Non and biopsy (17.73%) and transthoracal fine needle biopsy (12.65%).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskemik İnmede Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
Mehmet Gül, Metin Bircan, Abdullah Sadık Girişgin, Başar Cander, Hasan Hüseyin Kozak
Araştırma makalesi
Özeti
İskemik İnmede Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of RIsk Factors In IschemIc Stroke
Amaç: Bu çalışmanın amacı iskemik inme epidemiyolojisi ile ilgili verilere katkıda bulunmaktı. Gereç ve Yöntem: Biz iskemik inme tanısı almış 99 olguyu inme risk faktörleri yönünden inceledik. Hasta ve kontrol grubu inme risk faktörleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Hipertansiyon (HT), atriyal fibrilasyon (AF) ve sigara; iskemik inmeli olgularda risk faktörleri olarak kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P<0.05). Sonuç: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında iskemik inmeli hastalarda diyabet ve dislipideminin anlamlı risk faktörü olmadığı görüldü (P>0.05).
Aim: The aim of this study was to contribute to the data about the ischemic stroke epidemiology. Material and method: We analyzed 99 patients with ischemic stroke regarding the stroke risk factors. The patients and the controls were compared in respect to stroke risk factors. Results: Hypertension, atrial fibrillation, and cigarette smoking was statistically significant as a risk factor in the stroke group compared with the control group (P<0.05). Conclusion: Diabetes mellitus and dyslipidemia have not been found as significant risk factors in patients with stroke when compared with the control group (P>0.05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalıklılarda Sinir İletim Çalışması
Bülent Oğuz Genç, Savaş Yaşar, Emine Genç, Süleyman İlhan
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalıklılarda Sinir İletim Çalışması
Nerve ConductIon Study In PatIents WIth ChronIc ObstructIve Pulmonary DIsease
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (K0A1-1) bulunan 46 hastada (yaş ort:62.63±7.41) kronik solunum yet-mezliğinin motor ve duysal sinir iletimleri üzerine etkisi araştırıldı. Hastaların % 13'ünde klinik ve anamnestik ola-rak nöropati düşündüren bulgular gözlendi, %35'inde ise elektrofizyolojik olarak alt ekstremitelerde ve duysal si-nirlerde belirgin demiyelinizan tipte bir nöropatinin varlığını düşündüren bulgular elde edildi. Yaş, hipokseminin derecesi, hastalık ve sigara kullanım süreleri ile sinir iletim hızlarındaki yavaşlama arasında anlamlı bir korelasyon bulunma& Bu elektrofizyolojik sonuçlar alt ekstremitelerde ve duysal liflerde belirgin olup derniyelinitif etkilenişi düşündürmektedir ve literatürle uyumludur.
Fourty six patients with chronic obstructive pulmonary disease(COPD), mean age 62.63±7.41, were studied to determine the effect of chronic respiratory insufficiency on penpheral sensory and motor nerve conduction. 13% of patients showed clinical symptomps or signs suggestive of neuropathy. Abnormal nerve conduction studles were found in 35% of patients suggesting a predominantly distal and sensory neuropathy of demyelinating type. Age, degree of hypoxemia, duration of disease and cigarette consumption did not significantly correlate with slowing of nerve conduction velocities. These electrophysiologic results are suggestive of a predominantly clistal and sensory neuropathy of demyelinating type that is in agreement with literature knowledge.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erken Gebelıkte Akut Mıyokart Infarktusti
Yahya Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Erken Gebelıkte Akut Mıyokart Infarktusti
Acute MyocardIal InfarctIon DurIng Early Preg-Nancy
37 ya§inda harm. anteroseptal bOlgede akut mi-yokart infarktiisii (AM!) lie koroner yogun bakim iinitesinde yattrrldr. Son adet kanamasunn 01- madrgou burada farketti. Yaptirrlart test sonunda ge-belik oldugu anlapich. Gebeligin ilk aymdaydr. in-farktusiin akut doneminde komplikasyon olmadt. Sonraki aylarcla yaprlan takiplerinde rahattr. drizenli kullanrldi. Gebeligin sekizinci ayinda 1800 gr dogum agirlikli vaginal yoldan prernatiir dogum oldu. Gehe hammlarm gogiis agrilarr miyokart in-farktiisli yOniinden iyi degerlendirilmeli, yac, hi-pertansiyon, sigara igme, fazla kilo, wile oykiisii gihi risk faktorleri araorrilmaltchr.
A 37 - year old woman was admitted to the co-ronary care unit (CCU) with the diagnosis of acute anteroseptal myocardial infarction. Three days post admission to the coronary care unit upon history of her menstrual status a pregnancy test was done and found to he positive. Her CCU care was continued and discharged without any complications. Her later phases of pregnancy was uneventful and underwent premature vaginal delivery at 8 months. This re-inforces the idea of close follow up of pregnant women with respect to possible angina pectoris if history reveals hypertension, diabetes. SMDking. overweight and other risk factors of myocardial in-farction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Skrotal Lipom
Kadir Yılmaz, Selçuk Güven, Okan İstanbulluoğlu, Erkan Arslan, Hacı Hasan Esen, Mehmet Kılınç
Olgu sunumu
Özeti
Büyük Skrotal Lipom
MassIve Scrotal LIpoma
Lipomlar en sık rastlanan testis dışı skrotal kitlelerdir. Genellikle spermatik korddan gelişirler. Etyolojisi bilinmez ancak konstitisyonel faktörlere, obesiteye bağlanır. 5. ve 6. onyıllarda daha sık rastlanır. Bu olgu sunumunda 70 yaşındaki erkek hastada saptanan sıradışı, büyük bir skrotal lipom anlatılmaktadır.
Lipomas are the most common extratesticular scrotal neoplasms and they most often originate from the spermatic cord. The etiology is unknown but linked to a constitutional factors, obesity, an its presentation is more frequent in the sixth or fifth decade. In this case, an unusual massive scrotal lipoma that occured in 70 years old man is described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kırk Yaşından Genç Hastalarda Aterosklerotik Plak Bozulması İle İlişkili Olmayan Miyokardiyal Hasar
Ahmet Seyfeddin Gürbüz, Semi Ozturk, Sefa Tatar, Mehmet Akif Düzenli, Cevat Kırma
Araştırma makalesi
Özeti
Kırk Yaşından Genç Hastalarda Aterosklerotik Plak Bozulması İle İlişkili Olmayan Miyokardiyal Hasar
MyocardIal Injury Non-Related AtherosclerotIc Plaque DIsruptIon In PatIents Younger Than 40 Years Old
Amaç: Koroner arter hastalığı nedenli miyokard infarktüsü (MICAD), miyokardiyal hasarın önde gelen nedenidir. Aterosklerotik plak bozulmasına bağlı olmayan miyokardiyal hasar (MICAD olmayan) nadir ve heterojen bir tanıdır. Genç hasta popülasyonunda MICAD iyi bilinmesine rağmen, MICAD olmayan miyokardiyal hasar tam olarak tanımlanmamıştır. Çalışmamızda 40 yaşından genç hastalarda MICAD olmayan miyokardiyal hasarın prevalansı, etiyolojisi ve beş yıllık mortalitesini araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Ocak 2010 ile Aralık 2014 arasında 40 yaşından genç akut miyokardiyal hasarı olan 292 hastayı retrospektif olarak çalışmamıza dahil ettik. Klinik, demografik, laboratuvar, anjiyografik özellikler ve beş yıllık tüm nedenlere bağlı mortalite, MICAD olmayan miyokardiyal hasar (n = 78) ve MICAD (n = 214) hastaları arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: Hasta yaşlarının medyan değeri 36 idi. MICAD olmayan grup, MICAD grubundan daha gençti [32 (28-37) vs 37 (34-39)]. MICAD olmayan grupta kadın hastaların oranı, MICAD grubuna göre daha yüksekti (% 24.4'e karşılık % 10.3). MICAD olan hastaların çoğu ST elevasyonlu MI (% 77.1) ile başvururken, MICAD olmayan hastaların çoğu ST elevasyonu olmayan MI ile (% 89.7) başvurdu. MICAD olmayan miyokardiyal hasarın en sık görülen etiyolojileri miyokardit (% 32) ve vazospazm (% 9) idi. Yaş, kadın cinsiyet, sigara içmemek ve dislipidemi yokluğu, MİCAD olmayan miyokardiyal hasar için bağımsız öngördürücülerdi. MICAD olmayan grupta beş yıllık tüm nedenlere bağlı mortalite, MICAD grubundan anlamlı derecede daha düşüktü (% 2.6'ya karşılık% 10.3) (log-rank testi p = 0.04).
Sonuç: MICAD olmayan miyokardiyal hasar, farklı yaşlarda farklı etiyolojilere sahip heterojen bir grup hastayı temsil etmektedir. MICAD olmayan grubun düşük mortalite oranına rağmen, MICAD olmayan miyokardiyal hasarın yönetiminde farklı tanı ve tedavi stratejileri gerekmektedir.
Backround: Myocardial infarction with coronary artery disease (MICAD) is the leading cause of myocardial injury. Myocardial injury non-related to atherosclerotic plaque disruption (non-MICAD) is a rare and heterogeneous diagnosis. Although MICAD is well studied, non-MICAD was not thoroughly identified in young patient population. We aimed to investigate the frequency, main etiologies, and five-year mortality of patients with non-MICAD younger than 40 years.
Methods: We retrospectively enrolled 292 patients with acute myocardial injury younger than 40 years between January 2010 and December 2014. Clinical, demographic, laboratory, angiographic features, and five-year all-cause mortality were compared between patients with non-MICAD (n=78) and MICAD (n=214).
Results: Median age of patients was 36. Non-MICAD group was younger than MICAD group [32 (28-37) vs 37 (34-39)]. The frequency of female patients with non-MICAD was higher than those with MICAD (24.4% vs 10.3%). Most of the patients with MICAD presented with STEMI (77.1%), while most of the patients with non-MICAD presented with non-STEMI (89.7%). Most common etiologies of non-MICAD in were myocarditis (32%) and vasospasm (9%). Age, female sex, no smoking and, absence of dyslipidemia were independent predictors for non-MICAD. Five-year all-cause mortality in non-MICAD group was significantly lower than MICAD group (2.6% vs 10.3%) (log-rank test p=0.04).
Conclusion: Non-MICAD represents a heterogeneous group of patients who had varying etiologies at different ages. Despite the lower mortality rate of non-MICAD group, different diagnostic and treatment strategies are required for management of patients with non-MICAD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Müslim Yurtçu
Derleme
Özeti
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Maternal Serum Progesteron Düzeyinin Preterm Doğumu Öngörmede Rolü
Yeliz Şenal, Orhan Gelişen, Metin Altay, Burak Karadağ
Araştırma makalesi
Özeti
Maternal Serum Progesteron Düzeyinin Preterm Doğumu Öngörmede Rolü
The Role Of Maternal Serum Progesterone Levels In PredIctIng
preterm Labor
Preterm doğum neonatal morbidite ve mortalitenin önde gelen
nedenlerindendir, bu nedenle preterm doğum riski yüksek gebelerin
erken dönemde tespit edilmesi önem kazanmaktadır. Çalışmamızda
preterm doğumu öngörmede erken dönemde bakılan maternal serum
progesteron düzeyinin önemi araştırıldı. Çalışmaya erken gebe
polikliniğine başvuran yaşları 18-42 arasında değişen 10-12 hafta
tek, canlı gebeliği olan 280 gebe dahil edildi ve prospektif olarak
izlendi. Serum progesteron düzeyleri çalışıldı. Bu hastalarda 16-
20. haftalar arasında tekrar maternal serum progesteron düzeyi
bakıldı ve vaginal kanama öyküsü (abortus imminens) sorgulandı ve
kaydedildi. Takibe alınan gebelerin doğumdaki gestasyonel haftaları
SAT’a göre hesaplandı ve 24-366/7 haftalar arasındaki doğumlar
preterm doğum, 37. haftadan sonraki doğumlar term doğum olarak
kabul edildi. Toplam 280 gebeliğin %10.4’ü (n=29) preterm doğum,
%89.6‘sı (n=251) term doğum olarak sonuçlandı. Maternal yaş,
daha önceki gebeliklerinde abortus öyküsü, sigara kullanım öyküsü
ve VKİ değerinin preterm doğumla ilişkisi bulunmadı. 10-12 haftada
bakılan maternal serum progesteron düzeyi ortalaması term doğum
yapan grupta 26.58 ng/ml, preterm doğum yapan grupta 23.9 ng/
ml olarak bulundu. 23ng/ml cut-off değer olarak alındığında bu
değerin altında progesteron düzeyinde gebeliklerin %15‘i preterm
doğumla sonuçlanırken, bu değerin üstündeki progesteron düzeyinde
gebeliklerin %8’i preterm doğumla sonuçlanmıştır. 23ng/ml
üstündeki progesteron düzeyinde gebeliklerin %92’si term doğumla
sonuçlanırken bu değerin altında gebeliklerin %85’i term doğumla
sonuçlanmıştır. Term doğumu öngörmede progesteron cut-off
değeri 23ng/ml olarak alındığında sensitivite %55, spesifisite %62,
negatif prediktif değer %92 olarak bulunmuştur. Progesteron düzeyi
23ng/ml üzerindeki gebeliklerde preterm doğum görülme sıklığının
%10,4’ten, %7’ye düştüğü bulunmuştur. Sonuç olarak 10-12. haftada
bakılan progesteron düzeyi 23ng/ml üstü ise gebeliklerin %92’si term
doğumla sonuçlandığı tespit edildi. Erken dönem gebelikte bakılan
progesteronun preterm doğumdaki önemini belirlemede daha geniş
kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
As preterm labor is one of the leading causes of neonatal
mortality and morbidity, it is important to determine the pregnant
women who are at high risk of preterm labor. In our study, we
investigated the importance of maternal serum progesterone levels
to predict preterm pregnancy. Two hundred eighty patients with
singleton, alive pregnancy between 10-12 weeks were included in
our study. We also evaluated serum maternal progesterone levels at
16-20 weeks and presence of vajinal bleeding was investigated. The
gestational age was calutated according to the first day of the last
menstrual period. Deliveries between 24-366/7 weeks were accepted
as preterm delivery, deliveries after 37 weeks were recorded as term
delivery. Of all pregnancies %10,4 (n=29) were preterm and % 89,6
(n=251) were term delivery. We did not find any correlation between
preterm labor and maternal age, abortion history, smoking history
and VKİ. We found correlation between history of vaginal bleeding
and preterm labor. The mean of maternal serum progesterone
levels between 10-12 weeks was 26.58 ng/ml in patients who had
term delivery and 23.9ng/ml in patients who had preterm delivery.
Twenty three ng/ml was accepted as the cut-off level, %15 of
pregnancies with progesterone below this level were resulted with
preterm delivery and above this level only %8 of pregnancies were
resulted with preterm delivery. Progesterone level above 23 ng/ml
%92 of pregnancies resulted with term delivery ,below this level %85
pregnancies resulted with term delivery. When we use cut off level
23 ng/ml to predict term birth it had 55% sensitivity, 62% specificity,
negative predictive value was 92%. Pregnants whose progesterone
levels were above 23 ng/ml preterm birth fail from 10,4% to 7%. As a
result; if progesterone values between 12 and 14 weeks was above
23 ng/ml we found that pregnancies were resulted as term in 92%
of patients. We need wide studies for maternal serum progesterone
levels in early pregnancy to predict preterm labor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talat Yurdakul
Araştırma makalesi
Özeti
TestIcular Sperm ExtractIon (tese) In A PatIent WIth ImpendIng AnorchIa
Anorşik hale gelecek bir hastada uygulanan orijinal bir testiküler sperm ekstraksiyonu olgusunu sunuyoruz. Testiküler seminoma bulunan soliter testisten sperm ekstrakte edildi ve donduruldu.
This report represents an original case of testicular sperm extraction (TESE) in a patient with impending anorchia. Testicular sperm was retrieved and frozen from the solitary testis with seminoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Ali Gökalp, Yener Gültekin, Oktay Işık, Bülent Özdeşlik
Araştırma makalesi
Özeti
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
UltrasonIe IdentIfIcatIon Of Scrotal L'oıhologIes And Undescended TestIs
İnmemiş testis ve skrotal patoloji düşünülen 207 olgunun ultrasonografik (US) incelenmesi öncesi ve sonrası klinik ve operasyon sonuçları karşılaştırıldı. Ultranosografinin inmemiş testis, klinik ve subklinik verikosel sapltanmasında ve intraskrotal kitlerinin ayırıcı tanısında olumlu katkısı tartışıldı.
It was examined iwo hundreci and seven cases havıng the unders-cended iestis and scrotal patholo-gy by ultrasonography. Ultrasonographic findings were discussed in association with clinical and op-eration findings. It was discussed that, ultrasonography coıdd give US positive chıes in Ille investiga. tion of dillerential diagnosis of clinic and subclinic varicocele and undescended testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Sami Ceran, Burhan Apilioğulları
Olgu sunumu
Özeti
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Tracheobroncheal ForeIgn Body WIth A GIant Bullae Of Lung
Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı, çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görünmektedir.
Bu hastalık çoğunlukla akciğer lobulusları arasındaki septumlara
komşu olan lobulus dış bölümünü tutar. Genellikle sigara içenlerde ve
üst loblarda görülür. Bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza
çıkabilirler. Bronşial sistemde görülen yabancı cisimler ise daha
çok çocukluk çağında karşımıza çıkan netice ve komplikasyonları
açısından oldukça önemli bir durumdur. Çıkartılmayan uzun süre
bronş içinde kalan yabancı cisimler bronş stenozu, abse, bronşektazi
gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bizim vakamız spontan
pnömotoraks ile başvurmuş olan kronik sigara içicisi olan bir
hastaydı. Hastada alt lobları tutan bilateral dev büller tespit edildi.
Operasyona alınan hastanın sağ alt lob distalinde tamamen bül
formasyonu gelişmiş olan segment komşuluğunda organize olmuş
yabancı cisime rastlandı. Bronşial obstrüksiyon yapan etkenler
check-valve mekanizması ve inflamatuar süreçte Proteolitik –
antiproteolitik dengenin bozulmasına yol açabilirler. Bu durum
akciğer hasarına ya da var olan hasarın artmasına neden olabilir.
Büllerin normal lokalizasyonu dışında alt loblarda yerleşmiş olması
ve hastada intrapulmoner bir yabancı cismin bulunmuş olması, büllöz
hastalıklarda karşılaşılan nadir bir birlikteliktir.
Bullous lung disease, one of the serious pulmonary diseases
which is mostly observed together with paraseptal emphysema
spreads on the outer part of lobulus adjacent to septums between
pulmonary lobulus. It is widely common among smokers’ upper
lobs. This patients present with spontaneous pneumothorax. And
foreign bodies in bronchial system is a situation mostly emerging at
childhod which has critical importance in terms of its consequences
and complications. If not pulled out, foreign bodies remaining
inside bronchi for extended periods can cause complications such
as bronchial stenosis, abscess and bronchiectasis. In our case, the
patient was a chronic smoker who applied us having spontaneous
pneumothorax. Bilateral giant bullae spreaded on lower lobes was
spotted. Organized foreign body in the neighbourhood of throughly
grown up bullae formation segment on distal part of right lower lobe
was observed during the surgery. Agents of bronchial obstruction
can cause proteolytic – antiproteolitik imbalance in check-valve
mechanism and inflammatory process. This circumstance can harm
the lungs or increase the existing harm. Localization of bullae in the
lower lobes rather than their standard location and presence of a
foreign body is a rare occasion of association for bullous diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Carcınoıd Tumors
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Tumor Carsınoıd
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aile Planlaması: Geleneksel Ve Modern Yöntemler
Deha Denizhan Keskin, Seda Keskin
Araştırma makalesi
Özeti
Aile Planlaması: Geleneksel Ve Modern Yöntemler
FamIly PlannIng: TradItIonal And Modern Methods
Kliniğimize başvuran hastaların kontraseptif yöntem kullanma
oranını ve kullanılan yöntemlerin yaş, parite, sigara gibi değişkenlerle
ilişkisini ortaya koymak. Çalışmamızda aile planlaması polikliniğinde
Ocak 2010 – Ocak 2013 tarihleri arasında muayane edilen 906 olgu
retrospektif olarak incelendi. Hastaların kullandığı kontraseptif metot,
yaş, evlilik süresi, parite sayısı, küretaj sayısı, sigara kullanımı
değerlendirildi. Kullanılan kontraseptif yöntemler geri çekme,
kondom, rahim içi araç (RİA), oral kontraseptif (OKS), kontraseptif
iğne ve tubal sterilizasyon olarak sınıflandırıldı. İstatiksel anazlizleri
yapıldı. Kontraseptif yöntem kullanma oranı %85 idi. Hastaların %
48’i modern bir korunma yöntemi kullanmakta idi. Geri çekme yöntemi
%37 ile en çok kullanılan aile planması yöntemi idi. Bunu sırasıyla
rahim içi araç (%17.5), kondom (%17), oral kontraseptif (%6.5),
tubal sterilizasyon (%3.8) ve kontraseptif iğne (%3.2) takip ediyordu.
Korunma yöntemi olarak 35 yaş ve altı grupta daha çok kondom,
oral kontraseptif ve geri çekme tercih edilirken; 35 yaş üstü grupta
daha çok rahim içi araç, kontraseptif iğne ve tubal sterilizasyon
kullanılmakta idi. Bölgemizde herhangi bir aile planlaması yöntemini
kullanma oranı Türkiye verilerine göre daha yüksek saptandı. Ancak
buna rağmen modern bir yöntem kullanma oranı Türkiye ortalaması
düzeyinde idi. Toplumda yüz yüze yapılan eğitimlerle aile planlaması
bilinç düzeyi yükseltilebilir. Özellikle geri çekme metodunu kullanan
hasta grubu modern aile planlaması yöntemleri kullanma konusunda
bilinçlendirilmelidir.
To puth forward the rates of using contraceptive methods and
to find out relationships of used methods with age, parity, cigarette
smoking. In our study, 906 patients were analysed retrospectively
who applied to family planning clinic between January 2010 - January
2013. Contraceptive methods age, duration of marriage, parity,
number of curretage, cigarette smoking behaviours were evaluated.
Contraceptive methods were classified as coitus interruptes,
condom, intrauterine device (IUD), oral contraceptives, other
hormonal contraceptive methods and tubal sterilisation. For analysis
of datas, SPSS version 16 was used. The rate of using contraceptive
method was 85%. Fourty eight percent of patients were using a
modern contraceptive method. Coitus interruptes was the mostly
used family plannning method with a rate of 37%. In turn, intrauterin
device (17.5%), condom (17%), oral contraceptives (6.5%), tubal
sterilisation (3.8%) and hormonal contraceptive injections (3.2%)
were following coitus interruptes method. In patient under 35 years
old group mostly used method was condom, oral contraceptives and
coitus interruptes; while in patient group below 35 years old IUD,
contraceptive injections and tubal sterilisation was the mostly used
methods. In our region, the rate of using anyone of contraceptive
method was higher than the Turkey’s data. But rate of using a modern
contraceptive method was near to mean data of Turkey. In society,
conciousness of family planning may have been increased with face
to face education programmmes. Especially, patient group of using
coitus interruptes method must be rendered concious about modern
family planning methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigara Kullanma Alışkanlığının İnsan Lenfositlerindeki Mikronükleus Oluşumuna Etkileri
Sennur Demirel, Hatice Gül Dursun
Araştırma makalesi
Özeti
Sigara Kullanma Alışkanlığının İnsan Lenfositlerindeki Mikronükleus Oluşumuna Etkileri
The Effects Of CIgarette SmokIng On MIcronucleus Frequency In Human Lymphocytes
Bu çalışmada, sigara kullanma alışkanlığının mikronükleus (MN) oluşumuna etkisini incelemek amacıyla, sigara kullanan, bilinen bir mutajene maruz kalmamış, sağlıklı 10 kadın ve 10 erkek ile kontrol grubu olarak yaşları sigara kullananlara yakın seçilen, hiç sigara kullanmamış, bilinen bir mutajene maruz kalmamış, sağlıklı 10 kadın ve 10 erkek bireyden hazırlanan periferal kan lenfosit kültürlerinde Sitokinezi-Blok metoduyla MN oranları araştırılmıştır. Bulgularımız, sigara kullananların oluşturduğu kadın ve erkek grubunda gözlenen ortalama MN oranının, kontrol grubunu oluşturan kadın ve erkeklerde gözlenen ortalama MN oranından önemli derecede yüksek olduğunu ortaya koymuştur (P<0.001). Sonuçta; sigaranın insan genetik materyalinde hasar oluşturan önemli mutajenik faktörler den biri olduğu gösterilmiştir.
İn this study, with the aid of the Cytokinesis-Blocked method, MN ratios were investigated in the peripheral blood lymphocyte cultures obtained from healthy donors consisting of 10 male and 10 female cigarette smokers, who v/ere never exposed to any known mutagens versus 10 male and 10 females, v/ho have never smoked cigarette before and never exposed to any of the known mutagens as age matched control group. Our findings showed that the mean MN ratio of the cigarette smokers is significantly higher than the mean MN ratio of the control group (PcO.001). This findings showed that cigarette smoking is one of the important mutagenic factors which caused damage to human genetic materials.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okul Çaği Erkek Çocuklarda Genital Organ Anomalileri
Kadir Yılmaz, Ahmet Öztürk, Halim Bozoklu
Araştırma makalesi
Özeti
Okul Çaği Erkek Çocuklarda Genital Organ Anomalileri
GenItal Organ AnoınalIes Among The School Boys
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabi-lim Dalı olarak Kasım 1989 - Mayıs 1990 öğretim yılında, Konya merkez ilçede ve merkez ilçeye bağlı köy ve kasabalardaki okullarda toplam 1757 öğrencide genital organ muayenesi yapildt. Muayene edilen öğrencilerden 103`iinde 15.86%) genital organ anomalisi tesbit edildi. Bu anomaliler içinde testis ini s anomalilerini ifade eden kriptorşidizm en fazla (2.78%) görülen anornali idi. 103 çocuktan sadece 12'sinin (11.65%) anorrtali-sinden dolayı tedavi gördüğü tesbit edildi, Sağlık ku-ruluşlarının ve hekimlerin en yoğun olduğu bölgelerde dahi basit bir fizik muayene ile anlaşılabilecek bu anomaliler, ebeveynlerin dikkatsizliği yanında hekimlerin de ihmalinden dolayı problem olmaya devam etmektedir.
This study was carried out on 1757 school boys in schools of central region and some villages in Konya, from November 1989 to May 1990. The genital organ anomalies in the boys were investigated. Of the 1757 reported cases 103 had genital organ anomalies, percentage was 5.86%. Crypthorchidism from testis descending anomalies (2.78%) was the most enconteced anorrıaly. 12 of the 103 boys (11.65%) wese treated due to their anomalies, These anomalies could be easily diagnosed on physical examination or even by parents. If genital organ anomalies can not be early diagnosed, ii rrıay be problem for family in the fiıture.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bılateral Testıkuler Germ Hucrelı Tumorler
Ferhat Berkmen
Araştırma makalesi
Özeti
Bılateral Testıkuler Germ Hucrelı Tumorler
BIlateral TestIcular Germ Cell Tumors
Ankara Onkoloji Hastanesinde 1985-1994 yillart arasmda tedavi edilen testikiiler germ hiicre turnorlii 789 olgunun dokuzunda bilateral tutulurn sap-tanm►vir. DOrt hastada senkron (2 seminom, 2 non-seminorn) bilateral tumor, belinde ise 8 ay ile 8 yil 11 ay arasinda de,14en siirelerde metakron tumor (4 seminom, 1 seminom ye nonseminorn) telhis edil-mi§tir. Dokuz olgunun oykiilerinden inmem4 testis nedeniyle operasyon gecirdikleri agrenilmivir. Bilateral testis tiimiirlerinin insidansi, histolojik bulgulari. tedavi ve prognozlart literatiir eViginde tartiplmivir. Bu calurna ile kontrlateral testis gelicme riskinin olmasma karpn kesin Inevaidiyeti, ikinci tumor gelicimine karp hastalarm kontrollerinin uzun yillar siirdt7rulmesr geregi, ay-rwa erken-lantda ultrasonografinin onemi actga ct-kartlmtvir.
The phenomenon of bilateral involvement of the testicles was observed nine times in a series of 789 patients with testicular germ cell tumors which were treated in Ankara Oncology Hospital from 1984 to 1994, Four patients evidenced a synchronous bi-lateral tumor (two seminomas, two non-seminomas) and in five others (4 bilateral seminomas, 1 se-minoma and nonseminoma), a second tumor oc-cured after an interval ranging between eight months and eight years eleven months. Three of nine patients had a history of undescended testes. The incidence, histologic findings, therapy and prognosis of bilateral testis tumors are discussed on the basis of a review of the literature. This study emphasizes the small but definite risk for a development of the second testicular tumor and suggests not only the significance of long-term fol-low-up period but also the importance of ult-rasorzography in the early diagnosis of a cont-rlateral tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
İbrahim Erkul, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Gülay Reis, Fatih Toksöz, Ruhuşen Kutlu, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
AddIctIons DurIng Adolescence And The PreventIon Of Them
Araştırmamızın yapıldığı Konya Endüstri Meslek Lisesinde okuyan 1030 öğrenci arasında sigara içme alışkanlığı %22.04, içki alışkanlığı %0.68 ve uyuşturucu kullanma alışkanlığı %0.097 olarak bulunmuştur. Okulda okuyan öğrenciler arasındaki sigara alışkanlığı nisbeti Türkiye'nin diğer illerinde yapılan benzer çalışmalardaki sonuçlara uygunluk göstermiştir. Gerek öğrenciler ve gerekse babaları arasında içki içme alışkanlığı oranı diğer illerden elde edilen değerlerden düşük bulunmuştur. Ebeveynleri arasında sigara ve içki alışkanlığı bulunan çocuklar arasında sigara ve içki alışkanlığına istatistiki olarak anlamlı bir şekilde daha fazla rastlandığı gösterilmiştir.
Among 1030 students studying at Konya Industrial Vocational High School where our study was conducted, smoking habit was 22.04%, drinking habit 0.68% and drug use habit 0.097%. relatively smoking habits among students studying at the school showed compliance with the results of similar studies in other provinces of Turkey. The rate of drinking habit among both students and their fathers was found to be lower than the values obtained from other provinces. It has been shown that among children whose parents have smoking and drinking habits, there is a statistically significant higher rate of smoking and drinking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Altmış Beş Yaşında Diyabetik Kadın Hastada Siyah Kıllı Dil
Göknur Kalkan, Yalçın Baş, Havva Yıldız Seçkin, Salim Karahan
Olgu sunumu
Özeti
Altmış Beş Yaşında Diyabetik Kadın Hastada Siyah Kıllı Dil
Black HaIry Tongue In A 65-Year-Old DIabetIc Woman
Lingua villoza nigra olarak da adlandırılan siyah kıllı dil; çeşitli
tetikleyici faktörler nedeniyle oluşan dil sırtında anormal kahverengi
siyah renk değişikliği ile karakterize ağrısız, asemptomatik benign
bir bozukluktur. Sıklıkla oral hijyeni bozuk, sigara ve antibiyotik
kullanımı olan 40 yaş üstü kişilerde görülür. Burada siyah kıllı dil
nedeniyle polikliniğimize başvuran 65 yaşında diyabetik kadın hasta
sunulmaktadır. Bu vaka aracılığıyla, bu hastalık tekrar gözden
geçirilecek ve günlük pratikte nadiren görülen bu hastalık hatırlatılmış
olunacak ve tedavide oral hijyene dikkat etmenin önemi ve fırçalama
teknikleri anlatılacaktır.
Black hairy tongue, also named as lingua villosa nigra, is a
painless, asymptomatic, benign condition characterized by an
abnormal brownish–black discoloration of the dorsal surface of the
tongue caused by variety of precipitating factors. It usually appears
in people over age 40 years with a history of poor oral hygiene,
smoking and antibiotic use. Here we report a case of 65-year-old
diabetic woman patient presented to our outpatient clinic with black
hairy tongue. By means of this case, data about this disorder will
be able to reviewed and reminded to be aware of this rarely seen
disease in daily practice and advise to pay more attention to oral
hygiene and brushing techniques that will help treating this disorder.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlılık Ve Ekstrapulmoner Tüberküloz: Testis Tüberkülozu Olan 90 Yaşındaki Olgu Nedeniyle
Fikret Kanat, Turgut Teke
Olgu sunumu
Özeti
Yaşlılık Ve Ekstrapulmoner Tüberküloz: Testis Tüberkülozu Olan 90 Yaşındaki Olgu Nedeniyle
AgIng And Extrapulmonary TuberculosIs: A 90 Year Old Case WIth TestIcular TuberculosIs
Amaç: Akut veya kronik hastalıklar, malnütrisyon ve yaşlanma ile ilişkili biyolojik değişiklikler vücudun savunma bariyerlerini, klirens mekanizmalarını bozabilir ve Mycobacterium tuberculosis gibi mikroorganizmalara karşı hücresel immün cevapta yaşla ilişkili beklenen azalmaya katkıda bulunur. Olgu Sunumu: Testiste kitle nedeniyle opere edilen ve testis tüberkülozu tanısı konulan 90 yaşındaki hasta izoniazid, rifampisin, etambutol, morfozinamid kombinasyonu ile tedavi edildi. Sonuç: Yaşlanmaya bağlı olarak immün sistemde olan değişiklikler nedeniyle yaşlılıkla tüberküloz insidansı ve bununla birlikte ekstrapulmoner tüberküloz riski artmaktadır.
Aim: Acute or chronic diseases, malnutrition, and the biological changes reagarding to aging can disrupt protective barriers, impair clearance mechanisms, and contribute to the expected age-related diminution in cellular immune responses to microorganisms such as Mycobacterium tuberculosis. Case Report: A 90 year old patient with the diagnosis of testicular tuberculosis after an operation because of a mass in testis was treated with isoniazide, rifampicin, ethambutol and morphozinamide. Conclusion: The extrapulmonary tuberculosis risk may increase in the elderly together with the increase in tuberculosis because aging may reduce the effectiveness of the body's immune system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçan Nasal Mast Hücrelerının Işım Mikroskopik Sevıyede Histolojik Metodlarla İncelenmesi
Aydan Canbilen, Refik Soylu
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçan Nasal Mast Hücrelerının Işım Mikroskopik Sevıyede Histolojik Metodlarla İncelenmesi
LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of Nasal Mast Cells Of Rat UsIng HIstologIcal Methods
Bu çalışmada, sıçan nasal mast hücrelerinin moıfolojisi alsian mavisi- safranin 0 ve toluidin ma-visi boya rnetodları kullanılarak ışık mikroskopik se-viyede incelendi. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hay-vanları Laboratuvarından temin edilen 10 adet albi-no dişi ve erkek sıçan eterle bayıltıldı ve regio respiratoria rıasisdenfrontal kesilen alınarak Carnoy fiksatifinde oda ısısında üç gün bekletildi. Alkol ta-kibi yapılan. dokulardan 5 mikrometre kalınlığında kesitler alınarak alsian mavisi- safranin 0 ve tolui-din mavisi ile bovanarak incelendi. Yapılan çalışma sonunda, nasal mast hücreleri-nin mukozal ve bağ dokusu mast hücreleri olmak ü-zere iki alt grubunun olduğu, alsian mavisi -safranin 0 boyasının mukozal mast hücrelerini mavi, bağ do-kusu mast hücrelerini ise kırmızı ve kurnızımtrak-mavi renkte bovadığı, toluidin mavisinin ise bütün mast hücrelerini koyu menekşe mor bovadığı görül dü.
In this light microscopic study, morphology of nasal mast cells was investigated in rats using alcian blue- safranin 0 and toluidin blue staining methods. The investigation was performed on 10 mak and female albino rats which were obtained from the Ex-perimental Animal Laboratory of the Faculty of Me-dicine, Selçuk University. Rats were anestheti zed by ether and regio respiratoria nasi of rats were fron-tally excised. Tissues were fixed in Carnoy solution for three days at room temperature, dehydrated with absolute alcohol and embedded in paraffin. Five micrometer sections were cut from the paraffin blocks using rotary microtome and stained with al-cian blue-safranin 0 and toluidin blue solutions. In conclusion, this study revealed that there are two distinct mast cell population in the rat nose: mucosal most cells and connective tissue most cells. Mucosal mast cells stained blue with ağdan blue-safranin 0 solution while connective tissue mast cells stanied red and reddish- blue. Both mast cell popu-lations stained dark violet by toluidin blue solution.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mast Hücreleri Ve Rahim İçi Araç
Sabiha Serpil Kalkan, Metin Çapar, Refik Soylu, Hasan Cüce, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Mast Hücreleri Ve Rahim İçi Araç
Mast Cells And I NtrauterIne ContraceptIve DevIce
30 Lippes loop ve 15 bakır rahim içi araçdan (R.İ.A.) yapılan smearlerde mast hücre sayısı araştırıldı. Işık mikroskobunda tüm smearlerde mast hücresi görüldü. Uterusda üç aydan az kalan 7 bakır R.I.A.'dan I tanesinde ise belirgin mast hücre artışı tesbit edildi. Sonuçlardan R.İ.A.nın etki mekanizmasında mast hücrelerinin rolü olabileceği ve bakır R.İ.A.'nin uterusda kalma süresi ile mast hücre sayısı arasında ilişki olabileceği fikri çıkarılmıştır.
In this study, the number of mast cells vere investigated in smears from thirty Lippes loops and fifteen cupper loaded intrauterine contraceptive devices (IUD). Under the light microscope the presence of the mast cells and the increment of the cell number in one over seven cases which IUD reınained in uterus for less than 3 months have been cleared out. As a result of this, the effects of mast cells on IUD action mechanism and a correlation between the number of mast cells ıvith the remaining duration of Cu++ loaded IUD in uterus is considered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Doz Florun Sıçan Dokularına Etkisi
Alparslan Gökçimen, Özden Çandır, Mehmet Ali Malas
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Doz Florun Sıçan Dokularına Etkisi
The Effect Of HIgh Dose FlorId On Rat TIssue
Çalışmamızda, yüksek dozda uzun süreli flor zehirlenmesi oluşturulan sıçanların karaciğer, böbrek, dalak, ovaryum, testis ve pankreas doku örneklerinde görülen etkileri araştırmayı amaçladık. VVistar Albino cinsi 20 adet sıçan eşit olarak deney ve kontrol grubu olarak iki gruba [10 (5 erkek + 5 dişi) + 10 (5 erkek + 5 dişi)] ayrıldı. Kontrol grubunun içme suyunda flor oranı 1 ppm olacak şekilde, deney grubuna ise 150 ppm flor içirecek şekilde 17 hafta süreyle verildi. Karaciğer, böbrek, dalak, ovaryum, testis ve pankreas doku örneklerinden alınan parçalar ışık mikroskobunda değerlendirildi. Deney grubunda; karaciğerde lobul periferinde fokal sinuzoidal dilatasyonlar, por- tal alanda yer yer lenfosit infiltrasyonu, hepatositlerde az miktarda hidropik ve vakuoler dejenerasyon gözlendi. Böbrekte ise, gerek proksimal gerekse distal tubuluslarda hafif hidropik dejenerasyon tespit edildi. Deney grubun daki dalak, ovaryum, testis ve pankreas kesitlerinde ise herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Yüksek doz verilen florun başta karaciğer olmak üzere daha sonra böbrek dokusu üzerinde minimal düzeyde yapısal değişikliklere yol açarken; testis, ovaryum, dalak ve pankreas dokusu üzerine ise önemli bir etkisinin olmadığı sonucuna varıldı.
İn our study, kVe have aimed to search the findings seen on the tissue specimens taken from the liver, kidney, ovary, testis and pancreas of many rats that have been poisoned by long- term high doses of florid. Twenty rats which belong to VVistar Albino species were being eçually separated into two groups, one is as the experimental group, the other as the control group [10 (5 male + 5 female) + 10 (5 male + 5 female)]. For a 17 weeks time, drinking water consisting of 1 ppm florid to control group and consisting of 150 ppm florid to experimental group has been given. Pieces taken from the tissue specimens of the liver, kidney, spleen, ovary, testis and pancreas were being examined under the light microscope. İn the experimental group, the following findings were being obtained: İn peripheral lobule of the liver, focal sinusoidal dilatations, in the portal area, lymphocyte infiltration; in hepatocytes a liftle hydropic and vacuolar degeneration; in the kidney either in proximal or distal tubule, a liftle hydropic degeneration were being determined. There hasn’t been seen any pathology in the spleen, ovary, testis and pancreas sections taken from the experimental group. As a result, it was determined that high doses of florid causes minimal structural changes primarily in the liver tissue and then in the kidneys, besides it has no considerable effect on the testis, ovary, spleen and pancreas tissue.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
Ömer Şatıroğlu, Mehmet Bostan, Yüksel Çiçek, Mustafa Çetin, Engin Bozkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
The RelatIonshIp Between PerIpheral Artery DIsease Prevalence And AtherosclerotIc RIsk Factors
Bu çalışmada ülkemizde periferik arter hastalığı tanısı almış hastalarda, aterosklerotik risk faktörleri ile ilişkilerini belirlemek amaçlanmıştır. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi modifiye edilebilir olanlara karşı gerekli önlemlerin alınmasını, erken tanı ve tedaviyi mümkün kılacaktır. Klinik olarak veya ultrasonografi ile periferik arter hastalığı (PAH) tanısı almış olan hastalara alt ekstremite arterleri için periferik anjiyografi yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet ve ateroskleroz risk faktörleri sorgulandı. Çalışmaya alınan 408 hastanın %78.4’i erkek olup, hastaların yaş ortalaması 61.5±9.5 idi. Hastaların %58.3’ünde hipertansiyon (HT), %26.7’sinde diyabetes mellitus (DM), %15.9’unda ailede koroner arter hastalığı (KAH) öyküsü mevcuttu. Hastaların %48.2’i sigara kullanıyordu, %49.7’sinde hiperkolesterolemi vardı. Periferik alt ekstremite anjiyografisinde saptanan periferik arter hastalığı yaygınlığının derecesi ile aterosklerotik risk faktörleri arasında ilişki vardır. Risk grubundaki hastalarda morbidite ve mortaliteyi azaltmak için periferik arter hastalığı açısından dikkatli olunmalı ve erken tanı için noninvaziv testler ve gerekirse invaziv testler yapılmalıdır.
The current study aimed to determine the in our country patients diagnosed peripheral arterial disease (PAD), the relationship with the atherosclerotic risk factors. A better understanding of the risk factors will make it possible to take precautions against the modifiable risk factors, and will facilitate the early diagnosis and implementation of effective therapy. The patients who had been diagnosed with PAD either clinically or by using ultrasonography underwent peripheral angiography for the arteries of the lower extremities. The patients were evaluated in terms of age, gender, and atherosclerotic risk factors. Of the 408 patients, 78.4% were males, and the mean age was 61.5±9.5 years. The patients had the following risk factors: hypertension (HT), 58.3%; diabetes mellitus (DM), 26.7%; a family history of CAD (Coronary artery disease), 15.9%; smokers, 48.2%; hypercholesterolemia, 49.7%. The extent of PAD observed during peripheral lower extremity angiography was associated with atherosclerotic risk factors. Particular attention should be focused on the co-morbidities of PAD. Non-invasive, as well as invasive tests, should be performed when indicated to decrease morbidity and mortality in patients at risk for PAD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Serum Selenyum Düzeyı
Ali Bayram, Mehmet Erkoç, Aşkın Işımer, Ahmet Soyal, Ahmet Aydın, Alaaddin Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Serum Selenyum Düzeyı
Serum SelenIum Levels In PatIents WIth Acute MyocardIal InfarctIon
Akut miyokard infarktüslü 37 ve sağlıklı 33 ol-guda serum selenyum düzeyi araştırıldı. Ilk grupta selenyum düzeyi 49.340 9.906 Agit, ve ikinci grup-ta 70.849±12.868 pgİL olup, iki grup arasında an-lamlı farklılık bulundu (p<0.01). Selenyum düzeyi ile cinsiyet, sigara ve hipertansiyon arasında ilişki saptanamazken; selenyum düzeyi, 60 yaşın üze-rindeki olgularda 60 yaşın altındakilere göre anlamlı şekilde düşük bulundu (p<0.05). Koroner arter hastalığı ile serum selenyum düzeyi arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğu •ve bu ilişkinin açıklanabilmesi için prospektif çalışmalara ve hayvan deneylerine gereksinim olduğu kanaatine varıldı.
We investigated the serum selenium levels in 37 patients with acute myocardial infarction (Group I) and in 33 healthy people (Group II). The mean levels of selenium in both groups were 49.340.906 pgl L and 70.849±12.868 pgiL, respectively. There was significant difference between two groups (p<0.01). There was no relationship between selenium levels and sex, smoking and hypertension. The selenium levels showed decrease in patients older than sixty compared to those under sixty (p<0.05). In conclusion, we found that there was meaning relationship between serum selenium levels and cora onary artery disease. In order to describe the relation-ship we need prospective clinical and experimental studies with more detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigara İçenlerde Psikolojik Bağımlılığın Ve Sigara İçme İsteğinin Bırakma Başarısı Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi
Ruhuşen Kutlu, Nur Demirbaş, Tuğba Yazıcı, Nazan Karaoglu
Araştırma makalesi
Özeti
Sigara İçenlerde Psikolojik Bağımlılığın Ve Sigara İçme İsteğinin Bırakma Başarısı Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The Effects Of PsychologIcal AddIctIon And SmokIng Urge On The Success Of SmokIng CessatIon
Amaç: Sigaraya fiziksel bağımlılık kadar psikolojik bağımlılık ve sigara içme arzusu da önemlidir. Bu çalışmanın
amacı sigarayı bırakmak isteyen kişilerin bağımlılık düzeyleri ve sigara içme arzularının bırakma başarıları üzerine
etkilerinin değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Kesitsel tipte analitik bir çalışma olan bu araştırma 10 Ocak 2020-30 Nisan 2020 tarihleri
arasında sigara bırakma polikliniğine başvuran kişilerde yapıldı. Katılımcıların sosyodemografik bilgi formu,
Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT) ve Sigaranın Psikolojik Bağımlılığının Değerlendirilmesi Testi (SPBDT)
ölçekleri uygulandı ve Karbon monoksit (CO) düzeyleri ölçüldü. Motivasyonel görüşme yapıldı ve gerekli ise
tedavileri düzenlendi. Bir ay sonra kontrole çağrılan hastaların tekrar CO düzeyleri ölçülerek Sigara İçme Arzusu
Ölçeği (SİAÖ) uygulandı. CO düzeyi 5 ppm ve üzerinde olanlar si garayı bırakamadı olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan 176 sigara içen hastanın yaş ortalaması37,68±11,89 yıl ve %81,3’ü erkekti. Sigara
tüketim paket/yıl ortalaması 23,42±16,06, FNBT ortalaması 6,13±2,39 ve CO 13,33±6,31 ppm idi. SPBDT ölçeği
puan ortalaması 15,19±2,63 (8-24) puan bulundu. FNBT puanına göre hastaların %41,5’i yüksek düzeyde bağımlı,
SPBDT puanına göre %6,8’i (n=12) ciddi bağımlı idi. Bir ay sonra kontrole gelen hastaların kontrol CO düzeyi
5,03±3,03 ppm olarak bulundu. Buna göre hastaların %67,6’sı sigarayı bırakamamıştı ve ortalama SİA puanı
33,56±15,71 idi. Sigarayı bırakanların FNBT, SPBT ve SİA ölçeği ortalama puanları, sigarayı bırakamayanların
FNBT, SPBT ve SİA puanlarına göre istatistiksel olarak anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla p=0,015, p<0,001
ve p=0,025).
Sonuç: Sigaraya psikolojik bağımlılığı fazla olanların sigara bırakma başarısı düşük olmaktadır. Sigara bırakma
polikliniklerine başvuranların nikotin bağımlılığı gibi psikolojik bağımlılıkları da değerlendirilmeli ve motivasyonel
görüşmeler sırasında sigara içme arzusu ile baş etme yolları an latılmalıdır.
Aim: Psychological dependence and smoking desire are as important as physical dependence on smoking.
The aim of this study is to evaluate the effects of the addiction levels and smoking urge of people who want
to quit smoking on their success.
Patients and Methods: This study, which is a cross-sectional analytical study, was conducted people who
applied to a smoking cessation clinic between 10 January 2020 - 30 April 2020. Sociodemographic information
form, the Fagerström Nicotine Dependence Test (FNDT) and the Test for the Assessment of the Psychological
Addiction of Smoking (APAS) were applied and CO levels were measured. Motivational interviews were made
and treatments were arranged if necessary. The Carbon monoxide (CO) levels of the patients who were called
for control one month later were measured and the Questionnaire of Smoking Urges (QSU) was applied.
Those with a CO level of 5 ppm and above were considered to be unable to quit smoking.
Results: The average age of 176 patients participating in the study was 37.68±11.89 years and 81.3% were
male. The mean of cigarette consumption per pack was 23.42±16.06, the average FNDT was 6.13±2.39
and the CO was 13.33±6.31 ppm. APAS scale mean score was 15.19±2.63 points. According to the FNDT
score, 41.5% of the patients were highly dependent, and 6.8% according to the APAS score were severely
dependent. Control CO level of the patients who came for control one month later was found to be 5.03±3.03
ppm. Accordingly, 67.6% of the patients could not quit smoking, and the mean QSU score was 33.56±15.71.
FNDT, APAS and QSU scale mean scores of those who quit smoking were statistically significantly lower than
those who did not quit smoking (p=0.015, p<0.001 and p=0.025, respectively).
Conclusion: Those who are high psychological dependence to smoking have low success to quitting smoking.
Psychological addiction such as nicotine addiction of those who apply to smoking cessation clinics should be
evaluated and ways of coping with smoking desire should be expl ained during motivational interviews.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Doz Morfin Hidroklorünün Rat Böbrekleri Üzerindeki Histolojik Etkisi * *
Ahmet Öztürk, Ahmet Salbacak, İlhami Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Düşük Doz Morfin Hidroklorünün Rat Böbrekleri Üzerindeki Histolojik Etkisi * *
HIstologIcal Influences Of Low-Dose-Morphlne Hydrochlorur On Rat KIdneys
Bu çalışmada, düşük doz morfin hidroklorür'ün rat böbreği üzerindeki etkileri ışık mikroskobik seviyede belirlendi. Çalışmada 15'i erkek ve 15'i dişi olmak üzere 30 adet Sprague Davvley ırkı rat kullanıldı. Her iki cinsten 5'er adedi kontrol grubu, 10'ar adedi ise deney grubu olarak ayrıldı. Kontrol grubu hayvanlara günaşırı derialtı yoluyla serum fizyolojik (5mg/kg dozunda), deney grubu hayvanlara ise 5 mg/kg dozunda morfin hidroklorür verildi. Deney sonunda hayvanlar genel anestezi altında tamponlu formolle (pH=7.4) perfüze edildi ve böbrekler çıkarılarak morfometrik ölçümleri (en, boy, kalınlık) yapıldı. Takiben, böbrek dokusu örneklerinden rutin histolojik tekniklerle preparatlar hazırlanarak 7pm kalınlığında kesitler alındı ve boyandı. Preparatlar ışık mikroskobuyla incelendi. Yapılan incelemelerde, düşük dozda verilen morfin hidroklorürün glomerüler yıkımlanma, proksimal ve distal tubuluslarda epitel nekrozu ve deskuamasyonuna, damarlarda hiperemi ve hemorajilere neden olduğu tespit edildi. Tespit edilen bozuklukların, böbrek tubulus epitel hücrelerinde detoksifikasyon enzimlerine sahip olmayan ratlara özgü olabileceği ve metabolizması insana yakın olan bir türde benzer bir çalışmanın yapılmasının yararlı olacağı sonucuna varıldı.
İn this study the effects of low-dose morphine hydrochlorur on rat kidney vvere determined at light microscopical level. A total of 30 Sprague Davvley rats from both sexes (15 male and 15 female) vvere used. Five rats from both sexes vvere served as Controls, vvhereas 10 rats from each sex vvere used as experimental group. Control animals vvere injected subcutaneously vvith physiological şaline (5mg/kg), the animals of experimental group vvere given morphine hydrochlorur at a dose of 5 mg/kg in every other day. At the end of the experiment, the animals vvere perfused vvith buffered formaline (pH=7.4) under anaesthesia, and kidneys vvere extirpated, and morphometrical measurements (thickness, height, length) vvere taken. Follovving, kidney samples vvere processed by means of routine histological techniques and the sections vvere taken at 7pm thickness, and stained. Slides vvere then examined using light microscope. The investigations have revealed that the low-dose-morphine hydrochlorur caused to glomerular destruction, epithelial necrosis and desquamation in both proximal and distal tubuli, vascular hyperemia and hemorrhagies. Based on the findings, it was concluded that the results of this study might be specific to the rat kidney vvhich is devoid of detoxification enzymes in tubuler epithelial cells and a study should be performed on an animal having similar metabolism with human.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Astım Patogenezi
İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Derleme
Özeti
Astım Patogenezi
PathogenesIs Of Asthma
Astım dünyanın pek çok ülkesinde gerek çocukların gerekse erişkinlerin en sık görülen hastalıklarından birisidir. Astımın; genetik yatkınlık, vira! enfeksiyonlar, inhaler allerjenler, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi birçok faktörün neden olduğu hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Bu inflamasyonun temelinde Th2 tip lenfositlerin ve eozinofillerin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak astımın patogenezi konusundaki bil gilerimizin artması, astım prevelansındaki artışı engelleyememiştir. Bu nedenle 21. yüzyılın başlarında bulun duğumuz şu yıllarda astım, önemli bir sağlık sorunu olma özelliğini hala korumaktadır.
Asthma is one ofthe commonest diseases in children and adults İn many countries. The prevalence of asthma has dramatically increased in recent years. The development of asthma depend on an interaction between genetic factors, environmental exposure to allergens, and nonspesific adjuvant factors such as tobacco smoke, air pollu- tion, and vira! infections. These factors initiates a series of immunological changes, resulting in airvvay inflamma- tion. The airvvay inflammatory process is characterized by chronic eosinophilic and Th2 type lymphocytic infiltra- tion. Although the knovvledge about asthma pathogenesis has increased, the prevalence of asthma has not decreased. Therefore, the asthma stili is a threat for the society’s health at the beginning of the 21 st century.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
Semih Erden, Kevser Nalbant
Derleme
Özeti
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
AutIsm Spectrum DIsorder And Prenatal RIsk Factors
\r\n Otizm spektrum bozukluğu, sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğu ile kısıtlı ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterize nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm yaklaşık 68 çocukta 1 görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda görülme sıklığının arttığı bildirilmekte olup bu artışın bilgi ve farkındalığın artması ve tanı ölçütlerinin değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmekle birlikte yapılan çalışmalarda çevresel faktörler ve bunların henüz bilinmeyen genetik bir takım etkenlerle ilişkisinin de bu artışa katkı sağladığı düşünülmektedir. Nörogelişimsel olarak önemli ve kırılgan bir dönem olan prenatal dönemde çocuğun maruz kaldığı çevresel faktörlerin otizm spektrum bozukluğu gelişmesi açısından risk etkeni olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Gebelik döneminde özellikle valproik asit, terbutalin, selektif serotonin geri alım inhibitörleri gibi ilaçlarla otizm spektrum bozukluğu arasında bir ilişki olduğu, bu dönemde ağır metal ve pestisite maruz kalmanın otizm spektrum bozukluğu riskini arttırdığı, yoğun sigara, alkol ve madde kullanımının nörogelişimsel süreci sekteye uğrattığı, gebelik döneminde geçirilen gestasyonel diyabet, otoimmun hastalıklar, enfeksiyonlar ve uzamış ateşin inflamatuar süreçler aracılığıyla otizm spektrum bozukluğu riskini artırabileceği bildirilmektedir. Göç, mevsimler ve gebelik döneminde maruz kalınan hava kirliliğininde risk artışına etkisi olduğu bildirilmiş ve daha fazla epidemiyolojik çalışmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. otizm spektrum bozukluğu ile ilişkili çevresel etkenlerin tanınması, anne adaylarının bu risk etkenleri ile ilgili bilgilendirilmesinin sağlanarak bu etkenlerden uzak durmaları veya bu etkenlerin elimine edilmesi ile otizm spektrum bozukluğu riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceğinden bu alanda yapılan çalışmaların derlenmesi ve risklerin ortaya konulması özellikle önemlidir. Bu gözden geçirmede son dönemde sayısı artan prenatal etkenler ile ilgili yapılan çalışmaların derlenerek bütüncül olarak ele almasının kolaylaştırılması hedeflemektedir.
\r\n
\r\n Autism spectrum disorder is a neuro-developmental disorder characterized by social interaction and communication, and restricted and repetitive behaviors. Autism is seen in nearly one of 68 children. The incidence is reported to increase, and the increase is suggested to arise from increased information, awareness and alterations in diagnostic criteria. However, environmental factors and their relationships to several unknown genetic factors are also considered to contribute to the increase. The assessment of whether environmental factors lead to risks for autism spectrum disorder in perinatal period, especially when children are exposed to these factors in a neurodevelopmentally important and fragile stage, is so important. It is reported that in pregnancy, there is an association between autism spectrum disorder, and exposure to such drugs as valporic acid, terbutaline and Selective Seratonin Reuptake Inhibitors.Exposure to heavy metals and pesticides increases the risk of autism spectrum disorder.Intense smoking, and alcohol consumption and drugsdisrupt neurodevelopmental process, Also, gestational diabetes may elavate the risk of autism spectrum disorder due to autoimmunal disorders, infections and inflammatory pocesse of prolonged fever. Migration, seasons and air pollution exposed in pregnancy are also reported to affect autism spectrum disorder risk. The awareness level between environmental factors and autism spectrum disorder should be increased among prospective mothers, and these mothers should be trained as to the risk factors. Because prospective mothers avoid these factors, or the elimination of these factors should be beneficial for reducing autism spectrum disorder risk, analyzing related studies and enlightening risk factors are especially important. Here, we aimed at revising recent studies related to prenatal factors from a holistic perspective.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bosanma Ve Sonrası
Ömer Böke, İshak Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Bosanma Ve Sonrası
Breedıng And After
Bosanma evlilik birliginin hukuki olarak sona ermesidir. Bosanan da iyi bir evliligi gercekleştirememiş, kötü bir evliligi sürdüremeyendir. Toplumun temelini oluşturan ailenin kurum olarak varligini sürdürdüğü toplumlarda olumsuz nitelenen boşanma sureci icindeki kişilerde uyku ve beslenme bozukluklari baş gosterdigini, icki ve sigara kullaniminin arttigini, iş veriminin azaldiginı, kendisini yetirsiz bulma, yalnizlik hissi ye kaygi gibi olumsuz ruh hallerinin cogaldigini ortaya koymaktadir
Divorce is the legal end of the marriage union. The divorcee is the one who could not make a good marriage and maintain a bad marriage. It reveals that in societies where the family, which forms the basis of the society, continues its existence as an institution, sleep and nutritional disorders occur in people in the divorce process, which is defined negatively, increased drinking and smoking, decreased work efficiency, negative moods such as finding themselves incompetent, feeling lonely and anxiety increase.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigaranın Fetal Kardiyovasküler Sıstem Üzerindeki Etkileri
Sevim Karaaslan
Araştırma makalesi
Özeti
Sigaranın Fetal Kardiyovasküler Sıstem Üzerindeki Etkileri
Effects Of Smokıng On The Fetal Cardıovascular System
Sigara içmenin anne karnındaki bebeğe, en iyi bilinen olumsuz etkisi, doğum ağırlığında meydana getirdiği azalmadır (1,2). Bu konuda araştırma yapan Ahlsten ve arkadaşları (3) anneleri sigara içen bebeklerin doğum ağırlığı ortalamasını. anneleri sigara içrneyen yerıidoğan bebeklerin doğum ağırlığı ortalamasından 400 Gni daha düşük olarak tesbit ettiler. Ayrıca hamilelikleri sırasında sigara içen annelerin bebekleri arasında ablatio plasenta, plasenta previa, prematüre doğum, perinatal morbidite ve mortalite insiderısinde de bir artış olduğu bildirilmektedir (1).
The best known adverse effect of smoking on the unborn baby is the decrease in birth weight (1,2). Ahlsten et al. (3) who conducted research on this subject, mean birth weight of babies whose mothers smoked. found that the average birth weight of newborn babies whose mothers did not smoke was 400 Gni lower than the average. In addition, it has been reported that there is an increase in ablatio placenta, placenta previa, premature birth, perinatal morbidity and mortality incidence among babies of mothers who smoke during pregnancy (1).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okkült Testikuler Seminom (vaka Takdimi)
Salim Güngör, Özden Vural, Dilek Bitik, Hilal Koral, Metin Bitik
Araştırma makalesi
Özeti
Okkült Testikuler Seminom (vaka Takdimi)
Occult TestIcular SemInoma (a Case Report)
Testis tömürleri % 25 vakada, metastazkırına bağlı •semptorn ve şikayetlerle ortaya çıkarlar. Bu makalede, bel agıı-ısı olan ve retroperitoneal lenf nodüllerinde seminom metastazı bulunan 34 yaşında bir erkek hastayı sunuyoruz.
Testicular tumors, 25 percent will first present with sign or svınptoms of metastatic disease. We describe a 34- year- old man who had lomber pain with metastatic seminoma in retroperitoneal lymph nodes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Testisden Tru-Cut İğne Biyopsisi İle Alınan Materyalin, Işık Ve Elektron Mikroskobu Bulgularının Karşılaştırılması
İbrahim Ünal Sert, Ali Acar, Cengiz Güven, Lema Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Testisden Tru-Cut İğne Biyopsisi İle Alınan Materyalin, Işık Ve Elektron Mikroskobu Bulgularının Karşılaştırılması
The ComparIson Of The MaterIals Removed From The Testes By Tru-Cut BIopsy-Needle And The FIndIngs Of LIght And Electron MIcroscope
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabi-lim Dalında 1989-1991 tarihleri arasında klinik pros-pektif çalışma şeklinde hormonal yapıları (FSH, LH, Testosteron, Östradiol, Prolaktin) normal olan 27 se-lektif yakaya Tru-cut silindir iğne biyopsisi uygu-landı. 11 vakadan hem ışık, hemde elektron tnikros-kobu incelemeleri için aynı testisden biyopsi alındı. Çalışmanın sonucunda elektron mikroskobunun daha ayrıntılı bulgular verdiği. iğne biyopsi tekniği ile elde edilen dokunun incelemeye yeterli düzeyde olduğu, histolojik bulguların testis fonksiyonunu belirlemede yeterli veriler gösterdiği tespit edildi.
Tru-cut cylinder needle biopsy was applied to the 27 selective cases which had normal hormonal structure of FSH, LH, Testosteron, Ostradiol, Prolactinps a clinical prospective study in Urology Department of Medical Faculty of Selçuk University from 1989 to 1991. Biopsy was taken from the same testes for both light and electron microscope examinations from 11 cases. At the end of the study, it was observed that electron microscope gave more detailed findings and the tissue obtained by needle biopsy technqie was enough to be examined and the histologic findings showed enough data to determine the testes function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parmak Ucu Doku Defektlerinde Dijital Arter Perforatör Flebinin Kullanımı
Alper Ural, Fatma Bilgen, Mahmut Durak Ceviz, Mustafa Rıdvan Yanbaş, Mehmet Bekerecioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Parmak Ucu Doku Defektlerinde Dijital Arter Perforatör Flebinin Kullanımı
DIgItal Artery Perforator Flap Use In ReconstructIon Of FIngertIp Defects
Amaç: Parmak ucu defektlerinin rekonstrüksiyonunda dijital arter perforatör flebi kullanarak yapılanrekonstrüksiyonlar ile ilgili deneyimimizi bildirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Parmak defektleri nedeniyle ameliyat edilenve dijital arter perforatör flep ile rekonstrüksiyon yapılan 8 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar etyoloji, cinsiyet, yaş, komorbidite ve sonuçlar açısından değerlendirildi. Fleplerin boyutları 20 x10 mm ile 25 x20 mm arasındaydı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 43,6 ( 19-66) idi. 8 flebin 6'sı tam olarak sağ kaldı ve sorunsuz iyileşti. Bir flepte kısmi cilt nekrozu yaşanırken 1 flep ise tamamen kaybedildi. Hiçbir hasta soğuk intoleransından veya eklem kontraktüründen şikayetçi değildi. Hastalardan birinde hafif tırnak deformitesi oluştu.
Sonuç: Dijital arter perforatör flebi(DAPF), komorbiditesi olmayan ve sigara içmeyen hastalarda parmak ucu defekti rekonstrüksiyonları için güvenilir ve çok yönlü bir fleptir. Tek aşamalı ameliyat prosedürü, flebi hazırlama kolaylığı, hızlı iyileşme ve dijital arterlerin korunması en önemli avantajlarıdır.
Aim: We aimed to report our experience of a digital artery perforator flap use in fingertip and pulp defects reconstruction
Materials and Methods: 8 patients underwent reconstruction with digital artery perforator flap for their finger defects were enrolled in the study. The patients were evaluated in terms of etiology, sex, age, comorbidities and outcomes. The size of the flaps ranged from 20 x10 mm to 25 x20 mm.
Results: The average age of the patients was 43,6 (range:19-66) years. 6 of 8 flaps survived completely and healed uneventfully.1 flap was totally lost where as 1 flap had partial skin necrosis. No patients complained of cold intolerance or residual joint contracture. Mild hooked nail deformity occurred in one of the patients.
Conclusions: The DAPF is a reliable and versatile flap for fingertip defect reconstructions in non smoker patients without comorbidities. Single-stage operating procedure, ease of harvest, rapid recovery and preservation of digital arteries are the most important advantages.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fötusunda Timusun Işık Mikroskobik Seviyede Çeşıtlı Boyalar Yapılarak Histolojik Yapısının İncelenmesi
Safiye Sayar, Aydan Canbilen, Refik Soylu, Fatih Demirbaş, Selçuk Duman, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fötusunda Timusun Işık Mikroskobik Seviyede Çeşıtlı Boyalar Yapılarak Histolojik Yapısının İncelenmesi
A LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of Fetal Human Thyrnus WIth DIfferent StaIns
İnsan fötusunda timusun ışık mikroskopik se-viyede çeşitli boyalar yapılarak histoiojik yapısının incelenmesi. Histolojik olarak timus lenforetiküler bir yapıya sahiptir. Yeni doğanda nispeten büyük olan timus in-sanlarda iki, üç yaşına kadar büyümeye devam eder. Timus puherteye kadar bu büyüklüğünü korur. T len-fositlerin olgunlaşma yeridir. Bu araştırma timusun histolojik yapısının in-celenmesi amacıyla yapıldı. Bu çalışmada toplam 15 adet, 4.. 5., 6., aylık insan l'ötüslarmın timusu alındı. Histolojik preparatlarda kemik iliği ana hüc-releri, plaznıa hücreleri, mast hücreleri ve eo-sinofilik lökositlerin varlığı gözlendi. Sonuç olarak sekresyon yapan hücrelerin yapısı görevlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için ise im-nıtınohistokimyasal çalışmaların tekrar yapılması gerekmektedir.
Thymus has a lenjOreticular structure. Thymus is higger in newborn and goes on ta grove until 2-3 years old. It keeps this size until puberty. Thymus is the ma-tu•ation place of T lymphoc_ytes. This investigation was ~Ide to examine the his-tological structure of thymus. In this investigation fifteeıı h.urnan fetus thymus were examined from fourth, fifth and sixth months. In histological slides. the existen.ce of bo-nernarrow stern cells. plasma cells, mast cells and eosinophil leucocytes were observed. Neverthless, ta reveal the structure and function of secretion cells the immunohistochemical studies must be repeated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Ve Çocuk
Haluk Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Ve Çocuk
SmokIng And ChIld
Son yıllarda sigaranın kanser ve diğer bazı hastalıklara sebep olarak, insan sağlığını tehdit etmesinin kesinleşmesinden sonra, birçok ülkede sigaraya karşı kampanyalar yoğunlaştırılmış ve bu ülkelerde sigara içme oranı önemli derecede azalma göstermiştir. Yurdumuzda ise maalesef tüketilen ve ithal edilen sigara miktarı giderek artmaktadır. Bu sigaranın zararına uğrayacak insanlarımızın çoğalması demektir. Bu zarara uğrayacaklar sadece aktif olarak sigara içen erişkinler değil, aynı zamanda anne kamındaki fetus, bebekler ve çocuklardır. Bu yazıda sigaranın çocuk sağlığı ile ilgili bazı etkilerinden bahsedilecektir. Sigaranın diğer etkilerinin de yer alacağı bir kitapçığın parçası olarak bu yazı hazırlanmıştır.
In recent years, after it became clear that smoking poses a threat to human health by causing cancer and some other diseases, anti-smoking campaigns have intensified in many countries and the smoking rate has decreased significantly in these countries. Unfortunately, the amount of cigarettes consumed and imported in our country is gradually increasing. This means the number of people who will be harmed by smoking. Those who will suffer are not only actively smoking adults, but also the fetus, babies, and children in the mother's abdomen. In this article, some of the effects of smoking on child health will be discussed. This article has been prepared as part of a booklet that will also include other effects of smoking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
Mustafa Sait Gönen, Hasan Gök, Ali Bayram, V. Gökhan Cin, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
An InvestIgatIon Of RIsk Factors And Coronary Heart DIsease Of AsymptomatIc Adults In The Central AnatolIa In Turkey
Orta Anadolu'nun merkezinde yer alan Konya ve çevresindeki erişkin yaş ve sonrası (k40) semptom-suz bireylerde, koroner kalp hastalığı (KKII) ve bu-nun risk faktörlerinin prevalansuu belirlemek amacıyla, homojen bir yapı gösteren Bozkır Ilçe merkezini temsilen gelişigüzel örnekler seçerek top-lam 280 kişi incelendi. Çalışmaya alınan olguların tümünde kardiyovasküler sistem muayenesi yapıldı, EKG'ı ve teleradyografisi çekildi. Atherosklerotik risk faktörleri araştır-11dt. 54 olguda (%19.3) hipertansiyon, 11 olguda (%3.9) hiperglisemi, 58 erkek olguda (%59.8) sigara içimi, erkeklerin %17 ve kadınların %27'sinde obe-site, olguların %12'sinde hiperkolesterolemi %7.4'ünde hipertrigliseridemi ve 40 olguda da (%14.3) KKI I saptandı. Yaş arttıkça hipertansiyon insidensinin arttığı, sigara içim oranının değişmediği görüldü. Değiştirilebilir major risk faktörleri ile mücadelenin olumlu sonuçlarının ışığı altında; halkın periyodik taranması ve atheroskleroıik risk faktörleri ile KKI1 yönünden incelenmesi önerildi. Ayrıca koruyucu veya tedavi edici yöntemlere başvurulmasının önemi vurgulandı.
The Coronary heart disease and üs risk factors were investigated in Konya, which is placed in the central pan of Central Anatolia in Turkey. In 'his study 280 asymptomatic people, who are middle aged and over (.40), were selected randomize from Bozkır, a small town of Kon" ya, which shows a ho-mogen structure of population. All of the cases which were investigated, cardio-vascular system was examined. ECG and teleradiog-raphy were taken. In 54 cases (19.3%) hypertension, 11 cases (3.9%) hyperglisemia and 58 male cases (59.8%) smoking were found. Obesite was seen 17% of male and 27% of female. Ilypercholesterolarnia in 12% of cases and hypertrigliseridemia in 7.4% of cases were also seen. In 40 cases, coronary heart dis-ease was deterrnined. Incidence of hypefrtension was increasing with age, but the rale of cigarette-smoking was not changed. With the understanding of posiıive results of struggle -withreversible major risk factors periodic examinations in cases with high risk; furthermore investigation of risk factors medical and preventive treatment procedures were pointed out clearly as important issues which mut be followed by physidans.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psıkıyatrı Hastalarında Sıgara, Sıgara Kullanıpvıı Ve Psikopatoloji Ile İliskisi Kontrollü Bir Çalışma
Rahim Kucur, İshak Özkan, Metin Turan, Sıtkı Karaca, Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Psıkıyatrı Hastalarında Sıgara, Sıgara Kullanıpvıı Ve Psikopatoloji Ile İliskisi Kontrollü Bir Çalışma
CIgarette SmokIng And AddIctIon In PsychIatrIc PatIents And TheIr RelatIonshIps To Psycho-Pathology: A Controlled Survey
Sigara akskanhigi ye sigara kesilme semptomlarl psikiyatrik hastalarda onlarin, kontrol grubu kabul edilen, saglikh refakatcdarmda calzplch. Has-talar ye kontrol grubu sigara icen Ye icmeyetz diye ikiye ayrtlarak degerlendirildi. Anket sorumuzda Fagestrom Sigara Bagtmlihk Olcegi ye DSM-IV si-gara bagunititti semptomlari ye yoksunlugu kri-terlerini de icerniektedir. Bit anket 216 k4i icin uy-gulanmigir. Kontrol grubu ile mukayese edildiginde bagtmhhk beq-lama yap hastalarda daha erken lama ve uzun siireli sigara icme bakimindan is-tatistik ola'rak cmlamh ciktr. Sigara icimi ye si-garaya bagunhhIc hastalarda agir olarak bulunmuour. Bu egilim nikotinin nororegillator et-kilerine baglanabilir.
Habitual smoking and smoking dependent Itsith-drawal symptoms in psychiatric patients and their healtly attendants which are considered as control, were surveyed. The patients and the control groups were subdivided into smokers and nonsmokers and evaluated accordingly_ Fagersn-om Tolerance Of-estionnory, and criteria of DSM-IV cigarette-smoking dependency and abstinency were included in our survey questionnaries and used for 216 in-dividuals. When compared to control groups, the onset of addiction age was earliers and the duration of smoking was longer in patients and these values were statistically significant. The tendency of smo-king and addiction among the patients found to be severe and this can be attributed to neuroregulatory effects of nicotine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Inferıor Ve Inferoposterıor Mıyokard İnfarktuslu Ve Atrıoventrıkuler Tam Bloklu Hastaların Hastane İçin Mortalıtesının Arastırılması
Hasan Hüseyin Telli, Muharrem Güldal, Remzi Karaoğuz, Turhan Akyol
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Inferıor Ve Inferoposterıor Mıyokard İnfarktuslu Ve Atrıoventrıkuler Tam Bloklu Hastaların Hastane İçin Mortalıtesının Arastırılması
Investıgatıon Of Mortalıty In Hospıtal Of Patıents Wıth Acute Inferıor And Inferoposterıor Mıyocard Infarctus And Atrıoventrıcular Full Block
(VET Akut inferior (AIM!) ye inferoposterior myocard infarktuslu (AIPA41), atrioyentrikfiler tam blok (AV) gelien ye gelilineyen vak'alarrn hastane ici mor-talitesini belirlemek icin 247 vak'a incelendi. Ai 192 yak'ailtit 35'inde AV tarn blok AV tarn blok gelime orant % 18 idi. AV tam blok gelifenlerle geklmeyenler: angina pectoris, hi-pertansiyon, sigara ye diabetes mellitiis artsindan kryaslandiguida anlamstz bulunurken (P>0.05)m, ventrikiil fibrilasvonu (VF), yentrikiiler takikardi (VT). paroksismal atrial fibrilasyon (PAF), konjestif kalp yetmezligi (KKY), kardiomegali, pulmoler bdem ve kadiojenik fok gibi komplikasyonlar actsandan kiyaslandiginda attlanilt bultinmuour (p<0.05), AV tam blok gelietzkrde enzim degerleri CPK: 1491±202 UIL, LDH: 1493±559 IUIL. SGOT 301±24 UIL, gel4meyenlerde ise CPK 12714 UI L, CDH 785±51 U1IL SCOT 280±17 UIL olarak bu-lundu. AV tam blok geli§enlerde enzim degerleri an-lamIt olarak viiksekti (P<0.05). Yakalartn cogunlugunda AV tam blok ilk 24 saat iverisinde ge-1411. AV tam blok siiresi ise 1-13 gfin arasinda de-Nirken yak'alann fogunlugu 1-8 gfin arastnda bloktan ctlai ye sinus nimble clondii. AIPMPlii 55 yak'anut 17'sinde AV tam blok ve AV tam blok ge14me orant %31 idi. AV tam blok gelien ve geleftneyen yak'alar; angina pec-toris, diabetes mellitus gibi Oink bulgular kt-yaslandtgmda anlamstz bulunurken (P>0.05), hi- pertansiyon, sigara ye VF, VT, PAF, KKY, kar-diontegali, pulmoner odem ye kardiyojenik bir fok gibi komplikasyonlar actsindan ktyashindtginda an-lamh hulundu (P<0.05). AV tam blok gelipnlerde enzim degerleri CPK I237±112 UIL. LDH 672-145 ILIIL SCOT 211±I7 UIL, gelipneyettlerde CPK 1121-1-128 UIL. LDH 573±34 SGOT 211±.30 UIL hulundu ve aralarindaki .fark anlandzych. (P<0.05). AIPMI'lli vakalaruz fogunlugunda AV tam blok 1-2 giin arasinda gelifti. AV tam blok sii-resi 1-12 gun arasinda deg4irken yakalann cn-gratlugu 1-6 arasinda bloktan ctkn ve sitzis ritmine dondii. AMtsfinfin seyri esnasincla ortaya fikan riiim ve ileum bozukluguttun tedavisinde, tarti§mall a-manita ragnien gevici pacemaker kullandtk. Hastane ici mortalite, AIMPlii ye AV tam blok gelifen vakialarda %14. gel4meyenlerde %7. AIPMI'lit ve AV tam blok gelienlerde %28, ge-liftneyenlere %13 olarak bulundu. Bulgular kr-yaslandtginda anlamlz idi (P<0.05). Sonuc olarak divebilirizki, AV tam blok gelifen ve AIPMI 'la valealarda, komplikasyon ge-lipneyerdere gore daha fazla, enzirn degerleri daha viiksek ye nekroz lanlari daha geitiftir. Hastane mortalitesini etkileyetz, AV tam blokun kendisi değil henzodinamik bazukluga yal Kan yaygin miyocard nekrozudur.
(VET Acute inferior (AIM!) And inferoposterior myocard infarction (AIPA41), atrioentricphs were examined in 247 cases to determine the intra-hospital mortality of cases with complete block (AV). Tarn block was 18% in proportion to development of AV block. Those who did not develop AV complete block: angina pectoris, hy-pertension, smoking and diabetes mellitiis increased compared to increased (P> 0.05) m, ventricular fibrillation (VF), yentricular tachycardia (VT) Complications such as paroxysmal atrial fibrillation (PAF), congestive heart failure (CHF), cardiomegaly, pulmolar bdem, and cadiogenic seal when compared to actsan attlanilt bultinmuour (p <0.05), enzyme values in AV complete blockade are increased CPK: 1491 ± 202 UIL, LDH: 1493 ± 559 IUIL. SGOT was found to be 301 ± 24 UIL, CPK 12714 UI L, CDH 785 ± 51 U1IL SCOT 280 ± 17 UIL for those who did not come. In the majority of colleges, AV full block lasts for the first 24 hours. is in ge-1411. AV complete block poise ranged between 1-13 grams, while the density of the people between 1-8 grams was nimble from block to ctlai. In 17 of 55 Yak'anut with AIPMP, the ratio of AV complete block and AV complete block was 31%. Yaks with and without AV complete block; Oink findings such as angina pec-toris, diabetes mellitus were significant when compared to age (P> 0.05), while complications such as hypertension, smoking and VF, VT, PAF, CHF, car-diontegaly, pulmonary edema and a cardiogenic seal were significant. -lamh hulundu (P <0.05). Enzyme values CPK I237 ± 112 UIL in those with complete AV block. LDH 672-145 ILIIL SCOT 211 ± I7 UIL, CPK 1121-1-128 UIL in gelipneyets. The LDH was 573 ± 34 SGOT 211 ± .30 UIL, and the difference between them was anlandzych. (P <0.05). Full AV block developed in 1-2 days in the foggy majority of our cases with AIPMI. While the number of AV complete block varied between 1-12 days, the cn-grat of the caught took off the block between 1-6 and turned into sitzis rhythm. We used the controversial a-pacemaker pacemaker to treat pain and ileum disturbances that occur during the course of AMtsfin. In-hospital mortality is 14% in cases with AIMP and complete AV block. 7% of those who did not come. AIPMI and AV were found to be 28% in those with complete block and 13% in those who did not. Results were significant when compared (P <0.05). As a result, we can divide that in patients with complete AV block and AIPMI valeas, complications are higher, those with higher enzyme values and necrosis are more advanced than those with advanced complications. It is not the complete AV block itself, but the hemodynamic basucolic Blood diffuse myocardial necrosis that affects hospital mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgaraya Pasıf Maruziyet İle Akciğer Kanserı Ve Kronık Obstrüktif Akciğer Hastalığı (koah) Arasındaki İlişki
Tahir Kemal Şahin, Selma Çivi, Murat Yaycı
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgaraya Pasıf Maruziyet İle Akciğer Kanserı Ve Kronık Obstrüktif Akciğer Hastalığı (koah) Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between PassIve SmokIng And Lung Cancer And ChronIc ObstructIve Pul-Monary DIsease (copd)
Sigara içiminin zararlı etkileri sadece içen kişinin sağlığına verdiği zararla sınırlı değildir. Ayni zamanda, sigara dumanına pasif olarak maruz kalan çevredeki insanların sağlığı da tehdit altındadır. Bu nedenle, sorunun boyutlarını incelemek amacıyla bu araştırma planlanmıştır. lıaka-kontrol tipindeki bu araştırma, Konya il merkezindeki üç büyük hastanede şubat-nisan 1991 döneminde yapılmıştır. Araştırmaya yaka grubu olarak akciğer Ca veya KOAH tanısı ile yatmakta olan 30 yaş üzeri 122 hasta ve kontrol grubu olarak da akciğer hastalıkları dışında farklı tanılarla yatmakta olan 30 yaş üzeri 122 denek alınmıştır. Pasif içicilik sıklığı incelenmiş ve yaka grubunda %44.3 , kontrol grubunda ise % 25.3 olarak bulunmuştur. Aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0 .01 ). Pasif içicilerde akciğer Ca ve KOAH oluşma riski 2.4 (Odds ratio [OR]=2.4; %95 güven aralığı [GA]=1.3-4.5) olarak tespit edilmiştir. Sağlıklı bir çevreye ve temiz havaya sahip olmanın her bireyin en temel hakkı olduğu göz önüne alınarak sigarayla mücadele daha etkili ve daha gerçekçi bir biçimde sürdürülmelidir.
D and older filan 30 years of age were included toget her with control group which was also consisted of 122 patients older than 30 years of age without having lung Ca and COPD. About 45% of lung Ca and COPD petients and 25% of the control group were passive smokers. Higher percentage of passive smokers in the study groups were statistically meaningful (p<0.01). The risk of having lung Ca and COPD among the passive smokers was 2.4 (Odds ratio fOR]=2.4,..95% confidence interval [CI]=1.2-4.5 ). In conclusion, we can state that to live in and to work in a cleaner environment is the right of individuals and the measures to be taken ejfectively to provide better living conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta