Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisi
Özkan Solmaz, Bülent Ataş, Adnan Karaibrahimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalarında Klinik,
laboratuvar, Epidemiyolojik Özellikler Ve Bu Özelliklerin
genetik Mutasyonlarla İlişkisi
ClInIcal, Laboratory And EpIdemIologIcal CharacterIstIcs Of FamIlIal
medIterranean Fever In ChIldhood And The RelatIonshIp Between
these Features WIth GenetIc MutatIons
Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) seröz zarların inflamasyonu
ile karakterize, ataklarla seyreden bir hastalıktır. MEVF gen
mutasyonlarının keşfinden sonra, genotipin fenotipe etkisi ile ilgili
bir çok çalışma yapılmış, bazı araştırmalarda genotip ile fenotip
arasında ilişki bulunurken, bazılarında bulunamamıştır. Bu çalışmada
AAA hastalarının klinik özellikleri ve kolşisine yanıtlarının genotiple
ilişkisinin araştırılması amaçlandı. AAA tanısıyla izlenmekte olan
131 hastanın dosyaları retrospektif olarak taranarak demografik,
klinik veriler ve mutasyon analizleri kayıt edildi. Hastalarımızın
%52.7’si erkek, %47.3’ü kızdı. Hastalarımızın şikayetlerinin başlama
yaşı ile tanı yaşının dağılımı farklılık göstermekteydi (p=0.00). En
sık görülen semptom karın ağrısı (%94.7) ve onu sırasıyla ateş
(%91.6), artralji (%65.6) ve göğüs ağrısı (%27.5) takip ediyordu.
Enfeksiyon, stres, menstürasyon, spor gibi faktörler bazı hastalarda
atağı tetiklemekteydi. En sık görülen mutasyonlar sırasıyla M694V
(%50.4), M680I (%26.7), 148Q (%11.5) idi. Mutasyon saptanmayan
%14.5 hastamız vardı. M694V homozigot olan hastalarda bulantı
ve kusma daha az, E148Q heterozigot olan hastalarda artralji daha
fazlaydı (p<0.05). Aynı aileden kolşisine dirençli 3 hastamız vardı.
Çalışmamızda AAA hastalarının fenotip ve genotipi arasında önemli
bir ilişki gözlenmemiştir. İnfantil dönemde hastalığın tanınması
zor olup, komplikasyonları önlemek adına hastaneye sık başvuran
hastalarda AAA tanısı da akla gelmelidir.
Familial Mediterranean Fever (FMF) is characterized by attacks
and inflammation of serous membranes. After discovery of MEVF
mutations, several studies have been carried out about the effect
of genotype to phenotype, a number of them showed relationship
between genotype and phenotype, but some of them not. The aim
of our study was to investigate the relationship between genotype
and clinical features in children with FMF. This study was performed
with 131 patients who have FMF diagnosis. The demographic data,
clinical findings, mutations were investigated retrospectively. 52.7%
of our patients were boys, 47.3% were girls. Distribution of the age
of diagnosed was different from age of onset of symptoms (p=0.00).
The most frequent symptom was abdominal pain (94.7%) and it is
followed by fever (91.6%), arthralgia (65.6%) and chest pain (27.5%).
Infection, stress, menstruation and physical training triggered the
attack in some patients. Respectively, the most common mutations
were M694V (50.4%), M680I (26.7%) and 148Q (11.5%). No mutation
was detected in 14.5% of our patients. Nausea and vomiting were
less in M694V homozygous patients, and arthralgia was higher in
E148Q heterozygous patients (p<0.05). We had 3 patients with
colchicine-resistant who were siblings. In our study, a significant
relationship between phenotype and genotype was not observed. It
is difficult to recognize the disease in infancy period, FMF should be
considered in patients with frequently admitted to hospital in order to
avoid complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğünde Yapılan Farik-İ Mümeyyizlik Muayenelerinin Değerlendirilmesi
İshak Gürsel Günaydın, Başar Çolak, Tahir Kemal Şahin, Şerafettin Demirci
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğünde Yapılan Farik-İ Mümeyyizlik Muayenelerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of DIscrImInatIon AbIlIty And Mental CapacItIes ExamIned Court Case CrImInal ChIldren In Konya ForensIc MedIcIne DIvIsIonal DIrectorateshIp
Bu çalışmada, 1992-1997 yılları arasında Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğü'ne farik-i mümeyyizlik mu-ayenesi için gönderilen 479 olgu retrospektif olarak incelendi. 479 olgudan 25`inin yaş sınırının farik-i mümeyyizlik muayenesi yaş sınırının dışında olduğu görüldü_ Geri kalan 454 olguda, suç işlediği iddiasıyla muayeneye gönderilen çocukların büyük bir çoğunluğunun erkek (% 96.5), en sık suç işlenen yaşın 15 (% 39.7) ve 14 (% 33_9), en sık işlenen suçun hırsızlık (% 54.4) olduğu, olguların % 95.6'sının işlemiş oldukları iddia edilen suçun farik ve mümeyyizi olduklarının belirlendiği görüldü. Farik ve mümeyyiz olmadıkları belirlenen 20 (% 4.4) olgudan 2'sinde (% 10.0) zeka geriliği saptandığı, 1 Olunda (% 50.0) içinde bulundukları sosyo-kültürel yapı se-bebiyle suçu işlemekten kaçınamayacakları, 6Sında 30.0) psikobiyolojik gelişimierinin kendilerini işledikleri suçtan koruyabilecek derecede ta-mamlanmamış olması nedeniyle, 2 çocuğun ise sağır ve dilsiz olmalarının da etkisiyle (% 10.0) farik-i mümeyyiz olmadıklarının belirlendiği görüldü. Sonuçlar diğer bölgelerde yapılan benzer çalışmalarla karşılaştırıldı.
In this study, 479 criminal children were sent to Forensic Medicine Divisional Directorateship for their discrimination and mental capacities to be sulted for child correction institutions. Twenty five children were out of the age range of examination of disc-rimination and mental capacity. Remaining 454 sub-jects were largely males (96.5 %). The large per-centage of criminal ages were 15 (39.7 %) and 14 (33.9 %) years of age. The most attempted erime was steeling and burglary (54.4 %). Of those 96.6 % were the age of discrimination and mental capacity and knowing attempted to the crimes. Twenty sub-jects, although they had the ages older than 11 years old, were below the discrimination and mental ca-pacity level. Among them two (10.0 %) were mentally retarded. Ten subjects (50.0 %) were inclined to at-tempt criminal temptations due ta their fawer socio-economic cultural type of living. Of those, six (30.0 %) of thern were lacking behind the psychobiological developments and unaware of the judgement of their criminal acts. The remaining two (10.0 %) subjects were deaf and dumb, and they were considered to have low level of discriminative ability and mental ca-pacity. This study when compared ta similar studles carried out else where in Turkey, it can be concluded that the type of erime attempted and the ratio of disc-riminative and mental capacity were of similar.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik Araştırma
Aziz Polat, İbrahim Erkul, Ahmet Özel, Hasan Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Çocuk Yuvasında Gelışme Geriliği Olan Çocuklarda Endokrinolojik Araştırma
An EndocrInologrcal Research In ChIldren WIth Growth RetardatIon Konya ChIldren Care Center
Konya Çocuk Yuvasıruhıki 133 çocuğun ge-lişmesi incelendi. Gelişme geriliği olan 15 çocukta L-Dopa stimullasyonu ve insülin hipogliseınisi ile se-rum growth hormon (GHt değerleri tespit edildi. A-raştırma grubundaki çocukların hepsinde maksimum serum GH değeri 7 tıghnl.'nin üzerituleydi. lari ço-cukla on. yıllık büyüme hızlan•la maksimum serum GH değeri arasında ilişki olmadığı tesbit edildi (p>0.05). Kontrol grubuyla yapılan karşılaştırmada maksimum serum GH değerleri ve yıllık büyüme hız-ları arasında ilişki yaktı, (p>0.05). Araştırma grubundaki 15 çocuktan 1 l'inde kemik matiirasyonu geriydi. Anne sevgisinden mahrıonivetin büyüme üzerine etkisi tartışıldı
The growths (ıf 133 children in Konya Child-ren. Care Center were evaluated. Serum growth hor-mone (GH) kvels were measured in 15 children with growth failure bv using L-Dopa stimulation and in-sulin- induced hvoglycemia. All of the children in. research group had maximum serum GH values hig-her than 7 nghnl. Tlıere was no correlation between antıtıal growth rate (ınd maximum serum GH level (p>0.05). Eleyen of 15 children ilı research group had retanled bone maturation. The ejfects of mother deprivation on growth were discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi Sonuçları
Şebnem Yosunkaya, Faruk Özer, Oktay İmecik
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi Sonuçları
TuberkulIn SkIn Test Results In Central PrImary School ChIldren WIth And WIthout Bcg VaccInatIon Of Konya
Konya il merkezinde 10 ilkokulda birinci ve beşinci sınıflar olmak üzere iki yaş grubunda BCG skarlarına bakarak bölgedeki aşılama çalışmalarının günümüzdeki durumu, 6-12 yaş çocuklarda tüberküloz enfeksiyonunun durumu ve BCG’nin PPD testine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada ilkokul birinci ve beşinci sınıflara devam etmekte olan 2652 öğrenciye (1374’ü birinci, 1188’i beşinci sınıf) tüberkülin deri testi yapıldı ve sonuçlar aşılama durumu göz önüne alınarak karşılaştırıldı. Çalışmaya alınan öğrencilerden 414’ünün (%16.2) hiç aşılanmadığı, aşılı öğrencilerden 2029 unun (%79.2) bir kez ve 119 unun (%4.6) iki kez aşılandığı saptandı. Ortalama tüberkülin endurasyonu aşısız öğrencilerde 1.186±2.188 mm, bir aşılı öğrencilerde 4.894±4.643 mm ve iki aşılılarda 10.890±4.037 mm olarak bulundu. Ayrıca aşısız414 kişinin 9 una (%2.2) karşılık, bir aşılı 2029 kişinin 438 i (%21.6), iki aşılım 119 kişinin 85 i (%70.5) 10 mm ve üzeri reaksiyon gösterdiği bulundu. Tüm öğrenciler dikkate alındığında enfeksiyon oranının %4.2 olduğu görüldü. Aşısızlarda YER (Yıllık Enfeksiyon Riski) 7 ve 11 yaş grubunda 0.41 ve 0.56 olarak hesaplandı. Sonuç olarak, çalışmamızda Konya bölgesinde yenidoğan dönemi aşılama çalışmalarının başarılı revaksinizasyonun yetersiz olduğu, ayrıca BCG uygulamasının tüberkülin reaksiyonunu arttırdığı ve bir aşılılarda tüberkülin pozitiflik sınırının 14≤ mm olduğu enfeksiyon oranının yaş arttıkça arttığı, cinsiyetle değişmediği görülmüştür.
In this study, we have planned to determine: The vaccination situation of the two age groups of children in the first and fifth classes of the primary schools of Konya province by looking at the BCG scars; the effects of BCG vaccination to tuberculin tests; the tuberculin reaction that can distinguish the natural infection in one time vaccinated children. We have also investigated the situation of tuberculosis infection in Konya province for contituting data for our region. We have included 2652 students of first and fifth classes of the primary school (1374 and 1188). 414 (16.2%) of the children had no BCG vaccinations. 2029 (%79.2) of the vaccinated 2148 children had only one and 119 (%4.6) children had two vaccinations. Mean tuberculin endurations were respectively 1,186±2,188 mm 4,489±4,643 mm and 10.890±4.037 mm in unvaccinated and in the children who had waccinated twice. Morower, 9(%2.2) of the unvaccinated 414 children, 438 (21.6) of one time vaccinated 2029 children and 85 (%70.5) of two times vaccinated 119 children had 10mm or larger endurtions. The infection rate was %4.2 in the whole group. In the group of unvaccinated children, the risk of yearly infections was 0.22 in the 7 year old children group and 0.31 in the 11 year old children group. As a result, we have determined that vaccinations in the newborn age group are succesfull but revaccinations are not enough. BCG vaccination is increasing the tuberculin reaction and pozitive tuberculin enduration is ≤14 mm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
Mahmut Abuhandan, Hasan Kandemir, Cemil Kaya, Bülent Güzel, İbrahim Fatih Karababa, Bülent Koca, Muazzez Çevik
Araştırma makalesi
Özeti
Fonksiyonel Karın Ağrısı Olan Çocukların Yaşam Kaliteleri Ve Psikiyatrik Özellikleri
QualIty Of LIfe And PsychIatrIc PropertIes In ChIldren WIth FunctIonal
abdomInal PaIn
Bu çalışmada fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerde,
rahatsızlığın yaşam kalitesi ve psikiyatrik belirtileri üzerine etkisinin
değerlendirilmesi amaçlandı. Roma III kriterlerine göre fonksiyonel
karın ağrısı tanısı alan 30 hasta ile birlikte yaş ve cinsiyetleri eşleşmiş
30 sağlam çocuk kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Gruplara,
Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Çocuklar için DurumlukSüreklilik
Kaygı Ölçeği (ÇDSKÖ) ve Çocuklar için yaşam kalitesi
ölçeklerinin Ebeveyn ve Çocuk formları (ÇİYKÖ-E ve C) uygulandı.
Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve ergenlerin yaşam kalitesi
tüm ölçek puanları, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan
çocuk ve ergenler için yaşam kalitesi ebeveyn açısından tüm ölçek
puanları, kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşük bulundu (p<0.001). Fonksiyonel karın ağrısı olan çocuk ve
ergenlerin çocuklar için depresyon ölçeği, çocuklar için süreklilik
kaygı ölçeği ve çocuklar için durumluluk kaygı ölçeği puanları, kontrol
grubun göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p
değerleri sırasıyla p<0.001, p=0.003, p=0.001). Fonksiyonel karın
ağrısı olan çocukların, kontrol gruplarına göre yaşam kalitesinde
azalma, sürekli kaygı içinde oldukları ve depresyona meyil oldukları
tespit edildi.
In this study, it was aimed to evaluate the effects of functional
abdominal pain and psychiatric signs on life quality in childrens and
adolescents. 30 patients diagnosed with functional abdominal pain
according to Roma III criterias and 30 healthy children as control
group matched of age and gender were included in the study. Child
Depression Inventory (CDI), State-Trait Anxiety Inventories for
Children (STAI-C) and Pediatric Quality of Life Inventory Parent
and Child Versions (PedQL-P and C) were applied to both patient
and control groups. All scale scores of life quality of childrens
and adolescents with functional abdominal pain were statisticaly
significance lower than control group (p<0.001). All the score of
life quality in terms of parents of childrens and adolescents with
functional abdominal pain were statisticaly significance lower than
control group (p<0.001). Depression scale, trait anxiety inventory
and state anxiety scores for children and adolescents with functional
abdominal pain were statisticaly significance higher than control
group (p<0.001, p=0.003, p=0.001, respectively). When compared
to control group, lower life quality scale scores , increased anxiety
levels tendency to depression and generally decreased life quality
status were determined in functional abdominal pain group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
Sevim Karaaslan, Bülent Oran, Osman Başpınar, Tamer Baysal, Abdullah Yazar
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateşli Hastalarımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
A RetrospectIve Follow-Up On The PatIents WIth The Acute RheumatIc Fever:
Akut romatizmal ateş tamlı hastalarımızın klinik ve laboratuar özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Hasta kayıtlarından akut romatizmal ateş tamlı 395 vaka seçildi. Hastaların atak anındaki başvuru yaşı 5-18 yaş (ortalama 11.3±2.8), cinsiyetleri 213 (% 53.9) erkek, 182 (%46.1) kız olarak belirlendi. Hastaların asıl klinik bulguları kardit °%70.3, artrit % 66.5, Sydenham koresi % 22.2, eritema marginatum %1 ve subkütan nodul % 0.7 şeklinde idi. Perikardiyal efüzyona % 3.5 oranında rastlanıldı. Karditli hastalarda mitral ve aort yetmezliği sırasıyla % 95.3 ve % 46.4 oranında oluştu. Takip esnasında kapak yetmezlikleri % 23.6 ve % 33 oranında kayboldu. Penisilin profiaksisinin düzensiz uygulanması bazı hastalarda tekrarlamalara neden oldu.
Patients with acute rheumatic fever, who were admitted to Pediatric Cardiology Unit of Selçuk University Meram Faculty of Medicine, were studied ret- rospectively to verify the clinical and laboratory profile of the disease. 395 cases were identified among patients admitted to the present institution. Age on admission was 5-18 years (mean 11.3±2.8), they were 213 (53.9%) boys, and 182 (46.1%) giriş. Manifestations included carditis 70.3°%, arthritis 66.5°%, Sydenham’s chorea 22.2%, eritema marginatum 1 °%,subcutaneous nodules 0.7%. Pericardial effusion was occurred in 3.5°%. Mitral insuffi- ciency and aortic insufficiency and aortic insufficiency were occurred in 95.3°% and 46.4°%, respectively. The regur- gitation disappeared in 23.6°% and 33°% of patients with mitral and aortic regurgitation, during follow-up. The caus- ing recurrence was the non-compliance with penicillin prophylaxis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık Deneyim
Aygen Yılmaz, Mustafa Akçam, Özlem Akıncı, Güngör Karagüzel, Reha Artan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Kolelitiyazis: Antalya Yöresinde Yedi Yıllık Deneyim
CholelIthIasIs In ChIldren: Seven Years ExperIence In Antalya RegIon
Amaç: Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağında oldukça nadir olan kolelitiyazis tanısı konulup izlenen olguların özelliklerinin ortaya konulmasıdır. Gereç ve yöntem: Haziran 1998 ve Haziran 2005 döneminde kliniğimizde kolelitiyazis tanısı alan 23 olguya ait veriler değerlendirildi. Bulgular: Olguların 15’i kız (%65.2), sekizi erkek idi (ortalama yaş: 8.3±4.7 yıl). En önemli taş oluşum sebebi hemolitik hastalıklar (%43.5) idi. Olguların %30.4’ünde altta yatan bir neden bulunamadı. Tüm olguların %39’u, hemolitik hastalığı olan olguların ise %80’i asemptomatikti. Kolesistektomi 23 olgunun dokuzunda (%39.1) yapıldı. Olguların %78’inde kesede birden fazla taş saptanırken hemolitik hastalığı olanların hepsinde çoğul kese taşları vardı. Taş analizi hiçbir olguda yapılamamıştı. Sonuç: Çocuklarda nadiren saptanan kolelityaz konusunda bilgi birikimi yetersizdir. Hemolitik hastalığı olan olguların önemli bölümü asemptomatik olup, kese taşları tesadüfen tespit edilmektedir. Bu olguların periyodik izlemi önemlidir. Semtomatik hastalarda ve çapı 2 cm’den büyük hastalarda laparaskopik kolesistektomi yapılmalıdır. Safra taşı analizine ülkemizde gereken önem verilmelidir.
Purpose: The aim of this study is the documentation of characteristics of cases diagnosed and followed as cholelithiasis which is quite rare in childhood period. Material and method: Data of 23 cases diagnosed as cholelithiasis in ourclinic between June 1998 and June 2005 were evaluated. Result: Fifteen of cases were female (65.2%) and eight were male (mean age: 8.3±4.7 year). The most important reason of stone formation was hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases (43.5%). No underlying reason could be found in 30.4% of cases. About 39% of all cases and 80% of cases with hemolytic diseases were asymptomatic. Cholecystectomy was performed in nine of 23 cases (39.1%). Multiple stones were detected in 78% of all cases while all patients with hemolytic disease had multiple stones. Stone analysis was not performed in any of patients. Conclusion: Knowledge about cholelithiasis which rarely detected in children is insufficient. Most of cases with hemolytic disease are asymptomatic and gall bladder Stones were detected accidentally. Periodic follow up of these patients is very important. Laparoscopic cholecystectomy must be performed in all symptomatic patients and in patients having Stones larger than 2 cm diameter. Needed significance to stone analysis must be given in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Status Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakası
Hilal Aydın, Nimet Kabakuş, Gökçe Kaya, Emine Dağıstan
Olgu sunumu
Özeti
Status Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakası
A Case Study Of SchIzencephaly WIth Status EpIleptIcus ClInIcs
Şizensefali, hemisfer boyunca ependimal yüzeyden korteksin
pia örtüsüne kadar uzanan, gri madde ile çevrili bir yarıktır.
Yarıkların gri cevher ile örtülü duvarlarının birbirine yakın olması
Tip 1 (kapalı dudak), birbirinden uzak olması ise Tip 2 (açık dudak)
olarak adlandırılır. Çocuklardaki kliniği mental motor retardasyon,
nöbetler ve fokal nörolojik bozukluklara kadar değişen geniş bir
aralığa sahiptir. Epilepsi hastaların çoğunda vardır, genellikle
fokal nöbetler ile karakterizedir. Şizensefalinin status epileptikus’a
neden olabileceği az sayıda vakada bildirilmektedir. Bu yazımızda,
nöbeti fokal başlayıp jeneralize devam eden, status epileptikus
kliniği ile başvuran yedi yaşındaki bir şizensefali olgusu sunularak;
şizensefalinin epilepsi ve status epileptikustaki yeri vurgulanmaya
çalışılmıştır.
Schizencephaly is a slit covered with gray matter, that lies from
the ependimal surface to the piadressing a long the hemisphere. If
the walls of the slitscovered with gray matter of are close to each
other it is named as Type 1 (closedlip), if they are further from each
other, it is called astype 2 (openlip). Clinics in children has a large
range of spectrum from mental motor retardation, seizure to focal
neurological disorders. Most of the patients have epilepsy which
are usually characterized by focalseizures. There are only a few
cases where schizencephaly causes status epilepticus. Here in, we
report a schizencephaly case of a 7 year old boy who was accepted
with a status epilepticus clinics that started locally and progressed
generally. We emphasize the important role of schizencephaly in
epilepsy and status epilepticus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
Nezihe Yılmaz, Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş, Çiğdem Artuk, Fatmanur Çakmak
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Solunum Yolları İnfeksiyoniu Çocuk Hastalarda Respiratuvar Sinsityal Virus Antikorlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of Respuratory Syncytıal Vurus (rsv) AntIbodIes In PedIatrIc PatIents WIth Lower RespIratory InfectIon
Respiratuvar Sinsityal Virus (Res-piratory Syncytial Virus-RSV) çocuklarda solunum yolları infeksiyonlarrnın sık hir sehehidir. Bu çalışmada, akut alt solunum yolları infeksiyonu tanısı almış 126 çocuk hastada RSV ye karşı se-rolojik cevap yönünden. spesifik Ig M ve 1g G an-tikoı-laı-ı indirekt Immünolloresans Antikor(1FA) tekniği ile tıı-aştırıldı. RSV-1g M ve RSV-1g G antikorları kan örneklerinde sırasıyla % 44.44 ve % 56.34 olarak saptandı.
Respiratory Syncytial Virus(RSV) is a fi-equent cause of respiratory tract infections in children. In this study. the serological response ta respiratory Syncytial Virus in 126 pediatric patients with lower respiratory infection was investigated hy 1ndirect immunolltıorescence Antibody(IFA) technique for spesific Ig M and 1g G. RSV- Ig M and RSV- 1g G antihodies vere detected in 44.44% and 56.34% of the hlood samples, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif Analizi
Harun Peru, Cüneyt Karagöl, Ahmet Midhat Elmacı, Fatih Kara
Araştırma makalesi
Özeti
Nefrotik Sendromlu 141 Çocuk Olgunun Retrospektif Analizi
The RetrospectIve AnalysIs Of 141 ChIldren PatIents WIth NephrotIc Syndrome
Amaç: Bu çalışmada retrospektif olarak nefrotik sendromlu (NS) olgularımızın yaş, cinsiyet, etyolojik dağılım, steroide yanıt ve prognoz yönünden bulguları, ülkemiz verileri ve literatür bulguları ile karşılaştırıldı. Gereç ve yöntem: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Kliniği’nde Ocak 2000 - Aralık 2006 tarihleri arasında izlenen 141 NS’lu olgu değerlendirildi. Etyolojilerine göre primer ve sekonder NS olarak sınışandırılarak, olguların klinik ve laboratuvar bulguları incelendi. Bulgular: Olguların 83’ü (%59) erkek, 58’i (%41) kız (erkek/kız oranı 1.44) olup yaş ortancası 9 yıl (0.3-18.5) idi. Olguların 115’inde (%81.5) primer, 26’sında (%18.5) sekonder NS saptandı. Primer NS olgularının 67’si erkek, 48’i kız olup yaş ortancası 8 yıl (0.3-18) iken; sekonder NS olgularının 16’sı erkek, 10’u kız ve yaş ortancası 14 yıl (7.5-18.5) idi. Primer NS’lu olguların %.76.5’i steroide yanıtlı, %22.6’sı steroide dirençli idi. Oniki olguda steroide bağımlılık saptandı. Steroide yanıtlı primer NS olgularımızda %64.8 oranında relaps geliştiği tespit edildi. Olguların %3.4’ünde sık relaps, %61.3’ünde seyrek relaps gözlendi. Primer NS’lu 31 olguda en sık histopatolojik tanı mezangioproliferatif glomerulonefrit (%45), sekonder NS’lu 26 olguda ise Henoch-Schonlein purpurası nefriti (%53.8) idi. Sonuç olarak, primer NS sıklığının ve steroide yanıt oranlarının literatürdeki verilerle benzer olduğu görüldü. Sık relaps oranımız ise diğer çalışmalara göre daha düşük saptandı. Sonuç: Çocukluk çağındaki NS olgularına ait bölgesel, ulusal ya da ırksal farklılıkların altında yatan sebeblerin ortaya konulması için büyük hasta gruplarını kapsayan çok merkezli ve kontrollü çalışmaların yapılmasının faydalı olduğunu düşünmekteyiz.
Aim: In this retrospective study, our patients with nephrotic syndrome (NS) were evaluated according to age, sex, etiology, response to steroid, prognosis, and compared with national data and the literature. Material and method: 141 children with nephrotic syndrome (NS) who admitted to the Department of Pediatric Nephrology of Selcuk University between January 2000 and December 2006 were assessed. Patients were classified into two groups according to etiology as primary and secondary NS. Results: 59% of the patients were male and 41% of them were female. Male/female ratio was 1.44, and median age was 9 (0.3-18.5) years. It is observed that 81.5% of the cases had primary and 18.5% had secondary NS. 67 of the patients with primary NS were male and 48 of them were female. Median age was 8 (0.3-18) years. 16 of the patients with secondary NS were male and 10 of them were female. Median age was 14 (7.5-18.5) years. Of patients with primary NS, 76.5% had steroid-responsive, and 22.6% steroide resistant. %64.8 of the patients with steroid responsive NS developed one and more relapses. Percentage of rare and frequent relapses were 3.4% and 61.3%, respectively. Our results showed that mesangioproliferative glomerulonephritis (MesPGN) was the most common histopathologic diagnosis, 15 (45%) of the 31 biopsied patients with primary NS were found to have MesPGN. Henoch Schonlein purpura nephritis was diagnosed in 14 (53.8%) patients and it was the most common cause of secondary NS. As a result, NS frequency and response to rate of steroid therapy are similar to present literature finding. However, frequent relaps ratio was lower than the others studies. Conclusion: We think that further research including more patients population and multiple center and control studies to investigate NS events to reveal causes of concerning with regional, national or race differences at the childhood period is warranted.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin Karşılaştırılması
Sema Tuncer, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan, Süleyman Uzun, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Desfluran Ve İsofluran Anestezisinin Derlenme Özelliklerinin Karşılaştırılması
ComprarIson Of Recovery CharacterIstIcs Of Desflurane And Isoflurane In PedIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada tonsillektomi ve/veya adenoidektomi geçiren çocuklarda desfluran ve isofluranın derlenme özellik leri karşılaştırıldı. Yaşları 4-12 olan 40 çocuk çalışmaya alındı ve anestezi indüksiyonundan 30 dk. önce 0.5 mg/kg midazolam oral uygulandı. Anestezi indüksiyonu için 2;2.5 mg/kg propofol ve 10 pg/kg alfentanil verildikten sonra hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı ve anestezi idamesi için % 1-1.5 isofluran (grup I) ve % 6-7 desfluran (grup II) uygulandı. Cerrahi başlamadan önce, hastalara postoperatif analjezi için 20 mg/kg parasetamol rektal uygulandı. Postoperatif bulantı-kusma insidansını azaltmak için 150 pg/kg deksametason verildi. Anestezik ajanlar operasyon bitiminde kesildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı saptandı. Ekstübasyon zamanı anestezik gazların kesiminden, ekstübasyona kadar geçen süre; derlenme zamanı anestezik gazların kesiminden Aldret skoru 8 oluncaya kadar geçen süre olarak tanımlandı. Ajitasyon üç puanlı skorlama ile değerlendirildi. Ekstübasyon ve derlenme zamanı desfluran grubunda isofluran grubuna göre anlamlı olarak kısa bulundu. Ajitasyon insidansı iki grupta benzerdi. Sonuç olarak, çocuklarda kısa süreli cerrahi girişimlerde desfluran, isoflurana göre daha hızlı derlenme sağlamaktadır.
The study compares the recovery charecteristics of desflurane and isoflurane in children undergoing tonsillectomy and/or adenoidectomy. Forty children 4-12 year of age were studied and thirty minutes prior to the induction of anesthesia, ali patients received 0.5 mg/kg midazolam orally. They were randomly assigned to receive 1-1.5 % isoflurane (group I) and 6-7 % desflurane (group II) for maintenance of anesthesia afterpatients given 2-2.5 mg/kg propofol and 10 pg/kg alfentanyl for anesthesia induction. Before surgery, patients received 20 mg/kg paracetamol rectally for postoperative analgesia. Dexamethasone 150 pg/kg was given to reduce the incidence of postoperative nausea and vomiting. Administration of anesthetic agents was terminated at the end surgery. At the end of operation extubation and recovery time determined. Extubation time was defined as the time from discontinuation of anesthetics to extubation. Recovery time was measured from the time the anesthetics were discontinued until the patients achieved a score of 8 on the Aldrete score. Agitation was evaluated by using the three-point score. Extubation and recovery time were significantly faster in the desflurane group than isoflurane group (p<0.05). İncidence of agitation was similar for both groups. As a result, desflurane provides a faster recovery than isoflurane in short-term surgery on children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Masum Üfürüm Ve Bunlarda Mitral Valv Prolapsusu Görülme Sıklığı
Ümran Çalışkan, Hacer Çalışkan, Şencan Özme, Ali Ertuğrul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Masum Üfürüm Ve Bunlarda Mitral Valv Prolapsusu Görülme Sıklığı
The Frequency Of Innocent Ufur And The Mıtral Valv Prolapsus In Chıldren
Bu çalışma sırasında okul çağındaki çocuklarda masum üfürüm insidansı, ile masum üfürümlü çocuklarda mitral valv prolapsusu (MVP) görülme sıklığı araştırılmıştır. Masum üfürüm insidansı %40,6 olarak bulunmuştur. Bu sonuç literatürde yayınlanan araştırmalar ile benzerlik göstermektedir. Masum üfürümlü çocuklarda MVP görülme insidansı %16 olarak bulunmuştur. Bu sonuçda, MVP'nun masum üfürümlü çocuklarda normal populasyondan daha fazla olmadığını göstermektedir.
The frequency of MVP in childer with innocent murmurs and inci-dence of innocent murmurs in schooling aged children have been inves-tigated during this study. The incidence of innocent murmur has been found to be 40.6 percent. This result is consistent with the other researches which have been pub-lished in the literature. The incidence of MVP in children with innocent murmurs is found to be 16 percent. This shows that MVP in children with innocent murmurs is not frequent than normal child population.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
1.5 - 4 Yaşları Arası Çocuklarda Douşta Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavısı
SurgIcal 7'reatment Of CongenItal DIslocatIon Of The HIp In ClIldrert Between The Ages One Year And SIx Months And Four Years
1.5-4 yaşları arasında Doğuştan Kalça Çıkığı olan ve cerrahi tedavi uygulanan 43 çocuğun 58 kalçasının tedavi sonuçları gözden geçirildi. 35'i kız 8'i erkek olan hastalarda çeşitli cerrahi işlemler uygulandı. Ortalama 22 ay takip edilen hastalar klinik olarak Mc Kay, radyolojik olarak Severin kriterlerine göre değerlendirildi. Radyolojik olarak 48 kalça (%83) çok iyi, 6 kalça (%10) iyi, 1 kalça %2) orta ve 3 kalça (%5) kötü olarak değerlendirildi. Tek taraflı 041 olan bir kalçada normal tarafta avasküler nekroz gelişti ve bir kalçada tekrar çıkık meydana geldi.
The results in 58 congenitally dislocated hips in 43 children who were between one and a half four years okl have been reviewed. There were 35 girls and 8 boys. Open reduciion (OR) was perfortned in one hip, Salter's innornintne osteolotny (S10) was perforrned in three hips, OR and SIO were perfortned in 43 hips, OR, SfO derotation varus and fernoral shortenin were performed 11 patients. Ali of the patients have been followed at least one yer (average nventy-two months). Using Severin classification of radiographic evalualion, 48 hips (83 per cent) vere telated as excellent, 6 hips (10 per cent) as good, one hip (2 per cent) as fair and three hips (5 per cent) as failure. Clinical avaluation was made using Mc Kay's criteria and 47 hips (81 per cera) were related as excellent. Seven hips (12 per sent) as good, three hips (5 per cent) as fair, one hip (2 per cent) as failure. Avascular necrosis developed in one mortn.al side, there was one redislocation
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaşında Bir Anca İlişkili Vaskülit
Ahmet Midhat Elmacı, Selver Özekinci, Ahmet Baran
Olgu sunumu
Özeti
Dokuz Yaşında Bir Anca İlişkili Vaskülit
Anca AssocIated WIth VasculItIs In A 9-Year-Old
Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili küçük damar
vasküliti, böbrek tutulumunun en ciddi ve ortak bulgusu olan ve
hayatı tehdit eden bir hastalık grubudur. Mikroskopik polianjitis (MPA)
çocuklarda nadir görülen bir vaskülit olup, pauci-immun hızlı ilerleyen
glomerulonefrit ve pulmoner-renal sendrom ile karakterizedir.
Dokuz yaşında bir erkek çocuk döküntü, artralji ve idrar renginin
koyulaşması şikayeti ile kliniğe yatırıldı. İdrar analizinde proteinüri
ve hematüri mevcuttu. Hastanın laboratuvar incelemesinde anemi,
böbrek yetmezliği ve p-ANCA pozitifliği saptandı. Toraks BT’sinde
yaygın infiltrasyon mevcuttu. Böbrek biyopsisinde kresentik
glomerulonefrit vardı, immunfloresan inceleme negatifdi. Hastada
mevcut bulgularla MPA düşünüldü. Yüksek doz metil prednizolon,
yüksek doz siklofosfamid tedavisi verildi, böbrek fonksiyonlarında ve
akciğer bulgularında belirgin düzelme gözlendi.
Antineutrophil cytoplasmic autoantibody (ANCA) associated small vessel vasculitis constitutes a group of life-threatening diseases and renal involvement is its most severe and common manifestation. Microscopic polyangiitis (MPA) is a rare form of such vasculitis in children characterized by pulmonary-renal syndrome with pauci-immune rapidly progressive glomerulonephritis. A 9-yearold boy was admitted to our hospital because of rash, arthralgia and dark urine. Urine analyses showed hematuria and proteinuria. Blood examination revealed anemia, renal failure and positive p-ANCA. A chest CT revealed diffuse infitration. The renal biopsy demonstrated crescentic glomerulonephritis, immunofluorescent examination was negative. He was diagnosed MPA. High-dose methylprednisolone and high-dose cyclophosphamide therapy improved all of the lung infltrates and renal function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz Aktivitesi
Hasan Cece, Alpay Çakmak, Sema Yıldız, Ekrem Karakaş, Ömer Karakaş, İsmail Toru, Ahmet Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Beta-Talasemi Majorlu Çocuk Hastalarda Karotis İntima Media Kalınlığı Ve Paroksanaz Aktivitesi
CarotId IntIma-MedIa ThIckness And Paraoxonase ActIvIty In BetathalassaemIa Major ChIldren.
Bu çalışmanın amacı Beta talesemi majorlu (BTM) çocuk hastalarda paroksanaz (PON 1) ve karotis intima media kalınlığının(KİMK) arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. 50 BTM hastası (7.2±5.3 yıl, 34 erkek ve 16 kız) ve 35 kontrol (7.9±2.1 yıl, 23 erkek ve 12 kız) çalışmaya alındı. Tüm olgularda serum PON1 ve KİMK ölçüldü. Ortalama KİMK BTM li hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı artmıştı (P
The aim of this study was to research the relationship between the difference in carotid intima media thickness and paraoxonase (PON1) in beta-thalassaemia major (BTM) children. We recruited fifty BTM patients (7.2±5.3 years, 34 boys and 16 girls) and 35 controls (7.9± 2.1 years, 23 boys and 12 girls) consecutively. In all subjects, serum PON1 activity and CIMT were measured. Mean CIMT was significantly increased in BTM patients relative to controls (P
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
Samet Özer, Serap Bilge, Resul Yılmaz, Vehbi Doğan, Selim Demir, Erkan Gökçe
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
A Rare Cause Of FacIal ParalysIs: MoebIus Syndrome
Moebius sendromu ilerleyici olmayan tam ya da parsiyel
konjenital fasiyal paralizi ile karakterize bir sendromdur. Genellikle
orofasiyal malformasyonlar, kas-iskelet sistemi defektleri, beyin
sapı displazisi ve diğer kraniyal sinir felçleri ile ilişkilidir. Moebius
sendromunun ortalama insidansı 2-20/milyondur. En sık görülme
şekli bilateral lateral rektus kası felci ve fasiyal güçsüzlüktür. Sıklıkla
5., 10., 11. ve 12. kraniyal sinirler de tutulur ve öksürük, yutma ve
çiğneme güçlüğü ve solunum yetersizliğine neden olabilir. Tam veya
parsiyel fasiyal paralizi Moebius sendromu tanısı için şarttır. Dört
aylık kız hasta doğumdan itibaren sağ gözünü tam kapatamama
ve içe bakış şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Hasta sağ gözünü
tam kapatamıyordu, dilde atrofi ve mikrognatisi vardı. İlk bakışta
her iki gözde içe bakıyordu. Dışa bakış kısıtlılığı, ayaklarda pes
ekinovarus deformitesi ve katlantılı kulağı vardı. Dismorfik özellikleri,
mikrognati ve dilde atrofi nedeni ile kraniyal manyetik rezonans
görüntüleme yapıldı. 3D FIESTA taramada bilateral fasiyal sinirler
görüntülenemedi. Bu vaka konjenital fasiyal güçsüzlükle başvuran
hastaların ayırıcı tanısında Moebius sendromunun mutlaka akılda
tutulmasını vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
Moebius syndrome is a rare, non-progressive congenital
syndrome presenting with complete or partial facial paralysis. It is
usually associated with orofacial malformations, musculoskeletal
defects, brainstem dysplasia, and other cranial nerve palsies. Mean
incidence is 2-20/million, although there is considerable regional
variation. The most common presentation is with bilateral lateral
rectus palsies and facial diplegia. Frequently, the 5th, 10th, 11th and
12th cranial nerves are involved and may cause cough, difficulty in
chewing and swallowing, and respiratory insufficiency. Complete or
partial facial nerve palsy is necessary for a diagnosis of Moebius
syndrome. A 4-month-old girl was brought to our clinic with complaints
of inability to close her right eye completely and internal deviation in
that eye, beginning from birth. She had micrognathia and an inability
to completely close the right eye. Both eyes were turned inwards
during primary gaze. She had limited lateral gaze, a pes equinovarus
deformity in her feet, and flap ears. Cranial magnetic resonance
imaging was performed because of the dysmorphic features and
revealed micrognathia and volume loss at the tongue. Bilateral facial
nerves could not be visualised by a 3D FIESTA scan, suggesting
bilateral facial nerve agenesis. This case is presented to highlight
Moebius syndrome in the differential diagnosis of cases presenting
with congenital facial weakness.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya'da Sosy0-Ekonomık Duzey Farklılığı Gösteren İlkokul Çocuklarında Diş Sağlığını Etkıleyen Faktorler
Orhan Demireli, Selma Çivi, Necla Mısıroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Konya'da Sosy0-Ekonomık Duzey Farklılığı Gösteren İlkokul Çocuklarında Diş Sağlığını Etkıleyen Faktorler
Factors EffectIng The Dental Ilealth Of PrImary School ChIldren OrIgInatIng From DIfferent SocIo-EconomIe Levels In Konya
Diş çürükleri en sık rastlanan sağlık sorunlarındandır. Özellikle çocukluk döneminde en sık görülen 10 hastalık arasındadır. Memeli hayvanların dişlerinin dökülüp beslenememeleri ölüm nedenlerinden biridir. insanlarda çürük dişlerin tedavisi mümkündür, Ayrıca protez kullanma şansları olmasına rağmen, hiç bir protezin kişinin kendi dişlerine üstün olmayışı ve getirdiği ekonomik yük nedeni ile diş sığlığınğla koruyucu önlemler daima tedaviden üstün olmuştur. Araştırmamada, Konya*da sosyo-ekonornik düzeyi farklı ola,: iki ilkokulda 8 ile 12 yaşlar arasında toplam 152 çocukta diş sağlığına etki etmesi mümkün olabilen faktörler incelendi ve bu çocukların diş muayeneleri yapıldı. Bu çalışmada yalnız 9 (%5,9) çocukta çürük dişe rastlanmamıştır. Kızlarda erkeklere göre daha az 'sayıda çürük diş tesbit edilmiştir. Diş çürükleri ile anne-babanın eğitim düzeyleri arasında önemli bir ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Kabuklu besinlerin dişlerle kırılınastyla clis çürükleri arasındaki ilişkinin önemli olduğu ortaya çıkmıştır (p<0.05). Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ilkokulda öğünler arasında iüketilen yiyeceklerin diş çürüklerini artırdığı tesbit edilmiştir (p<0.05). DAM." inele.ksi, iki ilkokuldan sosyo-ekonomik düzeyi düşük alanda 0.15 olarak saptandı. df indeksi, düşük sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda 5.59, diğer il-kokulda ise 5.0 olarak bulunmuştur. Sosyo-ekonoınik düzey farklılığı ile DıtIF ve df indeksleri arasında önemli bir fok bulunamaıntşur (P>0.05). Çürük prevalans hızı, düşük sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda %97.6, yüksek sosyo-ekonomik düzeyli ilkokulda ise %92.7 dir. Diş sağlığının korunması ve devamı için içme sularının florizasyonu, ilkokullarda diş sağlığı ile ilgli eğitim yapılması, kitle iletişim araçları ile halka eğitim verilmesi ve diş sağlığı sorunu belir-diğinde vakit kaybetmeden dis hekimine başvurınanm önemli olduğu belirlendi.
Carious tooth is one of the most prominent health prebletn. It is one of the ten diseases ıneet in the childhood period. Preventing form the disease 'is more casier and more economic ihan treating of them. This siu.dy had been compteted on 152 prirnary school Children of eight-twelve years old, Which were socially and economically different leıel. Various paraıneiers were detected by using khikare tesis. in the school which low socio-econoınical kvel index of DMF was 0.30, index rıJ q- was 5.59 and prevalance of carious tooih was 97.6 %. In the school was high socio-econoınicai level index of DMF was 0.15, index of df was 5.0 and prevalance of carious tooth was 92.7 %.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan Perikardit
Fatma Hilal Yılmaz, Derya Arslan, Osman Güvenç, Buket Uysal Aladağ, Hikmet Akbulut, İsa Yılmaz, Derya Çimen
Olgu sunumu
Özeti
Kolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan Perikardit
Recurrent PerIcardItIs Can Be Controlled WIth ColchIcIne
Perikarditler sık görülen bir klinik tablodur. Tekrarlayan perikardit,
akut perikardit geçiren erişkinlerde % 15-30 oranında bildirilirken
çocuklarda nadirdir. Kardiyak tamponad ve konstriktif perikardit gibi
komplikasyonlar çok az görülür. Hastaların çoğu klinik olarak genel
durumu iyi bir şekilde karşımıza çıkarlar. Genellikle vakalar idiyopatik
kalmakla birlikte bazı olgular kronik inflamatuar hastalıklarla ve
kardiyak operasyonlarla ilişkilendirilmektedir.Tekrarlayan perikardit
olgularında romatolojik zemin saptanmasa da kolşisin kullanımına
iyi yanıtlar alınmıştır. Burada sekiz yaşındaki olguda kolşisin ile
kontrol altına alınan, nedeni saptanamamış tekrarlayan bir perikardit
vakasını paylaşmak istedik.
Pericarditis is a common clinical entities. The recurrence rate
of acute pericarditis is 15 % to 30 % inadulthood, whereas it is rare
in children with cases, most of which are case reports. There are
rare complications such as cardiac tamponade and constructive
pericarditis. The majority of patients will have a benign clinical
course. Generally, cases remain as idiopathic chronic inflammatory
diseases and, in some cases associated with cardiac operations.
Recurrent pericarditis in patients without rheumatic origin the use of
colchicine has been a good response. Here we wanted to share the
8-year-old recurren pericarditis patient was kept under control with
colchicine as a rare case of idiopatic with children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Bir Grup Çocukta Anksiyete Bozukluklarının Görülme Sıklığı
Ayhan Bilgiç
Araştırma makalesi
Özeti
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Bir Grup Çocukta Anksiyete Bozukluklarının Görülme Sıklığı
The Frequency Of AnxIety DIsorders In A Group Of ChIldren WIth AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı konulan bir klinik örneklemde anksiyete bozuklukları eştanılarının görülme sıklığı ve bu eştanıların diğer klinik değişkenler ile ilişkisi incelenmiştir. DEHB tanısı yeni konulmuş olan 6 ile 18 yaş aralığındaki toplam 66 çocuk çalışmaya alındı. DEHB ve anksiyete bozuklukları tanılarının konulmasında ve DEHB alt tiplerinin belirlenmesinde Okul Çağı (6-18 Yaş) Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu- Türkçe Versiyonu kullanıldı. Mental retardasyonu bulunan olguların dışlanması için Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği –Geliştirilmiş Formu uygulandı. Kırk sekiz (%72.7) olgu DEHB bileşik tip, 10 (%15.2) olgu DEHB dikkat eksikliği önde giden tip, 8 olgu (%12.1) DEHB hiperaktivite-impulsivite önde giden tip tanısı aldı. DEHB’li çocukların yirmi altısında (%39.4) en az bir anksiyete bozukluğu eştanısı bulunmaktaydı. Olguların %21.2 (n=14)’sinde sosyal anksiyete bozukluğu, %16.7 (n:11)’sinde ayrılık anksiyetesi bozukluğu, %9.1 (n:6)’inde obsesif kompulsif bozukluk, %4.5 (n:3)’inde yaygın anksiyete bozukluğu, %4.5 (n:3)’inde panik bozukluğu bulunmaktaydı. Obsesif kompulsif bozukluk görülme sıklığı DEHB hiperaktivite-impulsivite önde giden tipte diğer alt tiplere göre anlamlı düzeyde daha fazla idi. DEHB olgularında anksiyete bozukluğu eştanıların varlığının klinik değerlendirme ve tedavi süreci üzerine olan etkileri tartışılmıştır.
Frequency of comorbid anxiety disorders and their relations to other clinical variables were examined in a clinical sample with diagnosis of attention deficit hyperactivity disorder (ADHD). The sample consisted of 66 newly diagnosed children with ADHD aged 6 to 18 years. Diagnosis of the ADHD and anxiety disorders and definition of ADHD subgroups were determined according to DSM IV criteria by using Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Aged Children Lifetime Version. Weschler Intelligence Scale for Children-Revised was applied to exclude the children with mental retardation. Forthy eight (72.7%) subjects were diagnosed with combined type ADHD, 10 (15.2%) were predominantly inattentive type and 8 (12.1%) were predominantly hyperactivity-impulsive type. Twenty six (39.4%) children with ADHD had at least one comorbid anxiety disorders. Social anxiety disorder was detected in 21.2 % (n:14), seperation anxiety disorder in 16.7 % (n:11), obsessive compulsive disorder in 9.1 % (n:6), generalized anxiety disorder in 4.5 % (n:3) and panic disorder in 4.5% (n:3) of the cases. The frequency of obsessive compulsive disorder was statistically higher in the hyperactive-impulsive subgroups of ADHD compared to others. The impact of comorbid diagnoses of anxiety disorders on clinical evaluation and treatment method in ADHD cases was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta/geç Preterm Bebeklerin 11-12 Yaş Arası Nörogelişimsel Prognozu
Ozge Kucur, Sultan Kavuncuoğlu, Mahmut Cem Tarakçıoğlu, Müge Payaslı, Esin Yıldız Aldemir
Araştırma makalesi
Özeti
Orta/geç Preterm Bebeklerin 11-12 Yaş Arası Nörogelişimsel Prognozu
Neurodevelopmental Outcomes Of Moderate/late Preterm Infants At 11-12 Years Of Age
Amaç: Orta/geç preterm doğan 11-12 yaşındaki çocukların nörogelişimsel sonuçlarını ve okul başarısını araştırmayı ve prognozu etkileyen risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
Yöntemler: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde Ocak 2004-Aralık 2004 tarihleri arasında izlenen orta ila geç preterm bebekler çalışmaya dahil edildi; çocuklar 2016 yılında hastanemiz pediatri polikliniğinde muayene edildi. Perinatal ve neonatal dönem öyküleri hastane veri tabanından elde edildi. Somatik büyüme özellikleri yorumlandı. Nörogelişim, Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R) ölçeği kullanılarak değerlendirildi. Pediatrik Semptom Kontrol Listesi (PSC) uygulandı. Sosyoekonomik düzeyin nörogelişimsel sonuç üzerindeki etkisi incelendi. Okul performansı karne notları kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 11.6 olan 41 çocuk değerlendirildi. Somatik büyüme ile ilişkili risk faktörleri anne yaşı (>35 yaş), fetal distres ve patent duktus arteriyozus idi. Sepsis, sözel zekada bir azalma ile ilişkilendirildi; periventriküler lökomalazi hem sözel hem de performans zekası üzerinde olumsuz etkilere sahipti. Sosyoekonomik düzey, performans ve tam ölçekli zeka ile orta düzeyde bir korelasyon gösterdi. PSC puanı pozitif olan çocukların zeka bölümü anlamlı olarak daha düşüktü.
Sonuç: Orta ila geç preterm bebekler, beynin tam olgunlaşmaması ve doğum sorunları nedeniyle hem nörolojik hem de gelişimsel olarak geride kalmaktadır. Erken prematüre bebeklere benzer şekilde, bu çocuklar uzun süre izlenmelidir; aile desteği, rehabilitasyon ve özel eğitim ihtiyaçları karşılanmalıdır.
Background: We aimed to investigate the neurodevelopmental outcomes and school success of 11- to 12-year-old children born as moderate/late preterm infants and identify risk factors affecting prognosis.
Methods: Moderate/late preterm infants followed in the neonatal intensive care unit between January 2004 and December 2004 were included, and the children were examined again in our pediatrics outpatient clinic in 2016. Perinatal and neonatal histories were obtained from the hospital database. Physical growth characteristics were interpreted. Neurodevelopment was evaluated using the revised Wechsler Intelligence Scale for Children (WISC-R). The Pediatric Symptom Checklist (PSC) was also applied. The effect of socioeconomic level on neurodevelopmental outcome was examined. School performance was evaluated using report card grades.
Results: Forty-one children with a mean age of 11.6 years were evaluated. Risk factors associated with physical growth outcomes were maternal age of >35 years, fetal distress, and patent ductus arteriosus. Sepsis was associated with a decrease in verbal intelligence while periventricular leukomalacia had negative effects on both verbal and performance intelligence. Socioeconomic level showed a medium correlation with performance and full-scale intelligence. The intelligence quotients of the children with positive PSC scores were significantly lower.
Conclusions: Moderate/late preterm infants lag both neurologically and developmentally due to incomplete maturation of the brain and natal problems. Similarly, to early preterm infants, these children should be monitored for extended periods, and family support, rehabilitation, and special education needs should be met.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
Lema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Astımlı Çocuklarda Ck-Mb Ve Kardiak Troponin-I Seviyeleri
İsmail Reisli, Hasibe Artaç, Sevgi Keleş, Melike Keser, Bülent Oran, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Astımlı Çocuklarda Ck-Mb Ve Kardiak Troponin-I Seviyeleri
Serum Ck-Mb And CardIac TroponIn-I Levels In AsthmatIc ChIldren
Erişkinler ve çocuklarda serum myokardial kreatinin kinaz (CK-MB) seviyesinde artış saptandığında öncelikli olarak kardiyak iskemi veya kardiyak hasar akla gelmektedir. Ancak bu durumda ileri tetkikler her zaman myokard iskemisini desteklememektedir. Çalışmamızda, astım atağı sırasında yükselen CK-MB’nin önem ve kaynağını araştırmak amacıyla, 30 astımlı çocuk ve 20 sağlıklı kontrolün CK-MB ve kardiak troponin-I (cTn-I) düzeylerini değerlendirdik. Astım atağı ile başvuru sırasında CK-MB seviyeleri, kontrol grubundan ve aynı hastaların ataktan sonraki seviyelerinden daha yüksekti (p<0.05). CK-MB seviyeleri ile solunum sayısı arasında pozitif korelasyon ve başvuruda ölçülen oksijen satürasyonu arasında negatif korelasyon bulundu. CK-MB seviyelerinin yükselmesinde etkili faktörler olarak da solunum sayısının artışı ve oksijen satürasyonu düşüklüğü saptandı. Serum cTn-I, CK-MB yüksek bulunan bütün hastalarda normal bulundu. Sonuç olarak astım atağı ile başvuran çocuklarda solunum kaslarının zorlanmasına bağlı olarak CK-MB yüksekliği saptanabilir.
The elevations of serum creatine kinase myocardial bound (CK-MB) levels can be observed in children and suggest a myocardial injury. We determined serum CK-MB and cardiac troponin-I (cTn-I) levels in 30 asthmatic children to assess cardiac injury at admission for exacerbation and two weeks later. Twenty healthy age-matched children served as controls. The CK-MB levels in admission for asthmatic exacerbation were higher than control group and than the levels of the same patients after exacerbation (p<0.05). There was found to be a positive correlation between the CK-MB levels and respiratory rate and a negative correlation between the CK-MB levels and oxygen saturation measured at admission. The effective factors on CK-MB levels was found to be respiratory rate and oxygen saturation. However serum cTn-I levels were found to be normal in allpatients including those with CK-MB elevation. In conclusion, CK-MB elevation may ocur in children with acute astma attack related to the stress on respiratory muscles.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonları
İbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Ümran Çalışkan, Sevim Karaarslan, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Malnutrısyonlu Süt Çocuklarında Tiroid Fonksiyonları
ThyroId FunctIons In ChIldren WIth ProteIn - Energy MalnutrItIon
Protein-enerji malnütrisyonlu çocukların vücutlarında tüm sistemlerde değişiklikler olmaktadır. Bu arada endokrin sistemde değişiklikler olmaktadır. Endokrin sistemden hipofiz, sürrenaller, pankreas ve tiroid fonksiyonlarındaki değişikler ilgi çekicidir. Tiroid hormonlarından T3 ve T4 'de anlamlı azalmalar gözlenirken rT3 (non fonksiyonel T3) te de artmalar görülmektedir.Durum fonksiyonel bir hipotiroidiye benzemektedir. Anoreksia nervoza, deneysel uzun süreli açlıkta ve şişmanların zayıflamak için uyguladıkları açlık rejimlerinde tiroid metabolizmasındaki değişiklikler araştırılmıştır" .
In protein-energy malnutrition,some changes occur in all of the systems of body, however, in the endocrine system as well. The functional changes in the pituitary, pancreas, adrenal and thyroid glands are interesting. While the significant decreases in T3 and T4 hormones, rT3 (nonfunctional thyroid hormone) increases. This situation looks like a functional hypothyroidism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
Bayram Çınar, Tuncer Süzer, Erdal Coşkun, Kadir Tahta
Olgu sunumu
Özeti
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
LymphocytIc AdenohypophysItIs FollovvIng TonsIllItIs
Lenfositik hipofizit otoimmün kökenli olduğu düşünülen, sıklıkla hipopitüitarizm bulguları ile başlayan, ve hipofiz adenomu ile karışabilen nadir bir hastalıktır. Sıklıkla hamileliğin son dönemleri ile doğum sonrası erken dönemdeki kadınlarda görülür. 29 yaşında 2 çocuk annesi kadın hasta 2 ay önce kriptik tonsilit nedeni ile tedavi görmüş. Daha sonra baş ağrıları başlayan hastanın son zamanlarda görmesinde azalma olmuş. Muayene ve radyolojik inceleme sonrası hipofiz adenomu öntanısı ile öpere edilen hastanın patoloji sonucu lenfositik adenohipofizit olarak rapor edildi. Postoperatif dönem sorunları olmayan hasta taburcu edildi. Adenomlarla karışabilen hastalığın ayırıcı tanısı tedavi planlaması açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda hastanın hikayesi, yaş ve cinsiyeti, hormon yetersizliği tablosunun ağırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme önemlidir. Kesin tanı histopatoloji yardımıyla koyulur. Otoimmün olduğu düşünülen hastalığın sıklıkla hamilelikle ilişkisi olduğu gibi, hamile olmayan kimselerde de yeni geçirilmiş bir enfeksiyonu takiben başlayabileceği ya da bulgu verebileceği akılda tutulmalıdır.
Lymphocytic adenohypophysitis is a rare disease associated with late pregnancy and early postpartum. Autoimmune mechanism is blamed as cause. İt is frequent in females, and may be misdiagnosed as pituitary adenoma. 29 years-old -female with 2 children presented with headache follovving cryptic tonsillitis. Recently she had problems vvith her Vision. Clinical and radiological work up including magnetic rezonance imaging revealed a mass in the sellar and suprasellar region. She undervvent surgical decompression follovving functional hormona! studies. Histopathologic evaluation of the specimen was reported as lymphocytic hypophysitis. Differential diagnosis of lymphocytic hypophysitis from that of adenoma is important in planning surgery. Relation to the pregnancy, a severe hypopituitarism, edematous anterior and posterior pituitary lobe are in favour of lymphocytic hypophysitis. But certain diagnosis is made via histopathologic diagnosis. İt is thought to be autoimmune in origin especially in pregnant or recently delivered vvomen. But in nonpregnant persons it may start or be aggravated after an infection as it is in our patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateş Ve Romatizmal Kalp Hastalığı Görülme Sıklığı
Ümran Çalışkan, Hacer Çalışkan, Şencan Özme, Ali Ertuğrul
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateş Ve Romatizmal Kalp Hastalığı Görülme Sıklığı
Frequency Of Acute Rheumatısm Fever And Romatıc Heart Dısease
Akut romatizmal ateş halen korumakta, büyük çoğunlukla romatizmal kalp hastalığı oluşmaktadır. Konuya bir katkı amacıyla son 16 yıl içerisinde polikliniğe başvuran akut romatizmal ateşli hastaların dosyaları retrospektif incelenerek akut romatizmal ateş ve buna bağlı sekellerin görülme sıklığı, araştırıldı.
Acute rheumatic Sever is stili maintaining current vczlue. Rheumatic heart disease is a result of acute rheumatic fever. The case notes of the patients suffering from acute rheumatic fever for the last sıxteen years who attended out patent ciiinics have been retrospectively investigated in order to contibute to the topic and the incidence of acute rheumatic fever and the sequels which occur as a result of acute rheumatic fever.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Nazal Flunıtrazepam Lie Rektal Mıdazolam Premedıkasyonunun Preoperatıf Sedasyon Ye Induksıyon Uzerıne Etkılerının Karılastırılması*
Lütfi Yavuz, Sema Tuncer, Ateş Duman, Alper Yosunkaya, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Nazal Flunıtrazepam Lie Rektal Mıdazolam Premedıkasyonunun Preoperatıf Sedasyon Ye Induksıyon Uzerıne Etkılerının Karılastırılması*
ComparIson Of The Effects Of Nasal FlunItrazeparn And Rectal MIdazolam PremedIcatIons On The PreoperatIve SedatIon And InductIon In ChIldren.
1-12 yac arasr cocuklarda premedikasyon amacryla henzodiazepin gruhu ilaclardan flunitrazeparm nazal, miclazolamt da rektal kullarup, preoperatif anksiyete lizerine etkisini aravirchk. 1_ Gruha (NF) nazal 0.03 mg.kg-1 flunitrazepam, Gruha (RM) rektal 0_45 mg.kg-I midazolam operasyondan 30 dk once verildi. Premedikasyon ye induksiyon oncesinde Subjektif Sedasyon Anksiyete Sayrsal Skoriamasi (SSASS) yapriarak degerler kaydedildi, Isoflurane lie inhalasyon indiikslyonu siirecinde hemodinamik parametreler ye solunumsal problemler gozlenerek kaydediMi. NF gruhunda komplikasyonlar daha cok gozlendi (% 58.33), Premedikasyon oncesi SSASS skorlarr her iki grupta da qitken; NF gruhunda indiiksiyon oncesi sedasyon yerine anksiyetede arm, RII4 gruhunda ise sedasyon amp gozlendi. Her iki grupta da indiiksiyon siiresinde Kalp Atm flizz (KAH) arty sr olugu (p<0_05). NF gruhunda indiiksiyonun 1. dk da cok anlamh (p<0.001), 5. dk da anlamb (p<0_05) Sistolik Arter Basincr (SAB) artqf gozlendi_ RM gruhunda 1. dk da anlamb (p<0.05) Diastolik Arter Banner (DAB) amp oldu. Sonuc• olarak nazal flunitrazepanun c..ocuklarada uygun hir premedikasyon afam olamayacagrna, rektal midazolanun ise etkin ve giivenilir hir ajar oldugit kantstna vardtk.
We evaluated the effects of nasal administered flunitrazepam and rectal midazolam on preoperative anxiety in children of ages 1 to 12. 0.03 mg.kg-1 nasal fhtnitrazepam for group I (NF) and 0.45 mg.kg"/ rectal midazolam (RM) was given to group 30 min before the operation. The Subjective Numerical Anxiety - Sedation Scores (SNAS) were recorded before premedication and induction. Cardiovascular variables and respiratory complications were recorded during inhalational induction with isoflurane. Complications were more frequent in the NF group (% 58.33), although the SNAS scores were similar before premedication in both groups, before induction the anxiety scores in the NI,' group and the sedation scores in RM group were increased. A rise in heart rate (HR) was recorded in both of the groups (p<0.05), In the NF group a significant increase at the fifth minute (p<0.05) and a very significant increase during the first minute (p<0.001) occured in the systolic blood pressures (SBP), in the RM group a significant rise in diastolic blood pressure (DBP) was recorded during the first minute. As a result, we have concluded that while nasal)) administered flunitrazepam is not a favorable premedication agent. rectal midazolam is effective and safe in children for premedication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okul Öncesi Çocuk Sağlığının Geliştirilmesine Yönelik Bir Eğitim Uygulaması
Emine Aydın Özgür, Galip Ekuklu
Araştırma makalesi
Özeti
Okul Öncesi Çocuk Sağlığının Geliştirilmesine Yönelik Bir Eğitim Uygulaması
A TraInIng ImplementatIon For Development Of Pre-School ChIldren’s Health
Amaç: Okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınması gündemi, beraberinde okul sağlığı çalışma kapsamının genişletilerek planlanması ve uygulanması ihtiyacını doğurmuştur. Okul öncesi eğitim grubunda yer alan çocuklar, sağlık riskleri bakımından hassas gruplar arasında olup aynı zamanda bu dönem gelişimsel özellikler nedeni ile eğitim ortamlarında çeşitli kazalara maruz kalabilmektedir. İlgili risklerin en aza indirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bu çalışma, okul öncesi öğretmenlerinin sağlık okuryazarlığını arttırmaya yönelik katkı sunmayı hedeflemektedir. Hastalar ve Yöntem: Alanın uzmanları ile belirlenen çerçevede okul öncesi çocuk sağlığına yönelik temel bilgiler ile acil durumların tespit edilmesi ve müdahalelerini içeren eğitim programı oluşturularak, 2016 yılında dört grup ve her grup için iki tam günde eğitimler tamamlanmıştır. Edirne Merkez İlçede görev yapan toplam 106 okul öncesi öğretmene uygulanmak üzere hazırlanan eğitim programına, 83 okul öncesi öğretmeni katılmıştır. Çalışmanın verileri araştırmacılar ve eğitim programında görev alan dokuz ayrı alan uzmanı tarafından oluşturulan akademik başarı testi ve kişisel bilgi formu aracılığı ile elde edilmiştir. Söz konusu veri araçlarını tam olarak dolduran ve öntest-sontest eşleştirmesi yapılabilen 59 katılımcının verileri çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: Araştırmada öğretmenlerin akademik başarılarının verilen eğitim sonunda arttığı (t(58)=17,27, p0,05) ve medeni durumları (t(58)=0,61, p>0,05) ile son test puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark olmadığı ortaya çıkmıştır. Sonuç: Okul öncesi öğretmenlerine verilen eğitim ile öğretmenlerin çocuk sağlığına yönelik bilgi düzeylerinin artığı belirlenmiştir. Katılımcıların sağlık okuryazarlığını da destekleyeceği düşünülen çalışma ile eğitim verdikleri çocukların, sağlıklarını da korumak, geliştirmek ve gerekli olduğunda müdahale etmek durumunda kalan öğretmenlerin, bu çerçevedeki süreçleri iyi yönetmelerine destek olunacağı düşünülmektedir. Bu alanda başarıya ulaşılabilmesi için uygulama kapsamının genişletilerek yaygınlaştırılması, güncellenerek sürekliliğin sağlanması gerekmektedir.
Aim: Taking pre-primary education into the scope of compulsory education, the agenda of the school has necessitated the planning and implementation of the school health by enlarging the scope of the study. Children in the pre-school education group are vulnerable to health risks and at the same time they may be exposed to various accidents in educational environments due to their developmental characteristics. This study aims to reduce the related risks and aims to contribute to increase the health literacy of preschool teachers. Patients and Methods: The trainings were completed on two full days by establishing the basic information about pre-school child health in the framework determined by the experts of the field and the training program including the determination of emergency situations and interventions. 83 pre-school teachers participated in the training program prepared for the implementation of a total of 106 pre-school teachers working in the Edirne Central District. The results of the study were obtained through the academic achievement test and personal information form, which was formed by the researchers and nine field specialists involved in the training program. The data of 59 participants who were able to complete the data tools in full and to perform pretest-posttest matching were included in the study. Results: In the study, it was found that the academic achievement of the teachers increased after the training (t(58)=17.27, p0.05) and marital status (t(58)=0.61, p>0.05) . Conclusion: With the training program applied to pre-school teachers, the level of health information about the children's health has been increased. This study, which is thought to support the participants' health literacy, is also expected to help the children who are educated to protect their health, to improve and to intervene when necessary, to better manage the processes in this frame. In order to achieve success in this area, the scope of the application should be enlarged and expanded, updated and maintained.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik Bulgular
Hüseyin Tokgöz, Ümran Çalışkan
Derleme
Özeti
Çocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik Bulgular
HematologIc ManIfestatIons Of InfectIous DIseases In ChIldren
Çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının seyri esnasında, pek
çok patofizyolojik mekanizma ile hematopoez ve/veya koagülasyon
sistemi etkilenebilmektedir. Buna bağlı olarak hastalık esnasında
veya komplikasyon olarak bir takım hematolojik problemler ortaya
çıkabilmektedir. Çocuklarda mevcut enfeksiyonun tedavisi ile birlikte
hematolojik problemlere uygun yaklaşım gösterilmesi, mortalite
ve morbiditeyi azaltmada faydalıdır. Bu derlemede çocuklarda
enfeksiyon hastalıklarında görülen hematolojik bulgular ayrıntılı
olarak değerlendirilmiştir.
In the course of infectious diseases in children, hematopoiesis
and coagulation systems may be effected as a result of several
pathological mechanisms. Some hematological problems may occur
especially in infection term or in post infection term as a complication.
Selection of an appropriate approach to hematological problems as
well as infection treatment may be useful to reduce mortality and
morbidity related to infectious diseases in children. In this review,
hematologic manifestations of infectious diseases in children were
evaluated in detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezindeki İlkokul Çocuklarında Antropometrik Vücut Ölçümleri Aracılığıyla Büyüme Ve Gelişmenin Değerlendirilmesi
Ahmet Salbacak, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Sabiha Serpil Kalkan, İsmihan İlknur Uysal, Taner Ziylan
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezindeki İlkokul Çocuklarında Antropometrik Vücut Ölçümleri Aracılığıyla Büyüme Ve Gelişmenin Değerlendirilmesi
The DetermInatIon Of The Growth And Development WIth AnthropometrIc Measurements In PrImary School ChIldren In Konya
Konya bölgesi ilkokul çağı çoçuklarında büyüme ve gelişmenin değerlendirilm esi amacıyla bazı antropom etrik vücut ölçüm leri gerçekleştirild i. Boy, ağırlık, baş ve yüz ölçüm leri, oturma yüksekliği, thorax, abdomen ve pelvis ile alt ve üst extrem ite ile ilg ili 356 adet öğrenciden elde edilen bulgularım ız yaş ve cinsiyete göre istastiksel olarak değerlendirildi. Bu ölçüm lerden elde edilen ortalam a değerler ülkem izin diğer illerinde yapılan benzer çalışm alarla ve ulus lararası sta n d a rtla rla ka rşıla ştırıla ra k, fa rk lık la r yorum landı. Ö ğrenci a ile le rin in sosyo ekonomik durumları da büyüme ve gelişmeye katkısı açısından değerlendirildi. Bulgularım ızın Konya bölgesi ilkokul çocuklarında büyüme ve gelişim takibinde referans bir çalışma olarak kul lanılabileceği ve ülke stantardı oluşturulm am ış param etreler için de yapılacak olan çalışm alara destek sağlayacağı düşünülmektedir.
Anthropometric measurements were perform ed to assess the physical growth and developmet of the prim ary school children. For this purpose; the body height and vveight, and head, thorax, ab domen, pelvis, upper and lover extrem ities related parts measurements of 356 prim ary school children were com plated and analysed statistically regarding sex and age. The results were also com pared with other studies from different part of the Turkey and possible factors vvhich might have contributed to the differences were discussed. We expect that our findings could be used a reference norm for grovvth and development in Konya and will be useful in the es- tablishm ent of the standart values of Turkish children body measurements.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
Meltem Energin, Ekrem Ünal, Ülkühan Kaya, Tamer Baysal, Yavuz Köksal, İsmail Reisli
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesine Başvuran Çocuk Hastaların Annelerinin İshal Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
The InformatIon Levels Of The Mothers About DIarrhe, Whose ChIldren Have Been AdmItled To An UnIversIty HospItal
Amaç: İshal, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuk hastalıklarının ve ölümlerinin önde gelen nedenlerindendir. İshal sonucu olan dehidratasyon önlenmez ise ölüm ile sonuçlanabilir. Çocukların ishalden korunmasında ve dehidratasyon başlamadan yeterli sıvı ve elektrolitin yerine konmasında annelere önemli görevler düşmektedir. Gereç ve yöntem: Annelerinin ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkındaki bilgi düzeylerinin araştırılması amacıyla hastanemize başvuran hastaların annelerine ishal ve oral rehidratasyon sıvısı hakkında sorular içeren anket uygulandı. Anket sonuçları annelerin sosyoekonomik düzeylerine ve eğitim durumuna göre değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaşları 17 ile 50 yaş (ortanca, 32 yıl) arasında değişen 250 anne katıldı. Annelerden 77’si (%30,8) gelir düzeyi yüksek iken, 98’i (%39,2) orta gelir düzeyine ve 75’i (%30) düşük gelir düzeyine sahipti. Annelerin yaklaşık yarısı ilkokul mezunu idi. Araştırma kapsamındaki 190 anne (%76) ishali çocuklar için öldürücü bir hastalık olarak görürken, en sık tercih edilen korunma yöntemi hijyene dikkat etmek olduğunu, annelerin %26,8’i korunma hakkında bilgisi olmadığını belirtti. Annelerin çocukları ishal olduğunda en sık tercihleri; sulu gıdalar vermek (%55,6) ve doktora götürmekti (%24,4). Ankete katılan annelerin %93,6’ sı çocukları ishal olduğunda sıvı gıdaları arttıracağını, %88,4’ü ise anne sütünün kesmeyeceklerini belirtti. Oral rehidratasyon sıvısını annelerin %76,4’ü biliyordu ve bu bilgiyi sıklıkla sağlık kurumu (%42) ve yayın organlarından (%18,8) öğrendiği saptandı. Yedi annenin (%2,8) ishalden çocuğunu kaybettiği öğrenildi. Sonuç: Yirmi birinci yüzyılda halen ishalden çocuk ölümlerinin olması nedeni ile gerek birinci basamak sağlık hizmetlerinde ve gerekse medyada eğitime zaman ayrılmalı ve anneler ishal konusunda bilinçlendirilmelidir. Ailelerin oral rehidratasyon sıvısına kolay ulaşması sağlanmalıdır.
Aim: Diarrhea is one of the most common causes of mortality and morbidity in childhood, especially in developing countries. Dehydration related to diarrhea can be mortal if it could not be prevented. Mothers play important role in preventing children from diarrhea and replacing fluid and elect rolytes before the dehydration. Material and Method: Information levels of the mothers about diarrhea and oral rehydration solution were extracted from an questionnaire form. The results of the questionnaire were investigated according to socioeconomic, educational levels of the mothers. Results: In the study, 250 mothers’ answers (ages varied 17 to 50-years-old, median; 32-years-old) were evaluated. Seventy-seven (30.8%) of the mothers were from upper-socioeconomic-class 98(39.2%) were from middle-socioeconomic-class, and 75 (30%)were from lower-socioeconomic-class. Approximately, half of the mothers were graduated from primary school. 190 (76%) of mothers pointed out that diarrhea is a mortal disease and the most common protection practice is to be aware of hygiene, whereas 26.8% of the participants remarked that they did not have any idea for protection from diarrhea. The most common method that the mothers choose when their children had diarrhea was juicy drinks (55.6%), and application to medical center (24.4%). 93.6% of the mothers remarked that they should increased intake of juicy drinks and 88.4% remarked that they did not stop breast feedings when their children had diarrhea. Oral rehydration solution was known by 76.4% of the participants, and this knowledge had been achieved from a medical center (42%) and broadcast media (18.8%). Seven of the mothers (2.8%) had a history of child death related to diarrhea. Conclusion: Since diarrhea still remains one of the most common causes of mortality in childhood in the twenty-first century, the mothers must be instructed, and much time must be allowed in primary medical center and media for education about diarrhea. Unlabored achievement to oral rehidration solution must be provided for the parents.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının Değerlendırılmesı
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Osman Yılmaz, A. Erkan Ünal, Rahim Kucur, Ömer Karahan, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Klinığımizde Yatarak Tedavı Edılen Yanık Hastalarının Ve Komplikasyonlarının Değerlendırılmesı
The EmluatIon Of IlospItalIzed And Treated Burned PatIents And TheIr ComplIcatIons
1983-89 yılları arasında kliniğimizde yatarak tedavi gören 50 yanıklı hastanın 35'i çocuk, 15'i erişkindi. Çocukların 26'si ilk dekat içindeydi. 34'ü erken, 16'sı geç müracaat etmişti. Il. derece derin yanıkların III. dereceden ayrılmasında deri biyopsilerinden yararlanıldı. 22 hastada Il. derece, 57'nde M. derece, 7'sinde hem II. ve hem de III. derece yanık vardı. Vakaların 5'ine erken tanjansiyel eksizyon ve toplam olarak 27'sine cerrahi girişim uygulandı. Tapikal antiseptik ajan olarak cio101uk gümüş nitrat solüsyonu kullanıldı. 50 hastadan 3'ü kaybedildi. hastada tedavi gerektirecek psikiatrik bozukluklar gelişti. Hipertrofik skor ve kontraktür gelişimini engellemek için otel ve basınçlı uygulamalar yararlı oldu.
We hospitalized and ireated 50 patients with burn injuries between 1983 and 1989. Of diem, 35 were children and 15 were adult. Twenty six children were in first decade. Of 50 patients, 34 adrnitted to the hospital early and 16 lately. Skin byopsies were useful in differential diagnosis of second and therd degree burn. There were second degree burn in 22 patients, third degree in 5 and second and third degree in 7. We applied surgical intervention to 27 patients and 5 early tangential excision and pulverised 10 percent of silver nitrate in early cases. Of 50 patients, 3 died and 3 developed psychiatric disorders requiring treatment. in order to prevent hyperirophic burn scar and contracture we used splint and pressure garrnents.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
Emre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi
Özeti
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
İsa Yılmaz, Osman Güvenç, Fatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Derya Arslan, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
ClInIcal CharacterIstIcs And EchocardIographIc FIndIngs Of PatIents
dIagnosed WIth Acute RheumatIc Fever
A grubu beta hemolitik streptokokların neden olduğu farenjit veya
tonsillitin non-süpüratif geç komplikasyonu sonucunda oluşan akut
romatizmal ateş, gelişmiş ülkelerde az sıklıkta görülmesine karşın
gelişmekte olan ülkelerde hala önemini koruyan edinsel bir kalp
hastalığıdır. Bu çalışmadaki amaç, merkezimizde akut romatizmal
ateş tanısı almış hastaların değerlendirilmesi ve ülkemizde önemli
bir sağlık sorunu olan bu nedenin son literatür bilgileri eşliğinde
tartışılmasıdır. Ocak 2010-Mayıs 2014 yılları arasında Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesine müracaat eden ve akut romatizmal
ateş tanısı konulmuş olan hastaların dosyaları geriyedönük olarak
incelendi ve demografik verileri, klinik ve ekokardiyografik özellikleri,
uygulanan tedaviye verilen yanıtları tespit edildi. Akut romatizmal
ateş tanısı konulan, tanı anındaki yaş ortalaması 11.6 yıl (5-17 yıl)
olan 26 (%40) kız, 39 (%60) erkek olmak üzere toplam 65 hastadan,
16 (%24.6) hastaya kardit, 11 (%16.9) hastaya artrit, 5 (%7.7) hastaya
kardit + artrit, 33 (%50.8) hastaya sessiz kardit tanısı konuldu.
Hastalar en sık % 59 oranında artrit ve artralji belirtileri başvurdu.
Fizik muayenede 25 (%38.4) hastada patolojik, 21 (%32.3) hastada
masum üfürüm duyuldu, 19 (% 29.2) hastada üfürüm duyulmadı.
Ekokardiyografik değerlendirmede mitral yetmezlik 14 (%21.5)
hastada, aort yetmezliği 10 (%15.4) hastada, birlikte mitral ve aort
kapak tutulumu 22 (% 33.9) hastada tespit edildi. Akut romatizmal
ateş ülkemizde hala insan sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir.
Artriti olan veya artralji şikayetleriyle başvurup akut faz belirteçleri
normalden yüksek olan hastalarda fizik muayenede patolojik üfürüm
duyulmasa bile ekokardiyografik inceleme yapılması gerektiği
vurgulandı.
Acute rheumatic fever (ARF) is an acquired cardiac disease,
that may develop as a non-supurative, late-onset complication of an
infection with group A β-hemolytic Streptococcus, such as pharyngitis
or tonsillitis, continues to maintain its importance in developing
countries, despite it is relatively rare in developed countries. The
aim of this study was to review patients, diagnosed with acute
rheumatic fever at our center, and to discuss this disease, which is
a major health problem in our country, in the light of recent literature
data. Files of patients, who referred to Selçuk University Medical
Faculty Hospital, and diagnosed with ARF between January 2010
and February 2014, were assessed, retrospectively, and patient
demographic data, clinical and echocardiographic (ECHO) features,
treatment responses were identified. A total of 65 patients, including
26 (40%) girls and 39 (60%) boys, diagnosed with ARF, with an
average age of 11,6 years (5-17 years) at the time of diagnosis, 16
(24.6%), 11 (16.9%), 5 (7.7%) and 33 (50.8%) of 65 patients has also
been diagnosed with carditis, arthritis, carditis and (+) arthritis, and
silent carditis, respectively. The most frequently referred symptoms
are arthritis and arthralgia, with a 59% rate. Although pathological
murmurs and innocent murmurs were identified during physical
examination in 25 (38.4%) and 21 (32.3%) patients, respectively; 19
(29.2%) patients had no evidence of heart murmur. The most common
findings in echocardiographic assessment are mitral insufficiency
(MI), aortic insufficiency (AI), and mitral and aortic valve involvement
in 14 (21.5%), 10 (15.4%) and 22 (33.9%) patients, respectively.
Acute rheumatic fever continues to be a health-threatining condition
in our country. Even if there are no pathological murmur in patients
referred with arthritis or arthralgia, with an increased level of acute
phase reactants; echocardiographic assessment should be taken.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Enürezis Nokturnalı Çocukların Babalarında Depresyon
indeksi: Buz Dağının İhmal Edilen Kısmı
Yiğit Akın, Osman Köse, Hakan Gülmez, Çağla Serpil Doğan, Murat Uçar, Sacit Nuri Görgel, Yüksel Yılmaz, Ercan Yeni
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Enürezis Nokturnalı Çocukların Babalarında Depresyon
indeksi: Buz Dağının İhmal Edilen Kısmı
DepressIon Index In Fathers Of ChIldren WIth PrImary
nocturnal EnuresIs: The InvIsIble Part Of Iceberg
Bu çalışmanın amacı, monosemptomatik primer nokturnal enürezis’li
(pNE) çocukların babalarında depresyon düzeylerini değerlendirmektir.
Prospektif kaydedilen verilerin retrospektif incelemesini içeren çok merkezli
bu çalışma Nisan 2014 ile Ağustos 2016 tarihleri arasında aile hekimliği,
üroloji ve pediyatrik nefroloji polikliniklerinde gerçekleştirildi. pNE’li çocukların
babalarında tedavi öncesi ve sonrası depresyon ölçekleri değerlendirildi.
pNE’li çocuklara ilk önce alarm cihazı ile davranış terapisi uygulandı. Davranış
terapisine cevap vermeyen çocuklara desmopressin içeren oral ilaç veya
burun spreyi verildi. pNE’li çocukların babalarının hayat kalite skorları (QoL)
ve depresyon indekslerini belirlemek için Dünya Sağlık Örgütü QoL formları
ve Beck Depresyon envanteri (BDE) kullanıldı. Toplam 47 pNE’li çocuğun
[21 (%45) kız, 26 (%55) erkek] ebeveynleri kayıt altına alındı; tedavi öncesi
ve tedavinin 6. ayında değerlendirildi. Çocukların yaş ortalaması 7.4±2.5
yıldı. Alarm cihazları ile davranış tedavisi 29 çocukta (%61.7) başarılı oldu.
Ayrıca, 18 çocuğa (%38.3) oral/nazal desmopressin verildi. Tüm tedavilere
refrakter olan sadece 3 erkek vardı. Babaların yaş ortalaması 29.0±2.2 yıldı.
Babaların BDI puanları çocuk tedavisinden önce ve sonra sırasıyla 17.3±9.8 ve
15.7±9.2 idi (p<0.001). Sonuç olarak, pNE’li çocukların babalarında depresyon
skorları yüksekti. Tedavi yöntemleri ile pNE’li çocuk babalarında BDE skorları
geliştirebileceği sonucuna varıldı.
Aim of this study was to evaluate depression level of fathers whose children
have monosymptomatic primary nocturnal enuresis (pNE). Present study was
a retrospective view of prospective recorded data. The multicentre study was
conducted between April 2014 and August 2016, in family medicine, urology,
and paediatric nephrology outpatient clinics and fathers of children with pNE
were evaluated. We administered behavioural therapy with alarm device,
first. Children who did not respond behavioural therapy were given oral/nasal
desmopressin. World Health Organization quality of life (QoL) forms and Beck
Depression inventory (BDI) were used for determining QoL and depression
index of parents, respectively. A total of parents of 47 children including 21
(45%) girls and 26 (55%) boys with pNE were enrolled and evaluated before
and at 6th month of the treatment. The mean age of children was 7.4±2.5 years.
The behavioural therapy with alarm devices was successful in 29 children
(61.7%). Additionally, 18 children (38.3%) received oral/nasal desmopressin.
Only 3 boys were refractor to all treatments. Mean age of fathers was 29.0±2.2
years. Fathers’ BDI scores before and after children’s treatment were 17.3±9.8
and 15.7±9.2, respectively, (p<0.001). As a conclusion, anxiety scores were
high in fathers of children with pNE. Treatment modalities could develop BDI
scores in fathers who have children with pNE.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonu
İhsan Çetin, Mahmut Tahir Nalbantçılar, Birsen Yılmaz, Kezban Tosun, Aydan Nazik
Araştırma makalesi
Özeti
İçme Suyu İz Element Düzeylerinin Çocukların Vücut
kompozisyonlarıyla Korelasyonu
CorrelatIon Of Trace Element Levels In DrInkIng Water WIth Body
composItIon Of ChIldren
Su ile alınan minerallerin iyon şeklinde görünmeleri ve sindirim
yolunda hemen emilmelerinden dolayı içme suyu, mineral alımında
önemli bir kaynak olmaktadır. Ancak içme suyundaki eser element
seviyelerinin, çocukların vücut kompozisyonları ile nasıl bir ilişki
içinde olduğu henüz kapsamlı bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bunun
üzerine bu çalışmada, içme suyundaki klinik olarak önemli eser
element seviyeleri ile Batman’daki çocukların vücut kompozisyonları
arasındaki ilişkiyi değerlendirme amaçlandı. Araştırmanın örneklemi,
Batman Bölge Devlet Hastanesi Diyet Polikliniği’ne başvuran
beden kütle indeksi (BKİ) ile persentil eğrilerine göre fazla kilolu,
obez ve normal kilolu olarak 20 kişilik gruplara ayrılan 13-18 yaş
aralığındaki (ortalama yaş 15.9±1.68) kız çocuklarından oluşturuldu.
İndüktif eşleşmiş plazma spektrometresi kullanarak, belediyenin
ve şahısların kuyularındaki sulardan alınan örneklerde lityum (Li),
nikel, kurşun (Pb), silisyum, kalay, stronsiyum (Sr), bor, alüminyum
(Al), baryum ve rubidyum seviyeleri ölçüldü. Vücut kompozisyonu
ölçümleri biyoelektrik empedans cihazı (Tanita BC 418) ile
gerçekleştirildi. İçme suyundaki lityum seviyeleri, bütün çocuklarda
BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde pozitif korelasyon
göstermiştir. Benzer şekilde, içme suyundaki kurşun seviyeleri
de çocuklarda BKİ, yağ kütlesi ve yağ yüzdesi ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Son olarak, içme suyundaki Al ve
Sr seviyeleri, çocuklardaki vücut ağırlığı, BKİ, yağ yüzdesi ve vücut
kompozisyonunun dahil olduğu birçok değişken ile önemli ölçüde
pozitif korelasyon göstermiştir. Elde edilen bu bulgulara göre; suyun
içeriğinde bulunan Li, Pb, Al ve Sr seviyelerinin 13-18 yaşlarındaki
çocukların vücut kompozisyonları ile ilişkili olduğu önerilebilir.
Drinking water is a significant source in mineral intake due to
the fact that waterborne minerals are present in ionic form and are
instantly absorbed by the gastrointestinal tract. However, up until
now, no comprehensive research has been encountered about how
levels of trace elements in drinking water are related with body
compositions of the children. Thereupon, in this study, it was aimed
to assess the relationship between clinically important trace element
levels in public drinking water and body composition of the children
in Batman. The universe of the study consisted of female children,
at the age range of 13-18 (mean age 15.9±1.68), who were divided
into overweight, obese and normal weight groups of 20 participants,
according to body mass index (BMI) and percentile curves, and
who applied to Batman Regional State Hospital Diet Policlinic. The
levels of lithium (Li), nickel, lead (Pb), silicon, stannum, strontium
(Sr), boron, aluminium (Al), barium and rubidium were measured
in water samples obtained from municipality and individual wells
by employing inductively coupled plasma spectrometry. Body
composition measurements were performed by means of bioelectrical
impedance analysis (Tanita BC 418). Li levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and
fat percentage in all children. Similarly, Pb levels in drinking water
showed significantly positive correlations with BMI, fat mass and fat
percentage in children. Finally, Al and Sr levels in drinking water
showed significantly positive correlations with body weight, BMI, fat
percentage and several variables of body composition in children.
According to the findings obtained, it may be suggested that there is
a relationship between Li, Pb, Al and Sr contents in drinking water
and body composition of children aged 13-18.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
Fatma Kaya, İlhan Çiftci, Ayşe Nazlı Seçkin
Olgu sunumu
Özeti
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
A Rare Method For TakIng The Swallowed ForeIgn BodIes
out Of The ChIldren
Çocuğun çevresini tanımasının ve onunla ilişki kurmasının bir
yolu da, eline geçen her cismi ağzına götürerek tadına bakmasıdır.
Bu nedenle çocuklar hiç akla gelmeyecek tip ve büyüklükteki yabancı
cisimleri yutmaktadır. Yabancı cisim yutan büyük yaştaki çocukların
önemli bir bölümünde zeka özrü veya ruhsal sorunlar vardır. Klinik
olarak öksürük, dispne, ses kısıklığı, solunum güçlüğü, solunum
seslerinde azalma, ağızdan bol tükrük gelmesine neden olabilir.
Bu yabancı cisimler içerisinde madeni parayla sık karşılaşılır.
Yabancı cisim aspirasyonunda alternatif tedaviyi paylaşmak istedik.
Bu makalede dört yaşında, Down sendromlu bir hastada yabancı
cisim aspirasyonuna alternatif bir yaklaşım sunuldu. Müdahale
sırasında komplikasyon gelişmeyen hasta önerilerle taburcu
edildi. Çocukluk çağında yabancı cisim aspirasyonu sıktır. Yabancı
cisimlerin çoğunluğunu metal paralar oluşturmaktadır. Yabancı cisim
aspirasyonuna yaklaşımda hastanın kliniği, yabancı cismin tipi,
takıldığı yer, aspirasyon süresi ve müdahale şartlarına göre tedaviye
karar verilir. Tedavi yaklaşımını endoskopi, gözlem veya cerrahi
oluşturmaktadır. Acil müdahalenin gerektiği hastalarda foley kateter
ile balon ekstraksiyonu gibi alternatif yöntemler deneyimli cerrahlar
tarafından kullanılabilir.
One of the ways for the child to get familiar with its surrounding
environment and to build up relations with the same is bringing
any possible object to the mouth for tasting. Thus, the children
happen to swallow foreign bodies of sorts and sizes unimaginable.
A great portion of the grown up children swallowing foreign bodies
demonstrate mental deficiencies or psychological problems. The
clinic symptoms may be coughing, dyspnoea, hoarseness, breathing
difficulty, weakened respiratory sounds and hyper saliva in the
mouth. The foreign bodies are usually coins. We want to share an
alternative treatment in foreign body aspirations. In this article is
demonstrated an alternative approach for foreign body aspiration in
four years old patients with down syndrome. The patient developed no
complications during the medical intervention and discharged under
recommendations. Foreign body aspiration is common in childhood.
The majority of foreign bodies are coins. Approach to foreign body
aspiration in a patient’s clinical presentation, type of foreign bodies,
inserted in the aspiration time and the response shall be decided
to treatment according to the conditions. Approaching treatment
is endoscopy, observation or operation. In emergency alternative
methods can be used such as balloon extraction with foley catheter
by experienced surgeons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okul Çağı Çocuklarda Femur Cisim Kırıklarının Tedavisi: Pelvipedal
alçı Yada Titanyum Elastik Çivi Tespiti
İsmail Hakkı Korucu, Faik Türkmen, Erdinç Acar, Veysel Başbuğ, Fahri Yurtgün, Serdar Toker
Araştırma makalesi
Özeti
Okul Çağı Çocuklarda Femur Cisim Kırıklarının Tedavisi: Pelvipedal
alçı Yada Titanyum Elastik Çivi Tespiti
Treatment Of School-Age ChIldren WIth Femoral Shaft
fracture: SpIca CastIng Versus TItanIum ElastIc NaIl
fIxatIon
Femur cisim kırıkları çocuklarda sık görülür ve hastaneye
yatırılarak tedavi gerektirir. Okul çağı çocukluk döneminde (5-12 yaş)
femur kırıkları elastik kanal içi çiviler ile yada kapalı redüksiyonu
takiben pelvipedal alçılar ile tedavi edilebilir. Bu çalışmada, elastik
kanal içi çivileme veya kapalı redüksiyonu takiben pelvipedal alçı
ile tedavi sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Femur cisim
kırığı oluşumu sonrası, hemen kapalı redüksiyon ve pelvipedal
alçı yapılan (KR-PPA; Grup 1, n=31) veya elastik kanal içi çivileme
(EKİÇ; Grup 2, n=31) yapılan vakalar değerlendirildi. Yaş, cinsiyet,
kırık oluşum mekanizması, kırık lokalizasyonu, tedavi maliyetleri,
hastanede kalış süresi, radyolojik ve klinik kaynama, yumuşak
dokuların durumu, destekli veya desteksiz yürüme zamanları
kaydedilerek değerlendirmeye alındı. Ortalama takip 58 (26-62)
aydı. Tüm hastaların kırıkları kaynadı. Yük vererek yürüme Grup
2’de (39/52 gün), Grup 1’den (52/63 gün) daha kısaydı. Maliyetler
açısından; Grup 1, Grup 2’den daha düşük maliyete sahipti (sırasıyla;
114.99$ ve 380.82$). KR-PPA halen geniş ve kabul edilebilir bir
uygulama alanına sahip olsa da, modern cerrahi teknikler ve
cerrahi tespit implantları ile daha başarılı sonuçlar alınabilir. EKİÇ
ile tedaviler okul çağı çocuk femur kırıklarında daha başarılı tedavi
seçeneği sunmaktadır.
Femoral shaft fractures are mostly seen in children and all cases
of this condition require hospital admission. In school-age children
(5 to 12 years), femoral fractures may be treated with elastic nails
or spica cast. The current study aims to compare the outcomes
of elastic nail to the immediate spica cast method for school-age
children with femoral fracture. We evaluated the patients who had
undergone immediate hip spica cast (IHSC as Group 1; n=31) or
flexible intramedullary titanium nail (FITN as Group 2; n=31) for
femoral fracture. Age, sex, cause of fracture, localization of the
fracture, cost of treatment, times of hospitalization, radiologic and
clinical assessment of femoral union, condition of the wound and soft
tissue, times of union and walking were recorded. The mean followup
was 58 (26-62) months. All fractures were healed. The time for
weight-bearing and walking were shorter (39/52) in Group 2 than it
was in Group 1 (52/63). In terms of cost, IHSC (114.99$) was cheaper
than FITN (380.82$). Although IHSC is still a a widely accepted
method of treatment, with the use of modern surgical techniques and
implants, satisfactory outcomes of fracture healing can make FITN a
better surgical option among all other treatments.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Birsen Uçar, Zehra Karataş, Zübeyir Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Çoçuklarda Üç Yıllık Transtelefonik Elektrokardiyografi Deneyimi
Three Years ExperIence Of TranstelephonIc ElectrocardIography In ChIldren
Disritmilerin çoğunlukla aralıklı olarak ortaya çıkması nedeniyle, her zaman tespit edilmesi mümkün değildir. Transtelefonik elektrokardiyografi (TTE), disritmisi olan hastanın ritim sorunu olduğu anda elektrokardiyografi (EKG)’nin çekilerek telefon hattı ile hastaneye ulaştırılmasını sağlar. Bu çalışmada çocuklarda aralıklı olarak ortaya çıkan disritmilerin tanısını koymada ve izleminde TTE monitorizasyonun etkinliğini araştırmayı amaçladık. Mayıs 2003 - Mayıs 2006 yılları arasında pediatrik kardiyoloji polikliniğinde TTE ile değerlendirilen 121 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaşları 4 ay ile 18 yıl (12±4.4 yıl) arasında değişmekteydi. En sık başvuru şikayetleri çarpıntı (%42.1), göğüs ağrısı (%15.7), senkop (%5), çarpıntı ve göğüs ağrısı (%6.6), çabuk yorulma (%5) ve ilaç etkinliğini araştırma (%3.3) idi. Standart EKG’si normal olan 110 olgunun 21’inde TTE’de disritmi bulgusu saptanmıştı. Holter monitorizasyonu (HM) ile disritmi saptanmayan 25 olgudan üçünde TTE’de supraventriküler taşikardi saptandı. TTE kayıtlarının %24’ünde disritmi (11 olguda supraventriküler erken vuru, 7 olguda ventriküler erken vuru, 4 olguda sinuzal taşikardi, 3 olguda supraventriküler taşikardi, 2 olguda sinuzal bradikardi, 1 olguda sinuzal duraklama ve 1 olguda Mobitz tip I atriyoventriküler blok) saptandı. Transtelefonik EKG öncesi 4 hasta ilaç kullanmaktaydı. Daha önce tedavi almayan 10 hastaya (5’ine verapamil, 3’üne propranolol, 1’ine digoksin, 1’ine amiodaron) TTE kaydı sonucuna göre tedavi başlandı. Disritmi düşündüren semptomlarla başvuran ve standart EKG’de disritmi saptanmayan hastalarda disritminin saptanmasında HM’nin son derece yararlı ve invazif olmayan bir yöntem olduğu, TTE’nin ise HM ile saptanamayan bazı disritmilerin belirlenebilmesi, tedavisinin planlanması ve takibinde de yararlı olabileceği kanısına varıldı.
It is not possible to determine dysrhythmias at any time, because those may occur briefly and unpredictably throughout the day. Transtelephonic electrocardiography (TTE) allows arrival to the hospital by the phone line dysrhythmia at the time. The aim of this study was to evaluate the value of TTE in the diagnosis and treatment of dysrhythmias, especially seen intermittently, in pediatric patients. We retrospectively evaluated records of 121 children, followed-up in Pediatric Cardiology Unit between May 2003 and May 2006. The patients were age of between 4 months to 18 years (median age 12 ± 4.4 years). The most common presenting symptoms were palpitation (42.1%), chest pain (15.7%), palpitation together with chest pain (6.6%), syncope (5%), easy fatigability (5%) and also the research of drug efficiency (3.3%). The dysrhythmia findings were determined on TTE in 21 of 110 cases whose standard electrocardiographies were normal. On TTE, supraventricular tachycardia was observed in three of 25 patients with normal HM. The dysrhythmia was detected in 24% of TTE records (supraventricular extrasystoles, ventricular extrasystoles, sinusal tachycardia, supraventricular tachycardia, sinus bradycardia, sinus tachycardia, sinus pause, Mobitz type I atrioventricular block were detected in 11, 7, 4, 3, 2, 1 and 1 cases, respectively). Four patients were using drugs (verapamil in 3 and propranolol in 1) before TTE recordings. According to the TTE records, medical treatments were started in 10 patients with previously untreated (verapamil in 5, propranolol in 3, digoxin in 1 and also amiodarone in 1). Eventually, we suggest that HM is a usefull, reliable and non-invasive diagnostic method for the detection of dysrhythmias in patients with dysrhythmia suggestive symptoms and normal ECG. Additionally, TTE should be used in follow-up and treatment of the patients with some dysrhythmias, even undetectable with HM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
Ali Ayçiçek
Olgu sunumu
Özeti
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
Aysun Görkem, Ayşe Ruveyda Uğur, Bahadır Feyzioğlu, Mehmet Özdemir, Mahmut Baykan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Hastalarda Parainfluenza Nedenli Alt Solunum Yolu İnfeksiyonlarının Araştırılması
InvestIgatIon Of ParaInfluenza VIrus Caused Lower RespIratory Tract InfectIons In PedIatrIc PatIents
Özet
Amaç: Parainfluenza virüslerinin (PIV) neden olduğu solunum yolu infeksiyonları bebek ve küçük çocuklarda başlıca morbidite ve hastanede yatış nedenleri arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmada alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle takip edilen çocuk hastalarda Parainfluenza virüs infeksiyonlarının sıklığının ve mevsimsel dağılımının araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında çeşitli çocuk kliniklerinde alt solunum yolu infeksiyonu ön tanısıyla ayaktan ve yatarak takip edilen 18 yaş altı hastaların nazofaringeal sürüntü örneklerinde PIV etkeni multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (m-PZR) yöntemi ile çalışıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda değerlendirmeye alınan 1983 çocuk hastadan 224’ünde (%11.3) solunum yolu örneğinde PIV tiplerinden herhangi biri tespit edilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında etken olarak en sık PIV-3 (%75) saptanmıştır. Bunu sırasıyla %15.17 ile PIV-4, %5.8 ile PIV-1 ve %4 ile PIV-2 takip etmektedir. Hastaların %75.9 oranında 5 yaş ve altında olduğu belirlendi. Mevsimsel dağılım incelendiğinde, PIV-3 ‘ün sıklıkla (%53.6) yaz aylarında, PIV-1 ve PIV-2’nin ise tamamına yakınının sonbahar ve kış aylarında görüldüğü belirlendi.
Sonuç: Hasta grubunda sıklıkla alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olan PIV-3 belirlendi. PIV’lerin neden olduğu solunum yolu infeksiyonu etkenlerinin m-PZR yöntemi ile belirlenmesi, klinisyenlere bu viral infeksiyonların tedavi ve korunmasında faydalı olacaktır.
Abstract
Aim: Respiratory infections caused by PIV are related to major morbidity and hospitalization rates in infants and young children. The aim of the present retrospective study is to investigate the rate and seasonal distribution of PIV infections in pediatric patients with lower respiratory tract infections.
Patients and Methods: Nasopharyngeal swab specimens of pediatric in- and outpatients with the diagnosis of lower respiratory infection were collected from various pediatric clinics between January 2014 and December 2016. PIV types 1, 2, 3 and 4 were identified by multiplex real time PCR method.
Results: One of the four PIV types was identified in 224 of 1983 nasopharyngeal swab specimens of patients aged less than 18 years (11.3%). PIV-3 was the most common agent among the subtypes (75%) followed by PIV- 4 (15.2%). The rate of PIV-1 and PIV-2 were 5.8% and 4%, respectively. Of all pediatric patients, 75.9% were under 5 years of age. When the seasonal distribution was examined, it was determined that PIV-3 was frequently observed in summer (53.6%), whereas PIV-1 and PIV-2 were observed in autumn and winter months.
Conclusion: PIV-3 was the most common subtype. Prompt identification of PIV by multiplex real time PCR method would be very helpful for clinicians in the treatment and prevention of the respiratory infections caused by viral pathogens.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cocukluk Donemı Suprakondıler Humerus Kırıklarının Rehabilitasyonu
İsrafil Şimşek, Recep Memik, Fethi Demir, Cafer Ayata, Hasan Oğuz
Araştırma makalesi
Özeti
Cocukluk Donemı Suprakondıler Humerus Kırıklarının Rehabilitasyonu
RehabIlItatIon Of Supracondylar Fractures Of The Humerus In ChIdden.
cocukluk doneminde cin kolda gorillenterin ar-chndan en cok kamlaplan kinklar suprakondlier humerus km/dal-dlr. Suprakondiler humerus kink', ramstyla ark rediiksiyon ye internal fiksason uy-gulanan 21 hasta calqmaya alrrrdr. Olgularm 311 kJ:. 18'i erkekti ve yap ortalamalan 9.04±3.23 idi. Olgularm 6 haftalik post-op tespiti actldiktan sonra sirasiyla girdaplt su banyosu, su icinde ultrason. varchmh -aktif re aktif eklem hareket avklrgi eg-=ersizleri 10 scans uygulandt. Tedavi eincesine gore tedavi bitiminde p<0.0002 diizeyinde anlanth fonk-sivonel iyileene saglandt. cocuklarm suprakondiler humerus kulklarinda rehabilitasyon,erken komp-likasyonlarm onlenmesinde ye normal fonksiyonlara geri diinmede cok etkili hir yontemdir.
Among the fractures of the extremities in the pe-diatric age group, supracondylar fractures of the humerus are the second most common fracture after that of the forearm. Twenty-one patient, 3 girls and 18 boys, with a supracondylar fracture who had been applied open reduction and internal fixation were enrolled into the study. Their mean age was 9.04 years. After remove! of 6 weeks postoperative casting, the patients were applied wirlpool, ult-rasound under the water active- assistive and active range of motion exercise, for 10 sessions. Func-tional improvement after rehabiltation program was statistically significant (p<0.0002). We concluded that the rehabilitation of supracondylar fractures of the humerus in children is a highly effective method in preventing complications and returning of normal function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Acile Başvuran Hastaların Özellikleri
Mehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Hakan Çoban, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Acile Başvuran Hastaların Özellikleri
The Features Of The UnIt Of ChIld Emergency And Its PatIents
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Birimine 1 Ocak 1998 -31 Aralık 1998 tarihleri arasında 14.941 hasta başvurdu. Başvuru nedenleri arasında ilk sırada enfeksiyon hastalıkları (% 48.4) gelmekte olup, bunların da % 23'ü üst solunum yolları enfeksiyonu idi. Acil birimine getirilen çocukların % 52'si gerçek acil, % 11'i acil olduğu düşünülerek getirilenler ve % 37'sini acil olmayan hastalar oluşturdu. Hastaların en çok kış mevsiminde ve ocak ayında, günün vardiyasına göre dağılımı incelendiğinde en çok 8°0-16°0 nöbetinde, yaş gruplarına göre de en çok 5-12 yaş grubunda getirildikleri görüldü. Nüfusunun yaklaşık yarısını çocuk ve ergenlerin oluşturduğu ülkemizde, Çocuk Acil Servisi Sistemleri, iyi organize edilerek yaygınlaştırılırsa Çocuk Acil Birimlerinde verilen hizmetin ka litesi artacaktır.
14.941 patients applied for the Emergency Service of Department of the Medical Faculty of the Selçuk University betvveen 1st January 1998 and 31 st December 1998 Infection diseases were the most common problem, ac- counting 23% of ali upper respiratory infection diseases and accounted 48.4% of ali infection diseases. 52% percent of the children admitted to the emergency service were real cases and 11% percent of the children vvere those who vvere supposed to be real cases and 37 % percent the children vvere not real cases. Patients vvere mostly admitted to the emergency clinic in winter, especially in January and betvveen 8 a.m. and 4 p.m. According to their age levels, They were mostly betvveen at the age level of 5-12 years. If Emergency Medicine Services can be well organised and extended in our country vvhose half of population is children, the Standard of quality in the Units of Children Emergency will be increased.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli Sıklığı
Sevim Karaarslan, Kadir Ükisten
Araştırma makalesi
Özeti
Diyarbakır İli İlkokul Çocuklarında Geçirilmiş Romatizmal Ateş Ve Kalp Sekeli Sıklığı
Prevalence Of PrevIous RheumatIc Fever And Heart Sequela Among PrImary School ChIldren In DIyarbakır ProvInce
1984-1985 eğitim ve öğretim yılında, Diyarbakır il merkezindeki ilkokul çocuklarından rastgele sistematik örnekleme yolu ile % 10 oranında seçtiğimiz 4065 öğrenci arasında anket kullanılarak geçirilmiş romatizmal ateş oranı % 9,1 bulunmuş-tur. Bulunan bu oran ülkemizin diğer bölgelerinde yapılan çalışmalarda bulunan oranlardan daha yüksektir. Bu çocukların anamnezleri geriye dönük olarak derinleştirildiğinde, tanı anında çocukların önemli bir kısmında sadece ekstremite ağrı-sının bulunması ve herhangi bir tetkik yapılmamış olması bu ağrıların bir kısmının romatizmal ateş dışında başka nedenlere bağlı olarak meydana gelmiş olabileceği ihtimalini düşündürmüştür. Tanının geriye dönük olması nedeniyle major bulguların oranı literatürde bildirilenden daha düşük bulun-muştur. Gerek romatizmal ateş anamnezi veren vakalar, gerekse valvül lezyonu bulunan vakaların cinsiyete göre dağılımı literatüre uygun olarak anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül hasara bulunan çocukların yaşa göre dağılımı literatüre uygun olarak giderek artış göstermiştir. Çalışmamızda valvül lezyonu % 1,2 oranında bulunmuştur. Bu değerler İran' dan bildirilen değerlerden daha düşük fakat, diğer gelişmekte olan ülkelerden ve ülkemizde bildirilen değerlerden daha yüksektir. Valvül lezyonlarının incelenmesinde literatürdeki verilere uygun olarak en çok mitral valvül tutuluşunun olduğu bunu aort valvül tutuluşunun izlediği görülmüştür. Yine literatüre uygun olarak en çok rastlanan valvül lezyonu tipi mitral yetersizlik olmuştur. Literatürde bildirilen farklı olarak gerek mitral ve gerekse aort tutuluşu cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Valvül tutuluşu gösteren vakaların geriye dönük olarak anamnezlerinin incelenmesinde %37,2 vakada romatizmal ateşi düşürülerek bir şikayete rastlanmamıştır. Bu durum şikayetlerin hafif olup unutulmuş olmasına veya karditin diğer major bulgular olmadan ortaya çıkabilmesine bağlanmıştır.
In the 1984-1985 academic year, among 4065 students who were randomly selected from primary school children in Diyarbakır city center with a systematic sampling rate of 10%, the rate of rheumatic fever by using a questionnaire was found to be 9.1%. This rate is higher than the rates found in studies conducted in other regions of our country. When the anamnesis of these children were deepened retrospectively, the fact that at the time of diagnosis, most of the children had only extremity pain and no examination was performed, it was thought that some of these pains may have occurred due to reasons other than rheumatic fever. Because of the retrospective diagnosis, the rate of major findings was lower than that reported in the literature. The distribution of patients with rheumatic fever history and valvular lesions by gender did not show a significant difference in accordance with the literature. The distribution of children with valve damage by age has increased gradually in accordance with the literature. Valvule lesion was found in 1.2% in our study. These values are lower than the values reported from Iran, but higher than the values reported in other developing countries and in our country. In the examination of valvule lesions, it was observed that, in accordance with the data in the literature, the most frequent mitral valve involvement was followed by aortic valve involvement. Again, in accordance with the literature, the most common type of valve lesion was mitral insufficiency. Unlike the difference reported in the literature, both mitral and aortic involvement did not differ significantly according to gender. In the retrospective examination of the anamnesis of the cases with valve involvement, no complaints were found by reducing rheumatic fever in 37.2% of the cases. This situation was attributed to the symptoms being mild and forgotten or the occurrence of carditis without other major findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisi
Engin Günel, Osman Çağlayan, Fatma Çağlayan, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Prognostik İnflamatuvar Ve Nütrisyonel İndeks'in Çocuklarda Postoperatif Morbiditeyle İlişkisi
Çalışmamızda, çocuklarda cerrahi stres sonucu ortaya çıkan metabolik yanıtdaki değişiklikleri göstermede, prognostik inflamatuvar ve nütrisyonel indeks (PINI)'in güvenilirliğini ve postoperatif morbiditeleri ne oranda ortaya koyduğu araştırılmıştır. Akut karın nedeni ile başvuran ve apandektomi yapılan 32 hastada çalışıldı. Akut apan-disit (Grup 1, n=17) ve gangrenöz veya perfore apandisit saptanan (Grup 2, n=15) hastalardan preoperatif (-1), postoperatif 1. gün (+1) ve 3. gün (+3) kan alınarak serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reaktif protein (CRP) ve alfa-1 asid glikoprotein (AGP) değerleri saptanarak. ortalama PINI-1, PINI+ 1 ve PINI+3 değerleri hesaplandı. Grup 1 'de ortalama PINI-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 5.6±3.9, 15.6± 7.8 ve 5.8±3.6 bulundu (p< 0.0001). Grup 2'de ise ortalama PIN1-1, PIN1+1 ve PINI+3 değerleri sırasıyla 25.2±16.4, 47.2±28.1 ve 43.9±24.2 bulundu. PINI-1 ile PINI+1 arasındaki farkın anlamı (p<0.0001) olduğu, ancak PINI+1 ile PINI+3 arasındaki farkın anlamsız (p>0.02) olduğu bulundu. Her iki grubun ortalama PINI değerleri karılaştırıldığında, Grup 2'deki değerlerin Grup 1 değerlerine göre büyük ve farkların anlamlı (p<0.001) olduğu bulunmuştur. Bu veriler so-nucunda, PINI'm çocuklarda cerrahi strese metabolik yanıtın ortaya konmasında ve hastaların postoperatif ta-kibinde değerli ve güvenilir bir indeks olduğunu göstermektedir.
This study was undertaken ta determine the safety af prognostic inflammatory and nutritional index (PINI) as an indicator of metabolic response to surgical stress, and whether there is a relationship between PINI and post-operative morbidity in children. Thirty-two patients who were performed appendectomy were enrolled in the study. Of the pafients 17 had acute appendicitis (Group 1) and 15 had gangrenous or perforated appendicitis (Group 2). Serum albumin (AL), prealbumin (PA), c-reactive protein (CRP) ve alpha-1 acid glicoprotein (AGP) values were measured pre-operatively (-1), on postoperative day 1 (+1), and postoperative day 3 (+3) in all patients. Mean PIN1-1, PINI+1, and PIN1+3 values were calculated by using these parameters. In grup 1, mean PINI-1, PINI+1, and PIN1+3 values were fonud 5.6±3.9, 15.6±7.8, and 5.8±3.6, respectively (p< 0.0001). In group 2, the same values were 25.2±16.4, 47.2±-28.1, and 43.9±24.2, respectively. The difference between PIN1-1 and PINI+1 was found statistically significant (p<0.0001) while there was no significant difference between PIN1+1 and PIN1+3 (p>0.02) in group 2. Mean PINI values were fonud higher in group 2 compared with group 1, and the difference between two groups was statistically significant (p<0.001). These results suggest that PINI is a cafe and valuable index for determination of metabolic response to sur-gical stress in children, and postoperative follow-up of surgical patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerı
İsmail Arıcı, Selma Çivi, Mehmet Akman
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Rısklı Gebeliklerde Doğum Ve Perınatal Dönemın Özellıklerı
CharacterIstIcs Of Maternal And PerInatal PerIod In HIgh RIsk Pregnancy
Ana ve çocuk grubu içinde bazı olgular; Vücut yapıları, sosyal ve ekonomik koşulları nedeni ile gebelik ve doğum sırasında daha fazla hastalanma ve ölme tehlikesine maruzdurlar. 1987 yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakımevi'nde doğum yapan 260 kadında kadın yaşı, kadının eğitim düzeyi ve ailenin gelir düzeyinin ana sağlığı ve yeni doğana etkisini belirlemek amacı ile kesitsel olarak tanımlayıcı ve analitik tipte bir çalışma yapıldı. Kadın yaşının 35 ve daha fazla olması başta üriner enfeksiyon ve anemi olmak üzere gebelik komplikasyonlarını artırmakta idi (p<0.01). Yine 35 ve üzeri yaşta iki gebelik arasındaki süre uzamakta idi (p>0.05). Kadının eğitim düzeyi arttıkça gebelik ve doğum sayısı azalmakta idi (p<0.01). Ailenin gelir düzeyi yeni doğanın kilosu, kadının gebelik ve düşük sayısına etkisizdi(p<0.05).
Same cases in mother and children group are more vulnarable to body constitution, social and economical conditions. A descriptive and cross-sectional study was estabhs. hed in Konya Maternity and Children Ileahh Center in 1987. The aim of the research was if there was any correlation between rnother age, educational level and famiiy income and among mother and newborn health. If the mother age was 35 and plus, urınary infection, anernia and other pregnancy complication were increased (p<0.01). Pregnancy interval was langer alsa for age of 35 and plus (p<0.05). Educational level of rnothers was reversely correlated with the number of pregnancy (p<0.01). Pregnancy and labor numbers was effected by mother educational level. Family income was not effect on newborn weight, number of pregnancy and abortions (p>0.05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Astım Atağı İle Başvuran Çocuklarda Chlamydia Pneumoniae Seroprevalansı
Melike Keser, İsmail Reisli, Yavuz Köksal, Duygu Fındık, Sevim Karaarslan
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Astım Atağı İle Başvuran Çocuklarda Chlamydia Pneumoniae Seroprevalansı
Seroprevalance Of ChlamydIa PneumonIae In ChIldren WIth Acute Asthma ExacerbatIon
Astım atağı ile başvuran çocuklarda C. pneumoniae seroprevalansını ve antikor litreleri üzerine klaritromisin tedavisinin etkisini araştırmak üzere 25 astımlı çocuk çalışmaya alındı. Kontrol grubu son üç ayd içinde solunum yolu enfeksiyonu geçirmemiş, kendisinde ve ailesinde astım ve atopi hikayesi olmayan 25 yaş - cinsiyet uyumlu çocuktan oluşturuldu. C. pneumoniae spesifik IgG ve IgA antikorlarını saptamak için astımlı hastalarda akut atak anında ve atak sonrası 4. ve 12. haftalarda, kontrol grubundan ise tek serum örneği alındı. Astımlı hastaların hep sine, uygun akut atak tedavisine ek olarak klaritromisin 15 mg/kg/gün, 10 gün verildi. C. pneumoniae spesifik IgG ve IgA seroprevalansı her iki grupta benzerdi (p>0.05). Astımlı çocuklar tedavi sonrası kendi içinde değerlendiril diğinde C. pneumoniae spesifik IgG antikor indeks değerinin giderek düşüş gösterdiği (p<0.05) saptandı. Sonuçlarımız C. pneumoniae enfeksiyonunun akut astım atağını ortaya çıkarmada önemli bir etken olmadığını, bununla birlikte klaritromisin tedavisi ile C. pneumoniae antikor indeks değerlerinin anlamlı derecede düştüğünü göstermiştir.
İn order to evaluate the role of C. pneumoniae infections in exacerbations of asthma in children and effects of clarithromycin therapy, 25 children with asthma exacerbation were enrolled in the study. Twenty-five sex and age matched children without any history of respiratory tract infection in last three months and atopy served as control group. Serum samples for the determination of C. pneumoniae spesific IgG and IgA antibody leves of C. pneu moniae were taken on admission with acute exacerbation and 4th and 12th weeks after exacerbation in asthmatic children. One serum sample was collected from Controls. Appropriate acute exacerbation therapy and clarithromycin 15 mg/kg body weight/day for 10 days were given ali asthmatic children. The prevalance of C. pneu moniae spesific IgG and IgA was similar in asthmatic children during acute exacerbation, at 4th and 12 th weeks after exacerbation and in Controls (p > 0.05). VVhen C. pneumoniae spesific antibody lndex values were evaluate in the asthmatic children after treatment, significantly decreases were detected in IgG levels (p<0.05). Our results suggest that C. pneumoniae infections is not an important cause of acute asthma exacerbations in children, however the antibody index values of IgG were significantly decreases with clarithromycin therapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sydenham Kore
Haluk Gümüş, Meltem Gümüş
Derleme
Özeti
Sydenham Kore
Sydenham Chorea
Sydenham koresi (SK) antistreptokokal antikorların beyinde
özellikle bazal ganglionlarda çapraz reaksiyon yapması ve
inflamasyon oluşturması sonucu ortaya çıkan nörolojik bir hareket
bozukluğu tablosudur. SK, 1992 modifiye Jones kriterlerine göre akut
romatizmal ateşin major kriterlerinden olup tanı için yeterlidir. En
sık 5-15 yaşları arasında görülür. ARA atağından yaklaşık olarak
6 ay sonra ortaya çıkmaktadır. Genellikle 4-6 hafta sürer, yıllar
boyu kalıcı olabilmektedir. Diğer ARA bulgularından en sık kardite
eşlik eder. Sydenham koresi anksiyete, duygu-durum bozuklukları,
obsesif kompulsif belirtiler, dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtileri
veya tiklerle seyredebilen bir nöropsikiyatrik durumdur. Spontan
düzelmekle birlikte şiddetli vakalar için günümüzde pekçok tedavi
yöntemi mevcuttur. Rekürens bildirilmektedir. Rekürrens ve karditi
engellemek için penisilin proflaksisi önerilmektedir. SK, gelişmekte
olan ülkelerde akkiz korenin en sık nedeni olarak kabul edilmektedir.
Asırlardır tanınan bir hastalık olmasına rağmen dönem dönem
alavlenmekte ve önemini korumaktadır. SK ve ARA son yıllarda
azalmakla birlikte ülkemizde hala önemli düzeyde morbidite sebebi
olan bir halk sağlığı sorunudur.
Sydenham’s Chorea (SC) is a neurological movement disorder
that results from antistreptocpccal antibodies cross-reacting with
brain tissues, especially basal ganglia and causing to an inflamatory
reaction. According to the 1992 modified Jones criteria, acute
rheumatic fever is a major criterion and is sufficient evidence on
which to base a diagnosis. SC is frequently seen in the 5-15 years
of age. It appears approximately 6 months later from the attack of
ARF. SC usually continues 4-6 weeks, it may be permanent. Carditis
accompanies SC much more frequently than the other signs of ARF.
SC is a neuropsychiatric disorder that may present with anxiety,
emotional lability, obsessive compulsive symptoms, attention deficit
and hyperactivity symptoms or tics. Most of the cases improve
spontanously and many treatment are available. Recurence is
common. Penisilin prophylaxis should continued to avoid carditis
and recurrence. SC is considered to be the most common cause of
acquired chorea in devoloping countries. Even though it has been
recognized for centuries, it has kept up its importance by periodic
exacerbations. SC and ARF are still declining in recent years in our
country, together with which is a significant cause of morbidity as a
public health problem.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya'da Gürülen Çocuk Zehirlenmelerinin İncelenmesi
Haluk Yavuz, Hasan Koç, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Ahmet Bozkır
Araştırma makalesi
Özeti
Konya'da Gürülen Çocuk Zehirlenmelerinin İncelenmesi
The InvestIgatIon Of ChIld PoIsonIng In Konya
Selçuk Üniversitesi Eğilim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Poliniklerine, 1983-1990 yıllarında zehirlenerek getirilen 106 hasta incelendi. Hastaların çoğunluğunun ilk 6 yaş içinde olduğu, yaz aylarında zehirlemelere daha fazla raslandığı dikkati çekti. En sık görülen zehirlenme sebebi ilaçlardı (%56).
We investigated the nature and the course of poisoning for 106 children who were adrnitted to Selçuk University Research and Training Hospital, Konya from 1983 to 1990, inclusive. Most patients were either 6 years old or younger. The poisoning cases were coincided with the surnmer months. The drugs were found ta be the leacling catıse of the child poisoning (%56).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Yaş Grubunda Kazanılmış Melanositik Nevusların Dermoskopik Yapıları Ve Gelişimleri
İlkay Özer, Murat Orhan Öztaş, Esra Adışen, Mehmet Ali Gürler
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Yaş Grubunda Kazanılmış Melanositik Nevusların Dermoskopik Yapıları Ve Gelişimleri
The DermoscopIc Patterns And EvolutIon Of AcquIred MelanocytIc NevI In PedIatrIc Age Group
Amaç: Pediatrik yaş dönemi nevogevez için dinamik bir yapıya sahip olup nevus gelişimi için önemli ip uçlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bu çalışmada pediatrik yaş grubunda kazanılmış melanositik nevuslerin dermoskopik patern ve pigment ağ yapıları incelenerek banal ve atipik yapılı nevusların tanınmasına katkı sağlanması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya nevogenez için yatkınlığı bulunmayan 150 pediatrik gönüllü dahil edilmiştir. Çocuklar 7 yaş ve altı ve 8 yaş ve üstü olarak iki gruba ayrılmıştır. Muayene edilen nevuslerden gövde ve ekstremite yerleşimli nevuslerin sayı, boyut, patern ve pigment yapıları incelenmiştir.
Bulgular: Nevus sayı ortalaması büyük yaş grubunda (9,72) küçük yaş grubundan (3,44) daha fazla olduğu izlendi. Her iki grupta da predominant patern yapısının globuler patern olduğu, 8 yaş ve üstü grubunda retiküler paterne sahip nevusların 7 yaş ve altı grubundan daha fazla olduğu izlendi (p=0,03). Her iki grupta da globuler paterne sahip nevusların gövdede, retiküler paterne sahip nevusların ekstremite de daha yoğun olduğu izlendi (p=0,001). Nevuslerin Pigment ağ yapıları incelendiğinde en sık izlenen pigment ağ yapısı uniform olmakla birlikte 8 yaş ve üstü grupta santral pigmentasyon değişikliği bulunan nevusların daha fazla izlendiği görüldü (p=0,001).
Sonuç: Pediatrik yaş grubunda kazanılmış melanositik nevusler sıklıkla globüler patern ve uniform pigment ağ yapısına sahip olsa da artan yaş ile birlikte retiküler paterne ve santral pigmentasyon değişikliğine sahip nevus sayısı artmaktadır.
Aim: Pediatric age period has a dynamic structure for nevogenesis. In this paper, it was aimed to contribute to recognition of banal and atypical nevi through examining dermoscopic pattern and pigment network structures of acquired melanocytic nevi in pediatric age group.
Patients and Methods: One hundred and fifty pediatric volunteers who were not predisposed to nevogenesis were included in the study. Children were divided into two groups as 7 and under, and 8 and over.
Results: It was observed that the mean number of nevus was higher in the older age group (9.72) than in the younger age group (3.44). It was observed that the predominant pattern structure was globular pattern in both groups, and nevi with reticular patter in the age group of 8 and above were more than the age group 7 and below (p = 0.03). In both groups, nevi with globular pattern were found to be denser in the trunk and nevi with reticular patter in the extremities (p = 0.001). When the pigment network structures of nevi were examined, it was observed that the most frequently observed pigment network was uniform, but nevi with central pigmentation changes were observed more frequently in the age group of 8 years and older (p = 0.001).
Conclusion: Although acquired melanocytic nevi in the pediatric age group often have a globular pattern and uniform pigment network, the number of nevi with reticular pattern and central pigmentation changes increases with increasing age.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Fatma Fidan, İhsan Hakkı Çiftçi, Nihal Kıyıldı, Mehmet Ünlü, Murat Sezer
Araştırma makalesi
Özeti
Afyonkarahisar’da Okul Öncesi Eğitim Merkezlerinde Astım Ve Atopik Hastalıkların Prevalansı Ve Etkileyen Faktörler
Prevalence And RIsk Factors Of Asthma And AtopIc DIseases In Pre-School EducatIon Centers In AfyonkarahIsar
Amaç: Bu çalışmada Afyonkarahisar’daki okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) astım veatopik hastalıkların prevalansını ve ilgili risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışma Afyonkarahisar ilinde, 41 ayrı okul öncesi eğitim merkezinde öğrenim görmekte olan 1288 çocuktan, çalışmaya katılması ailesi tarafından onaylanan 1084 çocukta yapıldı. Sosyodemografik özellikler, astım ve atopik hastalıklar ve bu hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini sorgulayan standart anket formu çocukların aileleri tarafından dolduruldu. Bulgular: Bin seksen dört öğrencinin yaş ortalamaları 5.7 ± 0.7 (3-6) olup, 505’i kız (%46.6), 579’u erkek (%53.4) idi. Çalışmada astım %3.1, alerjik rinit %5.0, egzema %1.8 oranında saptandı. Ailede astım ya da atopik hastalık hikayesi, astımı olan grupta (%44.1), astımı olmayan gruba göre (%25.5) anlamlı olarak daha fazla idi (p=0.015). Bebeklikte anne sütü alma astımı olan grupta anlamlı olarak daha düşük oranda bulundu (p=0.039). Astım için ailede allerjik hastalık hikayesi olmasının 2.3 kat, bebeklikte anne sütü almamanın 2.7 kat risk oluşturduğu bulundu. Astımı olan hastalarda hışıltılı solunum ve allerjik rinit sıklığı anlamlı düzeyde daha fazla iken, egzema sıklığı açısından farklılık saptanmadı. Sonuç: Okul öncesi eğitim merkezlerinde (kreş, anaokulu) 3-6 yaş grubu çocuklarda ailede allerjik hastalık bulunması ve bebeklikte anne sütü almamış olmanın astım için anlamlı risk faktörü olduğu bulundu.
Aim: We aimed to determine the prevalence and risk factors of asthma and atopic diseases in preschool education centers in Afyonkarahisar. Material and Method: Of the 1288 children in 41 preschool education centers in Afyonkarahisar, 1084 children, whose parents have approved the study, were accepted. A standard questionnaire interrogating sociodemographical status, presence and risk factors of asthma and atopic diseases was filled by the parents of the children. Results: The mean age of 1084 children was 5.7 ± 0.7 (3-6), 505 (46.6%) of them were girls and 579 (53.4%) were boys. The prevalence of asthma was 3.1%, allergic rhinitis 5.0% and eczema 1.8%. Presence of asthma or an atopic disease in the family was significantly higher in the group with asthma (44.1%) than without (25.5 %)(P=0.015). Intake of breast milk in the infancy was significantly low in the group with asthma (P=0.039). Presence of an allergic disease in the family was found to cause a 2.3 folds and absence of breast milk intake a 2.7 folds increase in the risk for asthma. In the children with asthma, wheesing and allergic rhinitis frequency was significantly high. While there was no difference in froguency of eczema. Conclusion: Presence of an allergic disease in the family and a bsence of breast milk intake in the infancy was found as significant risk factors for asthma in 3-6 age children in pre-school education centers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili Tutumu
Said Bodur, Hatice Yıldız, Mesude Mermer, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezinde Annenin Çalışma Durumuna Göre Emzirme Süresi Ve Ek Gıda İle İlgili Tutumu
Mothers’ AttItudes On BreastfeedIng PerIod And Supplemented Food Based On TheIr VvorkIng Status In Konya
Amaç: Bu çalışma, annenin çalışma durumunun emzirme ve ek gıda ile ilgili tutum üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma Konya il merkezinde 12 ayını doldurmuş çocuğu olan 458 kadın (302’si ev hanımı, 156’sı çalışan kadın) üzerinde yapıldı. Büyüklüğü formülle belirlenen örneklem, iki aşamada seçildi. İlk aşamada, toplumda nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yapıldı. İkinci aşamada ise kreşlerdeki çocukların anneleri örneğe dahil edildi. Veriler, anket yardımıyla yüz yüze görüşerek elde edildi. Bulgular: İlkokuldan sonra öğrenim görme oranı ev hanımı annelerde (% 25), çalışan annelerden (% 96) düşüktü. Emzirme süresi ortancası ev hanımlarında 12 ay, çalışan annelerde 8 ay olup aradaki fark önemliydi. Ek gıdaya 4. aydan önce başlama oranı ev hanımlarında çalışan annelerden iki kat daha fazlaydı. Annelerin üçte birinin hazır mama ile ek gıdaya başladığı, ev hanımı annelerin ek gıdaya yemek suları ile başlama oranının çalışan annelerden daha yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Çalışan annelere sosyal destek verilmesi bebeklerini daha uzun süre emzirmelerini sağlayabilir. Ayrıca, toplumda kadınların öğrenim düzeyinin artırılması ve bebek beslenmesi konusunda bil gilendirmeye ağırlık verilmesi, emzirme ve ek gıda konusunda olumlu davranışları artırabilir.
Aim: İn this study, it was aimed to determine the effect of vvorking status of mothers on breastfeeding and using additive food for feeding. Methods: The study vvas consisted of 458 mothers (302 housevvives and 156 vvorking women) having at least 12 months old children. The population samples chosen by using a formula vvere select- ed in tvvo steps. İn the first step, the cluster sampling systematically based on population localities. İn the second step, the mothers of children living in day-center vvere taken into the survey population. Data vvere obtained via çuestonnaire techniçue by intervvieving. Results: The ratio of mothers vvho continued educating after primary school vvas 25% of housevvives and 96% of vvorking mothers. The median of breastfeeding period in housevvives vvas 12 months, but in vvorking mothers it vvas 8 months. This difference vvas significant. The ratio of initiation time of using additive food for feeding before the first four month in vvorking mothers vvas tvvo-fold than that in the house- vvifes. One third of mothers started to feed their babies with commercial supplement foods. The ratio of housevvife mother, starting vvith fluid of home made meal, vvas higher than in vvorking mothers. Conclusion: VVorking moth ers could be supported for breastfeeding their babies for longer period. İn addition, increasing education levels of female population and education on infant feeding may encourage to positive attitudes for giving the supplement ed food and breastfeeding in population.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Ayaklarındacalcaneal Ve Metatarsal Yönde Yük İletimi
Tuncer Korkmaz, İlhami Demirel
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Ayaklarındacalcaneal Ve Metatarsal Yönde Yük İletimi
Calcaneal And Metatarsal WeIght DIstrIhıttIons In ChIldren's Feet
Bu çalışma, yaşları 0-8 yaş grubunda, 459 erkek ve 427 kız çocuk üzerinde yapılmıştır. Bu çocukların ayaklarından alınmış olan çeşitli antropometrik ölçülerden, vücut ağırlığının ayaklar üzerindeki, calcaneal ve metatarsal yönlerdeki yük iletimleri teorik olarak hesaplandı. Çocuk ayaklarında ön ve arka yönde iletilen yük bileşenlerinin yaşa göre değiştiği saptandı. erkek ve kız çocuklar arasında ayaktaki yük iletiminde önemli farklılıkların olmadığı saptandı. Yaşa bağlı olarak, ayağın ön tarafı ile iletilen yükte artma, buna karşın, topuk ile iletilen yükte ise belirgin bir azalma olduğu görülmüştür.
in this study 459 boys and 427 girls irr 0-8 age-group are included. Weight distributions of the fooi has been theoritically calculated by rneans of various anthropoınetric frneasures ta ken on the chil-dren's feet. Thus, it has been deterrnined chat calcaneal and rnetatarsal weight distribution varies with age. The differences between the values related to the weight distribution doesn't ,alay an important role in sexes. As the age advances, bodyweight exerted to to the rnetatarsal side increases whereas it decreases to the calcaneal side.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksi
Tamer Baysal, Bülent Oran, Mustafa Doğan, Derya Çimen, Sevim Karaarslan
Araştırma makalesi
Özeti
Sekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksi
MyocardIal Performance Index In ChIldren WIth Secundum AtrIal Septal Defect
Doğuştan kalp hastalığı olan hastalarda ventrikül geometrisi bozulacağı için ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede bazı zorluklar olabilmektedir. Ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede Doppler eko yöntemi ile elde edilen ve ventrikülün geometrik şekline bağımlı olmayan miyokard performans indeksi erişkin ve çocuklarda araştırılarak kullanılmaya başlanmıştır. Miyokard performans indeksi izovolumik zaman aralıklarının ventrikül ejeksiyon zamanına bölünmesi ile elde edilir. Ventriküllerin ön ve art yük değişikliklerinde bu indeksin nasıl etkilendiği araştırılmalıdır. Bu çalışma atriyal septal defektin (ASD) neden olduğu ön yük değişikliklerinde sağ ve sol ventriküler miyokard performans indeksinin nasıl etkilendiğini araştırmak amacı ile planlandı. Yaşları 6 ay ile 148 ay arasında (ortanca 24 ay) 17 ASD’ li ve yaşları 3 ay ile 160 ay arasında (ortanca 17 ay) 24 normal çocukta sol ve sağ ventrikül için miyokard performans indeksi ölçüldü. Sol ventrikül için miyokard performans indeksi ASD ve kontrol grubunda sırası ile 0.38±0.16 ve 0.32±0.09 iken sağ ventrikül için miyokard performans indeksi sırası ile 0.24±0.15 ve 0.20±0.08 bulundu. Gruplar arasında sol ve sağ ventrikül miyokard performans indeksleri yönünden istatistiksel açıdan anlamlı bir fark yoktu (p<0.05). Bu çalışma ile ventrikül fonksiyonlarını ölçmeye yarayan miyokard performans indeksinin ASD’ li hastalarda ön yük değişikliklerinden etkilenmediği gösterildi.
Quantitative assessment of ventricular function in patients with congenital heart disease is often challenging due to distorted ventricular geometry. A myocardial performance index (MPI) has been reported in adults and children that is a Doppler-derived non-geometric measure of ventricular function. The MPI measures the ratio of isovolumic time intervals to ventricular ejection time. The effects of altered ventricular preload or afterload on the MPI have yet to be determined. This study was designed to determine the impact of altered preload on left and right ventricular MPI nin the clinical setting of atrial septal defect (ASD). The left and right ventricular MPI were measured in 17 patients with ASD (ages 6 to 148 months, median 24 months) and 24 normal children (ages 3 to 160 months, median 17 months). In patients with ASD and control groups, the left ventricular MPI was 0.38±0.16 and 0.32±0.09 and the right ventricular MPI was 0.24±0.15 and 0.20±0.08 respectively. No significant change in the left and right ventricular MPI was seen in patients with atrial septal defect and control groups. This study documents that the MPI is a quantitative measure of ventricular function that is appears to be relatively independent of changes in preload.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
İbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Gülay Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Hipofızer Dwarfizmli Çocuklarda Serum Çinko Ve Bakır Seviyelerinin İncelenmesi
ZIvc And Copper Levels In Serum Of ChIldren WIth. Growth Hormon DefIcIency
Temmuz 1986 - Haziran 1987 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 14 hipofizer dwarfizm vakası ile 14 kontrol grubunda serum çinko ve bakır seviyeleri araştırıldı. Takvim yaşı ile kemik yaşı arasındaki ilişki incelendi. Hipolizer dwarfizmli hastalarda çinko seviyeleri ortalama 69.286-T 3.086 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 79.429:F-3.291 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli idi. (P<0.05). Serum bakn seviyeleri hasta grubunda ortalama 133.286-T8.754 ugr/100 mi., kontrol grubunda ise 100.813=7-4.845 ugr/100 mi. olarak bulundu. İki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemli bulunmuştur. (P <0.01).
Serum zinc and copper levels were investigated in 14 pituitary dwarfism cases and 14 control groups who applied to the Selcuk University Medical Faculty Pediatric Outpatient Clinic between July 1986 and June 1987. The relationship between the calendar age and bone age was examined. Zinc levels in patients with hypoglycemic dwarfism averaged 69.286-T 3.086 ugr / 100 ml., In the control group 79.429: F-3.291 ugr / 100 ml. found as. The difference between the two groups was statistically significant. (P <0.05). Serum bacterial levels averaged 133.286-T8.754 ugr / 100 ml in the patient group and 100.813 = 7-4.845 ugr / 100 ml in the control group. found as. The difference between the two groups was found to be statistically significant. (P <0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırıgı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç has-tada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschner-wire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Abdurrahman Kutlu, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Ayrılmış Suprakondiler Humerus Kırıklarının Cerrahı Tedavısı
Surgıcal Treatment Of Separated Supracondıles Humerus Fractures In Chıldren
Ayrılmış suprakondiler humerus kırığı olan 26 çocuk hastaya açık redüksiyon ve çapraz Kirschner teli ile tespit işlemi uygulandı. Bir hastada yüzeyel enfeksiyon, üç hastada kübitis varus deformitesi (% 14) meydana geldi. Diğer spesifik komplikasyonlar (myositis, ossifikans, Volkmann'ın istemik kontraktürü, nörovasküler yaralanma gibi) meydana gelmedi.
26 children who had displaced Supracondylar fractures of the humerus were treated by open reduction and crossed Kirschnerwire fixation. There was one superficial infection and there were there cubitis varus deformity (% 14). The other specific complications (Such as mvositis ossifikans, Volkmann's contracture, neurovascular injury) were not encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
Tamer Baysal, Sevim Karaaslan
Derleme
Özeti
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
The HematologIcal SIgn And ComplIcatIons Of CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Amaç: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklarında hematolojik belirti ve bulgular derlenmiştir. Ana bulgular: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı hastalarda hematolojik yan etkilerin görülme ihtimali yüksektir. Polisitemi, trombositopeni, faktör eksiklikleri, demir eksikliği anemisi ve yaygın damariçi pıhtılaşması gibi birçok bulgu ve belirtiler bildirilmiştir. Siyanotik doğumsal kalp hastalarında azalmış arteriyel oksijen saturasyonu hemoglobin ve hematokrit değerlerinde kompanzatuar artışlara yol açar. Eritrositoz siyanotik doğumsal kalp hastalarında yeterli oksijenizasyonu sağlamak için ortaya çıkan bir cevaptır. Ancak hematokrit değerleri çok artmış hastalarda hiperviskozite bulguları ortaya çıkabilir. Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği hemoglobin değerleri yüksek olduğu için gözden kaçabilir. Hemostatik anormalliklerin zamanında tespiti ve uygun tedavi yaklaşımları ile yan etkiler azaltılabilir. Sonuç: Siyanotik doğumsal kalp hastalığı olan çocuklar hem tromboz hem de kanamaya eğilimlidir. Bu çocukların hematolojik açıdan takipleri az ilgi çekmektedir. Bu hastalara yönelik olarak pratik tedavi yaklaşımları geliştirilmediği için siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklara yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Aim: This review sought to determine the relationship between cyanosis and hematological signs and findings. Main finding: Patients with cyanotic congenital heart disease are succeptible to develope hematological side effects. Several findings, including polycytemia, thrombocytopenia, factor deficiencies, iron-deficiency anemia and disseminated intravasculary coagulation have been reported. Decreased arterial oxygen saturation in cyanotic congenital heart disease causes compensatory kurise in hemoglobin and haematocrit levels. Erythrocytosis is an adaptive response to improve oxygen transport in cyanotic congenital heart disease. However, at highly increased haematocrit levels patients may experience hyperviscosity symptoms. Iron-deficiency in cyanotic congenital heart disease patients is often overlooked due to elevated hemoglobin concentrations. The detection of a hemostatic abnormality and its correction by appropriate therapy are likely to minimize the side effects. Results: Children with cyanotic congenital heart disease are prone to both thrombosis and hemorrhage. Hematological management of cyanotic congenital heart disease has received little attention. The lack of practical therapeutic guidelines forced us to consolidate our observations on patients with cyanotic congenital heart disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)
Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Toplumun 0-1 Yaş Çocuk Aşılamalarında Ulusal Takvime Uyum Durumu Ve Zaman İçindeki Değişimi (1997-2007)
EvaluatIon Of Properly TImed VaccInatIon For 0-1 Years Old ChIldren AccordIng To The NatIonal VaccIne Schedule In Two TIme PoInts (1997-2007)
Çalışma, toplumun 0-1 yaş çocuk aşılamalarında ulusal aşı takvimine uyum düzeyini, bunu etkileyen faktörleri ve zaman içindeki değişimi belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma, Konya il merkezinde 1997 ve 2007 yıllarında yapıldı. Araştırmanın evreni 0-23 aylık bebek ve çocuklar olup örneklem, nüfusa ağırlıklı sistematik küme örnekleme yöntemiyle belirlendi. Örnek hacimleri bir önceki dönemdeki aşılama oranları ve güç hesabı dikkate alınarak formülle elde edildi. Örneklemler 1997 için n:467 ve 2007 için n:380 olarak gerçekleşti. Veriler gözlem ve anket yardımıyla toplandı. Bulgular: 1997 yılı için yaşına göre tam aşılı bebek ve çocuk oranı %79.9’du. Ancak, gecikmesiz olarak aşı takvimine uyum oranı %35.3 düzeyindeydi. 2007 yılında ise bu oranlar sırasıyla %84.2 ve %63.7 idi. Aşı takvimine uyum durumu annenin yaşı ve öğrenim düzeyi, çocuğun yaşı ve doğum sırası, aşı kartının varlığı, aşı ile ilgili hastalık geçirme durumu ve ekonomik düzey ile ilişkili bulundu. Aşı takvimine uyum ile çocuğun cinsiyeti ve ölen kardeşinin olup olmaması arasında bir ilişki bulunamadı. Sonuç: Bu bulgulara göre çok çocuklu ailelerin aşılama konusunda yakından izlenmesi, altı aydan büyük çocuklarda aşı randevusunun hatırlatılması ve aşı kartının saklanma özelliğinin artırılmasıyla aşı takvimine uyumun artırılabileceği kanaatine varıldı.
The study was aimed to determine the ratio of properly timed vaccination according to national vaccine schedule in two time points. Method: The study was performed in Konya city center at the years 1997 and 2007. The subjects were obtained from children aged 0 to 23 months by using systematic cluster sampling. Also power estimated was received attention in this formula. Sample sizes were 467 and 380 for 1997 and 2007, respectively. The data was collected by observation and inquiry techniques. Results: Proportion of children age-appropriately immunized was 79.9 % for year 1997. However the ratio of properly timed vaccination for the vaccine schedule was only 35.3 %. These ratios for year 2007 were 84.2 % and 63.7 %, respectively. Mother’s age and educational level, children’s age and labor order, having a vaccine card, a history of sickness can be prevented by the vaccine in family members and economic status were related to the national vaccine schedule. Conclusion: We consider following families who have more children for vaccination, bringing to mind vaccination date for children aged bigger than six months and taking some cautions in order to protect vaccination card.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastalarda Tanı Dağılımları
Serhat Türkoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Hastalarda Tanı Dağılımları
DIagnosIs Of PatIents ReferrIng To A ChIld And Adolescent
psychIatry OutpatIent ClInIc
Bu araştırmada çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran
hastaların tanı dağılımlarının saptanması amaçlanmıştır. Ordu
Devlet Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümüne Ocak
2012-Nisan 2013 tarihleri arasında başvuran 2109 hastanın dosyaları
geriye dönük olarak incelenmiştir. Olguların daha çok erkek olduğu
(%59.6) ve 7-18 yaş grubu çocuk ve ergenlerden (%78.6) oluştuğu
saptanmıştır. Başvuran olguların %74.8’sine bir ya da birden çok
tanı konmuştur, 0-6 yaş arası olgularda tanı konma oranının %44.8,
7-11 yaş arası olgularda %84.6, 12-18 yaş arası olgularda %80.3
olduğu saptanmıştır. Olguların %9.7’sinin birden fazla tanı aldığı
saptanmıştır. Eştanı saptanma oranının en sık dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu (DEHB) grubunda olduğu belirlenmiştir. En
sık saptanan tanılar, sırasıyla DEHB, depresyon, yaygın anksiyete
bozukluğu, enürezis ve zeka geriliğidir. Tanıların cinsiyete göre
dağılımı değerlendirildiğinde, erkek çocuklarda en sık DEHB,
enürezis, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, zeka geriliği;
kızlarda ise DEHB, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, enürezis,
zeka geriliği tanısının olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda en sık
saptanan tanılar dışavurum bozuklukları olmakla birlikte, cinsiyetler
arası farklılıklar gözlenmektedir. Eştanı oranı da dikkate değer
düzeyde saptanmıştır. Eştanıların birlikteliğinde hastalığın şiddeti
daha ağır olmakta, psikososyal işlevsellikte daha ciddi bozulmalar
görülmektedir. Hangi tanıların daha sık olduğunun bilinmesi, yaş
grupları ve cinsiyetler arası tanı farklılıklarının belirlenmesi, çocuk
ve ergen psikiyatrisi poliklinik hizmetlerinin iyileştirilmesine katkıda
bulunacaktır
The aim of the present study is to identify the diagnoses of
patients who referred to a child and adolescent psychiatry outpatient
clinic. Medical records of 2109 patients referred to the Children and
Adolescent Psychiatry outpatient clinic at Ordu States Hospital,
between January 2012 and April 2013 were studied retrospectively. It
was found that the patients were mostly male (59.6 %) and within 7 to
18 years of age (78.6%). It was also determined that 74.8% of patients
had at least one diagnosis. The diagnosis rate of 44.8% in patients
between the ages of 0-6, 84.6% of patients aged 7-11 were determined
as 80.3% in patients aged 12-18. Of the cases, 9.7% were diagnosed
with multiple conditions. They were mainly in the attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) group. The most common diagnosis
was attention deficit hyperactivity disorder followed by depression,
anxiety disorders, enuresis and mental retardation, respectively.
When the distribution of the diagnoses to sex were assessed, the
most common diagnoses in boys are ADHD, enuresis, depression,
generalized anxiety disorder and mental retardation respectively,
they were ADHD, depression, generalized anxiety disorder,
enuresis and mental retardation in girls. In our study, although the
externalizing disorders are the most frequent diagnoses, there are
differences between genders. The rate of comorbid diagnosis was
found to be considerable. In the presence of comorbid diagnoses, the
disorder is experienced more heavily and psychosocial functionality
gets deteriorated. To know the most common diagnoses, diagnosis
differences within genders and possible diagnoses for certain age
groups will be useful for improving child and adolescent psychiatry
services.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Müslim Yurtçu
Derleme
Özeti
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde Rolü
Ahmet Eyibilen, Ziya Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Adenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde Rolü
The Role Of AdenoId HyperplasIa In EtIology Of Serous OtItIs MedIa.
Adenoid hiperplazisinin seröz otitis media(SOM) oluşumundaki etkisi yıllardır tartışılmakta olan bir konudur. Önceleri adenoidin kitlesel özelliğinin SOM' a yol açtığı söylenirken, son zamanlarda enfektif özelliğinin etkisinden bahsedilmektedir. Bu çalışmada adenoidektomi uygulanan 100 çocukta ortalama adenoidal- nazofarengeal oran (0.74±0.08) bulundu ve adenoidal-nazofarengeal oranın (A NO) SOM ile ilişkisi araştırıldı. A NO ile SOM arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (t=0.06, P>0.5). Aynı şekilde ANO ile negatif orta kulak basıncı arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı(t=0,06, P>0,05).
The influence of adenoid hyperplasia on occurence of serous otitis media(SOM) has been discussed for many years. Previously, it was thouhgt that the size of adenoid lead to serous otitis media, but recently its infective property is accussed. İn this study, Adenoidal-nasopharyngeal ratio(ANR) was found (means 0.74+0.08) in 100 children who undergone adenoidectomy operation, and also the relationship between ANR and SOM was investigated. There vvas not any statistically significant relationship betvveen ANR and SOM(t=0.06, P>0.5). At same time, there was not any statisticallysignificant relationship betvveen ANR and meadle ear pressure(t=0,06, P>0,05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
Nergiz Öner, Gürses Şahin, Şule Yeşil, Burçak Kurucu Bilgin, Emre Çapkınoğlu, Azize Ceren Kılcı, Şeyma Ünüvar Gök, Ali Fettah
Araştırma makalesi
Özeti
Epistaksis İle Başvuran Olgularda Kanama Diyatezi Oranı Ve Pediatrik Kanama Skorunun Tanıdaki Değeri
The DIagnostIc Value Of BleedIng DIathesIs Rate And PedIatrIc BleedIng Score In PatIents PresentIng WIth EpIstaxIs
Amaç: Epistaksis çocukluk yaş grubunda sık görülen bir durumdur. Ancak bu şikayet ile başvuran çocuklarda altta yatan kanama bozukluklarına tanı konulması önemlidir. Hastalarda kanama bozukluğu olup olmadığını belirlemek için birinci basamak sağlık hizmetlerinde kullanılacak basit yöntemlere ihtiyaç vardır.
Bu çalışmanın amacı, epistaksis ile başvuran hastaları pediatrik kanama anketi ile değerlendirmek ve semptomatik ancak başlangıç hemostatik testleri normal olan hastaların tanısal değerini belirlemektir.
Gereç ve yöntemler: Çalışma grubuna burun kanaması olan 77 çocuk, kontrol grubuna 20 sağlıklı çocuk dahil edildi. Değerlendirme için Pediatrik Kanama Anketi (PBQ) kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların % 19,4'üne (n = 15) kanama diyatezi (vWh: 10, nadir faktör eksikliği: 5) tanısı konuldu. Hastaların ortalama başvuru yaşı 8,99 ± 3,42 (3-17) yıldı. Otuz yedi’si (%48) kız, 40’ı erkekti. PBQ epistaksis skoru açısından kanama diyatezi olanlar ve olmayanlar arasında istatistiksel olarak fark yoktu, genel skor istatistiksel olarak farklı olmamakla birlikte kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti (p>0,05). Kutanöz kanama skoru kanama diyatezi olan grupta daha yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p:0,004) (ED: 0,62).
Sonuç: Bu çalışma, birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran epistaksisli hastalarda pediatrik kanama anketinin kullanılabileceğini ve yüksek genel skor ve kutanöz kanama skorlu hastalardan ileri araştırmalar için hematoloji konsültasyonu istenmesi gerektiğini göstermiştir.
Objective: Epistaxis is a common condition in the childhood age group. However, it is important to diagnose the underlying bleeding disorders in children presenting with this complaint. Simple methods to be used in primary health care are needed to determine whether patients have bleeding disorders.
This study aims to evaluate patients presenting with epistaxis with the bleeding questionnaire and determine the diagnostic value of patients with symptomatic but normal hemostatic tests.
Methods: Seventy-seven children with epistaxis were included in the study group and 20 healthy children in the control group. Pediatric Bleeding Questionnaire (PBQ) was used for evaluation.
Results: In our study, 19.4% (n = 15) of the patients were diagnosed with bleeding diathesis (vWh: 10, rare factor deficiency: 5). The mean age at presentation was 8.99 ± 3.42 (3-17) years. Thirty-seven (48%) were girls and 40 were boys. In terms of PBQ epistaxis score, there was no statistically significant difference between those with and without bleeding diathesis. However, the overall score was not statistically different; it was higher in the group with bleeding diathesis. The cutaneous bleeding score was higher in the group with bleeding diathesis and there was a statistically significant difference.
Conclusions: This study showed that bleeding scores can be used in patients with epistaxis who apply to primary health care institutions and patients with high overall scores and cutaneous bleeding scores should be directed to the hematologist for further research.Keywords: Epistaxis, bleeding diathesis, bleeding score
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Haluk Gümüş, Ekrem Akkurt, Faruk Ömer Odabaş, Halim Yılmaz, Ramazan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Moyamoya DIsease: Case PresentatIon And RevIew
Moyamoya hastalığı ön ve orta serebral arterler ile internal karotid arterler arasındaki sahada obstrüksiyon veya stenoza bağlı olarak oluşan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve anjiyografik olarak tanımlanan bir durumdur. Erişkinlerde hemoraji, çocuklarda iskemi sıklıkla başlangıç semptomlarıdır. Bu yazımızda baş ağrısı, bulantı, kusma ve sol hemiparazi şikayetleri ile acil servisimize başvuran ve radyolojik bulguları sağ basal ganglion hemorajisini gösteren 21 yaşında erkek hastada teşhis edilen bir Moyamoya Hastalığı vakası sunuyoruz.
\r\n
Moyamoya disease is an entity, which is caused by obstruction or stenosis in the area between the internal carotid artery, and anterior and middle cerebral arteries, identified angiographically, and does not have an exactly known etiology. The most frequent symptoms of onset are hemorrhage in adults and ischemia in children. In this paper, we present a case of Moyamoya disease which was diagnosed with a 21 year old male patient who was admitted to our emergency department with headache, nausea vomiting and left hemiparasi complaints and whose radiological findings showed right basal ganglia hemorrhage.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
Muhammet Güzel Kurtoğlu, İhsan Hakkı Çiftçi, Hamza Bozkurt, Oğuz Tuncer, Hanefi Körkoca, Mustafa Berktaş
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Olgulardan İzole Edilen 3 Kluyvera Suşunun Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Three Kluyvera StraIns Isolated From PedIatrIcs Cases
Amaç: Enterobacteriaceae familyasında yer alan Gram negatif bir bakteri olan Kluyvera sp. Çocuklarda üriner sistem infeksiyonları, enterit, yumuflak doku infeksiyonları ve sepsis gibi birçok infeksiyona sebep olabilmektedir. Kluyvera türlerinin immunsupresif hastalarda olduğu kadar immunkompetanlar için de fırsatçı bir patojen olduğu bilinmektedir. Kluyvera infeksiyonları ile ilgili bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutacağı düşünülerek Kluyvera hakkında yapılan literatür çalışmaları da gözden geçirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Kluyvera izolat verileri klinik mikrobiyoloji kayıtlarının retrospektif analizi ile elde edilmiştir. Bulgular: Retrospektif incelemede üç izolatın birinin idrar, ikisinin umblikal apse örneklerinden soyutlandığı saptandı. Çalışmada, klinik öneme sahip Kluyvera izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları, (birinci ve ikinci kuşak sefolosporinler ve ampisiline karşı dirençli olmaları ile amikasin, siproşoksasin, gentamisin ve trimetroprim+sulfametoksazol’e duyarlılıkları) literatürde rapor edilen paternlerle benzerlik gösterdi. Sonuç: Hem bizim verilerimiz hem de literatür bilgilerinin bir sonucu olarak Kluyvera gibi nadir ve fırsatçı organizmalar çocuklarda önemli infeksiyon etkeni olabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: Kluyvera sp., a Gram-negative bacterium in Enterobacteriaceae family, may give rise to such infections as urinary system infections, enteritis, soft tissue infections and sepsis in children. It is known that Kluyvera species is an opportunistic pathogen detected in immunosuppressed hosts as well as in immunocompetent ones. Considering that it may enlight future studies related to Kluyvera infections, studies in the literature have been scanned. Material and Method: The data about Kluyvera spp. isolates were obtained retrospectively from clinical microbiology records. Result: It was seen that, of the 3 Kluyvera isolates, 1 was a urine specimen, and the other 2 were from umbli cal area. In this study, antimicrobial susceptibility studies of the clinically significant Kluyvera isolates showed susceptibility patterns similar to those reported in the medical literature, namely trends of resistance to ampicillin and first- and second-generation cephalosporins. Moreover none of the clinically significant isolates were resistant to amikacin, ciprofloxacin, gentamycin, and trimethoprim+sulfametoxazole. Conclusion: It was concluded in the light of both the studies in the literatüre and this study that rare and opportunistic organisms, such as Kluyvera may be an infection cause in children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Mustafa Kaçmaz
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Acute Hydrocephalus Due To ChIldhood ColloId Cyst Of The ThIrd VentrIcle
\r\n Kolloid kistler üçüncü ventrikülün nadir benign tümörleri olup tesadüfen bulunan kistlerden akut ölüme kadar çok geniş bir klinik sunum aralığına sahiptir. Bu kistlerde sık görülmeyen bir olay olan kistin büyümesi, obstrüktif hidrosefaliye ve sonuçta hastanın durumunda ani kötüleşmeye ve ölüme neden olabilen yaşamı tehdit edici bir komplikasyondur. Üçüncü ventrikülde büyük kolloid kisti olup, literatürde in vivo tanı konmuş ani ölüme yol açan çocuk kolloid kist tıkanması vakası oldukça nadir bir durumdur. Acil servise ani şuur kaybıyla başvurup Akut Hidrosefali gelişmesi nedeniyle acil ventrikülostomi yapılmasına rağmen, 24 saat içinde beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir 3. Ventrikül kolloid kist obstrüksiyonu vakasını sunuyoruz.
\r\n
\r\n Colloid cysts are rare benign tumors of the third ventricle and have a wide range of clinical representations from incidentomas to acute death. The growth of these cysts is an uncommon event and may cause obstructive hydrocephalus that lead to sudden deterioration in the patient's condition and may cause life-threatening complications. The large colloid cyst of third ventricle caused sudden death of children due to clogging, diagnosed in vivo is a very rare case in literature. We are representing here a case which patient admitted to emergency room for sudden loss of consciousness. Even he had urgent ventriculostomy due to acute hydrocephalus development, brain death has occured because of 3rd ventricle colloid cyst.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Meltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Bafivuran Çocuk Hastalarda Hepatit A Sıklığı
Frequency Of HepatItIs A In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları genel polikliniğine çeşitli nedenlerle getirilen 2-16 yaş arası çocuklarda Hepatit A virüsü seropozitişik oranlarını belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Aralık 2005- Haziran 2006 tarihleri arasında çocuk kliniğine başvuran 345 hasta çalışmaya alındı. Çocuk hastalar 2-6, 7-11 ve 12-16 yaş olmak üzere üç gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ELISA yöntemi ile anti-HAV Ig M ve Ig G çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Anti-HAV Ig M ve Ig G pozitişiği sırasıyla % 1.4 ve % 28.7 olarak saptandı. Çalışmaya katılan olgular yaş gruplarına göre incelendiğinde, okul çağı çocuklarda okul öncesi çocuklara göre seropozitişiğin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Okula başlama ile birlikte çocuklarda Hepatit A seropozitivitesinde belirgin artış saptanması nedeniyle okul öncesi dönemde aşılanma önerilmelidir.
Aim: In this study, we aimed to evaluate the ratio of hepatitis A seropositivity in patients who applied to the outpatient clinics of of Pediatrics in Meram Medical Faculty of Selcuk University. Material and Method: 345 patients who applied to our outpatient clinics between December 2005 and June 2006 were included in the study. These children were divided into three groups as 2-6, 7-11 and 12-16 years, respectively. AntiHAV Ig M and Ig G were studied in all patients using ELISA method. The statistical analysis of the results was evaluated according to SPSS 10.0 program. Results: Positivity of anti-HAV Ig M and Ig G were found as 1.4 % and 28.7 %, respectively. When compared, hepatitis A seropositivity was significantly higher in children of school age than children under school age. Conclusion: Because hepatitis A seropositivity in children increases significantly with school age, vaccination should be recommended before school age.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
Ruhuşen Kutlu, Gülseren Pamuk
Olgu sunumu
Özeti
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
MImIckIng BronchIolItIs ForeIgn Body (termIye) AspIratIon
Yabancı cisim aspirasyonları (YCA) çocukluk çağında sık görülen ve ciddi morbidite ve mortaliteye neden olabilen durumlardır. YCA’ları 3 yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer aniden başlayan nefes durması ve öksürük anamnezi yoksa atlanabilir, akciğer enfeksiyonlarını taklit edebilir, tekrarlayan enfeksiyonlara ve buna bağlı komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, değişik bir bakla türü olan termiye yedikten sonra aniden başlayan öksürük, kusma ve hışıltılı solunum şikayetleri ile getirilen 10 aylık bir erkek çocuk takdim edilmiştir. Hastanın teşhisi hikaye, fizik muayene, göğüs grafisi ve bronkoskopi ile konmuştur. Sağ alt bronşta yabancı cisim (termiye) vardı ve çıkarıldı. Bu olgu yabancı cisim aspirasyonunun çocukluk yaş grubunda akılda tutulması gereken bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü yabancı cisim aspirasyonu komplikasyonlara, hatta ölüme yol açabilen önemli bir problemdir.
Foreign body aspirations (FBA), which have high mortality and morbidity rate, are common pediatric emergency issues occured in childhood. FBA is seen more frequently among children under 3 years old. If there is no history of sudden-onset choking and cough, it can be ignored and the patient may come with recurrent pulmonary infections and its related complications. In this report, 10-monthold boy patient who was brought with complaints of sudden-onset of cough, vomiting and wheezing after eating a kind of broad bean ( termiye) was presented. Diagnosis was established on the history, physical examination, the chest X-ray and bronchoscopy. The foreign body (termiye) was located in the right inferior bronchus and removed. This case emphasizes that the presence of a foreign body aspiration must be kept in mind in childhood. Because foreign body aspiration is a serious problem that may lead to complications or even to death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların Degerlendırılmesı
Ömer Böke, Sıtkı Karaca, Nazmiye Kaya, Rahim Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Psıkıyatrı Polıklınıgıne Bır Yıl İcınde Ba$vuran Cocukların Degerlendırılmesı
EvaluatIon Of The ChIldren Who Were AdmItted To PsychIatry Department In A Year
Bu calısmada, S.U. Tip Fakiiltesi Psikiyatri pa-liklinigine Eylid 1993- Eylid 1994 tarihleri arasinda ilk kez bapuran 226 cocuk hastanin poliklinik kart-tart sosyodemografik ye klinik ozellikleri yoniinden gerive dijniik olarak arapradt. Kim!' olanaklarla ye cocuk ve Ergen psikivatristi hulunmayan or-tamda verilen hizmetin degerlendirilmesi ye eri§rkin psikiyatristinin, cocuk psikiyatristi bulunmayan yer-lerde cocuk hastalarla karplagtginda sintrlartnin ne olacaginin tartt§ilmasz amaclandt. Bir yrl ifinde erickin psikiyatri poliklinigine 3-16 yaVaz- arasinda 226 pasta hafvurdu. Bunlarin %58'i erkek %42 `si kiz idi. En yiiksek havuru %31.85 lie 12-14 yaVar arasinda, %38.49 hirinci cocuk ge-Olgularin %84.07'si dogrudan ailenin ka-rart ile poliklinige getirilmigir. Polikligine bapuru ekline Ore ikinci strada ktzlar %14.43 kon-sultasyon istegi, erkekler %8.52 adli vaka sebehiyle Bapuru lekline gore kalarla erkekkr arasinda anlamli lark vardir (p<0.05). Bapurzt ya-kinmasi dagthmina gore ise, eniirezis, zeka geriligi, davrang bozuklugu, kekemelik erkekierde. somatik, depresif ye konversif yakinmalar ktzlarda daha cok rastlandi. Aralarzndaki lark istatistiksel olarak an-lamit hulundu (P<0.05). Sonuc olarak hir yil i•inde cocuk Psikiatristi ol-mayan bir klinige 226 ilk bapurunun olrnast gedeki cocuk Psikiyatristine plan gereksinimi aczk-ca orraya koymaktir.
Sociodemographic and clinical features of 226 children, who were admitted to the outpatient clinic of psychiatry department of Selcuk University for the first time, between september 1993-and september 1994. were analyzed retrospectively. The purpose of this study is to reveal the problems of an adult psychiatrist when he come face to face with the children in a condition where female. Most of the children were between 12-14 years old and were the first child of the family. The patients admitted to the clinic mostly because of their parents regrests. The second reason of admittance was other physicians consultation request for female, and legal report for male. The differance was significant (p<0.05). Main complaints were enuresis, mental retardation, con-duct disorder, developmental articulation disorder for males, and somatic. depressive and conversive for females_ The differents was statistically sig-nificantly (p<0.05). As a result, 226 first admissions to a clinic in-dicates the need to a child psychiatrist in this dist-rict.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?
Derya Çimen, Bülent Oran, Semra Arıbaş, Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağındaki Masum Üfürümlerde Ekokardiyografik İnceleme Yapalım Mı?
Do We Perform EchocardIography Assesment For Innocent Heart Murmurs In ChIldhood?
Amaç: Kardiyovasküler sistem muayenesi sonucu masum üfürüm ön tanısı konulan hastaların kesin tanısında ekokardiyografinin mutlaka gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Haziran 2007 ile Aralık 2007 tarihleri arasında fakültemiz Çocuk Kardiyoloji Polikliniğine ilk kez başvuran ve yaşları 1 gün ile 17 yaş arasında değişen ve fizik muayene, elektrokardiyografi (EKG) ve telekardiyografi incelemeleri sonucunda masum üfürüm ön tanısı ile ekokardiyografik inceleme yapılan 466 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Masum üfürümlü hastaların hiçbirinde hemodinamik olarak önemli kardiyak patoloji tespit edilmedi. Ayrıca masum üfürümler tiplerine göre değerlendirildiğinde, masum pulmoner üfürümünün en yüksek oranda (%47.4) duyulduğu tespit edildi. Sonuç: Hastaların % 69’unda ekokardiyografik inceleme ile hemodinamik olarak anlamlı olmayan minör doğumsal kalp hastalıkları tespit edilmiş ve bunların %12’sinin infektif endokardit proşaksisi verilmesi gereken hastalıklar olduğu görülmüştür. Bu nedenle üfürüm duyularak polikliniğimize gönderilen hastalarda fizik muayene ile masum üfürüm düşünülse bile ekokardiyografik inceleme yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
Aim: It is aimed to evaluate the necessity of echocardiographic asssesment for the patients in whom the innocent heart murmurs are heard after the cardiovascular system examination. Material and Methods: The files of 466 patients, ages varied between 1 day and 17 years-old, who were performed echocardiographic assessment and referred to our Pediatric Cardiology Outpatient Clinic because of innocent heart murmur due to physical examination, electrocardiography and telecardiograpy between June 2007- December 2007 were evaluated respectively. Result: Patients who have innocent heart murmurs were not detected any important cardiac patology for hemodynamic physiology. Also, when the innocent heart murmurs is evaluated according to types, it is determinated that the most heart murmur is the innocent pulmoner murmur (47,4%). Results: In 69% of the patients who were performed ecocardiographic assesment, minor congenital heart anomalies were establised with any hemodynamic abnormalities and also 12% of them were given infective endocarditis preventive treatment. For this reason; it is determined to be suitable that echocardiographic assesment for the children who are reffered to our outpatient clinic because of heart murmur in physical examination despite the result of innocent heart murmur.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Effüzyonlu Otitis Medialı Olgularda Orta Kulak Sıvısının Bakteriyolojik Analizi
Bahar Keleş, Kayhan Öztürk, Hamdi Arbağ, Bedri Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Effüzyonlu Otitis Medialı Olgularda Orta Kulak Sıvısının Bakteriyolojik Analizi
BacterIologIcal AnalysIs Of MaterIal AspIrated From ChronIc OtItIs MedIa WIth EffusIon
Çalışmamızın amacı, kronik effüzyonlu otitis medianın (KEOM) pathogenezinde bakterilerin rolünü belirlemektedir. Mayıs 2003-Ocak 2006 yılları arasında kliniğimize başvuran ve KEOM tanısı konulup ventilasyon tüpü uygulanan 40 olgu çalışmaya alındı. Otuzsekiz olguda bilateral, 2 olguda unilateral olmak üzere toplam 78 kulakta effüzyon tespit edildi. Effüzyon örnekleri mikrobiyoloji laboratuarında kültüre edilip kültürde üreyen bakteriyolojik ajanların antibiyotik duyarlılığı incelendi. Onyedi (%21.8) effüzyon örneğinde bakteriyel üreme olurken, 61 (%78.2) effüzyon örneğinde ise üreme olmadı. En sık tespit edilen etken patojen Haemophilus influenzae (%29.5) idi. Bunu sırasıyla Streptococcus pneumoniae (%17.7), Coagulase negative staphylococcus (%11.8), Moraxella catarhalis (%11.8), Staphylococcus aereus (%11.8), Corynobacterium Spp (%5.8), Enterococcus spp (%5.8) ve Lactobasil (%5.8) takip etmekteydi. Penisilin-G direnci M. Catarhalis’de %100, H. Influenza’da %80 ve S. Pneumoniae’da %64.7 oranında tespit edildi. Effüzyon örneklerinin çoğunun steril olması nedeniyle KEOM’lı olgularda rutin antibiyotik tedavisi başlamak yerine, altta yatan sebebe (allerji, östaki disfonksiyonu, adenoid vegetasyon, gastroözefagial reflü, vs) yönelik tedavi verilmesi daha uygun olacaktır. Bunun yanı sıra antibiyotik kullanımı gerektiren olgularda ise etken patojenlerin yüksek penisilin drenci olduğu akılda tutulmalı ve antibiyotik seçimi ona göre yapılmalıdır.
To determine bacteriology and antibiotic sensitivity of chronic otitis media with effusion (COME). The study group consist of 40 children with COME who had undergone miringotomy between May 2003 and January 2006. In 38 children, both of ears demonstrated effusions, whereas in two children, only one ear had effusions. Total of 78 effusion samples were cultured for bacteria and antimicrobial testing was performed for antibiotic sesitivity. Although in the 21.8% (17) of effusion samples showed bacterial growth, in the 78.2% (61) of effusion samples no showed bacterial growth. Haemophilus influenzae (29.5%) was the most common causative pathogen, followed by Streptococcus pneumoniae (17.7%), Coagulase negative staphylococcus (11.8%), Moraxella catarhalis (11.8%), Staphylococcus aereus (11.8%), Corynobacterium Spp (5.8%), Enterococcus spp (5.8%) and Lactobasil (5.8%) were isolated. Penicilin resistance was found in %64.7 of Streptococcus pneumoniae. Most of effusion samples were sterile. Therefore, the treatment of patient with COME should be recovered predisposne foctors (allergy, Eustachian Tube Dysfunction, Adenoid Hyperplasia, Gastroesophageal reflux) rather than routine antibiotic use.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Daralmaya Neden Olan Myokardiyal Kas Bandı
Zeynettin Kaya, Kenan Demir, Mehmet Alparslan Küçük, Hasan Kara
Olgu sunumu
Özeti
Total Daralmaya Neden Olan Myokardiyal Kas Bandı
MyocardIal BrIdge WhIch Cause Total OcclusIon
Miyokardiyal kas bandı(MKB) koroner arterlerin doğumsal sık bir anomalisidir. MKB sıklıkla asemptomatiktir ancak göğüs ağrısına, miyokard enfarktüsüne, çok nadiren yaşamı tehdit edici aritmilere hatta ani ölüme neden olabilmektedir. Kardiyoloji kliniğimize tipik göğüs ağrısı ve elektrokardiyografide anterior iskemi bulguları ile başvuran 44 yaşında erkek hastada yapılan koroner anjiyografide sol inen koroner arter orta segmentte tam tıkanmaya neden olan kas bandı saptandı. Bizler bu vaka ile MKB’nın semptomlara neden olma mekanizmasını, mevcut medikal ve girişimsel tedavi seçeneklerini ve MKB uzun dönem takip sonuçlarını tartışmayı hedefledik.
Myocardial bridge(MB) is common congenital anomaly of coronary arteries. Altough MB is generally asymptomatic, it can manifest as angina pectoris, acute myocard infarction, very rarely fatal cardiac arrhythmias and even sudden death. 44 years old man admitted to our cardiology clinic with typical chest pain and signs of anterior ischemia at electrocardiography, coronary angiography was performed and a myocardial bridge which cause total occlusion at mid-segment of left anterior descending artery detected. In this case report we aimed to discuss mechanism of symptoms, medical and invasive theraphy options and long term follow outcomes in MB.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı Araştırılması
Yaşar Cesur, Murat Doğan, Sevil Arı Yuca, Erdal Peker, Mesut Okur, Sinan Akbayram, Şekibe Zehra Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Hastaneye Başvuran Malnutrisyonu Ve/veya Tekrarlayan Akciğer Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Kistik Fibrozis Sıklığı Araştırılması
The EveluatIon Of CystIc FIbrosIs Frequency In ChIldren WIth MalnutrItIon And/ Or Recurrent Pulmonary InfectIon
Kistik fibroz (KF), transmembran ileti regülasyonu genindeki mutasyon sonucu oluşur ve otozomal resesif kalıtım gösteren beyaz ırkın en sık rastlanan ölümcül hastalığıdır. Hastalığın sıklığı beyaz ırkta 1/2500-1/3500, Afrika kökenli Amerikalılarda 1/1700 civarındadır. KF’nin ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Bu çalışmada, hastaneye başvuran tekrarlayan akciğer enfeksiyonu ve/veya malnutisyonu olan çocuklarda Kistik fibrozis sıklığının bulunması amaçlanmıştır. Çalışmaya Şubat 2007 ile Ocak 2010 tarihleri arasında kliniğimize başvuran tekrarlayan akciğer ve/ veya malnutrisyonu olan vakalar alındı. Vakalarda kistik fibrozis tanısı, kistik fibrozis kliniği ile uyumlu bulgulara sahip olma, diğer hastalıkların dışlanması ve ter testi pozitifliği esaslarına göre kondu. Çalışmaya 491 çocuk vaka alındı. Vakaların yaşları minimum 2, maksimum 216 ay olup ortalama 26,1±35.01 ay idi. Vakaların 335 (%68.3)’si erkek, 156 (%31.7)’ü kız idi. Çalışmaya alınan vakalar ter testi sonucuna göre değerlendirildiğinde pozitif ter testi vaka sayısı 35 (%7.1) idi. Tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda KF sıklığı %5.3, malnutrisyonu olanlarda %8.8, malnutrisyonu ve/ veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan çocuklarda ise %7.1 (%95 Confidence interval 3.9 -9.2) olarak bulundu. Bu çalışma ile biz hastaneye başvuran malnutrisyon ve/veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu olan olgularda Kistik Fibrozis tanısının erken konulması ve geç komplikasyonlarının önlenmesi için mutlaka akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik.
Cystic fibrosis (CF) which is occurred by mutations in the gene regulation of transmembrane message shows autosomal recessive inheritance. It is also the most common fatal diseases in white race. The frequency of disease is estimated as 1/2500-1/3500 in white race, 1/1700 in African Americans. But the frequency of CF is not known for our countries. In this study, the frequency of disease was tried to find in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections who admitted to hospital. This prospective study was conducted between February 2007 and January 2010 and children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections were enrolled the study. The diagnosis CF was made by using positive sweat test and appropriate clinical findings and rule out of other diseases which also caused recurrent pulmonary infections or malnutrition. A total of 491 children were enrolled the study. The mean age of children was 26,1±35.01 months with the range of 2-216 months. Of all children, 335 (68.3%) were male and 156 (31.7%) were female. Positive sweat test was found in 35 (7.1 %) children. The frequency of CF was found to be 5.3 % in children with malnutrition and 8.8 % in children with recurrent pulmonary infections. Finally we emphasized one more times that CF should be keep in mind in children with malnutrition and/or recurrent pulmonary infections due to its early diagnosis and prevention of late complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Ayşenur Akın, Zafer Bağcı, Salih Güler, Derya Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Iron Intoxıcatıon CausIng Troponın ElevatIon: Fırst Case Reported From Our Country
Demir daha çok demir eksikliği anemisinde kullanılan bir ilaçtır. Demirin yüksek dozlarda kullanımı multisistemik bir etkiye neden olabilmektedir. İntoksikasyon gelişen olgularda semptomlar yutulan demirin miktarına bağlıdır. Minimum toksik doz ve ölümcül demir dozları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak hayatı tehdit edebilecek düzeyde olan yan etkileri kalp ve karaciğer üzerinde görülmektedir. Bu makalede 16 yasında suisid amaçlı 720 mg; 12mg/kg/doz ‘unda demir preperatı alan bir olgu sunuldu. Herhangi bir şikâyeti olmayan ancak klinik açıdan takip edilen hastanın taburculuğu planlanırken yapılan kontrol kan tetkiklerinde troponin değerinde yükselme görülmesi üzerine takibine devam edildi. Fizik muayene, Elektrokardiyogram (EKG), Ekokardiyografi (EKO) bulgusu olmayan ve demir şelasyon endikasyonu bulunmayan ve takibinde troponin düzeyinde gerileme saptanan hasta önerilerle taburcu edildi. Nadir görülen bir durum olan kardiyak etkilenme olması ve ülkemizden bildirilen ilk vaka olması nedeniyle ilacın toksisite durumundaki etkileri literatür eşliğinde tartışıldı.
Iron is a medication that is used more in iron deficiency anemia. The use of iron in high doses can cause a multisystemic effect. The toxicity of iron depends upon the amount of elemental iron ingested. The minimum toxic dose and the lethal doses of iron are not firmly established. However, side effects that may be life-threatening are seen on the heart and liver. This paper presents a 16-year-old patient who used 720 mg; 12mg / kg / dose preparation of iron for suicide purposes. The control blood tests performed while planning the discharge of the patient, who had no complaints but were followed up clinically, continued to be followed up because of the increase in the value of troponin. The patient who has no record of physical examination, electrocardiogram (ECG), echocardiography (ECO) and indication for iron chelation and in whose troponin level a decrease was diagnosed in the monitoring was discharged with recommendations. Due to the rare occurrence of cardiac involvement and being the first case reported in our country, the effects of the drug on toxicity were discussed in the light of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uyanık Fiberoptik Entübasyon Esnasında Deksmedetomidin Kullanımı
Atilla Erol, Aybars Tavlan, Ahmet Topal, Gökhan Aysolmaz, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Uyanık Fiberoptik Entübasyon Esnasında Deksmedetomidin Kullanımı
DexmedetomIdIne Usage DurIng Awake FIberoptIc IntubatIon
Amaç: Uyanık fiberoptik entübasyon (UFE), zor entübasyon kriterlerine uyan hastalarda tercih edilen bir entübasyon metodudur. Bu işlem esnasında sedasyon sağlamak için pek çok ajan kullanılmaktadır. Bu çalışmada alfa 2 adrenoseptör deksmedetomidin kullanımı rapor edilmiştir. Olgu Sunumu: 44 yaşında bilateral temporamandibüler eklem (TME) ankilozlu erkek hasta, gap artroplasti için kabul edildi. Hastanın ağız açıklığı 5 mm idi. Hastaya EKG, noninvaziv kan basıncı, pulsoksimetre (SpO2) ve entübasyondan sonra end-tidal karbondioksit monitorizasyonu yapıldı. Topikal anestezi lidokain gargara ile sağlandı. Sedasyon ve analjezi amacıyla midazolam ve deksmedetomidin uygulandı. Nazal yoldan spontan solunum korunarak fiberoptik entübasyon gerçekleştirildi. Hastada ameliyat ile yeterli ağız açıklığı sağlandı ve sorunsuz ekstübe edildi. Sonuç: Özenli bir preoperatif hazırlığı takiben ağız açıklığı sınırlı hastalarda spontan solunumu koruyarak problemsiz fiberoptik entübasyon uygulanabilir ve solunumsal strese neden olmadan tatmin edici düzeyde sedasyon, hasta kooperasyonu ve analjezi sağlamada deksmedetomidin kullanılabilir kanaatindeyiz.
Aim: Awake fiberoptic intubation is the preferred method of intubation for patients who fulfill criteria for difficult intubation. Numerous agents have been used to provide sedation during these procedure. In this study the use of the alpha 2 adrenoceptor agonist, dexmedetomidine has been reported. Case Report: A 44-yr-old male with bilateral ankylosis of temporomandibular joint was admitted for gap artroplasty. The patient’s interincisal distance was 5 mm. Electrocardiogram, noninvasive blood pressure cuff, a pulse oximeter and after intubation end-tidal carbon dioxide monitoring were applied. Topical anesthesia was provided by lidocaine gargle. Dexmedetomidine and midazolam were applied for sedation and analgesia. A fiberoptic intubation was nasally performed providing spontaneous breathing. Sufficient oral amount of opening was provided with surgery and he was extubated. Conclusion: We concluded that; following a careful preoperative preparation, fiberoptic intubation can be performed providing spontaneous breathing without any problem in patients having restricted mouth opening and dexmedetomidine can be used for satisfactory sedation, patient cooperation, analgesia without causing respiratory distress.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut Isısı
Hayrullah Alp, Sevim Karaarslan, Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hakan Altın, İlknur Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Doğuştan Kalp Hastalığı Bulunan Down Sendromlu Çocuklarda Vücut Isısı
Body Temperature In Down Syndrome ChIldren WIth CongenItal Heart DIsease
Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda gün içerisindeki vücut ısı değerlerinin belirlenmesi ve bulguların kontrol grubu ile karşılaştırılması. Çalışmaya, hastanemiz çocuk kardiyoloji servisinde Eylül-2010 ve Ağustos-2011 tarihleri arasında enfeksiyon dışı çeşitli nedenler ile yatırılarak takip edilen ve doğuştan kalp hastalığı bulunan 51 Down sendromlu vaka alındı. Kontrol grupları ise sırasıyla Down sendromu olmayan doğuştan kalp hastalığı bulunan ve bulunmayan olmak üzere her biri 26 kişiden oluşan çocuklardan seçildi. Tüm gruplarda yatış esnasında; sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı belirlendi. Ayrıca, açıklanamayan ve sık tekrarlayan üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan Down sendromlu vakalarda humoral ve hücresel immün sistemler değerlendirildi. Tüm hastalarda sabah, öğlen, akşam ve gece ikişer kez olmak üzere toplam sekiz zaman diliminde vücut ısısı ölçümü yapıldı. Gruplar arasında sedimantasyon, C-reaktif protein ve prokalsitonin düzeyi ile beyaz küre sayısı ve trombosit sayısı açısından istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi. Down sendromlu vakalarda en sık tespit edilen doğuştan kalp hastalığı izole ventriküler septal defektti. Down sendromlu grup ile diğer iki kontrol grupları arasında ölçüm yapılan tüm zaman aralıklarında, vücut ısısı değerleri açısından anlamlı fark olduğu ve Down sendromlu vakalarda bazal vücut ısısının gün boyunca yüksek seyrettiği görüldü. Doğuştan kalp hastalığı bulunan Down sendromlu çocuklarda bazal vücut ısısı gün içerisinde sağlıklı çocuklara göre daha yüksek seyretmektedir. Bunun nedeni eşlik eden hemodinamik bozukluklardan öte bu Down sendromunda hipotalamik termoregülatuvar merkezin bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Bu nedenle Down sendromlu vakalarda ateş için sınır değer sağlıklı çocuklardan farklı olmalıdır.
Evaluation of body temperature in a day period in Down syndrome children with congenital heart disease and comparison of results with control group. Fifty-one Down syndrome children with congenital heart diseases who were hospitalized and followed up in pediatric cardiology clinic because of various non-infectious etiologies between September 2010 and August 2011 were included in the study. The two control groups were selected from 26 non-Down children who had and had not congenital heart disease respectively. Sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts were determined in all groups during hospitalization. Humoral and cellular immune systems were evaluated in Down syndrome patients with recurrent and/or nonexplained upper and lower airway infectious. Body temperature was determined in all patients twice a day in morning, noon, evening and night. No statistical differences was detected between the groups according to sedimentation rate, C-reactive protein and procalsitonine levels, white blood cell and platelet counts. Isolated ventricular septal defect is the most common detected congenital heart disease in Down syndrome patients. Body temperature measurements were statistically different in Down syndrome group than two control groups and it was detected that basal body temperature was higher during the day. Body temperature is higher in Down syndrome children with congenital heart disease during the day. This is because of the defect in hypothalamic temperature regulator center rather than the hemodynamic defect. For this reason the limit temperature of fever in Down syndrome patients should be different than healthy children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
Ertan Sal, Mehmet Açıkgöz, Cihangir Akgün, Erdal Peker, Fesih Aktar, Muhammed Akıl, Hüseyin Çaksen
Olgu sunumu
Özeti
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
An EncephalItIs Case Caused By Salmonella TyphI
Salmonella enfeksiyonları çocuklarda kendini sınırlayan gastroenterit enfeksiyonları şeklinde ortaya çıkar. Salmonella enfeksiyonları nadiren merkezi sinir sistemi enfeksiyonu şeklinde karşımıza çıkar. Salmonellalara bağlı merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının yaklaşık %83’ü 2 yaşın altında görülür. Bu makalede, konvülziyon şikayetiyle getirilen, beyin omirilik sıvısı incelemesinde protein artışı olup mikroskopla direk bakıda hücre görülmeyen elektroensefalogram ve beyin magnetik rezonans incelemesi ensefalitle uyumlu olan takiplerde ensefalit etkeni olarak Salmonella Typi tespit edilen oniki yaşında erkek sunulmuştur. Vaka ensefalit etkenleri arasında nadirde olsa Salmonella Typi görülebileceğini hatırlatmak vurgulamak amacıyla sunuldu.
Salmonella infections in children usually present with self limiting gastroenteritis. These infections rarely affect the central nervous sytem and are usually seen under the age of 2 years. In this article, a 12-year-old male patient is presented who was admitted with the complaint of convulsions. On examination, the protein was found to be increased in the cerebrospinal fluid and no cell was observed on direct microscopy. Electroencephalogram and brain magnetic resonance imaging findings were consistent with encephalitis and the agent of encephalitis was found to be Salmonella Typhi. The case was presented in order to remind that Salmonella Typhi can be observed within encephalitis agents, albeit rarely observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden Parametreler
Ahmet Midhat Elmacı, Muhammet Irfan Donmez
Araştırma makalesi
Özeti
İkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden Parametreler
Factors That Would IndIcate The DIagnosIs Of DIlatIng Vur In The Second Vcug
\r\n AMAÇ
\r\n
\r\n Bu çalışmanın amacı ilk işeme sistoüretrografisi (İSUG) normal olup ikinci bir işeme sistografisine gerek duyulan hastalarda dilate vezikoüreteral reflü (VUR) tanısına işaret edebilecek faktörleri tanımlamaktır.
\r\n
\r\n MATERYAL VE METOT
\r\n
\r\n Hastanemizde takipli hastalardan 2012 – 2017 yılları arasında işeme sistouretrografisi çekilmiş olanlar geriye dönük olarak tarandı. Birden fazla İSUG çekilen hastalar belirlendi. Bu hastalar içinden ilk İSUG sonucu normal olup da takipte tekrar İSUG çekilen hastalar çalışmaya dahil edildi. İlk İSUG sonucu normal olmayanlar (vezikoüreteral reflü, posterior uretral valv, divertikül vb.) dışlandı. Dahil edilen gruptaki hastalar yaş, cinsiyet, alt üriner sistem bozukluğu (AÜSB), renal skar varlığı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığı, anormal ultrasonografi bulguları (mesane anormallikleri, hidronefroz) ve teknik problem faktörleri (işeme fazı yokluğu vb.) açısından değerlendirildi. İkinci İSUG çekilmesini işaret eden faktörü belirlemek için Mann-Whitney U (sürekli veriler için) ve ki kare (kategorik veriler için) kullanıldı.
\r\n
\r\n BULGULAR
\r\n
\r\n Çalışmamızda toplamda 25 hastaya ikinci kez İSUG yapıldığı saptandı (19 kız, 6 erkek; ortalama yaş 6 ± 3 yıl). İki İSUG arasında gecen medyan zaman 12 ay (1-72 ay) olarak bulundu. Hastaların 11’inde ikinci İSUG’da VUR saptanırken bunların 7 tanesi (%28) dilate VUR (≥ grade 3) idi. Ayrıca bu 7 hastanın 6’sinda VUR çift taraflıydı. Bakılan faktörler arasından yalnızca tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu dilate VUR saptanması açısından anlamlıydı (p=0,049). Teknik problemlere bağlı ikinci İSUG çekilmiş olan hastaların hiçbirinde VUR saptanmadı.
\r\n
\r\n SONUÇ
\r\n
\r\n İlk İSUG sonucu normal olmasına rağmen ikinci ISUG çekilmesi gereken vakaların %28’inde dilate VUR saptanabilmektedir. İdrar yolu enfeksiyonu, dilate vezikoüreteral reflüyü işaret edebilecek tek faktör olarak bulunmuştur. İlk İSUG sonucu normal bulunan hastalarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığında tekrar İSUG çekilmesi önerilmektedir.
\r\n
\r\n PURPOSE
\r\n The aim of this study is to analyze if there were any factors that would indicate the diagnosis of dilating vesicoureteric reflux (VUR) (≥ grade 3) in the second voiding cystourethrogam (VCUG) of children with a normal first VCUG.
\r\n
\r\n MATERIAL AND METHODS
\r\n Patients who underwent VCUG between 2012 and 2017 were retrospectively reviewed. Within the cohort, patients who required more than one VCUG were abstracted and those with an abnormal first VCUG (VUR, posterior urethral valve, etc.) were excluded. Factors such as; age, gender, lower urinary tract dysfunction (LUTD), renal scarring, recurrent urinary tract infection, abnormal ultrasonography findings (bladder abnormalities/variable degrees of hydronephrosis), and technical problems (absence of voiding phase) were noted. Mann-Whitney U test was used for continuous variables whereas Chi Square test was used for categorical values.
\r\n
\r\n RESULTS
\r\n A total of 25 patients were found to have undergone more than 1 VCUG (19 girls, 6 boys; mean age 6 ± 3 years). Median time period between the two VCUGs were 12 months (range 1 – 72 months). VUR was detected in 11 patients, while dilating VUR was discovered in 7 patients. Among those, 6 patients were diagnosed with bilateral VUR. Recurrent UTI was found to be the only factor that would indicate dilating VUR in the second VCUG (p=0,049). Interestingly, no VUR was detected in cases that were performed after a first VCUG with inadequate technique.
\r\n
\r\n
\r\n CONCLUSION
\r\n
\r\n Recurrent UTI was shown to be the sole factor that would indicate the diagnosis of dilating VUR in the second VCUG. In our study, 28% patients with a normal first VCUG were shown to have dilating VUR in the second study. Therefore, in recurrent febrile UTI, second VCUG should be considered in patients with a normal previous imaging.
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Menengokok Hastalığı (63 Vakanın Değerlendirilmesi)
Haluk Yavuz, Hasan Koç, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Mustafa Böncü, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Menengokok Hastalığı (63 Vakanın Değerlendirilmesi)
MenIngocaccal DIsease In ChIldren (revIew Of 63 PatIents)
Menengokok enfeksiyonları bazen menengokolcsemi ve menenjit yaparak, önemli derecede mortalie ve morbiditeye yol açmaktadır. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, bölgemizde de, menengokok hastalığı olan hasta sayısında, önemli artış görülmektedir. Bu araştırmada S.Ü. Eğitim ve Araştırma Hastanesine yatırılarak tedavi edilen 63 hasta değerlendirilmiştir.
Meningococcal infections sometimes leads to meningococceınia and meningiiis which cause high rnortality and morbidity. in recent years, as observed elsewhcre iıt ihe world, in our region the number of patients with meningococcal disease are seriou.sly being increased. in this study, 63 patients with meningococcal disease were evaluaied at the Selçuk University Research and Training Hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Alaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
Müslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
InvestIgatIon Of Grovvth Hormone In PatIents VvIth KernIcterus.
Bilirübin ensefalopatisi veya kernikterus, indirek bilirübinin beyini etkilemesi ile ortaya çıkar. Bunun sonucunda bazı hastalarda beyin felci ve sağırlık gelişir. Bu çalışma kernikterusun önceden araştırılmamış bir yönünü, büyüme üzerine etkisini incelemek amacı ile gerçekleştirildi. Araştırmada, yenidoğan (YD) döneminde kernikterus teşhisi konulanlar (22 vaka), kan değişimi yapılıp kernikterus belirtisi olmayanlar (18 vaka), sadece fototerapi uygu lananlar (14 vaka ) ve YD döneminde sarılık geçirmemiş çocuklar (15 vaka) ortalama 21 aylıkken incelendi. Bütün vakalara tam kan, tam idrar, kan şekeri ve büyüme hormonu(BH) tahlilleri yapıldı. Büyüme hormonu tayini için bütün vakalara L-Dopa uyarı testi uygulandı. Kernikterus teşhisi konulan gruptaki 6 hastada belirgin sinir sistemi bozukluğu vardı. Bunların 5’ inde büyüme ger iliği tesbit edilirken, diğer gruplardaki hiçbir vakada büyüme geriliği yoktu (p<0.01). L-Dopa uyarı testi sonuçları 0. ve 90. dakikadaki BH seviyesinin kernikterus teşhisi konulanlarda diğerlerine göre düşük olduğunu gösterdi (p<0,05). Araştırmamız kernikterus geçirmiş vakalarda büyüme geriliği görülebileceği, bunun nedenlerinden birinin de beslenme bozukluğu ve hormon değişikliklerine ait olabileceğini düşündürmüştür. Hormon değişikliklerinin tam olarak anlaşılabilmesi için başka çalışmalar gerekmektedir.
Bilirübin encephalopathy or kernicterus is a neurologic syndrome resulting from the deposition of uncongugated bilirübin in brain celis. Features of kernicterus may include cerebral palsy and deafness. The purpose of this research was to investigate the effects of kernicterus on grovvth and grovvth hormone. Our research included 22 patients with kernicterus, 18 patients vvho had exchange transfusions but having no features of kernicterus, 14 patients who had only phototherapy, and 15 patients vvho had no jaundice during neonatal period vvho vvere inves- tigated at 21 months old (mean age). Ali patients had complete blood count, urine analysis, glucose, and grovvth hormone. We observed overt neurologic abnormalities in 6 patients vvith kernicterus. There vvas grovvth retardation in 5 of 6 infants vvith neurologic abnormalities. There vvas no grovvth retardation in other patients. Our research has indi- cated that there may be grovvth retardation in patients vvith kernicterus and the reason for this may be nutritional disorders. More investigations must be done in order to understand the abnormalities in grovvth hormone in patients vvith kernicterus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizması
İbrahim Erkul, M. Emin Özdoğan, Aydın Aytaç
Araştırma makalesi
Özeti
Tam Düzeltme Ameliyatı Yapılan Siyanotik Konjenital Kalp Hastalıklarında Pre Ve Postoperatif Glikoz Metabolizması
Glucose HemeostasIs In ChIldren WIth CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Açık kalp ameliyatı yöntemi ile total düzeltme uygulanan 13 siyanotik konjenital kalp hastası ve bu gruba kontrol olarak seçilen 5 asiyanotik konjenital kalp hastası üzerinde çalışıldı. Her iki grupta preoperatif ve postoperatif devrelerde oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi ve glukagon tolerans testleri yapıldı. Siyanotik grupta preoperatif açlık kan şekeri değerleri ile postoperatif açlık kan şekeri değerleri arasında, oral glikoz tolerans testi, intravenöz glikoz tolerans testi, glukagon tolerans testleri sonuçlarına göre istatiksel olarak önemli fark bulundu. Asiyonetik konjenital kalp hastalarında böyle bir fark izlenmedi. Bu hastalarda gözlenen hipogliseminin, anormal bir glikoregülatör hormon sekresyonuna bağlı olabileceği gibi, daha büyük bir ihtimalle glikojenolitik veya glikoneojenetik enzimatik yollardaki bir bozukluktan meydana gelebileceği sonucuna varıldı.
13 cyanotic congenital heart patients who underwent total correction by open heart surgery method and 5 acyanotic congenital heart patients selected as control for this group were studied. Oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests were performed in both groups in the preoperative and postoperative periods. A statistically significant difference was found between preoperative fasting blood glucose values and postoperative fasting blood glucose values in the cyanotic group according to the results of oral glucose tolerance test, intravenous glucose tolerance test and glucagon tolerance tests. No such difference was observed in patients with acionetic congenital heart disease. It was concluded that the hypoglycemia observed in these patients may be due to an abnormal glycogulatory hormone secretion or more likely to be caused by a defect in the glycogenolytic or gluconeogenetic enzymatic pathways.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
Osman Güvenç, Fatma Kaya, Derya Arslan, Derya Çimen, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Göğüs Ağrısı Olan 441 Çocuk Hastanın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of 441 PedIatrIc PatIents WIth Chest PaIn
Göğüs ağrısı çocuklarda sık görülen bir şikayettir. Genellikle
kardiyak bir sorunu göstermez ama hasta ve aileleri tarafından
kalp ağrısı olarak düşünülür. Bu çalışmada, 18 ay boyunca çocuk
kardiyoloji polikliniğinde göğüs ağrısı şikayetiyle değerlendirilmiş
hastalar ve göğüs ağrının nedenleri tartışıldı. Çalışmaya, Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji ve Genel Çocuk
polikliniğine Mayıs 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında göğüs
ağrısı şikayeti ile başvuran 441 hasta, dosyaları retrospektif olarak
taranarak dahil edildi. Hastaların anamnezleri, aile öyküleri, kardiyak
fizik muayeneleri, elektrokardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik
ritim holter monitorizasyonu ve laboratuar incelemeleri gibi tetkikleri
değerlendirildi. Çalışmamızdaki hastaların yaşlarının ortalaması 11
yıl (5-18 yaş), hastaların 217’si (%49.2) erkek, 224’ü (%50.8) kız
idi. Hastaların hepsinin anamnezleri alınmış, fizik muayeneleri,
elektrokardiyografik ve ekokardiyografik değerlendirmeleri
yapılmıştı. Kardiyak patoloji, hastaların 10’unda (%2.3) tespit
edildi. Göğüs ağrısına neden olan sebepler arasında; 378 hastanın
(%85.7) idiopatik göğüs ağrısı olduğu, 22 hastada (%5) psikolojik
nedenler, 20 hastada (%4.5) akciğer hastalıkları, altı hastada (%
1,4) gastrointestinal sistem hastalıkları, üç hastada (% 0.7) kas ve
iskelet sistemi hastalıkları, bir hastada (%0,2) Ailevi Akdeniz Ateşi,
bir hastada (%0.2) pektus ekskavatum olduğu ve göğüs ağrısının
bu bozukluklara bağlı oluştuğu düşünüldü. Bu çalışmaya göre
çocuklarda görülen göğüs ağrısının büyük bir çoğunluğunun kalp dışı
nedenlere bağlı olduğu görülmektedir. Kardiyak sebepli bir göğüs
ağrısının hayati sonuçları olabileceğinden ayırıcı tanının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekmektedir. Hikaye, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri sonucunda kardiyak patoloji bulunmayan hastalara ve
yakınlarına bilgi verilmesi ve onların rahatlatılması da önemlidir.
Chest pain is a common complaint in children. It doesn’t usually
indicate a cardiac problem but it is considered as heartache by the
patients and their families. In this article, the patients with chest
pain in pediatric cardiology clinic for the last 18 months have been
evaluated and the etiology of chest pain has been discussed. The
study includes 441 patients with chest pain, who were admitted to
the Department of pediatrics, Division of pediatric cardiology, Faculty
of Medicine, Selçuk University between May 2011 and November
2012. The data of the patients has been reviewed retrospectively.
Medical history and family history of the patients, cardiac physical
examination, electrocardiography, echocardiography, 24-hour rhythm
holter monitoring, exercise testing and laboratory tests have been
evaluated. In our study the mean age of the patients was 11 (5-18
year-old). 217 (49.2%) of the patients were male and 224 (50.8%)
of the patients were female. Medical history, physical examination,
electrocardiography and echocardiography of all the patients have
been evaluated. Cardiac pathology has been recognized in 10 (2.3%)
of the patients. The reasons that cause chest pain are idiopathic in
378 (85.7%) patients, psychological in 22 (5%) patients, lung diseases
in 20 (4.5%) patients, gastrointestinal disorders in 6 (1.4%) patients,
musculoskeletal system diseases in 3 (0.7%) patients, Familial
Mediterranean Fever in 1 (0.2%) patient and pectus excavatum in
1 (0.2%) patient. According to this study, the etiology of chest pain
in children is extra cardiac factors in majority. Differential diagnosis
should be made carefully due to possibility of life threatening
consequences of cardiac disorders. If there is no cardiac pathology
as a result of medical history, physical examination and laboratory
tests the patient and the family should be informed about this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lateks Allerjisi
İsmail Reisli, Ruhiye Reisli
Derleme
Özeti
Lateks Allerjisi
Latex Allergy
Son yıllarda lateks allerjisi ile ilgili olgu sunuları ve araştırmaların yayınlandığı dikkati çekmektedir. Lateks antijeni ile meydana gelen anafilaktik reaksiyonların gösterilmesi ile önemli bir tıbbi sorun haline gelen bu konu özellikle riskli grupların tanımlanması ile daha da önem kazanmıştır. Lateks alerjisinin meydana gelmesinde en büyük risk faktörleri arasında lateks içeren ürünleri (eldiven, idrar sondası, kateter, vb.) yoğun olarak kullanma, alerjik bünye, el dermatiti, bayan cinsiyet, öyküde geçirilmiş cerrahi girişim ve diş tedavisi bulunması sayılmaktır. Sağlık personeli ve lateks endüstrisinde çalışan işçiler gibi bazı meslek grupları yoğun antijenik temas nedeniyle lateks allerjisi için risk altındadır. Ayrıca lateks allerjisi ile bazı meyve (muz, avakado, ananas, k,vi, vb.) allerjileri arasında çapraz reaksiyonlar bildirilmiştir. Lateks allerjisi hafif bir dermatitten hayatı tehdit eden anafilaktik reaksiyonlara kadar ilerleyen klinik durumlara neden olabilir. Bu yüzden lateks allerjisi için risk taşıyan bireylerde lateks allerjisi araştırılmalıdır. Böylece lateks ile ilişkili alerjik reaksiyonlar için önlemler alınması ve özellikle hayatı tehdit eden klinik durumların engellenmesi mümkün olacaktır.
The latex allergy has been increasingly recognised in recent years in both adultsand children. After anaphylactic type reactions due to latex has been shown as case reports, latex allergy became an important problem especially in medical practice. The majör risk factors in latex allergy are intense exposure to latex allergens (surgical gloves, catheters, etc.), atopy hand eczema, female gender, history of multiple operations and dental interventions. Some occupational groups such as health-care workers and workers in latex industry are under greater risk due to their possible frequent contact with latex. An association between latex allergy and allergy to various fruits (banana, avocado, pineapple, kiwi, etc) has been reported. Latex allergy is responsible for a wide spectrum of clinical symptoms ranging from a mild dermatitis to severe anaphylaxis in both adults and children. There fore an allergologic investigation for latex allergy should be considered for those from high-risk groups. Then, it will be possible to take precautions in order to prevent life-threatining allergic reactions by exposure to latex
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Nilüfer İlhan, Esra Ayhan Tuzcu, Özgür İlhan, Mutlu Cihan Dağlıoğlu, Mesut Coşkun, Nesrin Atçı, Işıl Davarcı, Cahide Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Ocular FIndIngs Of ChIldren WIth Neurocutaneous DIsorders
Nörofibromatozis tip 1 (NF 1) ve tuberoskleroz (TS) tanısı ile takip
edilen çocuklarda oküler bulguların sunulması amaçlandı. Çalışma
pediyatrik nöroloji kliniğinden konsültasyonla göz kliniğine gönderilen
31 çocuk hasta üzerinde prospektif olarak yürütüldü. NF1 tanılı 22
olgunun 16’sı (%72.7) erkek, altısı (%27.3) kız olup yaş ortalamaları
9.9±4.2 (3-16 yıl) idi. TS tanılı 9 olgunun 2’si (%22.2) erkek, 7’si
(%77.8) kız iken yaş ortalamaları 5.5±3.6 (1.5-12 yıl) idi. Snellen
eşeline koopere olabilen NF 1’li 20 hastanın sağ göz ortalama görme
keskinliği 0.93±0.14 (0.4-1.0), sol gözde ise 0.94±0.14 (0.4-1.0) iken,
TS’li 7 hastanın sağ göz ortalama görme keskinliği 0.84±0.22 (0.4-
1.0), sol gözde ise 0.85±0.19 (0.5-1.0) idi. NF 1’li çocuklarda %40.9
miyopi, %4.5 hipermetropi, %18.1 astigmatizma; TS’li çocuklarda ise
%11.1 miyopi, %22.2 hipermetropi, %11.1 astigmatizma saptandı. NF
1’li bir olguda keratokonus nedeniyle vizyon bilateral 0.4 iken TS’li
bir olguda hipermetropik astigmatizma nedeniyle vizyon sağ gözde
0.4, sol gözde 0.5 idi. NF 1’li tanılı olguların 14’ünde (%63.6) iriste
Lisch nodülü tespit edildi. Bilateral optik gliom saptanan 5 (%22.7)
hastanın yaşları ortalama 7.6±4.4 yıl arasında değişmekteydi.
Tümörlerin hepsi intraorbital yerleşimli olup olgular asemptomatikti.
Optik gliom dışında olgulardan birinde (%4.5) bilateral miyelinli sinir
lifleri, birinde (%4.5) geçirilmiş beyin ameliyatı nedeniyle gelişen
bilateral optik atrofi saptandı. TS’li dokuz çocuktan birinde (%11.1)
iriste sektöryel hipopigmentasyon mevcuttu. Oküler bulguların sık
görüldüğü bu hastalıklarda detaylı oftalmolojik muayene önem arz
etmektedir. Refraksiyon kusuru ve optik gliom açısından hastalar
mutlaka göz hekimleri tarafından değerlendirilmelidir.
Ocular findings in children with neurofibromatosis type 1 (NF 1)
and tuberous sclerosis (TS) are presented. The study was conducted
prospectively and comprised 31children who were referred from
pediatric neurology clinic to the ophthalmology clinic. Sixteen of 22
patients with NF1 (72.7%) were male and 6 (27.3%) were female and
the mean age was 9.9 ± 4.2 (3-16 years). Two of 9 patients with TS
(22.2%) were male and 7 (77.8%) were female, the mean age was 5.5
± 3.6 (1.5-12 years). Twenty of children with NF1 had cooperation to
the snellen chart, the mean visual acuity of the right and left eye were
0.93 ± 0.14 (0.4-1.0) and 0.94 ± 0.14 (0.4-1.0), whereas the mean
visual acuity of 7 patients with TS was 0.84 ± 0.22 (0.4-1.0) at the
right and 0.85 ± 0.19 (0.5-1.0) at the left eyes. Percentages of myopia,
hyperopia and astigmatism in children with NF 1 were 40.9%, 4.5% and
18.1%, respectively. Percentages of myopia, hyperopia, astigmatism
in children with TS were 11.1%, 22.2% and 11.1%, respectively. In a
NF 1 patient with keratoconus, his visual acuity was 0.4. Also another
patient with TS had diminished visual acuity of 0.4 at the right eye
and 0.5 at the left eye because of hyperopic astigmatism. Iris Lisch
nodules were detected in 14 (63.6%) of children with NF 1. Five
cases (22.7%) had bilateral optic glioma, the mean age was 7.6 (3-15
years). All tumors were located at intraorbital and the patients were
asymptomatic. Except optic glioma, it was found out that one patient
(4.5%) had bilateral myelinated nerve fibers and the other one (4.5%)
had bilateral optic atrophy due to previous neurosurgery. Sectorial
iris hypopigmentation was determined in one (11.1%) of nine children
with TS. Detailed ophthalmic examination has a great importance
in patients with TS and NF 1 because of ocular findings which are
commonly seen. Patients should be evaluated by ophthalmologists in
terms of refractive error and optic glioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Meltem Energin, Şefika Elmas, Ahmet Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Çocuk Hastalarda Hepatit B Sıklığı
Frequency Of HepatItIs B In ChIldren ApplyIng To OutpatIent ClInIcs Of PedIatrIcs In Meram MedIcal Faculty Of Selcuk UnIversIty
Amaç: Hepatit B virüsü enfeksiyonunun ülkemizde halen önemli bir sağlık sorunu olmasından yola çıkarak, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne çeşitli nedenlerle getirilen çocuklarda Hepatit B virüsü ile karşılaşma oranını saptamak ve seronegatif çocukların aşı programına katılımını sağlamaktı. Gereç ve Yöntem: Temmuz-Aralık 2005 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne sarılık dışı nedenlerle getirilen 3 ay-18 yaş arasında 297 çocuk çalışma kapsamı na alındı. Çalışma kapsamındaki çocuklar 3 ay-7 yaş ve 8-18 yaş olmak üzere iki gruba ayrıldı. Araştırma kapsamına giren çocukların anne ve babalarından izin alındıktan sonra, her çocuktan 3 cc venöz kan örneği alındı. Hepatit B virüsünün serolojik belirleyicileri Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuarı’nda Enzyme-Linked Immunosorbent Assay yöntemi ile çalışıldı. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 10.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 297 çocuğun 143’ünde (% 48,1) anti-HBs pozitişiği saptandı. Bu çocuklardan 117’si (% 81,8) aşılı, 26’sı (% 17,5) hepatit B enfeksiyonu geçirmiş idi. Çalışmaya alınan 297 çocuğun 5’inde (% 1,6) HBsAg pozitişiği saptandı. Yaşlara göre aşılanma oranları sırasıyla 3 ay-7 yaş grubunda % 66,4, 8-18 yaş grubunda % 11,0 idi. Tüm çocuklardaki aşılanma oranı ise % 39,3 olarak bulundu. Sonuç: Hepatit B aşısı ulusal aşı programımızda uygulanmasına rağmen, bölgemizdeki anti-HBs seropozitişik oranlarımız henüz istenen düzeylere ulaşmamıştır. Bu nedenle çalışmamızda, bölgemizdeki çocuklarda Hepatit B aşılanmasının önemi hakkında halkı bilgilendirmede yetersiz kalındığı vurgulanarak, bu noktada biz hekimlere düşen görevin önemine dikkat çekilmiştir.
Aim: Hepatitis B virus infection is a very important health problem in our country. In this regard, we evaluated the children who were inspected in our outpatient clinics for Hepatitis B virus seropositivity. We aimed to join the children who were seronegative in the immunization program. Material and method: A total of 297 children between the ages of 3 months and 18 years who were inspected in the General Pediatric Outpatient Clinics of Meram Medical Faculty except for jaundice between July 2005 and December 2005 were evaluated. The children were divided into two groups as 3 months-7years and 8-18 years. After getting permission from parents, 3 cc venous blood samples were collected from all of the children. The serological markers of Hepatitis B virus were studied by Enzyme-Linked Immunosorbent Assay Method in the microbiology laboratories of Meram Medical Faculty. The statistical analysis was performed by SPSS 10.0 program. Results: Anti-HBs positivity were found in 143 ( 48,1 %) of 297 children. One hundred seventeen (81,8 %) of those children were vaccinated while 26 (17,5 %) of them had experienced the infection. Five children (%1,6) had HBsAg positivity. The ratios of children who were vaccinated were 66,4 % in 3 months-7years group and 11,0 % in 8-18 years group, respectively. The ratio of children who were vaccinated was 39,3 % in all children. Conclusion: Although Hepatitis B vaccination is a part of our National Immunization Program, the seropositivity of our region is not as much as it is expected. In this study, we found that the people in our region are not well-informed about the necessity of vaccination against Hepatitis B virus infection, and attention is called to the importance of our job in this point.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
Sadık Özmen, Lütfi Yavuz, Alper Yosunkaya, Alaaddin Dilsiz, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
The ComparIson Of Intraosseous KetamIne WIth Intravenous And Intramuscular Routes In Pe-DIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada genel anestezi planlanan damar yolu bulamadtgunt: pediyatrik vakalarda, snit-elektrolit tedavisi ye anestezi indiiksiyonu icin int-raosseoz yolun etkinligini degerlendirmeyi amaçladık. 1-6 yac grubtindan 48 pasta 3 gruba ayrtldt. In-diiksiyonda; I. gruba intraosseoz (10) 2 mglkg ket-min; 11. gruba intrayeitoz (117) 2 mg/kg ketamin; grubs- ise intramuskiiler (iM ) 6 mg/kg ketamin uy-gadandt.. :Name; her iii' grupta da % 1.5 isoflurane ye N20 ile saglandi. indiiksiyonda ketaminin etki baclama siiresi, nistagmus baylama siiresi olarak kabul edilip kaydedildi. Operasyon suresince Kalp Awn Hut (K II). Sistolik Arter Basznct (SAB) ye Di-aStolik Arter Bastnct (DAB) degerleri tespit edildi. Operasyon saresince SAB, DAB ye KAH de-gerleri her iic grupta karplavirtldiginda, ara-larinda istatistiksel bir fark tespit edilmedi. Post-operatif herhangi bir komplikasyima rastlanilmadt. Sow olarak, genel anestezi alacak pediyatrik vakalarda damar yolu bulunamadtgt takdirde, gerek sivi-elektrolik tedayisi gerekse de anestezi in-diiksiyonu ye idamesi icin ketamin uygularken, 16 yolun gavenilir Ye alternatif bir yontem oldugu ka-ntsina vardik.
In our study; we tried to evaluate the int-raosseous route for water-electrolyte replacement and anesthetic induction with ketamine in children. 48 patients whose ages are between I and 6 years, were divided into three groups. 2 mg/kg ke-tamine intraosseous (10) in group 1; 2 mglkg ke-tamine intravenous (IV) in group II, and 6 mgike ke-tamine intramuscular (IM) in group II was used for induction. The maintenance of anesthesia in all three groups were administered with 1.5 % tsof lurane and N20. Nystagmus was considered as the begining time of induction for ketamine. During the operation the heard rate (HR), systolic arterial blood pressure (SABP) and diastolic arterial blood pressure (DABP) was recorded and the comp-lications of the intraosseous route were evaluated. When we have compaired the SABP, DABP and HR values of each group recorded during operation, it was found that there were no significant sta-tistically difference among them. As a conclusion; if the intravenous approach is impossible, the intraosseous route is a safe al-ternative for water-electrolyte replacement and in-duction with ketamine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brakiyal Pleksus Felci Olan Çocuklarda “brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”nün Gözlemciler Arası Güvenilirliği
Zeynep Hoşbay, Safiye Özkan, Müberra Tanrıverdi, Atakan Aydın
Araştırma makalesi
Özeti
Brakiyal Pleksus Felci Olan Çocuklarda “brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”nün Gözlemciler Arası Güvenilirliği
Inter-Observer RelIabIlIty Of BrachIal Plexus Outcome Measure In ChIldren WIth BrachIal Plexus Palsy
Amaç: Brakiyal pleksus felci olan hastaların günlük yaşam aktivitelerini, klinik işlevlerini değerlendirmek için birçok ölçek geliştirilmiştir. “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”, 2012 yılında Emily Ho tarafından geliştirildi, aktivite ve kendini değerlendirme bileşenlerden oluşan toplam 14 madde içeren bir ölçektir. Çalışmamız gözlemciler arası güvenilirliği araştırmak ve hastalara klinikte uygulamayı amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Demografik ve klinik veriler kaydedildi, “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü” iki farklı değerlendirmeci tarafından uygulandı. Gözlemciler arası güvenilirlik Kappa istatistikleri kullanılarak yapıldı.
Bulgular: On sekiz kadın (% 37,5) toplam 48 hasta dahil edildi. Gözlemler arası güvenilirlik mükemmeldi (kappa 0.93). Uyum istatistiklerinde, gözlemcilerin madde analizlerinin ılımlı (kappa 0.57) olduğu görüldü.
Sonuç: “Brachial Plexus Outcome Measure-Brakial Pleksus Sonuç Ölçümü”, Türkiye'de brakiyal pleksus felci olan çocuklarda fonksiyonların değerlendirilmesi için güvenilir bir ölçümdür. Klinik kullanımı uygundur.
Aim: Many scales have developed to assess daily living activities, clinical functions of patients with brachial plexus palsy. "Brachial Plexus Outcome Measure " was developed by Emily Ho in 2012, activity and self-rating substance scale consisting of components total 14 items. Aim of this study, make an inter-observer reliability of scale, to make clinical trial in patients.
Materials and Methods:Demographic and clinic datas recorded,"Brachial Plexus Outcome Measure " was applied by two different observers. Inter-observer reliability in items examined by using kappa statistic.
Results:Eighteen female (37.5%) totally 48 patients included. Mean inter-observer agreement in the items was almost perfect (kappa 0.93) in raters. Fitted statistics showed much variation in observers had moderate (kappa 0.57) agreement in items.
Conclusion: Between observes, “Brachial Plexus Outcome Measure” is reliable measurement for assessing functions in children with brachial plexus palsy in Turkey. Clinical usage is appropriate.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trizomi 21 Olgularında Karyotip Dağılımı, Cinsiyet Oranı Ve Ebeveynlerin Akraba Evliliği Sıklığı
Sennur Demirel, Aynur Acar, Tülin Çora, Hatice Gül Dursun, Ayşegül Zamani, Hasan Acar
Araştırma makalesi
Özeti
Trizomi 21 Olgularında Karyotip Dağılımı, Cinsiyet Oranı Ve Ebeveynlerin Akraba Evliliği Sıklığı
Frequency Of ConsanguInIty, Karyotype DIstrIbutIon And Sex RatIo Of Cases WIth TrIsomy 21
Çalışma grubumuz, 81 erkek ve 45 dişi olmak üzere toplam 126 Down sendromlu bireyden oluşmaktadır. Si-togenetik analizler olguların 120:sinin regüler trizomi 21, 5'ınin kromozom 21q trizomisi ve 1 'inin mozaik karyotipe sahip olduğunu göstermiştir. Regüler trizomi 21 saptanan olgularda erkek:dişi oranı 2:1, kromozom 21q tri-zomisinde ise bu oran 1:4 olarak tesbit edilmiş ve mevcut translokasyonların maternal orljinll olduğu anlaşılmıştır. Down sendromlu çocukları olan anne-babalann akraba evliliği sıklığı araştırılmış (%21.6) ve belirlenen oranın Konya populasyonunda saptanan akraba evliliği oranına (%23.2) yakın olduğu görülmüştür. Ayrıca Down send-romlu çocuğa sahip olan annelerin gebelik yaş ortalaması 30.7 olarak saptanmıştır.
This study included 126 Down syndrome cases (81 males and 45 females) who had regular trisomy 21 in 120 cases, chromosome 21q trisomy in 5 and a mosaic karyotype in one case. The ratio of males to females was found to be 2:1 in regular trisomy 21 and 1:4 in chromosome 21q trisomy. The study implicated that trans-locations that were found were mostly matemal in origin. it is alsa noteworthy that the frequency of consanguinity among the parents having children with Down syndrome (21.6%) was not different from the population fre-quency in Konya (23.2%). Moreover, the mean age of ~her having children with Down syndrome was de-termined to be 30.7
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanılı Ergenlerde Yönetici İşlevler, Obezite Ve Benlik Saygısının Değerlendirilmesi
Ahmet Özaslan, Murat Yıldırım
Araştırma makalesi
Özeti
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanılı Ergenlerde Yönetici İşlevler, Obezite Ve Benlik Saygısının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ExecutIve FunctIons, ObesIty And Self-Esteem In Adolescents WIth AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder
Amaç: Yönetici işlevlerde bozukluklar dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) kliniğinde oldukça
sık görülmektedir. Güncel çalışmalarda obezite ve DEHB'nin patofizyolojisindeki ortak mekanizmaların
dürtü kontrolü ve yönetici işlevlerle ilişkili olabileceği öne sürülmektedir. Bu çalışma, aşırı kiloluluk /
obezitesi olan ve olmayan DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin yönetici işlevleri ve benlik saygısı düzeylerinin
karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca, çocuk ve ergenlerde aşırı kiloluluk / obezite, yönetici işlevler,
DEHB ve benlik saygısı arasındaki karmaşık ilişkinin incelenmes i amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Mart 2021- Nisan 2022 arasında Gazi Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
polikliniklerine başvuran DEHB tanılı herhangi bir ilaç kullanmayan 71 ergenin dahil edildiği örneklemin yaş
ortalaması 16.12±1.71 (yaş aralığı= 12-18 yıl) yıl olup, %71.83’ü erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcılara
Yönetici İşlevlere Yönelik Davranış Değerlendirme Envanteri Ölçeği (anne baba formu), Rosenberg Benlik
Saygısı Ölçeği ve Conners Ana baba Derecelendirme Ölçeği- Yenilenmiş Kısa Formu verilmiştir .
Bulgular: DEHB tanılı ergenlerde hiperaktivite belirtilerinin ve çalışma belleği fonksiyonunun benlik
saygısının en önemli yordayıcıları olduğu saptanmıştır. Ayrıca aşırı kiloluluk / obezite durumuna göre
DEHB’li ergenler karşılaştırıldığında çalışma belleği ve planlama/örgütleme fonksiyonları açısından
gruplar arası farklılık bulunmuştur. Ancak gruplar arasında benlik saygısı ve DEHB şiddeti açısından bir
farklılık saptanmamıştır.
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde DEHB’li ergenlerin benlik saygısında çalışma belleği
ve hiperaktivite belirti şiddetinin önemli rol oynayabileceğini göstermektedir. Aşırı kiloluluk/obezite
durumuna göre DEHB tanılı ergenlerde benlik saygısı ve DEHB kliniğini açısından farklılık saptanmazken
çalışma belleği ve planlama/örgütleme becerilerinde farklılık saptanması, DEHB’de yönetici işlevlerin
aşırı kiloluk/obezite için kritik bir rol oynadığını düşündürme ktedir.
Aim: Executive function deficits are very common in attention deficit hyperactivity disorders (ADHD).
Recent studies suggest that common mechanisms in the pathophysiology of obesity and ADHD may be
related to impulse control and executive functions. This study aimed to compare the executive functions
and self-esteem levels of children and adolescents with ADHD with and without overweight/obesity. The
study also aimed to examine the relationships between overweight/obesity, executive functions, ADHD
and self-esteem in children and adolescents.
Patients and Method: Participants included 71 children/adolescents (mean age = 16.12±1.71; age range=
12-18 years; 71.83% males) with ADHD who applied to Gazi University Child and Adolescent Psychiatry
outpatient clinics between March 2021 and April 2022 and did not use any medication. Participants
completed the Executive Functions Behavior Evaluation Inventory Scale (parent form), Conners Parent
Rating Scale-Revised Short Form and Rosenberg Self-Esteem Scale .
Results: Results showed that hyperactivity symptoms and working memory function were significant
predictors of self-esteem in adolescents with ADHD. In addition, when adolescents with ADHD were
compared according to their overweight/obesity level, significant differences were found between the
groups in working memory and planning/organization functions. However, no difference was found
between the groups in terms of self-esteem and ADHD severity.
Conclusion: The findings suggest that working memory and hyperactivity symptom severity may play an
important role in understanding the self-esteem of adolescents with ADHD. While no difference was found
in terms of self-esteem and ADHD clinic in adolescents diagnosed with ADHD according to overweight/
obesity status, differences in working memory and planning/organization skills suggest that executive
functions play a critical role in overweight/obesity in ADHD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
Tamer Çelik, Remziye Eke, Ümit Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
The ClInIcal CharacterIstIcs Of ChIldren WIth HospItalIzed For FebrIle SeIzures
Febril nöbetler, 6-60 ay arasındaki ateşli çocuklarda, öncesinde afebril bir nöbet öyküsü, veya santral sinir sistemi enfeksiyonu olmaksızın ortaya çıkan nöbetlerdir. Bu çalışmada, Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’ne febril konvülziyon nedeniyle yatırılan hastaların demografik ve klinik özellikleri gözden geçirilmiştir. Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında AEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğine yatırılan febril konvülziyon tanısı almış 56 çocuk hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS Windows 16.0 paket programı kullanıldı. Hastaların 23’ü (%41.1) erkek, 33’ü (%58.9) kız olup yaş ortalaması 26.8 ay, yatış süresi ortalama 3.5 gün idi. 44 (%78.6) hastada ateş odağı üst solunum yolu enfeksiyonu, 6 (%10.7) hastada alt solunum yolu enfeksiyonu, 2 (%3.6) hastada akut otitis media, 1 hastada (%1.8) idrar yolu enfeksiyonu, 1 hastada (%1.8) akut gastroenterit, 1 hastada (%1.8) el-ayak-ağız hastalığı, 1 (%1.8) hastada roseola infantum idi. İki (%3.6) hastaya lomber ponksiyon yapıldı, bu hastaların birinde aseptik menenjit saptanırken, diğeri normal olarak değerlendirildi. Olgulardan 34’ü (%60.7) birinci atak, 12’si (%21.4) ikinci atak, 5’i (%8.9) üçüncü atak, 5’i (%8.9) tekrarlayan (>3) ataklar ile başvurmuştu. İlk atak ile gelen hastaların 4’ünde (%7.1) 24 saat içinde tekrarlayan nöbetler görüldü. Olgulardan 4’ü (%7.1) kompleks febril nöbet olup bir hastada (%1.8) febril status epileptikus mevcuttu. Çalışmamızda da olduğu gibi, febril konvülziyonların çoğu basit tipte olup, prognozları iyidir ve çoğu basit viral enfeksiyonlara bağlıdır.
Febrile seizures are seizures that occur in febrile children between the ages of 6and 60 months who do not have an intracranial infection, or history of afebrile seizures. In this study, the children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures in Antalya Education and Research Hospital (AEAH) were reviewed. 56 children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures between September 2011- January 2012 in AEAH were analysed retrospectively. Analyses were performed using SPSS 16.0 version. 23 patients (41.1%) were male, 33 (58.9%) were female , mean age was 26.8 months, mean duration of hospitalized days were 3.5 days. Fever source was upper respiratory tract infection in 44 (78.6%) patients, lower respiratory tract infection in 6 (10.7%), acute otitis media in 2 (3.6%), urinary tract infection in 1 (1.8%), acute gastroenteritis in 1 (1.8%), hand–foot-mouth disease in 1 (1.8%), roseola infantum in 1 (1.8%) patient. Lumbar punction was done in 2 (3.6%) patients, one of them had aseptic menengitis and other had normally cerebrospinal fluid findings. 34 (60.7%) patients had first attack, 12 (21.4%) had second, 5 (8.9%) had third and 5 (8.9%) had more than three attacks. 4 (7.1%) patient’s seizures who had first febrile attack occured more than once in a 24 hour period. 4 (7.1%) patients had complex febrile seizures, 1 (1.8%) patient had febrile status epilepticus. These results suggest that most febrile seizures are simple, good prognosis and mostly causes of fever is upper respiratory tract infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Perine Ve Periüretradaki Aerob Bakteri Kolonizasyonu Üzerine Saccharomycess Boulardii’nin Etkisi
Derya Çimen, Ahmet Özel, Sevim Karaaslan, Emel Türk Arıbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Perine Ve Periüretradaki Aerob Bakteri Kolonizasyonu Üzerine Saccharomycess Boulardii’nin Etkisi
The Effect Of Saccharomycess BoulardII On Aerob BacterIal ColonIzatIon In PerIne And PerIuretra In ChIldren
Amaç: Bu çalışma çocuklarda perine ve periüretral bölgedeki bakteriyel kolonizasyon üzerine Saccharomyces boulardii (S. boulardii)’nin etkisini incelemek ve tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu (İYE) olan çocuklarda koruyucu tedavide yardımcı olup olamayacağını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 54 çocuk alındı. Her birinden elde edilen perine ve periüretral bölge materyalleri ayrı ayrı aerob ortamda kültüre ekildi. Her çocuğa on gün süreyle ağızdan, günde tek doz 250 mg.S. boulardii içeren preparatın verilmesinden sonra kültürler tekrarlandı. Bulgular: S. boulardii verilmesinden sonra hem perine hem de periüretral bölgede Escherichia coli (E.coli)’nin ürediği kültür sayısının anlamlı şekilde azaldığı bulundu. Diğer üropatojenlerden Klebsiella ssp. ve Proteus ssp’de azalma tespit edilmedi. Sonuç: Bu çalışma İYE’nin tekrarının önlenmesinde S. boulardii’nin faydalı olabileceğini göstermektedir.
Aim: This study was designed to evaluate whether Saccharomyces boulardii (S. boulardii ) is effective on the bacterial colonization of perineal and periurethral areas in children and could be useful in protective treatment in children with recurrent urinary tract infections. Material and method: Fifty four children were included the study. Perineal and periurethral area cultures provided from each of these children were inoculated into the aerobic cultures seperately. Having been orally given only a single dose of 250 mg S. Boulardii per day for ten days, cultures were repeated. Results: Having been administered S. Boulardii, the number of the cultures which yielded Escherichia coli in both perineal and periurethral areas were found to be decreased significantly. No other uropathogens such as Klebsiella and Proteus were detected to be decreased. Conclusion: This study showed that S. Boulardii administration could be useful in the prevention of urinary tract infection recurrences.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyak Elektrofizyolojik Denge İndeksi Ve Tp-E/qt Oranı İle Koroner Kollateral Dolaşım Arasındaki İlişki
Yakup Alsancak, Ahmet Seyfeddin Gürbüz, Beyza Saklı, Abdullah İçli, Mehmet Akif Düzenli
Araştırma makalesi
Özeti
Kardiyak Elektrofizyolojik Denge İndeksi Ve Tp-E/qt Oranı İle Koroner Kollateral Dolaşım Arasındaki İlişki
RelatIon Between Index Of CardIacelectrophysIologIcal Balance And Tp-E/qt RatIo And Collateral CIrculatIon
Amaç: QT intervali / QRS süresi olarak hesaplanan kardiyak elektrofizyolojik denge indeksi (iCEB), malign ventriküler aritmileri öngörmek için yeni bir gösterge olarak tanımlanmıştır. Burada, koroner kollateral dolaşım (KKD) derecesinin; iCEB ve Tp-e / QT oranı ile ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Kronik total oklüzyon (KTO) tanısı olan 44 hasta ile benzer yaş ve cinsiyet dağılımında 55 sağlıklı kişi çalışmaya alındı. KTO hastaları, iyi (n = 24) ve zayıf (n = 20) kollateral grubu olarak sınıflandırıldı. Tüm hastaların 12-lead standart elektrokardiyogramı (EKG) kaydedildi ve Tp-e aralığı, QT aralığı, QRS süresi, Tp-e/QT oranı ve QT/QRS oranları ölçüldü.
Bulgular: Ortalama Tp-e aralığı ve Tp-e/QT oranı gruplar arasında benzerdi. Ayrıca, gruplar arasında iCEB veya iCEBc değerleri benzer izlendi. Alt grup analizinde, KKD derecesi ile Tp-e/QT oranı, Tp-e süresi ve QT/QRS oranını içeren EKG parametreleri arasında bir ilişki saptanmadı.
Sonuç: KTO'lu hastalarda iCEB ve Tp-e/QT oranı ile KKD gelişiminin derecesi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı.
Aim: Index of cardiac electrophysiological balance (iCEB), calculated as QT interval / QRS duration, has been described as a novel indicator for predicting malignant ventricular arrhythmias. Herein, we aimed to explore the relation of coronary collateral circulation (CCC) degree with iCEB and Tp-e / QT ratio.
Patients and Methods: Forty-four patients diagnosed with chronic total occlusion (CTO) and 55 healthy subjects in comparable age and sex distribution were included. We classified the CTO patients as good (n= 24) and poor (n= 20) collateral groups. Standard 12-lead standard electrocardiogram (ECG) of all patients was recorded and Tp-Te interval, QT interval, QRS duration, Tp-Te/QT ratio and QT/QRS ratio were measured.
Results: Mean Tp-e interval and Tp-e/QT ratio were similar between groups. Also, the groups were comparable regarding iCEB or iCEBc values. In subgroup analysis, there was no relationship between the degree of CCC and ECG parameters including Tp-e/QT ratio, Tp-e and QT/QRS ratio.
Conclusion: There was no significant relationship between the iCEB and Tp-e/QT ratio, and the degree of CCC development in patients having CTO.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
Harun Peru, Ahmet Midhat Elmacı, Cüneyt Karagöl, Fatih Kara
Araştırma makalesi
Özeti
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcopathologIcal FIndIngs Of 78 Percutal Renal BIopsy
Amaç: Böbrek biyopsisi, böbreğin parankimal hastalıklarının tanısında ve tedavisinin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada böbrek biyopsisi uygulanan olguların klinik ve histopatolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ocak 2000 ile Aralık 2006 tarihleri arasında Çocuk Nefroloji ünitemizde ultrasonografi eşliğinde gerçekleştirilen 78 perkütan böbrek biyopsisi değerlendirilmeye alınmıştır. Bulgular: Klinik açıdan en sık biyopsi endikasyonumuz nefrotik sendrom (n:39, %50) idi. Bunu nefritik ve nefrotik sendrom birlikteliği (n:14, %18) ve nefritik sendromu olan (n:7, %9) olgular izlemekteydi. Histopatolojik tanı olarak en sık mezenjiyal proliferatif glomerulonefrit (n:15, %19) gözlenirken bunu sırası ile Henoch Schonlein purpurası nefriti (n:14, %18), fokal segmental glomeruloskleroz (n:8, %10) ve lupus nefriti (n:8, %10) izlemekteydi. Primer glomeruler hastalıklar (n:48, %62), sekonder glomeruler hastalıklardan (n:30, %38) daha fazla saptandı. Sonuç: Biyopsi serimizde en sık biyopsi endikasyonunun nefrotik sendrom kliniğinin olduğu, mezenjiyal proliferatif glomerulonefritin de en sık histopatolojik tanı olduğu dikkati çekmiştir. Bu sonuçlar çocuklardaki böbrek biyopsi sonuçlarının, bölgesel farklılıklar gösterdiği ve erişkinlerinkinden oldukça farklı dağılım gösterdiğini düşündürmektedir.
Aim: Renal biopsy is performed for the diagnosis and the decision of treatment of renal parenchymal diseases. The aim of this study was to evauate the clinicopathological findings of kidney biopsies. Material and Method: 78 percutan renal biopsies were performed by ultrasonography in our institution during the period between January 2000 and December 2006. Results: The most common renal biopsy indication was nephrotic syndrome (n:39, 50%). Other indications were association of nephrotic and nephritic syndrome (n:14, 18%) and nephritic syndrome (n:7, 9%). The most mikroskocommon nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis (n:15, 19%) which was followed by Henoch Schonlein purpura nephritis (n:14, 18%), focal segmental glomerulosclerosis (n:8, 10%) and lupus nephritis (n:8, 10%). Primary glomerular diseases (n:48, 62%) is more frequent than secondary glomeruler diseases (n:30, 38%). Conclusion: The present study which evaluated 78 renal biopsies showed that nephrotic syndrome was the most common indication for renal biopsy. Histopathologically, the most frequent nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis. These results suggest that renal biyopsy results in children can show regional variances and have a fairly different distrubition from those of the adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateş (ara) Etyopatogenezinde Serbest Oksijen Radikallerinin Rolü
Mehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Fatih Gültekin, Sevim Karaaslan
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateş (ara) Etyopatogenezinde Serbest Oksijen Radikallerinin Rolü
The Role Of Oxygen Free RadIcals In The EtIopathonegesIs Of Acute RheumatIc Fever
Bu çalışmada çocukluk çağında Akut Romatizma! Ateş (ARA) etyopatogenezinde serbest oksijen radikallerinin (SOR) rolü ve klinik bulgularla ilişkileri araştırılmıştır. Beş ile 15 yaşlarında 23 hasta ve 25 sağlam çocuk araştırmaya dahil edildi. Hastaların 17'sinde kardit gözlendi. Reaktif oksijen molekülü (ROM) düzeyleri tanı anında ve daha sonra da periyodik olarak belirlendi. Serbest oksijen radikalleri ve ürünleri dROM kiti (d-ROMs test, Diacron s.r.l. Diagnostics Division, Via Zircone n.8-58100 Grosseto-İtaly) kullanılarak ve kolorimetrik olarak ölçüldü. Tanı anındaki plazma ROM düzeyi kontrol grubundaki ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (P<0.05). 15, 30 ve 90. günlerde plazma ROM düzeylerinin giderek azaldığını gözledik. Karditi olmayanlarla kıyaslandığında karditli hastaların plazma ROM düzeyleri istatistik olarak anlamlı bir farklılık göstermiyordu. Anlamlı olmamakla birlikte, 90. günde plazma ROM düzeyi hâlâ yüksekti. Biz bu çalışmada serbest oksijen radikallerinin ARA etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabilecekleri sonucuna vardık.
İn this study the role ofoxygen free radicals in the etiopathogenesis of Acute Rheumatic Fever (ARF) in childhood and its relationship betvveen the clinical fındings were investigated. Tvventy three patients with an age range of 5 to 15 years and 25 healthy children were included. Carditis was observed in 17 of the patients. The ROM levels were determined at the time of diagnosis and periodically after than. Oxygen free radicals and its products were measured colorimetrically using dROM's kit (d-ROMs test, Diacron s.r.l. Diagnostics Division, Via Zircone n. 8-58100 Grosseto-İtaly). The plasma ROM level at the time of diagnosis compared to that of control group was found statistically significant (P<0.05). We observed a Progressive decrease in plasma ROM levels at days 15, 30 and 90. The patients with carditis didn't have statistically different plasma ROM levels compared to the patients without carditis. The plasma ROM level at day 90 was stili higher, though unsignifıcant, than that of the control group. İn this study, we conclude that the oxygen free radicals may play an important role in the etiopathogenesis of ARF.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
Sameera Rashid, Mohamed Meerasahib Kesudeen, Mohammed Abulaban, Adham Ammar
Olgu sunumu
Özeti
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
AngIomatoId FIbrous HIstIocytoma: A Rare EntIty WIth RecognIzed DIagnostIc PItfalls
Anjiomatoid Fibröz Histiyositoma (AFH), nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür ve düşük nüks ve metastaz oranlarına sahiptir. AFH, nüksleri rapor eden bazı çalışmalarla revize edilmeye devam etse de şimdiye kadar teşhis kriterleribelirsizlğini korumaya devam etmektedir. Nadir bir tümör olması sebebiyle de tanı genellikle gecikmektedir. Biz bu makalede atipik histoloji, immünprofil ve genetik test sonuçlarına sahip 10 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Atipik görünümleri nedeniyle teşhis sürecinde Almanya Heidelberg Hastanesi ve Philadelphia Çocuk Hastanesinden fikir danışılan olgunun nihai tanısı Brigham Kadın Hastanesi tarafından doğrulandı. Bu makalede ayrıca tanıyı tartıştık.
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma (AFH) is a rare soft tissue tumour of indeterminate differentiation usually occurring in children and young adults with low rate of metastasis and recurrence. AFH continues to be revised with various studies reporting recurrences but up till now, the diagnostic criterion remains unclear with pathologists relying mainly on Enzinger’s description and immunohistochemistry. Adding to the fact that it is a rare tumour, diagnosis usually is delayed. We present a case of a 10 year old male with AFH with atypical histology, immunoprofile and genetic testing. Opinions were sought from Heidelberg hospital Germany and Children Hospital of Philadelphia which had contrasting views regarding the diagnosis, which was finally confirmed by Brigham and Women’s hospital, Boston. We review literature and discuss the possible differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
Şerife Yüksekkaya, Hatice Türk Dağı, Fatma Kalem
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Rubella Igg PosItIvIty Of MarrIage-Age Women
Kızamıkçık (rubella) çocuk ve erişkinlerde döküntü, ateş ve
lenfadenopati ile seyreden viral bir hastalıktır. Çocukluk döneminde
hafif semptomlarla geçirilen bu hastalık, virüsün gebelik sırasında
fetusa geçmesi ile konjenital kızamıkçık sendromuna yol açmakta ve
birçok anomaliye neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, evlilik
çağındaki kadınlarda rubella seroprevalansının belirlenmesidir.
Bu çalışmada, evlilik öncesi testlerini yaptırmak üzere birinci
basamak sağlık kuruluşlarına başvuran evlilik çağındaki kadınların
serumlarında rubella IgG antikorları prospektif olarak araştırılmıştır.
Electrochemiluminescence immunoassay yöntemi ile üretici firmanın
(Cobas, Roche, Almanya) önerileri doğrultusunda çalışılmıştır. Evlilik
çağındaki 18- 25 yaş arasında 963 kadın çalışmaya alınmıştır. Rubella
IgG antikorları 963 kadının 929’unda (%96.5) pozitif, 34’ünde (%3.5)
negatif olarak saptanmıştır. Konya’da kızamıkçık seroprevalansının
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Enfeksiyonu geçiren kişilerde oluşan
bağışıklık ömür boyu sürmektedir. Enfeksiyonu geçirmemiş ve
aşılanmamış doğurganlık çağındaki kadınlar risk altındadır. Evlilik
öncesi testleri yaptırmak üzere başvuran kadınların aşılanması
ile konjenital kızamıkçık sendromuna bağlı mortalite ve morbidite
azaltılabilir.
German measles (rubella) is a viral disease characterized by
rash, fever and lymphadenopathy in children and adults. This disease
is passed with mild symptoms in childhood, if the virus passes to
the fetus during pregnancy, it leads to congenital rubella syndrome
and can lead to many anomalies. The purpose of this study was to
determine the seroprevalence of rubella IgG antibodies in women of
marriage-age. In this study, Rubella IgG antibodies were investigated
in the serum of marriage-age women who had attended to step one
health care provider for premarital tests, prospectively. Tests were
performed by Electrochemiluminescence immunoassay (Cobas,
Roche, Almanya) according to the manufacturer’s recommendations.
963 women who were between18-25 years old in marriage age were
included in this study. Rubella IgG antibodies were positive in 929
(96.5%) and were negative in 34(3.5%) of them.The seroprevalence
of rubella have been found to be high in Konya. Immunity continues
during lifetime in individuals who suffered from infection but women
in marriage age who had not been infected and unvaccinated are at
risk. Vaccination of women attended for premarital tests may reduce
morbidity and mortality associated with congenital rubella syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
Fatih Akın, Alaaddin Yorulmaz, Abdullah Yazar, Esra Türe, Tarık Acar, Birsen Ertekin, Esma Erdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
PrognostIc Importance Of Thrombocyte IndIces In ChIldren WIth Carbon MonoxIde PoIsonIng
\r\n Amaç: Karbonmonoksit zehirlenmesi, tüm dünyada hala önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Trombosit fonksiyonlarının karbonmonoksit zehirlenmesindeki rolü net olmamakla birlikte, trombosit aktivasyon ve agregasyonunun arttığı bildirilmiştir. Karbonmonoksit zehirlenmesinde, endotel hasarına bağlı artan trombotik eğilim, artmış trombosit yapışması ve fibrinolitik yoldadeğişiklikler ortaya çıkar. Çalışmamızın amacı trombosit indekslerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olan çocuklarda klinik yarar sağlayıp sağlamadığını belirlemektir.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Konya Beyhekim Devlet Hastanesi Çocuk Acil Servislerine başvuran karbonmonoksit zehirlenmesi tanılı çocukların kayıtlarını retrospektif olarak gözden geçirdik. Çalışmaya karbonmonoksit zehirlenmesi olan 92 çocuk ve 62 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol dahil edildi.
\r\n
\r\n Bulgular: CO zehirlenmesi olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken (9,34 ± 0,55 vs 9,78 ± 0,97fL, p = 0,001; 11,46 ± 2,64 vs 10,57) ± 1,41, sırasıyla, p = 0.007), trombosit sayısı ve plateletrit (324,05 ± 82,07 vs 357,27 ± 89,70 x109 p = 0,015; 0,31 ± 0,06 vs 0, 33 ± 0,07, sırasıyla, p = 0.039) anlamlı olarak daha düşüktü. Ortalama trombosit hacmi seviyeleri ise karboksi hemoglobin düzeyi 20'den yüksek olan hastalarda, karboksi hemoglobin seviyeleri 20-20 arasında olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Sonuç: Sonuçlarımız karbonmonoksit zehirlenmesi olan hastalarda trombosit indekslerinden ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliğinin belirgin şekilde yükseldiğini trombosit sayısı ve plateletritin azaldığını gösterdi. Trombosit aktivasyonu ve fonksiyonundaki değişiklikleri yansıtan ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri, karbonmonoksit zehirlenmesi sırasında özellikle tromboembolik komplikasyonların gelişimini öngörebilir. Ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri karbonmonoksit zehirlenmesinin prognostik tahmininde yararlı olabilir
\r\n
\r\n Prognostic importance of thrombocyte indices in children with carbon monoxide poisoning
\r\n
\r\n Abstract
\r\n
\r\n Objective: Carbon monoxide (CO) poisoning is still being a major cause of morbidity and mortality all over the world. Although the role of platelet functions in CO poisoning is not clear, increased platelet activation and aggregation had been reported previously. Increased thrombotic tendency due to endothelial damage, increased platelet stickiness, and alterations in the fibrinolytic pathway occurs in CO poisoning. The aim of our study was to determine whether platelet indices provide clinical benefit or not in children with CO poisoning.
\r\n
\r\n Materials and Methods: We retrospectively reviwed the records of children with the diagnosis of CO poisoning who admitted to the pediatric emergency departments of Konya Beyhekim State Hospital and Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty. A total of 92 children with CO poisoning and 62 age- and gender-matched healthy controls were included in the study.
\r\n
\r\n Results: While mean platelet volume (MPV) and platelet distribution width (PDW) levels were significantly higher (9,34±0,55 vs 9,78±0,97fL, p=0.001 ; 11,46±2,64 vs 10,57±1,41, retrospectively, p=0.007), platelet count and plateletcrit (PCT) (324,05±82,07 vs 357,27±89,70 x109 p=0.015 ; 0,31±0,06 vs 0,33±0,07, retrospectively, p=0.039) were significantly lower in patients with CO poisoning. MPV levels were also significantly higher in patients with a carboxy hemoglobin (COHb) level higher than 20, when compared with COHb levels between 10-20 (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Conclusion: Our results showed that platelet indices MPV and PDW are markedly elevated in patients with CO poisoning while platelet count and PCT were decreased. MPV and PDW levels, which reflect the changes in platelet activation and function, may predict the development of especially thromboembolic complications in the course of CO poisoning. MPV and PDW levels may be useful in prognostic estimation of CO poisoning.
\r\n
\r\n Keywords: carbon monoxide; children; platelet indices; poisoning
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
İbrahim Erkul, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Gülay Reis, Fatih Toksöz, Ruhuşen Kutlu, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
AddIctIons DurIng Adolescence And The PreventIon Of Them
Araştırmamızın yapıldığı Konya Endüstri Meslek Lisesinde okuyan 1030 öğrenci arasında sigara içme alışkanlığı %22.04, içki alışkanlığı %0.68 ve uyuşturucu kullanma alışkanlığı %0.097 olarak bulunmuştur. Okulda okuyan öğrenciler arasındaki sigara alışkanlığı nisbeti Türkiye'nin diğer illerinde yapılan benzer çalışmalardaki sonuçlara uygunluk göstermiştir. Gerek öğrenciler ve gerekse babaları arasında içki içme alışkanlığı oranı diğer illerden elde edilen değerlerden düşük bulunmuştur. Ebeveynleri arasında sigara ve içki alışkanlığı bulunan çocuklar arasında sigara ve içki alışkanlığına istatistiki olarak anlamlı bir şekilde daha fazla rastlandığı gösterilmiştir.
Among 1030 students studying at Konya Industrial Vocational High School where our study was conducted, smoking habit was 22.04%, drinking habit 0.68% and drug use habit 0.097%. relatively smoking habits among students studying at the school showed compliance with the results of similar studies in other provinces of Turkey. The rate of drinking habit among both students and their fathers was found to be lower than the values obtained from other provinces. It has been shown that among children whose parents have smoking and drinking habits, there is a statistically significant higher rate of smoking and drinking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Yüzme Egzersizinin Bazı Solunun Parametrelerine Etkisi
Abdulkerim Kasım Baltacı, Neyhan Ergene, Yıldız Divanlı, Hüseyin Uysal, Gülden Gedikoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Yüzme Egzersizinin Bazı Solunun Parametrelerine Etkisi
The Effects Of SwImmIng ExercIse On Some RespIratory Parameters On ChIldren
Bu araştırmada, çocuklarda yüzme egzersizinin bazı solunum parametreleri üzerine olan etkilerinin ortaya konulması amaçlandı. Çalışma, Konya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü'nün kapalı yüzme havuzunda, yaz yüzme kursuna katılan 6-14 yaş grubu çocuklar üzerinde gerçekleştirildi. Deney ve kontrol gruplarını oluşturan çocukların 6 haftalık yüzme egzersizinin başlangıç ve bitiminde olmak üzere solunum parametreleri spirometrede tayin edilerek, aradaki farklılığın mukayesesi yapıldı. Literatür bulgularla da paralellik gösteren bu çalışmanın neticesinde, çocuklarda yüzme egzersizinin bazı solunum parametreleri üzerine arttırıcı etkisinin olduğu kanaatine varıldı.
In this study the effect of swirn training on respiratory parameters, was investigated. The study was performed on the 6 to 14 years old children who were auending the swim training course in the siwimming pool of Konya. Respiratory parameters were tneasured al the beginning and the end of 6 weeks course and values were compared with each other. Consequently swirn training seemed to had increasing effect on the respiratory parameters. Results obtained in this study were comparable with previous experitnents
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
Hayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Cemile Öztin Öğün, Ateş Duman, Esma Nur Kırgız, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Our ExperIences On ThoracIc And Lumbar EpIdural AnesthesIa In ChIldren
Bu çalışmada, okul çağı çocuklarında sedasyon altında gerçekleştirilen lomber ve torakal epidural uygulamaları sunuldu. Torakal epidural kateterler elektif torakotomi operasyonlarından önce yerleştirilip genel anestezi ile kom bine edildiler. Lomber epidural kateterler genel anestezi kontrendikasyonu mevcut olan, acil ortopedik vakalara yerleştirilip sedasyon ile kombine edildiler.
İn this study; lumbar and thoracic epidural applications under sedation in school age children were presented. Thoracic epidural catheters were inserted before elective thoracotomies and were combined with general anes thesia. Lumbar epidural catheters were inserted in the emergency orthopedic cases that had contraindication for general anesthesia and were combined with sedation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Akut Pankreatit Şiddetinin Erken Tahmininde İnflamatuar Biyobelirteçlerin Rolü
Aylin Yücel, Ahmet Osman Kılıç, Sümeyye Beyza Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Akut Pankreatit Şiddetinin Erken Tahmininde İnflamatuar Biyobelirteçlerin Rolü
The Role Of The Inflammatory BIomarkers In The Early ProductIon Of The SeverIty Of PaedIatrIc Acute PancreatItIs
Amaç: Yıllardır erişkin literatürünün gölgesinde kalmış olan pediatrik akut pankreatit çalışmaları,
pediatrik şiddet sınıflamasının kabul edilmesinden sonra ivme kazanmıştır. Artık hangi hastalarda ciddi
hastalık gelişeceğini erken aşamada hızla öngörebilecek inflamatuar biyobelirteçlerin belirlenmesine
ihtiyaç vardır. Bu çalışmanın amacı, sistemik immün-enflamasyon indeksi (SII) ve nötrofil-lenfosit oranı
(NLO) gibi inflamatuar biyobelirteçlerin erken prediktör olarak etkinliğini değerlendirmek ve eşik değerler
belirlemekti.
Hastalar ve Yöntem: 2019-2022 yılları arasında akut pankreatit tanısı alan 53 çocuğun klinik özellikleri,
laboratuvar test sonuçları ve görüntüleme bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar şiddetine
göre “hafif” ve “orta şiddetli-şiddetli” olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar inflamatuar belirteçler açısından
karşılaştırıldı. Hastalık şiddetini öngören faktörler ROC eğrisi analizi ile incelendi. Anlamlı eşik değerler
için duyarlılık, özgüllük, pozitif prediktif değer (PPD) ve neg atif prediktif değer (NPD) hesaplandı.
Bulgular: NLO ve SII değerleri “orta şiddetli-şiddetli” grupta “hafif” gruba göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede yüksekti (tümü için p<0,001). NLO≥3.33 (AUC:0.894, %95 güven aralığı: 0.81-0.979, PPD %89.7,
NPD %83.3%) ve SII indeksi≥1225.57(AUC: 0.912, %95 güven aralığı:0.831-0.992, PPD %90.0, NPD
%87.0) eşik değerlerinin hastalık şiddetini yüksek duyarlılık ve özgüllükle tahmin edebildiği belirlendi.
Sonuç: NLO ve SII pediatrik akut pankreatitte kötü klinik sonucu erken tahmin edebilir. Mevcut çalışma
pediatrik akut pankreatitte bu biyobelirteçlerin prognostik öne minini değerlendiren ilk çalışmadır .
Aim: Studies of paediatric acute pancreatitis have remained in the shadow of adult literature for many
years, and have only increased following the recent acceptance of the severity classification. There is now
a need to determine inflammatory biomarkers which will be able to rapidly predict in the early stage which
patients will develop severe disease. This study's purpose was to research the efficacy as early predictors
and determine cutoff values for inflammatory biomarkers including the systemic immune-inflammation
index (SII), and the neutrophil-lymphocyte ratio (NLR).
Patients and Methods: A retrospective evaluation was made of the clinical characteristics, laboratory
test results, and imaging findings of 53 children diagnosed with acute pancreatitis between 2019-2022.
The study population were separated into groups as ‘mild’ and ‘moderately severe-severe’ according
to severity. The groups were compared in respect of inflammatory markers. Factors predicting disease
severity were evaluated with ROC curve analysis. For the significant cutoff values, positive predictive
value (PPV), negative predictive value (NPV), sensitivity and s pecificity were calculated.
Results: The NLR, and SII values were found to be statistically significantly higher in the “moderately
severe-severe” group than in th “mild” group (p<0.001 for all). The cutoff values of NLR≥3.33 (AUC:0.894,
95% CI:0.81-0.979, PPV 89.7%, NPV 83.3%), and SII≥1225.57 (AUC:0.912, 95% CI:0.831-0.992, PPV
90.0%, NPV 87.0%) were determined to be able to predict disease severity with high sensitivity and
specificity.
Conclusion: The NLR, and SII are inflammatory biomarkers that can make an early prediction of a poor
outcome in paediatric acute pancreatitis. To the best of our knowledge, this is the first study to have
evaluated the prognostic importance of these biomarkers, in pae diatric acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bolgesındekı Asılı Cocuklarda Kızamık Antıkorlarının Arastırılması
Faruk Öktem, Ahmet Özel, Halil Özerol, Bünyamin Kaptanoğlu, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bolgesındekı Asılı Cocuklarda Kızamık Antıkorlarının Arastırılması
Investıgatıon Of Kızamık Antıbodıes In Hangıng Chıldren In Konya Regıon
Onceden aplanmti kimselirde lazarruk has-taltginin (KH) gorillmesi apnin sa:gladigt bagiltkligt incelemeyi gerektirmivir. Bu ca1,4mada, Konya big-gesinde ayllanmq ve KH gecirmem4 617 cocukda kizantiR antikor seviveleri arandz Butiin cocuklar arasuida % 24 nispetinde se-ronegatif sonuc olde edilmi olup, bir iki kere a,i ya-pdarilararasuicla strastyla % 25 % 14.8 oraninda serogenatiflik (SN) bulnnzuour (p=0.075). Kay ye kasabalarda oturanlarda SN orattlarmin ehirlerde oturanlara nazaran daha fazla cldugu (% 25'e kar-plik % 20) tespit edilmitir. iki kere act yapilanlarda ilk apnzn yapilma zamanz SN', etkilemernivir. 9. aydan once aplananlarda SN °rant diger gruplara gore istatistiki olarak onemli derecede fazla idi. Genel olarak SN'e diger bircok. araotrmaya gore daha yiiksek oranda rastlanmuitr. 8. ayda a§2 ya-pilanlarda aplardan sonra gecen siirenin artmasiyla SN oram giderek artnu2ktadzr. 9. aydan sonra aqt-lananlarda ise 6-7 ytldan sonra SN orarunda aru olmamaktadzr. Ara. tirmamt: bolgemizde Imam& aost (KA) ya-!Van cocuklarda SN'in cok yiiksek oldugunu, KAlnin ya.ta yapildtgt cocuklarda daha ktsa bir sure sonra olmak iizere iki kere yapilruzsznin faydalt ola-cagint, soguk zincir ye ail yap.Imasz ile ilgili ha-talarm asgari seviyeye indirilnu si icin gayret edil-mesi gerektigini diigindiirmektedir
Occurance of measles cases in previously vac-cinated children necessiate to investigate. the im-munity due to measles vaccination. In this study, le-vels of measles antibodies were evaluated in 617 children who had been immunized and had not had measles disease in the region of Konya. Twenty four percent of all children were se-ronegative. The rates of seronegativity were 25 % and 14.8 % in those who had one and two vac-cinations, respectively (p=0.075). Those who lived in villages had higher rates of seronegativity than those lived in cities (25 % vs 20 %). The time of re-ceiving first vaccine did not affect the seronegativity in twice vaccinated group. The rate of seronegativity was significantly higher in children vaccinated be-fore 9 mo. Generally the rate of seronegativity was high when compared to other studies. The rate of se-ronegativity increased as the time passed in children who were immunized at 8 mo, whereas no sig-nificant increase was noted after 6-7 years in child-ren vaccinated at older ages. Our study showed that the rate of seronegativity was very high in children who had measles im-munization at an early age and they should be given a repeat dose within a short time after the first one and great care must be paid to minimize errors re-lated to vaccine storing rules and immunization practices.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
Sabri Hergüner, Erdinç Çiçek, Fatih Kayhan, Arzu Hergüner
Olgu sunumu
Özeti
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
A PedIatrIc Case WIth CyclIc VomItIng Syndrome
Döngüsel kusma sendromu (DKS), tekrarlayıcı bulantı ve kusma
atakları ile kendini gösteren bir durumdur. Belirtilerin başlangıcı
genellikle 4–6 yaş arasındadır ve kızlarda daha sık görülmektedir.
Ataklar çoğunlukla psikososyal ya da fiziksel bir tetikleyici ile ortaya
çıkar. Son yıllarda DKS ve migren arasında ortak bir patofizyoloji
olabileceği üzerinde durulmaktadır. DKS olan çocuklarda ve
annelerinde kaygı bozukluklarının sık olduğu gösterilmiştir. Bu
yazıda tekrarlayan kusma atakları nedeniyle kliniğimize başvuran 5
yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Kaygı belirtileri ve kusma atakları
nedeniyle tedavi olarak bir seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
essitalopram başlanmış ve tedaviden belirgin fayda görmüştür.
Cyclic vomiting syndrome (CVS) is characterized by recurrent
episodes of nausea and vomiting. Age at onset of symptoms ranges
between 4–6 years and there is a female predominance. CVS attacks
are generally associated with psychosocial or physical triggers. In
last years a shared pathophysiology between migraine and CVS has
suggested. Children with CVS and their mothers have elevated rates
of anxiety disorders. In this report, we presented a 5-year-old girl
who referred to our out-patient clinic because of recurrent vomiting
episodes. Because of her anxiety symptoms and vomiting attacks,
escitalopram, a selective serotonin reuptake inhibitor, was initiated
and she had significant improvement during treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
Sinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğumsal Brakial Pleksus Paralizisinde Önkol Supinasyon Deformitesinin Restorasyon
Ömer Berköz, Erol Kozanoğlu, Safiye Özkan, Bora Edim Akalın, Türker Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Doğumsal Brakial Pleksus Paralizisinde Önkol Supinasyon Deformitesinin Restorasyon
RestoratIon Of Forearm SupInatIon DeformIty In BrachIal Plexus BIrth Palsy
Amaç: Doğumsal brakialpleksus paralizisi sonrası gelişen önkol supinasyondeformitesi, hem fonksiyonelliği
hem de görünümü olumsuz yönde etkileyen ciddi sekellerden biridir. Supinasyondeformitesinin erken
evrelerinin tedavisinde yumuşak doku girişimleri kullanılırken, geç dönemde kemik girişimlerine ihtiyaç
duyulur. Bu çalışmada farklı evrelerdeki önkol supinasyondeformitelerininrestorasyonu için kullanılan
yöntemler ve sonuçları incelenmiştir .
Hastalar ve Yöntem: Önkol supinasyondeformitesinin restorasyonu amacıyla opere edilen toplam 43
çocuk (ortalama yaş 8.2) çalışmaya dahil edildi.Bu hastalardan 18 tanesine yumuşak doku girişimleri,
25 tanesine kemik girişimleri uygulandı.Yumuşak doku girişimi olarak 14 hastada ise brakioradialis reroutingpronatoplasti,
4 hastada biseps re-routingprosedürü; kemik girişimleri olarak 10 hastada radius
rotasyon osteotomisi, 11 hastada radius başı eksizyonuve 9 hastadadistalradio-ulnarsinositoztercih
edildi. Tüm hastaların ameliyat öncesi ve sonrası aktif ve pasif önkol supinasyon ve pronasyon dereceleri
goniometrik olarak ölçüldü.
Bulgular: Brakioradialisreroutingpronatoplasti ve bicepsreroutingtekniği için ameliyat öncesi ve sonrası
ortalama aktif pronasyon açısı sırasıyla-32,8°’den 30,7°’ye ve -40°’den 42,5°’ye yükselmiştir. Radius
rotasyon osteotomisi, radius başı eksizyonuve distalradioulnarsinostozyapılan hastaların ameliyat öncesi
ve sonrası aktif pronasyon açıları sırasıyla; -70°’den -4°’ye, -53°’den 43°’ye, -80°’den-19°’ye ilerlemiştir .
Sonuç: Doğumsal brakialpleksus paralizisinin geç dönem önkol sekellerinden olan supinasyondeformitesinin
tedavisinde kullanılan gerek yumuşak doku gerekse de kemiğe yönelik palyatif cerrahi girişimler ile tatmin
edici düzeyde fonksiyonel ve postüral düzelme elde edilebilmekt edir.
Aim: Forearm supination deformity is a serious sequela of brachial plexus birth palsy(BPBP) that affects
both functionality and apperance. In the early phase, soft tissue procedures are preferred whereas bone
procedures are preferred in the late phase. In this study, the techniques of forearm supination deformity
restoration and their results were evaluated.
Patients and Methods: Forty three children (mean age of 8.2 years) were included in the study. Eighteen
patients had soft tissue procedures and 25 patients had bone procedures. For soft tissue procedures, 14
patients had bracioradialis re-routing pronatorplasty and 4 patients had biceps re-routing procedures. For
bone procedures, 10 patients had radius rotation osteotomies, 11 patients had radial head excisions and
9 patients had distal radio-ulnar synostosis. Preoperative and postoperative active and passive forearm
supination and pronation degrees were measured goniometrically .
Results: The mean preoperative and postoperative active pronation degrees for brachioradialis re-routing
pronatorplasty and biceps re-routing changed from -32.8° to 30.7° and from -40° to 42.5° respectively.
The mean preoperative and postoperative active pronation degrees for radius rotation osteotomy, radial
head excision and distal radio-ulnar synostosis changed from -70° to -4° and from -53° to 43° and -80°
to -19° respectively .
Conclusion: Satisfactory functional and postural improvements may be obtained with palliative surgeries
that involve either the soft tissue or the bone in the setting of forearm supination deformities that are late
sequelae of BPBP.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Sayıda Trikobezoar
Müslim Yurtçu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Sayıda Trikobezoar
Multıple TrIchobezoars
Bezoarlar, lifli ya da emilemeyen gıdaların sindirim sisteminde sürekli birikimi sonucu ortaya çıkarak belli bir yer işgal eden katılaşmış cisimlerdir. Çocuklardaki bezoarların çoğu; oyuncak bebek ya da fırçalardaki saçların yutulması ile oluşurlar. Trikobezoarlar, tipik olarak karın ağrısı ve bulantıya sebep olurlar; aynı zamanda asemptomatik abdominal kitleden, barsak tıkanıklığı ve barsak perforasyonuna kadar giden belirtilerle seyrederler. Trikobezoarlar, daha çok duygusal olarak rahatsız olan ya da mental retarde çocuklarda görülür. 8 yaşındaki bir kız çocuğunda seyrek görülen dev bir trikobezoarı sunulmaktadır. Söz konusu trikobezoar, oldukça büyük ve duodenuma geçtiğinden dolayı endoskopik olarak çıkarılamadı. Keza, yumuşatıcılar ve papain enzimi de etkili olmadı. Cerrahi olarak supraumblikal median kesi ile karın açılarak eksplorasyon yapıldı. Yaklaşık 15X3 cm ebadındaki trikobezoar, ileoçekal segmentin 50 cm proksimalinde tespit edildi ve çıkarıldı; 10 cm'lik jejunal segment Heineke Mikulicz prosedürü ile onarıldı.
Bezoars are concretions in the gastrointestinal tract that increase in size by continuous accumulation of non-absorbable food or fibers. Most bezoars in children are trichobezoars from swallowed hair from the dolls or brushers. Trichobezoars typically cause abdominal pain and nausia, but can also present as an asymptomatic abdominal mass, progressing to intestinal obstruction and perforation. It is predominantly found in emotionally disturbed or mentally retarded youngers. We report a case of an unusual giant trichobezoar in 8-year-old girl. It was not extracted endoscopically, because it was huge and passed into the duodenum. Attempts at dissolving the bezoar with enzymes (papain) or meat tenderizers have not been efficacious. The abdomen was explored through a supraumblical median incision, an approximately 15X3 cm trichobezoar in diameter was identified in 50 cm distance from ileocecal segment, and was removed. In addition, ischemic and rupture 10 cm jejunal segment was repaired. These two rupture segments were repaired using Heineke Mikulicz procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Mehmet Muharrem Erol, Halil Çiftçi, İsa Döngel
Derleme
Özeti
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Current Approach For Trachea BronchIal ForeIgn Body AspIratIons
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonu çocukluk ve erişkinlik döneminde rastlanan ve hayatı tehdit eden bir problemdir. Çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu hikâyesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu altta yatan gerçek neden olabilir. Çocuklar özellikle oyuncak, madeni para, nohut, fındık, fıstık, çekirdek, kuru baklagiller ve şekerleri aspire ederler. Erişkinlerde ise daha çok gıda, kılçık, türban iğnesi, metalik cisimler ve diş protezi aspirasyonları görülür. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle hava yolunda tam veya tama yakın tıkanma varsa, bu durum acilen düzetilmelidir. Çocuklarda ve erişkinlerde yabancı cismin çıkarılmasında fleksible bronkoskopinin kullanım alanı olsada, rijit bronkoskopi her zaman altın standart olarak yerini korumaktadır.
Tracheobronchial foreign body aspiration is a common and lifethreatening problem in childhood and adulthood and an important cause of childhood morbidity and mortality. Recurrent respiratory tract infections may be due to foreign body aspiration. Aspirates includes frequently; toys, coins, beans, nuts, peanut, kernel, dried legumes, and sugars in children and; food, awn, turban pins, metallic objects and dental prosthesis in the adults, respectively. If foreign body aspiration may caused to complete or nearly total occlusion, in this time the object have to be removed urgently. Although flexible bronchoscopy can be used to remove of foreign bodies in children and adults, rigid bronchoscopy remains the gold standard all the time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleri
İbrahim Erkul, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleri
InsulIn Receptor Levels In Healthy ChIldren.
Yaşları 9 ile 17 yıl arasında değişen sağlıklı 13 çocukta dolaşan lenfositlerde insülin reseptör düzeyleri araştırıldı ve % 9,10 ile % 11,81 arasında bulundu. Bulunan değerler erişkinlerdeki insülin reseptör düzeylerine göre yüksekti.
Insulin receptor binding and levels on circulating lymphocytes in 13 healthy children. Their ages were changing between 9-17 years. The insülin binding rate(insulin receptor level) was found between 9,10 percent and 11,81 percent. The finding results were higher than in adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Toraks Travması
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Cevat Özpınar, Aydın Şanlı, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Toraks Travması
Thorax Traumas In ChIldren
Son 14 yıllık süre içerisinde kliniğimizde toraks travınasıvla miiracaat eden 1111 hastanın 184'ü çocuk toraks travma vakasıydı. Bunların 110'zı künt toraks travması, 55'i kesici delici alet ve 19'u ateşli silah varalanmasıydı. Bunların % 96.19'u kon-servatif tedavi gördü. Cerrahi tedavi oranı ise % 3.81 idi. Hiçbir çocuk travma vakamızda ölüm olmadı.
184 of 1111 patients admitted ta hospital with chest injuries were children during 14 year period. 110 of them had blunt chest injuries, 55 stab wounds and 19 gunshot wounds. in 96.19 percentage of cases conservative treatment was giyen, surgical tre-atment was carried in 3.81 % of them.. Death was not occur in any case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir Çalışma
Ahmet Arslan, Ferhan Paydak, Ahmet Bülent Turhan, Erol I. Yorulmazoğlu, Andaç Argon, Erdoğan Özkal
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Anadolu Bölgesınde 7868 Vakada Konjenital Major Malformasyonların Sıklığı Üzerınde Bir Çalışma
The IncIdence Of CongenItal Major MalformatIons In Central AnatolIa: A Study Of 7868 Newborns
Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evinde 1988 yılının Ocak-Ekim ayları arasında 28 gebelik haftası ve üzerinde doğan tüm yeni doğan bebekler majör malformasyonlar varlığı yönünden incelenmiştir. Bu süre içinde 3762 kız ve 4106 erkek olmak üzere toplam 7868 bebek doğmuştur. 95'i kız ve 123'ü erkek toplam 218 bebek ölü doğmuştur. Gözlenen bebeklerin 75'inde (%0.9) majer malformasyon bulunmuştur. Majör malformasyonlu bebeklerin 66'sı (%88) tek anomali, 9'u (9'012) çoğul anomali göstermiştir. Malfornu2syonlu 22 kız ve 6 erkek toplam 28 bebek ölü doğmuştur. Tek malformasyon gösteren bebeklerin 20'sinin santral sinir sisteminde, 1'inin dolaşım sisteminde ve 1'inin ürogenital sisteminde malformasyon görülmüştür. Tek malformasyon görülen bebeklerin 35'i kız, 317 erkektir. Tek malformasyonlu 18 kız ve 5 erkek toplam 23 bebek ölü doğmuştur. Çoğul malformasyon gösteren bebeklerden 4'ünün santral sinir sisteminde, 3'ünün santral sinir sistemi ve kas iskelet sisteminde, 1'inin santral sinir sistemi ve sindirim sisteminde malformasyon görülmüştür. Çoğul malformasyon görülen bebeklerin 6'sı kız, 3'ü erkektir. Çoğul malformasyonlu 4 kız ve 1 erkek toplam 5 bebek ölü doğmuştur. Çalışmamızda Konya ve yöresinde bulunan bu bulguların populasyon içerisindeki olma ihtimalleri ile malformasyonlu doğumların sistemlere göre dağılımı, anne yaş grubu, anne çocuk sayısı ve anne kan grubu arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılmıştır.
Major malformation screening was made in 7868 mewborns at Konya Maternity and Children Care State Hospital, Turkey, January through October in 1988. Newborns, 28 weeks old and over were subjected to physical examination and the blood type determinations when needed. Blood type determinations were made for all mothers who gave birth. During 10 months period, of the 7868 babies born 3762 were female and the remaining 4106 babies were males. Among the 218 stillborn babies, 95 of them were female and 123 were males. 75 babies born with major malformations, and 66 (88%) of 75 had single and the remaining 9 (12%) had multiple malformations. The overall incidence is found ta be 0.9% and 0.11% for single and multiple malformations, respectively. About 51% of 66 newborns had musculo-skeletal system, 30% central nervous system, 14% digestive system, 1,5% circulatory systern, 1,5% urogenital system malformations, respectively. Also, musculo-skletal system malformations were found more often in males than female infants. Similarly, pes equino-varus was predorninant among the males whereas polydactylism among the females. In musculo-skeletal malformation system, stillbirth frequency is rather low (3 females and 1 male out of 33 malformed cases). The most stillbirths were seen in central nervous system (13 female and 3 male out of 20 cases). Anencephalus seemed to appear more often in female infants !han the male ones, and anencephalus and hydrocephalus females were stillborn infants. Multiple major malformations
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kekemelik - Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
Aysen Özkan, Ali C. Arık
Araştırma makalesi
Özeti
Kekemelik - Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
StutterIng
Kekemelik konuşmanın akışını önemli ölçüde bozacak biçimde seslerin ya da hecelerin tekrarlan-ması ya da uzatılmasıdır.Bugüne kadar nevrotik bir durum, öğrenilmiş bir davranış ya da yapısal bir bo-zukluğa dayanan bir hastalık olduğu düşünülmüşse de nedeni kesin olarak saptanamamıştır. Bu çalış-mada hastalığın etiyolojisine ışık tutmak amacıyla kekerneliğin cinsiyete göre bir farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Bu amaçla kekemelik tanısı almış 45 çocuğun dosyaları gözden geçirilmiş ve farklılıklar döküme edilerek karşılaştırılmıştır. istatistiksel hesaplamalar t testine göre yapılmıştır. Çalışma sonucunda kız çocuklarda hastalık öncesi emosyonel travma, ailede psikiyatrik .hastalık öy-küsü ve geçirnsizliğin erkeklere oranla önemli dere-cede fazla bulunduğu saptanmıştır. Bu bulgular emosyonel faktörlerin özellikle kızlarda kekemelikte presipite edici ya da etiyolojik faktörler olabileceğini düşündürmüştür.
The essential feature of this disorder is a marked inzpairment in speech fluency characterized by frequent repetitions or prolongations of so. unds or syllables. [Ip until now it has been considered to be a neurotic condition, a learned behavior or structurel disorder. Never the lens, the cause of this disorder has not been established for certain.In (his study to onlighten the etiology of (his condition dıllerences related to sex has been investigated. With (his aim medical records of 45 children diagnosed as stuitering, has been reviewed, differences documented and compared. in statistical calculations t-test has been used. As a rest& of this study it has been found that in females emotional trauma prior to illness, family history of psychiatric disorder and family disharmony vere significantly more abundant compared to males. These results suggest that in stuttering emotional factor may be presipitating or etiological factors in females more so than males.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın Değerlendırılmesı
Recep Memik, Abdurrahman Kutlu, Salim Güngör, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Osman Kurtuluş, Eyüp S: Karakaş
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın Değerlendırılmesı
Acute SeptIc ArthrItIs: EvaluatIon Of The ClInIcal Features
Bu makalede. akla septik artritin prognozla olabilecek klinik özelliklerini incelemeyi amaç edindik,. Konya ve Kavseri'deki iki Ortopedi klini-ğinde tedavi edilen ve yaşları 10 günle 72 yıl ara-sında değişen 159 hasta gözden geçirildi. Karşılaş-tırmalı değerlendirme için hastalar üç yaş grubuna ayrıldılar. Birinci grupta; yaşları 12 aydan küçük 20 infant, ikinci grupta; yaşlari 1-16 yıl arasında olan 106 çocuk, üçüncü grupta; yaşları 17 yıl ve daha büyük olan 33 yetişkin hasta vardı. En fazla birinci ve ikinci grupta olmak üzere 70 hastada kalça septik artritl görüldü. Diz tutulumu 59 hastada izlendi. Diz yetişkinlerde en çok tutulan eklem olmuştur. Eklem kültürlerinde en fazla izole edilen bakteri Stafilokok aureus olmuş, bunu gram-negatif bakteriler izlemiştir.
In this article, our aim was to evaluate clinical features of acute septic arthritis in relations to its prognosis. One hundred andfifiy-nine patients whose ages ranged fr-om 10 days to 72 years were reviewed two Orthopaedic Clinics in Konya and Kayseri. A compararive analysis was made by dividing the pa-tients into three age groups. First group contained 20 infants vounger [han one year of age. One hundred and six children between 1 and 16 years of age are included in the second group. Patients older than 17 years of age, 33 of them, made up the third group. The hip joim was involved in 70 patients represented largely the first and the second group. The knee was involved in 59 patients. Majority of the third group patients had knee involvement. Microorganisms iso-lated from the cultures of these joints were predorni-nantly Staphylococcus aureus which was followed by gram-negative bactarias.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık Sonuçları
Bülent Oran, Fazıl Kasap, Nimet Kabakuş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Kardiyoloji Birimi Ekokardiyografi Laboratuvarının İlk Altı Aylık Sonuçları
FIrst SIx Month Results Of The PedIatrIc CardIology UnIt EchocardIography Laboratory
Fakültemiz çocuk kardiyoloji birimi ekokardiyografi laboratuvarında, faaliyete geçişinin ilk altı ayı içerisinde ekokardiyografik inceleme yapılan 371 hasta değişik yönleriyle incelendi. Akut romatizmal karditin, bölgemiz için önemli bir sağlık problemi olduğu dikkat çekici bulundu. Alınan sonuçlar literatür verileri ile karşılaştırıldı.
In the echocardiography laboratory of the pediatric cardiology unit of our faculty, 371 patients who underwent echocardiographic examination in the first six months of their activation were examined from different aspects. It was found remarkable that acute rheumatic carditis is an important health problem for our region. The results obtained were compared with the literature data.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Normal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Haluk Yavuz, Mustafa Erken, Hasan Koç, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Normal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik Çalışma
Measurement Of Renal SIze In Normal ChIldren: UltrasonographIc Study
66 çocuğun böbreklerini ultrasonografi ile muayene ettik. Çocukların yaşları 2-12 arasında değişmektedir. Böbreklerin büyüklükleri ultrasonografi (US) ile belirlenmiştir. Böbreklerin uzunluğu ve eni, çocuğun yaşı, boyu ve kilosu ile değişmektedir.
We examined 66 children's kidney with ultraso-nography. They were between 2 and 12 years. Renal size has determined by ultrasonography. Renal length and width vary with age, height, and weight.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Supraventriküler Taşikardili Hastalarda Radyofrekans Ablasyonun Kök Hücre Ve Sistemik İnflamasyona Etkisi
Ahmet Lütfü Sertdemir, Halil İbrahim Erdogan, Bahadir Feyzioglu, Mehmet Tokac, İlknur Can
Araştırma makalesi
Özeti
Supraventriküler Taşikardili Hastalarda Radyofrekans Ablasyonun Kök Hücre Ve Sistemik İnflamasyona Etkisi
The Effect Of RadIofrequency AblatIon On Stem Cells And SystemIc InflammatIon In PatIents WIth SupraventrIcular TachycardIa
Amaç: Kemik iliğinde bulunan kök hücreler, doku onarımını artırmak için miyokardiyal hasar sonrası dolaşıma salınmaktadır. Başta atriyal fibrilasyon olmak üzere; kardiyak aritmilerin radyofrekans ile ablasyonu sonrası dolaşımda bulunan kök hücrelerin inflamatuar aracılar vasıtasıyla salınımının tetiklendiği gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda, yavaş yol veya aksesuar yol gibi geniş olmayan ablasyon işlemlerinden sonra dolaşımdaki kök hücre sayısının artıp artmadığı araştırılmıştır.
Method: 26 hastaya [13 kadın, yaş 54 (18-74)] radyofrekans ablasyon işlemi uygulandı. Bu hastalardan 18’ine atriyoventriküler nodal reentran taşikardi nedeniyle yavaş yol ablasyonu; 8’ine ise atriyoventriküler reentran taşikardi nedeniyle aksesuar yol ablasyonu yapıldı. Hastalarda periferikdolaşımdan alınan kan örneklerinde işlem öncesi ve işlem sonrası 7. ve 30. günlerde CD34+ hücre sayıları ve çeşitli serolojik belirteçlerin [Troponin-I (Tn-I), interlökin-6 (IL-6), Stromal deriveted faktör 1-α (SDF 1-α) ve C-reaktif protein (CRP)] düzeyleri incelendi.
Bulgular: CD34+ hücrelerin, işlem sonrası 7. günde bazal ölçüme gore anlamlı artış gösterdiği [33 (15-133) vs. 22,5 (5-79) hücre/mikrolitre sırasıyla, P<0.001] ve 30. günde bazal seviyelere indiği gözlendi. Ablasyon sonrası Tn-I, CRP, IL-6 ve SDF1-α düzeylerinde istatiksel anlamlı artış izlenmedi. İşlem sırasında uygulanan enerji miktarı (watt) ile işlem sonrası 30. günde artan CD34+ hücreleri arasında doğru orantı izlendi (r: 0.460; p= 0.018).
Sonuç: Çalışmamızda periferik kanda bulunan kök hücrelerin atriyal fibrilasyon ablasyonundan daha az enerji uygulanan yavaş yol veya aksesuar yol ablasyonundan sonrası 7. günde anlamlı şekilde arttığı ve izlemde 30. günde bazal seviyelerine döndüğü gösterilmiştir. Ayrıca, dolaşımda bulunan kök hücrelerdeki artışın işlem sırasında uygulanan eneji miktarı ile doğru orantılı olduğu da bulunmuştur.
Introduction: Circulating stem cells (CSCs) are released from bone marrow in to the circulation after myocardial injury to improve tissue repair. Radiofrequency ablation (RFA) of cardiac arrhythmias, particularly for atrial fibrillation, has been shown to trigger the release of CSCs through inflammatory mediators. We aimed to investigate whether CSCs are increased in the circulation following non-extensive ablation procedures such as slow pathway or accessory pathway ablations.
Methods: Twenty-six patients [13 females, 54 (18-74) years old] who underwent slow pathway ablation for atrioventricular nodal reentrant tachycardia (n=18) and accessory pathway ablation for atrioventricular reentrant tachycardia (n=8) were included. Peripheral blood CD34+ cell count and multiple serologic markers [troponin I (Tn-I), C-reactive protein (CRP), interleukin-6 (IL-6), stromal cell derived factor (SDF) 1 alpha] were evaluated before the ablation procedure and 7 and 30 days after the procedure.
Results: The CD34+ cell count was significantly increased on the 7th day after the procedure when compared to baseline [33 (15-133) vs. 22,5 (5-79) cells per microliter respectively, P<0.001]. The CD34+ cell count was similar to baseline on the 30th day following the procedure. Levels of Tn-I, CRP, IL-6 and SDF1-α did not change significantly following ablation. The amount of energy applied during RFA (watts) was significantly correlated with the 30th day CD34+ cell count (r: 0.460; p= 0.018).
Conclusions: Peripheral blood CSCs are increased after slow pathway or accessory pathway ablations which are less extensive ablations compared to atrial fibrillation ablation. The levels return to baseline by the 30th day following the procedure. The increase in CSCs was positively correlated with the amount of energy delivered during the procedure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen Duyarlılığı
Esra Hazar Sayar
Araştırma makalesi
Özeti
Alanya Bölgesinde Atopik Çocuklarda Aeroalerjen Duyarlılığı
Aeroallergen SensItIvIty Of AtopIc ChIldren In Alanya RegIon
Amaç: Alerjik hastalıklarda semptomları azaltmak ve yaşam kalitesini arttırmak için sorumlu alerjenleri belirlemek önemlidir. Bu nedenle bölgemizdeki alerjik hastalarda aeroalerjenlerin duyarlılığını ve sıklığını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, Eylül 2017-Mart 2018 tarihleri arasında pediatrik alerji immünoloji polikliniğine başvuran 1078 hasta (2-18 yaş) dahil edildi. Deri prick testinde en az bir alerjik duyarlılık saptanan 642 hastanın klinik ve demografik özellikleri, total IgE düzeyleri, kandaki periferik eozinofil sayıları, aeroalerjen duyarlılıkları hasta dosyalarından retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışma için Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulundan onay alındı.
Bulgular: Hastaların 642'sinde (%59.5) en az bir aeroalerjene karşı pozitif yanıt gözlendi. Hastaların %34.8'inde astım, %73.7'sinde alerjik rinit, %12.6'sında atopik dermatit ve %3'ünde kronik ürtiker tanısı vardı. 159 (%24.8) hastada birden fazla alerjik hastalık tanısı vardı. Pozitif cilt prick testi olan hastaların 368’i (%57.3) erkek, 274’ü (%42.7) kızdı. Yaş ortalaması 8.49±4.15 yıldı. En sık Akar duyarlılığı saptandı (%76.1). İkinci sıklıkta küf mantarları (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) ve üçüncü sıklıkta grass ve cereal polen (39.8%) duyarlılığı gözlendi. Diğer aeroalerjen duyarlılık sıklıkları; yabani ot polen karışımı (%24.6), ağaç polen karışımı (%21.7), hamamböceği (%17.8), kedi tüyü (%31.2), zeytin ağacı (%20) olarak saptandı. Ortalama serum total IgE düzeyi 215.6 IU/ml ve ortalama eozinofil sayısı 410.63/mm³ idi.
Sonuç: Alerjik hastalıklarda sorumlu alerjenlerin tespit edilmesi semptomların kontrol edilmesi ve seçilmiş vakalarda immünoterapi şansı vererek hastalık seyrini değiştirebilmesi açısından önemlidir.
Aim: It is important to identify allergens in reducing disease-related symptoms and improving quality of life in the allergic diseases. Therefore, we aimed to evaluate the frequency of aeroallergens in allergic patients in our region.
Method: 1078 patients (2-18 years) who applied to the pediatric allergy immunology outpatient clinic between September 2017- March 2018 were included to the study. The demographic and clinical characteristics of 642 patients with at least one allergic sensitization in the skin prick test were evaluated retrospectively. Total IgE levels, peripheral eosinophil counts in the blood, aeroallergen sensitivities in skin prick test were evaulated from the patient’s files. The study was approved by the Ethics Committee of the Alanya Alaaddin Keykubat Medical Faculty.
Results: In 642 of the patients (59.5%), a positive response was observed against at least one aeroallergen. Among patients, 34.8% had asthma, 73.7% had allergic rhinitis, 12.6% had atopic dermatitis, and 3% had chronic urticaria. 24.8% of the patients (159) had more than one allergic disease. When the evaulation of the patients with positive skin prick test, 57.3% were male and 42.7% were female. The mean age was 8.49 +/- 4.15 years. The sensitivity of house dust mites was the most common (76.1%). In the second and third frequency, molds (51.8% Alternaria alternata, 41.7% Claudosporum herbarum) and grass and cereal pollen (39.8%) sensitivity were observed. Other determined aeroallergen sensitivity frequencies were; weed pollen mixture (24.6%), trees pollen mixture (21.7%), cockroach (17.8%), cat hair (31.2%), olive tree (20%). The mean serum total IgE level was 215.6 IU/ml and the mean eosinophil count was 410.63/mm³.
Conclusion: Detection of responsible allergens is important to control symptoms and to give the chance the course of the disease with immunotherapy in the selected cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otistik Bozukluğu Olan Çocuk Ve Ergenlerde Kolesterol Düzeyleri
Sabri Hergüner, Arzu Hergüner
Araştırma makalesi
Özeti
Otistik Bozukluğu Olan Çocuk Ve Ergenlerde Kolesterol Düzeyleri
Cholesterol Levels In ChIldren And Adolescents WIth AutIstIc DIsorder
Otizm sosyal ilişki ve iletişim alanlarında belirgin güçlükler, yineleyici-sınırlı-olağan dışı davranış ve ilgilerin olduğu nörogelişimsel bir bozukluktur. Otizmin nedeni halen net olarak bilinmemektedir fakat genetik, immünolojik, metabolik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşan multifaktoriyel bir bozukluk olduğu düşünülmektedir. Otizmin etyolojisinde lipid metabolizmasında bozulmanın bulunduğuna dair kanıtlar giderek artmaktadır. Bu çalışmada otistik bozukluğu olan çocuk ve ergenlerin kolesterol düzeylerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya DSM – IV ölçütlerine göre otistik bozukluk tanısı alan 88 çocuk ve ergen alınmıştır. Bilinen her hangi bir genetik, metabolik ve/veya nörolojik hastalığı olan olgular çalışma dışı bırakılmıştır. Ortalama kolesterol düzeyi 150.5 ± 28.7 (81.0 – 230.0) mg / dl olarak bulunmuştur. On altı olgunun (% 18.2) kolesterol düzeyinin iki yaşından büyük çocuklar için 5. persantil değeri olan 100 mg/dl’den düşük olduğu görülmüştür. Bu bulgular kolesterol metabolizmasında bozulmanın otistik bozukluk etyolojisinde rol alabileceğini desteklemektedir. Otizm ile kolesterol metabolizması arasında ilişkiyi inceleyen daha ileri çalışmalara gereksinin bulunmaktadır.
Autism, a neurodevelopmental disorder, is defined by core abnormalities in reciprocal social interaction and communication, and by the presence of restrictive or stereotyped interests and behaviors. Its etiology is almost unclear however a number of factors is being investigated including genetic, infectious, metabolic and environmental causes. Recent findings suggest the role of abnormal lipid metabolism in autism. The aim of this study was to investigate the incidence of cholesterol deficiency in a group of subjects with autistic dis¬order (AD). Study group included 88 children and adolescents with autistic disorder according to DSM-IV criteria. Children with any diagnosed genetic, metabolic, or neurological disorders were excluded from the study. The mean cholesterol level was 150.5 ± 28.7 (81.0 – 230.0) mg / dl. Sixteen subjects (18.2 %) had a cholesterol level lower than 100 mg/dl, which is below the 5th centile. Our findings confirmed the high prevalence of abnormally low cholesterol levels in autistic disorder and support clinical significance regarding the possible role of cholesterol deficit in the etiology. Further studies are needed to investigate the relation between cholesterol metabolism and autism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bır Hem0fili A Vakasında Ve Eınde Aıds Hastalıgı
Hakkı Polat, Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan, Berkay Kırımlı
Araştırma makalesi
Özeti
Bır Hem0fili A Vakasında Ve Eınde Aıds Hastalıgı
A Case Of Aıds In PatIent WIth HeamophIlIa a.
Akkiz inumin yetmezlik sendronne (AIDS) ilk defa tip literattirtine 1981 yilinda gir,nicIir. 0 za-mandan bu yana AIDS bildirimlerinde adeta pat-lama olmu,slur. Ti•ari olarak hazirlanmq labor VIII verilen he-tnofilik hastalarda AIDS bildirilmigir. Banka kant tininlerinden fok, faktor VIII ile gemesinin sebebi; bir Unite jailor VIII 2000-50000 finite verici ka-mndan elde edilmesinden kaynaklanmaktadtr. Bit-0k cahpnada erickin hemofilik erkeklerde HIV enfeksiyon orannun % 50-90 arastrzda degiltigi liildirilrni, tit: Bunlardan ancak % I acikar klinik be-lirti vermekiedir. Henzofilik hastalarin kendileri, ve c0- cukiart risk alttndadirlar. Biz, klinigimizde tesbit ettigimiz ilk vakayz bil-dinnek, literature gOzden gecinnek ve dikkatleri tek-rar bu noktaya relonek istedik.
The acquired immune deficiency syndrome (AIDS) was first described in the ntedical literature in June 1981. Since that time there has been exp-losion in the number of reports of AIDS. AIDS has been reported in patients with ha-emophilic patients who were receiving commercially prepared factor VIII concentrate more than from blood- bank produced cryoprecipitate. This is pro-bably due to the fact that each unit of factor VIII concentrate is made from blood obtained from 2000-5000 blood donors. The prevalence of HIV infection amog adult ha-emophilic men in most studies is reported to range from %50-90 percent. About % 1 of these patients developed AIDS. The heamophilic patients and their heterosexually partner and their children are risk for AIDS We would like to present the first one case of AIDS in hemophilic patients and his wife in our cli-nic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Engin Günel, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Mezenter Kistının Sebep Olduğu Bir Barsak Tıkanması Vakası
A Case Of IntestInal ObstrucIIon Due Lo MesenterIc Cyst
Mezenterik kistler benign, uniloküler veya rnultiloküler yapıda, nadir görülen lezyonlardır. Nadir olmalarına karşılık bilhassa çocuklarda ölümcül komplikasyonlara sebep olabilmektedirler. Bu yazıda 3 aylık bir bebekle jejunumda basıya bağlı tıkanma oluşturan bir mezenter kisti vakası sunulmuştur.
Mesenterk cysts are uncom.rnon, benign, ımilocular ör multilocular cysts. Although !hese are rarely in population, !hey may present with potential life-threatening complications especially in children. in ankle a case of jejunal obstruction due to mesenteric cyst in a 3 morıthold infani was described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
Faruk Öktem, Said Bodur, Aziz Polat, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuk Hastaların S.iltıp Fakültesı Hastanesınden Yararlanma
An OvervIew On ServIce Referral For PedIatrIc Care At Selçuk UnIversIty Faculty Of MedIcIne
Çalışma, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesi çocuk polikliniğine 18-22 Kasım 1991 tarih-lerinde başvuran 222 hastanın refakatçileri ile görüşülerek yapıldı. Hastaların % 71 'inipüniversite hasranesini birinci basamak, ancak % 171sinin ü-çüncü basamak tedavi hizmeti almak için kullandığı görüldü. Üçüncü basamak başvurularda daha çok yalnız babalann refakat ettiği ve 0-6 yaşlarındaki hastalarda daha yüksek oranda olmak üzere polik-liniğimize erkek çocukların daha fazla getirildiği gözlendi (p<0.05). Çocuk hasta başvurularını, ö-zellikle sevkli hastalarda, haftanın son günlerine doğru azaldığı (p>0.05), ailelerin üçüncü ve daha sonraki çocuklarının her basamak için hizmetten daha az yararlandığı (p>0.05) belirlendi. Birinci basamak 'sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi„sos-yal güvencesi olsun. olmasın hastaların kademeli sevk sistemi içinde üniversite hastanelerinden ü-çüncü basamak tedavi hizmetin' almak üzere yarar-lanmasını sağhvacak düzenlemelerin yapılması, hem toplumun hem de sağlık kuruluşlarının yararına olacağı kanısındayiz.
This study was iınplemented on patients' parents or relatives who brought their children to the Polyc-clinic of Departmant of Pediatrics in Faculty of Me-dicine, Selçuk University between 18 and 22nd of November 1991. 1n this study it was observed that only 17 percent of patients had applied for tertiarv care wlüle 71 percent of diem had came for primarv care. Patients applying for tertiary care were usually brought to the hospital by their fathers and male pa-tients more in number and relatively higher in 0-6 age group (p<0.05). It was also observed that number of patients, e.specially of those referred, decreased to-wards weekend (p>0.05) and parents were utilizing less health service in each level of care for their third and more childs (p>0.05). We believe that it will be more usefid for both community and health organi-zations ta make primary health care services more effective and such regulations, in which university hospitals, vvithoıtt taking care of patients social insu-rance guarantees, just can be used for tertiary health care services a step-by-step referral system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavisi
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Erhan Yıldırım, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Büyük Çocuklarda Doğuştan Kalça Çıkığının Cerrahi Tedavisi
SurgIcal CorreotIon Of CongenItally DIslocated HIps In The Older ChIldren
Doğuştan kalça çıkığı olan, 5-11 yaşları arasında 18 ço-cuğun 21 kalçasına cerrahi tedavi yapıldı. Açık redüksiyon, Salter veya üçlü osteotomy ve femoral osteotomiler uygulandı. 15'i kız, üçü erkek olan hastalar en az bir yıl takip edildi. Radyolojik olarak Severin klasifikasyonuna göre değerlendirildi ve 19 kalça (%90) çok iyi ve iyi, iki kalça (%10) kötü olarak bulundu. iki kalçada tekrar çıkık meydana geldi ve bunlardan birinde femur başı avasküler nekrozu gelişti.
Surgical treatment was performed in 21 hips of 18 children aged 5-11 years with congenital hip dislocation. Open reduction, Salter or triple osteotomy and femoral osteotomies were performed. The patients, 15 girls and three boys, were followed for at least one year. It was evaluated radiologically according to the Severin classification and 19 hips (90%) were found to be very good and good, and two hips (10%) bad. Re-dislocations occurred in two hips and one of them developed avascular necrosis of the femoral head.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Ekrem Kadıoğlu, Şaban Gönül, Hasan Basri Velioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Intraocular ForeIgn Body DIagnosed 15 Years After Trauma
Penetran göz yaralanmalarının sebep olduğu göz içi yabancı cismi (GİYC), cismin lokalizasyonu, boyutu ve niteliğine göre çeşitli bulgulara sebep olabilir. Bununla birlikte nadir olarak GİYC herhangi bir şikayete neden olmadan yıllarca sessiz kalabilir. Biz bu çalışmada travmadan 13 yıl sonra sık tekrarlayan ön üveite neden olan ve kataraktın bulunduğu bir hastada tespit ettiğimiz göz içi yabancı cisim olgusunu sunuyoruz. 31 yaşında erkek hasta iki senedir mevcut olan sol gözde görme azlığı ve ataklar şeklinde gelişen ağrı, kızarıklık, ışık hassasiyeti şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine basvurdu. 15 yıl önce yakınında seramik veya porselen türü bir cismin patlamasıyla sol gözünden yaralanma öyksü mevcuttu. Ön segment muayenesinde sol gözde saat 2 hizasında periferik korneada minimal nefelyon, 2x1 mm boyutlarnda periferik iris defekti, ön kamarada grade 2 hücre reaksiyonu ve arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Orbital bilgisayarlı tomografi tetkikinde sol glob içerisinde arka kutupta yerleşen 3x2mm boyutlarında, hiperdens yabancı cisim saptandı. Nedeni açıklanamayan üveit olgularında, hasta özellikle çocuk ve genç yaş gurubunda ise göz içi yabancı cisim olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Intraocular foreign body (IOFB) caused by penetrating eye injuries may lead to various findings by depending on the location, size and nature. However, in rare cases IOFB may remain silent for years without any complaint. In this study, we present the case of IOFB causing recurrent anterior uveitis 13 years after trauma in the patient with cataract. A 31-year-old male patient admitted to Ophthalmology department with the complaint of decreased vision which have been two years and pain, redness, light sensitivity with attacks in left eye. 15 years ago, a history of left eye injury occurred with exploding an object type of ceramic or porcelain was present. On the anterior segment examination, minimal peripheral corneal nefelyon at 2 hours position, peripheral iris defect size of 2x1 mm, grade 2 cell reaction in anterior chamber and posterior subcapsular cataract were present in left eye. In computerized tomography scan was detected the hyperdense foreign body placed in the posterior pole at the size of 3x2mm within the left globe. The possibility of intraocular foreign body should be kept in mind in patients with idiopathic uveitis specially in children and young people.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Haluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim Aspirasyonları
Burhan Apilioğulları, Sami Ceran, Gürcan Koşal, Ahmet Dumanlı
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Trakeobronşial Yabancı Cisim Aspirasyonları
TracheabronchIal ForeIgn Body AspIratIons In ChIldren
Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) pediatrik yaş grubunda sık görülen ciddi bir sorundur. Tanı ve müdahale de gecikme hayatı tehdit eden bir duruma neden olabilir. Özellikle 3 yaş altı çocuklarda çevreye ve objelere karşı artan ilgi vardır ve nöromuskuler mekanizmaları yeterince gelişmemiştir. Molar dişlerinin olmaması, çiğneme işleminin efektif yapılamaması gibi etkenler de özellikle YCA bu yaş grubunda yüksek olmasının başlıca nedenleridir. YCA’ya maruz kalmış hastanın tanıdan hemen sonra, rijit bronkoskopi imkânının bulunduğu bir hastaneye zaman kaybetmeden sevk edilmesi hayati önem taşımaktadır. Biz bu çalışmamızda, kliniğimizde müdahale edilen 47 hastayı retrospektif olarak, başvuru anındaki klinik semptomu, yaş, cinsiyet, yabancı cismin (YC) natürü, yerleşim yeri, pozitif radyolojik bulgu, olay anı ile hastaneye başvurduğu zamanı olarak inceledik.
47 hastanın; 29 erkek (%63), 18 bayandı (%37), yaşları 3 ay ile 8 yaş arasında değişmekteydi. 37 hastanın yaşı (%80) 3 yaşın altındaydı. Hastaların başvuru anında asıl şikayet olarak, 37’nde öksürük (%80), 23 hastada hırıltılı solunum (%50), 15 hastada nefes darlığı (%32,6), 5 hastada geçmeyen enfeksiyon (%10,8), 2 hastada yüksek ateş (%4,3) vardı. 37 hastada (%78) çıkartılan yabancı cisim organik kökenli (çekirdek içi veya kabuğu, fıstık, fındık parçaları ve benzeri) iken 10 hastada (%22) inorganik yabancı cisime rastlandı (kalem ucu, oyuncak parçası, sibop, plastik parçalar gibi.).YC 18 hastada (%39) sağ ana bronşta, 25 hastada (%51) sol ana bronşta, 4 hastada (8,7) ise trakeada yerleşmişti. 18 hastanın (%39) radyolojik olarak herhangi bir bulgusu yoktu, 11 hastada (%23,9) anamnez mevcut ancak göğüs muayenesinde dinleme bulgusu normaldi, 23 hasta olay olduktan sonraki ilk 24 saat içinde kliniğimize başvurmuşken, 24 hasta olay olduktan sonraki 24 saati geçen zaman diliminde kliniğimize başvurmuştu.
Çalışmamızın sonuçları genel olarak literatüre uyumlu olmakla beraber, YC yerleşim yeri açısından %51 ile sol ana bronşun öne çıkmasıyla literatürden farklılık gösterdi.
Foreign body aspiration (FBA) is a serious problem especially in pediatric age group. Delay in diagnosis and intervention can lead to a life-threatening condition. Young children are more concerned with the environment and neuromuscular mechanisms do not develop sufficiently. Factors such as lack of molar teeth and failure to perform chewing are the main causes of high FBA in children under 3 years of age. It is of vital importance that the patient is referred to a hospital where a rigid bronchoscopy can be performed quickly after the diagnosis. We retrospectively evaluated 47 patients who were treated in our clinic such as clinical symptoms, age, gender, foreign body (FB), location, positive radiological findings, and duration of stay.
47 patients; 29 male (63%), 18 female (37%), age ranging from 3 months to 8 years. The age of the 37 patients (80%) was below the age of 3 years. The main complaint at the time of admission was cough (80%) in 37 patients, wheezing in 23 patients (50%), shortness of breath in 15 patients (32.6%), infection in 5 patients (10.8%), high in 2 patients. there was fever (4.3%). In 37 patients (78%), the foreign body was of organic origin (such as inside or outside the shell, peanuts, hazelnut pieces) while in 10 patients (22%), an inorganic foreign object was found (such as a pen tip, a toy part, plastic parts, etc.). FB was located in the right main bronchus in 18 patients (39%), in the left main bronchus in 25 patients (51%) and in the trachea in 4 patients (8.7). There were no radiological findings in 18 patients (39%). Although 11 patients (23.9%) were anamnesis, their findings were normal. Twenty-three patients applied to our clinic within the first 24 hours after the event, and 24 patients were admitted to our clinic 24 hours after the event.
Although the results were generally consistent with the literature, the left main bronchus was 51% in terms of the localization of FB.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Denizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital Malformasyontar
Aziz Polat, Fahir Demirkan, Zafer Aybek
Araştırma makalesi
Özeti
Denizli İlinde 0-18 Aylik Cocuklarda Goriilen Konjenital Malformasyontar
CongenItal MalformatIons Seen In ChIldren Aged 0-18 Months In DenIzlI ProvInce
Bu calqinada yaVart 0-18 ay arasinda 667 cocukta konjenital malformasvon a•ytirddt. % 3.9 major, % 6.6 minor malPonasyon tespit edildi. Malformasvonlu cocuklarda erkekiktz °win 3.4/1, anne-babalar arastnda akraba evliligi °rant % 9.8 idi. Minor ye major dim malliirmasvonlarin % 65.7'si arogenital sistemde. (70 17.1 'i iskelet sis-teminde, % 4.37i santral sinir sisteminde, % 4.3w gastrointestinal sistemde, % 8.6'st diger sistemlerde bulundu. Hipospadias, sindaktili, vartk duck& Ye damak anomalileri diger bolgelere göre viiksek bulundu
Six hundred and sixty seven children, aged 0-18 months, were screened for congenital malformations in Denizli front December 1995 to February 1996. As a result of this study, the prevalance of major inc were 3.9 % and minor malformations were 6.6 %, respectively. The incidence of parental consanguinity was 9.8 % and the ratio of boylgirl was 3.411, among children with malformations. When all malformations were considered the per-cent of malformations were as follows: 65.7 % uro-genital system, 17.1 % skeletal system, 4.3 % central nervous system, 4.3 % gastrointestinal system, and 8.6 % other systems. Anomalies such as hypospadias. syndactyly, cleft lip and palate were found to be higher than other regions of Turkey
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukta Distal Falanksın Seymour Kırığı
Murat Kayıpmaz
Olgu sunumu
Özeti
Çocukta Distal Falanksın Seymour Kırığı
Seymour Fracture Of DIstal Phalanx In A ChIld
Çocuklarda el distal falanks epifizleri kapanmadan önce büyüme plağında kırıklar meydana gelebilir. Ekstansör ve fleksör tendonlarının asimetrik yapışmasından dolayı genç çocuklarda bu yaralanmanın klinik belirtisi çekiç parmak deformitesine benzer. 13 yaşında erkek, araba kapısına elini sıkıştırma nedeniyle acil servise başvurduğunda yapılan tetkikler sonucu Seymour kırığı tanısı konuldu. Kırıklar Kirschner teli (K teli) ile tespit edildi ve komplikasyonsuz iyileşti. Bu olgu sebebiyle, başka yaralanmalara benzetilen Seymour kırığının bu ilginç kırık paterni, tanı ve tedavisi literatür eşliğinde incelendi.
In children, fracture may occur in growth plate before the epiphysis of hand distal phalanx become closed. Because of the asymmetry of the insertions of the extensor and the flexor tendons, the clinical manifestation of this injury in young children mimics a mallet finger deformity. When admitted to the emergency service due to the hand squeezing in the door of the car, the 13-year-old male child was diagnosed with Seymour fracture as a result of investigations. Fractures were fixed by a Kirschner wire (K wire) and healed without complications. Because of this case, the diagnosis and treatment of Seymour fracture‘s interesting pattern which resembles other injuries, have been researched with the accompaniment of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
H G Kshamaa, Aswath Manju, Aswath Padmanabha
Araştırma makalesi
Özeti
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
BehavIoural Problems In Adolescent ChIldren Of AlcoholIcs.
Bağlam: Alkol bağımlılığı sendromu hem bireyleri hem de aileyi etkileyen önemli bir sorundur. Alkole bağımlı ebeveynlerin çocukları birçok davranış problemine karşı savunmasızdır. Batıdaki çalışmalar, bu çocuklarda hem içsel hem de dışsal semptomları göstermiştir.
Amaç: Alkole bağımlı ebeveynlerin yavrularında psikolojik işlevlerini ve alkol bağımlılığının şiddeti ile ilişkilerini değerlendirmek.
Ayarlar ve Tasarım:
Bu çalışma Bangalore'deki bir üçüncü basamak hastanenin Psikiyatri Bölümü'nde bir yıllık bir süre içinde yürütülmüştür. Alkol bağımlılığı olan 11 baba ile 18 yaş arasındaki 80 çocuğa yaklaşıldı.
Yöntem ve Gereç: Ebeveynin ve çocuğun sosyografik demografik bilgileri yarı yapılandırılmış bir Performa tarafından bilgilendirilmiş onam alınarak toplandı. Alkol bağımlılığının şiddeti Alkol Bağımlılığı Şiddeti Anketi (SADQ) kullanılarak değerlendirildi. Çocukların psikolojik işlevleri Gençlik Öz Raporlama Ölçeği (YSR) kullanılarak değerlendirildi.
Kullanılan istatistiksel analiz: SPSS V20
Bulgular: Değerlendirilen 80 çocuktan 41'i erkek, 39'u kadındı. % 47.5'i anlamlı içselleştirme belirtileri ve% 48.7'si önemli dışsallaştırma belirtileri gösterdi. İçselleştirme puanları kızlarla daha yüksek korelasyona sahipti (P - 0.004) ve erkeklerde dışsallaştırma semptomları (P - 0.008). Ancak babada bağımlılığın şiddeti ile korelasyon bulunmadı.
Sonuç: Alkol bağımlısı babaların çocuklarında dışsallaştırma ve içselleştirme davranışları açısından psikiyatrik morbidite prevalansının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu sorunların erken teşhisi ve müdahale bu grupta daha iyi çalışmayı sağlayacaktır.
Context: Alcohol dependence syndrome is a major problem affecting both individuals and their family. Children of alcohol dependent parents are vulnerable to a host of behavioural problems. Studies in the west have shown both internalizing and externalizing symptoms in these children.
Aims: To assess the psychological functioning in offspring of alcohol dependent parents and its association with severity of alcohol dependence.
Settings and Design: This study was conducted at the Department of Psychiatry of a Tertiary hospital in Bangalore spanning a period of one year. Eighty children aged 11 years - 18 years, along with their alcohol dependent fathers were included.
Methods and Material: Socio demographic details of the parent and the child were collected by a semi structured Performa along with informed consent. Alcohol dependence was diagnosed based on ICD 10 criteria. Severity of Alcohol dependence was assessed using Severity of Alcohol Dependence Questionnaire (SADQ). Psychological functioning of the children was assessed using Youth Self Report Scale (YSR).
Statistical analysis used: descriptive statistics, and Chi-square test
Results: Among 80 children assessed 41 were males and 39 were females. 47.5% of them showed significant internalizing symptoms and 48.7% significant externalizing symptoms. Internalizing scores had higher correlation with girls (P – 0.004) and externalizing symptoms in boys (P – 0.008). However no correlation was found with severity of dependence in the father.
Conclusions: It was found that there was high prevalence of psychiatric morbidity in terms of externalizing and internalizing behaviours in children of alcohol dependent fathers. Thus early detection of these problems and intervention would ensure improved functioning in this group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Mustafa Yel, Recep Memik, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Smooth PInnIng In Femoral Neck Fractures Of Chlldren Aged NIne Years Old And Younger
Amaç: Bu çalışmada çocuk femur boyun kırıklarında uyguladığımız kapalı redüksiyon, perkütan Kirshner teli ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı sonuçlarımızı ve karşılaştığımız problemleri bildirdik. Gereç ve Yöntem: Femur boyun kırığı nedeniyle 1986-1998 yılları arasında tedavi edilen 48 hastanın 49 kalçası bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar ortalama 6.2 yaşındaydı (2-9 yaş arası). Colonna sınıflamasına göre dört kalça tip I, 27 kalça tip II, 16 kalça tip III, iki kalça tip IV olarak ayrıldı. Tüm hastalara fraksiyon masasında C-kollu skopi cihazı ile kapalı redüksiyon, perkütan yada açık ameliyat ile 2 veya 3 mm’lik Kirshner telleri ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı uygulandı. Bulgular: Hastalar ortalama 43 ay (27-163 ay arası) takip edilip, Ratliff değerlendirme kriterlerine göre değerlendirildiler. Buna göre 39 (%79.6) kalça iyi, 9 (%18.4) kalça orta, 1 (%2) kalça kötü olarak değerlendirildi. Komplikasyon olarak 10 (%20.4) kalçada avasküler nekroz, erken epifiz plağı kapanması 3(%6.1) kalçada, kaynamama 3(%6.1) kalçada, varus deformitesi 5(%10) kalçada, Kirshner teli gevşemesi ve geriye çıkması 3(%6.1) kalçada tespit edildi. Sonuç: Çocuk femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde düz çivilerin uygulanması epifiz plağına daha az zarar verir, perkütan uygulama ile daha kısa süreli ameliyat yanında çivilerin çıkarılmasıda kolaydır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda femur boyun kırıklarında kompresyon yapan sistemlere ihtiyaç duyulmadan kırık kaynaması elde edilebilmektedir. Düz çivilerin kullanıldığı bu çalışmada görülen komplikasyonlar çoğunlukla yivli internal tespit araçlarının kullanıldığı diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmamıştır.
Introduction: İn this study, we presented the results of smooth pinning which is a less aggressive surgical procedure with pelvipedal cast application in fractures of the neck of the femur in children. Materials and Methods: This study covers the results of surgically treated 48 hips of 49 children with fractured neck of femur who were admitted to our clinic betvveen 1986-1998. The mean age was 6.2 years (range 2-9 years). According to Colonna classification, four hips were type I, 27 hips were type II, 16 hips were type III, and two hips were type IV. İn ali patients, closed reduction with three or four percutaneus or öpen surgical smooth pins of two or three millimeters in diameter was applied using image intensifier and traction table. Pelvipedal cast was applied postoperatively. Results: Patients were follovved for 43 months (range 27-163 months) and the results were assessed using Ratliff’s criteria. Thirty-nine (79.6%) hips had good, nine (18.4%) hips had fair, one (2%) hip had poor results. Complications included avascular necrosis in 10 hips, prematüre closure of the epiphyseal plate in 3 hips, non-union in 3 hips, varus deformity in five hips, pin loosening in three hips. Conclusion: We realized that smooth pins were advantageous as their damages on epiphyseal plate were less, their percutaneus applications were easier and removing them by minör surgical procedures was possible. Unlike in adults, the femoral fractures in children are healed easily vvithout using compressive systems. İn relation to this, we observed that smooth pins had no negative effects in fracture union. The complication rates in this study were not higher than other studies reported in the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
Alaaddin Dilsiz, Aytekin Kaymakçı, Osman Güler, Burhan Köseoğlu, Fatma Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocukluk Çağı İnvajinasyonları
ChIldhood IntussusceptIon
Invajinasyon çocukluk çağında en sık rastlanan barsak tıkanıklık nedenidir. S.Ü.T.F. Çocuk cerrahisinde tedavi edilen 11 in-vajinasyonlu hasta retrospektif olarak değelendirildi. Yaş dağılımı, semptom ve bulgular açısından, diğer yayınlarla benzerlik görülürken, farklı olarak kızların çokluğu (K1E:912), hastaların kliniğe geç başvur-duğu, barsak redüksiyon oranının yüksekliği dikkati çekti. Rezeksiyon oranı ile hastaların geç gelişi birbiri ile ilişkili idi. Bu da hastaların yanlış tanı ve tedavi ile zaman kaybetmesine bağlandı.
Intussusception is the most common cause of intestinal obstruction in childhood. 11 children with intussusception were retrospectively reviewed in the departmant of pediatric surgery in Selçuk Üniversity medical faculty. Age configuration, symptoms and signs were similar with the other reports, but most of the patients were girls (girl I boy:9/2) and (his made the difference. Besides intestine resection ratio was high and the patients presentations in hospital were lale. There is a relationship between resection ratio and the patients lale presentations. And this was related to the loss of time with the wrong diagnosis and treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli Psikodermatozlar
Ayhan Bilgiç, Özlem Bilgiç
Derleme
Özeti
Çocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli Psikodermatozlar
PsychophysIologIc Based PsychodermatosIs In ChIldren And Adolescents
Psikiyatrik bozuklukların ve stresin cilt hastalıklarının ortaya çıkması ve alevlenmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Öte yandan, cilt hastalıklarının sıklıkla anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesinde bozulma ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu nedenle psikiyatrik durum ile cilt hastalıkları arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu varsayılabilir. Buna karşın, olguların önemli bir bölümünde cilt hastalıkları yetişkinlikten önce başlasa da çocuk ve ergenlerde cilt hastalıkları ile psikiyatrik morbidite arasındaki ilişki hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Bu makalede, psikofizyolojik kökenli çocukluk çağı psikodermatozları ve bu hastalıklar hakkındaki güncel bilimsel bakış açısı tartışılacaktır.
Psychiatric disorders and psychological stress has been implicated as a potential trigger in onset and exacerbation of dermatological diseases. Additionally, skin diseases have often been found to be associated with anxiety, depression and impaired quality of life. Therefore, it may be considered that there are a reciprocal influence between psychiatric status and skin diseases. Although significant majority of the cases begin before adulthood, limited data are available about relationship between skin disease and psychiatric morbidity in childhood and adolescence. In this article, psychodermatologic disorders in these age groups and our current scientific knowledge on these disorders will be discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
Haluk Yavuz, Orhan Çelik, Hasan Koç, Ahmet Özel, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Anaflaktoid Purpuralı 106 Çocuğun Incelenmesı
A Report Of 106 ChIldren WIth AnaphylactoId Purpura
1983-1990 yılları arasında anaflaktoid purpura teşhisi konulan 106 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalığın en çok 5-14 yaşları arasında görüldüğü, cinsiyet ayrımı= olmadığı gözlendi. Başta solunum yolları enfeksiyonu olmak üzere, hastaların %38 inde predispozan faktörler tesbit edildi. Hastaneye başlıca getiriliş sebepleri döküntü ile karın ve ekstremite ağristydı. Hasta-ların %100 önde derinin, %65 inde gastrointestinal sistemin, %42 sinde bobrekler ve ekstremitelerin etkilendiği tesbit edildi. Deri belirtileri kendisini daha çok alt ekstremile ve kalçalarda olmak üzere purpura ve peteşi şeklinde gösterdi. Gastrointestinal tutulumu olanların %38 inde kanama bulunurken, bir hastada pankreatit olduğu anlaşıldı. Hastalık vakaların %15 inde nüks gösterdi. Sedimantasyon ve protrombin zamanında uzama, CRP in pozitifleşmesi, ASO nun yükselmesi önemli laboratuvar anor-mallikleriydi. Bir hastada steroid tedavisi sırasında ileum perforasyonu geliştiği dikkati çekti.
In this retrospective investigation, 106 children diagnosed as anaphylactoid purpura between 1983-1990 were evaluated. The disease was mostly encountered 5-14 years old. There was no sex predilection. 38% of the patients had predisposan factors and most of them were respiratory tract in-fections. The important symptorns were cutaneous manifestations, abdornirzal pain, limp pain consec-utively. Skin (100%), gastrointestinal system (65%), kidneys and musculoskeletal system (42%) were mainly allected. The leading cutaneous manifestations were purpuras and petechias. 38% of the pa-tients with gastrointestinal manifestations had hemorrhage. One patient was diagnosed as pancreaii-tis. The percent of the recurrences was 15%. The noticable laboratory abnormalities were the increas-ing of erythrocyte sedimentation rate, the elongation of prothrombin time, CRP and ASO positivity. [Jetirn perforation was developed during corticosteroid therapy in a case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Astım Patogenezi
İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Derleme
Özeti
Astım Patogenezi
PathogenesIs Of Asthma
Astım dünyanın pek çok ülkesinde gerek çocukların gerekse erişkinlerin en sık görülen hastalıklarından birisidir. Astımın; genetik yatkınlık, vira! enfeksiyonlar, inhaler allerjenler, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi birçok faktörün neden olduğu hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Bu inflamasyonun temelinde Th2 tip lenfositlerin ve eozinofillerin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak astımın patogenezi konusundaki bil gilerimizin artması, astım prevelansındaki artışı engelleyememiştir. Bu nedenle 21. yüzyılın başlarında bulun duğumuz şu yıllarda astım, önemli bir sağlık sorunu olma özelliğini hala korumaktadır.
Asthma is one ofthe commonest diseases in children and adults İn many countries. The prevalence of asthma has dramatically increased in recent years. The development of asthma depend on an interaction between genetic factors, environmental exposure to allergens, and nonspesific adjuvant factors such as tobacco smoke, air pollu- tion, and vira! infections. These factors initiates a series of immunological changes, resulting in airvvay inflamma- tion. The airvvay inflammatory process is characterized by chronic eosinophilic and Th2 type lymphocytic infiltra- tion. Although the knovvledge about asthma pathogenesis has increased, the prevalence of asthma has not decreased. Therefore, the asthma stili is a threat for the society’s health at the beginning of the 21 st century.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Ahmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Talipes Ekinovarusun Tedavi Sonuçları
The Results Of Treatment In Talıpes Equınovarus
Bu makalede, 98 çocuktaki 128 ıalipes ekinova-rus deformitesinin tedavi sonuçlarını retrospektif o-larak inceledik. Bu ayakların konsemıtif ve cerrahi tedavileri, 1983 ve 1991 yılları arasında Selçuk Ü-niversitesi Tıp Fakültesi Onopedi ve Travmatoloji kliniğinde yapılmıştır. Tedavisi yapılan çoçuklann yaş ortalaması 9.4 aydır. Konservauf tedavi _yapılan çocukların yaş ortalaması 46 gün olup. bu yaş or-talaması , cerrahi tedavi gören çocuklarda 34 ay olmuştur. K<ınse rvat İf tedavi 69 çocuğun 93 ayağına uygulandı. Konservatif ve cerrahi tedavinin beraber yapıldığı grup ile sadece cerrahi tedavi yapılan grupta 47 çocuğun 58 ayağı tedavi edildi. Tedavi sonrası ortalama takip süresi 37 aydır. Sonuçlar Main ı•e ark. (11 uyguladığı kriterlere göre değer-lendirildi. Bu kriterlere göre konseri:Of tedavi ile %59, konservatif ve cerrahi tedavi ile %82 ve Yalnız cerrahi tedavi ile %91'lik başarı sağlanmıştır.
We retrospectively investigated the cases of 98 children having 128 talipes equinovarus. Their conservative and surgical treatment were performed at the Department of OnItopaedics and Traumatology, Faculty of Medicine, Selçuk University between 1983 to 1991. Overall average age was 9.4 rnontlıs. The man age of consen;atively and surgically treated groups were 46 days and 34 ınonths, respectively. Conservative treatment was used .for 93 feet of 69 children... Surgical treatment with and without conservative treatment was done on 47 children with 58 feet. The avarege follow-up period was 37 months. The results were evaluted by the criteria of Main et al (1). The sucsess rates of the conservative, conservative plus surgical and surgi-cal treatment were 59 %, 82 % and 91 %, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
Semih Erden, Kevser Nalbant
Derleme
Özeti
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
AutIsm Spectrum DIsorder And Prenatal RIsk Factors
\r\n Otizm spektrum bozukluğu, sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğu ile kısıtlı ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterize nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm yaklaşık 68 çocukta 1 görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda görülme sıklığının arttığı bildirilmekte olup bu artışın bilgi ve farkındalığın artması ve tanı ölçütlerinin değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmekle birlikte yapılan çalışmalarda çevresel faktörler ve bunların henüz bilinmeyen genetik bir takım etkenlerle ilişkisinin de bu artışa katkı sağladığı düşünülmektedir. Nörogelişimsel olarak önemli ve kırılgan bir dönem olan prenatal dönemde çocuğun maruz kaldığı çevresel faktörlerin otizm spektrum bozukluğu gelişmesi açısından risk etkeni olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Gebelik döneminde özellikle valproik asit, terbutalin, selektif serotonin geri alım inhibitörleri gibi ilaçlarla otizm spektrum bozukluğu arasında bir ilişki olduğu, bu dönemde ağır metal ve pestisite maruz kalmanın otizm spektrum bozukluğu riskini arttırdığı, yoğun sigara, alkol ve madde kullanımının nörogelişimsel süreci sekteye uğrattığı, gebelik döneminde geçirilen gestasyonel diyabet, otoimmun hastalıklar, enfeksiyonlar ve uzamış ateşin inflamatuar süreçler aracılığıyla otizm spektrum bozukluğu riskini artırabileceği bildirilmektedir. Göç, mevsimler ve gebelik döneminde maruz kalınan hava kirliliğininde risk artışına etkisi olduğu bildirilmiş ve daha fazla epidemiyolojik çalışmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. otizm spektrum bozukluğu ile ilişkili çevresel etkenlerin tanınması, anne adaylarının bu risk etkenleri ile ilgili bilgilendirilmesinin sağlanarak bu etkenlerden uzak durmaları veya bu etkenlerin elimine edilmesi ile otizm spektrum bozukluğu riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceğinden bu alanda yapılan çalışmaların derlenmesi ve risklerin ortaya konulması özellikle önemlidir. Bu gözden geçirmede son dönemde sayısı artan prenatal etkenler ile ilgili yapılan çalışmaların derlenerek bütüncül olarak ele almasının kolaylaştırılması hedeflemektedir.
\r\n
\r\n Autism spectrum disorder is a neuro-developmental disorder characterized by social interaction and communication, and restricted and repetitive behaviors. Autism is seen in nearly one of 68 children. The incidence is reported to increase, and the increase is suggested to arise from increased information, awareness and alterations in diagnostic criteria. However, environmental factors and their relationships to several unknown genetic factors are also considered to contribute to the increase. The assessment of whether environmental factors lead to risks for autism spectrum disorder in perinatal period, especially when children are exposed to these factors in a neurodevelopmentally important and fragile stage, is so important. It is reported that in pregnancy, there is an association between autism spectrum disorder, and exposure to such drugs as valporic acid, terbutaline and Selective Seratonin Reuptake Inhibitors.Exposure to heavy metals and pesticides increases the risk of autism spectrum disorder.Intense smoking, and alcohol consumption and drugsdisrupt neurodevelopmental process, Also, gestational diabetes may elavate the risk of autism spectrum disorder due to autoimmunal disorders, infections and inflammatory pocesse of prolonged fever. Migration, seasons and air pollution exposed in pregnancy are also reported to affect autism spectrum disorder risk. The awareness level between environmental factors and autism spectrum disorder should be increased among prospective mothers, and these mothers should be trained as to the risk factors. Because prospective mothers avoid these factors, or the elimination of these factors should be beneficial for reducing autism spectrum disorder risk, analyzing related studies and enlightening risk factors are especially important. Here, we aimed at revising recent studies related to prenatal factors from a holistic perspective.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıp I Diabetes Mellitusta Serum Çınko Seviyelerınin İncelenmesi
İbrahim Erkul, Ruhuşen Kutlu, Naci Bor, Gülay Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Tıp I Diabetes Mellitusta Serum Çınko Seviyelerınin İncelenmesi
Serum Zınc Levels In Ch1ldren Wıth Type I Dıabetes Mellıtus
Tıp I diabetes mellituslu çocuklarda serum çinko seviyelerindeki değişiklikleri incelemek üzere 23 hasta ve 16 kontrol grubunda elde edilen değerleri karşılaştırdık. Diabetik grupta ortalama serum çinko seviyesi 78.00 -T_4.016 ugr/100 ml, kontrol grubunda ise ortalama 76.875-T-3.366 ugr/100 ml. bulundu. iki grup arasındaki farklılık istatistiki olarak önemsiz idi (P>0.05).
In order tü investigate the differences of the serum zinc levels in children with type I diabetes mellitus we cornpared the values in 23 patients and 16 control group. The mean zinc level has been found 78.00-T-4.016 ugr/100 mi. in dia-betic group and 76.875-3.366 ugr/100 mi. incontrol group. The differences between two groups vere statistically not important (P>0.05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çesıtlı Yaslardakı Insan Kafataslarında Sutur Yapılarının Incelenmesı
Taner Ziylan, Mustafa Büyükmumcu, Ömer Faruk Cihan, Nurcan Sert, Nilsel Okudan
Araştırma makalesi
Özeti
Çesıtlı Yaslardakı Insan Kafataslarında Sutur Yapılarının Incelenmesı
InvestIgatIon Of Suture Patterns Of Human Skulls In VarIous Age
Bu çalışmada Selcuk Universitesi. Hacettepe yersitesi ye Ege Universitesi Tip Fakilltelerinin Ana-tomi Anabilim Dallarinin arsivierindeki 100 ka-fata-sinda Ayrica 30 ilkogretint ragmdaki roctiOn radiografileri anterior-posterior pozisyonda- rekilerek, gew yaslarda kafatasi dik4 dii:eni tayin edilmeye Lambdoid ve koronal suturlart, dik4 sekillerirte ve clikis alanlanna gore birbirlerivle Bu ralgmada. kafatasina gore de-gisiklik az garlikn dlikis ,yekilleri go: online Dik4 sekiller irie ve dikislerin alan-lama gore gene Ye yaVt kafataslarutda bir gozlenenteini4tir. Ya§li kafataslarinda kaybolduktt Metopik dik4leri ohm kafataslarinda kemik adaoklartnin varliguta de‘Nik yaytnlarda rastlandtgi gib/ bu rafts-mac/a da rastlanim stir.
Suture patterns of 100 skulls front the archives of anatong departments of medical schools of Selruk, flacettepe and Aegean Univers* ---ilswer-e in-vestigated. Also antero-posterior cranial ra-diography of 30 elementary school children were obtained to determine the cranial suture patterns at youngers ages. LainbdOid and COR-a sutures were compared -with each other in terms of sutural pattern forms and the area of 3-untre patterns. The morphologic he-terogeneity of cranial sutures were also studied. In this study age dependent sutural pattern can not be assertaineed. The obliteration of sutures occur with ageing. Metopic sutures containing skulls also had l'OrMian bones corallary to other studies published else villere.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
Cengiz Kılıcaslan, Hüseyin Mutlu, Ekrem Taha Sert, Kamil Kokulu
Araştırma makalesi
Özeti
Pediatrik Acil Servise Yanık İle Başvuran Çocuklarda Dikkat Eksikliği V E Hiperaktivite Bozukluğu Prevalansı
The Prevalence Of AttentIon DefIcIt HyperactIvIty DIsorder In ChIldren AdmItted To The PedIatrIc Emergency Room WIth Burns
Amaç: Yanık, özellikle çocukluk döneminde sık görülen bir durumdur. Yanık oluşan çocuklarda, dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) semptomlarının görülme sıklığını belirlemek ve sağlıklı çocuklarla
karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ağustos 2019- Nisan 2021 tarihleri arasında yürütülmüştür.
Çalışma grubu, çocuk acil servise yanık nedeni ile başvuran 3-16 yaş arası çocuk hastalardan seçildi.
Kontrol grubu, travma dışı sebeplerle çocuk acil servise başvuran 3-16 yaş arası çocuklardan seçildi. Her
iki grubun da kültürel ve demografik özellikleri benzerdi. Her iki gruba da İlk müdahale ve stabilizasyondan
sonra revize edilmiş Conners Ebeveyn Derecelendirme Ölçekleri ( CPRS-R) uygulandı.
Bulgular: Çalışma grubu 143 kişiden oluşturuldu yaş ortalaması 6,93 ± 2,96 yıl (dağılım: 3-16) ve 69'u
(%48,3) kızdı. Kontrol grubu yaş ortalaması 6.72 ± 2.48 yıl (dağılım: 3-16) olan 140 çocuktan oluşmaktaydı
ve olguların %49.3'ü kızdı. İki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
yoktu (sırasıyla p = 0.36, 0.84). Yanıkların en sık nedeni( %69.2) sıcak su veya yağdan oluşmaktaydı.
Yanıkların büyük bir kısmı (%89,5) ayaktan müdahale sonrası acil servisten taburcu edildi. CPRS-R'nin
hesaplanan tüm alt ölçek puanları; -bilişsel problemler/dikkatsizlik alt ölçek puanları dışında- çalışma
grubunda, kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti. Çalışma grubundaki ebeveynlerin eğitim
durumu kontrol grubundakilere göre daha yüksekti.
Sonuç: Bizim bulgularımız acil servise yanık yaralanmaları nedeniyle başvuran çocuklarda DEHB
belirtilerinin görülme sıklığının yüksek olabileceğini gösterme ktedir.
Aim: Burns are common, especially in children. Here, we aimed to determine incidence of attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) symptoms in children with burns a nd compare them with healthy children.
Patients and Methods: This prospective study was conducted between August 2019 and April 2021. The
study group consisted of pediatric patients aged between 3-16 years admitted to the pediatric emergency
with burns. Children aged between 3-16 years admitted for non-traumatic reasons also constituted the
controls. Cultural and demographic characteristics of both groups were similar. After initial intervention
and stabilization, the revised Conners’ Parental Rating Scale (CPRS-R) was applied to both groups.
Results: The study group consisted of 143 individuals with a mean age of 6.93±2.96 years, and 69
(48.3%) were girls. The control group consisted of 140 children (mean age: 6.72±2.48 ranging between
3-16 years), and 49.3% were girls. There was no statistically significant difference between both groups
regarding age and gender (p=0.36, 0.84, respectively). The most common cause of burns (69.2%)
was exposure to hot water or oil spill. Most of the victims due to burns (89.5%) were discharged from
emergency after outpatient intervention. All subscale scores calculated through CPRS-R, except for
cognitive problems/inattention subscale scores, were significantly higher in the study group than the
controls. The educational status of the parents in the study group was hi gher than those of the controls.
Conclusion: Our findings indicated that the incidence of ADHD symptoms may be higher in children
admitted to the emergency department due to burn injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adölesan Annelerin Sosyodemografik Özelliklerinin, Anksiyete Ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirilmesi: Ağrı İli Örneklemi
Halil Kara, Mahmoud Almbaidheen, Ebru Sağlam
Araştırma makalesi
Özeti
Adölesan Annelerin Sosyodemografik Özelliklerinin, Anksiyete Ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirilmesi: Ağrı İli Örneklemi
EvaluatIon Of SocIodemographIc CharacterIstIcs, AnxIety And DepressIon Levels Of Adolescent Mothers: Sample Of Ağrı ProvInce
Amaç: Evlilik izni için yönlendirilen adölesan annelerin sosyodemografik özelliklerinin, anksiyete ve depresyon düzeylerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: 2018-2020 tarihleri arasında evlilik izni için polikliniğe başvurduğu dönemde anne olan 65 ergen olgu dahil edilmiştir. Olguların psikiyatrik değerlendirmelerini içeren hastane kayıtları, sosyodemografik verileri ve düzenlenmiş adli raporları retrospektif olarak incelenmiştir. Değerlendirildiği dönemde depresyon ve anksiyete düzeylerini belirlemek amacıyla Anksiyete ve Depresyon Ölçeği-Yenilenmiş (ÇADÖ-Y) öz bildirim ölçeğini doldurmaları istenmiştir ve bilişsel gelişimin değerlendirilmesi için psikolog tarafından uygulanan Kent E-G-Y ve Porteus Labirentleri zeka testleri uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 16,33±0,307 yıldı. Gayriresmi evlilik yaptıkları yaşlar değerlendirildiğinde ise ortalama evlilik yaşının 15,44±0,499 yıl olduğu tespit edildi. Ortalama eğitim sürelerinin 5,08± 1,461 yıl olduğu görülmüştür. Gayriresmi evlilik yapmadan önce olguların %70,8’i köyde, %29,2 kentte yaşıyorken evlilik sonrası ise olguların %53,8’i köyde, % 46,2 ‘sinin kentte yaşıyordu. Yapılan gayriresmi evliliklerin % 27,7’sinin ise akraba evliliği olduğu tespit edilmiştir. Olguların kliniğe başvurdukları esnada sahip oldukları çocukların yaş ortalaması 4,05±3,701 ay olduğu saptanmıştır. Sonuç: Erken evlilik yapan ve 18 yaş öncesi doğum yapan kızların eğitim sürelerinin ve sosyoekonomik düzeylerinin düşük, eşleri ile aralarındaki yaş farkının fazla, eşlerinin iş imkanlarının kısıtlı olduğunu ortaya koymaktadır. Erken yaş evlilikleri önlemeye yönelik müdahale programlarının ve yasal düzenlemelerin geliştirilmesi, hem ergen evliliklerin hem de ergen anne olmanın ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların engellenmesine katkıda bulunabilir.
Objective: ıt was aimed to retrospectively evaluate the sociodemographic characteristics, anxiety and depression levels of adolescent mothers who were referred for marriage leave. Material and methods: 65 adolescent cases who became mother when they applied to the outpatient clinic for marriage permission between 2018-2020. Hospital records, sociodemographic data and edited forensic reports including psychiatric evaluations of the cases were reviewed retrospectively. In order to determine their depression and anxiety levels during the evaluation period, they were asked to fill in the anxiety and depression scale-revised self-report scale and kent e-g-y and porteus labyrinths intelligence tests applied by the psychologist were applied to evaluate the cognitive development.
Results: The mean age of the subjects included in the study was 16.33±0.307 years. It was determined that the mean age at which they were married unofficially was 15.44±0.499 years. It was observed that the average education period was 5.08±1.461 years. Before the unofficial marriage, 70.8% of the cases lived in the village and 29.2% in the city, after the marriage, 53.8% of the cases lived in the village and 46.2% in the city. It has been determined that 27.7% of unofficial marriages are consanguineous marriages. It was determined that the mean age of the children of the patients when they applied to the clinic was 4.05±3,701 months.
Conclusion: Girls who married early and gave birth before the age of 18, ıt reveals that their education period is short, their socioeconomic level is low, the age gap with their spouses is high, and their spouses' job opportunities are limited. The development of intervention programs and legal regulations aimed at preventing early marriages may contribute to the prevention of both adolescent marriages and the negative consequences of being an adolescent mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaş Grubu, Cinsiyet Ve Mevsimsel Faktörlerin D V İtamini Düzeylerine Etkisinin 9496 Çocukta Değerlendirilmesi
Zafer Bağcı
Araştırma makalesi
Özeti
Yaş Grubu, Cinsiyet Ve Mevsimsel Faktörlerin D V İtamini Düzeylerine Etkisinin 9496 Çocukta Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The Effects Of Age Group, Gender And Seasonal Factors On VItamIn D Levels In 9496 ChIldren
Amaç: Bu çalışmada, Orta Anadolu’daki bir eğitim ve araştırma hastanesi’nin çocuk kliniğinde bir
yıl boyunca belirlenen D Vitamini düzeylerinin yaş gruplarına, cinsiyete ve mevsim özelliklerine göre
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma, bir hastanenin çocuk polikliniğine Ocak 2019-Aralık 2019
tarihleri arasında başvuran ve D vitamini düzeyi belirlenen 0-18 yaş arası çocukların verileri kullanılarak
yapılmıştır. Çocuklar, Standart 6 önerilerine göre 28 gün-12 ay, 13 ay-2 yaş, 2-5 yaş, 6-11 yaş ve 12-
18 yaş olmak üzere beş farklı yaş grubuna ayrıldı. D vitamini düzeyleri yaş grubu, cinsiyet ve başvuru
mevsimi açısından değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 5360 (56.4%)’i kız, 4136 (43.6%)’sı erkek olmak üzere toplam 9496 çocuk dahil
edildi. Katılımcıların 6472 (%68.2)’sinin 25(OH)D düzeyi 20 ng/mL’nin altında (eksikliği temsil eder), 2085
(%21.9)’inin 21-29 ng/mL arasında (yetersizliği temsil eder), 939 (%9.9)’unun ise 30 ng/mL’nin üzerinde
(yeterliliği temsil eder) idi. Kızlarda D vitamini düzeylerinin erkeklere göre daha düşük olduğu, D vitamini
düzeylerinin yaşla ters orantılı olduğu, D vitamini düzeylerinin en düşük değerlerine kışın, en yüksek
değerlerine ise yazın ulaştığı belirlendi. Yaş grubu, cinsiyet ve başvuru mevsiminin D vitamini düzeyleri
üzerindeki etkileri istatistiksel olarak anlamlıydı (P < 0,001).
Sonuç: Tüm yaş grupları için ortalama D vitamini düzeyleri ya yetersiz ya da eksikti. 0-18 yaş arası
çocuklarda D vitamini seviyeleri yaş, cinsiyet ve mevsim ile ilişkilidir. Özellikle risk altındaki gruplarda D
vitamini eksikliğini veya yetersizliğini önlemek için gerekli ö nlemler alınmalıdır.
Aim: This study aimed to evaluate vitamin D levels, which were determined over a year in the pediatric
clinic of a training and research hospital in Central Anatolia, according to age groups, gender, and
seasonal characteristics.
Patients and Methods: This retrospective study was conducted using the data of children aged 0–18
years who applied to the children’s clinic of a hospital between January 2019 and December 2019 and
whose vitamin D levels were determined. Children were divided into five different age groups, 28 days–12
months, 13 months–2 years, 2–5 years, 6–11 years, and 12–18 years, in accordance with Standard 6
recommendations. Vitamin D levels were evaluated in terms of age group, gender, and admission season.
Results: A total of 9496 children, 5360 (56.4%) females and 4136 (43.6%) males, were included in the
study. A 25(OH)D level below 20 ng/mL (representing a deficiency) was found in 6472 (68.2%) of the
participants, while 2085 (21.9%) participants had a 25(OH)D level between 21–29 ng/mL (representing an
insufficiency) and 939 (9.9%) participants had a 25(OH)D level over 30 ng/mL (representing sufficiency).
It was determined that vitamin D levels are lower in girls than in boys, vitamin D levels are inversely
proportional to age, and vitamin D levels reach their lowest values in winter and highest values in summer.
The effects of age group, gender, and season of admission on vitamin D levels were statistically significant
(P < 0.001).
Conclusion: The mean vitamin D levels for all age groups were either insufficient or deficient. Vitamin D
levels in children aged 0–18 is related to age, gender, and season. Necessary measures should be taken,
especially for at-risk groups, to prevent vitamin D deficiency or insuf ficiency.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Ve Çocuk
Haluk Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Ve Çocuk
SmokIng And ChIld
Son yıllarda sigaranın kanser ve diğer bazı hastalıklara sebep olarak, insan sağlığını tehdit etmesinin kesinleşmesinden sonra, birçok ülkede sigaraya karşı kampanyalar yoğunlaştırılmış ve bu ülkelerde sigara içme oranı önemli derecede azalma göstermiştir. Yurdumuzda ise maalesef tüketilen ve ithal edilen sigara miktarı giderek artmaktadır. Bu sigaranın zararına uğrayacak insanlarımızın çoğalması demektir. Bu zarara uğrayacaklar sadece aktif olarak sigara içen erişkinler değil, aynı zamanda anne kamındaki fetus, bebekler ve çocuklardır. Bu yazıda sigaranın çocuk sağlığı ile ilgili bazı etkilerinden bahsedilecektir. Sigaranın diğer etkilerinin de yer alacağı bir kitapçığın parçası olarak bu yazı hazırlanmıştır.
In recent years, after it became clear that smoking poses a threat to human health by causing cancer and some other diseases, anti-smoking campaigns have intensified in many countries and the smoking rate has decreased significantly in these countries. Unfortunately, the amount of cigarettes consumed and imported in our country is gradually increasing. This means the number of people who will be harmed by smoking. Those who will suffer are not only actively smoking adults, but also the fetus, babies, and children in the mother's abdomen. In this article, some of the effects of smoking on child health will be discussed. This article has been prepared as part of a booklet that will also include other effects of smoking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
Sıtkı Göksu, Ünsal Öner, Nursan Tahtacı
Araştırma makalesi
Özeti
İki Farklı Dozda Oral Ketamının Pedıatrık Premedikasyonda Kullanımının Karsılıklı Degerlendırılmesı
The ComparIson Of Oral KetamIne Usage In Two DIfferent Doses For PedIatrIc PremedIcatIon
cocuklarda premedika.vvon arnactyla ketamin clegiVk doff ve yollarla uygulanmaktadir. 20'Fr kirilik iki grup olgutarda uygulandr. Farkli dozda ketamin pediatrik preniedikasyonda oral olarak verildi. Ketamin 1. gruba 4 mg/kg, 2. gruba 6 mglkg dozda 0.2 'nag kola icinde anestezi indiiksiyonundan 20 dk. once peroral verildi. Her iki gruptaki cocuklar ketamini iyi tolere etti. cocuklarm sedasyon durumlari Wilton tun sedasyon skalasina gore degerlendirildi_ Premedikasyondan 5 dk son-raki degerlerde her iki grupta istatistiksel _vOnden fork bulunmadi (p>0.05). Ancak 10. 15. ve 20. dkilardaki uyatukhk, sakin, uyuyor alma degerleri arastnda istatistiksel olarak belirgin farkldrklar go-riildii (p<0.05). 2. grupta moskeye reaksiyon daha iyi idi. Her iki grupta komplikasyon olarak nistagmus, dil d e fasikiilasyon ve oral sekresvon artut Sonucta 6 mg/kg oral ketaniin 4mglkg oral ke-tamine gore iyi sedasyon saglamasi, maske uy-gulamasma reaksiyonun daha iyi alma I.V.kateter uygulamastiza reaksiyon gostertnemesi ve lamplikasyonlartnin benzer olmasi acrsmdan taysiye edilebilir nitelikte gorüldü.
Ketamine has been applied in children in dif-ferent doses and ways for patients. Ketamine was given to the first group in dose 4 mglkg and to the second group in dose 6 mglkg mixed in 0.2 mlik-g cola 20 minutes before induction of anesthesia.,Ke-tamine was tolerated well in both groups. Sedation was evaluated according to Wilton's sedation scales. Five minutes after premedication there was no sta-tistical difference in sedation scores (p>0.05). But in the period 10., 15. and 20. minutes after pre-medication significant statistical difference was oh-served in the scores of awake, calm and asleep si-tuation (p<0_05). The second group tolerated the mask better than the first. As a complication nis-tagmus, tongue fasciculation, increase in oral sec-reafion were noticed during the procedure_ As a result oral ketamine in dose 6 mglkg was found preferable due to sedation, reaction to mask, I.V. catheter application and causing the similar complication as comparated with oral ketamine in doses, 4 mg/ k g
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boğaz Kültürlerınde A-Grubu Beta Hemolitık Streptökok Üreyen Hastalarda Aso-Crp Düzeylerının Araştırılması
Mahmut Baykan, A. Zeki Şengil, Emine İnci Tuncer, Hilal Kart, Ayşen Karabayraktar, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Boğaz Kültürlerınde A-Grubu Beta Hemolitık Streptökok Üreyen Hastalarda Aso-Crp Düzeylerının Araştırılması
Aso-Crp Levels In PatIents. FIavIng A Group Beta HemolytIc StreptococcI In Throat Culture
Yapmış oldukları çeşitli enfeksiyonlar (özellikle OSYE)'dan sonra kardit, glomerulonefrit ve akut eklern romatizması gibi ciddi kom.plikasyonlara neden olabilen A-Grubu Beta Hemolitik Streptokok (AGBHS)' arın tanı ve tedavisi yanında komp-likasyonların izlenmesi de oldukça önemlidir. Bu amaçla boğaz kültürlerirule AGBHS üreyen hastaların serumlarında anti Streptolizin-O (ASO) antikoru ve bir akut faz reaktanı olan C-Reaktıf Pro-tein (CRP) düzeylerini araştirdık. Bulgulartmızı mevcut literatür bilgileri ışığında tartışarak ÜSYE geçiren hastaların ASO, CRP değerleri ile takip edilmesinin toplum sağlığı ve ekonomik açıdan yararlı olacağı kanısına vardık.
Carditis, glomerulonephritis and acute rheumat-ic fener case important comphlications that may fol-low upper respiratory infectious, especially caused by Group A-Beta hemolytic streptococci. Serum levels of anti-streptolysin-O (ASO) and C-reactive protein (CRP) were measured in patients with upper respiratory infectious due to group A-B hemolytic streptococci. It was concluded that CEP and ASO were important laboratory tests in the follow-up of patient with upper respiratory tract infectious.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epifiz Kırıkları
Recep Memik, Abdurrahman Kutlu, Mahmut Mutlu, M. İ. Safa Kapıcıoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Epifiz Kırıkları
EpIphyseal Fractures
Epıfizler, çocuklarda iskelet sistemi travma-larından sonra en sık yaralanan yerlerdir. Bu kırıklar büyüme bozukluğu oluşturabilme yönünden özel önem taşırlar. Bu çalışmamızın gayesi; tedavi ettiğimiz 1320 çocuk uzun kemik kırığın: analize ederek, epifiz kırıklarının insidansını tesbit etmektir. Epifiz kırıklarının insidansı %6.2 olfirak bulundu.En fazla yaralanan yer humerus ve radius distal epifizleri olmuştur. Toplam 78 epifiz kınğının 26'sı cerrahi metodla tedavi edildi. Bu kınklarda %11 oranında komplikasyon görüldü.
Epıphvsis is a rıtare common site of injury fnllowing traııma to the skeleton in children. They are particular importance because of the cbmplication of growıh disturbance. It was the aim of this study to analize of 1320 long-bone factures in children for determination of the incidance of epiphyseal fracture.s. Epiphyseal fractures was accounted for 6.2%. The most frequently injuired site were the disıal Mune. rus and distal radius. 26 of 78 epiphyseal fractures were treated with operative method. Complication rate was %11.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta