Fibromiyaljili Bayan Hastalarda Essitalopram İle Gabapentin Tedavilerinin Karşılaştırılması
Sami Küçükşen, Ali Sallı, Ekrem Akkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Fibromiyaljili Bayan Hastalarda Essitalopram İle Gabapentin Tedavilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of EscItalopram And GabapentIn Treatment In Female PatIents WIth FIbromyalgIa
\r\n
ÖZET:
\r\n
\r\n
Gereç ve yöntem: Fibromiyalji tanısı konan 88 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı. 41 kişiden oluşan birinci gruba 1800 mg/gün gabapentin, 47 kişiden oluşan ikinci gruba ise 10 mg/gün essitalopram 12 hafta süreyle verildi. Başlangıçta ve çalışmanın sonunda hastalar ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğu (vizüel analog skala:VAS), depressif durum (Beck Depresyon Ölçeği:BDÖ) ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Fibromiyalji Etkilenme Anketi:FEA) açısından değerlendirildiler.
\r\n
Bulgular: Oniki haftanın sonunda her iki grupta da ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğu VAS, BDÖ ve FEA skorları başlangıca göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldı (p<0,05). İki grup birbiriyle karşılaştırıldığında, essitalopram kullanan grupta BDÖ’deki düzelme gabapentin grubuna göre daha belirgin idi (p<0,05).
\r\n
Sonuç: Hem gabapentin, hem de essitalopram fibromiyaljide ve eşlik eden semptomların tedavisinde etkilidir. Depresif semptomların ön planda olduğu hastalarda essitalopram tercih edilebilir.
\r\n
SUMMARY:
\r\n
Aim: To compare the efficacy and safety of escitalopram and gabapentin in patients with fibromyalgia.
\r\n
Methods: Eighty-eight female patients with fibromyalgia were included in the study. Patients were randomly divided into two groups. Gabapentin (1800 mg/day) was given to first group (n=41 patients), and escitalopram (10mg/day) was given to second group (n =47 patients) for 12 weeks. Patients were evaluated by the same observer for
pain, fatique,sleep disorder, depression and health quality at baseline and after the treatment. Pain, fatique and sleep disorders were measured with visual analog scale (VAS), depression was evaluated by Beck Depression Scale (BDS) and health-related quality of life was evaluated with
Fibromyalgia Impact Questionnarie (FIQ) .
\r\n
Results: Both gabapentin and escitalopram were associated with significantly improves scores on the pain, fatique,sleep disorder VAS, BDS and FIQ (p<0,05). Escitalopram treated patients displayed a significantly greater improvement in BDS than gabapentin treated patients (p<0,05).
\r\n
Conclusions
: Both gabapentin and escitalopram are efficacious for the treatment and other symptoms associated with fibromyalgia. Escitalopram is more preferable in the patients with more depressive symptoms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rh (+) Annelerden Doğan Rh (-) Yenidoğanlarda Ve Erışkinlerde Rh Duyarlaşmasının Araştırılması
Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Hasan Koç, Fatih Toksöz
Araştırma makalesi
Özeti
Rh (+) Annelerden Doğan Rh (-) Yenidoğanlarda Ve Erışkinlerde Rh Duyarlaşmasının Araştırılması
Rh SensItIzatIon In Rh (-) Newborns And Adults Who Were Born To Rh (+) Mothers
Bu çalışmada, Rh(+) anneden doğmuş Rh(-) yeni doğanlarda ve erişkinlerde Rh duyarlaşmasının olup olmadığı araştırılmış ve %8 bulunmuştur. Bu yeni-doğanlardan kız olanlara anti-D yapılmasının gerekli olup olmadığı tartışılmaktadır. Yapıldığı takdirde, bu anti-D nin Rh uyuşmaılığının sebeplerinden birini ortadan kaldıracağı tahmin edilmektedir.
In this study, it was investigated whether Rh sen-sitization occurred in Rh(-) newborns and aclults from Rh(+) mothers. Rh sensitization was found to be 8% of the cases. It has been discussed whether it was ne-cessary to administer anti-D to these newborn girls. It was estimated that if anti-D administered one of the causes of the Rh hemolytic disease might be abolished.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Endemik Guatr Bölgesinde Guatr-Tiroid Kanseri İlişkisi
Ömer Karahan, G. Karpuzoğlu, Mustafa Şahin, Yüksel Tatkan
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Endemik Guatr Bölgesinde Guatr-Tiroid Kanseri İlişkisi
The RelatIonshIp Between Goller And ThyroId CarcInoma In An EndemIc Goller Area
1984-1988 yılları arasında Korkuteli Devlet Hastanesi'nde ameliyat edilen guatrlı 125 hasta, tiroid sintigrafisi ve histopatolojik bulgular arasındaki ilişki ortaya konmak için incelendi. Hastaların %67.5 unda multinodüler, %32.5 unda uninodüler guatr saptandı. Tiroid sintigrafisi yapılan 106 hastanın %85.8 inde hipoaklif %6.6 sında hipoaktif ve normoaktif, %3.8 inde hiperaktif nodüller ve %3.8 inde diğer patolojiler tespit edildi. 125 hastanın tamamı ötiroid vaziyette ameliyata alındı. Hastaların %97.6 sında unilateral veya bilateral subtotal titroidektorni uygulandı. Histopatolojik tetkik yapılabilen 100 hastada 131 histopatolojik sonuç alındı. Tiroid sintigrafi-sinde hipoaktif nodül bulunan 81 hastanın %68.8 inde multinodüler guatr, %16.5 unda foliküler adenom, %7.4 ünde kronik tiroidi, %5.5 inde malign tiroid hastalığı ve %1.8 iade kolloidal kist saptandı. Malignite bulunan hastaların tamamında hipoaktif nodül mevcuttu. 6 maligniteli vakanın 5 inde multinodüler, 1 inde uninodüler guatr vardı.
In order to investigate the relation hetween the thyroid radionuclide scanning and the histopathological findings, we reviewed 125 patients operaled on from 1984 to 1988 in Korkuteli State Hospital. Sixty seven point five percent of patients had multinodular and 32.5% uninodular goiter. One hundred sir patients underwent thyroid radionuclide scanning and 85.8% revealed hypoactive, 6.6% hypoactive and normoactive, 3.8% hyperactive nodules and 3.8% other pathologies. Ali of the 125 patients were euthyroid at the time of operation. Mnety seven point six percent of the patients underwent unilateral or bilateral subtotal thyroidectomy. In 100 patients who had histopathologic exarnination had 131 hislopathologic diagnosis. In 81 patients who had hypoactive nodules determined with radionuclide scanning, 68.8% were diagnosed as multinodular goiter, 16.5% follicular edenoma, 7.4% chronic thyroiditis, 5.5% malig,nant thyroid disease and 1.8% colloidal cyst histopathologically. All cases with malignant thyroid disease had hypoactive nodules, five of them were multinodular and one solitary nodule.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkin Klavikula Kırıklar' Ve Konservatif Tedavi Sonuçları
Mahmut Mutlu, Mustafa Yel, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Nihat Oktar, Recep Memik, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkin Klavikula Kırıklar' Ve Konservatif Tedavi Sonuçları
Fractures Of The ClavIcle In Adults And Our Results Of ConservatIve Management
Klavikula kırıklar!, iskelet sistemi yaralanrnalan içerisinde sık görülen kınklardır. Omuz çevresi ya-ralanmaların yarısına yakın kısmını oluşturur. Kliniğimizde 1983-1997 yılları arasında 493 erişkin hastada 496 klavikula kırığı teşhis edildi. Hastaların 357'si erkek, 136'sı kadındı. En küçük yaş 18, en büyük yaş 78, ortalama yaş 38.5 olarak tespit edildi_ 207 kırık sağ, 289 kırık sol tarafta idi. 3 hastada bi-lateral klavikula kırığı vardı. Hastalar sekiz bandaj veya velpeau bandajı ile konservatif olarak tedavi Hastaların 82'si ilk müdahaleden sonra kont-role gelmedi. Geriye kalan 411 hastanın 414 kla-vikula kırığı en az 1.5 ay takip edildi. Üç nonunion (%0.7) tespit edildi. Hastalarımızcla konservatif tedavi ile %99.3 yeterli kaynama elde edildi.
Fractures of the clavic!e are common and make up a high percentage among the skeletal system tra-uma. They are well managed by conservative met-hods. 496 clavicular fractures of 493 patients were diagnosed between 1993 and 1997 in our dinle 357 of thern were men and 136 women. Average age was 38.5 (18-78). Years in 207 of them right side was affected and in 289 left. 3 of the cases had bi-lateral involvement. Conservative treatment included velpeau dressing or figure of eight bandage. 82 of the patients were lost to follow-up after the first exa-mination. Remaining 414 fractures of 411 cases were followed up at least 1.5 months 3 nonunions (%0.7) were detected_ Conservative treatment re-sulted in % 99.3 of union.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preoperatif Korku Ve Endişeyi Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
Ateş Duman, Cemile Öztin Öğün, Tahir Kemal Şahin, Gamze Sarkılar, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Preoperatif Korku Ve Endişeyi Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of Factors EffectIng PreoperatIve Fear And Worry
Bu çalışmanın amacı; preoperatif dönemde hastaların anestezi ve cerrahi girişim hakkında korku, endişe ve anksiyeteleri ile, bilgi edinme isteklerini bir anket yardımı ile değerlendirmek ve anksiyetelerinin şiddetini görsel analog skala (VAS) kullanarak ölçmeye çalışmaktı. Beşyüz otuz altı hasta (>19 yaş) bir anket kullanılarak endişeleri, korkuları ve bilgi istemleri hakkında sorgulandılar. Yanıtların istatistiksel analizi kikare ve korelasyon testleri kullanılarak yapıldı ve p<0.05 anlamlı kabul edildi. Daha az eğitimli hastaların cerrahi hakkındaki korkuları daha fazlaydı (p<0.05). Eğitim düzeyi arttıkça bilgi istemi arttı (p=0.007). Kadınlar anestezi ve cerrahiden erkek lere göre daha fazla korkuyordu (p=0.0001). Erkekler lokal anesteziyi kadınlara oranla daha fazla tercih ediyorlardı (p=0.00165). Gelir arttıkça korku ve bilgi istemi de artıyordu (p=0.01). VAS skorları kadın hastalarda, okuma yazma bilmeyenler ile ilkokul mezunlarında ve daha önce cerrahi ve anestezi deneyimi olmayan hastalarda daha fazlaydı (p<0.05) Gelir düzeyinin ve bilgi isteminin artması veya azalması ile VAS skorları arasında bir korelasyon yoktu (p>0.05). Anket uygulanan hastaların tümünün değil de yalnızca bir bölümünün anesteziden ve cerrahiden korktuğu ve bilgi istediği sonucuna varıldı Bu hastaların anestezinin ve cerrahinin sonuçları hakkında bil gilendirilmesi korku ve endişelerinin giderilmesinde faydalı olabilir. VAS skorları ile anket yöntemi ile elde edilen sonuçlar arasında pozitif korelasyon gözlenmesi, preoperatif anksiyetenin ölçümünde VAS skorlamasından yarar lanabileceğimizi düşündürdü.
The purpose of this study was to evaluate the fear, vvorry and axieties of patients about anesthesia and surgery preoperatively by using a questionaire, and to measure their anxiety by using visual analogue scale (VAS). Five hundred and thirty six patients (>19 yr of age) were questioned about their worries, fears and request of Infor mation by means of a questionaire. The ansvvers were analysed with chi-square and correlation tests and p<0.05 was considered as significant. Fear from surgery was higher in the less educated patients (p<0.05). VVomen feared from anesthesia and surgery more than men (p=0.0001). Men prefered local anesthesia more than vvomen (p=0.00165). Fear and request of Information increased with increased income (p=0.01). VAS scores vvere high er in vvomen, illeterate and primary school graduates, and patients vvithout previous surgical or anesthesia expe- rience (p<0.05). No correlation was present betvveen VAS scores and income or increase or decrease of Informa tion requests (p>0.05). İt was concluded that not ali but some patients feared of surgery or anesthesia or vvanted Information. Informing these patients on the consequences of anesthesia and surgery may be usefull in alleviating their fears or vvorries. Positive correlation betvveen the results of the questionaire and VAS scores, leads us to con- sider that VAS scores may be usefull for measuring preoperative anxiety.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Korkusu Ve Yaşlı Ayırımcılığı Arasındaki İlişki
Saniye Göknil Çalık, Evre Yılmaz, Hatice Balcı, Halil Türktemiz, Gülfidan Başer, Doğa Başer
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Korkusu Ve Yaşlı Ayırımcılığı Arasındaki İlişki
RelatIonshIp Between CovId-19 Fear And AgeIsm
olanlar ve yaşlı bireyler için daha fazla risk teşkil ettiği incelenen vaka profillerinde görülmüştür. Yaşlı
bireyleri COVID-19’dan korumak amacıyla hükümetler bazı kısıtlamalar getirmiştir. Bu kısıtlamaların yanlış
değerlendirilmesinin yaşlı ayrımcılığı tutumlarına yol açabileceği düşünülmektedir. Bu çalışma, toplumun
COVID-19 korkusu ile yaşlı ayrımcılığına yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçlamaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte tasarlanan bu çalışma gönüllü 18-65 yaş arası 683 kişi ile
yapılmıştır. Araştırmanın verileri Fraboni Yaşlı Ayrımcılığı Ölçeği ve COVID-19 Korku Ölçeği kullanılarak
toplanmıştır. Veriler 1-20 Haziran 2020 tarihlerinde toplanmıştır .
Bulgular: Ortalama Fraboni Yaşlı Ayrımcılığı Ölçeği ve COVID-19 Korku Ölçeği puanları sırasıyla 67.87
± 6.15 ve 18.81 ± 6.16 bulunmuştur. Sonuçlar, COVID19 korkusu ile yaşlılık arasında zayıf ve negatif bir
ilişki olduğunu göstermiştir .
Sonuç: Genel olarak bireylerin yaşlılara karşı olumlu tutumları ve düşük COVID-19 korkusu bulunmuştur.
Aim: The clinical course of COVID-19 cases and the severity of symptoms vary according to the case.
However, it has been seen in the cases examined that it poses a greater risk for those with chronic
diseases and elderly individuals. In order to protect elderly individuals from COVID-19, governments
have introduced some restrictions. It is thought that the wrong evaluation of these restrictions may lead
to attitudes of ageism. This study aimed to determine the relationship between society's fear of COVID-19
and attitudes towards ageism.
Patients and Methods: This work is designed in descriptive type. This study was conducted with
volunteers between the ages of 18-65 683 people. The data of the study were collected using the Fraboni
Scale of Ageism and COVID-19 Fear Scale. Data were collected on 1-20 Jun e 2020.
Results: The mean Fraboni Scale of Ageism and COVID-19 Fear Scale scores were 67.87±6.15 and
18.81±6.16, respectively. The results showed a weak and negative correlation between COVID19 fear
and ageism.
Conclusion: In general, individuals had a positive attitude towards the elderly and had low levels of
COVID-19 fear.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Saçlarının Döküldüğüne İnanan Bir Trikotillomani Olgusu
Bilge Burçak Annagür
Olgu sunumu
Özeti
Saçlarının Döküldüğüne İnanan Bir Trikotillomani Olgusu
A TrIchotIllomanIc Who BelIeves HaIr Loss
Trikotillomani, tekrarlayan kronik saç yolmalarla karakterize, sıklıkla beraberinde eştanılı durumlarla ilişkili bir dürtü denetim bozukluğudur. Olguların çoğunluğunda trikotillomani sonucu saçlı deride tam ya da kısmi alopesi oluşur. Erişkinlerde genellikle trikotillomani ile birlikte psikiyatrik eştanı çok yaygın görülmektedir. En sık affektif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, bağımlılık bozuklukları birliktelik gösterir. Trikotillomaninin etkisi oldukça geniş ve ciddi olabilir. Kişiler arası ilişkiler üzerine olan olumsuz etkileri olduğu gibi toplumdan, sosyal aktivitelerden kaçınmaya neden olabilecek çok sayıda olumsuz etkileri vardır. Tedavi genellikle psikiyatrist ve dermatologların ortak katılımı ile olur. Bu yazıda alopesia totalisi olan ve yıllarca sadece dermatolojiye başvuran ve sonucunda tedavi olamadığına inanan genç bir bayan olgu sunulmuştur. Bu olgu saç yolma davranışını yıllarca gizlemesi ve sonucunda depresyon kliniği ile prezente olması ve uzun süre trikotillomaninin yaşam kalitesini nasıl bozduğuna yönelik iyi bir örnek olduğu düşünülerek hazırlanmıştır.
Trichotillomania characterized by recurrent chronic hair pulling is an impulse control disorder which is associated with comorbid conditions. In most cases trichotillomania results in a total or partial scalp alopecia. The psychiatric comorbidity is usually seen with trichotillomania in adults. The most common psychiatric comorbidities are affective disorders, anxiety disorders, addiction disorders. The effect of trichotillomania can be quite large and serious. It has many negative effects such as either on relationships between people or causing avoid social activities. The treatment of trichotillomania usually involves participation of both psychiatrists and dermatologists. In this article, a case of a young female patient, who has applied only dermatology policlinic for many years with diagnosis of alopesia totalis and not believing being treated in result, is presented. This case has been prepared as a good example of that trichotillomania causes the depresion and the decrease on the quality of life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Okuler Ve Periorbital Antropometrik Ölçümlerin Değerlendirilmesi
Ümit Kamış, Işık Tuncer, Ahmet Özkağnıcı, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Okuler Ve Periorbital Antropometrik Ölçümlerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Ocular And PerIorbItal AnthropemetrIc Measurments.
Amaç: Genç ve yetişkin olgularda oküler ve periorbital antropometrik ölçümlerin değerlendirilmesi. Yöntem: Çalışmaya alınan olgular 2 farklı yaş grubuna ayrıldı, birinci grup (genç olgular) yaşları 18 ile 21 (19.73±1.6) arasında tıp fakültesi öğrencilerinden, ikinci grup (yetişkin olgular) yaşları 42 ile 65 (52.48±9.2) arasında göz polikliğine muayeneye gelen 150 hastadan oluşturuldu. Travma yada konjenital anomali hikayesi olan olgular çalışma kapsamına alınmadı. Tüm olgularda iç kantuslararası mesafe (İKM), dış kantuslararası mesafe (DKM), interpupiller mesafe (İPM), interpalpebral fissür yüksekliği (PFY), interpalpebral fissür uzunluğu (PFU) ölçüldü. Ölçümler aynı kişi tarafından elektronik kumpas kullanılarak yapıldı. Elde edilen değerler her iki grupta cinsler arasında karşılaştırıldı, ayrıca genç ve yetişkin olgularda aynı cinsler arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Ölçümlerin değerlendirilmesinde İKM, DKM, İPM açısından aynı grupta cinsler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark var iken (p<0.05), iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yok idi (p>0.0), PFM değerleri açısından aynı gruptaki cinsler arasında istatistiksel fark var iken (p<0.05), iki grup arasında fark yok idi (p>0.05), PFY açısından birinci grupta cinsler arasında istatistiksel fark var iken (p<0.05), ikinci grupta cinsler arasında istatistiksel olarak fark bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Gerek bu çalışma ve gerekse diğer çalışmalar oküler ve periorbital antropometrik standartların belirlenmesi için değişik yaş ve etnik grupları içeren geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Sağlıklı bireylerdeki bu ölçümler bazı morfolojik bozuklukların erken teşhisinde ve cerrahinin planlanmasında faydalı bir rehber olabilir.
Purpose: to evaluate the ocular and periorbital anthropometric measurments in young adults and adults. Methods: Our study were enrolled two different age groups, first group (young adults) was consisted of 200 medical students aged between 18 to 21(19.73±1.6) years, and second group (adults) consisted of 150 patients aged between 42 to 65 (52.48±9.2) years who were examined in department of opthalmology. Cases with history of trauma and congenital anomaly were excluded from the study. In all cases the intercanthal distance (ICD), the outercanthal distance (OCD), the interpupillary distance (IPD), the palpebral fissure height (PFH) and the palpebral fissure distance (PFD) were measured. Measurments were performed by the same examiner using a single electronic compass instrument. In both groups the measurments between males and females as well as the measurments of the same gender between the both groups were compared. Results: In the evaluation of the measurments, in ICD, OCD and IPD there was statistically significant differencess between the genders (ie male/female) in same group (p<0.05), while there was no statistically significant differencess between the gender in the same group, while there was statistically significant differencess in between the two groups (p<0.05), and in PFH there was statistically significant differencess between the genders in the first group (p<0.05), however there was no such defferencess in the second group (p>0.05). Conclusion: Our results on one hand and the contrary results of other studies on the other hand, arise the need for further studies including different ages and ethnics groups to set standarts for ocular and periorbital anthropometric measurments. These measurments in healthy subjects may be useful guide for early identification of some dysmorphological abnormalities and of planning surgical intervention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Burhan Mayir, Umut Rıza Gündüz
Olgu sunumu
Özeti
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
IntestInal ObstructIon Due To TorsIoned Meckel’s DIvertIculum
Yetişkinlerde Meckel divertikülü mekanik bağırsak tıkanıklığının
nadir bir nedenidir. Non spesifik semptom ve preoperatif tanı
yetersizliği sebebiyle cerrahlar bu nadir durumu akıllarında
bulundurmalıdırlar. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hasta acil servisimize
yaklaşık 8 saat önce başlayan karın ağrısı, bulantı ve kusma
şikayetleri ile başvurdu. Hastaya akut ince bağırsak tıkanıklığı
tanısı konuldu ve acil cerrahiye alındı. Operasyonda ileoçekal valfin
60 cm proksimalinde ileumu torsiyone etmiş bir Meckel divertikülü
ve proksimalindeki ince barsakta distansiyon izlendi. Torsiyone
olmuş ileum detorsiyone edildi ve Meckel divertikülüne rezeksiyon
uygulandı. Hasta Postoperatif 3. Günde taburcu edildi. Spesimenin
histopatolojisi 3x2x1cm boyutlarında Meckel divertikülü olarak
raporlandı.
Meckel’s diverticulum is a rare cause of mechanical intestinal
obstruction in adults. Due to non-specific symptoms and preoperative
diagnosis of this rare condition, surgeons should keep in mind. A
28-year-old male patient was admitted to our emergency department
with abdominal pain, nausea and vomiting for about 8 hours before
onset. The patient was diagnosed as acute small bowel obstruction
and underwent emergency surgery. At operation a torsioned ileum
due to Meckel’s diverticulum 60 cm proximal to ileocecal valve and
small bowel distention proximal to this site was seen. Ileum was
detorsioned and Meckel’s diverticulum resection was performed.
The patient was discharged on postoperative day 3. Histopathologic
specimen were reported as Meckel’s diverticulum in 3x2x1cm size.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2’nin Hematolojik Hastalıklar Üzerindeki Etyolojik Rolü
Atakan Tekinalp, Özcan Çeneli, Muhammed Emin Güzel, Miraç Burak Başgün, Sinan Demircioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Sars-Cov-2’nin Hematolojik Hastalıklar Üzerindeki Etyolojik Rolü
The EtIologIcal Role Of Sars-Cov-2 On HematologIc DIseases
Amaç: Çalışmanın amacı, COVID-19 enfeksiyonu sonrası hematolojik tanı alan hastalarda SARS-CoV-2 virüsü ve
hematolojik hastalıklar arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Hastalar ve Yöntem: 1 Nisan 2020 ile 1 Nisan 2021 tarihleri arasında, herhangi bir malign ya da otoimmün
hematolojik hastalık tanısı alan hastalar arasında, öncesinde COVID-19 enfeksiyonu geçirenler retrospektif olarak
değerlendirildi. Tanı öncesinde COVID-19 geçiren ve geçirmeyen hastalar karşılaşt ırıldı.
Bulgular: Yeni tanı alan 305 hastanın 24 (%7,8)’ünün öncesinde COVID-19 öyküsü olduğu tespit edildi. İki hasta
grubunda da en sık tanı non-Hodgkin Lenfoma (NHL)’ydı. NHL ve agresif seyirli NHL sıklığı istatistiksel olarak
anlamlı olmamakla birlikte öncesinde COVID-19 öyküsü olan hasta grubunda daha yüksek bulundu (%25,1’e
karşın %23,1, p=0,143 ve %66,6’ya karşın %56,9, p=0,094). Temel hematolojik değerler iki grup arasında
benzerdi. COVID-19 tanısı ile hematololojik hastalık tanısı arasında geçen medyan süre 4,1 (0,6-11,8) ay olup en
kısa süreli tanı İmmün Trombositopenik Purpura, en uzun süre ise Multipl Miyelom tanılı tanılı hastada saptandı.
Malign hasta grubunda tanıya kadar geçen medyan süre daha uzun bulundu (4,5 aya karşılık 2,5 ay, p=0,070).
Sonuç: Bu çalışma ile COVID-19 enfeksiyonunun, malign ve otoimmün patogenezli hematolojik hastalıklar için
etyolojik bir faktör olabileceğini vurguladık.
Aim: The aim of this study is to evaluate the association between hematologic diseases and SARS-CoV-2
infection in patients who have been been diagnosed with a hemat ologic disease after COVID-19 infection.
Patients and Methods: The ones who had a previously history of COVID-19 infection among the patients
diagnosed with any malign or autoimmune hematologic disease were evaluated between April 1, 2020 – April
1, 2021, retrospectively. The Patients who had the COVID-19 infection and the patients who had not were
compared.
Results: Twenty-four (7.8%) patients of 305 newly diagnosed who had a previously history of COVID-19
infection were determined. The most common diagnosis was non-Hodgkin Lymphoma in both of the groups.
Although it was not statistically significant, frequency of NHL and aggressive NHL were most common in
the patients with history of COVID-19 (25.1% vs 23.1%; p=0.143 and 66.6% vs 56.9%, p=0.094). The basic
hematologic parameters were similar between the two groups. The median time between COVID-19 infection
and the hematologic diagnosis was 4.1 (0.6-11.8) month; the minimum duration was in the patient with
Immune Thrombocytopenic Purpura and the maximum was the one with Multiple Myeloma. The median time
up until the diagnosis was longer in the malign group (4.5 vs 2.5 months; p=0.070).
Conclusions: As a result of the study, it has been emphasized that COVID-19 may have an etiological factor
for malign and hematologic diseases with autoimmune pathogenesi s.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkin Bireylerde Diyet Kalitesinin Ortalama Yeterlilik
oranı (mar) Kullanılarak Değerlendirilmesi
Eda Köksal, Hande Mortaş, Merve Şeyda Karaçil Ermumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Yetişkin Bireylerde Diyet Kalitesinin Ortalama Yeterlilik
oranı (mar) Kullanılarak Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of DIetary QualIty UsIng Mean Adequacy RatIo (mar) In
adults
Bu çalışmada, yetişkin bireylerin diyetlerinin ortalama yeterlilik
oranlarının hesaplanması ve farklı parametrelere göre (beden kütle
indeksi, eğitim düzeyi, cinsiyet, yaş) karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yapılan kesitsel çalışma, Ankara’da yaşayan rastgele örnekleme
yöntemiyle seçilmiş 421 yetişkin birey (275 kadın, 146 erkek) ile
planlanarak yürütülmüştür. Yaşları 20-50 yıl arasında değişen
(ortalama±SS, 32.7±9.096 yıl) bireylerin besin tüketim kayıtları
24 saatlik hatırlatma yöntemiyle alınmıştır. Diyetin kalitesinin
değerlendirmesi amacıyla besin öğesi yeterlilik oranı kullanılarak
hesaplanan ortalama yeterlilik oranı skorları kullanılmıştır. Bireylerin
ortalama yeterlilik oranı skorlarına göre, %56’sının diyet besin öğesi
içeriğinin yetersiz olduğu saptanmıştır. Bireylerin ortalama yeterlilik
oranı skorları arasında eğitim, yaş ve vücut ağırlığına göre anlamlı
bir fark bulunmazken, erkeklerin ortalama yeterlilik oranı skorlarının
kadınlardan yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Çalışmada,
ortalama yeterlilik oranı değerlendirmesine göre Türkiye’de yetişkin
bireylerin diyetlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Diyet kalitesini,
beden kütle indeksi, yaş, eğitim durumu ve cinsiyet gibi farklı
değişkenler etkileyebilmektedir. Bu değişkenler de dikkate alınarak
ülkelerin geliştirdikleri beslenme plan politikalarında diyet kalitesinin
iyileştirilmesi amaçlanmalıdır.
This study aimed to research dietary quality in adults and to
compare using different parameters (body mass index, education
statues, gender and age). The cross-sectional study was conducted
on randomly selected 421 adults (275 females, 146 males) living in
Ankara. Dietary intakes of individuals aging between 20 and 50 years
(mean±SD, 32.7±9.096 years) were collected by using 24-hour recall
method. Mean adequacy ratio scores calculated by using nutrient
adequacy ratio were used for dietary quality assessment. According
to mean adequacy ratio scores, 56% of individuals’ dietary nutrient
content found to be inadequate. In the study, there was no significant
difference in mean adequacy ratio scores according to education,
age, body weight; whereas, male mean adequacy ratio scores were
higher than female. There is a need for improving diets according to
mean adequacy ratio scores assessment in Turkey. Dietary quality
can be affected by different variables such as gender, body mass
index, age and education statues. Improving dietary quality should
be aimed using plan and policies, developed taking into consideration
these variables by governments.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Sinus Valsalva’dan Çıkan Sağ Koroner Arter, Lad Ve
cx Anomalisi
Aydin Akyuz, Ramazan Uygur, Seref Alpsoy, Veli Caglar, Dursun Cayan Akkoyun, Bilal Burak Baltaci
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Sinus Valsalva’dan Çıkan Sağ Koroner Arter, Lad Ve
cx Anomalisi
Anomaly Of RIght Coronary, Lad, And Cx ArterIes OrIgInatIng From
rIght SInus Valsalva
Tek koroner arter bütün koroner arter anomalileri içerisinde
yaklaşık olarak % 2-4 oranında gözlenir. Bizim vakamızda, 48
yaşında bayan hastada egzersize bağlı göğüs ağrısı ve yorgunluk
vardı. Hastanın egzersiz elektrokardiogramında 9 mets iş gücünde ST
depresyonu sonrası, biz koroner anjiografide orijinal sol ana koroner
arterin yerinde olmadığını sol ön inen arterin ve sirkumfleks arterin
sağ sinus Valsalvadan sağ koroner arterle birlikte çıktığı çok nadir bir
tek çıkışlı koroner arter anomalisi olduğunu gösterdik. Medikal tedavi
olarak beta bloker ile hastanın semptomları düzeldi. Bu tip koroner
arter anomalileri oldukça seyrektir ve ani ölüm sebebi olabilir.
Single coronary artery is observed in approximately 2-4% of all
coronary artery anomalies. In our case, 48 years old female patient
had exercise-induced angina pectoris and fatigue. After her exercise
electrocardiogram revealed ST depression during 9 mets, we
demonstrated a single coronary artery as an extremely rare anomaly
of coronary artery in which there was no original left main artery as
well as right coronary artery, left anterior descending and circumflex
arteries were originated from right sinus Valsalva. On medical
treatment with beta blocker, her symptoms had recovered. This type
of coronary anomalies is very infrequent and may be a reason of
sudden death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Beslenmenin Fetal Büyüme Üzerine Etkileri
Hilal Evcil, Mehmet Ali Malas
Derleme
Özeti
Gebelikte Beslenmenin Fetal Büyüme Üzerine Etkileri
The Effects Of NutrItIon In Pregnancy On The Fetal Development
Amaç: Bu derlemede, daha önce yapılan gebelikte beslenmenin fetal büyümeye etkilerinin araştırıldığı literatür çalışmalarının gözden geçirilmesi amaçlandı. Ana bulgular: Yapılan bu çalışmalarda; gebelikte, maternal yaş, beslenme ve stres gibi faktörlerin fetal gelişim üzerine olumsuz etkilerinin olabileceği belirtilmektedir. Gebelik öncesinde ve gebelikte maternal beslenmenin rolü çok önemlidir. Gebe kadınlara önerilen diyet birkaç istisna dışında normal kadınların diyetleri ile benzerdir ve tavsiye edilen sağlıklı ve dengeli beslenmedir. Bununla beraber doğum defektleri riskinin azalmasına yardımcı olan vitamin ve minerallerin gebelikte günlük alımları ile ilgili öneriler bulunmaktadır. Gebeliğin başlangıcında maternal beslenme durumu fetal büyüme ve gelişme için önemli bir belirteçtir. Literatürde maternal beslenme ile düşük doğum ağırlığı, intrauterin gelişme geriliği ve spontan abortus ile ilişki belirtilmiştir. Ayrıca maternal beslenme nöral tüp defekti, yarık damak-dudak, kardiyovasküler, respiratuvar, üriner ve santral sinir sistemi defektleri gibi doğumsal defekt çeşitleri ile de ilişkilidir. Sonuç: Bu nedenle, maternal beslenmenin fetus üzerindeki etkilerinin araştırılması için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: The aim of this review is to evaluate recent literature regarding effects of nutrition on fetal development. Main findings: Previous studies show that maternal factors such as age, nutrition, and stress are able to have negative effects on fetal development during pregnancy. The role of maternal nutrition on human pregnancy is still unclear but undoubtedly crucial. The dietary recommendations for pregnant women before and during pregnancy are similar to those for other adults, with a few exceptions. The main recommendation is to keep a healthy and balanced diet; however, there are some specific recommendations related to daily supplementation of minerals and vitamins during pregnancy to reduce the risk of birth defects. Maternal nutritional status during the period of conception is an important determinant of fetal growth and development. The relationship between maternal nutrition and low birth weight, intrauterine growth retardation, and spontaneous abortus are reported in the literature. Furthermore, maternal nutritional factors associated with different kinds of birth defects such as neural tube defects, oral cleft, cardiovascular, central neural, respiratory, and urinary system defects. Result: Therefore, further researchs are need for the effects of maternal nutrition on fetal growth
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Ve Yöresınde Yaşayan Asemptomatik Kışılerde Serum Selenyum Düzeylerı
Ali Bayram, Mehmet Erkoç, İdris Akkuş, Aşkın Işımer, Ahmet Soyal, Ahmet Aydın, Alaaddin Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Ve Yöresınde Yaşayan Asemptomatik Kışılerde Serum Selenyum Düzeylerı
Serum SelenIum Level In AsymptomatIe People LIvIng In And EnvIronınent Of Konya
Konya ve yöresinde kazaların beyaz kas has-talıgının sık görüldüğü yMerde yaşayan 65 ve bu hastalığın endergön:ildüğü yerlerde yaşayan 33 olguda serum selenyum düzeyi ara,sıtrıldı. ilk grupta selen-yum düzeyi 60.425±11 .727 gl, ve ikinci grupta 70.849±12.868 pg11- olup, iki grup arasında anlamlı şekilde farklılık buundu (p<0.01). Özellikle ilk grup-taki selenyum düzeyi, yetişkinler için normal selen-yum düzeyi olarak bildirilen 78-320 pgiUlik degerin oldukça altındadır. Epidemiyolojik ve klinik çalışmalar selenyum düşüklügünün kardiyovasküler hastalıkların etyoloji-sinde rol oynayabileceğini göstermektedir. Bu neden-le; her iki grubun yaşadığı bölgelerde koroner risk faktörlerinin tesbiti, koroner kalp hastalığı insidensi-nin belirlenmesi ve konuyla ilgili prospektif çalışmalar yapılmasının uygun olacağı kanaatine varıldı.
Serum selenium levels were investigated in both 65 cases who are living where white muscle disease of lambs were often observed and 33 cases where the disease seen rarely. The selenium level was 60.425±11.727 in first group and 70.849±12.868 pıgli, in the second and statistically significant difference was observed between the two groups (p<0.01). Particulary in the first group the selenium level was lower (han the values which reported as normal (78-320 !mit) selenium levels. Epidemiological and clinical studies indicate that low selenium levels can be an etiological cause for cardiovascular disease. Therefor it may be suggested that determination of coronary risk factors, incidance of coronary heart disease and fulfilling of prospective studies relatid with the subject would be usefil.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kordon Kanında Serum Lipidleri Üzerıne Bir Araştırma (+, ++)
Mustafa Ünaldı, Gökhan Timuralp, Ekin Önder, Orhan Değer, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Kordon Kanında Serum Lipidleri Üzerıne Bir Araştırma (+, ++)
An InvestIgatIon On Serum LIpIde In Cord Blood
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Doğum Kliniğinde normal olarak doğmuş, sağlıklı 150 bebeğin kordon kanından total lipid, total kolesterol ve fosfolipid tayinleri yapıldı. Elde edilen orta-lama değerler şöyle idi: Total lipid : 378.39 ± 88.02 % mg Total kolesterol: 106.48 ± 23.05 % mg Fosfolipid : 139.67 ± 39.82 % mg
In this research, the levels of iptal lipid, total cholesterol and phospholipids of 150 cord obtained from healthy newborns. Total lipid: 378.39 ± 88.02 mg % Total cholesterol: 106.48 ± 23.05 mg % Phospholipids: 139.67 ± 39.82 mg % These results vere compared with the other results belong to healthy adults and discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nervus Radialis’in Ve Muskuler Dallarının İnsan Fetus Kol Ve Önkollarındaki Seyri Ve Varyasyonları
Nadire Ünver Doğan, İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan
Araştırma makalesi
Özeti
Nervus Radialis’in Ve Muskuler Dallarının İnsan Fetus Kol Ve Önkollarındaki Seyri Ve Varyasyonları
The Course And The VarIatIons Of RadIal Nerve And Its Muscular Branches In Human Fetuses’ Arms And Forearms
Amaç: İnsan fetuslarında, n. radialis’in ve musküler dallarının seyri ve varyasyonlarını tespit etmek. Gereç ve yöntem; Nevrus radialis diseksiyonları 100 fetusun (50 difli ve 50 erkek) 200 kol ve önkolunda yapıldı. Uzunluk, kalınlık ve uzaklık ölçümleri 0.01 mm hassas dijital kumpas kullanılarak aynı kişi tarafından alındı. Bulgular: Tüm kollarda n. radialis’ten ilk olarak ramus musculares’in medial dalı ayrılıyordu. Bu dal 153 kolda (%76.5) n. radialis’in arka üst bölümünden, 47 kolda (%23.5) ise n. radialis’in ön üst bölümünden çıkıyordu. Önkollarda n. radialis’ten çıkan ilk dalların m. Brachioradialis ve m. extensor carpi radialis longus’a gittiği gözlendi. M. extensor carpi radialis brevis’i innerve eden musküler dalın %48 r. profundus’tan, %42 n. radialis’ten (r. superficialis ve r. profundus’un ayrım yeri), %10 r. superficialis’ten çıktığı tespit edildi. Ayrıca, n. radialis’ten m. brachialis’in inferolateral segmentine giden musküler bir dal (%26) gözlendi. Fetuslarda n. radialis seyri ve humerus gövdesi ile ilişkisi incelendiğinde proksimal (üst 0.18’i) ve distal (alt 0.17’si) kısımlarda ilişki tespit edilmedi. Sonuç: Nervus radialis’in seyri, musküler dalları, innervasyon paternleri ve varyasyonlarının bu bölgenin cerrahisiyle uğraşan uzmanlar tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir. Özellikle, bu çalışmada tespit edilen, fetuslarda n. radialis’in humerus arka yüzündeki spiral geçişi için güvenli alanın erişkine göre daha az olduğunun bilinmesi önemlidir.
Aim: To determine the course and the variations of radial nerve and its muscular branches in human fetuses. Material and Method: Radial nerve dissections were made on the 200 arms and forearms of 100 fetuses (50 males and 50 females). Length, thickness and distance measurements were taken by the same person using a 0.01 mm sensitive digital compass. Results: In all arms, primarily, the medial branch of muscular branch was separating from radial nerve. This branch was originating from posterior superior part of radial nerve in 153 arms (76.5%) and anterior superior part of radial nerve in 47 arms (23.5%). On forearms it was observed that the first branches of radial nerve reached to the brachioradialis muscle and extensor carpi radialis longus muscle. It was found that the motor branch which innervates extensor carpi radialis brevis muscle exit from deep branch in 48% of the arms, from radial nerve (separating location of the deep and superficial branches) in 42% of the arms, and from superficial branch in 10% of the arms. Also it was observed, in 26% of the cases, that a muscular branch originated from radial nerve and reached to the inferolateral segment of brachial muscle. It was found that there was no relationship between radial nerve and humerus body’s upper (superiorly 0.18) and lover (inferiorly 0.17) parts. Conclusion: The course, muscular branches, innervation patterns and variations of radial nerve should be well known by the specialists especially dealing with the local surgery of this region. In the fetuses, the knowledge of the spiral course of the radial nerve on the posterior face of humerus is crucial to determine the operation approach point, and this area is less safer than adults in the fetuses, according to our results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Pandemi Öncesi Ve Pandemi Döneminde Trakeotomi Sonuçlarının Karşılaştırılması
Fatih Yücedağ, Şerife Şamil Kahraman
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Pandemi Öncesi Ve Pandemi Döneminde Trakeotomi Sonuçlarının Karşılaştırılması
A ComparIson Of Tracheotomy Results From Before The Covıd-19 PandemIc And DurIng The PandemIc
Amaç: Bu çalışmada COVID-19 pandemi öncesi ve COVID-19 pandemi döneminde uzamış entübasyon nedeniyle
trakeotomi açılmış hastaları karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmada Karaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde, Eylül
2018 ile Ağustos 2021 tarihleri arasında uzamış entübasyon sonrası trakeotomi açılmış 179 hastanın kayıtları
retrospektif olarak incelendi. COVID-19 pandemi öncesi 18 aylık dönemde (Eylül 2018 ile Şubat 2020) trakeotomi
açılmış olan hastalar grup 1 (n:80) ve COVID-19 pandemi (Mart 2020 ile Ağustos 2021) döneminde trakeotomi
açılmış hastalar grup 2 (n:99) olacak şekilde iki gruba ayrıldı. İki grup demografik özellikler, entübasyon süreleri,
trakeotomiye bağlı erken ve geç komplikasyonlar, hastaların nihai sonuçları (exitus, eve taburcu, palyatif ve diğer
servislere devri) açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup 1’deki hastaların %45’i kadın, % 55’i erkekti. Grup 2’deki hastaların % 51’i kadın, % 49’u erkekti.
Cinsiyet bakımından gruplar arasında istatistiksel fark saptanmadı. Gruplar arasında yaş ve entübasyon süreleri
bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05). Trakeotomi komplikasyonu bakımından gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0. 05).
Sonuç: Çalışmamızda COVID-19 pandemi döneminde trakeotomi açılan hastaların pandemi öncesi döneme göre
daha genç yaşta olduğu gözlendi. Ayrıca pandemi döneminde entübasyon süresi pandemi öncesi dönemine göre
daha uzun saptandı.
Aim: To compare patients applied with tracheotomy because of prolonged intubation before the COVID-19
pandemic and during the pandemic.
Patients and Methods: A retrospective examination was made of the records of 179 patients with a tracheotomy
opened following prolonged intubation in the Intensive Care Unit of Karaman Training and Research Hospital
between September 2018 and August 2021. The patients were separated into two groups as group 1 (n:80)
of patients with tracheotomy in the 18-month period before the COVID-19 pandemic (September 2018 –
February 2020) and group 2 (n:99) of patients with tracheotomy during the COVID-19 pandemic (March
2020-August 2021). The two groups were compared in respect of demographic characteristics, duration of
intubation, early and late complications associated with tracheotomy, and patient outcomes (exitus, discharge
to home, transfer to palliative and other wards).
Results: Group 1 comprised 45% females and 55% males and group 2 comprised 51% females and 49%
males, with no statistically significant difference determined between the groups in respect of gender. A
statistically significant difference was determined between the groups in respect of age and the duration
of intubation (p<0.05). Tracheotomy-related complications were not determined to be significantly different
between the groups (p>0.05).
Conclusion: The patients in this study with a tracheotomy opened during the COVID-19 pandemic were
observed to be younger than patients with tracheotomy applied before the pandemic. In addition, the duration
of intubation was determined to be longer during the pandemic t han in the pre-pandemic period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
Ersin Şükrü Erden, Nebihe İsaoğulları, Mesut Demirköse, Ramazan Davran
Olgu sunumu
Özeti
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
PIgeon FancIer’s Lung DIsease
Hipersensitivite pnömonisi, çeşitli organik ya da kimyasal
maddelerin inhalasyonu ile gelişen immun yanıtın neden olduğu bir
inflamatuar intertisyel akciğer hastalığıdır. Kuş besleyicisi hastalığı,
kanatlıların dışkı ve tüy antijenlerine bağlı gelişen bir hipersensitivite
pnömonisidir. Başta güvercin olmak üzere birçok kanatlı
hipersensitivite pnömonisi’ne neden olmaktadır. Burada güvercin
besleyicisi hastalığı tanısı konularak tedavi edilen bir subakut
hipersensitivite pnömoni olgusu sunulmaktadır. Otuz iki yaşında
erkek göğüs hastalıkları polikliniğine iki aydır olan efor dispnesi,
kuru öksürük, ateş, terleme, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleri ile
başvurdu. Hastanın güvercin beslediği öğrenildi. Hastaya anamnez,
fizik muayene, solunum fonksiyon testleri, akciğer grafisi ve yüksek
rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi bulguları ile güvercin besleyicisi
hastalığı tanısı konularak prednizolon tedavisi yapıldı. Sonuç
olarak, bu olguların erken tanı almaları, böylece gerekli önlemlerin
alınarak erken tedavi edilmeleri hastalığın kronik forma ilerlemesinin
önlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Hypersensitivity pneumonia is an inflammatory interstitial lung
disease caused by immune response due to inhalation of various
organic and chemical substances. Bird fancier’s lung disease is a
hypersensitivity pneumonia which develops in response to organic
bird products. Hypersensitivity pneumonitis is caused by many birds,
especially pigeon. In the current case, the diagnosis was subacute
hypersensitivity pneumonitis. Thirty two year-old male was admitted
to chest diseases outpatient clinic due to two months of effort
dyspnea, dry cough, fever, sweating, fatigue and weight loss. The
patient has a history of pigeon feeding. The patient was diagnosed
as pigeon fancier’s lung disease by the help of the history, physical
examination, pulmonary function tests, chest radiography and highresolution
computed tomography findings, and he had prednisolone
therapy. As a result, an early diagnosis and then early treatment
after the necessary precautions are very important to avoid chronic
progress of these diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Muhammet Raşit Özer, Ali Avcı, İsmail Baloğlu, Kader Zeybek Aydoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Factors AssocIated WIth IntensIve Care HospItalIzatIon In PatIents WIth CovId-19
Amaç: Bu çalışmada biyokimyasal parametreler, vital bulgular ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR) değerlerinin
COVID-19 hastalarında yoğun bakım yatış endikasyonunun belirlenmesinde kullanılabilir olup olmadığı
amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, bir üniversite hastanesinin acil servisinde
gerçekleştirildi. 1-31 Temmuz 2020 tarihinde hastanemize başvurmuş SARS-CoV-2 PCR testi pozitif olan
hastalar çalışmaya dahil edildi. Elektronik ortamda hastaların laboratuvar sonuçları, demografik bulguları ve
klinik sonuçları toplandı. Hastalar taburcu edilmiş, servise veya yoğun bakıma yatışı yapılmış olarak 3 gruba
ayrıldı. Gruplar arasında semptomların görülme sıklığı, şiddeti, ek hastalıklar, laboratuvar değerleri, NLR
değerleri kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 489 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların ortalama yaşı 48.69 + 17.25 yıl
iken bunların 260’ı (%53,16) kadındı. Bu hastaların 248’i (%50,9) taburcu edilirken, 207’si (%42,3) servislere,
33 (%6,7)’ü de yoğun bakım ünitelerine alındı. Yoğun bakıma yatış yapılan hastaların yaş, kalp hızı, üre,
kreatinin, CRP, D-dimer ve NLR değerleri diğer gruplara kıyasla yüksekken, bu grupta oksijen saturasyonu
ise istatiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. Yoğun bakımı yatışı olanlarda Diabetes Mellitus, Esansiyel
Hipertansiyon, Kronik Obstrüktif Akciğer hastalığı gibi eşlik eden sistemik rahatsızlıklar daha fazlaydı.
Çok değişkenli analizde oksijen satürasyonu (OR:0.803) ve nötrofil-lenfosit oranı (OR:1.09) yoğun bakım
ünitesinde yatış endikasyonunun bağımsız öngördürücüsü olarak b ulundu.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda acil servise COVID-19 nedeni ile başvuran hastalarda özellikle düşük
oksijen satürasyonu ve yüksek nötrofil-lenfosit oranının yoğun bakım yatış endikasyonun belirlenmesinde
kullanılabileceklerini düşünüyoruz.
Aim: In this study, it was aimed whether biochemical parameters, vital signs and neutrophil-lymphocyte ratio
(NLR) values could be used in determining the indication for intensive care hospitalization in COVID-19
patients.
Patients and Methods: This retrospective observational study was conducted in the emergency department
of a university hospital. Patients with positive SARS-CoV-2 PCR test who applied to our hospital on 1-31 July
2020 were included in the study. Laboratory results, demographic findings and clinical results of the patients
were collected electronically. The patients were divided into 3 groups as discharged, admitted to the service
or intensive care unit. The incidence and severity of symptoms, comorbidities, laboratory values, and NLR
values were compared between the groups.
Results: A total of 489 patients were included in the study. The mean age of the included patients was 48.69
+ 17.25 years, of which 260 (53.16%) were female. While 248 (50.9%) of these patients were discharged,
207 (42.3%) were taken to the service and 33 (6.7%) to the intensive care units. Age, heart rate, urea,
creatinine, CRP, D-dimer and NLR values of the patients admitted to the intensive care unit were higher
than the other groups, while oxygen saturation was statistically significantly lower in this group. Concomitant
systemic diseases such as Diabetes Mellitus, Essential Hypertension, Chronic Obstructive Pulmonary
Disease were more common in those hospitalized in the intensive care unit. In multivariable analysis, oxygen
saturation (OR:0.803) and neutrophil-lymphocyte ratio (OR:1.09) were found to be independent predictors of
the indication for hospitalization in the intensive care unit.
Conclusion: As a result of our study, we think that especially low oxygen saturation and high neutrophillymphocyte
ratio can be used in determining the indication for intensive care hospitalization in patients who
apply to the emergency department due to COVID-19.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esansiyel Hipertansiyonda Verapamil Sr 240 Mg In Etkısı
Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Hasan Hüseyin Telli, Süleyman Türk, Doğan Çiftçi, Said Gönen, Mustafa Cirit, Mehmet Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Esansiyel Hipertansiyonda Verapamil Sr 240 Mg In Etkısı
Effect Of VerapamIl Sr 240 NIg Treatment On EssentIal HypertensIon
Sınır, hafif. orta derecede ve ağır hipertansiyonlu 50 poliklinik: hastasmda uzun etkili Verapamil SR 240 ıng'ın etkenliği ve özellikle tolerabilitesi araştırddı. ilaç günde bir kez 240 ıng olarak oral yoldan verildi. Gerektiğinde 360 ıng'a çıkıldı. Çalışma 6 hafta sürdü. Çalışma sonunda sınır hipertansivonht 8 vakanın 7'sinde. hafif hipertansiyonlu 11 hastanın 9'unda. orta derecede hipertansiyonlu 14 hastanın 10'unda ve ağır hipertansiyonlu 17 hastanın 8'inde diyastolik kan basıncı değerleri günlük 240 mg uzun etkili Verapamil SR 240 ıng ile 90 /nın lig veya altına düşmüştü. Verapamil SR 240 ıng'ın kardiak ve ekstrakardiak tolerabilitesi çok iyiydi. Hastaların hiçbirinde AVblok gelişmedi. Hastaların çok az bir kısmında yan etkiler görüldü. Başhcaları; baş dönmesi, baş ağrısı. yorgunluk, yüz kızarması, bu-lantı, kusma, ateş basması, huzursuzluk ve kaşıntı idi.
In this study: the effect of and tolerability to long actinz Verapamil SR 240 mg treatment on ',ordu, mild, moderate and malignant hypenension were in-vestigated.7'he drug was giyen orally once a day. If there was a necessity, a Jose o f 360 mg was used. At the end of Iliis study Verapamil SR 240 mg was found effective in most of thepaıients. Afier theVe-rapamil SR 240 mg treatınent, the patients diastolic blood pressure was ender 90 mın lig. Cardiac and ex-tracardiac tolercllıility to Verapamil SR 240 mg iher-apı. was excelknt. AV-block wasn't seen. In some of the patients, there were Side ellects such as headache, fiıtigue. flushing, nausea, vomiting and dizziness.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Myeloid Lösemide Nadir Sitogenetik Anomali:
del11q(13)
Emine Göktaş, Ayşegül Zamani, Aynur Uğur Bilgin, Mahmut Selman Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Akut Myeloid Lösemide Nadir Sitogenetik Anomali:
del11q(13)
Del11q(13) Is A Rare CytogenetIc AbnormalIty In Acute MyeloId
leukemIa
Akut myeloid lösemi, 3-4/100000 insidans ile erişkinde en sık
görülen lösemi türüdür ve her yıl yeni tanı alan hastaların %20’sini
oluşturur. Hastalar; anemi, çabuk yorulma, düşük dereceli ateş,
bağışıklık sisteminde zayıflık gibi şikayetleri içeren geniş bir semptom
yelpazesine sahiptir. Akut myeloid lösemi tanısında sitogenetik
analiz anahtar tetkiktir ve akut myeloid lösemi hastalarındaki malign
hücrelerin çoğunda kromozom anomalisi mevcuttur. Bu çalışmada,
46,XX del11q(13) karyotip kuruluşuna sahip nadir bir akut myeloid
lösemi vakası sunuldu.
Acute myeloid leukemia is the most common type seen in adults
with 3-4/100000 incidence and accounting for %20 newly diagnosed
patients each year. Patient may present with a broad variety of
symptoms including low-grade fever, easy bruising, anemia, weakness
in immune system. Cytogenetic analysis is a key component in
diagnostic of acute myeloid leukemia. Chromosomal abnormality is
present in the majority of malignant cells in acute myeloid leukemia
patients. We presented a rare acute myeloid leukemia case with 46,
XX del11q(13) karyotype organization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Sırasında Üroloji Kliniklerine Normal Ve Acil Başvurulardaki Azalma: Gözlemsel Bir Çalışma
Mehmet Yılmaz Salman, Orhun Sinanoğlu, Göksel Bayar
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Sırasında Üroloji Kliniklerine Normal Ve Acil Başvurulardaki Azalma: Gözlemsel Bir Çalışma
The Decrease In Regular And Emergency VIsIts To Urology ClInIcs DurIng Covıd-19 PandemIc: An ObservatIonal Studythe Decrease In Regular And Emergency VIsIts To Urology ClInIcs DurIng Covıd-19 PandemIc
Amaç: Bu önce ve sonra çalışmasının amacı, 2019 ve 2020'nin aynı döneminde pandemi öncesi ve sonrası
ürolojik konsültasyon ve acil durumlardaki değişiklikleri iki g rup olarak karşılaştırmaktır.
Hastalar ve Yöntem: Hasta dosyaları geriye dönük olarak taranmış ve konsültasyon, ameliyat ve yatış
sayıları değerlendirilmiştir. İki grup triyaj renk kodları ve nihai kararlar açısından karşılaştırılmıştır. Hastaların
yaş ve cinsiyet gibi demografik verileri, triyaj renk kodu, konsültasyon kliniği, vizit tipi (düzenli vs kontrol) ve
operasyon verileri (ameliyat tipi, profilaksi durumu, ameliyat yeri vb.) kaydedilmiştir.
Bulgular: 2019 yılında 50 günlük dönemde acil servise toplam 89.674 hasta, 2020 yılında ise aynı dönemde
53.745 hasta başvurmuştur. Aynı dönemde acil servise başvuran hasta sayısı bir önceki yıla göre %40,07
azalmıştır. Yeşil triaj kodlu hastaların oranı 2020 yılında 2019 yılına kıyasla %30 azalırken, aynı dönemde
sarı triaj kodlu hastaların oranı ise %28.9 artmıştır. Üroloji vizitlerinde 2020'de %85.91 gibi dramatik bir düşüş
yaşanmıştır.
Sonuç: COVID-19 pandemisi hala devam etmekte olup, aşılama programları ve kısa sürede kullanıma
sunulacak olan yeni ilaçlar dahil olmak üzere tüm çabalara rağmen bir süre daha devam edecek gibi
görünmektedir. Pandemi ile birlikte üroloji kliniğine konsülte edilen hastal arın sayısında azalma olmuştur .
Aim: In this pre-and post- study, we aimed to compare changes in urological consultations and emergencies
between before and after the pandemic at the same time period o f 2019 and 2020 as two groups.
Patients and Methods: Patient files were retrospectively screened and numbers of consultations, surgeries
and admissions were evaluated. The two groups compared in terms of triage color codes, and final decisions.
Patients’ demographic data such as age and gender, triage color code, consultation order clinic, type of visit
(regular vs control), and operational data (type of surgery, prophylaxis status, place of OR etc) were recorded.
Results: A total of 89,674 patients presented to the emergency department in the 50-day period in 2019 and
53,745 patients in the same period of time in 2020. The number of patients presenting to the emergency
department decreased by 40.07% within the same period compared to the previous year. The percentage of
patients with the green triage code was decreased in 2020 by 30% compared to 2019, while the percentage
of yellow triage code was increased in 2020 by 28.9% compared to 2019. There was a dramatic fall in urology
visits in 2020 by 85.91%.
Conclusion: The COVID-19 pandemic is still ongoing, and it seems likely to continue for some time, despite
all efforts including vaccination programs and novel drugs that will also become available in a short time. The
number of patients cosulted with urology outpatient clinic has decreased during the pandemic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlılarda Düşmeler Ve İlişkili Risk Faktörlerinin Yaş Ve Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi
Tahsin Gökhan Telatar, Sarp Üner, Hilal Özcebe, Burcu Küçük Biçer, Özge Yavuz Sarı
Araştırma makalesi
Özeti
Yaşlılarda Düşmeler Ve İlişkili Risk Faktörlerinin Yaş Ve Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi
DefInIng Falls And AssocIated RIsk Factors In Elderly Among Age Groups And Sex
Amaç
Araştırmada Türkiye, Sinop ilinde yaşayan yaşlıların düşme sıklıklarının ve düşmelerle ilişkili risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve gereçler
Kesitsel tipteki bu araştırmanın evrenini 2013 yılında Sinop ilinde yaşayan ve aile hekimliği bilgi sistemine kayıtlı olan 32506 kişilik 65 yaş ve üzeri nüfus oluşturmaktadır. Cinsiyet ve yaş gruplarına (65-74, 75 ve üzeri) göre yapılan tabakalama sonucunda 2463 kişilik örnek büyüklüğü belirlenmiş ve %92,1’ine ulaşılmıştır. Yapılandırılmış bir anket formu aracılığıyla katılımcıların bazı sosyo-demografik özellikleri, düşme durumları, günlük yaşam aktivitelerindeki fonksiyonellikleri, depresyon durumları ve düşmeler konusundaki farkındalıklarını içeren veriler toplanmıştır. Risk faktörlerinin düşmelerle ilişkisi dört farklı lojistik regresyon modeli kullanılarak hesaplanmıştır.
Bulgular
Araştırmaya katılan yaşlıların 65 yaşından sonra düşme prevalansları %36,4 olarak bulunmuştur. Herhangi bir okuldan mezun olmamış olmak, mevcut sağlık durumunu düşük puanlamış olmak, sürekli olarak ilaç kullanıyor olmak, günlük kullandığı ilaç sayısının fazla olması, desteksiz olarak yürüyememek ve depresyonda olmak her iki yaş grubu ve cinsiyet için de düşme riskini artıran faktörler olarak tanımlanmıştır. Herhangi bir kronik hastalığa sahip olmak, yalnız yaşamak, düşme korkusu yaşıyor olmak, düşmeler konusunda farkındalığın düşük olması, günlük yaşsam aktivitelerinde bağımsız olmamak ve düşmelerden korunma hakkında yetersiz bilgi sahibi olmak yaş ve cinsiyet gruplarının en az ikisinde düşme riskini artıran faktörler olarak bulunmuştur. Daha önce gelir getiren bir işte çalışmış olmak ve halen çalışıyor olmak ile düşme riski arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
Sonuç
Düşmeler yaşlılık dönemi için önemli bir halk sağlığı sorunudur ve düşmelerin önlenmesi ile risk faktörlerinin kontrolü konularında ileriye dönük müdahalelerin planlanmasında 65 yaş üzeri nüfus içerisinde yaş ve cinsiyet gibi belirleyicilere bağlı olarak risk faktörlerinin değişiklik gösterdiği göz önüne alınmalıdır.
Aim
This study aims to determine the prevalence of falls and associated risk factors among elderly living in Sinop, Turkey.
Materials and methods
The universe of this cross-sectional study consists of 32506 people older than 65 years old whom are registered to the family physicians’ information system and live in Sinop. After stratification for sex and age (65-74, 75 and over) a sample size of 2463 and 92.1% were reached. Data about some of the socio-demographic characteristics, falling status, daily living activity functionalities, depression status and awareness about falls of the participants were collected via a structuralized questionnaire. Relations between falls and associated risk factors were assessed by four different logistic regression models.
Results
The mean of falling prevalence after age 65 among elderly was 36.4%. Not being graduated from any school, having low scores for current health conditions, using more than one drug daily, not being able to walk without support and being positive for depression are found to be risk factors for falling among both sex and age groups. Having a chronic disease, living alone, having fear of falling, having low awareness about falls, being dependent in daily living activities and having inadequate knowledge about prevention from falls are found to be risk factors for at least two of the sex and age groups. There were no statistically significant relations between falling risk and previous or current employment status.
Conclusion
Falls are important public health concerns among elderly and the variability of risk factors depending on determinants such as age and sex should be considered while planning further implementations targeting fall prevention and control of risk factors for elderly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksi
Tamer Baysal, Bülent Oran, Mustafa Doğan, Derya Çimen, Sevim Karaarslan
Araştırma makalesi
Özeti
Sekundum Atriyal Septal Defektli Çocuklarda Miyokard Performans İndeksi
MyocardIal Performance Index In ChIldren WIth Secundum AtrIal Septal Defect
Doğuştan kalp hastalığı olan hastalarda ventrikül geometrisi bozulacağı için ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede bazı zorluklar olabilmektedir. Ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede Doppler eko yöntemi ile elde edilen ve ventrikülün geometrik şekline bağımlı olmayan miyokard performans indeksi erişkin ve çocuklarda araştırılarak kullanılmaya başlanmıştır. Miyokard performans indeksi izovolumik zaman aralıklarının ventrikül ejeksiyon zamanına bölünmesi ile elde edilir. Ventriküllerin ön ve art yük değişikliklerinde bu indeksin nasıl etkilendiği araştırılmalıdır. Bu çalışma atriyal septal defektin (ASD) neden olduğu ön yük değişikliklerinde sağ ve sol ventriküler miyokard performans indeksinin nasıl etkilendiğini araştırmak amacı ile planlandı. Yaşları 6 ay ile 148 ay arasında (ortanca 24 ay) 17 ASD’ li ve yaşları 3 ay ile 160 ay arasında (ortanca 17 ay) 24 normal çocukta sol ve sağ ventrikül için miyokard performans indeksi ölçüldü. Sol ventrikül için miyokard performans indeksi ASD ve kontrol grubunda sırası ile 0.38±0.16 ve 0.32±0.09 iken sağ ventrikül için miyokard performans indeksi sırası ile 0.24±0.15 ve 0.20±0.08 bulundu. Gruplar arasında sol ve sağ ventrikül miyokard performans indeksleri yönünden istatistiksel açıdan anlamlı bir fark yoktu (p<0.05). Bu çalışma ile ventrikül fonksiyonlarını ölçmeye yarayan miyokard performans indeksinin ASD’ li hastalarda ön yük değişikliklerinden etkilenmediği gösterildi.
Quantitative assessment of ventricular function in patients with congenital heart disease is often challenging due to distorted ventricular geometry. A myocardial performance index (MPI) has been reported in adults and children that is a Doppler-derived non-geometric measure of ventricular function. The MPI measures the ratio of isovolumic time intervals to ventricular ejection time. The effects of altered ventricular preload or afterload on the MPI have yet to be determined. This study was designed to determine the impact of altered preload on left and right ventricular MPI nin the clinical setting of atrial septal defect (ASD). The left and right ventricular MPI were measured in 17 patients with ASD (ages 6 to 148 months, median 24 months) and 24 normal children (ages 3 to 160 months, median 17 months). In patients with ASD and control groups, the left ventricular MPI was 0.38±0.16 and 0.32±0.09 and the right ventricular MPI was 0.24±0.15 and 0.20±0.08 respectively. No significant change in the left and right ventricular MPI was seen in patients with atrial septal defect and control groups. This study documents that the MPI is a quantitative measure of ventricular function that is appears to be relatively independent of changes in preload.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Xanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve Erişkinde
Mehmet Kılınç, Recai Gürbüz, Mehmet Arslan, Celal Sönmez, Kadir Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Xanthogranulomatous Pyelonephritis Çocuk Ve Erişkinde
Xanthogranulomatous Pyelonephrıtıs In Chıldren And Adults
Xanthogranulomatous pyelonefritisli 9 yaşında bir kız çocuğu ile 69 yaşında bir erkek yaka sunulmuştur. Willm's Tümör'ü olmasından şüphe edilen, abdominal kitlesi olan bir kız çocuğudur. Bütün yaş gruplarında xanthogrcz.nulomatous pyelonefritis görülür. Hastalar genellikle geniş, non - fonksiyone (taşlı) böbreğe sahiptir. Kadınlarda daha fazla oranda görülür. Çocuklarda daha nadir olarak görülür. Obstrüksiyonun bazı belirt-deri vardır. Wateral xanthogranulomatous pyelonefritisli, hasta hiç rapor edilmemiştir.
A 9 - year - old girl and a 69 - year - old male with xanthofranulo-matous pyelonephritis vere presented. A 9 - year - old girl had an abdo-minal mass, which, was suspected of being a Willm's Tumor. xanthogranu-iomatous Pyelonephritis occurs in patients of al/ ages. Patients usually have a large non - functioning kidneys with, ealeuli. The females are pre-dominant. Xanthogranu/omatous Pyelonephritis in the ehildren is a rare phenomenon. xanthorganu/omatous Pyelonephritis is always associated with infee-tino (usually proteus) and there are some signs of obstruction. There has never been reported bilaterally.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Turgut Teke, Mustafa Dinç, Emin Maden, Hatice Toy, Orhan Özbek, Sami Ceran, Mustafa Serdengeçti, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Tuberculous LymphadenItIs WhIch MImIcked MedIastInal Tumor And Elevated Fdg Uptake At Pet-bt
Tüberküloz tüm dünyada ve ülkemizde çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Ekstrapulmoner yerleşimli tüberküloz vakaları ayırıcı tanıda karşılaşılan zorluklar nedeni ile önemli bir klinik sorun oluşturmaktadır. Kontrastlı toraks BT’de mediastende patolojik boyutlarda lenfadenomegaliler bulunan, PETBT’sinde lenfadenomegalilerinde yüksek FDG tutulumunun görülmesi nedeniyle yapılan mediastinoskopik biyopside tüberküloz lenfadenit olduğu saptanan vakayı tartışmayı amaçladık. 80 yaşında bayan hasta PA akciğer grafisinde sağ paratrakeal bölgede genişleme tespit edilmesi üzerine yatırıldı. Toraks BT ve MR görüntülemeleri bu genişlemenin mediastinal tümörle uyumlu olduğunu destekliyordu. PET-BT incelemesinde kitlenin malignite lehine artmış FDG tutulumu gösterdiği izlendi. Ancak mediastinoskopik biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit olarak rapor edildi ve tüberküloz tedavi başlandı. Erişkin hastalarda bile görüntüleme yöntemleriyle dahi malign olduğu düşünülen mediastinal kitlelere sebep olan patolojiler arasında tüberküloz lenfadenitin de olabileceği akılda tutulmalı ve tüberküloz lenfadenitin PET-BT incelemesinde artmış FDG tutulumu gösterebileceği unutulmamalıdır.
Tuberculosis remains to be a serious public health problem in our country and all over the world. Extrapulmonary tuberculosis causes major clinical problems because of difficulties encountered in the differential diagnosis. In this case report, we aimed to discuss a case of tuberculous lymphadenitis mimicking mediastinal tumor in chest CT and PET-CT examination. Eighty years old female patient with right paratracheal enlargement in the chest radiography was admitted to our hospital. Thorax CT and MR imaging was supporting this expansion as concordant with the mediastinal tumor. The PETCT showed increased FDG uptake in favor of malignant masses. However, mediastinoscopic biopsy was reported as tuberculous lymphadenitis and antituberculous therapy was started. It should be kept in mind that even in adults patients, tuberculous lymphadenitis should be thought in differential diagnosis of mediastinal masses suspecting malignancy with imaging techniques and also it should not be forgotten that tuberculous lymphadenitis may be presented with elevated FDG uptake at PET-BT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erıskının Sıkıntılı Solunum Sendromu
Yıldız Divanlı, L. Nur Şan, Şerife Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Erıskının Sıkıntılı Solunum Sendromu
Adult Respıratory Syndrome
Adult respiratory distres sendromu, yetişkinlerde yapılan sıkıntılı solunum yetmezliğinin ileri bir derecesidir. Bu klinik tabloda değişik etkenler rol oynamaktadır. Yirminci asrın başlarından beri travma ve şokla beraber görülen solunum yetmezlikleri rapor edilmişse de yetişkinler de görülen solunum sıkıntısının tarifi çok yenidir. 1967 yılında Asbaugh ve arkadaşları bu antiyeti klinik ve fizyopatolojik özellikleriyle tarif edilmiştir.
Adult respiratory distress syndrome is an advanced degree of distressing respiratory failure in adults. Various factors play a role in this clinical picture. Although respiratory failure associated with trauma and shock has been reported since the beginning of the twentieth century, the definition of respiratory distress seen in adults is very recent. In 1967, Asbaugh et al. Described this entity with its clinical and physiopathological features.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Yetışkınlerde Sakatlık Sebeblerı
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mahmut Mutlu, Necmettin Reis
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Yetışkınlerde Sakatlık Sebeblerı
The Causes Of The AdulI DIseabIlItIes In Konya
1979-1989 yılları arasında Konya Devlet Hastanesinde verilmiş olan Heyet raporları incelendi. Bunlardan sakatlık sebebi ile verilenler yardımı ile Konya Bölgesinde yetişkinlerdeki sakatlık sebepleri araştırıldı. Kas iskelet sistemi ile ilgili sakatlıkların ilk sarayı teşkil ettiği tespit edildi.
Doctors Commisions report: of the Konya State Hospital from 1979 to 1989 have been reviewed. Among these reports that have been prepared the cause of the disability were studied. And the causes of the disabilities were investigated in adults. Our findings showed that musculoskeletal System was the most effected part in disabilities.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
Alper Yıldırım, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ahmet Osman Kılıç, Mehmet Uyar, Ayşegül Zaimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
ConsultatIons To SurgIcal Departments In PedIatrIc Emergency Department In CovId-19 PandemIc
Amaç: Çalışmanın amacı pandemi döneminde çocuk acil servisten cerrahi branşlara danışılan hastaların
klinik özelliklerinin ve konsültasyon sürecinin değerlendirilmesi, elde edilen bulguların pandemi öncesi verilerle
kıyaslanmasıdır.
Hastalar ve Yöntem: Araştırma 11.03.2020-11.03.2021 tarihleri arasında hastanemizin çocuk acil servisinde
yapılmıştır. 0-18 yaş grubundaki hastalar geriye dönük olarak cinsiyet, yaş, tanı, konsültasyon sonucu, konsültasyon
yanıt süresi açısından değerlendirildi. Elde edilen bulgular 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasındaki pandemi
öncesi verilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların; %42,4'ü kadın, %57,6'sı erkektir. Ortalama yaş 6,9±4,9 yıldır. Hastalarımızın %27,3'ünün
cerrahi kliniklerden birine yabancı cisim, %22,2'sinin akut karın, %10,6'sının yabancı cisim aspirasyonu tanısı ile
başvurduğu belirlendi. Hastaların %38,5'inin çocuk cerrahisi, %33,9'unun kulak burun boğaz ve %11,4'ünün göğüs
cerrahisi bölümüne konsülte edildiği belirlendi. Ortalama konsültasyon yanıt süresi 72,2±48,8 dakikaydı. Pandemi
sırasında acil servise başvuran hastaların tanı dağılımı, konsültasyon yanıtlanma süresi, konsültasyon yapılan
cerrahi bölüm dağılımı, konsültasyon sonuçları, cerrahi bölümlere göre konsültasyon yanıt sürelerinin dağılımı
pandemi öncesi döneme göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda pandemi döneminde çocuk acil servisine başvuran hasta sayısının azaldığı, yatış sayısının
arttığı, travma ve yakın fiziksel temasla ilişkili tanıların azaldığı, epididimoorşit tanılarının arttığı saptandı. Bununla
beraber konsültasyon yanıtlanma sürelerinin oldukça uzadığı gör üldü.
Aim: The aim of the study was to evaluate the clinical features and consultation process of the patients who
were consulted from the pediatric emergency department to the surgical departments during the pandemic
period, and to compare the findings with the data before the pa ndemic.
Patients and Methods: The research was conducted between 11.03.2020-11.03.2021 in the pediatric
emergency department of our hospital. The enrolled patients at 0-18 years of age were retrospectively
evaluated in terms of gender, age, diagnosis, consultation result, consultation response time. Our study was
compared with the prepandemic data between 01.01.2019 and 31.12 .2019.
Results: Of the patients; 42,4% were female and 57,6% were male. The mean age was 6,9±4,9 years. It
was determined that 27,3% of our patients were consulted to one of the surgical clinics with the diagnosis of
foreign body, 22,2% acute abdomen, 10.6% foreign body aspiration. It was found that 38,5% of the patients
were consulted to the pediatric surgery department, 33,9% to the otolaryngology department and 11,4% to the
thoracic surgery department. The mean consultation response time was 72,2±48,8 minutes. The distribution
of diagnoses, consultation response time, consulted surgical departments, consultation results by age groups,
and distribution of the consultation response times by surgical departments during the pandemic were found
to be statistically significant compared to the pre-pandemic pe riod (p<0,05).
Conclusion: In our study, it was found that the number of patients admitted to the pediatric emergency
department decreased during the pandemic period, the number of hospitalizations increased, the diagnoses
associated with trauma and close physical contact decreased, and the diagnosis of epididymorchitis increased.
In addition consultation response times were observed to be con siderably longer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Haluk Gümüş, Ekrem Akkurt, Faruk Ömer Odabaş, Halim Yılmaz, Ramazan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Moyamoya DIsease: Case PresentatIon And RevIew
Moyamoya hastalığı ön ve orta serebral arterler ile internal karotid arterler arasındaki sahada obstrüksiyon veya stenoza bağlı olarak oluşan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve anjiyografik olarak tanımlanan bir durumdur. Erişkinlerde hemoraji, çocuklarda iskemi sıklıkla başlangıç semptomlarıdır. Bu yazımızda baş ağrısı, bulantı, kusma ve sol hemiparazi şikayetleri ile acil servisimize başvuran ve radyolojik bulguları sağ basal ganglion hemorajisini gösteren 21 yaşında erkek hastada teşhis edilen bir Moyamoya Hastalığı vakası sunuyoruz.
\r\n
Moyamoya disease is an entity, which is caused by obstruction or stenosis in the area between the internal carotid artery, and anterior and middle cerebral arteries, identified angiographically, and does not have an exactly known etiology. The most frequent symptoms of onset are hemorrhage in adults and ischemia in children. In this paper, we present a case of Moyamoya disease which was diagnosed with a 21 year old male patient who was admitted to our emergency department with headache, nausea vomiting and left hemiparasi complaints and whose radiological findings showed right basal ganglia hemorrhage.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
Esma Kepenek, Bahar Kandemir, İbrahim Erayman, Sümeyye Yüce, Rukiyye Bulut
Araştırma makalesi
Özeti
Üçüncü Basamak Bir Hastanede İzlenen Brusellozis Olgularının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of BrucellosIs PatIents Followed-Up In A TertIary HospItal
Giriş ve Amaç
Brusellozis Türkiye’de endemik olarak görülen aynı zamanda halk sağlığı problemi olan zoonotik bir infeksiyondur. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen brusellozis olgularının demografik/epidemiyolojik, klinik, laboratuvar özelliklerinin, komplikasyon ve tedavilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışmada kliniğimizde 1 Ocak 2010-31 Aralık 2018 tarihleri arasında takip edilen olguların özellikleri retrospektif olarak incelendi. Tanımlayıcı veriler sayı ve yüzde (%) olarak belirtildi. Kategorik değişkenler ki-kare testi, sayısal değişkenler Student-T testi kullanılarak analiz edildi.
Bulgular
Toplam 365 brusellozisli hastanın 159 (%43.56)’u kadın, 206 (%56.44)’sı erkekti. Hastaların yaş ortalaması 45.9±14.51 (18-82) idi. En sık başvuru zamanı 137 (%37.5) ile yaz mevsimiydi. Hastalığın en sık 252 (%69) bulaş yolu hayvancılıkla uğraşma öyküsü olarak bulundu. Olguların 168 (%46)’i akut, 96 (%26.3)’sı subakut, 101 (%27.7)’i kronik brusellozis idi. Hastaların en sık şikayeti 302 (%82.7) halsizlik olup akut bruselloziste daha yüksekti (0.0015). Elli üç (%33.3) erkek, 114 (%55.3) kadında anemi olup kadınlarda anemi daha yüksek (p₌0.0283) bulundu. Hastalarda %7.9 lökopeni, %16.2 lökositoz, %9.6 trombositopeni, %4.1 nötropeni, %9 nötrofili, %12 lenfomonositoz saptandı. Wright agglütinasyon testi 26 (%7.1), Brusella immuncapture aglütinasyon testi 361 hastada bakılmış olup hepsinde pozitif saptandı. Hastaların 172 (%47.1)’sinde komplikasyon gelişip en sık 58 (%15.9) spondilodiskit saptandı. Olguların 61(%31.8)’inde relaps gelişti.
Sonuç
Brusellozisin ülkemizde endemik olması ve bölgemizde hayvancılığın yaygın olarak yapılması nedeniyle halsizlik, eklem ağrısı ve ateş gibi şikayetler ile başvuran hastalarda brusellozis ön tanılar arasında yer almalıdır. Ayrıca hastalar nüks açısından takip edilmelidir.
Introduction and Objective
Brucellosis is a zoonotic infection seen as an endemic in Turkey and is a public health problem at the same time. The objective of this study was to evaluate demographic/epidemiologic, clinic, laboratory features, complications and treatments in brucellosis patients followed-up in our clinic.
Material & Methods
In this study, features of patients followed-up between 01/01/2010 and 31/12/2018 in our clinic were retrospectively evaluated. Descriptive data were expressed as number and percentage. Categorical variables were analyzed with Chi-square test and numerical variables with Student’s t test.
Results
Of the total of 365 brucellosis patients, 159 (43.56%) were female and 206 (56.44%) were male. The mean age of the patients was 45.9±14.51 (18-82) years. The most common time of presentation was summer season with 137 (37.5%) patients. The most common transmission route of the disease was a history of animal husbandry with 252 (69%) patients. Of all cases 168 (46%) were acute, 96 (26.3%) were subacute, and 101 (27.7%) were chronic brucellosis. The most common complaint of the patients was fatigue in 302 (82.7%) patients with being higher in acute brucellosis (p=0.0015). Anemia was found in 53 (33.3%) male and 114 (55.3%) female patients with being significantly higher in female patients (p=0.0283). Leukopenia was found in 7.9%, leukocytosis in 16.2%, thrombocytopenia in 9.6%, neutropenia in 4.1%, neutrophilia in 9% and lymphomonocytosis in 12% of the patients. Wright agglutination test was performed in 26 (7.1%) and brucella immunocapture agglutination test in 361 (98.9%) patients and all results were positive. Of all patients, 172 (47.1%) developed complications with spondylodiscitis being the most commonly found in 58 (15.9%) patients. Sixty-one (31.8%) of patients developed relapse.
Conclusion: Since brucellosis is endemic in our country, it should be considered in presumed diagnosis of patients presenting with complaints such as fatigue, articular pain and fever.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalça Kırıkları Sonrası Cerrahi Zamanlamanın Ve Covid-19 Pandemisinin Mortaliteye Etkisi
Ahmet Fevzi Kekeç, Alper Kırılmaz, Haluk Yaka, Tahsin Sami Çolak, Halil Sezgin Semiz
Araştırma makalesi
Özeti
Kalça Kırıkları Sonrası Cerrahi Zamanlamanın Ve Covid-19 Pandemisinin Mortaliteye Etkisi
The Effect Of WaItIng TIme For Surgery After HIp Fractures And The CovId-19 PandemIc On MortalIty
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kalça kırığı tanısı almış yaşlı hastalarımızda pandemi öncesi ve sonrasında
ameliyata alınma süresinin değişip değişmediğini ve bu durumun mortalitede artışa neden olup olmadığını
incelemektir.
Hastalar ve Yöntem: Mart 2019-Mart 2020 tarihleri arasında kalça kırığı tanısı ile opere edilen hastalar
pandemi öncesi dönem, Nisan 2020-Nisan 2021 tarihleri arasında kalça kırığı tanısı ile opere edilen
hastalar ise pandemi dönemi olarak kabul edildi. Her iki grup; yaş, cinsiyet, cerrahiye kadar geçen süre,
hastanede kalış süresi ve bir yıllık mortalite açısından karşıl aştırıldı.
Bulgular: Mortaliteyi etkileyen tüm faktörler incelendiğinde, ameliyata kadar geçen sürenin mortaliteyi
anlamlı olarak artırdığını gösterdi. Ameliyat için ortalama bekleme süresi tüm hastalarda 27,6±19,4
saat iken Grup 1'de 25,7±19,1 saat ve Grup 2'de 29,6±19,6 saat olup iki grup arasında anlamlı fark
vardı. (p=0.043). Mortaliteye neden olan cerrahi bekleme süresinin cut-off değeri “23.35” saat olarak
hesaplandı. Grup 1'de mortalitede anlamlı artış saptanmazken (p=0.340), Grup 2'de cerrahi gecikmenin
artması mortaliteyi anlamlı olarak etkiledi (p=0.027).
Sonuç: Bu çalışmada, yaşlı popülasyonda kalça kırığı sonrası 23.35 saatin üzerinde cerrahi başvuru
gecikmesindeki artışın bir yıllık mortalite ile doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir, ayrıca pandemi
koşullarında ameliyat için bekleme süresindeki artışın direkt olarak mortaliteyi olumsuz etkileyen
faktörlerden biri olduğu düşünülmektedir .
Aim: The aim of this study is to examine whether the timing of surgery in our elderly patients with a
diagnosis of hip fracture changed before and after the pandemic, and whether this situation caused an
increase in mortality .
Patients and Methods: The patients who were operated with the diagnosis of hip fracture between March
2019 and March 2020 in our hospital database were accepted as in the pre-pandemic period, and the
patients who were operated with the diagnosis of hip fracture between April 2020 and April 2021 were
considered as in pandemic period. Both groups were statistically compared in terms of age, gender,
waiting time for surgery , length of hospital stay and one year mortality .
Results: When the factors af fecting mortality were examined, the time elapsed until surgery significantly
increased mortality. While the mean waiting time for surgery was 27.6±19.4 hours in all patients, it was
25.7±19.1 hours in Group 1 and 29.6±19.6 hours in Group 2 and there was a significant difference between
the two groups (p=0.043). The cut-off value of the waiting time for surgery, which caused mortality, was
determined as “23.35” hours. While no significant increase in mortality was found in Group 1 (p=0.340),
the increased delay for surgery in Group 2 affected mortality significantly (p=0.027).
Conclusion: In this study, it was found that the increase in the delay of admission for surgery over 23.35
hours in the elderly population after hip fractures was directly associated with one year of mortality
and also we think that the waiting time for surgery in the pandemic conditions is one of the factors that
negatively af fect mortality in these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Scheuermann Kifozu
Barış Özöner, Mehmet Çetinkaya, Rakesh Dhokia
Derleme
Özeti
Scheuermann Kifozu
Scheuermann’s KyphosIs
Hastalık ilk olarak Scheuermann tarafından, 1920 yılında, juvenilin dorsal kifozu olarak tanımlanmıştır. Scheuermann hastalığı adölesan çağda torakal hiperkofozun en sık nedenidir. İki alt tibi bulunmaktadır: Torakal ve torakolomber/lomber. Histolojik açıdan vertebral son plakalardaki düzensizlikler incelendiğinde, kollejen fibrillerde azalma veya kaybolma görülmektedir. Bunun sonucunda son plak devamlılığı bozulmakta ve disk materyalinin korpus içine protrüde olmasıyla Schmorl nodülleri ortaya çıkmaktadır. Bozulmalar vertebra korpusunda kamalaşmaya neden olmakta, bunun sonucunda dar açılanma gösteren kifotik deformite ortaya çıkmaktadır. Prevalans açısından bakıldığında, büyük serilerde %8’e varan oran görülmekte, hastalığın epidemiyolojisinde ise genetik geçiş ve mekanik stres faktörleri ön plana çıkmaktadır. Hastalığın semptomatik olması durumunda, ağrı deformiteye eşlik edebilir. Hastalığın klasik radyolojik tanımlaması, düzensiz vertebral son plak varlığı, 45 dereceyi geçen kifotik deformite ve en az 3 vertebrada bulunan ve 5 dereceyi geçen vertebra korpusunda olan kamalaşmayı içermektedir. Bazı olgularda kifoz ile minimal skolyoz birlikteliği görülebilmektedir. Tedavi ve takipte 50 derecenin altında kifozu olan olgularda periyodik radyolojik takip önerilmektedir. 75 dereceye kadar kifozu olan olgularda eğer iskelet matüritesi tamamlanmamış ise breys kullanımını uygundur. 75 dereceyi geçen olgularda ise; adölesanlarda breys uygulamasının başarısız olduğu durumlarda, erişkinlerde ise belirgin şekil bozukluğu olan ve konvansiyonel tedavi yöntemlerine rağmen ağrı şikayeti düzelmeyen olgularda cerrahi tedavi uygulanması düşünülmelidir.
The disease was first described by Scheuermann as the dorsal kyphosis of juveniles in 1920. Scheuermann's disease is the most common cause of thoracic hyperkyphosis in adolescence. There are two sub-types: thoracic and thoracolumbar / lumbar. Histologically, when the irregularities in the vertebral end plates are examined, collagen fibrils are seen to decrease or vanish. As a result, end-plate continuity deteriorates and Schmorl nodules appear when the disc material protrudes into the corpus. Deformations cause wedging in the vertebral corpus, resulting in narrow angled kyphotic deformity. In the large series, the prevalence is up to 8%, and the genetic transition and mechanical stress come into prominence in the epidemiology of the disease. Pain can be accompanied by deformity in symptomatic state. Classical radiological features include irregular vertebral endplates and kyphosis more than 45 degrees with 5 degrees of wedging in 3 or more vertebrae. In some cases, minimal scoliosis may accompany to kyphosis. Periodic radiologic follow-up is recommended for patients below 50 degrees of kyphosis. Bracing is appropriate in uncompleted skeletal maturation with kyphosis up to 75 degrees. In cases above 75 degrees, it is appropriate to perform surgical treatment when bracing is unsuccessful in adolescence and presence of exceeding pain despite the conventional methods and obvious deformity in adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Carcınoıd Tumors
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Tumor Carsınoıd
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bağımlı Yaşlıların Aile İçi Bakıcılarının Bakımla İlgili Tutumları Ve Eğitimle İlişkisi
Said Bodur, Dilek Cingil
Araştırma makalesi
Özeti
Bağımlı Yaşlıların Aile İçi Bakıcılarının Bakımla İlgili Tutumları Ve Eğitimle İlişkisi
The AttItude Of FamIly CaregIvers Of Dependent Older Adults Related To Care And Its RelatIonshIp WIth EducatIon
Amaç: Araştırma, bağımlı yaşlıların aile içi bakım vericilerinin demografik özelliklerini, bakımla ilgili tutumlarını ve kısa süreli eğitimin bakım tutumu üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırma, yarı-deneysel olarak yapıldı. Karaman il merkezinde basit rastgele yöntemle belirlenen bir sağlık ocağı bölgesindeki 65 yaş üstü bağımlı yaşlıların tümünün (n=48) aile içi bakım vericileri çalışma kapsamına alındı. Bir anket aracılığıyla yaşlı bakımıyla ilgili tutumları belirlendi. Bakım vericilere eğitim yapıldı. Eğitimden iki ay sonra tekrar anket uygulandı. Bulgular: Bağımlı yaşlıların aile içi bakım vericilerinin yaş ortalaması 49±16 olup % 71’i evli ve % 35’i öğrenim görmemişti. Bakım vericilerin tamamına yakını kadındı ve herhangi bir işte çalışmamaktaydı. Aile içi bakım vericilerin 26 konuda aldıkları olumlu tutum puan ortalaması yüz üzerinden 59±27 idi. Tutum puanının demografik özelliklere göre değişimi önemsizdi. Eğitim sonrasında tutum puanı eğitim öncesine göre artış gösterdi. Sonuç: Yaşlıların aile içi bakım vericilerine başta halk sağlığı hemşiresi olmak üzere sağlık personeli tarafından eğitim verilmesinin bağımlı yaşlıların bakım kalitesine olumlu etki yapacağı kanısına varıldı.
Aim: This study was aimed to determine the demography of family caregiver of dependent older adults and their attitude related to care and relationship between attitude and short time education. Material and Method: The study carried out as quasi-experimental design. Forty-eight family caregivers of dependent older adults were included from a randomly selected health center area in Karaman city center. The family caregiving questionnaire was applied by interviewing. The family caregivers were educated by co-researcher about care of elderly. The questionnaire was applied again after eight weeks of education. Results: The mean age of the family caregivers was 49±16, 71% of them were married and 35% were uneducated. Almost all of them were women and were not working elsewhere. In 26 items the average of positive attitude score of the family caregivers was 59±27 on 100 points. The attitude scores was not significantly different according to demographic features. The scores were higher in post-training compared to pre-training. Conclusion: It is concluded that education of family caregivers by public health nurses positively affect the quality of care of dependent older adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Alaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Ümran Yıldırım, Fahri Halit Beşir, Süleyman Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Castleman’s DIsease In The Neck
Castleman hastalığı nadir görülen etiyolojisi tam olarak bilinmeyen lenfoprolifetif bir hastalıktır. En sık mediastinal lenf nodu tutulumu görülmekle birlikte servikal, retroperitoneal, aksiller ve diğer bölgelerdeki lenf nodları da tutulabilir. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve cinsiyet ayırımı göstermez. Histopatolojik olarak hiyalin vasküler ve plazma hücreli olmak üzere iki tipi bulunmaktadır. Kliniğine göre de lokalize ve sistemik (multisentrik) formları bulunmaktadır. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve kitle veya şişlik ile kendini gösterir. Sistemik (multisentrik) tipte ise ateş, anemi, yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegali gibi nonspesifik semptomlar görülür. Lokalize tip hastalığın tedavisi kitlenin cerrahi olarak eksizyonudur. Sistemik tip hastalığın tedavisinde genellikle steroid tedavisi, kemoterapi ve radyoterapi kullanılmasına rağmen kesin tedavisi yoktur. Bu çalışmada boyunda kitle şikâyeti ile gelen ve hiyalin vasküler tip Castleman hastalığı tanısı konulan bir olgu sunuldu.
Castleman’s disease is a rare lymphoproliferative disorder of unknown etiology exactly. Although the disease most commonly appears in the mediastinal lymph nodes, it can be occur in cervical, retroperitoneal, axillary and other regions lymph nodes. There is no gender predominance and often occurs in young adults. Two histological variants as hyaline-vascular and plasma cell type have been described. Clinically it is also divided in two types: a localized type, which is usually asymtomatic and presented as a mass or swelling. Systemic (multicentric) type is characterized nonspecific symptoms such as fever, anaemia, generalized lymphadenopathy and hepatosplenomegaly Complete surgical excision is curative for localized form. Although systemic type is usually treated with radiation therapy, corticosteroids and chemotherapy, there is no certain treatment. We herein reported a neck mass diagnosed as hyaline vascular type Castleman’s disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
İsmail Reisli, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
EpIdural Emphysema And PneumomedIastInum In An InfIant WIth Severe CombIned ImmunodefIcIency
Pnömoniye bağlı gelişen pnömomediastenler hakkında var olan bildirilerin hemen hepsi yetişkinlere aittir ve pediatrik yaş grubunda nadirdir. Bu vaka takdiminde pnömomediasten ve epidural amfizemle komplike olmuş bir pnömonisi olan infant sunuldu. 8 aylık kız çocuğunun altta yatan hastalığı şiddetli kombine immun yetmezlikti. Olgu sunumu yapılmasının bir diğer nedeni de pnomoni ve pnömomediastene bağlı epidural amfizem (pnomoraşis) gelişiminin nadir olmasıdır.
Nearly all of the reports about pneumomediastinum associated with pneumonia have been conducted in adults as pneumomediastinum was uncommon in pediatric age group. This case report is described an infant with pneumonia complicated with pneumomediastinum and epidural emphysema. Her original disease is a severe combine immunedeficiency (SCID). Another reason to provide this case report is that epidural emphysema or pneumorachis associated with pneumonia and pneumomediastinum is a rare condition.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Duygu İlke Yıldırım
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Adult MultIsystem Inflammatory Syndrome (mıs-A) AssocIated WIth Sars-Cov-2 InfectIon; LIterature RevIew
SARS-CoV-2’nin tanımlanmasından bu yana COVID-19 hastalığı sonrası çocuklarda ortaya çıkan ve
Kawasaki hastalığını taklit eden multisistem inflamatuar bir sendrom (MIS-C) İngiltere’de Nisan 2020’de
bildirilir iken, yetişkinlerde ortaya çıkan COVID-19 ile ilişkili multisistem inflamatuar sendrom (MIS-A)
Haziran 2020’de bildirilmiştir. MIS-A hastalarının literatürde 50 yaşına kadar olduğu bildirilmiş olup MIS-C
ile karşılaştırıldığında altta yatan bazı sağlık koşullarına sahip olma ve yakın dönemde tanımlanabilir bir
solunum yolu hastalığı geçirmiş olma olasılığı daha yüksektir. Diğer yandan MIS-A hastaları ile MIS-C
hastaları örtüşen birçok klinik özelliğe sahiptir fakat MIS-A’da kardiyak disfonksiyonun ciddiyeti, tromboz
insidansı ve MIS-A mortalitesi daha yüksek olabilir. MIS-C/A’da nötrofili, lenfopeni ve trombositopeninin
yaygın olarak bulunduğu açık olmakla beraber bu özellikler troponin ve BNP/NT-proBNP’deki yükselmelerle
birlikte hastalık aktivitesinin ölçüleri olarak kabul edilmişti r.
Since the identification of SARS-CoV-2, a multisystem inflammatory syndrome (MIS-C) that appears in
children after COVID-19 disease and mimics Kawasaki disease was reported in the UK in April 2020,
while it is associated with Covid-19 in adults. Multisystem inflammatory syndrome (MIS-A) was reported
in June 2020. MIS-A patients have been reported to be up to 50 years of age in the literature and are more
likely to have some underlying health condition and have recently had an identifiable respiratory disease
compared to MIS-C. On the other hand, MIS-A patients and MIS-C patients have many overlapping clinical
features, but the severity of cardiac dysfunction, incidence of thrombosis, and MIS-A mortality may be
higher in MIS-A. While it is clear that neutrophilia, lymphopenia, and thrombocytopenia are common in
MIS-C/A, these features, together with elevations in troponin and BNP/NT-proBNP, have been considered
measures of disease activity .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lateks Allerjisi
İsmail Reisli, Ruhiye Reisli
Derleme
Özeti
Lateks Allerjisi
Latex Allergy
Son yıllarda lateks allerjisi ile ilgili olgu sunuları ve araştırmaların yayınlandığı dikkati çekmektedir. Lateks antijeni ile meydana gelen anafilaktik reaksiyonların gösterilmesi ile önemli bir tıbbi sorun haline gelen bu konu özellikle riskli grupların tanımlanması ile daha da önem kazanmıştır. Lateks alerjisinin meydana gelmesinde en büyük risk faktörleri arasında lateks içeren ürünleri (eldiven, idrar sondası, kateter, vb.) yoğun olarak kullanma, alerjik bünye, el dermatiti, bayan cinsiyet, öyküde geçirilmiş cerrahi girişim ve diş tedavisi bulunması sayılmaktır. Sağlık personeli ve lateks endüstrisinde çalışan işçiler gibi bazı meslek grupları yoğun antijenik temas nedeniyle lateks allerjisi için risk altındadır. Ayrıca lateks allerjisi ile bazı meyve (muz, avakado, ananas, k,vi, vb.) allerjileri arasında çapraz reaksiyonlar bildirilmiştir. Lateks allerjisi hafif bir dermatitten hayatı tehdit eden anafilaktik reaksiyonlara kadar ilerleyen klinik durumlara neden olabilir. Bu yüzden lateks allerjisi için risk taşıyan bireylerde lateks allerjisi araştırılmalıdır. Böylece lateks ile ilişkili alerjik reaksiyonlar için önlemler alınması ve özellikle hayatı tehdit eden klinik durumların engellenmesi mümkün olacaktır.
The latex allergy has been increasingly recognised in recent years in both adultsand children. After anaphylactic type reactions due to latex has been shown as case reports, latex allergy became an important problem especially in medical practice. The majör risk factors in latex allergy are intense exposure to latex allergens (surgical gloves, catheters, etc.), atopy hand eczema, female gender, history of multiple operations and dental interventions. Some occupational groups such as health-care workers and workers in latex industry are under greater risk due to their possible frequent contact with latex. An association between latex allergy and allergy to various fruits (banana, avocado, pineapple, kiwi, etc) has been reported. Latex allergy is responsible for a wide spectrum of clinical symptoms ranging from a mild dermatitis to severe anaphylaxis in both adults and children. There fore an allergologic investigation for latex allergy should be considered for those from high-risk groups. Then, it will be possible to take precautions in order to prevent life-threatining allergic reactions by exposure to latex
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine Etkisi
Burak Subaşı, Halil Özcan, Serkan Pekçetin, Büşra Göker, Suphi Tunç, Beyhan Budak
Araştırma makalesi
Özeti
Doğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine Etkisi
Effects Of DelIvery EducatIon On ChIldbIrth AnxIety And Fear
Bu araştırmada amaç gebelerde doğum öncesi eğitim, fizyoterapi
ve psikoterapi temelli müdahalelerin doğum süreci ile ilgili korkular ve
kaygılar üzerine etkilerini incelemektir. Gebeliğinin son trimesterinde
olup; daha önce doğum yapmamış anne adayları çalışmaya alındı.
Katılımcılar ilk olarak uzman bir psikiyatrist tarafından muayene edildi,
ardından katılımcılara sosyodemografik veri formu ile birlikte Wijma
Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği (W-DEQ), Beck Depresyon ve Beck
Anksiyete Ölçekleri (BDI ve BAI) uygulandı. Sonrasında bu kişilere
her biri 60 dakika süren 3 ayrı seansta doğum öncesi ve sonrasında
yaşanabilecek fiziksel ve ruhsal sıkıntılar, doğum sırasında doğumu
kolaylaştırmak için yapılabilecek egzersizler hakkında bilgilendirme
yapıldı ve soruları yanıtlandı. Sonuçlarda grubun yaş ortalaması
27,2±3,6 olarak bulunmuştur. Gebelik haftası ortalama 35,7±2,3
olarak bulunmuştur. Yapılan ilişki analizinde sosyodemografik
özelliklerle (yaş, gelir düzeyi, eğitim seviyesi vs.) W-DEQ puanları
ile arasında ilişki bulunmamıştır. İlk değerlendirmedeki W-DEQ puanı
(W-DEQ 1) ile BAI puanları arasında pozitif yönde ilişki saptanmıştır.
Yapılan Wilcoxon testi analizinde katılımcıların W-DEQ’dan aldıkları
puanlara bakıldığında toplam ölçek puanları da dahil tüm puanlarda
eğitim öncesi ve sonrası puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık vardır. Sonuç olarak doğum öncesi eğitimin son trimesterdaki
gebelerde doğum korkularının doğumla ilgili olumsuz düşüncelerinin
azalmasına yardımı olduğu bulunmuştur.
The aim of this study is exploring the effects of childbirth
education, physiotherapy and psychotherapy-based interventions on
fears and worries about childbirth and labour. Expectant mothers in
the last trimester of gestation those did not have a delivery before
were taken to the study. At first the participants were examined
by a psychiatrist than sociodemographic data form Wijma Delivery
Expectancy/Experience Questionnaire (W-DEQ), Beck Depression
and Beck Anxiety Inventories (BDI, BAI) were applied. Then 3 sessions
each taking 60 minutes on possible physical and mental problems
before birth were done, an exercise plan and recommendations for
facilitating delivery were given to participants, information about
possible physical and psychological problems after childbirth were
given and their questions on these issue were answered. In results
mean age of the group was found as 27.2±3.6. The mean gestational
age was 35.7±2.3. Socio-demographic characteristics (age, education
level, income level, etc.) was not found significantly correlated with
the W-DEQ scores. W-DEQ 1 scores were positively correlated with
BAI scores. In Wilcoxon test analyses W-DEQ 1 and W-DEQ 2 scores
including all the subscales were significantly different p<0.001. As
a conclusion on expectant mothers having their third trimester of
pregnancy, education before childbirth was found helpful in reducing
fears and negative thoughts related to childbirth.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
Harun Peru, Ahmet Midhat Elmacı, Cüneyt Karagöl, Fatih Kara
Araştırma makalesi
Özeti
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcopathologIcal FIndIngs Of 78 Percutal Renal BIopsy
Amaç: Böbrek biyopsisi, böbreğin parankimal hastalıklarının tanısında ve tedavisinin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada böbrek biyopsisi uygulanan olguların klinik ve histopatolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ocak 2000 ile Aralık 2006 tarihleri arasında Çocuk Nefroloji ünitemizde ultrasonografi eşliğinde gerçekleştirilen 78 perkütan böbrek biyopsisi değerlendirilmeye alınmıştır. Bulgular: Klinik açıdan en sık biyopsi endikasyonumuz nefrotik sendrom (n:39, %50) idi. Bunu nefritik ve nefrotik sendrom birlikteliği (n:14, %18) ve nefritik sendromu olan (n:7, %9) olgular izlemekteydi. Histopatolojik tanı olarak en sık mezenjiyal proliferatif glomerulonefrit (n:15, %19) gözlenirken bunu sırası ile Henoch Schonlein purpurası nefriti (n:14, %18), fokal segmental glomeruloskleroz (n:8, %10) ve lupus nefriti (n:8, %10) izlemekteydi. Primer glomeruler hastalıklar (n:48, %62), sekonder glomeruler hastalıklardan (n:30, %38) daha fazla saptandı. Sonuç: Biyopsi serimizde en sık biyopsi endikasyonunun nefrotik sendrom kliniğinin olduğu, mezenjiyal proliferatif glomerulonefritin de en sık histopatolojik tanı olduğu dikkati çekmiştir. Bu sonuçlar çocuklardaki böbrek biyopsi sonuçlarının, bölgesel farklılıklar gösterdiği ve erişkinlerinkinden oldukça farklı dağılım gösterdiğini düşündürmektedir.
Aim: Renal biopsy is performed for the diagnosis and the decision of treatment of renal parenchymal diseases. The aim of this study was to evauate the clinicopathological findings of kidney biopsies. Material and Method: 78 percutan renal biopsies were performed by ultrasonography in our institution during the period between January 2000 and December 2006. Results: The most common renal biopsy indication was nephrotic syndrome (n:39, 50%). Other indications were association of nephrotic and nephritic syndrome (n:14, 18%) and nephritic syndrome (n:7, 9%). The most mikroskocommon nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis (n:15, 19%) which was followed by Henoch Schonlein purpura nephritis (n:14, 18%), focal segmental glomerulosclerosis (n:8, 10%) and lupus nephritis (n:8, 10%). Primary glomerular diseases (n:48, 62%) is more frequent than secondary glomeruler diseases (n:30, 38%). Conclusion: The present study which evaluated 78 renal biopsies showed that nephrotic syndrome was the most common indication for renal biopsy. Histopathologically, the most frequent nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis. These results suggest that renal biyopsy results in children can show regional variances and have a fairly different distrubition from those of the adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
Sameera Rashid, Mohamed Meerasahib Kesudeen, Mohammed Abulaban, Adham Ammar
Olgu sunumu
Özeti
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
AngIomatoId FIbrous HIstIocytoma: A Rare EntIty WIth RecognIzed DIagnostIc PItfalls
Anjiomatoid Fibröz Histiyositoma (AFH), nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür ve düşük nüks ve metastaz oranlarına sahiptir. AFH, nüksleri rapor eden bazı çalışmalarla revize edilmeye devam etse de şimdiye kadar teşhis kriterleribelirsizlğini korumaya devam etmektedir. Nadir bir tümör olması sebebiyle de tanı genellikle gecikmektedir. Biz bu makalede atipik histoloji, immünprofil ve genetik test sonuçlarına sahip 10 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Atipik görünümleri nedeniyle teşhis sürecinde Almanya Heidelberg Hastanesi ve Philadelphia Çocuk Hastanesinden fikir danışılan olgunun nihai tanısı Brigham Kadın Hastanesi tarafından doğrulandı. Bu makalede ayrıca tanıyı tartıştık.
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma (AFH) is a rare soft tissue tumour of indeterminate differentiation usually occurring in children and young adults with low rate of metastasis and recurrence. AFH continues to be revised with various studies reporting recurrences but up till now, the diagnostic criterion remains unclear with pathologists relying mainly on Enzinger’s description and immunohistochemistry. Adding to the fact that it is a rare tumour, diagnosis usually is delayed. We present a case of a 10 year old male with AFH with atypical histology, immunoprofile and genetic testing. Opinions were sought from Heidelberg hospital Germany and Children Hospital of Philadelphia which had contrasting views regarding the diagnosis, which was finally confirmed by Brigham and Women’s hospital, Boston. We review literature and discuss the possible differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
Şerife Yüksekkaya, Hatice Türk Dağı, Fatma Kalem
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Rubella Igg PosItIvIty Of MarrIage-Age Women
Kızamıkçık (rubella) çocuk ve erişkinlerde döküntü, ateş ve
lenfadenopati ile seyreden viral bir hastalıktır. Çocukluk döneminde
hafif semptomlarla geçirilen bu hastalık, virüsün gebelik sırasında
fetusa geçmesi ile konjenital kızamıkçık sendromuna yol açmakta ve
birçok anomaliye neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, evlilik
çağındaki kadınlarda rubella seroprevalansının belirlenmesidir.
Bu çalışmada, evlilik öncesi testlerini yaptırmak üzere birinci
basamak sağlık kuruluşlarına başvuran evlilik çağındaki kadınların
serumlarında rubella IgG antikorları prospektif olarak araştırılmıştır.
Electrochemiluminescence immunoassay yöntemi ile üretici firmanın
(Cobas, Roche, Almanya) önerileri doğrultusunda çalışılmıştır. Evlilik
çağındaki 18- 25 yaş arasında 963 kadın çalışmaya alınmıştır. Rubella
IgG antikorları 963 kadının 929’unda (%96.5) pozitif, 34’ünde (%3.5)
negatif olarak saptanmıştır. Konya’da kızamıkçık seroprevalansının
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Enfeksiyonu geçiren kişilerde oluşan
bağışıklık ömür boyu sürmektedir. Enfeksiyonu geçirmemiş ve
aşılanmamış doğurganlık çağındaki kadınlar risk altındadır. Evlilik
öncesi testleri yaptırmak üzere başvuran kadınların aşılanması
ile konjenital kızamıkçık sendromuna bağlı mortalite ve morbidite
azaltılabilir.
German measles (rubella) is a viral disease characterized by
rash, fever and lymphadenopathy in children and adults. This disease
is passed with mild symptoms in childhood, if the virus passes to
the fetus during pregnancy, it leads to congenital rubella syndrome
and can lead to many anomalies. The purpose of this study was to
determine the seroprevalence of rubella IgG antibodies in women of
marriage-age. In this study, Rubella IgG antibodies were investigated
in the serum of marriage-age women who had attended to step one
health care provider for premarital tests, prospectively. Tests were
performed by Electrochemiluminescence immunoassay (Cobas,
Roche, Almanya) according to the manufacturer’s recommendations.
963 women who were between18-25 years old in marriage age were
included in this study. Rubella IgG antibodies were positive in 929
(96.5%) and were negative in 34(3.5%) of them.The seroprevalence
of rubella have been found to be high in Konya. Immunity continues
during lifetime in individuals who suffered from infection but women
in marriage age who had not been infected and unvaccinated are at
risk. Vaccination of women attended for premarital tests may reduce
morbidity and mortality associated with congenital rubella syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Pandemi Sürecinde Toplumda Doğru Ve Yanlış Bilinenler
Yasemin Durduran, Lütfi Saltuk Demir, Mehmet Uyar, Hasan Küçükkendirci, Güllü Eren, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Pandemi Sürecinde Toplumda Doğru Ve Yanlış Bilinenler
The Accurate And Inaccurate ConceptIons AcquIred By SocIety Throughout The Covıd-19 PandemIc
Amaç: Bu çalışmada; bir halk sağlığı problemi olarak ele alınan ve bulaş riski yüksek olan COVID-19 hastalığına ilişkin doğru ve yanlış bilinenleri tespit etmek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma https://docs.google.com/forms adresinden online olarak Mayıs 2020 tarihinde gerçekleştirildi. Anket formu, sosyodemografik özellikler ve COVID-19 ile ilgili 40 sorudan oluşmaktadır. Çalışma sonrasında anket sorularına verilen cevaplar SPPS veri programına giriş yapılarak analiz edildi.
Bulgular: Araştırmaya katılan 580 kişinin 363’ü (% 62,6) kadındı. Katılımcıların ortanca yaşı 34,0 (18,0-77,0) idi. Anketi dolduranların 342'si (% 59,0) evli, 438'i (% 75,5) üniversite ve yüksek lisans mezunu idi. Araştırmaya dahil edilen bireylerin 497'si (%85,6) COVID-19 hakkında bilgi sahibi olmak için televizyon/haber kanallarını izlediklerini belirttiler. COVID-19 ile ilgili soruların çoğu katılımcılar tarafından doğru cevaplandı. En çok doğru yanıtlanan önerme oranı % 99,5 (577), en az doğru yanıtlanan önerme oranı %23,6 (137) idi. Önermelere verilen doğru yanıtlar açısından cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p <0.05).
Sonuç: Katılımcıların büyük çoğunluğunun COVID-19 ile ilgili en az bir haber kaynağından yararlandığı belirlendi. Katılımcılar genellikle COVID-19 hakkında doğru bilgiye sahipti. Çoğunlukla yanlış bilinen konular hakkında toplumun farkındalığını artırmak için eğitim programları planlanabilir.
STUDY AIM: In this study, it was aimed to identify the accurate and inaccurate conceptions among the society on COVID-19 disease, which is considered as a public health problem and has a high risk of transmission.
METHODS: The research was performed online at https://docs.google.com/forms in May 2020. The questionnaire form was composed of 40 queries, which were on sociodemographic characteristics and COVID-19. Following the study, the answers obtained from the questionnaire were analyzed by inserting related data to the software of SPSS.
RESULTS: Of 580 participants involved in the study, 363 (62.6%) were female. The median age of the participants was 34.0 (18.0-77.0). Of the individuals who completed the questionnaire, 342 (59.0%) were married and 438 (75.5%) were university graduated and / or postgraduated. Of the individuals included in the study, 497 (85.6%) stated that they watched television / news channels to be informed about COVID-19. Most of the questions related to COVID-19 were answered accurately by the participants. The percentage of the premise, which was answered most accurately, was 577 (99.5%), whereas the lowest percentage of the accurately answered premise was 137 (23.6%). It was found that there was a statistically significant difference among the genders in terms of the percentage of accurate responses to the conceptions (p<0.05).
CONCLUSION: It was determined that the vast majority of the participants utilized from at least one news resource on COVID-19. Participants typically have accurate knowledge about COVID-19. Educational programs can be planned to enhance the awareness of the society about the conceptions, which were answered mostly inaccurately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Mehmet Muharrem Erol, Halil Çiftçi, İsa Döngel
Derleme
Özeti
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Current Approach For Trachea BronchIal ForeIgn Body AspIratIons
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonu çocukluk ve erişkinlik döneminde rastlanan ve hayatı tehdit eden bir problemdir. Çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu hikâyesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu altta yatan gerçek neden olabilir. Çocuklar özellikle oyuncak, madeni para, nohut, fındık, fıstık, çekirdek, kuru baklagiller ve şekerleri aspire ederler. Erişkinlerde ise daha çok gıda, kılçık, türban iğnesi, metalik cisimler ve diş protezi aspirasyonları görülür. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle hava yolunda tam veya tama yakın tıkanma varsa, bu durum acilen düzetilmelidir. Çocuklarda ve erişkinlerde yabancı cismin çıkarılmasında fleksible bronkoskopinin kullanım alanı olsada, rijit bronkoskopi her zaman altın standart olarak yerini korumaktadır.
Tracheobronchial foreign body aspiration is a common and lifethreatening problem in childhood and adulthood and an important cause of childhood morbidity and mortality. Recurrent respiratory tract infections may be due to foreign body aspiration. Aspirates includes frequently; toys, coins, beans, nuts, peanut, kernel, dried legumes, and sugars in children and; food, awn, turban pins, metallic objects and dental prosthesis in the adults, respectively. If foreign body aspiration may caused to complete or nearly total occlusion, in this time the object have to be removed urgently. Although flexible bronchoscopy can be used to remove of foreign bodies in children and adults, rigid bronchoscopy remains the gold standard all the time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covıd-19 Hastalarında Konvelesan Plazma Tedavisinin Etkinliği
Hülya Vatansev, Mehmet Ali Karaselek, Serkan Küçüktürk, Soner Demirbaş, Özcan Çeneli, Bülent Işık, Kazım Çamlı, Celalettin Korkmaz, Şebnem Yosunkaya, Adil Zamani, Turgut Teke
Araştırma makalesi
Özeti
Covıd-19 Hastalarında Konvelesan Plazma Tedavisinin Etkinliği
EffIcacy Of Convalescent Plasma Therapy In Covıd-19 PatIents
Amaç: Corona Virüs 2019 Hastalığı (COVID-19)’nda şu ana kadar spesifik antiviral ajan olmamasına
rağmen tedavi için konvelesan plazma (CP) tedavisi tedavi için kullanılmıştır. Ancak CP tedavisinin
prognoz ve mortalite üzerindeki etkinliği halen tartışma konusudur. Bu çalışmada COVID-19 hastalığında
CP tedavisinin etkinliğine ilişkin deneyimlerimizin paylaşması am açlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışma Mayıs 2020-Şubat 2021 tarihleri arasında standart tedaviye ek olarak
CP tedavisi alan 126 COVID-19 tanılı hastada gerçekleştirildi. 126 hasta ilk beş gün içinde (Grup A) ve
beş günden sonra (Grup B) CP uygulananlar olarak iki gruba ayrıldı. Bu iki gruptaki hastalar laboratuvar
parametreleri, klinik bulgular ve mortalite açısından değerlend irildi.
Bulgular: Toplam 126 hasta Grup A'da 86 hasta ve Grup B'de 40 hasta) tespit edildi. 119 (%94.4) hasta şifa
ile taburcu olurken 7 (%5,5) hasta kaybedildi. Ortalama hastane yatış süresi Grup A'da 11.4±0.7, Grup B'de
18.4±1.7 gün olarak bulundu (p<0,001). Lenfosit, PLT, fibrinojen ve CRP’nin tedaviye bağlı ana değişim
etkisi istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001). Ancak, iki grup D-dimer açısından karşılaştırıldığında
sonuçlar marjinal olarak anlamlıydı. Basit etki değerlendirildiğinde; Grup A’daki değişim anlamlı değilken,
Grup B’deki değişim anlamlıydı. CP tedavisine 5 gün önce veya 5 gün sonra başlanması laboratuvar
parametrelerini değiştirmedi. Ancak, D-dimer’daki değişim marjinal olarak anlamlıydı (p=0.058).
Sonuç: Çalışmamızda CP tedavisine erken başlamanın hastanede kalış süresini azalttığı ancak mortalite
ve laboratuvar parametreleri üzerine etkisinin olmadığı gösteri ldi.
Aim: Convalescent plasma (CP) therapy has been used for treatment, although it has not been Corona
Virus 2019 Disease (COVID-19) specific antiviral agent so far. However, the effectiveness of CP treatment
on prognosis and mortality is still a matter of debate. In this study, we aimed to share our experiences
about the ef fectiveness of CP treatment in COVID-19.
Materials and Methods: The study was conducted in 126 patients diagnosed with COVID-19 who received
CP treatment in addition to standard treatment between May 2020 and February 2021. 126 patients were
divided into two groups as those who underwent SP within the first five days (Group A) and after five days
(Group B). The patients in these two groups were evaluated in terms of laboratory parameters, clinical
and mortality.
Results: A total of 126 patients were identified (86 patients in Group A and 40 patients in Group B). 119
(94.4%) patients were discharged with recovery, 7 (5.5%) patients died. The mean days of hospitalization
were found to be 11.4±0.7 in Group A and 18.4±1.7 in Group B (p<0.001). Treatment-related lymphocyte,
PLT, fibrinogen and CRP main effect of change was significant (p<0.001). However, the results were
marginally significant when the two groups were compared in terms of D-dimer. When the simple effect is
evaluated; Group A as not significant, while group B was significant. Starting CP treatment 5 days before
or 5 days later did not change the laboratory parameters. However, D-dimer was marginally significant
(p=0.058).
Conclusion: In our study, it was shown that early initiation of CP treatment reduced the hospitalization,
but had no ef fect on mortality and laboratory parameters.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleri
İbrahim Erkul, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlıklı Çocuklarda İnsülün Reseptör Düzeyleri
InsulIn Receptor Levels In Healthy ChIldren.
Yaşları 9 ile 17 yıl arasında değişen sağlıklı 13 çocukta dolaşan lenfositlerde insülin reseptör düzeyleri araştırıldı ve % 9,10 ile % 11,81 arasında bulundu. Bulunan değerler erişkinlerdeki insülin reseptör düzeylerine göre yüksekti.
Insulin receptor binding and levels on circulating lymphocytes in 13 healthy children. Their ages were changing between 9-17 years. The insülin binding rate(insulin receptor level) was found between 9,10 percent and 11,81 percent. The finding results were higher than in adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Büşra Totan, Hilal Yıldıran, Feride Ayyıldız
Derleme
Özeti
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Does Gut MIcrobIota Effect On Body WeIght?
Günümüzde prevalansı gittikçe artan ve en büyük sağlık problemlerinden biri olan obezite; diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, inme, kanser, astım, obstrüktif uyku apne sendromu gibi bir çok kronik hastalıkla ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle obezitenin tedavisi bir çok kronik hastalık riskinin önlenmesine katkı sağlamaktadır. Yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivitede artış ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra son dönemlerde obezite tedavisinde gastrointestinal sistem etkilerinin üzerinde durulmaya başlanmıştır. Özellikle bağırsak mikrobiyatasının obeziteyle ilişkilendirildiği görülmektedir. Bağırsak mikrobiyatasının beslenme alışkanlıkları ve obeziteyle birlikte değişebildiği bir çok çalışmada gösterilmiştir. Değişen mikrobiyatanın obezite ve obeziteyle ilişkili bir çok hastalıkla ilişkisi olabileceği tartışılmaktadır. Bu alanda uzun dönemde yapılacak kontrollü çalışmaların obezitenin tedavisinde yeni bir yaklaşım oluşturacağı ve obeziteyle mücadelede önem kazanacağı düşünülmektedir. Bu derlemede bağırsak mikrobiyatası ve obezite arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
\r\n
Today an increasing prevalence of obesity, which is one of major health problems is associated with many chronic diseases such as diabetes, cardiovascular disease, stroke, cancer, asthma obstructive sleep apnea syndrome. Therefore, treatment of obesity contribute to prevention of many chronic diseases risk. Recent years, it has started to consider on effects on the gastrointestinal system in treatment of obesity as well as adequate and balanced diet, increasing physical activity and lifestyle changes. Especially it was seen that gut microbiota has been associated with obesity. Many studies showed that gut microbiota may be vary with eating habits and obesity. It is discussed changed microbiota might be associated with obesity and many obesity-related diseases. It is thought that long term-controlled studies in this area will create a new approach to the treatment of obesity and come into prominence in the fight against obesity. In this review,it was aimed to evaluate the relationship between body weight and the gut microbiota.
\r\n amaçlanmıştır.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kapiller Dolum Süresi, Covıd-19 Hastalarında Erken Prognostik Faktör Mü?
Ahmet Çizmecioğlu, Burcu Yormaz, Hilal Akay Çizmecioğlu, Mevlüt Hakan Göktepe, Nijat Ahmadli, Dilek Ergun, Baykal Tülek, Fikret Kanat
Araştırma makalesi
Özeti
Kapiller Dolum Süresi, Covıd-19 Hastalarında Erken Prognostik Faktör Mü?
Is CapIllary RefIll TIme An Early PrognostIc Factor In Covıd-19 PatIents?
Amaç: Hipoksemi, koronavirüs hastalığında (COVID-19) prognozu belirlemek için kullanılan hayati bir
kriterdir. Bu çalışmada, COVID-19 hastalarında hipoksiye bağlı hastalık şiddetini tanımlamada kapiller
dolum zamanının (KDZ) etkinliği değerlendirilmiştir .
Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma, COVID-19 hastaları ve yaşça eşleştirilmiş bir sağlıklı grubu
ile gerçekleştirilmiştir. Ölçüm için optimum test ortamı sağlandı ve yöntemimizi standartlaştırmak ve
ölçümleri (milisaniye cinsinden) kaydetmek için sabit bir akıllı telefon platformu kullanıldı. Kaydedilen
videolar daha sonra bir video işleme programı kullanılarak değe rlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya toplamda 39 COVID-19 hastası ve 40 kontrol grubu katıldı. Hastalar hastalık
şiddetlerine göre orta (n= 25) veya ağır (n= 14) gruplara ayrıldı. Her iki orta / şiddetli grubun ortalama
oksijen satürasyonu %94'ün üzerindeydi. Hastalık şiddetine göre KDZ ölçümleri şiddetli grupta orta gruba
göre daha yüksekti (p= 0.009). Lenfopeni olmayan hastalarda (n= 18), KDZ değerlerinin şiddetli grupta
arttığı saptandı (p= 0.008). Covid-19’lu hastaların takibinde KDZ kullanımı uygulanabilirdi (AUC: 0.91;
%95 SH 0.848-0.978; P= 0.001)
Sonuç: Sonuçlarımız, COVID-19’lu hastalarda KDZ süresinin uzayabileceğini göstermektedir. Lenfopenisi
olmayan ve O2 seviyesi normal olan hastalarda, KDZ uzamasının saptanması yoğun bakıma erken kabul
için bir kriter olabilir .
Aim: Hypoxemia is a vital criterion used to determine prognosis in coronavirus disease (COVID-19)
cases. This study thus examined the effectiveness of capillary refill time (CRT) in defining hypoxiadependent
disease severity in COVID-19 patients.
Patients and Methods: This prospective study was conducted with COVID-19 patients and an agematched
healthy group. The optimum test ambiance was provided, and a stable smartphone platform
was used to record the measurements (in ms) to standardize our method. The captured videos were then
evaluated using a video processing program.
Results: In total, 39 patients with COVID-19 and 40 control groups participated in this study. The patients
were further divided into the moderate (n = 25) or severe group (n = 14) according to disease severity.
The mean oxygen saturation of both moderate/severe groups was above 94%. Per disease severity, the
CRT measurements were higher in the severe group than in the moderate group (p = 0.009). In patients
without lymphopenia (n = 18), CRT values were found to be increased in the severe group (p = 0.008).
The use of CRT in patients with Covid-19 was practicable (AUC: 0.91; 95% CI 0.848-0.978; P = 0.001).
Conclusions: Our results show that CRT prolongation can occur in patients with COVID-19. In patients
without lymphopenia and with normal O2 levels, detecting CRT prolongation may be a criterion for early
admission to ICU.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Mehmet Ali Malas, Bünyamin Büyükavcı
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Morphology Of Arcus DentalIs SuperIor And InferIor In Adults
Diş kemerleri çoğunlukla simetriktir ama ma-tematiksel ve ınoıfrlojik olarak sapınıdarın olduğu olgular da bildiıihnektedir. Çalışmaınızila erişkin kadın ve erkeklerde mandibula ve nuıksilhıda arcu.v dentalis superior ve arcus dentalis infrrior vapı,youn moıfolojik özelliklerinin araştırması amaçlandı. Çalışmamızda maksilla ve mandibula ile ilgili ano-malisi ve malokluzyontt ohnavan. daha önce bu bölge ile ilgili ortodontik bir tedavi, ameliyat veya travma geçirmendş, klinik olaı-ak nmıtıal diş kemeri şekline sahip yaşları 17-35 yaş al-asa-Ida değişen 25 erkek, 25 kadın olgudan alınan toplam 50 tane alçı modelden yararlanddı. Alınan ökliınlerin cinslere göre karşdaştırdmasında mandibuladaki n10- larlar arası genişlikte erkeklerde daha geniş olmak üzere istatistiki açıdan anlamlı farklılığın olduğu (p<0.05), diğer alınan tüm ölçümlerde ise anlamlı farklılıkların olmadığı tespit edildi. Diş lıekimliğinde ve uygulamalarda büyüme ile ilgili deişiklikleı-in belirlenmesinde, teşhis, tedavi Inci ohnası yönüyle kalitatif veya kantitatif çalışmaların önemli olduğu sonucuna varıldı.
Although the dental urch is generally symmetric, some cases of both mathematically and morp-hologieally deviated Pons have been reported. Irı our study,we aimed ta investigate the morphological pattern of dental ardı in adult maks and females. Using plaster casts, we peıformed our examination on 50 peoplc (25 males and 25 females, ranging from 17 to 35 years of ages), who had no anomalies or disorders of maxilla and mandible, and had no previous or CUITC111 dental treatmems. The results revealed that the width of the first intermolars in mandibles was significantly different between sexes (the value of the first intetınolar width in mandibles was largeı in males, p(0.05). There vere no sig-nificant differences in the other nıorphological .fe-atures examined.We. therefore believe that both the quantitative and qualitative analysis of the size and shape of the dental arch is especially important j'or the diagnosis, treatment and determination of the developnıental differences in dentistry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Mehmet Ali Malas, Bünyamin Büyükavcı
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkinlerde Arcus Dentalis Superior Ve Arcus Dentalis İnferior Iııorfolojisi
Morphology Of Arcus DentalIs SuperIor And InferIor In Adults
Diş kemerleri çoğunlukla simetriktir ama ma-tematiksel ve ınoıfrlojik olarak sapınıdarın olduğu olgular da bildiı-ihnektedir. Çalışmaınızila erişkin kadın ve erkeklerde mandibula ve nuıksilhıda arcu.v dentalis superior ve arcus dentalis infrrior vapı,youn moıfolojik özelliklerinin araştırdınası aınaçlandı. Çalışmamızda maksilla ve mandibula ile ilgili ano-malisi ve malokluzyontt ohnavan. daha önce bu bölge ile ilgili ortodontik bir tedavi, ameliyat veya travma geçirmendş, klinik olaı-ak nmıtıal diş kemeri şekline sahip yaşları 17-35 yaş al-asa-Ida değişen 25 erkek, 25 kadın olgudan alınan toplam 50 tane alçı modelden yararlanddı. Alınan ökliınlerin cinslere göre karşdaştırdmasında mandibuladaki n10- larlar arası genişlikte erkeklerde daha geniş olmak üzere istatistiki açıdan anlamlı farklılığın olduğu (p<0.05), diğer alınan tüm ölçümlerde ise anlamlı farklılıkların olmadığı tespit edildi. Diş lıekimliğinde ve uygulamalarda büyüme ile ilgili deişiklikleı-in belirlenmesinde, teşhis, tedavi ~Inci ohnası yönüyle kalitatif veya kantitatif çalışmaların önemli olduğu sonucuna varıldı.
Although the dental urch is generally symmetric, some cases of both mathematically and morp-hologieally deviated Pons have been reported. Irı our study,we aimed ta investigate the morphological pattern of dental ardı in adult maks and females. Using plaster casts, we peıformed our examination on 50 peoplc (25 males and 25 females, ranging from 17 to 35 years of ages), who had no anomalies or disorders of maxilla and mandible, and had no previous or CUITC111 dental treatmems. The results revealed that the width of the first intermolars in mandibles was significantly different between sexes (the value of the first intetınolar width in mandibles was largeı- in males, p<0..05). There vere no sig-nificant differences in the other nıorphological .fe-atures examined.We. therefore believe that both the quantitative and qualitative analysis of the size and shape of the dental arch is especially important j'or the diagnosis, treatment and determination of the developnıental differences in dentistry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusella Endokarditi
Ahmet Kaya, Hasan Hüseyin Telli, Laika Karabulut, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Brusella Endokarditi
Brusella Endocardıtıs
Bölgemizde oldukça yaygın olarak görülen Brusellosisin en korkulan ve en az görülen komplikasyonu endokarditisdir.
A case report of endocarditis patient due to Brucellosis who had gaye to open heart surgery and had an aortic walve replacement.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusella Endokarditi
Ahmet Kaya, Hasan Hüseyin Telli, Laika Karabulut, Süleyman Türk
Araştırma makalesi
Özeti
Brusella Endokarditi
Brusella Endocardıtıs
A case report of endocarditis patient due to Brucel-losis who had gaye to open heart surgery and had an aortic walve replacement.
Bölgemizde oldukça yaygın olarak görülen Brusellosisin en korkulan ve en az görülen komplikasyonu endokarditisdir.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esansıyel Trombosıtemıa
Şamil Ecirli, Alim Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Esansıyel Trombosıtemıa
EssentIal ThromboeythemIa
Esansivel trombositemia tipik olarak 6 nei ye 7 nci dckkaddaki yeti§kinlerde grhiileit, sikhkla tr0111- bohemonijik komplikasvonlarla karakterire bir has-talikur. Genc yava nadir olarak kanu: gene yapa nriilcliigii kin yayudamayt t•gun gordiik.
Essential thrombocythemia (ET) is ophically a disorder of adults in sixth or seventh decade of life and is characterised by frequent thrombohemorogic complications. E T is seen rarely in young people. Our case ►cars a young man so we decide to mff( this case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Mustafa Yel, Recep Memik, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Dokuz Yaştan Daha Küçük Çocukların Femur Boyun Kırıklarının Tedavisinde Kirshner Teli Uygulaması
Smooth PInnIng In Femoral Neck Fractures Of Chlldren Aged NIne Years Old And Younger
Amaç: Bu çalışmada çocuk femur boyun kırıklarında uyguladığımız kapalı redüksiyon, perkütan Kirshner teli ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı sonuçlarımızı ve karşılaştığımız problemleri bildirdik. Gereç ve Yöntem: Femur boyun kırığı nedeniyle 1986-1998 yılları arasında tedavi edilen 48 hastanın 49 kalçası bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar ortalama 6.2 yaşındaydı (2-9 yaş arası). Colonna sınıflamasına göre dört kalça tip I, 27 kalça tip II, 16 kalça tip III, iki kalça tip IV olarak ayrıldı. Tüm hastalara fraksiyon masasında C-kollu skopi cihazı ile kapalı redüksiyon, perkütan yada açık ameliyat ile 2 veya 3 mm’lik Kirshner telleri ile tespit ve ameliyat sonrası pelvipedal alçı uygulandı. Bulgular: Hastalar ortalama 43 ay (27-163 ay arası) takip edilip, Ratliff değerlendirme kriterlerine göre değerlendirildiler. Buna göre 39 (%79.6) kalça iyi, 9 (%18.4) kalça orta, 1 (%2) kalça kötü olarak değerlendirildi. Komplikasyon olarak 10 (%20.4) kalçada avasküler nekroz, erken epifiz plağı kapanması 3(%6.1) kalçada, kaynamama 3(%6.1) kalçada, varus deformitesi 5(%10) kalçada, Kirshner teli gevşemesi ve geriye çıkması 3(%6.1) kalçada tespit edildi. Sonuç: Çocuk femur boyun kırıklarının cerrahi tedavisinde düz çivilerin uygulanması epifiz plağına daha az zarar verir, perkütan uygulama ile daha kısa süreli ameliyat yanında çivilerin çıkarılmasıda kolaydır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda femur boyun kırıklarında kompresyon yapan sistemlere ihtiyaç duyulmadan kırık kaynaması elde edilebilmektedir. Düz çivilerin kullanıldığı bu çalışmada görülen komplikasyonlar çoğunlukla yivli internal tespit araçlarının kullanıldığı diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunmamıştır.
Introduction: İn this study, we presented the results of smooth pinning which is a less aggressive surgical procedure with pelvipedal cast application in fractures of the neck of the femur in children. Materials and Methods: This study covers the results of surgically treated 48 hips of 49 children with fractured neck of femur who were admitted to our clinic betvveen 1986-1998. The mean age was 6.2 years (range 2-9 years). According to Colonna classification, four hips were type I, 27 hips were type II, 16 hips were type III, and two hips were type IV. İn ali patients, closed reduction with three or four percutaneus or öpen surgical smooth pins of two or three millimeters in diameter was applied using image intensifier and traction table. Pelvipedal cast was applied postoperatively. Results: Patients were follovved for 43 months (range 27-163 months) and the results were assessed using Ratliff’s criteria. Thirty-nine (79.6%) hips had good, nine (18.4%) hips had fair, one (2%) hip had poor results. Complications included avascular necrosis in 10 hips, prematüre closure of the epiphyseal plate in 3 hips, non-union in 3 hips, varus deformity in five hips, pin loosening in three hips. Conclusion: We realized that smooth pins were advantageous as their damages on epiphyseal plate were less, their percutaneus applications were easier and removing them by minör surgical procedures was possible. Unlike in adults, the femoral fractures in children are healed easily vvithout using compressive systems. İn relation to this, we observed that smooth pins had no negative effects in fracture union. The complication rates in this study were not higher than other studies reported in the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Pulmoner Arterio-Venöz Fistüller
Olgun Kadir Arıbaş, Fikret Kanat, Sami Ceran
Olgu sunumu
Özeti
Konjenital Pulmoner Arterio-Venöz Fistüller
CongenItal Pulmonary ArterIo-Venous FIstulas
SÜ Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi servisinde, iki olgu pulmoner arteriovenöz fistül nedeniyle ameliyat edildi. Olgular, 49 ve 62 yaşlarında, erişkin hastalardı. Fistüller, birinci olguda sağ alt lobda, diğerinde sağ üst lobda lokalize idi. Her iki olguda lobektomi yapıldı. Pulmoner arteriovenöz fistüllü olgularımız arasında herediter hemorajik telenjiektazi gözlenmedi. Bu makalede, oldukça ender görülen pulmoner arteriovenöz fistüllerin patogenezi, kliniği, patofizyolojik değişiklikleri ve tedavisi, olgularımız münasebetiyle literatür ışığında gözden geçirildi ve tartışıldı.
Two patients have been operated tor pulmonary arteriovenous fistula at the Department of Thoracic Surgery, School of Medicine, University of Selçuk, Konya. The patients were adults, 49 and 62 years-old. Fistules were localized in the right lower lobe in first one and in the right upper lobe in second. The type of the operation was lobectomy in both cases. Among our patients with pulmonary arteriovenous fistulas, hereditary hemorrhagic telengiectasia was not observed. İn this article, the pathogenesis, clinical features, pathophysiologic changes, and treatment of pulmonary arteriovenous fistulas are discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parvovırus B19 Enfeksiyonları
Emel Türk Arıbaş, Mustafa Altındiş
Araştırma makalesi
Özeti
Parvovırus B19 Enfeksiyonları
ParvovIrus 819 InfectIons
Human partiovirus 819. eritema infeksivozum, aplastik kriz. hidrops fetalis ye adultlerde Awn po-liartraljiyi iceren birkar haswIdala sebep ajan ola-rak tanunlannuozr. Infeksiyonun major pa-tofizyolojik etkisinin eritrosit prektirsOrlerinin sitolitik infeksiyonuna bairn olarak eritropoezisin durmast oldugu gorithir. Hidrops fetalise bagh ne-onatal Oliint Avinda, parvovirus infek.siyordu has-talarm prognozu genellikie iyidir. B19 in-feksivonunun tams' klinik gortintimle konulabilir, fakat szklikla serum antikor testleri ile dogndannwst gerekir. Tedavi klinik durum bagh olarak des-tekleyi•i baktm, analjezik, kan transflizyonu veya int-ravendz iffinzunglobulin mulanmasi ,ceklindedir.
The human parvovirus B19 has been identified as the causative agent in several diseases, including erythema infectiosum, aplastic crisis,hydrops fetalis and a polyarthralgia that occurs in adults. The major pathophysiologk effect of infection seems to be cessation seems to be cessation of erythropoiesis a result of cytolitic infection of red cell precursors. Except for the potential of neonatal death due to fetal hydrops, the prognosis of patients with par-vovirus infection is generally good. The diagnosis of B19 infection may be established on clinical ob-servations but often requires cofirmation with serum antibody testing. Treatment strategies may include supportive care, analgesic medications, transfusions with red blood cells or administration of intravenous inuniunglobulinidepending on the clinical cir-cumstances.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Santral Sinir Sistemi Tutulumu Sonrası Geç Tanı Alan İleri Yaş Sistemik Lupus Eritematozus
Fatma Şimşek, Nuray Bilge, Gökhan Aydoğan
Olgu sunumu
Özeti
Santral Sinir Sistemi Tutulumu Sonrası Geç Tanı Alan İleri Yaş Sistemik Lupus Eritematozus
Late-Onset Advanced Age Systemıc Lupus Erythematous After Central Nerveus System Involvement: Case Report
Sistemik lupus eritematozus, otoimmün karakterli, bir çok sistemi tutan inflamatuar bir hastalıktır. Hastalık bazen sinsi bir şekilde seyrederek yıllarca ateş, halsizlik, yorgunluk semptomları ile seyredebilir. Merkezi sinir sistemi tutulumu yaygındır. Klinik değişken olup çok hafif olabileceği gibi çok ağırda olabilir. Hastaların çoğunda başlangıç yaşı 16-55 yaş arasında olup, ileri yaşta tanı alan vakalarda bulunmaktadır. Burada 80 yaşında iken baş dönmesi ve sağ taraf kuvvetsizliği gelişen, 85 yaşında lupus tanısı alan ileri yaş hasta sunulmuştur. Hastanın hem çok ileri yaş olması hemde lezyonların demiyelinizan plaklara benzer özellikte olması nedeniyle sunmaya değer bulduk. İleri yaş olgularda santral sinir sistemi tutulumunda ayırıcı tanıda lupus unutulmamalıdır.
Systemic Lupus Erythematous, autoimmune character, is a inflammative disease holding many systems. The disease can sometimes follow insidiously with symptoms of fever, asthenia and prostration for years. Central nervous system is common. It is the clinical variable and may be very mild or very severe. In most patients, the age of onset is between 16-55 years old and is found in cases diagnosed in advanced age. Here, it is presented an elderly patient developed dizziness and right side prostration when she was 80 and diagnosed lupus when she was 85. We thought as worth for presenting because of that both the patient is elder and that the lesions have similar features with demyelinating plaques. The lupus should not be forgotten in the central nervous system involvement in advanced age cases and separator diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Özge Atay
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Sars-Cov-2 ImmunopathogenesIs And PossIble AntI-Inflammatory Treatment OptIons
2019'un sonlarına doğru, Çin'in Wuhan Eyaletinde hastalarda akut solunum sıkıntısı sendromuna neden olan yeni koronavirüs tespit edildi. Bu virüse, Uluslararası Virüs Taksonomi Komitesi tarafından ciddi akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) adı verildi. Bu yeni koronavirüsün neden olduğu hastalığa ise Dünya Sağlık Örgütü tarafından koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) adı verildi. Bu virüsün yarasalardan kaynaklanan Betakoronavirus alt sınıfında olduğu belirlenmiştir. Viral enfektiviteden sorumlu zarf, membran, nükleokapsid ve spike proteinleri gibi viral proteinlerin immünopatogenezdeki rolü çalışmalarda araştırılmaktadır. Özellikle hastalığın ileri evrelerinde sitokin fırtınası gelişimine bağlı çoklu organ yetmezliklerinin geliştiği çalışmalarda vurgulanmıştır. SARS-CoV-2'ye karşı doğal ve adaptif bağışıklık da dahil olmak üzere etkin konakçı bağışıklık yanıtı viral enfeksiyonu kontrol etmek ve tedavi için çok önemlidir. Günümüzde hastalıkta etkili bir tedavi bulunamamakla beraber çalışmalarda çeşitli immünsupresif ve immunmodülatör özelliği olan bazı ilaçların faydası gösterilmiştir. Bu yazıda SARS-CoV-2’nin immunopatogezi ve bunun üzerinden etkili olabilecek tedavi modelleri, güncel literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Towards the end of 2019, new coronavirus causing acute respiratory distress syndrome in patients was detected in Wuhan Province, China . This virus was called serious acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2) by the International Virus Taxonomy Committee. The disease caused by this new coronavirus was called coronavirus disease-2019 (COVID-19) by the World Health Organization. This virus was found to be in the subclass of Betakoronavirus caused by bats. The role of viral proteins such as envelopes, membranes, nucleocapsids and spike proteins responsible for viral infectivity in immunopathogenesis is being investigated in studies. It has been emphasized in studies in which multiple organ failure develops due to the development of cytokine storm, especially in the advanced stages of the disease. An effective host immune response, including natural and adaptive immunity to SARS-Cov-2, is essential for controlling and treating viral infection. Although there is no effective treatment for the disease today, the benefits of various immunosuppressive and immunomodulatory drugs have been shown in studies. In this article, the immunopathogenesis of SARS-CoV-2 and the treatment models that can be effective on immunopathogenesis are reviewed in the light of current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Astım Patogenezi
İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Derleme
Özeti
Astım Patogenezi
PathogenesIs Of Asthma
Astım dünyanın pek çok ülkesinde gerek çocukların gerekse erişkinlerin en sık görülen hastalıklarından birisidir. Astımın; genetik yatkınlık, vira! enfeksiyonlar, inhaler allerjenler, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi birçok faktörün neden olduğu hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Bu inflamasyonun temelinde Th2 tip lenfositlerin ve eozinofillerin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak astımın patogenezi konusundaki bil gilerimizin artması, astım prevelansındaki artışı engelleyememiştir. Bu nedenle 21. yüzyılın başlarında bulun duğumuz şu yıllarda astım, önemli bir sağlık sorunu olma özelliğini hala korumaktadır.
Asthma is one ofthe commonest diseases in children and adults İn many countries. The prevalence of asthma has dramatically increased in recent years. The development of asthma depend on an interaction between genetic factors, environmental exposure to allergens, and nonspesific adjuvant factors such as tobacco smoke, air pollu- tion, and vira! infections. These factors initiates a series of immunological changes, resulting in airvvay inflamma- tion. The airvvay inflammatory process is characterized by chronic eosinophilic and Th2 type lymphocytic infiltra- tion. Although the knovvledge about asthma pathogenesis has increased, the prevalence of asthma has not decreased. Therefore, the asthma stili is a threat for the society’s health at the beginning of the 21 st century.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fdg Pet/bt'de Covıd-19 Aşısına Bağlı Hipermetabolik Aksiller Lenfadenopati
Özlem Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Fdg Pet/bt'de Covıd-19 Aşısına Bağlı Hipermetabolik Aksiller Lenfadenopati
HypermetabolIc AxIllary Lymphadenopathy On Fdg Pet/ct Due To Covıd-19 VaccInatIon
Amaç: Bu çalışmada onkoloji hastalarında F18-florodeoksiglukoz (FDG) pozitron emisyon tomografi/
bilgisayarlı tomografide (PET/BT) COVID-19 aşılarına bağlı hipermetabolik aksiller lenf nodu insidansını
ve hipermetabolik aksiller lenf noduna etki eden faktörleri değ erlendirmek amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: 15 Ocak 2021-15 Haziran 2021 tarihleri arasında kurumumuzda FDG PET/BT
görüntülemesi yapılan hastalardan bir veya iki doz COVID-19 aşısı (CoronaVac veya Biontech) uygulanmış
olanlar çalışmaya dahil edildi. Birinci ve ikinci aşılama sonrası ipsilateral hipermetabolik aksiller lenf nodu
varlığı ve sayısı, FDG tutulumu ve bu veriler arasında fark olu p olmadığı araştırıldı.
Bulgular: CoronaVac ile aşılanan hastaların %9,9'unda (18/182) [1. dozdan sonra %9,6 (9/94), 2. dozdan
sonra %10,2 (9/88)]; Biontech ile aşılanan hastaların %37,5'inde (9/24) [1. dozdan sonra %35 (7/20),
2. dozdan sonra %50 (2/4)] tek taraflı hipermetabolik aksiller lenf nodu gözlendi. CoronaVac uygulanan
hastalarda hipermetabolik aksiller lenf nodu varlığı ile yaş ar asında negatif korelasyon saptandı.
Sonuç: CoronaVac sonrası hipermetabolik aksiller lenf nodu sıklığı, çalışmamızda küçük bir hasta
grubu olan mRNA aşılarından sonra gözlenenden ve literatürde bildirilenden daha düşüktü. Ancak mRNA
grubunda hasta sayısının yetersiz olması nedeniyle istatistiksel fark değerlendirilememiştir. Yanlış
pozitiflikleri azaltmak için FDG PET/BT'den önce kısa bir aşı anamnezi alınması önerilir. FDG PET/BT'nin
farklı biyoteknolojilerle üretilen aşıların etkinliğinin karşılaştırılmasındaki potansiyel rolü, daha geniş
hasta popülasyonlarında yapılacak çalışmalarla araştırılmalıdır .
Aim: This study aimed to evaluate the incidence of hypermetabolic axillary lymph nodes due to COVID-19
vaccines and the factors affecting hypermetabolic axillary lymph nodes in F18-fluorodeoxyglucose (FDG)
positron emission tomography/computed tomography (PET/CT) in on cology patients.
Patients and Methods: Among the patients who underwent FDG PET/CT in our institution between
January 15, 2021, and June 15, 2021, those who received one or two doses of COVID-19 vaccine
(CoronaVac or Biontech) were included in the study. Presence and number of ipsilateral hypermetabolic
axillary lymph nodes, FDG uptake, and whether there was a difference between these data after the 1st
and 2nd vaccination were investigated.
Results: Unilateral hypermetabolic axillary lymph nodes was observed in 9.9% (18/182) of the patients
[9.6% (9/94) after 1st dose, 10.2% (9/88) after 2nd dose] vaccinated with CoronaVac; It was detected in
37.5% (9/24) of the patients [35% (7/20) after 1st dose, 50% (2/4) after 2nd dose] who vaccinated with
Biontech. A negative correlation was found between the presence of hypermetabolic axillary lymph nodes
and age in patients who vaccinated with CoronaV ac.
Conclusion: The frequency of hipermetabolik aksiller lenf nodu after CoronaVac was lower than that
observed after mRNA vaccines, a small group of patients in our study, and lower than reported in the
literature. However, the statistical difference could not be evaluated due to the insufficient number of
patients in the Biontech group. A brief history of vaccination is recommended before FDG PET/CT to
reduce false positives. The potential role of FDG PET/CT in comparing the efficacy of vaccines produced
with dif ferent biotechnologies should be searched in studies with large r patient populations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Greft Enfeksıyonları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Hakan Filizlioğlu, Neşe Ünal, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Greft Enfeksıyonları
Graft InfectIons
Ocak 1988 - Mart 1996 tarihleri arasinda kli-ni§imizde toplam 167 vakaya otojen yen velveya prostetik materyal (Dacron veya PTFE) kullanilarak vaskiiler rekonstriktif ameliyat yaptimiftir. Aynt ytllar arasinda takip siiresince 6 (%3.56) hustada greft enfeksiyonu gel4migir. Greft en-feksiyonlarinda temel tedavi prensihi ktiltiir an-tibiyogram sonuclanna gore uygun antibiyotik te-davisi ye greftin total olarak clkarilmast olmuour. Morbidite 1 amputasyon olup, mortalitemiz yoktur. Greft enfeksiyonlan vaskiiler cerrahinin en korkulan komplikasyonlanndan biridir ye yiiksek morbidite ye mortalite sebehidir. Degi4ik serilerde %1.3 ile %6 arasinda de,g4en greft enfeksiyonu in-sidanst gorulmu tar.
167 vascular reconstructive operations have been performed in our clinic using a prosthetic vas-cular graft (Dacron or PTFE) and/or autogenous vein graft between the dates of January 1988 -March 1996. During their follow up in this period 6 graft infection (%3.56) have been developed. Our major treatment protocol in graft infections was to remove the infected graft totally and to use app-ropriate antibiotics according to culture results. Our morbidity was I amputation . In different series incidence of graft infections is reported to he between 1.3 - 6%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
Fakıh Cıhat Eravcı, Necdet Poyraz, Celalettin Korkmaz, Hilmi Alper, Miyase Orhan, Mehmet Akif Dündar, Pınar Diydem Yılmaz, Hamdi Arbağ
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between PneumonIa SeverIty And The Presence Of AnosmIa And AgeusIa In HospItalIzed PatIents WIth CovId-19
Amaç: Literatür, koku ve tat kaybı semptomları yaşayan COVID-19 hasta grubunun daha genç olduğunu,
ağırlıklı olarak kadın olduğunu ve bunlarda hastalığın daha hafif seyrettiğini ortaya koydu. Mevcut
çalışmada COVID-19 ile hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığının pnömoni
şiddeti ve laboratuvar test sonuçları ile ilişkisinin değerlend irilmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Ekim 2020-Mart 2021 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı tarafından
yatırılan ve toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
Hastaların toraks BT bulguları, her bir lob için şiddet skoru ile skorlandı ve toplam skor elde edildi.
Pnömoni lezyonların şekline, dağılımına ve görünümüne göre sınıflandırıldı ve laboratuvar test sonuçları
kayıt edildi. Bu bulgular koku ve tat kaybı varlığına göre karş ılaştırıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması 53.0±14.5 yıl (18-89 yıl) olan, 89'u (%50.2) erkek ve 88'i (%49.8) kadın olmak
üzere toplam 177 hasta değerlendirilmeye dahil edildi. Anosmi ve ageusia semptomlarından en az birini
yaşayan (Grup 1) hasta sayısı 67 (%37.9) olup, geri kalanı (Grup 2) bunlardan hiçbirini yaşamamıştır. Bu
semptomları olan, Grup 1 hastalarının yaş ortalaması, Grup 2’ye kıyas ile daha gençti (p=0,009). Toplam
pnömoni skoru ve tutulum paternleri açısından gruplar arasında fark saptanmadı (p> 0.05). Bu gruplar
laboratuvar sonuçları açısından da benzer bulundu (p> 0.05).
Sonuç: Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı prevalansı az değildir ve bu semptomlar gençlerde
daha sıktır. Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığı ile pnömoni şiddeti ve
laboratuvar sonuçları arasında ilişki saptanmadı. Bu semptomların hastanede yatan hastalarda, hastalığın
şiddeti açısından prognostik değeri yoktur .
Aim: The literature revealed that group of COVID-19 patients who experience anosmia and ageusia
symptoms is younger, is predominantly female, and experiences a milder course of the disease. This
study aimed to evaluate the relationship of the presence of anosmia and ageusia symptoms with the
severity of pneumonia and laboratory test results in hospitaliz ed patients with COVID-19.
Patients and Methods: A retrospective evaluation was made of patients who were hospitalized by
the Department of Pulmonology between October 2020-March 2021 and underwent thorax computed
tomography (CT). Thorax CT findings of the patients were scored with a severity score for each lobe and
a total score was obtained. Pneumonia was classified according to the shape, distribution and appearance
of the lesions, and laboratory test results were obtained. These findings were compared according to the
presence of anosmia and ageusia symptoms.
Results: Evaluation was made of a total of 177 patients, comprising 89(50.2%) males and 88(49.8%)
females with a mean age of 53.0±14.5 years (range, 18-89 years). The number of patients who experienced
at least one of the symptoms of anosmia and ageusia (Group 1) was 67(37.9%) and the rest (Group 2)
did not experience any of these symptoms. The Group 1 patients who experienced these symptoms was
younger (p=0.009). No difference was determined between groups regarding the total pneumonia score
and involvement patterns (p> 0.05). The groups were similar in terms of laboratory results(p> 0.05) .
Conclusion: The prevalence of anosmia and ageusia in hospitalized patients is not a small number and
is more common in the younger population. No association was seen between the presence of these
symptoms and milder pneumonia severity and laboratory results. These symptoms do not have prognostic
value for the severity of the disease in hospitalized patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkin Femur Cisim Kırıklarının Tedavisinde Küntscher Çivisi Ve Plak Uygulamaları
Abdurrahman Kutlu, Recep Memik, Mustafa Yel, Mahmut Mutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Yetişkin Femur Cisim Kırıklarının Tedavisinde Küntscher Çivisi Ve Plak Uygulamaları
The LIse Of Küntscher NaIlIng And Plate For Shafts. Fractures' Of The Femur In The Adults
Küntscher çivisi ve plak ile tedavi edilen 67 yetişkin hastadaki 68 femur cisim kırıgının sonuçları gözden geçirildi. Küntscher çivisi 40 hastada, plak 27 hastada uygulandı . Hastaların 56'sı erkek, bayan idi. Ortalama yaş 33.6 yaş (en az 18 en fazla 85 yaş) olarak bulundu. Bütün kinklarda kaynama görüldü. Beş hastada ameliyat sonrası enfeksiyon gelişti.
The result of 67 adult patients in whorn 68 fractures of the femoral shaft had been treated by Küntscher nailing and plate were reviewed. Küntscher nailing and plates were used in 40 and 27 patients, respectively. There were 56 male and 11 fernale patients. There average age of the patients was 33.6 years (range 18 to 85 years). There were five postoperative infection, but all fractures eompletely healed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Unıversıte Psıkıyatrısı (college Psychıatry)
Ali Savaş Çilli, Nazmiye Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Unıversıte Psıkıyatrısı (college Psychıatry)
Unıversıte Psychıatry (college Psychıatry)
Üniversite cagindaki genç ergenler ve genc erişkinlerin ruhsal problemlerinde, hekim problemin strese bagli beklenen bir tepki mi, nevrotik veya psikolojik bir durumun erken işaretleri mi olduguna dikkat etmelidir (1).
In the mental problems of young adolescents and young adults in university age, the physician should pay attention to whether the problem is an expected reaction to stress or early signs of a neurotic or psychological condition (1).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Emine Türen, Fatma İlkay Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Determınatıon Of The AnxIety Level In Pregnant Women Who Admınıster To The ObstetrIcs ClInIc WIthIn The Covıd-19 PandemIa PerIod
Amaç: COVID-19 enfeksiyonunun gebelerde anksiyetine düzeyine olan etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada rutin gebelik kontrolü için Haziran 2020 ayı boyunca ayaktan polikliniğe başvuran gebelere COVID-19’a bağlı olabilecek kaygılarını belirlemeye yönelik yapılandırılmış bir anket ve Beck anksiyete ölçeği uygulanmıştır. Obstetrik acil nedenler ile başvuran gebeler ve obstetrik açıdan riskli bulunan gebeler çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bulgular: Çalışmaya 177 gebe dahil edilmiş ve gebeler Beck anksiyete ölçeğinden aldıkları puana göre dört gruba ayrılmıştır. Gebelerin anksiyete düzeyi %44,6 olarak bulunmuştur. Doğum anında ailesinin yanında olamama ihtimali ve COVID-19’ a bağlı ölme korkusu istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek anksiyete düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur.
Sonuç: Bu süreçte gebelerin perinatoloji, yenidoğan, yoğun bakım uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip tarafından takibine ek olarak psikososyal desteğin de sağlanması önem arz etmektedir.
Objective: To determine the effect of COVID-19 infection on anxiety level in pregnant women.
Material and Methods: In this study, a questionnaire and Beck anxiety scale were applied to pregnant women who referred to outpatient clinic for routine pregnancy control in June 2020 to determine their concerns that may be related to COVID-19. Pregnant women admitted with obstetric emergencies and obstetric risk were not included in the study.
Results: 177 pregnant women were included in the study and the pregnant women were divided into four groups according to their score on Beck anxiety scale. Anxiety level of pregnant women was 44.6%. The possibility of not being with his family at the time of birth and the fear of death due to COVID-19 were statistically significantly associated with higher anxiety levels.
Conclusions: In this process, it is important to provide psychosocial support in addition to the follow-up of pregnant women by a multidisciplinary team consisting of perinatology, newborn and intensive care specialists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Egzersiz Sonrası Oluşan Proteinüri
Ahmet Yılmaz, Neyhan Ergene, Hüseyin Uysal, Abdulkerim Kasım Baltacı, Recep Özmerdivenli
Araştırma makalesi
Özeti
Egzersiz Sonrası Oluşan Proteinüri
ExercIse Induced ProteInurIa
Egzersiz sonrası oluşan proteinüri üzerinde ya-pılan bu çalışmada, Amatör Futbol Ligi mü-sabakalarına katılan muhtelif takınilardaki 16-25 yaşları arasında, sağlıklı 44 futbolcunun maç ön-cesi ve maç sonrası alınan idrar örnekleri elekt-roforez metodu ile incelendi. Çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, kontrol nunıuneleriyle kıyas egzersiz sonrası oluşan pro-teinüride a-globulinin egzersiz öncesine göre it-rahtnın değişmediği, özellikle albumin başta olmak üzere fi ve y-globulinlerin miktarlarında eg-zersizden sonra artış olduğu görülmüştür. Nil-rosellüloz filmlerle ayrıştırdan idrar proteinlerinin elektroforez densitometresiyle elde edilen ve ka-litatif yönü ifade eden grafiklerin eğim de-ğerlendirmesinden çıkan sonuçlar, dışarda yapılan çalışmalarda da olduğu gibi, glomeruluslarda artan permeabilite, filtratian emilimin yeterizliğt veya tübüler salgılanma sonucu nonselektif olarak gelişmesi nedeniyle egzersiz sonrası oluşan proteinürinin glomerülo-tübüler tiple olduğunu göstermektedir.
Exercise induced proteinuria was studied on 44 healthy players of the Amateur Foothall Tc-urnament Leaque. Their ages ranged from 16 to 25 years. Urine samples were collerted from the players before and after the ganıes, 44 samples were obtained from healty players and analyzedjor urine proteins electrophoreticly. Compared to va-lues obtained from the control pregam• values, the urine protein content increased sigmfirantly con-taining mainly alhumin, fl-globulin, and y globulins. Bul the values for a-globuliğıs did not change significantly. Urine proteins seperated biz nitrocellulose films were also qualitated from the proportions of the densitometric values (!f the peaks on the graphes. The values found in Iliis study and the values cited elsewhere indicated that exercise induced proteinuria is nonselective pro-teinuria and is due to increased permeability of glomerulus and, to impared reabsorption of normal amounts of protein from the glomerular filtrate or ta tubular excretion. Therefore, proteinuria ap-pearing after physical activity can be classified as glomerulo-tubular type.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıgara Ve Çocuk
Haluk Yavuz
Araştırma makalesi
Özeti
Sıgara Ve Çocuk
SmokIng And ChIld
Son yıllarda sigaranın kanser ve diğer bazı hastalıklara sebep olarak, insan sağlığını tehdit etmesinin kesinleşmesinden sonra, birçok ülkede sigaraya karşı kampanyalar yoğunlaştırılmış ve bu ülkelerde sigara içme oranı önemli derecede azalma göstermiştir. Yurdumuzda ise maalesef tüketilen ve ithal edilen sigara miktarı giderek artmaktadır. Bu sigaranın zararına uğrayacak insanlarımızın çoğalması demektir. Bu zarara uğrayacaklar sadece aktif olarak sigara içen erişkinler değil, aynı zamanda anne kamındaki fetus, bebekler ve çocuklardır. Bu yazıda sigaranın çocuk sağlığı ile ilgili bazı etkilerinden bahsedilecektir. Sigaranın diğer etkilerinin de yer alacağı bir kitapçığın parçası olarak bu yazı hazırlanmıştır.
In recent years, after it became clear that smoking poses a threat to human health by causing cancer and some other diseases, anti-smoking campaigns have intensified in many countries and the smoking rate has decreased significantly in these countries. Unfortunately, the amount of cigarettes consumed and imported in our country is gradually increasing. This means the number of people who will be harmed by smoking. Those who will suffer are not only actively smoking adults, but also the fetus, babies, and children in the mother's abdomen. In this article, some of the effects of smoking on child health will be discussed. This article has been prepared as part of a booklet that will also include other effects of smoking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
Mustafa Sait Gönen, Hasan Gök, Ali Bayram, V. Gökhan Cin, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
An InvestIgatIon Of RIsk Factors And Coronary Heart DIsease Of AsymptomatIc Adults In The Central AnatolIa In Turkey
Orta Anadolu'nun merkezinde yer alan Konya ve çevresindeki erişkin yaş ve sonrası (k40) semptom-suz bireylerde, koroner kalp hastalığı (KKII) ve bu-nun risk faktörlerinin prevalansuu belirlemek amacıyla, homojen bir yapı gösteren Bozkır Ilçe merkezini temsilen gelişigüzel örnekler seçerek top-lam 280 kişi incelendi. Çalışmaya alınan olguların tümünde kardiyovasküler sistem muayenesi yapıldı, EKG'ı ve teleradyografisi çekildi. Atherosklerotik risk faktörleri araştır-11dt. 54 olguda (%19.3) hipertansiyon, 11 olguda (%3.9) hiperglisemi, 58 erkek olguda (%59.8) sigara içimi, erkeklerin %17 ve kadınların %27'sinde obe-site, olguların %12'sinde hiperkolesterolemi %7.4'ünde hipertrigliseridemi ve 40 olguda da (%14.3) KKI I saptandı. Yaş arttıkça hipertansiyon insidensinin arttığı, sigara içim oranının değişmediği görüldü. Değiştirilebilir major risk faktörleri ile mücadelenin olumlu sonuçlarının ışığı altında; halkın periyodik taranması ve atheroskleroıik risk faktörleri ile KKI1 yönünden incelenmesi önerildi. Ayrıca koruyucu veya tedavi edici yöntemlere başvurulmasının önemi vurgulandı.
The Coronary heart disease and üs risk factors were investigated in Konya, which is placed in the central pan of Central Anatolia in Turkey. In 'his study 280 asymptomatic people, who are middle aged and over (.40), were selected randomize from Bozkır, a small town of Kon" ya, which shows a ho-mogen structure of population. All of the cases which were investigated, cardio-vascular system was examined. ECG and teleradiog-raphy were taken. In 54 cases (19.3%) hypertension, 11 cases (3.9%) hyperglisemia and 58 male cases (59.8%) smoking were found. Obesite was seen 17% of male and 27% of female. Ilypercholesterolarnia in 12% of cases and hypertrigliseridemia in 7.4% of cases were also seen. In 40 cases, coronary heart dis-ease was deterrnined. Incidence of hypefrtension was increasing with age, but the rale of cigarette-smoking was not changed. With the understanding of posiıive results of struggle -withreversible major risk factors periodic examinations in cases with high risk; furthermore investigation of risk factors medical and preventive treatment procedures were pointed out clearly as important issues which mut be followed by physidans.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkin Tibia Cisim Kırıkları Ve Tedavi Sonuçları
Abdurrahman Kutlu, Mahmut Mutlu, Recep Memik, Orhan Büyükbebeci
Araştırma makalesi
Özeti
Erişkin Tibia Cisim Kırıkları Ve Tedavi Sonuçları
The Adults TIbIa! Shaft Fractures And The Results Of Treatment
Selçuk Onivesitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde, 1983 ve 1990 yılları arasında, 182 hastada 189 tibia cisim kırığı- teşhis edildi. Ilastalarda tedaviye başlanma yaşı en az 13, en fazla 84, ortalama 36 yaş idi. 175 hastada tek taraflı, 7 hastada iki taraflı tibia cisim kırığı vardı. Yeterli takipleri olan 158 hastanın 165 tibia kırığının tedavi sonuçları incelendi. Hastalar en az, kırığın klinik ve radyolojik iyileşmesine kadar takip edildiler, Kırıkların kapalı ve cerrahi metodlarla tedavisi sonu-cunda oldukça iatminkar sonuçlar elde edildi.
Between 1983 and 1990, 182 patients with 189 tibial shaft fracture were diagnosed al the Department of Orthopaeclics and Traumatology in the Faculty of Medicine of Selçuk University. The mean age was 36 years with a range of 13 to 84 years. A hundred and seventy five patients had unilateral and 7 patient bilateral tibial shaft fracture. 165 tibial shaft fracture in 158 patients had been folowed and evaluated for treatment results. nese patients were followed at least a duration until the fracture were healed clinically and radiographically. A highly satisfacwry results were obtained with opera and closed treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta