Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
Arif Aslaner, Tuğrul Çakır, Umut Rıza Gündüz, Burhan Mayir, Nurullah Bülbüller
Olgu sunumu
Özeti
Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
PrImary EpIploIc AppendagItIs: Case Report
Primer Epiploik Apandisit cerrahiye gereksinim duymadan kendi kendini sınırlayabilen bir durumdur. Bilgisayarlı Tomografi ile tanısı doğrulandıktan sonra konservatif olarak tedavi edilebilir. Acil servisimize ani başlayan karın ağrısı ile başvuran 36 yaşında erkek hastayı tartıştık.
\r\n
Primary Epiploic Appendagitis is a self-limited condition without need any surgery. It can be conservatively treated after diagnosis with Computerized Tomography. We discuss a healthy 36-year-old man who admitted to our emergency clinic with sudden onset abdominal pain.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Osteoartrozlu Hastalarda Egzersize Bağlı Kuadriseps Hipertrofisinin Bt İle Saptanması
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Oğuz, İsrafil Şimşek
Araştırma makalesi
Özeti
Diz Osteoartrozlu Hastalarda Egzersize Bağlı Kuadriseps Hipertrofisinin Bt İle Saptanması
The Assesment Of The Hypertrophy Produced By ExercIse In QuadrIceps Muscle In PatIents WIth Os- TeoarthrItIs Of The Knees UsIng ComputerIzed Tomography
Osteoartiritli hastalarda egzersiz sonrası quadriseps kaslarındaki hipertrofinin bilgisayarlı tomografi (BT) ile kas alan ölçümleri yapılarak saptanması amaçlanmıştır. Klinik ve radyolojik olarak dizde osteoartrozu olan 30 hastaya egzersiz uygulanarak kas hipertrofisi BT ile saptandı. Olgular 10 kişilik gruplara ayrıldı. Grupların her birine izo- metrik egzersiz, dirençli izometrik progresiv egzersiz ve progresif dirençli egzersizlerden birisi uygulandı. Egzersiz hastanın yakınma, klinik ve radyolojik bulguları olan dizine uygulandı. Kaslarda oluşan hipertrofi, egzersiz öncesi ve sonrası BT ile kas alan ölçümleri yapılarak değerlendirildi. Vastus medialis(VM), vastus lateralis(VL), vastus in- termedius(Vİ), rektus femoris(RF) kesit alanları, total kas alanları, total bacak alanı ve el ile bacak çevresi ölçüleri yapıldı. İzometrik egzersizde sadece RF kas hipertrofisinde sonuç anlamlı idi (p<0.01). İzometrik progresif dirençli egzersiz VM, Vİ kaslarında (p<0.01) ve VL kasında (p<0.001) hipertrofi oluşturmaktadır. Egzersiz yapılmayan ba cakta da hipertrofi oluşmaktadır. Progresif dirençli eksersiz VM, VL ve Vİ kasında (p<0.01) hipertrofi oluşturmaktadır. Egzersiz yapılmayan bacakta ise izometrik progresif dirençli egzersizden daha fazla hipertrofiye neden olmaktadır. Total kuadriseps ve total kas alanı hipertrofisinde dirençli egzersizlerin daha etkili olduğu görüldü. Progresif dirençli egzersizde bacak kesit alanı ve çevresi anlamlı düzeyde etkilenmektedir. Bacakta kas hipertrofisini ve hangi kasta hipertrofi olduğu saptamada BT başarılı sonuç vermektedir. Hipertrofiyi göstermede BT, el ile bacak çevresi ölçümlerine göre daha güvenilir sonuçlar vermektedir. Kesit yeri yüzeysel olarak be lirlendikten sonra tek BT kesitinde gerekli ölçümleri yapmak olanaklıdır.
The aim of the study is to determine the effectiveness of CT area measurements in order to çuantify hypertrophy produced by exercise in quadriceps muscle in patient with osteoarthritis of the knee. Thirty patients with knee os- teoarthritis who diagnosed clinically and radiologically were divided into three groups each consists of ten sub- jects. The first group took part in isometric, the second group isometric Progressive resistance, and the third group Progressive resistance for 4 weeks. At the beginning and end of the treatment, computerized tomographic sections were taken from the thigh. One of the sections was taken from 10 cm above subpatellar margin for vas tus lateralis (VL) and vastus medialis (VM), the other from midpoint of interline betvveen umbilicus and subpatellar end for vastus intermedius (VI) and rectus femoris (RF). Cross-sectional areas of the thigh, quadriceps totally, and the heads of the quadriceps were measured. İn addition, the circumference of the thigh was measured ma- nually. İsometric exercise (IE) produced hypertrophy only in RF (p<0.01), Progressive resistance exercise (PRE) in VM, VL, and VI (pcO.OI), and isometric Progressive resistance exercise (İPRE) in VM and VI (p<0.01), and VL (p<0.001). İn cotralateral thigh, PRE produced more hypertrophy than IPRE. The resistance exercises were more effective to produce hypertrophy in quadriceps muscle totally. Only in PRE group, the increase in cross-sectional areas and circumferences of the thigh were statistically significant. We conclude that the CT techniques are ne- cessary to asses the degree of muscle hypertrophy, and CT measurements provide more useful information than manual measurements of the circumference of the thigh.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Hidatik Kistin Radyolojik Bulguları
Demet Kıreşi, Olgun Kadir Arıbaş, Aydın Karabacakoğlu, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pulmoner Hidatik Kistin Radyolojik Bulguları
RadIologIcal Features Of Pulmonary HydatId DIsease
Amaç: Altmışüç pulmoner hidatik kist olgusunu akciğer radyografisi ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile değerlendirmek. Materyal ve method: Cerrahi olarak ispat edilmiş 63 pulmoner hidatik kistli olgu (27’si kadın, 36’sı erkek) bu çalışmaya dahil edildi. Olgular 3 ile 76 (ort:42.8) yaşları arasında idi. Olguların tümüne akciğer radyografisi ve toraks BT tetkiki yapıldı. Lezyonlar sayı, lokalizasyon, boyut ve iç yapısı yönünden radyolojik olarak değerlendirildi.Bulgular: Bilgisayarlı tomografide toplam 107 kist mevcut iken akciğer grafilerinde ancak 78 kist tespit edildi. BT’de 36 olguda tek kist, 27 olguda ise multipl kist bulundu. Onsekiz kist 10 cm’den büyük bulundu. İç yapısı yönünden değerlendirildiğinde; 3’ünde meniskus bulgusu, 9’unda nilüfer işareti, 11’inde hava-sıvı seviyesi, 8’indeboş kist kavitesi ve 76’sında homojen dansite içeren lezyonlar görüldü. Ayrıca BT’de 17’sinde atelektazi, 29’unda plevral sıvı, 38’inde perikistik infiltrasyon görüldü. Akciğer radyografisinde ise 58 kist homojen dansitede olup 20 kist rüptüre idi. Sonuç: Akciğer grafileri kist hidatik tanısında yardımcı olmakla beraber lezyon lokalizasyonunu, sayısını ve iç yapısını değerlendirmek için BT gereklidir.
Objective: To evaluate the chest roentgenogram and CT findings of 63 patients with pulmonary hydatid disease. Methods: Sixty-three (27 female and 36 male, aged between 3 and 76 years) patients with surgically proven pulmonary hydatid cysts were included to the study. Chest roentgenogram and thorax CT were obtained from all the patients. Radiological features (number, localization, diameter, internal architecture) were determined. Results: On CT examination, 107 cysts were determined but on 78 of 107 cysts were detected on chest roentgenogram. Single cysts were seen in 36 patients, while multiple cysts were seen in 27 on CT. Eighteen cysts were larger than 10 cm in diameter. CT scan showed crescent sign (3 patients), water lily sign (9 patients), air-fluid level (11 patients), dry cyst sign (8 patients), and homogenous shadow (46 patients). In addition, atelectasis (n 17), pleural effusion (n 29), and pericystic infiltration (n 38) were also seen on CT. On the other hand, 58 cysts were homogenous and 20 cysts were rüptüred on chest roentgenogram. Conclusion: Although chest roentgenogram is helpful for diagnosis of pulmonary hydatid disease, CT examination must be done to evaluation nature and localization of cysts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atipik Bronkoskopik Ve Radyolojik Görünümlü Kronik
eozinofilik Pnömoni
Celalettin Korkmaz, Ümmüye Biçer, Durdu Mehmet Yavşan, Soner Demirbaş, Turgut Teke
Olgu sunumu
Özeti
Atipik Bronkoskopik Ve Radyolojik Görünümlü Kronik
eozinofilik Pnömoni
ChronIc EosInophIlIc PneumonIa WIth AtypIcal BronchoscopIcal And
radIologIcal PresentatIon
Eozinofilik akciğer hastalıkları (EAH), havayolu ve/veya akciğer
dokusunda eozinofillerin artması ile karakterize bir grup hastalığı
tanımlar. Bu grup hastalıkların bir kısmı ağırlıklı olarak akciğeri
etkilerken bir kısmı sistemik tutulum gösterir. Subakut veya kronik
solunumsal ve genel semptomlar, alveoler ve/veya kan eozinofilisi
ve akciğer grafisinde periferik infiltratlar varlığında kronik eozinofilik
pnömoni (KEP) düşünülmelidir. Kliniğimize 6 aydır devam eden
öksürük, ara ara olan ateş, halsizlik şikayetleri ile başvuran 53
yaşındaki erkek olgu, akciğer grafisinde iki taraflı apikal, subapikal
ve hiluslar çevresinde infiltrasyon saptanması üzerine akciğer
tüberkülozu ön tanısıyla yatırılarak değerlendirildi. Hemogramda
eozinofili, yüksek rezolüsyonlu bigisayarlı tomografi (YRBT) de
bilateral düzensiz konturlu infiltratif özellikte lezyonlar, iki taraflı kistik
bronşektazik odaklar saptandı. Bronkoskopide pürülan sekresyonlar
ve koyu mukus tıkaçları izlendi. Etyolojik değerlendirmede herhangi
bir spesifik neden saptanmadı ve olgu KEP olarak kabul edildi.
Alışılmadık bronkoskopik, ve radyolojik bulguları nedeniyle olgu
sunularak tartışıldı.
Eosinophilic pulmonary diseases (EPD) are defined as a group of
diseases characterized by the in crease of eosinophils in the air way
and/or lung tissue. While a part of the sedis orders mainly affects the
pulmonary, others show systemic in volvement. Chronical eosinophilic
pneumonia (CEP) should be kept in mind in the existence of subacute
or chronic respiratory and general symptoms, alveoler and/or bloode
osinophilia and peripheral pulmonary in filtrates on chest radiography.
A 53-year-old male patient was admitted to our clinic with on going
complaints of cough, occasional fever and malaise for six months.
When two-sided apical, subapical and the infiltration around hiluses
were detected on chest x-ray, the case was hospitalized with the
prediagnosis of pulmonary tuberculosis. Eosinophilia in hemogram,
bilateral infiltrative lesions with irregular contours and bilateral cystic
bronc hiectasis foci were detected on high resolution computed
tomography (HRCT). Bronchoscopy revealed purulent secretions and
thick mucous in hibations. No specific etiologic cause was defined
in the etiology, and the case wase valuated as CEP. Due to unusual
bronchoscopic and radiological findings, the case was presented and
discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle Değerlendirilmesi
Zekeriya Tosun, Adem Özkan, Mustafa Keskin, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Alveol Yarıklı Hastaların Operasyon Öncesi Ve Sonrası Dönemde Periapikal Ve Oklüzal Grafi İle Değerlendirilmesi
DetermInatIon Of PatIents WIth Alveol Clefts By PerIapIcal And Oclussal GraphIes At Pre OperatIve And Post OperatIve PerIod
Amaç: Bu çalışmanın amacı, alveol yarıklarının takibinde sık kullanılan pahalı ve radyasyon dozu yüksek olan bilgisayarlı tomografi (BT) yerine daha ucuz ve daha az radyasyon veren görüntüleme yöntemleri kullanmaktır. Bunun için diş hekimleri tarafından dental patolojilerin tanısında sık kullanılan periapikal ve oklüzal grafi kullanıldı. Hastalar ve metod: 1998-2004 yılları arasında “tek taraflı alveol yarığı” olan 11 hasta otojen iliak ve allojenik kansellöz kemik grefti ile opere edilmiştir. Peroperatif kemik defektler periapikal ve oklüzal grafiler çekilerek NetCAD programı ile belirlendi. Peroperatif kemik mumu ile yeniden defekt ölçümü yapılarak gerçek değer bulundu. Postoperatif 6 ay -1 yıl süresinde aynı grafilerle geç kontrol filmleri alındı ve kemik kaybı yüzde (%) olarak ve etraf dokularla olan ossifikasyonu değerlendirildi. Sonuç: Uygulamanın kolay olması, özellikle çocukların daha az radyasyon almaları ve ekonomik olması nedeniyle alveol yarıklarının takibinde BT yerine periapikal ve oklüzal grafi kullanılabileceği kanaatindeyiz.
Objective: Purpose of this study was to use imaging methods which is cheaper and offering less radiation dousage for determination of alveol clefts. Fort his purpose, perapical and oclussal plane X-rays are used in this study, which are widely used by dentists for diagnosis of dental pathologies. Patients and methods: Elevenpatients with unilateral alveol clets was operated with seconder otogen iliac and allogenic cansellous bone grafts between 1998 and 2004. Bone defects was measured by NetCAD program with periapical and oclussal graphies pre operatively. Bone wax was used for per operative measurement and real size has been obtained. Late period control graphies was obtained with the same rontgenograms between post operative 6 months and 1 year. Lost bone volume and ossification were determined. Result: We think that periapical and oclussal graphies are easier procedures and may be used instead of CT for follow up in alveol clefts. Additional advantages are exposure to lower doses of radiation and low prices.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diffuz Plevral Hastalıkların Ayırıcı Tanısında Bılgisayarlı Tomografi
Bilge Çakır, Mecit Suerdem, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Diffuz Plevral Hastalıkların Ayırıcı Tanısında Bılgisayarlı Tomografi
Cet In DIfferentIal DIagnosIs Of DIffuse Pleural DIsease
Bu çalışmada, 21 bcnign ve 21 malign plevral hastalığın bilgisayarlı tomografi bulgular' irdelendi. Mediastinal plevra tutulumu, nodüler ve 1 cm`den geniş plevral kalinlaşma malign lezyonların benign plevral hastalıklar ile ayırıcı tanısında yardımcı bul-gulardı. Retrospektif olarak, bu bulguların sensitivi-tesi- sırası ile %77, %93. %100, sesifisiteleri ise %50, %50, %33 olarak belirlendi. Tüm malign lez-yonlarda ve benign infeksiyöz plevral hastalıklarda anlamlı farklılık göstermeyen yüksek kontrast tutu-lumu saptandı. Sonuç olarak, bilgisayarlı tomogr.afi-nin plevral lezyonların tesbitinde ve yayılımının be-lirlenmesinde, kısmen benign ve malign patolojilerin ayrımında değerli bir radyolojik yöntem olduğu vurgulandı.
İn this article, CT features of 21 cases with be-nign and 21 cases with malignant pleural diseases were described. Features that are helpful in distinc-tion malignant from bening pleural disease were, mediastinal pleural invasion, nodular and more than 1 cm tickening in pleura. The specıficities of these findings were 77%, 93%, 100% and sen,.sitivities 50%, 50%, 33%, respectively. High contrast en-hancement that does not show significant differenpe was detected in all malignant lesions and benign in-fectious pleural diseases. Consequently, it has been emphasized that CT is a useful radiologic method in detertnining of pleural lesions and, their extentions and, in the differential diagnosis of benign and malignant conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerovda Bilgisayarlı Beyın Tomografisi Bulguları
Ayşegül Öğmegül, Galip Akhan, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Multipl Sklerovda Bilgisayarlı Beyın Tomografisi Bulguları
ComputerIced TornographIc IlIddIngs Iıt MultIpl SclerosIs
Bu çalışmada, Multipl Skleroz tanısı için en kesin kriter olan bilgisayarlı beyin tomografisi bul-gulara incelenmiş ve klinik olarak multipl skleroz olduğu belirlenen hastalarımizen tomografi sonuçları, literatür bilgileriyle taritşılmiştır. Sonuçta, bilgisayarlı beyin tomografisi bulgulartnın, hastalık dönemlerine göre değişebileceği ve diğer bazı nörolojik hastalıklarla karıştırılabileceği kanısına varılmıştır.
In this study, Cornputerized Tomographic findings that are the most definitive diagnostic criteria for rnultiple sclerosis have been evaluated. Computerized tornographic findings were discussed under the light of literature. In 8 cases of 17 cases (8117) the diagnosed by means of clinical findings and history. As a result, we carne ta the conclusion that CAT findings may change in addition to the periods of the disease and the other neurological disorders. Should be alsa taken into consideration irı the dillerential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık, Rıfat Yalın, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
The Value Of Ultrasonography And Compuled Tonıography In The DIagnosIs Of The GallsIones And Common BIle Duct
Preoperatif dönemde ultrasonografi (US) ve bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesi yapılan 19 hastanın 19 (%100) unda US ile, 14(%73,6) önde BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlardan tıkanma ikteri olan 4 hastada BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlarda tıkanma ikteri olan 4 hastanın BT ile 3'iinde, US ile 1 inde koledok taşı gösterildi. Safra kesesi taşlarının tanısında US, BT ye göre daha duyarlı sonuç verdi. Koledok taşları tanısında ise BT, US den daha duyarlı sonuç verdi.
Nineteen cases were exarnined by computed tomography (CT) and ultrasonography (US). Gallstones were diagnosed in all of the cases (%100) with US. 14 oul of nineteen cases. were ,diagnosed by CT (%73,6). Common bile duci stone was diagnosed in three cases with CT and in one case with US. All of the cases had obstructive jaundiced. As a result, US is more sensitive !han CT in the diagnosis of the gallbladder stones. However, CT is more effective method than US in the diagnosis of the comrnon bile duct stones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
Kemal Ödev, Bilge Çakır, Saim Açıkgözoğlu, Adil Kartal, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
A Rare Cause Of JaundIce: Rupture Into The BIlIary Tree Of The LIver HydatId Cyst
Karaciğer kist hidatiği karaciğerde küçük safra yollarına, birleşik kanala ya da koledok kanalına perfore olabilir. Kist hidatiğin kompiikasyonu olarak sarılık semptomu gösteren 2 olguda sonogramda kar aciğerde iç ve dış safra yollarında genişleme tespit edildi. Bir olguda yapılan ultrasonografi (US) ve perkütan transhepatik kolanjiografi (PTK) ile, 1 olguda da uhrasonografi ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile karaciğer sol lob medial segmentinden porta hepatise kadar uzanan kistik kitlenin dış safra yollarına bas: yaptığı tespit edildi. Dört olguda da cerrahi girişimden önceki radyolojik bulgular cerrahi girişim bulguları ile verifiye edildi.
Hepatic hydatid cyst perforation into the biliary tree may involve the small intrahepatic bile dutcs, common hepatic duct or common bile dutc. On sonogram, dilatation of intra and extrahepatic biliary tract was demonstrawd in two cases with jaıındice that is a compiication of hydatid cyst. Ultra-sonography (US) and percutaneus transhepatic cho-langiography (PTC) showed that hydatid cyst foud at porta hepatis causes to compression to the extra-hepatic biliary tract in one case. Ultrasonography (US) and computed tomography (CT) disclosed that cystic mass localized in medial segment of the left liver lobe and porta hepatis caus-es to the same finding as well as in one case. Preop-erative radiologicfindings vere confirmed surgically in 4 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Murat Öncel, Yüksel Dereli, Bülent Uysal, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Substernal TroId WhIch Image Of The RIght Upper Lobe Tumor
68 yaterobazal segmenti dışarıdan bası yapan 5x7x3 cm lik intatorasik troid not edildi.Troid hormon tetkikleri hipertroidiyi gösterdiğinden hastaya 1 ay antitroid tedavi uygulandı.1 ay sonra hasta elektif şartlarda ötroid olarak operasyona alındı.Genel cerrahi ile birlikte servikal insizyon sonrası parsiyel median sternotomi yapıldı.Servıkal troid serbestleştrildikten sonra trakea ve intratorasik komponeneti avasküler şekilde ,paratroid korunarak total troidektomi yapıldı .Yaklaşık 5x7 x3 (şekil 1) cmlik nodüler koloidal guvatr patolojik olarak not edildi ,hasta sorunsuz bir şekilde troid hormonu verilerek taburcu edildi.şında erkek hasta kliniğimize akciğer üst lop tümörü radyolojik ön tanısı ile özel bir klinikten gönderildi.Hastada solunum sıkıntısı,kilo kaybı,çarpıntı şikayetleri mevcuttu.Çekilen akciğer grafisinde sağ üst mediastende genişleme görünmekteydi. Bilgisayarlı Toraks tomografisinde servikal bağlantısı olan trakeayı dıştan deviye eden ve akciğer üst lop an
68-year –old male patient was being accepted from a special clinic to us with a presumed diagnosis of right upper lobe tumor .The patient has a respiratory distress,weight loss,palpitations. Mediastinal enlargement was seen in the upper right chest film. Thoracic computed tomography was noticed a mass nearly 5x7x3 size which connection with cervical area and deviated from outside the trachea,compressing right lobe anterobasal segment . Thyroid hormone tests were performed and showed hyperthyroidism .The patient took anthyroid agent only 1 month and then taken operation elective conditions .We performed operation with a general surgery cervical insision after parsial median sternotomy. Total troidectomy was performed, after the realised cervical troid upper side of neck and then tracheal , borned from intrathoracic component preserved vascular and paratroid structure.The specimen nearly 5x7x3 cm which called noduler collaidal guatr from the pathology .The patient was discharged without any problem by giving thyroid hormone.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
Serdar Karaköse, Turhan Cumhur, Tülay Ölçer, Ahmet Maviş, Ensar Özdemir, Bedrettin Selçuk
Araştırma makalesi
Özeti
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
The EffectIveness Of AngIography In The DIagnosIs Of HepatIc LesIons
Karaciger lezyonlart olan 68 hastanin karaciger, ultrasonografi (US) ye atzjiogrqi, 15 `inde ise bilgisayarlt tomografi (BT) ile incelenerek sonuclar degerlendirilmiltir. Lezyonlarin taw-aril US ile %88, BT ile %87, anjiografi ile % 68 oramnda dogru olarak tammlannaitzr. Anjiografinin karaciger lezyonlarznz belirleinede tam degeri US ye BT ye gore daha duciik buluninuour. caltpnanuzda malign proceslerin ancak % 421si anjiografi ile Ancak an-jiografinin hemangiont tantsinda dogrulugu % 85 bulunmtq olup; Ozellikle karacigerde vaskiiler anatomiyi, lezyonlartn lokalizasyonu ye portal venin oak oldugunu gOstermede etkindir. Anjiografi, ayrtca operasyon sottrast hepatik arterden olu§an eks-travazasyonlartn saptanmastnda da kullantlan deg erli bir tam yOntemidir. Sonuc olarak invaziv bir yontem olan anjiografinin bozo lezyonlartn tanzsanda onenzli bulgular sag-layabikcegini dii§iinmekteyiz.
Radiologic examinations were revieved in 68 patients with liver lesions. Fifteen patient had computed tomography (CT) examination, 68 of them also had ultrasonograpy (US) and angiography in analysis of lesions true positive findings were observed at CT, US and angiography in 87 per cent, 88 per cent and 66 per cent respectively. Angiography, mainly performed to show the vascular anatomy, localization of lesion, patency of the portal vein and not to optimize in tornor detection. Angiography was showed 42 per cent of the malign lesions. Angiograpy was effective in the diagnosis of hemangiornas (%85). It was also diagnotic to show the ekstravasation from the hepatic artery after an operation. Finally, we think- that angiography was an invasive examination method but it was also very effective in the diagnosis of the some liver lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis
Ahmet Göçmen, Mustafa Gazi Uçar, Fatih Şanlıkan
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis
EndometrIosIs On The Cesarean Scar
Endometriozis fonksiyonel ve morfolojik olarak endometrial gland ve stromal yapısının uterus dışında bulunması halidir. Genellikle pelvisi, peritonu, overleri, cul de sac boşluğunu ve utero sakral ligamentleri tutar. Endometriozis patogenezinde; retrograd menstruasyon, metaplazi, hematojen ve lenfatik yayılım, operasyon esnasında insizyon skarı içine mekanik transplantasyon gibi çeşitli teoriler öne sürülmüştür Cilt altında kitle, şişlik, menstruasyonla beraber siklik ağrı, hassasiyet gibi klinik bulgular verebilir. Tanıda manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, ultrason ve ince iğne aspirasyon biyopsisi kullanılabilir. Skar endometriozisin cerrahi olarak tümüyle çıkarılması önerilen tedavi yöntemidir. Total eksizyon sonrası rekürrens oldukça nadirdir. Bu vakada 33 yaşında sezaryenden 3 yıl sonra pfannenstiel kesisinin sol dış tarafında siklik ağrı ve şişlik yakınması başlayan bir hastada teşhis ve tedavi ettiğimiz skar endometriozisini sunmaktayız.
Endometriosis is a condition where the functional and morphological endometrial gland and stromal structure are found outside the uterus. It occurs most often in pelvis, peritoneum, ovaries, posterior cul-desac and uterosacral ligaments. Retrograd menstruation, metaplasia, lymphatic and hematogenous outspread, mechanical transplantations in insicional scars during the operations and some else theories are introduced for pathogenesis. Subcutaneous mass, swelling, cyclic pains associated with menstruation, tenderness are likely clinical symptom and signs. Magnetic resonance imaging, computed tomography, ultrasound, fine needle aspiration biopsy are used in diagnosis. Total excision is the considered management of the scar endometriosis. Recurrens is rarely occurs after total excision. Here we present the case of 33 years old woman who had a cyclic painful mass on her p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
Hasan Esen, Metin Çapar, Gülşah Şafak
Olgu sunumu
Özeti
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
FlorId ReactIve LymphoId HyperplasIa (lymphoma-LIke LesIon) Of UterIne CervIx
Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazisi (lenfoma benzeri lezyon), başlıca kadınların üreme dönemlerinde görülen reaktif bir olaydır. Histolojik olarak bu lezyonlar lenfomaya benzer. Bu lezyonların etyolojileri multifaktöriyeldir fakat çoğu olguda neden tespit edilememiştir. 49 yaşında bayan hasta adet düzensizliği ve pelvik ağrı şikayetleri nedeni ile başka bir merkeze başvurmuş. Serviks biopsisi yapılmış ve biyopsi sonucu, serviks karsinomu ile uyumlu olarak rapor edilmiş. Hastanemize başvuran hastaya bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. BT’ de serviks hipodens ve volümü artmış görünümde idi. Probe küretaj, endoservikal küretaj ve vajinal smearinde spesifik bir özellik görülmedi. Mevcut bulgular ve şikayetleri sonrası hastaya total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi yapıldı. Makroskopik olarak serviks büyümüş ve düzensiz görünümdeydi. Subserozal yerleşimli bir adet 1,8 cm çapında myom tespit edildi. Histopatolojik incelemede serviks epitelinde erezyon ve epitel altında yoğun lenfoid hücre infiltrasyonu görüldü. Görünüm lenfomaya benzemekteydi fakat İmmunhistokimyasal CD3 ve CD20 boyamalarda lenfoid hücrelerde heterojen boyanma görüldü. Bu bulgular sonucunda olgu lenfoma benzeri lezyon olarak rapor edildi. Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazileri reaktif lezyonlardır. Yanlış tanıdan kaçınmak için; dikkatli klinik, histolojik ve immunfenotipik korelasyon gereklidir. İmmunhistokimyasal reseptör çalışmaları bu olgularda en güvenilir tanı yönetimidir.
Florid reactive lymphoid hyperplasia of uterine cervix is a reactive inflammatory process that mainly occurs in women during their reproductive years. These lesions are histologically similar to lymphoma. Etiology of these lesions are multifactorial but in many cases the cause has not been identified. A 49-year-old female patient admitted to another center with menstrual irregularity and pelvic pain complaints. A cervical biopsy was performed in that examination and the biopsy findings were compatible with cervix carcinoma. The patient referred to our hospital and computerized tomography(CT) was performed. At CT imaging cervix was hypodense and there was an enlargement in cervical volume. There were no specific findings in patient’s endometrial curettage, endocervical curettage and vaginal smear preparations. After the current findings and complaints of the patient, total abdominal hysterectomy and bilaterally Salpingo-oophorectomy were performed. Cervix was enlarged and it was in irregular appearance in the macroscopic examination. A subserosal located myoma in 1,8 cm diameter was detected. In the histopathological examination, erosion of cervical epithelium and dense lymphoid cell infiltration was observed under the epithelium. The appearance was similar to lymphoma, but immunohistochemical staining of CD3 and CD20 staining was heterogeneous in lymphoid cells. As a result of these findings, the case was reported as lymphoma-like lesion. Florid reactive lymphoid hyperplasia of cervix uteri are reactive lesions. Careful clinical, histologic and immunphenotypic correlations are required to avoid misdiagnosis. Immunohistochemical receptor studies are the most reliable diagnosis and management method of these cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elastofibroma Dorsi: Paniğe Gerek Yok!
Necdet Poyraz, Havva Kalkan, Buğra Kaya, Suat Keskin, Ahmet Yeşildağ
Olgu sunumu
Özeti
Elastofibroma Dorsi: Paniğe Gerek Yok!
ElastofIbroma DorsI: Don’t PanIc!
Elastofibroma dorsi, fibroblastik proliferasyon ve anormal elastik
liflerin birikimiyle karakterize, nadir görülen benign bir tümördür.
Skapula ile göğüs duvarı arasında subskapüler bölgede lokalizedir.
Özellikle yumuşak doku sarkomu şüphesi nedeniyle paniğe neden
olabilir. Manyetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi
bulguları genellikle tipiktir, pozitron emisyon tomografisi de tanıya
katkıda bulunabilir. Tipik lokalizasyonu ve görüntüleme bulguları ile
tanı koyulabilir. Bu yazımızda elastofibroma dorsi tanılı üç olgunun
klinik ve görüntüleme bulgularını sunuyoruz.
Elastofibroma dorsi is a rare, benign tumor, characterized by
fibroblastic proliferation and accumulation of abnormal elastic fibers.
It is located in the subscapular region between the scapula and
the thoracic wall. Especially, the suspicion of soft tissue sarcoma
may produce anxiety. Magnetic resonance imaging and computed
tomography findings are usually typical; and, positron emission
tomography may also contribute to the diagnosis. Diagnosis can
be made easily with typical localization and imaging findings. We
present clinical and imaging findings in three cases of elastofibroma
dorsi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarkoidozlu Hastalarda Clusterin Ve ?-Klotho Düzeylerinin Tanısal Değerleri
Turan Akdağ, Celalettin Korkmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sarkoidozlu Hastalarda Clusterin Ve ?-Klotho Düzeylerinin Tanısal Değerleri
DIagnostIc Values Of ClusterIn And ?-Klotho Levels In PatIents WIth SarcoIdosIs
Amaç: Sarkoidoz, etiyolojisi bilinmeyen ve non-kazeifiye granülomatöz inflamasyon ile karakterize multifaktöriyel bir hastalıktır. Sarkoidoz patogenezi ise inflamasyon ve otoimmün aktivasyon olarak tanımlanır. Bu nedenle sarkoidoz hastalığında plazma clusterin ve α-klotho düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık.
Hastalar ve yöntemler: Sarkoidozlu 40 hasta (ortalama yaş: 52,10±12.60 yıl; 12 erkek, 28 kadın) ve 40 sağlıklı gönüllü (ortalama yaş: 37,40±18.20 yıl; 12 erkek, 28 kadın) çalışmaya alındı. Her iki gruptan alınan kan örnekleri ile plazma clusterin ve α-klotho düzeyleri enzime bağlı immünosorban testi (ELISA) ile araştırıldı.
Bulgular: Sarkoidozlu hastalarda plazma clusterin düzeyleri (309.73±40.68 ng/ml) sağlıklı gruba (117.86±102.03 ng/ml) kıyasla anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.005). α-klotho plazma düzeyleri ise sarkoidoz grubunda 5.34±7.30 ng/ml ve sağlıklı grupta 7.21±9.84 ng/ml olarak belirlendi, minimal bir azalma gözlendi ancak istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0.338). Sarkoidozlu hastaların hemoglobin düzeylerinin sağlıklı gruba göre azaldığı belirlendi (12.93±1.02 g/dL'ye karşılık 14.06±1.50 g/dL) (p=0.012).
Sonuç: Sarkoidozun bağımsız olarak yüksek seviyelerde clusterin ile ilişkili olduğu sonucuna varıldı. Plazma clusterin düzeyleri sarkoidoz için potansiyel bir biyobelirteç olabilir. Literatüre göre bu çalışma, sarkoidozda clusterin ve α-klotho' nun plazma seviyeleri için bilgi verilen ilk çalışmadır. Bu konuda daha fazla ve kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır.
Aim: Sarcoidosis is a multifactorial disease with unknown aetiology and characterized by non-caseous granulomatous inflammation. The pathogenesis of sarcoidosis is defined as inflammation and autoimmune activation. Here, we aimed to evaluate plasma clusterin (CLU) and α-klotho levels in those with sarcoidosis.
Patients and methods: Forty patients with sarcoidosis (mean age: 52.10±12.60 years; 12 males, 28 females) and 40 healthy volunteers (mean age: 37.40±18.20 years; 12 males, 28 females) were enrolled into the study. Blood samples were drawn from both groups, and plasma CLU and α-klotho levels were investigated by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) technique.
Results: Patients with sarcoidosis had significantly higher plasma CLU levels (309.73±40.68 ng/mL), compared with healthy controls (117.86±102.03 ng/mL) (p=0.005). The plasma levels of α-klotho were measured as 5.34±7.30 in the sarcoidosis patients and 7.21±9.84 ng/mL in the controls. A minimal decrease was observed, but there was no statistically significant difference (p=0.338). The hemoglobin levels of sarcoidosis patients were decreased, when compared with the control group (12.93±1.02 g/dL vs 14.06±1.50 g/dL) (p=0.012).
Conclusion: We concluded that sarcoidosis is associated with high levels of CLU. Plasma CLU may be a potential biomarker of sarcoidosis. Based on literature and to the best of our knowledge, this is the first study to provide insight in the determination of plasma levels of CLU and α-klotho in sarcoidosis. Further and comprehensive investigations are needed to clarify the entity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
Müslim Yurtçu, Hüseyin Tokgöz, Hatice Toy
Olgu sunumu
Özeti
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
A Rare PresentatIon Of DysgermInoma: A GIant AbdomInal Mass
14 yaşında bir kız çocuğunda dev over tümörü nedeniyle karında kitleye neden olan nadir bir olguyu sunmaktayız. Fizik muayenede karında distansiyon ve sert kıvamda palpabl kitle saptandı. Abdominal ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)’de sol over kaynaklı, karnı tümüyle dolduran dev kitle tespit edildi. Tetkikleri tamamlanan hastanın elektif şartlarda laparatomisi yapılıp, overleri ve her iki tubası izlenerek sol over kaynaklı solid kıvamdaki kitleye ulaşıldı. Sol salpingoooferektomi yapılarak kitle total olarak çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik muayenesinde disgerminom tanısı konuldu. Hasta kemoterapi almak üzere Çocuk Hematoloji-Onkoloji Polikliniği’ne başvurmak üzere taburcu edildi. Disgerminom, adolesan döneminde karın içi dev kitle ile başvuran kızların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
We aimed to present a rare case with giant ovarian tumor which causes intraabdominal mass in a 14-year-old girl. On examination, there were abdominal distension and a palpable solid mass in abdomen. On abdominal ultrasonography (US) and computed tomography (CT) examination, a giant mass, which covers all intraabdominal cavity, was identified in the abdomen. Laparatomy was carried out in elective conditions after all tests had been performed. The mass originated from left ovary was excised totally via left salpingoooferectomy, following both ovaries and both tuba uterinas. The operative diagnosis of dysgerminoma was confirmed with histopathologic examination. Chemotherapy was scheduled by Hematology-Oncology Department. Dysgerminoma should be considered in the differential diagnosis of the girls who are admitted with the intraabdominal giant masses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Osman Koç, Ganime Dilek Emlik, Hamdi Arbağ, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Computed Tomography And MagnetIc Resonance ImagIng In The DIagnosIs Of BenIgn Paranasal SInus LesIons
Amaç: Bu Çalışmada, benign paranazal sinüs (PNS) lezyonlarının tanısında bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) katkıları araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001 – Şubat 2004 tarihleri arasında klinik bulgularına göre nazal kavite, PNS veya komşu yapılara ait benign lezyon olduğu düşünülen 30 olgu incelendi. Olguların tümüne BT ve MRG incelemeleri yapıldı. BT ve MRG’de lezyonların iç yapı karakteristikleri, yerleşim yerleri ve patolojik tanıya giden radyolojik görünümleri değerlendirildi. Bulgular: Histopatolojilerine göre lezyonlar; mukosel 8, odontojenik kist 4, fibröz displazi 3, interted palillom 2, hemanjiom 2, menenjiom 2, kondrom 2, şıvannom 1, osteom 1, osteokondrom 1, paget hastalığı 1, ameloblastom 1, dev hücreli tümör 1, santral dev hücreli granülom 1 adet idi. Patolojik sonuçlara göre değerlendirildiğinde BT ve MRG’nin duyarlılıkları sırasıyla %86,6 ve %83,3 olarak bulundu. Radyolojik olarak malign özellik gösteren 3 olguda (1 dev hücreli tümör, 2 inverted papillom) doğru tanı histopatolojik olarak kondu. Sonuç: BT, kemik ekspansiyon ve destrüksiyonlarını, kemik kaynaklı tümörleri ve tümör içi kalsifikasyonları göstermede etkin bir yöntemdir. MRG ise kistik lezyonların iç yapılarını, tümör içi hemorajileri ve tümör-inflamasyon ayrımını daha iyi gösterir. Bu yüzden benign PNS lezyonlarını değerlendirmede BT ve MRG birlikte kullanılmalıdır.
Purpose: In this study, contrubitions of computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging (MRI) were researched in the diagnosis of benign paranasal sinüs (PNS) lesions. Materials and methods: According to the clinical findings, between January 2001 – February 2004, 30 cases have been studied who were thought to have benign lesions belonging to nasal cavity, PNS or neighboring structures. CT and MRI studies are made to the all case. Inner structure characteristics, locations and radiological apperarances coursing pathological diagnosis of lesions in CT and MRI have been assessed. Results: The histopathological diagnoses of lesions were mucocele (8), odontogenic cysts (4), fibrous dysplasia (3), inverted papilloma (2), hemangioma (2), menengioma (2), schwannoma, osteoma, osteochondroma, paget disease, ameloblastom, giant cell tumor, central giant cell granuloma. Whwn assessed according to pathological results, sensitivity of CT and MRI were found to be 86.6% and 83.3% respectively. In 3 cases showing radiological malign feature (1 giant cell tumor, 2 inverted papillomas) the correct diagnosis was made histopathologically. Canclusion: CT is an effective method to show bone expansion and destructions, tumors originated from bone and intratumoral calcifications. MRI offers better the inner structures of cystic lesions, intratumoral hemorhages and differentiation of tumor from inflammation. Therefore, CT and MRI should be used jointly in the evaluation of the PNS lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
Abdussamet Batur, Mehmet Emin Sakarya, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
AsymptomatIc GIant ThymolIpoma MImIckIng CardIomegaly: DIrect Graphy, Ct And MrI FIndIngs
Kardiyomegali görünümüne yol açan, asemptomatik, dev timolipoma olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Rutin kontrol amacıyla çekilen posterior-anterior (PA) akciğer grafisinde kardiyomegali tespit edilen 32 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemede parakardiyak kitle izlendi. Yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) görüntülemede; ön mediasten yerleşimli, düzgün sınırlı, komşu yapılara belirgin invazyon göstermeyen, fibröz komponent de içeren yağ dansitesinde kitle görüldü. Lezyon tanısı transtorasik biyopsi sonrası histopatolojik incelemeyle timolipoma olarak raporlandı. Operasyon öncesi lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı T2 ağırlıklı görüntülerde baskılanan, komşu yapılara invazyon göstermeyen kitle saptandı. Esnek özellik gösteren timolipomalar büyük boyutlara ulaşmasına rağmen bulgu vermeyebilir. Direkt grafide kardiyomegaliyi taklit edebilir. BT’de yağ dokunun gösterilmesi tanıda yardımcıdır. Lezyon sınırlarının tam olarak belirlenmesinde MRG değerli bilgiler verir.
Demonstrating the imaging findings of asymptomatic giant thymolipoma mimicking cardiomegaly is aimed. A paracardiac mass was detected with 32-year-old male patient afterwards demonstration of cardiomegaly on a posterior-anterior (PA) chest x-ray examination taken for a routine control. Computed tomography (CT) showed a mass, localized in the anterior mediastinum, with smooth margins, showing no significant invasion of adjacent structures, and including fat density with fibrous component. The diagnosis was reported as thymolipoma histopathologically after transthoracic biopsy. On a preoperative magnetic resonance (MR) examination, taken for detailing the limits of the lesion, the mass showed hyperintensity on both T1 and T2 weighted images, and suppression on fat saturated T2 weighted images. No invasion of adjacent structures was detected. A thymolipoma may reach a large size without symptoms due to its great pliability. It can mimic cardiomegaly on x-ray images. Adipose tissue on CT is helpful in the diagnosis. MRI gives valuable information in determining the exact boundaries of the lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mesane Tümörlerinin Tanısında Sanal Bt Sistoskopi Ve Konvansiyonel Sistoskopi Bulgularının Karşılaştırılması
Ali Sami Kıvrak, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Kemal Ödev, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Mesane Tümörlerinin Tanısında Sanal Bt Sistoskopi Ve Konvansiyonel Sistoskopi Bulgularının Karşılaştırılması
ComparIson Of Ct VIrtual Cystoscopy And ConventIonal Cystoscopy In DIagnosIs Of Bladder Tumors
Amaç: Bu çalışmanın amacı, mesane tümörlerinin tespitinde kontrast madde doldurularak yapılan sanal sistoskopinin etkinliğini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Ağrısız hematüri şikayeti bulunan ve mesane kanseri düşünülen ardışık 36 olgu (28 erkek ve 8 kadın; yaş aralığı, 51–82; ortalama ± SD, 65 ± 7) sanal sistoskopi ile değerlendirildi. İntravenöz yoldan verilen kontrast madde ile dolan mesane, tek kesitli spiral bilgisayarlı tomografi (BT) ile 2 mm kesit kalınlığında incelendi. BT tarama bilgileri, gölgeli yüzey gösterimi metodu kullanılarak yapılacak olan interaktif navigasyon işlemi için iş istasyonuna aktarıldı. Tüm olgular konvansiyonel sistoskopi ile incelendi. Sanal sistoskopi sonuçları konvansiyonel sistoskopi sonuçları ile karşılaştırıldı. Bulgular: Yirmi sekiz olguda konvansiyonel sistoskopide görülen 78 mesane tümörünün 71'i sanal görüntülerde de izlendi. Olguların 5'i hem konvansiyonel hem de sanal sistoskopide normal görünmekteydi. Sanal sistoskopide, 5 mm ve daha küçük çaptaki 12 lezyonun 7’si tanımlanabildi. Çalışmamızda sanal sistoskopide mesane lezyonlarının tanımlanmasında aşağıdaki istatistiksel değerleri bulduk: Sensitivite %94, spesifisite %90, pozitif prediktif değer %87, negatif prediktif değer %93 ve doğruluk %93. Sonuç: BT sanal sistoskopi, 5 mm ve daha büyük mesane tümörlerinin görüntülenmesinde başarı ile kullanılabilen noninvaziv bir yöntemdir.
Aim: The purpose of this study was to investigate the value of contrast material-filled virtual cystoscopy in the detection of bladder tumors. Material and method: Thirty-six consecutive patients (28 male and 8 female; range age, 51-82 years; mean age ± SD, 65 ± 7 years) who had painless hematuria and suspected to have bladder neoplasm prospectively evaluated with virtual cystoscopy. After the intravenous injection of contrast medium, the contrast material-filled bladder was examined with single detector helical computed tomography (CT) scan with 2-mm slice thickness. Source CT data were transferred to a workstation for interactive navigation using surface rendering. All patients also underwent conventional cystoscopy. The results of virtual cystoscopy were compared with the findings of conventional cystoscopy. Results: Seventy-one of 78 bladder tumors detected with conventional cystoscopy in 28 patients were also shown on virtual images. Five patients had a normal appearance on both conventional cystoscopy and virtual cystoscopy. On virtual cystoscopy, seven of the 12 lesions 5 mm or smaller in diameter could be identified. We found the following statistical values for the identification of bladder lesions on virtual cystoscopy: sensitivity, 94%; specificity, 90%; positive predictive value, 87%; negative predictive value, 93%; and accuracy 93%. Conclusion: CT virtual cystoscopy is a noninvasive technique which is used successfully for detection of bladder tumors larger than 5 mm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ergün Deniz, Ayşe Yüceaktaş, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Delayed DIagnosIs Of Subcapsular Hematoma Of The Spleen
Günümüzde künt karın travması olan hastalarda batın ultrasonografik incelemesi rutin olarak yapılmaktadır. Batın içinde serbest sıvı saptanmaması, ultrasonografik incelemenin suboptimal şartlarda yapılması ve travma son rasında dikkatin santral sinir sistemi yaralanmalarına yöneltilmesi nedeniyle dalakta subkapsüler kanaması olan olgular kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Travmadan hemen sonra rutin batın ultrasonografik incelemeleri yapılan ve dalakta patolojik bulgu saptanmayan, 3 olgunun farklı zamanlarda (1 hafta-1 yıl), değişik şikayetleri ne deniyle yapılan üst abdominal bilgisayarlı tomografik incelemelerinde dalakta subkapsüler hematom saptandı. Da lakta subkapsüler hematom tanısı gecikmiş olgularda, geç dönemlerde rüptür olabileceğinden dolayı künt karın travması ile başvuran hastaların kontrol radyolojik incelemelerinin uygun olacağı kanısındayız.
Novvadays, patients suffering from blunt abdominal trauma are examined by abdominal ultrasonography, routinly. Subcapsular bleeding of the spleen in these patients can be overlooked if there isn't free fluid in the abdominal cavity, ultrasonographic examination carried out in suboptimal contitions and after the trauma attention was in- tensified on the Central nervous system injury. İn 3 cases who have been examined by abdominal ult rasonography just after the trauma, any pathological finding was not been determined related with their spleen also examined by upper abdominal computed tomography because of their some complaints after the trauma (1 wk-1 yr) and splenic subcapsular hematomas were establised in these patients. İn patients with delayed de- velopment of splenic subcapsular hematoma following abdominal trauma can cause late rupture of the spleen, so we think that the patients suffering from blunt abdominal trauma must be examined by the control radiological methods after the trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
V. Jugularis İnterna Kanülasyonu Sırasında Oluşan Serebral İnfarkt
Mustafa Nuri Deniz, Nezih Sertöz
Olgu sunumu
Özeti
V. Jugularis İnterna Kanülasyonu Sırasında Oluşan Serebral İnfarkt
Cerebral InfarctIon After Attempted Internal Vena JugularIs CannulatIon
Arteriya karotis interna (AKİ) ponksiyonu, perkütan vena jugularis interna (VJİ) kateterizasyonunun major komplikasyonudur. Sağ VJİ kateterizasyonu planlanan 59 yaşında ki bayan hastaya kateterizasyon sırasında üç kez AKİ ponksiyonu yapıldı. Son kez yapılan AKİ ponksiyonundan sonra aniden sol fasiyal paralizi gelişti. Yapılan fizik muayenesinde sağ hemipleji tespit edildi ve çekilen kraniyal bilgisayarlı tomografisinde sağ fronto-pariyetal bölgede subakut iskemik alanlar görüldü. VJİ kateterizasyonu sırasında AKİ ponksiyonu olursa el ile aşırı baskı uygulamaktan kaçınılmalı ve kanülasyon işleminin USG eşliğinde yapılması daha iyi daha iyi bir yöntemdir.
Internal carotid artery (ICA) punction is a major complication of percutaneous internal jugular venous canulation (IJVC). A 59 years old woman was scheduled to the right vena jugularis interna catheterization during the catheterization right carotid artery was punctured three time. After the last puncture suddenly left facial paralysis developed. On her examination, we realized the appearance of left hemiplegy and on the cranial CT there were subacute ischemic foci on the right fronto-parietal region. In the event of carotid artery punction during IVJC, excessive manual pressure should be avoided and the procedure should be better performed in the contrlateral side under USG guidance.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazal Polipozis Etiyolojisinde Alerjinin Rolü
Hamdi Arbağ, Gökhan Kurnaz, Mehmet Akif Eryılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nazal Polipozis Etiyolojisinde Alerjinin Rolü
The Role Of Allergy In EtIology Of Nasal PolyposIs
Çalışma 100 hasta ve 50 sağlıklı kontrol grubunda yapıldı. Nazal polipozisli (NP) hastalar 3 gruba ayrıldı. 1.grup NP, astım ve asetil salisilik asit intoleransının birlikte görüldüğü hastalar (Samter sendromu), 2.grup NP ve astımı olan hastalar ve 3.grup yalnız NP’li hastalardan oluşuyordu. Yüz hastada fizik muayene ile polip boyutları, bilgisayarlı tomografi (BT) ve endoskopi skorları, deri prick test sonuçları, serum total IgE ve periferik eosinofil değerlerine bakıldı. Sonuçlar nazal polipozisli hastalar ve sağlıklı bireyler arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun prick testi sonuçları incelendiğinde; hasta grubunun %42‘sinde (n;42) pozitif, kontrol grubunda 11 (%22) bireyde prick testi pozitif olarak bulundu. NP’li hastalarda 45 kişide total IgE normal değerden yüksek bulunurken, 27 kişide eozinofil değerleri normalden yüksek idi. Kontrol grubunun %30’unda (n;15) serum total IgE değerleri normal değerden yüksek bulunurken %12’sinde (n;6) serum eozinofil değerleri normal değerden yüksek idi. Sonuç: Serum eozinofil değerlerinin ve prick testi pozitifliğinin nazal polipozisli hastalarda, kontrol grubuna oranla daha yüksek bulunması, nazal polipozisin etiyopatogenezinde alerjinin önemli bir faktör olabileceğini göstermiştir.
The aim of this study was to evaluate the role of allergy in patients with nasal polyposis. The study included 100 patients with nasal polyposis and 50 healthy individuals. The study was approved by the Ethics Committee of the Selcuk University Meram Medical Faculty and written informed consent was obtained in all cases. Patients were divided into 3 groups. The first group consisted of patients with asthma and aspirin intolerance; second group consisted of patients with only asthma, third group consisted of patients have no disease. Polyp size by Physical examination, computed tomography (CT) and endoscopic scores, skin-prick test results, blood total eosinophil count, serum levels of total immunoglobulin E and symptom scores were analyzed in 100 patients with nasal polyposis. The results were compared between patients with nasal polyposis and healthy individuals. Prick test results were positive on 42% (n;42) of the patients and 22% (n;11) of the control group. While serum total IgE values of 45% (n;45) of NP patients were higher than the accepted value, serum eosinophil values of 27% (n;27) of the patients were higher than the accepted values. As serum total IgE values of 30% (n;15) of control group were higher than the accepted value, serum eosinophil values of 12% (n;6) of them were higher than accepted value. The values of the serum total eosinophil count and positive prick test results were higher in patients with nasal polyposis than in healty individuals.This result shows that allergy is a important factor on etiopathogenesis of nasal polyposis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Lober Amfizem
Nuriye Tarakçı, Murat Konak, Tamer Altınok, Sevgi Pekcan, Kemal Ödev, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Konjenital Lober Amfizem
CongenItal Lobar Emphysema
Konjenital lober amfizem (KLA) yenidoğan döneminde ortaya çıkan
akciğerin nadir gelişimsel anomalisidir. Onüç günlük kız bebek primer
pulmoner hipoplazi nedeniyle ünitemize kabul edildi. Şiddetli dispne
ve siyanozu olan hastanın göğüs grafisinde ve toraks tomografisinde
KLA ve pulmoner hipoplazi saptandı. Operasyon planlanan hastada
pulmoner hipoplazi varlığı prognozu ağırlaştıracağından MR
anjiografi çekildi ve pulmoner damarlanmanın normal olması üzerine
opere edildi. Biz bu olgumuz ile KLA’e eşlik edebilecek ek patolojilerin
(pulmoner hipoplazi gibi) ileri görüntüleme yöntemlerinin kullanılması
ile saptanmasının ameliyat sonrası prognozu etkileyebileceğini
vurgulamak istedik.
Congenital lobar emphysema (CLE) is a rare anomaly of lung
development that presents in the neonatal period. A 13-day-old
girl baby was admitted to our unit because of primary pulmonary
hypoplasia. She had presented with severe dyspnea and cyanosis,
where chest radiograph and chest computed tomography showed
CLE and pulmonary hypoplasia. Pulmonary hypoplasia may worsen
prognosis of patient. There fore, we performed a pulmonary magnetic
resonance angiography in our patient. Pulmonary vasculature was
normal on magnetic resonance angiography. After ward, our patient
was operated. In here we would like to highlight that the use of
advanced imaging techniques can identify additional pathologies
which may affect prognosis after surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Fatma Alagöz
Olgu sunumu
Özeti
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Ct And Mrı Fındmgs Of Urınary Bladder Tumor Arısıng From DIvertIcula (case Report)
Mesane divertikülünden kaynaklanan tümörler nadirdir. Hematüri şikayeti olan 76 yaşındaki olguya radyolojik inceleme yapıldı. Ultrsonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans incelemede mesanede sağ lateral duvardaki dlvertikülün içine ve mesane lümenine uzanan tümöral kitle tesbit edildi. Özellikle bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme divertikül neoplazmlarını tesbit etmede güvenli radyolojik yöntemlerdir.
Tumors arising from urinary bladder diverticula is a rare lesion. 76-year-old man who was presented with hematüria examined with radiologic methods. Tumoral lesions reaching into diverticula and bladder cavity were detected by ultrasonography, computed tomography and magnetic resonance imaging. Particularly, computed tomography and magnetic resonance imaging are confident to determine diverticular neoplasms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Aksesuar Hava Hücrelerinin Morfometrik İncelemesi
Ahmet Kavaklı, Hanefi Yıldırım, Hasan Baki Altınsoy, Muart Ögetürk, İlter Kuş, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Aksesuar Hava Hücrelerinin Morfometrik İncelemesi
MorphometrIc ExamInatIon Of Accessory AIr Cells By UsIng Computed Tomography
Temporal kemiğin havalanması kendi içinde 5 bölgeye ayrılır. Bu bölgeler şunlardan oluşur: Orta kulak, Squamomastoid (mastoid), Perilabyrinthine, Petros apex ve Aksesuar. Aksesuar bölgesi ise skuamoz, zigomatik, oksipital ve stiloid olarak alt bölgelere ayrılır. Bilgisayarlı Tomografi (BT) görüntüleri kullanılaraktemporal kemikteki aksesuar hava hücre hacimleri ölçüldü. Toplam 66 olguda 132 normal kulak incelendi. Olguların 34’ü erkek, 32’si kadın ve yaş ortalamaları erkeklerde 39,50 kadınlarda 42,84 idi. Çalışmamızda erkeklerde ve kadınlarda pnömatik mastoid oranları %75-80 civarında bulundu. Her iki cinsiyette özellikle zigomatik ve squamoz hava hücreleri oranları yüksekti. Aksesuar hava hücresi görülme oranları ve hacimleri erkeklerde kadınlardan daha yüksek olmakla beraber istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). Sonuçlarımız kaynaklarla karşılaştırıldı ve uyumlu bulundu. Çalışmayla elde edilen sonuçlar özellikle aksesuar hava hücreleri kesitlerini içeren orta kulak bölümü ile ilgili ameliyatların planlanmasında yardımcı olabilir.
The temporal bone pneumatization is be divided into five section. These sections are as written down: The middle ear, squamomastiod (mastoid), perilabyrinthine, pertros apex and accessory. The accessory. The accessory section is divided as squamosal, zygomatic, occipital and styloid subsections. The volüme of the accessory air cell in temporal bone was measured by using the CT scans. 132 normal ears were observed in total of 66 cases. 34 of the cases were male, while 32 were female. The age average of the male was 39.50 where as it was 42,84 for the female. In our study, the pneumatic mastoid proportion of the male and female was observed as about 75-80 %. The zygomatic and squamoz air cells proportions were, especially, high in both sexes. The visibility of the proportions of the accessory air cells and their volumes were higher in the male when compared with the female however, it was not statistically significant (p>0.05). Our results were compared with sources and they were found adaptive. The result obtained here in should help surgeons in the middle ear planning operations on sections including accessory air cells.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tiroid Kistlerınin Ultrasonografi Ve Bilgisayarlı Tomografi Özellıklerı
Bilge Çakır, Kemal Ödev, Oktay Esen
Araştırma makalesi
Özeti
Tiroid Kistlerınin Ultrasonografi Ve Bilgisayarlı Tomografi Özellıklerı
UltrasonographIc And Computed TomographIe CharacterIstIcs Of The ThyroId Cysts
Biz bu çalışmamızda, tiroidde sintigrafi de hipoaktif nodül saptanan ve ultrasonografide (US) kistik özellik gösteren 13 olguyu inceledik. Olgularımızdan 4'üne bilgisayarlı tomografi (BT) uyguladık. Bu üç inceleme yönteminin verilmesini histopatolojik tanı ile karşılaştırdık. Ayrı ayrı ve birlikte olduklarında kimya olan katkılarını tartıştık.
in this study, 13 cases were examined with hypoactive nodule by Scintigraphy and are cystic sonographically. Of 13 cases, 4 were examined by CT. in conclu.vion, the results were cornpanecl with hystopathologic findings. We discussed contrubition of three imaging modalities in the differantial diagnosis of these lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
Ersin Şükrü Erden, Nebihe İsaoğulları, Mesut Demirköse, Ramazan Davran
Olgu sunumu
Özeti
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
PIgeon FancIer’s Lung DIsease
Hipersensitivite pnömonisi, çeşitli organik ya da kimyasal
maddelerin inhalasyonu ile gelişen immun yanıtın neden olduğu bir
inflamatuar intertisyel akciğer hastalığıdır. Kuş besleyicisi hastalığı,
kanatlıların dışkı ve tüy antijenlerine bağlı gelişen bir hipersensitivite
pnömonisidir. Başta güvercin olmak üzere birçok kanatlı
hipersensitivite pnömonisi’ne neden olmaktadır. Burada güvercin
besleyicisi hastalığı tanısı konularak tedavi edilen bir subakut
hipersensitivite pnömoni olgusu sunulmaktadır. Otuz iki yaşında
erkek göğüs hastalıkları polikliniğine iki aydır olan efor dispnesi,
kuru öksürük, ateş, terleme, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleri ile
başvurdu. Hastanın güvercin beslediği öğrenildi. Hastaya anamnez,
fizik muayene, solunum fonksiyon testleri, akciğer grafisi ve yüksek
rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi bulguları ile güvercin besleyicisi
hastalığı tanısı konularak prednizolon tedavisi yapıldı. Sonuç
olarak, bu olguların erken tanı almaları, böylece gerekli önlemlerin
alınarak erken tedavi edilmeleri hastalığın kronik forma ilerlemesinin
önlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Hypersensitivity pneumonia is an inflammatory interstitial lung
disease caused by immune response due to inhalation of various
organic and chemical substances. Bird fancier’s lung disease is a
hypersensitivity pneumonia which develops in response to organic
bird products. Hypersensitivity pneumonitis is caused by many birds,
especially pigeon. In the current case, the diagnosis was subacute
hypersensitivity pneumonitis. Thirty two year-old male was admitted
to chest diseases outpatient clinic due to two months of effort
dyspnea, dry cough, fever, sweating, fatigue and weight loss. The
patient has a history of pigeon feeding. The patient was diagnosed
as pigeon fancier’s lung disease by the help of the history, physical
examination, pulmonary function tests, chest radiography and highresolution
computed tomography findings, and he had prednisolone
therapy. As a result, an early diagnosis and then early treatment
after the necessary precautions are very important to avoid chronic
progress of these diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
Hakan İbrahim Boyar
Olgu sunumu
Özeti
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
PreoperatIvely DIagnosed Isolated FallopIan Tubal TorsIon
Over torsiyonu olmadan izole tuba torsiyonu literatürde az sayıda
rapor edilmiştir. Özellikle overlerin normal görüldüğü ve adneksiyel
torsiyon ile ilişkili akut batın tablosu olduğunda bu hastalıktan
şüphelenmek gerekir. Bu olgu sunumunda preoperatif ultrasonografi
ve bilgisayarlı tomografi ile tanısı konmuş ve izole tuba torsiyonu
hastasını sunulmuş ve tedavideki gecikme durumunda oluşabilecek
durumlar tartışılmıştır.
Isolated tubal torsion other than combination with ovarian torsion
is reported in few articles in the literature. Especially in cases with
normal appearing ovaries and having acute abdomen clinic as like
usual torsion, this disease should be kept in mind. In this report
a case of isolated tubal torsion is presented which is diagnosed
preoperatively with ultrasonography and computed tomography and
possible results of the delay in the treatment is discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Ramazan Büyükkaya, İbak Gönen, Ayla Büyükkaya, Kürşat Oğuz Yaykaşlı, Fahri Halit Beşir, Beyhan Öztürk, Davut Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Fever Of Unknown OrIgIn, WIth Mtfhr-C677t Gene PolymorphIsms And Portal VeIn Thrombus
Nedeni bilinmeyen ateş (NBA), üç haftadan beri devam eden, 38.3ºC’ nin üzerinde seyreden ve hastanın yatışıyla birlikte yapılan bir haftalık incelemelerde etiyolojinin aydınlatılamadığı ateş olarak tanımlanır. NBA’lı hastaların değerlendirilmesi komplekstir çünkü etiyolojide birçok neden bulunmakta ve literatüre her geçen gün yeni sebepler eklenmektedir. 24 yaşında erkek hastanın NBA ve karın ağrısı nedeniyle yapılan kontrastlı bilgisayarlı tomografi incelemesinde portal ven ve süperior mezenterik vende trombüs görüldü. Trombüs etiyolojisi araştırıldığında Metiltetrahidrofolat redüktaz C677T (MTFHR-C677T) gen polimorfizmi saptandı. Hastanın verilen Clexane 0,8 ml 2x1 tedavisinin 5. gününde ateşlerinin düşme eğilimine girdiği, karın ağrısının azaldığı, eş zamanlı takip doppler ultrasonografisinde trombüs görünümünde kısmen regresyon olduğu görüldü. Biz bu makalede NBA’ in nadir bir sebebi olan ve literatürde rastlamadığımız MTFHR-C677T gen polimorfizminin eşlik ettiği portal ve süperior mezenterik ven trombüsünün klinik ve radyolojik görüntüleme bulgularını sunmayı amaçladık..
Fever of unknown origin is defined as the following a temperature greater than 38.3°C (101°F) on several occasions, more than 3 weeks’ duration of illness, and failure to reach a diagnosis despite 1 week of inpatient investigation. Evaluation of patients with FUO is complicated because there are multiple etiologic factors and new ones are adding in literature every day. A 24years old man was performed contrast enhanced CT for FUO and abdominal pain, show trombus in portal vein and superior mezenteric vein. On examination, metiltetrahidrofolate reductase gene polimorphism is detected in the etiology of trombus. The patient’s fever and abdominal pain improved after 5 day treatment of Clexane 0,8 ml. A further doppler sonography show partial regression in trombus by which time the patient’s symptoms resolved. We aimed to present clinical and radiologic imaging findings in a case of portal and superior mesenteric vein trombus associated with MTFHR-C677T gene polimorphism which is a rare cause of FUO and we didn’t meet in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Saim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Lober Amfizemde Dırek Grafi Ve Bilgisayarlı Tomografi (bt) Bulguları (vaka Takdimi)
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Hasan Koç, Salim Güngör, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Konjenital Lober Amfizemde Dırek Grafi Ve Bilgisayarlı Tomografi (bt) Bulguları (vaka Takdimi)
PlaIn X-Ray FIlms And Computed TomographIc (ct) FIndIngs In The CongenItal Lobar Emphysema (a Case Report)
Bu vaka takdiminde, solunum güçlüğü, siyanozu, pulmoner enfeksiyonu, sağ üst lobda konjenital amfizemi ve sola mediastinal şifti olan, 1,5 aylık yeni doğanda tanı ve tanı metodları tartışıldı.
In this report, an 1,5 month infant, who has a heavy dyspnea, cyanosis, pulmonary infection, right upper lobar emphysema and mediastinal shift to left Side is explained and the diagnosis methods are discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toraks Hıdatık Kıst Hastalıgında Radyolojık Bulgular
Rıdvan Aktitiz, Faruk Özer, Mehmet Gök, Kemal Ödev, Adnan Tekin, Adil Zamani
Araştırma makalesi
Özeti
Toraks Hıdatık Kıst Hastalıgında Radyolojık Bulgular
Radıologıcal Fındıngs In Thoracıc Hydatıc Cıst Dısease
63 olguda toraksta lokalize hidatik kistlerin radyografi, ultrasonografi (US) ve bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları değerlendirildi. Basit, komplike veya rüptüre hidatik kistler düz röntgenogramlara göre BT ile daha iyi görüntülendi.
Radiography, ultrasonography (US) and computed tomography (CT) findings of hydatid cysts localized in the thorax were evaluated in 63 cases. Simple, complicated, or ruptured hydatid cysts were better visualized with CT than plain roentgenograms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarkoidozda 18f-Fdg Pet/bt Bulguları Ve Nötrofil/lenfosit Oranının Karşılaştırılması İle Aktif İnflamasyonun Yaygınlığının Değerlendirilmesi
Hasan Önner, Mustafa Erol
Araştırma makalesi
Özeti
Sarkoidozda 18f-Fdg Pet/bt Bulguları Ve Nötrofil/lenfosit Oranının Karşılaştırılması İle Aktif İnflamasyonun Yaygınlığının Değerlendirilmesi
Evaluatıon Of The Integrıty Of Actıve Inflammatıon By Comparıng 18f-Fdg Pet/ct Fındıngs And Neutrophıl-Lymphocıde Rate In Sarocoıdosıs.
Amaç
Sarkoidoz hastalığında tedaviye başlama kararı, klinik ve radyolojik bulgular ile takipte solunum fonksiyon testi değerlerindeki bozulmaya göre verilmekte olup, tedavi yönetiminde farklı tetkiklere ihtiyaç duyulmaktadır. F-18 florodeoksiglukoz (18F-FDG) pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) hastalığın yaygınlığı hakkında önemli bilgiler verirken; nötrofil/lenfosit oranı (NLO) doku hasarına bağlı inflamasyon için iyi bir prognostik belirteç olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada, sarkoidozun 18F-FDG PET/BT bulguları ile NLO ve diğer klinik bulgular arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.
Materyal ve Metod
Kliniğimizde, 18F-FDG PET/BT tetkiki yapıldıktan sonra sarkoidoz tanısı alan hastaların verileri retrospektif olarak tarandı. Yaş, cinsiyet, NLO, sigara öyküsü, semptomlar ve ekstratorasik tutulum varlığı ile 18F-FDG PET/BT bulguları karşılaştırıldı.
Bulgular
Çalışmaya 41 hasta dahil edildi. NLO ile tüm vücut toplam lezyon glikolizi (TLG) arasında güçlü, NLO ile tüm vücut metabolik aktif inflamatuar alan (MAİA) arasında orta düzeyde anlamlı korelasyon saptandı (Sırasıyla r değerleri: 0.852, 0.660; her ikisi içinde p değeri: <0.001). Sadece torasik tutulumu olan hasta grubu ile ilave ekstratorasik tutulumu olan hasta grubu arasında MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptandı (p değerleri sırasıyla: 0.002, 0.001 ve 0.003). Semptomlara göre yapılan sınıflamada gruplar arasında STDmaks, MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptanmadı. Yaşlı grupta anlamlı olarak daha yüksek MAİA ve TLG medyan değerleri bulundu (sırasıyla p değerleri: 0,037 ve 0,040). Cinsiyete göre yapılan sınıflamada gruplar arasında STDmaks, MAİA, TLG ve NLO değerleri ile anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç
Sarkoidozda prognostik bir gösterge olarak kabul edilen NLO ile tüm vücutta hastalığın yaygınlığını gösteren 18F-FDG PET/BT bulguları arasında saptadığımız yakın ilişki, tedavi yönetiminde klinisyene önemli bilgiler verebilir.
Aim
The decision to start treatment in sarcoidosis is made based on clinical and radiological findings and changes in pulmonary function test findings during follow-up, and more useful tools are needed in treatment management. F-18 fluorodeoxyglucose (18F-FDG) positron required important tomography / computed tomography (PET/CT) contains important information about the extent of sarcoidosis. On the other hand, the neutrophil/lymphocyte ratio (NLR) opens as a good prognostic marker for tissue-related inflammation. This study evaluated the relationship between the 18F-FDG PET/CT findings of sarcoidosis and NLR and other clinical findings.
Material and methods
The data of the patient who was diagnosed with sarcoidosis after 18F-FDG PET/CT examination in our clinic were retrospectively reviewed. Patients' age, gender, NLR values, smoking status, extrathoracic involvement and symptoms, and 18F-FDG PET/CT findings were compared.
Results
This study consisted of 41 patients. There was a strong correlation between NLR and whole body total lesion glycolysis (TLG), and moderate correlation between MAIA and NLR (r values: 0.852, 0.660, both of them p value: <0.001, respectively). There was a significant difference between the groups showing only thoracic involvement and additional extrathoracic involvement with MAIA, TLG and NLR values (p values,: 0.002, 0.001 and, 0.003, respectively). In the classification made according to the symptoms of the patients, there was no significant difference between the groups with SUVmax, MAIA, TLG and NLR values. Median values were found to be significantly higher in the elderly group (p values: 0.037 and 0.040, respectively). In the classification made according to gender; there was no significant difference in both PET/CT parameters and NLR values.
Conclusion
The close relationship between the NLR value, which is accepted as a prognostic indicator in sarcoidosis, and the 18F-FDG PET / CT findings which show the involvement of the disease in the whole body, may provide the clinician with significant benefits in treatment management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Swyer James Sendromlu Bir Olgunun Bilgisayarlı Tomografi Bulgular'
Bilge Çakır, Kemal Ödev, Mecit Suerdem, Kemal Tahaoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Swyer James Sendromlu Bir Olgunun Bilgisayarlı Tomografi Bulgular'
Computed Tomography FIndIngs In A Case Of Swyer James Syndrome
Bilgisayarlı tomografi ile tanısı konulan, amfizem, bronşektazi ve aynı tarafta pulmoner vaskülarizasyonda azalma ile karakterize bir Swyer James sendromu olgusu sunulmuştur.
We present, a case of Swyer James syndrome di-agnosed using computed tomography, characterized by unilaterale emphysema, bronchiectasis and on the same side reduced vascularity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
PozItIve PredIctIve Value Of UterIne Masses: Us, Bt And Mrı
Amaç: Uterus lezyonlarının ayırıcı tanısında kesitsel radyolojik incelemeler yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda US, BT ve MRG’nin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya olumlu katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 15 uterus lezyonu alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1 ağırlıklı, T2 ağırlıklı, fat saturasyonlu ve Intravenöz kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalite ile konulan ayırıcı tanılarımızı patolojik tanılar ile karşılaştırdık. Bulgular: Olgularımızın 7'si myom, 3'ü adenomyozis, 3'ü endometrial karsinom ve 2'si servikal karsinomdu. Ultrasonografi İle 15 olgunun 11'ine(%73), bilgisayarlı tomografi İle 12'sine (%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 13'üne (%87) ayırıcı tanı konuldu. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of uterine lesions. We discussed the primary contribution of US, CT, and MRI methods in the diferential diagnosis of uterine masses. Materials and methods: We evaluated the spectrum of US, CT, and MRI findings of the 15 uterine masses. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover, sagittal and axlal T1 weighted as well as T2 weighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium-enhanced MR images of the pelvic region. We compared our radiologic diferential diagnosis with pathologic diagnosis. Results: Seven of 15 cases had myoma, 3 had adenomyosis, 3 had endometrial carsinoma, and 2 had servix carcinoma. Correct diferential diagnosis was established in 11 (73%) out of 15 cases with US, in 12 (80%) with CT, and in 13 (87%) with MRI. Conclusion: MRI is the imaging method best suited for evaluation of uterine lesion than other imaging technigues. Since ultrasonography allows deiiation of the uterine masses in at least two scanning planes, this method should be preferred as the first method of searehing for uterine lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
128 Kesitli Bilgisayarlı Tomografinin Ciddi Koroner Arter Hastalığının Tespitinde Tanısal Değeri
Yüksel Çiçek, Murtaza Emre Durakoğlugil, Sinan Altan Kocaman, Turan Erdoğan, Mustafa Özateş, Sedat Bozkurt, Mustafa Çetin, Aytun Çanga, Ömer Şatıroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
128 Kesitli Bilgisayarlı Tomografinin Ciddi Koroner Arter Hastalığının Tespitinde Tanısal Değeri
DIagnostIc Performance Of 128-SlIce MultI-SlIce Computed
tomography For The DetectIon Of SIgnIfIcant Coronary Artery LesIons
Çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) koroner arter
hastalığının tespiti için son zamanlarda kullanılmaya başlamıştır.
Hem ÇKBT hemde koroner anjiyografi direkt olarak koroner arterleri
görüntüleyebilir. Bu çalışmanın amacı 128 kesitli BT’ nin ciddi koroner
arter hastalığının tespitinde tanısal değerini konvansiyonel koroner
anjiyografi ile karşılaştırmaktır. Çalışmaya koroner arter hastalığı
şüphesi olan 42 hasta prospektif olarak alındı.Hastalara 128 kesitli
BT çekildi ve sonrasında koroner lezyon ciddiyetini doğrulamak ve
karşılaştırmak amacı ile koroner anjiyografi yapıldı.Kayıtlar Amerikan
kalp birliğinin 16 segment modeline göre değerlendirildi. Hastaların
yaş ortalaması 56±12 yıl idi.İşlem öncesi ortalama kalp hızı 69±4
/ dakika idi. (en düşük-en yüksek: 54-78). Toplam 672 segmentin
değerlendirmeye uygun 669 segmenti değerlendirildi. Değerlendirilen
tüm segmentler için sensitivite, spesifite, pozitif prediktiv değer,
negatif prediktif değer ve doğruluk oranı 128 kesit BT için sırasıyla
% 91, %98.5, %93.8, % 97.8 ve %97 olarak bulundu. Bu değerler
sadece proximal segmentler değerlendirildiğinde %97.8, %96.4,
%95.7, % 98.1 ve % 97.1 olarak bulundu. Sadece distal segmentler
değerlendirildiğinde ise yine sırasıyla %87.4, %98.8, %92.7, %97.7
ve %97 olarak bulundu. Çalışmamızın sonucunda 128 kesitli BT’nin
konvansiyonel koroner anjiyografiye hemen hemen yakın doğrulukta
tanısal doğruluğu olduğunu tespit ettik ve bu tekniğin giderek artan
kullanımı ile birlikte gereksiz konvansiyonel koroner anjiyografi
işlem sayısının azalacağını düşünmekteyiz
Multi-Slice Computed Tomography (MSCT) is a recently introduced non-invasive technique used for the diagnosis of coronary artery disease (CAD). Both MSCT and conventional coronary angiography (CAG) may provide direct visualization of the coronary arteries. To determine the diagnostic accuracy of 128-slice MSCT compared with the results of conventional CAG for the diagnosis of significant coronary artery stenosis. Forty-two eligible patients who underwent 128-slice MSCT with the suspicion of CAD and had any coronary lesion within the whole coronary tree were enrolled prospectively. Subsequently, CAG was performed to confirm the severity of coronary lesions. The records acquired by MSCT coronary angiography and conventional CAG were evaluated by 16-segment model of American Heart Association (AHA). Mean age of the patients was 56±12 years, and mean heart rate prior to the examination was 69±4 bpm (min-max: 54-78). Of 672 coronary segments, 669 were interpretable and evaluated in 42 patients. For all the interpretable segments, overall sensitivity, specificity, positive predictive value (PPV), negative predictive value (NPV) and the diagnostic accuracy (DA) of 128-slice MSCT to detect significant stenosis were 91%, 98.5%, 93.8%, 97.8% and 97%, respectively. These values for evaluation of proximal segments were 97.8%, 96.4%, 95.7%, 98.1% and 97.1% and, for distal segments were 87.4%, 98.8%, 92.7%, 97.7% and 97%, respectively. Our results show that, the diagnostic performance of MSCT appear almost equivalent to CAG, current gold standard, with excellent, sensitivity, specificity, positive and negative predictive values. We think that, 128 slice-MSCT will be increasingly utilized in future, decreasing unnecessary coronary angiography procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
Fahri Halit Beşir, Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Abdullah Belada
Araştırma makalesi
Özeti
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
DIagnosIs And Therapy PlanIng Of ParotId Gland Masses WIth ImagIng TechnIques
Parotis kitlesi ile gelen hastaların tanısında ve tedavinin planlanmasında görüntüleme tetkiklerinin önemi araştırılmıştır. On altı hasta (10 kadın, 6 erkek; 13-75 yaşları arasında; ortalama yaş 41.12±16.97) retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, klinik özellikleri, preoperatif yapılan radyolojik tetkikler, yapılan görüntüleme tetkiklerinde kitlenin lokalizasyonu, karakteristik özellikleri, çevre dokularla ilişkisi ve cerrahi spesmenlerin histopatolojik tanıları gözden geçirildi. Histopatolojik inceleme sonucunda olguların tamamına benign parotis tümörü tanısı konulup malign parotis tümörü görülmedi. Histopatolojik tanılar 11 hastada (%68.75) pleomorfik adenom iken, 5 hastada (%31.25) Warthin tümörü idi. Parotis kitlesi 8’inde (%50) sağ parotis bezinde diğer 8’inde de (%50) sol parotis bezinde yerleşim gösteriyordu. Hastaların 7’sinda preoperatif ultrason (US) yapılırken, 9’unda bilgisayarlı tomografi (BT) ve 5’inde manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılmıştı. Parotiste kitle ile gelen bir hastada ucuz, efektif, ulaşımı kolay, radyasyon içermeyen, non-invaziv, sedasyon gerektirmeyen bir tetkik olduğu için, parotis kitlelerinin büyük bir kısmı süperfisiyal lobdan orijin aldığından ve süperfisiyal lobda yerleşim gösteren tümörleri değerlendirmede etkili olduğu için öncelikle US yapılmalıdır. Derin lob yerleşimli tümörlerde ve maliniteden şüphelenildiğinde BT veya MRG’den birisi tercih edilmelidir. Hasta geldiğinde BT veya MRG’den herhangi biri varsa diğerinin yapılmasına gerek yoktur.
To determine the contribution of imaging techniques for diagnosis and therapy planning of patients with parotid masses. 16 patients (10 female, 6 male; between 13-75 age; mean age 41.12±16.97 years) were evaluated retrospectively. Age, gender, clinical characteristics of patients, imaging studies which were performed preoperatively, location and characteristics of masses and invasion to the surrounding tissue, histopathologic examination of surgery specimens were evaluated in the current study. Histopathologic examinations of specimens revealed that all cases were benign. Histopathologic findings revealed no malignancy. Histopathologically, lesion was diagnosed as pleomorphic adenoma in 11 patients (%68.75) and Warthin tumor in 5 patients (%31.25). The mass was located in left parotid gland in 8 (%50) patients and in right parotid gland in 8 (%50) patients. Preoperative, ultrasound (US) was performed in 7 patients; computed tomography (CT) was performed in 9 patients; magnetic resonance imaging (MRI) was performed in 5 patients. US should be the initial investigation of choice for patients with parotid masses because of superficial location. US is effective, inexpensive, nonradiation, non-invasive, practical and does not require sedation in diagnosis parotid masses. Deeply located tumors and malign tumors should be evaluated with CT or MRI. CT or MRI alone is sufficient for evaluation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Medulloblastomalarda Bilgisayarlı Tomografinin Tanı Krıterlerı
Bilge Çakır, Ayşegül Öğmegül
Araştırma makalesi
Özeti
Medulloblastomalarda Bilgisayarlı Tomografinin Tanı Krıterlerı
DIagnostIcal CrIlerIa Of Computed Tomography In The Medulloblastomas
Bilgisayarlı tornografik (BT) incelemede, posterior fossada orta hat kitlesi ile karakterize olan subaraknoid da farz ve nodüler melastaz tesbit edilen iki medulloblastorna olgusu nedeni ile literatür gözden geçirildi. Medulloblastomaların BT bulguları ve ayrıca tanısı tartışıldı.
in this study, two cases were presented that is characterized by centrally located mass lesion of the posterior fossa with diffuse and nodular subaraknoid seeding on the CT examination. le was reviewed literature. We discıtssed characteristic CT scan appearances of medulloblasıomas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lomber Diskal Hernilerde Myelografi Ve Bilgisayarlı Tomografinin Tanıdaki Değerlerının Cerrahı Sonuçları İle Karşılaştırılması
Sırrı Akalın, Nahit Ökesli, Serdar Karaköse, Fevzi Karslı, Taner Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Lomber Diskal Hernilerde Myelografi Ve Bilgisayarlı Tomografinin Tanıdaki Değerlerının Cerrahı Sonuçları İle Karşılaştırılması
ComparatIort Of Myelography And Ct ResulIs WIth OperatIonal Results In Lomber DIscal HernIes.
Çalışmamızda 23 hastada 35 seviyedeki lomber diskal patolojiler myelografi, BT ile tetkik edildi ve operasyon sonuçları ile karşılaştırılarak değerlendirildi. Diskal patolojisi olan 35 seviyenin 32'si (%91.42) myelografi ile, 31'i (%87.57) BT ile tespit edildi. Elde edilen sonuçlar myelografi ile BT'nin tanı değerlerinin birbirine yakın oranlarda olduğunu göstermektedir. Çalışmamız sonuçlarına göre lomber disk hernisi di ünülen hastalarda; non-invasiv ve taibiki ko-lay bir yöntem olması, bunun yanı sıra tanı değeri myelografiye yakın olması nedeniyle BT'yi öncelikle tercih etmemiz gerektiğini düşünmekteyiz.
in our study 35 lomber discal pathologic levels in 23 patients were evaluated by myelography, CT, and discüvery en operations. In 35 levels which have discal pathology, 32 cases were fyou.nd ola by myelography (91.42%) and 31 of it by CT (87.57%) When the dignostic values of mylography and CT compared, wve see that the ratios resemble each ot her. As the resıdt of our study we need ta prefer the CT; which is a non-invasive examinaiion, practical than the myelography and diagnostic value is similar ta myelography, for the patients suspected for lomber discal patology.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Acil Servise Şuur Değişikliği İle Başvuran Hastaların Infrascanner Cihazı İle Değerlendirilmesi
Başar Cander, Birsen Ertekin, Zerrin Defne Dündar, Tarık Acar, Izzettin Ertaş, Feridun Koyuncu, Mehmet Okumuş, Metin Bircan
Araştırma makalesi
Özeti
Acil Servise Şuur Değişikliği İle Başvuran Hastaların Infrascanner Cihazı İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of PatIents Who AdmItted To Emergency ServIce WIth Altered State Of ConscIousness UsIng The Infrascanner DevIce
Acil servise şuur değişikliği ile başvuran hastalarda hem zaman yönetimi hem de doğru tanıyı koyma sağ kalım açısından oldukça önemlidir. Travmatik beyin hasarlı hastalarda gelişen intrakraniyal hematomun erken tanısı ve müdahalesi başarılı bir tedavi için esastır. Bu nedenle çalışmamızda noninvaz iv ve hızlı bir yöntem olan infrascanner cihazının intrakraniyal kanama tespitini araştırmayı amaçladık. 01 Mart - 08 Nisan 2010 tarihleri arasında hastanemiz acil servisine şuur değişikliği şikayeti ile başvuran 38 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar, acil servise başvurdukları anda cihazın kullanımı için eğitim almış acil tıp asistanları tarafından infrascanner cihazıyla kanama açısından araştırıldı. Hastaların 20’si (%52.6) erkek ve 18’i (%47.4) bayan idi. Yaş ortalamaları 51.8±23,2, glaskow koma skalası (GKS) 10.6 (15-3) idi. Hastaların acil serviste infrascanner cihazı ile değerlendirilmesi için geçen süre olay anından itibaren ortalama 5.2 (0.5-45) saat iken beyin Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile değerlendirme için geçen süre ortalama 6.3 (1- 47) saat idi. Hastaların çekilen beyin BT’sinde 22’sinde (%57.9) kanama varken, 16’sında (%42.1) kanama tespit edilmemiştir. Infrascanner cihazı ile yapılan değerlendirme de ise 24 (%63.2) hastada negatif, 14 (%36.8) hastada pozitif değerler saptanmıştır. İnfrascanner cihazının intrakraniyal kanama tespitinde sensitivitesi %63.6, spesifisitesi %100, pozitif prediktif değeri %100 ve negatif prediktif değeri %66,7 olarak bulunmuştur. İnfrascanner cihazının ileri görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç duyan hastaları belirlemede semptom ve nörolojik muayeneye ek olarak faydalı klinik bilgiler sağladığı görülmektedir. Tespit edilen yüksek spesifisite değeri, infrascanner cihazı ile kanama tespit edilen hastaların mutlaka ileri tetkik ile değerlendirilmeleri gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Time management and making a correct diagnosis are very important for survival of patients with altered state of consciousness. In our study, we aimed to determine the value of the infrascanner device, which is a non-invasive and a fast method in detection of intracranial hemorrhage. A total of 38 patients who had been admitted to the emergency department of our hospital with the complaint of altered state of consciousness were included in the study. The patients underwent investigations with regard to hemorrhage immediately after admission using the infrascanner device by trained residents of emergency medicine. 20 (52.6%) of the patients were male. The mean age was 51.8 years and the Glasgow Coma Scale was 10.6 (15-3). While hemorrhage was detected on cerebral CT in 22 (57.9%) patients, it was not detected in 16 (42.1%). In the infrascanner device examination, negative results were detected in 24 (63.2%) patients and positive results were detected in 14 (36.8%) patients. The sensitivity of the infrascanner device was found to be 63.6%, specifity was found as 100%, the positive predictive value was found as 100%, and the negative predictive value was found as 66.7%. The results obtained from the study indicate that the infrascanner device provided beneficial clinical data in addition to symptoms and neurological examination in patients who required further imaging procedures. The high specificity puts forth that patients in whom hemorrhages are detected using the infrascanner device, should definitely be evaluated with further tests.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lumbal Bölgede Fleksiyon Ve Ekstansiyonun Bulgingli Diske Etkileri: Bilgisayarlı Tomografik Araştırma
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Oğuz, Kemal Ödev, Mustafa Erken, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Lumbal Bölgede Fleksiyon Ve Ekstansiyonun Bulgingli Diske Etkileri: Bilgisayarlı Tomografik Araştırma
The Effect Of FlexIon-ExtensIon MotIon Of The Lumbar SpIne On The DIsc BulgIng: A Computed TomographIc InvestIgatIon
Disk bulginginin, lumbal vertebranın flaksiyon ve ekstansiyonundan etkilendiği, genel olarak kabul edilmektedir. M4.5 ve L5-S1 seviyelerinde, diskinde dejeneratif değişim olan 20 hasta, 39 seviye, disk bulgingi ile vertebranın fleksiyon-ekstansiyon hareketi arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla. bilgi-sayarlı tomografi ile değerlendirildi. Fleksiyonda, vertebradisk mesafesinde (VD), 16 (%47) seviyede, ekstansiyonda ise 32 (%94) seviyede azalma oldu. Fleksiyonda 18 (%53) seviyede, ekstansiyonda ise hernili 5 (%100) seviyede, VD'de artma oldu.
It is generally açcepted that distance of the bulging is affected by flexion and extension motion of the lumbar spine. The degenerative changes of the lumbar disc in the L44,5 and 1.5-S1 kvels in 20 patients, 39 levels were reviewed using computed tomographic scans in order to determine the relationship between bulging and flexion-extension motion of the lumbal spine. In the flexion, vertebra-disc distance (VD) has decreased in 16 (%47) levels, in the extension, VD has decreased in 32 (%94) levels. VD has increased in 18 (%53) levels in the flexion, and in the extension VD has increased in 5 (%100) levels with herniated disc.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Feokromositoma
Ahmet Kaya, Serdar Karaköse, Şakir Tavlı, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Asemptomatik Feokromositoma
AsymptomatIc Pheochromocytoma
Klinik olarak sessiz seyreden; normotensif, asemptomati feokromositoma tanısı alan bir kadm hasta takdim edilmiştir. Sağ adrenal kitle rastlantı sonucu ubdominal ulirasonografi ve bilgisayarlı tom-ografi ile tesbit edildi. İdrarkı atılan serbest katekolanıin ve katekolamin metabolitleri normal değerlerden yüksek bulundu. Kitle cerrahi olarak cıkartıldı. Pa-tolojik inceleme de tanıyı doğruladı. Modern görüntüleme yöntemlerinin rutin kullanıma girmesi ile asemptomatik feokronıositoma tanısı alan olgu sayısının artacağının, beklenilmesi doğaldır.
A case of clinically silent pheochromocytoma is presented.7lıe right adı-enal mass incidentally found by abdominal ultrasonography and computed tomog-raphy. The patient was normotansive and asympio-matic. Urinary levels of catecholamine and metabol-its vere elevated than expected normal levels. Mass was excised surgically. Palhological examination verified that ille nıass was a pheochromocytoma. The diagnosis of silent pheochromocytoma can be re-vealed by usiııg modern imaging techniques such as ulfi-asonograplıy and computed tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Intratorasik İezyonlarda Anterior Mediastinotominin Tanı Değeri
Kazım Gürol Akyol, Güven Sadi Sunam, Sami Ceran, Aydın Şanlı, Tahir Yüksek, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Intratorasik İezyonlarda Anterior Mediastinotominin Tanı Değeri
DIagnostIc Value Of AnterIor MedIastInotomy Irı IntrathoraeIe LesIons
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cer-rahisi Kliniğinde 1994 Ocak 1996 Eylül tarihleri arasında /6 yakaya mediastinal eksplorasyon uy-gulanmıştır. Vakaları,' 11 'i erkek, 57 kadındır. En küçük hastanuz 35, en yaşlı hastannı ise 68 yaşında olup yaş ortalaması 53_8'dir. Bunların 13 (% 81 .25)rüne sağ anterior mediastinotomi, 3 (% 18.75)7ine sol anterior Mediastinotomi uy-gulanmıştır. Sağ anterior mediastinounni uygulanan vakaların 1 'iııde hiopsi alınamanuş, hiopsi için to-rakotomi gerekmiştir_ 16 vakatun 14 (% 87.50)'ünde tnediastinal eksplorasyonla patolojik kmıya ıdaşılabilmiştir. Vakaların 3`iinde epidermoid kar-sinom. 37inde sarkoidoz, 2`sinde küçük hiicreli Ca, 2'sinde leufinna. 2'sinde tüberküloz, 1 'inde ade-nokarsinom ve 1 'inde kronik nonspesifik iltihap tanısı konmuştur. Torakoıonıi uygulanan bir hastada sonuç sarkoidoz olarak alınmıştır. Hiçbir vakada operatif komplikasyon ve mortalite gözlenmemiştir.
Between Januar). 1994 to Septemher 1996. 16 patients with mediastinal mass were surgically eAp-Iored. Among them 11 of them were males and 5 were .female. Their ages ranged 35 ta 68 vears (mean 53.8). For 13 patients right anterior me-diastinotomy were pe)formed (81.25%) and left an-terior mediastinotomy were perforıned for 3 pa-tients, respectiyely. 117 one case the right anterioı-mediastinotomy procedure failed and thoracotomy required. In 14 cases of 16 (87.50 %) pathologi• di-agnosis was made hy ınediastinal exploration. Par-hologic extıminations revealed that epidermoid can-cinonıa in 3 patients, sarcoidosis in 3 patients, oat cell carcinoma in 2 patients, lenfoğna in 2 patients. tuberculosis in 2 patients. adenocarcinoma in 1 pa-tient, and chronic nonspesıfic inflamation in 1 pa-tient refflectively. The patient who required tho-racotomy was diagnosed as sarcoidosis. Opeıyuive complication and moı-tality occured,
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Duvarı Fıematomları
Yalçın Kekeç, Erol Aksungur, Mahmut Oğuz, Erol Atilla, Mehmet Altay
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Duvarı Fıematomları
AnterIor AbdomInal Wall Hematomas
Şiddetli karın ağrısı ve palpahl hassas abdominal kitle bulgular, vererek, akut karını taklit edebilen karın ön duvar hematomlart oldukça nadir görülen palolojilerdir. Akut karın veya şüpheli abdominal kitle ön tatlılar-0,1a ultrasonografi (USG) veya bilgi-sayarlı (BT) tomografi tetkikleri istenilen altı hastada karın ön duvarı hematomu saptanmıştır. USG ile tam konan hastalarda hematomun kesin lokalizasyo-ııu, ekstansiyonu ve eşlik eden ilave patolojilerin araştırılması için bilgisayarlı tomografi incelemesi yapılmıştır. Bu çalştmada oldukça nadir görülen karın ön duvarı hematomlarının USG ve BT ile akut karın tanısında,' kolayca ayırdedildigi görülmektedir.
Anterior abdominal wall hematoma is a rare pat-hological condition.It may simulate the acute surgi-cal abdomen. Ilematoma was diagnosed by utilizing ultrasonography (USG) and computerized tomogra-phy (ST) in six patients who vere thouht to have acute abdomen orland abdominal mass. Although the diagnosis was made by USG, CT had been used to investigate localization, extension and associated pathological conditions of the hematoma. In !his article,differential diagnosis of andominal wall hematomas from acute surgical abdomen in six patients by using USG and CT are presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dısk Dejenerasyonunda L4-L5, L5-S1 Sevıyelerınde Faset Ve Lamina Asimetrisı: Bılgısayarli Tomografik Araştırma
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Oğuz, Kemal Ödev, Mustafa Erken, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Dısk Dejenerasyonunda L4-L5, L5-S1 Sevıyelerınde Faset Ve Lamina Asimetrisı: Bılgısayarli Tomografik Araştırma
Facet JoInts And LamInas Asymmetry In The DIsc DegeneratIon At The 14-145 And Levels: An InvestIgatIon WIth Computed Tomography
Bu çalışma disk dejenerasyonu ile faset eklemi asimetrisi arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçlamaktadır. Normal ve dejenere lumbal disklerde faset, laminer ve laminofeset açı asimetrileri ölçüldü. L4-I5 ve L5-S1 .seviyesinde faset, laminer laminofaset asimet-rilerde istatistiksel olarak anlamlılık bulundu. Faset ve laminer açılar ile disk dejenerasyonu arasında iki seviyede de anlamlı ilişki yoktur. Faset ve laminer, faset ve laminofaset, laminer ve laminofaset asimetri arasında normal L4-5 seviy-esinde anlamlı korelasyon vardır, fakat disk dejene-rasyonunda her iki seiyede de anlamlı korelasyon yoktur.
The purpose of this study was ta determine the relationship between disc degeneration and facet joint asymmetry. In the normal lumbar disc and in the lumbar disc degeneration, facet joint asymmetry, laminer asymmetry, and laminofacet angle asymmetry were measured. Facet asymmetry, larninofacet angle asymmetry, and laminer asymıneiry were found to be statistically significant at the L4-L5 and L5-S1 levels. The relationship between the anglution of the facet joints, laminer angle and disc degeneration were not significant at the L4-L5, and L5-S1 levels. There were significant correlations at the normal L4-L5 level between facet asymmetry and laminer asymmetry, facet asymmetry and laminofaset asymmetry, laminer asymmetry and lamine-facet asymmetry. But, in the disc degeneration there were ılot significant correlation in the disc degeneration at the L4-L5 and L5-S1 levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
Çağatay Han Ülkü, Ziya Cenik, Bilge Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
The Value Of The Computed Tomography In EvaluatIng The LocalIzatIon Of LarIngeal CarcInomas
Bu çalışmada kliniğimizde Kasım 1994-Haziran 7996 tarihleri arasında larenks karsinomu tanısı almış 30 yaka preoperafif dönemde çekilen bilgisayarlı tomografi, larengoskobik muayene ve makroskobik piyes bulgulari ile karşılastınIch. Larengoskopi sadece mukozal yüzeyi ve kord vokal hareketlerini değerlendirebilmektedir. Kord ha-reketlerinde sinirlilik derin invazyon şeklinde yorumianabilmekte, ancak tümörün gerçek boyutlannın ve sınırlarının belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır.Konvansiyonel radyolojik tetkikler de larengoskopiye ilave bilgi ver-memektedir. BT, klinisyenin cerrahi tedavi yönetrnini belirleyecek olan tümörün gerçek anatomik lokalizasyanu ve derin yayılımını tespitte karşılaştığı bu belirsizliğin çözümüne önemli katkılar sağlamaktadırLarengoskopi ve kon-vansiyonel radyolojik tekniklerle değerlendirilemeyen preepiglottik aralık, paraglottik aralık, subglottik alan, kitle sebebiyle değerlendirilemeyen larenksin alt bölümleri ve kartilaj tutulumunu belirlemede bilgisayarlı tomografinin etkin bir tanı yöntemi olduğunu tesbit ettik.Ancak kartilaj tutulumunda irregüler kalsifikasyon ve mikroinvazyonlar sebebiyle yanlış değerlendirmeler olabileceğini belirledik. Küçük mukozal lezyonların değerlendirilmesinde de Binin yalancı (-) sonuç verebileceğini ve bu lezyonları belirlenmesinde larengoskopinin daha duyarlı olduğunu tesbit ettik. Konservatif cerrahi yönteminin belirlenmesinde BT, klinisyene tümörün deri yayılımı hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve larengoskopiyi tamamlayıcı rol oynamaktadır.
In this study, thirty cases af laringeal carcinoma which diagnosed in our clinic between November-1994 June-1996 are compared by preoperative CT, laryngoscopy and postoperative speciemen findings. By laryngoscopy one could evaluate the status the mucosal lining and vocale cord motility. Lımitations of the cord vocale motility is attributed to deep invasion of the tumour but, the exact dimensions of the tumour could not be estimated. The conventional radiologic examination methods da not add any useful knowledge to the laryngoscopy. The com-puted tomograpic examination is useful to determine the precise anatomic localization and spread of the tumour which is very useful ta surgeon to choose the surgical treatment method. We concluded that CT is valuable di-agnostic method in evaluating the preepiglottic area, paraglottic area, subglottic area and the inferior areas of the larynx which is obstructed by the large laryngeal masses and the cartilage invasion which could not be evaluated by laryngoscopy and other conventional radiological methods. Also we concluded that there may be wrong de-cisions about the cartilage invasion due to the irreguler calcifications and microinvasions by CT examination. In the evaluation of the small mucosal lesions CT could yield false negative results and these lesions could be more accurately determined by laryngoscopy. CT evaluation of the laryngeal carcinoma patient prior to surgical in-tervantion is an additional diagnostic tool to the laryngoscopy and very useful for the determination of the best conservative surgical method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Sami Ceran, Mustafa Çalık, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MedIastInoscopy Cases Tor Three Years ExperIence
Giderek yaygınlaşan mediastinoskopi akciğer kanserinin evrelenderilmesinde, mediastenin primer ve sekonder patolojilerin tanısında invaziv girişimlerden biri Haline gelmiştir. Preoperatif evrelemede duyarlılığının % 75 ‘ten fazla , tanıya ulaşma oranının % 90’ın üzerinde olduğu bildirilmektedir.Bu araştırmada Ocak 1999 ve Aralık 2002 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi kliniğinde yatan toplam 24 olgunun hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Vakalarımızın 17’si ( % 70) erkek, 7’si (% 30) kadındı. Yaşlan 24 ile 77 arasında olup ortalama yaş 57, operasyon süreleri 30- 60 dakika idi. Evrelendirme amacıyla medi astinoskopi yapılan 8 akciğer Ca dan üçünde N2 ve N3 hastalık tespit edilmesi üzerine inoperabıl kabul edil di. Tanı amacıyla mediastinoskopi yapılan 16 vakadan 5’inde ( % 32) sarkoidoz , 4’ünde ( % 25) küçük hücre dışı akciğer Ca , 4 ‘ünde ( % 25) tüberküloz, 1 'inde ( %6) lenfoma ve 2 vakada ( %12) akciğer fibrozisi ve reaktif lenf nodu tespit edildi. Hiçbir vakamızda morbidite ve mortalite ile karşılaşılmadı. Mediastinoskopinin mediastinal hastalıkların tanısında ve akciğer kanserlerinin evrelemesinde etkili ve güvenli bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.
Mediastinoscopy is a widely used technique in the diagnosis of staging of lung cancer and primary and secondary mediastinal disease. İt was reported that mediastinoscopy was greater than sensitivity of %75 and specificity of % 90. We retrospectively revievved 24 mediastinoscopy performed in our clinic betvveen January 1999 and December 2002. There were 17 men and 7 women aged from 24 to 77 (mean age 57 years ) and the duration of operation was 30- 60 minutes. Eight patients had mediastinoscopy for the staging of lung cancer and sixteen patients for diagnosis of mediastinal mass. İn 3 of 8 patients N2 and N3 disease was identified. İt was suggested that these patients were inoperable. İn six- teen patients with mediastinal disease, sarcoidosis was diagnosed in 5 patients, non small celi lung cancer in 4 patients, tuberculosis in 4 patients, lymphoma in one patient, lung fibrosis and reactive lymph nodes in two patients. There were no complications and mortality in our cases. We conclude that mediastinoscopy is highly effective and safe procedure in the diagnosis of mediastinal diseases and staging of the lung cancers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Romatoid Artritli Kadın Hastaların Akciğerlerinin Değerlendirilmesinde Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi Ve Solunum Fonksiyon Testlerinin Önemi
Nazife Güyen, Hüseyin Uysal, Yahya Paksoy
Araştırma makalesi
Özeti
Romatoid Artritli Kadın Hastaların Akciğerlerinin Değerlendirilmesinde Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi Ve Solunum Fonksiyon Testlerinin Önemi
The Importance Of HIgh ResolutIon Computed Tomography And Pulmonary FunctIon Tests In EvaluatIon Of Lung Of Female PatIents WIth RheumatoId ArthrItIs
Amaç: Bu çalışmada, Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi (YRBT) değerlendirmesine göre patolojik akciğer bulguları olan ve olmayan Romatoid Artrit (RA)’H kadın hastaların solunum fonksiyonları karşılaştırılarak YRBT ve solunum fonksiyon test sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya yaşları 16-66 arasında değişen 32 kadın RA’li hasta ve 19 kontrol olmak üzere toplam 51 gönüllü katıldı. Katılanlara önce so lunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. Akciğer YRBT’leri çekildi. Bulgular: YRBT’de patolojik görüntü olup olma masına göre RA’li hastaların SFT’leri kontrollerle karşılaştırıldı. Patolojik görüntüsü olan hastalar olmayanlarla kıyaslandığında FVC, FEV1, FEFo^g.yg, FEFo/o5q, FEF^-yş.gş değerlerinde anlamlı farklılık görülürken (p<0.05), patolojik görüntüsü olmayan hastalar, kontrollerle karşılaştırıldığında anlamlı değişiklik olmadığı görüldü. Sonuç: RA’li kadın hastaların YRBT inceleme sonucunda, akciğerlerinde patolojik görüntüsü olan RA’li hastaların SFT’de de bozukluklar görüldü. SFT’nin de YRBT tetkiki gibi değerli sonuçlar verebileceği kanaatine varıldı.
Objective: Evaluation of pulmonary function of female patients with rheumatoid arthritis (RA) with or without pathological findings and comparision made according to high resolution computed tomography (HRCT) were also included to the study. Methods: Total 51 volunteers thirty-two female RA patients and 19 control subjects ali ranged from 16 to 66 years of age were studied. AH patients and subjects first performed pulmonary function test (PFT). Chest x-ray films, HRCT of lung were obtained for both patients and Controls. Results: Patients with RA were divided into two groups: the ones who had pathologic findings on their lung according to HRCT, and the ones who had not. PFT values of both groups were compaired with Controls. FVC, FEV-f, FEF25-75% a n d F E F 75-85% values were significantly different in patients with pathologic findings as compared with the ones who had no pathologic findings (p<0.05). There were no significant difference between the patients with no pathologic findings and the Controls. Conclusion: Following the HRCT inspection of RA patients some changes of PFT were observed in RA patients with some pathological findings on their lungs. İt has been concluded that PFT should give as useful criteria as HRCT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
Mustafa Kursat Evrenos, Mehmet Emin Mavili
Araştırma makalesi
Özeti
Gelişen Tavşan Kalvaryumunda Kritik Boyutlu Defektin Titanyum Meş İle Rekonstrüksiyonu
ReconstructIon Of CrItIcal SIze Defect WIth TItanIum Mesh In DevelopIng RabbIt CalvarIum
\r\n Amaç: Gelişen kalvaryum defekt rekonstrüksiyonu hala zorlu bir prosedürdür. Kullanılan materyaller sağlamlık ve koruma sağlamalı; hafif, kimyasal olarak inert, kanserojen olmayan, estetik sonucu arttırmak için kolay şekillenebilir olmalı, manyetik rezonans görüntülemeye izin vermek için demir içermemelidir ve osteokondüktif ve osteojenik olmalıdır. Ayrıca, alloplastik materyal, donör alan morbiditesine yol açmaz ve sınırsız bir tedarik sağlar. İdeal bir implant hala tanımlanmamış olsa da, titanyum meş kabul edilebilir alternatiflerden biridir. Bu çalışmada, titanyum meş implantın gelişen kalvaryumdaki defektlerin rekonstrüksiyonunda kullanılabileceği ve implantın rijid veya semirijid fiksasyonu ile sekonder asimetri deformitesine yol açıp açmadığı değerlendirildi.
\r\n
\r\n Gereç ve Yöntem: 6 haftalık 24 Yeni Zelanda tavşanı ve dört eşit gruba ayrıldı. Birinci grup normal popülasyon grubuydu. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplarda her bir tavşanın pariyetal kemiği üzerinde 15 mm. çaplı kritik boyutlu defekt oluşturuldu. İkinci grup kritik boyutlu defekt için sham grubu olarak belirlendi. Üçüncü grupta defektler 0.3 mm ile kalınlıkta titanyum meşin 4.0 polipropilen sütür ile semirijid olarak fikse edilmesiyle; 4. Grupta ise aynı kalınlıkta titanyum meşin 4 mm. çaplı titanyum vidalarla rijit fiksasyonuyla rekonstrükte edildi. Başlangıçta, tavşan kalvaryumu kraniyal bilgisayarlı tomografi ile tarandı ve üç boyutlu rekonstrüksiyonlar oluşturuldu. Deney, tavşanlar 18 haftalıkken sonlandırıldı. Tüm gruplarda her tavşan için sakrifikasyon ve kraniyal BT taraması yapıldı ve standart fotoğraflar alındı. Uzunluk ölçümleri referans noktalarından gerçekleştirildi ve gruplar arasında karşılaştırmalar yapıldı.
\r\n
\r\n Sonuçlar: 6 haftalık üç boyutlu bilgisayarlı tomografi ölçümlerine göre, grupların dengeli dağıldığı değerlendirildi. 18 haftalık 3D BT ölçümlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p <0,017). Ayrıca her grupta defekt tarafı ve karşı taraf ölçümlerinde istatistiksel olarak farklılık saptanmadı (p <0.008).
\r\n
\r\n Tartışma: Titanyum meşin, büyüme gösteren kalvaryumda herhangi bir deformiteye neden olmadığını ve meş fiksasyon tekniğinin sonucu değiştirmediğini değerlendirdik. Dolayısıyla pediatrik kalvaryum defektlerinde, otojen kemik grefti ile rekonstrüksiyonun mümkün olmaması durumunda, titanyum meş ile rekonstrüksiyon kabul edilebilir bir seçenek olabilir.
\r\n
\r\n Aim: Defect reconstruction of growing calvarium is still challenging procedure. The materials should provide strength and protection, be lightweight, chemically inert, noncarcinogenic, malleable to enhance aesthetic outcome, nonferrous to allow utilization of magnetic resonance imaging, and osteoconductive and osteogenic. In addition, the benefits of alloplastic material avoid donor site morbidity and provide an unlimited supply. Although an ideal implant is not still defined, titanium mesh is one of the acceptable alternatives. In this study, we evaluated that if titanium mesh implant can be used for reconstruction of defects in growing calvarium and caused a secondary asymetry deformity with rigid or semirigid fixation of implant.
\r\n
\r\n Material and Method: 6 week-old 24 New Zealand rabbits were used and divided into four equal groups. First group was normal population group. 15 mm. diameter critical size defects were created on parietal bone of each rabbit in second, third and fourth groups. Second group was decided as sham group for critical size defect. Defects were reconstructed with 0.6 mm. thickness titanium mesh and fixed with 4.0 polypropylene sutur in the third group as semirigid fixation and with 4 mm. long titanium screws as rigid fixation in the fourth group. At the beginning, rabbit calvarias were scanned with cranial CT and 3D reconstructions were created. Experiment finished when rabbits were 18 weeks old. Sacrifisation and cranial CT scan performed and standart photographs were taken for each rabbit in all groups. The length measurements were performed from reference points and comparisons were made between groups.
\r\n
\r\n Results: According to 6 week 3D CT measurements, groups were well-balanced. According to 18 week 3D CT measurements there was no statistically difference between groups. Also measurements of defective side and opposite side in each group were not different.
\r\n
\r\n Discussion: We evaluated that the titanium mesh did not cause any deformity in growing calvarium and fixation technique of the mesh did not change the result. So in defects of pediatric calvarium, if reconstruction with autogen bone graft is impossible, reconstruction with titanium mesh can be an acceptable choice.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
Memduha Akyol, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Mehmet Arazi
Olgu sunumu
Özeti
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
LIpoma Arborescens Of The Knee
Amaç: Lipoma arboresans etyopatogenezi bilinmeyen nadir görülen bir intraartikuler patolojidir. Amacımız lipoma arboresansın doğru tanısında önemli yeri olan radyolojik bulguları gözden geçirmek ve ayırıcı tanıdaki patolojileri tanımlamaktır. Olgu Sunumu: Sinoviumun villöz lipomatöz proliferasyonu ile karakterizedir. En sık diz eklemini tutar. Doğru tanı cerrahi tedavi gerektiren bu patoloji için önemlidir. Otuzdört yaşında diz ağrısı olan olguya radyolojik bilgisayarlı tomografi ve özellikle manyetik rezonans görüntüleme ile lipoma arboresans tanısı konuldu. Sonuç: Klinik olarak nonspesifik olan lipoma arboresansın tanısı MRG ile doğru olarak konulabilmektedir.
Aim: Lipoma arborescens is a rare intra-articular disease whose etiopatogenesis remains unknown.It was the aim to describe the radiological findings and to discuss the differential diagnosis. Case Report: Lipoma arborescens is a lesion characterized by the replacement of the subsynovial tissue by fat cells giving rise to a villous proliferation. It commonly affects the knee. Accurate diagnosis is important for surgical treatment. A 34-year-old patient who was suffering from a pain in his knee joint was examined by convansional radiography, computerized tomography, and magnetic resonance imaging. The lesion was diagnosed as lipoma arborescens especially with magnetic resonance imaging. Conclusion: The characteristic MR features of lipoma arborescens which has nonspecific clinical findings allows an accurate diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi İle Maksiller Sinüs Septanın Değerlendirilmesi: Retrospektif Klinik Çalışma
Ali Kılınç, Dilek Menziletoğlu, Bozkurt Kubilay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi İle Maksiller Sinüs Septanın Değerlendirilmesi: Retrospektif Klinik Çalışma
Assessment Of MaxIllary SInus Septa UsIng Cone Beam Computed Tomography: A RetrospectIve ClInIcal Study
Amaç:
Bu çalışma maksiller sinüs septa prevalansını, yüksekliğini, anatomik dağılımını dişli ve dişsiz maksillalarda konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanarak değerlendirmek için yapılmıştır.
Gereçler ve Yöntem:
Bu tanımlayıcı çalışma Haziran 2016 ve Şubat 2018 tarihleri arasında 661 hastadan elde edilen 1322 maksiller sinüs konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntülerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi ile yapıldı. Çalışmada 1322 maksiller sinüsün 1092’si dişli hastalardan, 230’u dişsiz hastalardan oluşmaktaydı.
Bulgular:
661 hastanın (373 kadın, 288 erkek) yaş ortalaması 42.1 ± 18.2 idi. 1322 maksiller sinüste ortalama yüksekliği 7.95 ± 4.03 mm olan toplam 468 (% 35.4) septa kaydedilmiştir. 468 sinüs septasının çoğunluğu maksiller sinüsün arka bölgesinde idi. Bunlardan 121'i (% 25.8) ön, 140'ı (% 29.9) orta ve 207'si (% 44.2) arka bölgede idi.
Maksiller sinüs septa dağılımı dişli ve dişsiz çenelerde değerlendirildiğinde ise 387 dişli hastada (% 35.4) ve 81 dişsiz hastada (% 35.2) septa varlığı mevcuttu.
Sonuç:
Maksiller sinüsün tüm bölümlerinde çeşitli yükseklik ve şekillerde septa görülme sıklığı yüksektir. Bu nedenle sinüs cerrahisi sırasında olası komplikasyonları önlemek için uygun bir radyografik teknikle kapsamlı değerlendirme yapılmalıdır.
Aim:
The present study was undertaken to evaluate the prevalence, height and location of maxillary sinus septa in patients with a dentate and an edentulous maxilla using cone beam computed tomography imaging.
Patients and Methods:
This descriptive study was conducted on a retrospective evaluation of cone beam computed tomography images of 1322 maxillary sinus with 661 subjects from January 2016 to February 2018. The study consisted of 1322 maxillary sinuses: 1092 from patients with a dentate and 230 from patients with an edentulous maxilla.
Results:
The mean age of the 661 patients (373 women, 288 men) was 42.1 ± 18.2 years. A total of 468 (35.4%) septa was recorded in 1322 maxillary sinuses with a mean height was 7.95 ± 4.03 mm. Of 468 sinus septa, the majority was located in the posterior region of the maxillary sinus. Of these, 121 (25.8%) were in the anterior, 140 (29.9%) were in the middle and 207 (44.2%) were in the posterior region.
Regarding the status of the dentition in the maxilla in relation to the distribution of sinus septa, septa were present in 387 (35.4%) dentate and in 81 (35.2%) edentulous regions.
Conclusion:
The prevalence of septa is high in all parts of the maxillary sinus. For this reason, comprehensive evaluation should be performed with an appropriate radiographic technique to prevent possible complications during sinus surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
Mustafa Koplay, İhsan Yüce, Mecit Kantarcı
Olgu sunumu
Özeti
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
MultIdedector Ct In Evaluate Of HepatIc Artery Before The TransarterIal ChemoembolIzatIon
Son yıllarda, karaciğer transplantasyonu ve transarteriyel kemoembolizasyon planlanan olgularda hepatik arteriyel varyasyonların değerlendirilmesi oldukça önem kazanmıştır. Hepatik arteriyel anatominin değerlendirilmesinde birçok yöntem kullanılmaktadır. Bu yazımızda transarteriyel kemoembolizasyon planlanan bir olguda, nadir görülen sol hepatik arterden ayrılan gastroduedenal arter varyasyonunun çok kesitli bilgisayarlı tomografi anjiyografi bulgularını tanımladık.
Recently, evaluation of hepatic artery variations has become quite important in cases planned transarterial chemoembolization and liver transplantation. To evaluate hepatic artery anatomy can be used multiple diagnostic methods. In this article, we described multidedector computed tomography angiography findings of a rare variation of gastroduodenal artery, which is originated from left hepatic artery in a case planned transarterial chemoembolization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Jinekolojik Pelvik Patolojilerde Us Ve Bt Nin Tanı Değerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Jinekolojik Pelvik Patolojilerde Us Ve Bt Nin Tanı Değerı
The DIagnostIc Values Of Us And Ct In GynecologIcal PelvIc PathologIes
Pelvik kitle tanısı ile pelvik ultrasonografi (US) yapılan olgulardan 41'inde hastaya US ile pelvik patoloji tanısı konuldu. Bu olgulara pelvik bilgisayarlı tomografik (BT) inceleme yapılarak US ve BT nin bulgu ve tanılarını literatür ışığında tanıştık.
Definitive diagnosis was made on 41 female patienıs diagnosed to suffer from pelvic ınassa and subjected to US. CT examination of these cases were ıncıde and the US CT findings obtained discussed lin the light of literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreas Yaralanmaları
Rahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
Hatice Kutbay Özçelik, Sibel Yurt, Gülşah Günlüoğlu, Turan Aslan, Murat Sezer, Filiz Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
An Unusual Case Of Esophageal TuberculosIs
Gelişmekte olan ülkelerde yaygın organ tüberkülozu önemli bir halk sağlığı problemidir. Ağızdan anüse kadar gastrointestinal sistemin herhangi bir yerinde tüberküloz görülebilir. Özefageal tüberküloz ise % 0,14 gibi çok az bir oranda görülür. Genellikle mediastinel lenf nodlarından direkt olarak yayılır. Bizim vakamız, polikliniğimize disfaji, odinofaji, kilo kaybı ve 6 aydır devam eden epigastrik ağrı şikayeti ile başvuran 55 yaşında bayan hasta idi. PA akciğer grafisinde; sol hemotoraksta hilustan perifere uzanan fibrotik bant izlenimi veren lineer opasite ve sol kostofrenik sinüste küntleşme mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde subkarinal ve sağ hiler milimetrik sekel kalsifik lenf nodları, torakal özefagusta karina düzeyinde ve hemen proksimalinde duvar kalınlaşması ve lümende daralma, sağ akciğer orta ve sol akciğer alt lobda subsegmenter atelektazi alanları izlendi. Üst gastrointestinal endoskopisinde; özofagusta 19. cm’de arka duvarda yaklaşık 1 cm çapında ülsere lezyon görüldü. Bu bölgeden alınan biyopside tüberküloz ile uyumlu nekrotizan granülomatöz iltihap izlendi. Antitüberküloz tedavinin 2. ayında yapılan endoskopide ülsere lezyonun iyileştiği, alınan biopsi örneğinde tüberküloza ait bir bulgunun görülmediği saptandı. Sonuç olarak; disfaji ve kilo kaybı ile başvuran ve radyolojik bulgusu olan hastalarda ayırıcı tanıda özofageal tüberküloz düşünülmelidir.
Organ tuberculosis is an important problem for the public health in devoloping countries. Tuberculosis can be seen on any part of the gastrointestinal tract from mouth to anus. Esophageal tuberculosis is very rarely seen with 0.14% prevalance. It usually originates from mediastinal tuberculous lymphadenopathy. We report a 55-year-old woman who admitted to our hospital with complaints of dysphagia, weight loss, audinophagia and epigastric pain. The chest radiography revealed a linear opacity compatible with fibrotic tape was seen on chest x-ray. Thorax CT examination revealed milimetric calcified lymph nodes at subcarinal and the right hilar region, thickening of proximal part of esophageal wall through carinal leveland subsegmenter collapse on left lower lobe. Ulcerative lesion with dimension of 1×1 cm localized in the 19th cm of the esophagus was seen on upper gastrointestinal endoscopy, suggesting esophageal carcinoma. Biopsy revealed necrotizing granulomatous ulceration which resembled tuberculosis. After antituberculous chemotherapy, the endoscopy repeated in end of the 2nd month of antituberculous therapy and the recovery of ulcer lesion was seen and the biopsy showed no signs of tuberculosis. Conclusion; esophageal tuberculosis should be kept in mind at differential diagnosis in patients who have complaints of dysphagia and loss weight and radiological signs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrakranial Anevrizmalarda Bt Ve Anjiografi İncelemelerinin Etkinliği
Serdar Karaköse, Aydın Karabacakoğlu, Yalçın Kocaoğulları, Mehmet Erkan Üstün, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
İntrakranial Anevrizmalarda Bt Ve Anjiografi İncelemelerinin Etkinliği
The DIagnostIc Value Of Ct And AngIography In IntracranIal Aneurysms
Subaraknoid kanamaların etyolojisinin tesbitinde çeşitli inceleme yöntemleri rutin olarak kullanılmaktadır. Bil gisayarlı tomografi (BT) subaraknoid kanama, intrakranial hematom ve intraventriküler kanamayı iyi demostre edebilmekle birlikte küçük anevrizmaların ve tromboze anevrizmaların tanımlanmasında yetersiz kalabilmektedir. Anjiografi ise invaziv bir yöntem olmakla beraber anevrizmaların saptanmasında ve cerrahi stratejinin be lirlenmesinde başarılı sonuçların alındığı bir inceleme yöntemidir. Akut nörolojik bulguları nedeniyle başvuran; BT ve anjiografik incelemeleri yapılan, anjiografide intrakranial anevrizması saptanan, 45’i erkek 53’ü kadın 98 hasta çalışma kapsamına alındı. 98 hastanın 96’sında (% 97.9) intrakranial kanama saptanırken, 98 hastadaki 103 anev rizma olgusunun ancak 24’ünde (% 23.3) BT incelemede anevrizma görüldü. BT incelemesinde intrakranial ka nama saptanan hastalarda cerrahi stratejinin belirlenmesi ve anevrizmaların ayrıntılı olarak değerlendirilmesi açısından anjiografik incelemenin yapılması gerektiği kanısındayız.
n determination the ethiology of subarachnoid haemorrhage some radiological diagnostic methods are used. Su- barachnoid haemorrhage, intracranial haemotoma and intravetricular bleeding can be correctly detected by com- puted tomography (CT), but in demostration of small aneurysm or trombosed aneurysm CT can be insufficient. Angiography which is an invasive examination also effective in the diagnosis of intracranial aneurysms and de termination of surgical strategy. 98 patients (45 M, 53 F) who have been admitted the hospital because of their acute neurological findings have intracranial aneurysms which were shown by angiography. Ali of these patients have been examined by CT also before angiography. 96 of 98 patients (97.9%) had subarachnoid haemorrhage and in 98 patients there were 103 aneurysms. Only 24 of 103 (23.3%) aneurysms were shown by CT exa- mination. We think that in patients with intracranial haemorrhage which are shown by CT examination, con- ventional angiography or digital substraction angiography remains the gold standart for detailed aneurysms de- tection and also for surgical planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Bayram Altuntaş, Mahmut Subaşı, Zeynep Paçin Türktarhan, Erkan Kaba, Özkan Çinici
Olgu sunumu
Özeti
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Tracheal StenosIs Related To Prolonged IntubatIon
Uzamış entübasyon sonrası görülen trakeal stenoz, halen önemli
bir klinik sorun oluşturmaktadır. Etyolojisinin daha iyi anlaşılması,
entübasyon tüpü ve trakeostomi kanüllerinin modifiye edilmesiyle
beraber insidansı azalmıştır. Kırkaltı yaşında erkek hastada,
uzamış entübasyon sonrasında üç boyutlu tomografi ve bronkoskopi
ile trakea stenozu saptandı ve bronkoskopik dilatsayon işlemi
uygulandı. Dilatasyon sonrası stenozu nüks eden hastaya trakeal
sleeve rezeksiyonu uygulandı. Uzamış entübasyona bağlı trakeal
stenozlarda tanı ve tedaviyi vurgulamayı amaçladık.
Tracheal stenosis related to prolonged intubation is a important
clinical problem, currently. Its incidence has decreased with
recognition of its etiology and modifications in the endotracheal
and tracheostomy tubes. A tracheal stenosis related to prolonged
intubation was detected by three dimension computed tomography
and bronchoscopy in a 46-year-old man. Although the bronchoscopic
dilatation, stenosis recurred. Therefore the tracheal sleeve resection
was performed. We aimed to emphasize the diagnosis and treatment
in the tracheal stenosis related to prolonged intubation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Ailede Kromozom 9qh+ Segmentinin İnversiyonu
Tülin Çora, Ayşegül Zamani, Mahmut Selman Yıldırım, Sennur Demirel
Olgu sunumu
Özeti
Bir Ailede Kromozom 9qh+ Segmentinin İnversiyonu
SpInal EpIdural PneumatosIs AssocIated WIth Spontaneous Pneumothora*
Spinal epidural hava nadiren spontan pnömotoraks ile birlikte görülebilir. Daha önceden hiçbir şikayeti olmayan, akciğer radyografisi ve bilgisayarlı tomografi ile pnömotoraks tesbit edilen olgunun spinal epidural alandaki hava odakları dikkat çekti. Bilgisayarlı tomografi ile görüntülenen bu bulgu literatür bilgileri ile birlikte tartışıldı.
Spinal epidural air associated with spontaneous pneumothorax is a rare condition. There was a pneumothorax in the patient had no history. Pneumothorax was demostrated chest X-ray and thorax CT. Moreover, CT showed also spinal air. This finding was discussed with literatüre
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Pnömotoraks İle Birlikte Epidural Pnömatozis
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Olgun Kadir Arıbaş, Ahmet S. Poyraz, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Pnömotoraks İle Birlikte Epidural Pnömatozis
SpInal EpIdural PneumatosIs AssocIated WIth Spontaneous Pneumothora*
Spinal epidural hava nadiren spontan pnömotoraks ile birlikte görülebilir. Daha önceden hiçbir şikayeti olmayan, akciğer radyografisi ve bilgisayarlı tomografi ile pnömotoraks tesbit edilen olgunun spinal epidural alandaki hava odakları dikkat çekti. Bilgisayarlı tomografi ile görüntülenen bu bulgu literatür bilgileri ile birlikte tartışıldı.
Spinal epidural air associated with spontaneous pneumothorax is a rare condition. There was a pneumothorax in the patient had no history. Pneumothorax was demostrated chest X-ray and thorax CT. Moreover, CT showed also spinal air. This finding was discussed with literatüre
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
Demet Kıreşi, Memduha Akyol, Kürşat Aydın, Mehmet Erkan Üstün
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
MrI And MultIdetector Ct AngIography In DIagnosIs SpInal ArterIovenous MalformatIon
Amaç: Spinal vasküler malformasyonlar spinal kanalda dura boyunca uzanan nadir görülen bozukluklardır. Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazları ile intravenöz kontrastlı anjiografik incelemeler son zamanlarda kullanılan tekniklerdendir. Bu sunuda 16 yaşında spinal arteriovenöz malformasyonu olan kız çocuğunun manyetik rezonans görüntüleme ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: MR görüntülerinde servikal 1-2 seviyesinde spinal kord ön yüzeyinde signal void özellikte yapılar ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi’de aynı seviyede kontraslanan genişlemiş ve kıvrımlı vasküler yapılar görüldü. Spinal arteriovenöz malformasyon tanısı konan olguya embolizasyon yapıldı. Sonuç: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazı ile anjiografi yöntemi spinal vasküler anomalileri görüntülemede kullanışlı non-invaziv bir inceleme yöntemi olabilir.
Aim: Spinal arteriovenous malformation is a rare pathology located in the dura along the spinal canal. Multi-detector computed tomographic (MDCT) angiography is a recently developed imaging technique. We present findings of magnetic resonance (MR) imaging and multi-detector computed tomographic angiography in 16-year-old patient with spinal arteriovenous malformations. Case report: MR images showed signal voids dilated vessels at the surface of the spinal cord at C1-2 level. Also, multi-detector computed tomographic angiography demontrated dilated varix-like vessels. The patient was diagnosed as having a spinal arteriovenous malformation. Result: Multi-detector computed tomographic angiography can be a non-invasive usefulness technique in detect the spinal arteriovenous malformatios.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yapay Pnomomediyastenli Bılgısayarlı Tomografı
Kemal Balcı, Mehmet Gök, Bilge Çakır, Alaaddin Vural, Faruk Özer
Araştırma makalesi
Özeti
Yapay Pnomomediyastenli Bılgısayarlı Tomografı
Computed Tomograply WIth ArtIfIcIal Pne-UrnomedIastIznum.
1994 yilintn ilk 4 ayznda 15 inde retroksifoid, 5 inde transtrakeal yolla yapay pniimomediyasten (YP) yapnktan sonra mediyastenlerini bilgisayarlz tomografi (BT) ile inceledigimiz 20 olgu icinde il-ginc: giirdiigiimiiz iki akciger kanserli olgunun tak-dimini yaptyoruz. Bu iki olguda BT sonuclarzna gore turnorlerin operabl olup olmadtklarz hususunda te-reddiide du mu tiik. Birinci olguda YP li BT me-diyastende tumoral invazyonun olmadzginz giivenilir fekilde gosterdi. Ikinci olguda ise mediyasten in-vazyonunun indirekt helirtilerini ortaya koydu. Her iki olgudada yapilan torakotomi bu bulgulan dog-rulach. Sonuc olarak akciger kanserinde selektif va-kalarda YP ile komhine edilmi. BT nin operahilite tayininde yararlz olahilecegi kanzszna varildz.
In the first 4 months of 1994 we carried out, in 20 cases computed tomography (CT) after artificial pneumomediastinum (AP). In 15 cases for air in-sulation into the mediastinum was used the trans-tracheal route and in 5 cases retroxiphoid route. In this article aong them 2 cases with bronchial car-cinoma is presented because we could not reach a decision whether they were operable or not by cli-nical findings and available methods including CT. But, at the first case CT performed after AP proved clearly no tumoral invasion in the mediastinum, at the second case it showed indirect signs of the me-diastinal invasion. In both cases thoracotomy con-firmed these findings_ As a result, it can be put for-wad that in some cases with bronchial carcinoma CT combined AP may he useful to assess the pos-sibility or chirurgical intervention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrakranial Menengiomlarda Lokalizasyon: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Kemal Ödev, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
İntrakranial Menengiomlarda Lokalizasyon: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
LocalIzatIon Of IntracranIal AlenIngIom: A ComputerIzed ToınographIc Study
Bu çalışmadaki hastalar Cumhuriyet ve Selçuk Üniversiteleri Tıp Fakültelerinde. 1986-1988 ve 1990-1991 yılları arasıda görüldü. Hastalara ait bilgi, bilgisayarlı tomografik ve patolojik sonuçlardan elde edildi. Olguların ortalama yaşı 55±11 yıldır. Kadınlarda belirgin bir üstünlük vardır, 23 hastanın 16'sı (%69.5) kadındır.Menengiondarın 7'si (%30.4) orta fossada, (%21.7) kranial konveksitede, 4'ü (%17.4) parasagittal, 3'ü (%13) parasellar ve 2'si (%8.6) orbital lokalizasyondadır
The patients included in ıhis study were seen by aııthors at University of Cumhuriyet and University of Selçuk Medicine Faculty between 1986-1988 and 1990-1991. Ali patient information was obtained from com-puterized tomographic examination and pathological provetion. The mean age at presentation was 55±11 years. There was a disiinct female predominance, with 16 (%69.5) of the 23 patients being women. The meningiom site was middle fossa in 7 (%30.4), cranial convexity in 5 (%21.7), parasagittal in 4 (%17.4), paracellar in 3 (%13), and orbital in 2 (908.6).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
Jale Bengi Çelik, Alper Yosunkaya, Ruhiye Reisli, İnci Kara, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Tekrarlayan Dozlarda Aktif Kömür Tedavisi Sırasında Gelişen Gastrik Obstrüksiyon
A GastrIc ObstructIon DurIng The MultI-Dose ActIvated Charcoal Treatment
Bu çalışmada, organofosfat zehirlenmesi olgusu nedeni ile tekrarlayan dozlarda aktif kömür uygulanmasının nadir bir komplikasyonu olan gastrik obstrüksiyona dikkat çekilmesi amaçlandı. 65 yaşında organofosfat zehirlenmesi nedeni ile tekrarlayan aktif kömür tedavisi uygulanan erkek hastada, tedavinin ikinci günü intestinal obstrüksiyon düşündüren klinik bulgular gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilen hastanın midesinde solid oluşumlar tespit edildi. Bunların aktif kömüre ait olabileceği düşünüldü. Gastrik lavaj ile aktif kömür birikintisi boşaltılamayınca endoskopik girişim ile bu oluşumlar temizlendi. tekrarlayan dozlarda aktif kömür tedavisi sırasında gastrointestinal obstruksiyon gelişebilir. Bu durumda dikkatli olmak ve zamanında müdahale etmek önemlidir.
In this study, it was aimed to rise a notice of gastric obstruction, a rare complication of multidose activated charcoal treatment of organophosphate poisoning, because of a case. Clinical signs that thought to be an intestinal obstruction was recognized in a 65 aged male patient who was treated with multi-dose activated charcoal because of organophosphate poisoning. Some solid images could be related to activated charcoal determined by the computerized tomography. These congromelates were emptied by endoscopy since the gastric lavage was insufficient. A gastrointestinal obstruction may develope during the multi-dose activated charcoal treatment. In this case it is important to being aware of this complication and managing it in the appropirate time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi İle İnsisura Scapulae’nin Morfometrik İncelemesi
Mehmet Tuğrul Yılmaz, Serter Gümüş, İsmihan İlknur Uysal, Yahya Paksoy, Muzaffer Şeker
Araştırma makalesi
Özeti
Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi İle İnsisura Scapulae’nin Morfometrik İncelemesi
A MorphometrIc Study On Suprascapular Notch By MultIdedector ComputerIzed Tomography
Incisura scapulae, scapula’nın margo superior’unda, processus coracoideus’un kökünün iç tarafında bulunur. Bu çentik üst taraftan ligamentum transversum scapulae superius tarafından kapatılır ve bir delik haline dönüştürülür. Bu bağın altından n. suprascapularis, üstünden ise a. ve v. suprascapularis birlikte geçerler. Bu çalışmada 2008-2009 yılları arasında multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) incelemesi yapılan hastalardan elde edilen görüntüler kullanılmıştır. 44 MDBT görüntüsünden (22 erkek-22 kadın) toplam 88 scapulae (sağ-sol) ’nın incisura scapulae’sı incelenmiştir. İnceleme sonucunda 5 tip belirlenmiştir. Bu tipler; Tip 1: derin ve geniş, Tip 2: derin ve dar, Tip 3: sığ ve geniş, Tip 4: sığ ve dar, Tip 5: çentiksiz’dir. Çalışmamızda beş tip incisura scapulae tespit edilmiştir. Bu tiplendirmede en fazla sayıda tip 1 (26 adet, % 29.54)’in ve en az sayıda tip 5 (2 adet, % 2.27)’in olduğu gözlenmiştir. Ayrıca, tuberculum supraglenoidale, angulus superior, angulus inferior ile incisura scapulae arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
Suprascapular notch located on the superior border of the scapula and just medial to the base of the coracoid process. This notch is covered by superior transverse scapular ligament and is turned into a foramen. Suprascapular nerve passes under this ligament and suprascapular vessels passes together over it. The images of the patients undergone MDCT examination between 2008 and 2009 were used in this study. Total 88 right and left MDCT scapula images obtained from 44 individuals (22 male, 22 female) were used. Suprascapular notch was divided into 5 types from these images. These types; Type 1: with deep and large notch, Type 2: with deep and narrow notch, Type 3: with shallow and large notch, Type 4: with shallow and narrow notch, Type 5: without a notch. In our study, the most common type was with (29,54%) deep, large notch and the least common type was the group (2,27%) without a notch. In addition, the relationship between suprascapular notch and supraglenoid tubercule, superior angle and inferior angle was evaluated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Behçet Hastalarında Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi Sonuçları İle Solunum Fonksiyon Testleri Arasındaki İlişki
Hüseyin Uysal, Şükrü Balevi, Nilsel Okudan
Araştırma makalesi
Özeti
Behçet Hastalarında Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi Sonuçları İle Solunum Fonksiyon Testleri Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Betvveen Pulmonary FunctIon Tests And HIgh ResolutIon ComputerIzed Tomography In Behcet’s PatIents
Amaç: Bu çalışmada, Yüksek Rezonans!/ Bilgisayarlı Tomografi (YRBT) değerlendirmesine göre patolojik akciğer bul guları olan ve olmayan Behçet hastalığı bulunan kadın hastaların solunum fonksiyonlarının karşılaştırılması amaç landı. Yöntem: Çalışmaya yaşları 19-54 arasında (ort. 37.0 ± 9.5) olan 29 kadın hasta ile yaşları 19-50 arasında (ort. 40.5 ± 8.3) olan 20 sağlıklı kadın alındı. Hasta ve kontrol grubunun fiziki muayeneleri yapıldı, YRBT’leri çekildi ve Sensormedics Sistem 2400 sulu spirometre ile solunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. Hastalar YRBT sonuçlarına göre YRBT (+) ve YRBT (-) olmak üzere iki gruba ayrıldı. YRBT (+) hasta grubunun (n=11) yaşlan 28-54 arasında (ort. 39.9 ± 8.1), YRBT (-) hasta grubunun (n=18) yaşları 19-50 arasında (ort. 35.2 ± 10.1) idi. Oluşturulan 3 grupta da FVC, FEV-f, FEFo^^.y^, PEF, VC, TLC, RV, FRC, DLCO ve DLCO/VA değerlerine bakıldı. Verilerin analizinde tercihli varyans analizi ve Tukey HSD testi kullanıldı. Bulgular: YRBT (+) hastalar ile YRBT (-) hastaların SFT değerleri birbirleriyle kıyaslandığında, gerek elde edilen en iyi değerler ve gerekse beklenen değerlere yüzde oranlar açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Hem YRBT (+) hem de YRBT (-) hasta grubunun SFT değerleri kontrol grubuyla ayrı ayrı karşılaştırıldığında ise elde edilen en iyi değerler arasında anlamlı bir fark bulunmazken, beklenen değere göre yüzde oranlar arasında sadece DLCO/VA değerlerinde anlamlı bir azalma (p<0.01) görüldü. Sonuç: Behçet hastalığında kısmi bir akciğer tutulumunun olduğu, ancak bu tutulum ile solunum fonksiyonları arasında direk bir ilişkinin bulun madığı söylenebilir. Bu nedenle, YRBT değerlendirmelerinde patolojik akciğer bulguları bulunan ve bulunmayan tüm Behçet hastalarında solunum fonksiyon testlerinin yapılarak hastaların solunum fonksiyonları hakkında bilgi edinilme si yararlı olacaktır. Ayrıca, solunum fonksiyon testlerinin normal olması halinde bile YRBT’de patolojik değişikliklerin bulunabileceği de gözönünde tutularak asemptomatik akciğer tutulumlarını belirlemek amacıyla YRBT tetkiklerinin yapılmasının hastalığın takibi açısından önemli olduğu kanaatindeyiz.
Objective: Comparison of the respiratory functions were aimed in this study in female Behcet’s patients whether with or without pathological pulmonary lesions according to high resolution computerized tomography (HRCT) evalutions. Methods: 29 female patients aged between 19 to 54 (average 37.0 ± 9.5) years and as control group 20 healthy female aged 19 to 50 (40.5 ± 8.3)years were taken into the study. Patients and control group individuals were physically inspected, HRCT films were taken and pulmonary function tests (PFT) through a spirometer were determined. Patients were divided into two group according to HRCT results as HRCT (+) and HRCT (-). HRCT (+) group patients (n=11) vvere aged 28 to 54 (average 39.9 ± 8.1)years and HRCT (-) group (n=18) vvere 19 to 50 (aver age 35.2 ± 10.1) years. İn ali groups the determinations of FVC, FEVj, PEp25-75%’ PEF, VC, RV, FRC, DLCO and DLCO/VA values vvere performed. Analysis of the results vvere carried out by preferred variance analysis and Tukey HSD tests. Results: A statistically important difference was not observed when the PFT values vvere compared betvveen HRCT (+) and HRCT (-) patients for the obtained results and the percentage rate to expected results. When the PFT values vvere compared for both HRCT (+) and HRCT (-) patients group with the control group separately though there was no statistical difference betvveen the best values but only a statistical decrease in DLCO/VA values (p<0.01) was observed betvveen the percentage rate to espected results. Conclusion: İt may be said that though there is a pulmonary restriction in Behcet’s disease but this restriction has no relation with respiratory functions. Thus it vvill be useful to perform pulmonary function tests in both vvith or vvithout pathological findings through HRCT evaluation in order to obtain some Information about respiratory functions of Behcet’s patients. Additionally vve presume even when the results of the pulmonary functions tests are normal though some pathological changes in HRCT should be considered HRCT investigations may be useful to follovv the disease. HRCT investigations may be useful to follovv the disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serebral Ve Serebellar İnfarktların Lokalizasyonu: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Kemal Ödev, Mehmet Emin Sakarya, Serdar Tarhan
Araştırma makalesi
Özeti
Serebral Ve Serebellar İnfarktların Lokalizasyonu: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
LocalIzatIon Of Cerebral And Cerebellar Infarcts: A ComputerIzed TomographIc Study
Serebral ve serebellar infarkth 170 hasta çalışma kapsamına almdı. 917 erkek, 79'u kadın olup, ortalama yaş 55Itir. 88 hastada infarkt solda, 60 hastada sağda idi. Hastaların çoğunda laküner ve parietotemporal bölge infarktı vardı.
We reviewed 170 patients with cerebrum and cerebellum infarcts. There were 91 men and 79 women. The average age was 55 years. 88 lesions were lıft-sided. and 60 lesions were right-sided. The nıajority of patients had lacunar and parietotemporale zone infarcts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Ekrem Kadıoğlu, Şaban Gönül, Hasan Basri Velioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Intraocular ForeIgn Body DIagnosed 15 Years After Trauma
Penetran göz yaralanmalarının sebep olduğu göz içi yabancı cismi (GİYC), cismin lokalizasyonu, boyutu ve niteliğine göre çeşitli bulgulara sebep olabilir. Bununla birlikte nadir olarak GİYC herhangi bir şikayete neden olmadan yıllarca sessiz kalabilir. Biz bu çalışmada travmadan 13 yıl sonra sık tekrarlayan ön üveite neden olan ve kataraktın bulunduğu bir hastada tespit ettiğimiz göz içi yabancı cisim olgusunu sunuyoruz. 31 yaşında erkek hasta iki senedir mevcut olan sol gözde görme azlığı ve ataklar şeklinde gelişen ağrı, kızarıklık, ışık hassasiyeti şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine basvurdu. 15 yıl önce yakınında seramik veya porselen türü bir cismin patlamasıyla sol gözünden yaralanma öyksü mevcuttu. Ön segment muayenesinde sol gözde saat 2 hizasında periferik korneada minimal nefelyon, 2x1 mm boyutlarnda periferik iris defekti, ön kamarada grade 2 hücre reaksiyonu ve arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Orbital bilgisayarlı tomografi tetkikinde sol glob içerisinde arka kutupta yerleşen 3x2mm boyutlarında, hiperdens yabancı cisim saptandı. Nedeni açıklanamayan üveit olgularında, hasta özellikle çocuk ve genç yaş gurubunda ise göz içi yabancı cisim olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Intraocular foreign body (IOFB) caused by penetrating eye injuries may lead to various findings by depending on the location, size and nature. However, in rare cases IOFB may remain silent for years without any complaint. In this study, we present the case of IOFB causing recurrent anterior uveitis 13 years after trauma in the patient with cataract. A 31-year-old male patient admitted to Ophthalmology department with the complaint of decreased vision which have been two years and pain, redness, light sensitivity with attacks in left eye. 15 years ago, a history of left eye injury occurred with exploding an object type of ceramic or porcelain was present. On the anterior segment examination, minimal peripheral corneal nefelyon at 2 hours position, peripheral iris defect size of 2x1 mm, grade 2 cell reaction in anterior chamber and posterior subcapsular cataract were present in left eye. In computerized tomography scan was detected the hyperdense foreign body placed in the posterior pole at the size of 3x2mm within the left globe. The possibility of intraocular foreign body should be kept in mind in patients with idiopathic uveitis specially in children and young people.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrakranial Kanamalarda Lokalızasyon: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Kemal Ödev, Mehmet Emin Sakarya, Serdar Tarhan
Araştırma makalesi
Özeti
İntrakranial Kanamalarda Lokalızasyon: Bilgisayarlı Tomografik Çalışma
LocalIzatIon Of IntracranIal Hemorrhages: A Computed TomographIc Study
91 erkek, 46 kadın olmak üzere 137 intrakranial kanamalt hastada, intrakranial kanama; intraserebral, subaraknoidal, subdural ve epidural katlama olarak sıglandırıldt. intraserebral 85 (%62)„mbaraknoidal 27 (%19.7), subdural 14 (%10.3) ve epidural 11 (9:98) olguda katlama vardır. Intraserebral kanamalı hastalarda yaş ortalaması 56, diğer lokalizasyonlarda ise 34-42 arasında değişmektedir.
We reviewed 137 patients (91 men and 46 wo-men) with intracranial hemorrhages. We classified intracranial hemorrizage; intracerebral, subarachnoid-al. subdural and epidural hemorrhages. There was he-tnarrhage of 85 (%62) cases tn the intracerebral, 27 (%19.7) in the subarachnoidal, 14 (%10.3) in the subdural, and 11 (%8) in the epidural localizalion. The mean age of the patients was 56 in the intracerebral hemorrhages, and 34-42 in the others locali-zations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Işıl Yurdaışık
Araştırma makalesi
Özeti
Beyin Ölümü Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The EffIcacy Of Computed Tomography AngIography In BraIn Death
Amaç: Beyin ölümü, beyin sapı dahil olmak üzere beynin bütün fonksiyonlarının tam ve geri dönüşsüz bir şekilde kaybı olarak tanımlanmaktadır. Beyin ölümü tanısında kullanılan üç esas bulgu koma, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve apnedir. Organ nakli bekleyen hastaların sayısındaki artış ile birlikte beyin ölümü tanısı daha da önemli bir hal almıştır. Bu çalışmada bilgisayarlı tomografi anjiyografinin (BTA) beyin ölümü tanısındaki etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ekim 2015 ile Haziran 2018 arasında hastanemizin yoğun bakım ünitesinde yatan toplam 21 hastanın beyin ölümünün gerçekleştiği klinik olarak bildirilmiştir. Bu hastalardan birine manyetik rezonans anjiyografi (MRA) uygulandığı için çalışma dışı bırakılmıştır. Geriye kalan ve BTA sonuçları mevcut olan toplam 20 hastanın bulguları retrospektif olarak yeniden değerlendirilmiştir. Hastaların yaşları 25 - 75 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 45±1 yıldır.
BTA değerlendirmeleri 64 dedektör sıralı, döngü başına 128 kesit alan ve 384 kesite kadar yükseltilebilen bir cihaz ile yapılmıştır. 100 ml kontrast madde, çift başlı bir otomatik pompa ile 350-375 mg/ml olacak şekilde 3.5-4 cc/sn hızında verilmiştir. Kontrast madde vermeye başlandıktan sonra ilgili bölge (ROI) eşik değer olan 90-100 HU’ya ulaşınca aksiyel planda 15-20 sn aralığında tarama yapılmıştır. BTA bulguları 10 puanlı skala üzerinden değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan ve BTA uygulanan 20 hastanın ölüm nedenleri olarak sekiz hastada intrakranyal hemoraji, dört hastada iskemik serebrovasküler olay (SVO), üç hastada kraniotomi sonrası hemoraji, iki hastada kardiyak arrest, bir hastada travma sonrası kontüzyo serebri ve iki hastada metabolik nedenler olarak bildirilmiştir.
Toplam 20 hastada ACA, PCA, MCA distal ve ICA supraklinoid dallarında kontrast dolumu “0” iken, 8 hastada ise MCA proksimal dallarında kontrast dolumu saptanmıştır. İki hastada tek taraflı ACA proksimalinde şüpheli bir kontrast dolumu belirlenmiştir. Intrakraniyal dalların her birindeki opasifikasyon kaybına 1 puan verilmiştir. Buna göre 20 hastanın tümü toplam 10 puan almıştır.
Sonuç: Organ nakilleri için yasalarla gerekliliği belirlenmiş beyin ölümü tanısı için BTA’nın etkin ve geçerli bir doğrulayıcı yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
Objective: Brain death is defined as the complete and irreversible loss of all brain functions including the brain stem. Three major findings used for the diagnosis of brain death are coma, absence of the brain stem reflexes and apnea. The diagnosis of brain death has become more important with the increasing number of patients waiting for transplantation. The objective of this study was to determine the efficacy of computed tomography angiography in confirming brain death.
Material & Methods: Clinical brain death was reported in total 21 patients hospitalized in critical care unit of our hospital between October 2015 and June 2018. One of these patients was excluded since he underwent magnetic resonance angiography. CTA findings of the remaining patients were retrospectively evaluated. Patients were aged between 25 and 75 years with a mean age of 45 ± 1 years. CTA evaluations were performed using a 64 detector device. 100 mL contrast agent was delivered with a double head automated pump at a rate of 3.5 – 4 cc/sec as 350-375 mg/mL. When the region of interest reached to 90-100 HU cut off value, the images were acquired at 15-20 sec intervals on the axial plan. CTA findings were interpreted using 10- point scale.
Results: Causes of death were reported as intracranial hemorrhage in eight patients, ischemic cerebrovascular events in four patients, hemorrhage after craniotomy in three patients, cardiac arrest in two patients, post-traumatic contusio cerebri in one patient, and metabolic reasons in two patients.
Contrast filling was “0” in the ACA, PCA, MCA distal, and ICA supraclinoid branches of all 20 patients. Suspected contrast filling was found in MCA proximal in eight patients and unilateral ACA proximal in two patients. Each loss of opacification in the intracranial brancges was scored as 1 point. Accordingly, all patients were scored as 10 points.
Conclusion: According to our results, CTA is an effective and sensitive method for the diagnosis of brain death which is obligated by regulations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
Hadice Selimoğlu Şen, Ayşe Aydın, Abdurrahman Abakay, Abdulhalim Şenyiğit
Olgu sunumu
Özeti
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
A HydatId Cyst Case WIth Mass LesIon VIew In The Lung
Kist hidatik, Echinococcus granülosus tarafından oluşturulan bir parazitik infestasyondur. Bu çalışmada akciğer kist hidatiğinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan malign kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur. 17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmişti. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde kitle lezyonu saptanan hastaya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmentte mukozal tümseklenme ve üzeri nekrotik doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucu ‘kist hidatik’ olarak raporlandı. Batın ultrasonografisinde epigastriumda karaciğer sol lobunda kistik oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine nakledildi. Orada yapılan operasyonla akciğerdeki kist hidatik çıkarıldı. Akciğer kist hidatiği sıklıkla alt loblarda lokalize olur. Kistin klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadir de olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hidatiği akla getirmek gerekir.
Hydatid cyst is a parasitic infestation caused by Echinococcus granülosus. In this study we present a pulmonary hydatid cyst case that has radiological and bronchoscopic view like a malign mass. A 17 year-old male patient. He has cough, sputum and hemoptysis complaints. He has 10 kg weight loss in last two mounths. Thorax computed tomography showed a consolide lesion in the the right upper lobe. Fiberoptic bronchoscopy was performed in this case. There was an endobronchial hump lesion covered with necrotic tissue, in the right upper lobe anterior segment. The result of bronchoscopic biopsy was reported as ‘hydatid cyst’. We found a cystic lesion at the left liver lobe in abdominal ultsonography. Patient transferred for operation at thoracic surgery department. Hydatid cyst was rejected by operation. Hydatid cyst is usually located in the lower lobes of the lungs. Although cyst has classic radiologic, bronchoscopic findings, we should think hydatid cyst in different radiological and bronchoscopic findings too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyak Kitlelerde Radyolojinin Rolü Nedir? Farklı Tanıların Görüntüleme Bulguları
Cengiz Kadıyoran, Pınar Didem Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Kardiyak Kitlelerde Radyolojinin Rolü Nedir? Farklı Tanıların Görüntüleme Bulguları
What Is The Role Of RadIology In CardIac Masses? ImagIng FIndIngs Of DIfferent DIagnoses
Amaç: Kardiyak kitleler nadir görülür; neoplastik ve neoplastik olmayan olarak sınıflandırılır. Kardiyak
kitlelerin tanısında ve cerrahi planlanmasında farklı görüntüleme yöntemleri hayati bir rol oynamaktadır.
Ekokardiyografi, kitle tespitinde birincil yöntemdir. Kardiyak kitleleri tespit etmek ve takip etmek için
bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılır. Bu çalışmada nadir
görülen kardiyak kitlelerin tespiti ve tedavi planlamasında radyolojinin rolünü değerlendirmeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: 2018-2021 yılları arasında radyoloji ünitemizde saptanmış kardiyak kitlesi olan
beş hastanın başvuru semptomları, kitlelerin tespit edildiği görüntüleme yöntemleri ve görüntüleme
bulgularının patolojik tanıları ile uyumlu olup olmadığı değerl endirildi.
Bulgular: Lenfoma, pleomorfik sarkom ve hemanjiyom tanısı alan hastaların kitleleri 3 cm'den büyüktü.
Malign kitlelerin sınırları belirsizdi ve komşu yapılara invazyon görülmekteydi. Kardiyak hemanjiyom,
perikardiyal kist ve miksoma tanısal radyolojik bulgulara sahip ti.
Sonuç: Kardiyak kitlelerin patolojik tanısına göre görüntüleme bulgularının bilinmesi hasta yönetiminde
ve tedavi planlamasında önemlidir .
Aim: Cardiac masses are rare and categorized as non-neoplastic and neoplastic. Different imaging
methods play a vital role in the diagnosis and surgical planning of cardiac masses. Echocardiography
is the primary method of mass detection. Computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging
(MRI) are used to detect and monitor cardiac masses. In this study, we aimed to evaluate the role of
radiology in the detection of rare cardiac masses and treatment planning.
Patients and Methods: Admission symptoms of five patients with cardiac masses detected in our
radiology unit between 2018 and 2021, the imaging methods in which the lesions were determined, and
whether the imaging findings were consistent with their patholo gical diagnosis were evaluated.
Results: The masses of patients diagnosed with lymphoma, pleomorphic sarcoma, and hemangioma
were larger than 3 cm. The margins of the malignant masses were ill-defined, and invasion into adjacent
structures was seen. Cardiac hemangioma, pericardial cyst, and myxoma had diagnostic radiological
findings.
Conclusion: It is significant to know the imaging findings according to the pathological diagnosis of
cardiac masses in patient management and treatment planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Mide Lenfoması (bir Yaka Nedeni İle)
Kemal Ödev, Şükrü Bülent Özer, Bilge Çakır, Şakir Tavlı, Salim Güngör
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Mide Lenfoması (bir Yaka Nedeni İle)
PrImary GastrIc Lymphoma (a Case Of Report)
Primer mide lenfoması nadir görülen hastalıktır. Üst gastrointestinal sistemin baryumlu inceleme-sinde mide duvarında belirgin olarak kalinmaşma, anormal şekilde kalınlaşan mukozal kıvrtmlar görülen 1 olguda, bilgisayarlı tomografi (BT) ile primer mide lenfoması tanısı konuldu. Klinik olarak mide lenfomasından şüphe edilen olguların teşhisinde bilgisayarlı tomografi noninvaziv, güvenilir inceleme yöntemidir.
Primary gastric lymphoma is a rare disease. On barium studies of the upper gastrointestinal tract, one case had marked gastric wall thickening. Primary gastric lymphoma was diagnosed by computed to-mography (CT). Computed tomography is iz noninvasive, accurate ınethod of evaluating patients with suspected gastric lymphoma clinically.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sturge-Weber Sendromunun Kranıal Bilgisayarlı Tomografie Özelliklerı
Bilge Çakır, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Sturge-Weber Sendromunun Kranıal Bilgisayarlı Tomografie Özelliklerı
CranIal Cornputed TomographIc CharacterIstIcs Of Sturge Weber DIsease
Suturge-Weber Sendromu'nda kranial bilgisayarlı tomografi (BT) ile ipsilateral kortikal kalsifikas-yon, kortikal atrofi ve anjiyomatöz malformasyort varlığı gösterilebilmektedir. Bu bildiride, atipik yerleşimli ve kalsifikasyon içermeyen iki yaka nedeni ile Sturge-Weber Sendromu'nun BT özellikleri tartışıldı.
Sturge Weber Syndrome can reveal itself by cortical calcification cortical atrophy and angiomatos amlformation, as shown by compwed tomography. In this study, iwo cases having atypical localisation and without cakification vere presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
Fakıh Cıhat Eravcı, Necdet Poyraz, Celalettin Korkmaz, Hilmi Alper, Miyase Orhan, Mehmet Akif Dündar, Pınar Diydem Yılmaz, Hamdi Arbağ
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between PneumonIa SeverIty And The Presence Of AnosmIa And AgeusIa In HospItalIzed PatIents WIth CovId-19
Amaç: Literatür, koku ve tat kaybı semptomları yaşayan COVID-19 hasta grubunun daha genç olduğunu,
ağırlıklı olarak kadın olduğunu ve bunlarda hastalığın daha hafif seyrettiğini ortaya koydu. Mevcut
çalışmada COVID-19 ile hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığının pnömoni
şiddeti ve laboratuvar test sonuçları ile ilişkisinin değerlend irilmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Ekim 2020-Mart 2021 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı tarafından
yatırılan ve toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
Hastaların toraks BT bulguları, her bir lob için şiddet skoru ile skorlandı ve toplam skor elde edildi.
Pnömoni lezyonların şekline, dağılımına ve görünümüne göre sınıflandırıldı ve laboratuvar test sonuçları
kayıt edildi. Bu bulgular koku ve tat kaybı varlığına göre karş ılaştırıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması 53.0±14.5 yıl (18-89 yıl) olan, 89'u (%50.2) erkek ve 88'i (%49.8) kadın olmak
üzere toplam 177 hasta değerlendirilmeye dahil edildi. Anosmi ve ageusia semptomlarından en az birini
yaşayan (Grup 1) hasta sayısı 67 (%37.9) olup, geri kalanı (Grup 2) bunlardan hiçbirini yaşamamıştır. Bu
semptomları olan, Grup 1 hastalarının yaş ortalaması, Grup 2’ye kıyas ile daha gençti (p=0,009). Toplam
pnömoni skoru ve tutulum paternleri açısından gruplar arasında fark saptanmadı (p> 0.05). Bu gruplar
laboratuvar sonuçları açısından da benzer bulundu (p> 0.05).
Sonuç: Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı prevalansı az değildir ve bu semptomlar gençlerde
daha sıktır. Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığı ile pnömoni şiddeti ve
laboratuvar sonuçları arasında ilişki saptanmadı. Bu semptomların hastanede yatan hastalarda, hastalığın
şiddeti açısından prognostik değeri yoktur .
Aim: The literature revealed that group of COVID-19 patients who experience anosmia and ageusia
symptoms is younger, is predominantly female, and experiences a milder course of the disease. This
study aimed to evaluate the relationship of the presence of anosmia and ageusia symptoms with the
severity of pneumonia and laboratory test results in hospitaliz ed patients with COVID-19.
Patients and Methods: A retrospective evaluation was made of patients who were hospitalized by
the Department of Pulmonology between October 2020-March 2021 and underwent thorax computed
tomography (CT). Thorax CT findings of the patients were scored with a severity score for each lobe and
a total score was obtained. Pneumonia was classified according to the shape, distribution and appearance
of the lesions, and laboratory test results were obtained. These findings were compared according to the
presence of anosmia and ageusia symptoms.
Results: Evaluation was made of a total of 177 patients, comprising 89(50.2%) males and 88(49.8%)
females with a mean age of 53.0±14.5 years (range, 18-89 years). The number of patients who experienced
at least one of the symptoms of anosmia and ageusia (Group 1) was 67(37.9%) and the rest (Group 2)
did not experience any of these symptoms. The Group 1 patients who experienced these symptoms was
younger (p=0.009). No difference was determined between groups regarding the total pneumonia score
and involvement patterns (p> 0.05). The groups were similar in terms of laboratory results(p> 0.05) .
Conclusion: The prevalence of anosmia and ageusia in hospitalized patients is not a small number and
is more common in the younger population. No association was seen between the presence of these
symptoms and milder pneumonia severity and laboratory results. These symptoms do not have prognostic
value for the severity of the disease in hospitalized patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özefagusa Rüptüre Olan Mediyastinal
tüberküloz Lenfadenit
Hatice Kılıç, Tuba Öğüt, Ayşegül Şentürk, Birkan Bozkurt, H.canan Hasanoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Özefagusa Rüptüre Olan Mediyastinal
tüberküloz Lenfadenit
Rupture Of The Esophagus WIth MedIastInal
tuberculosIs LymphadenItIs
Tüberküloz lenfadenit extrapulmoner tüberkülozun en sık görülen
şeklidir.Tanısı oldukça güçtür. Sıklıkla haftalar ve aylar içerisinde
şişen ağrısız lenf nodları şeklinde kendini gösterir. Mediastinal
tüberküloz oldukça nadirdir; özefagial semptomlar ile kendini
göterir. Karın ağrısı yakınması ile başvuran 50 yaşındaki bayan
hastada çekilen torakoabdominal bilgisayarlı tomografi (BT) ‘de
özefagial rüptür ve mediyastinit bulguları saptanması üzerine yapılan
torakotomide mediastinal tüberküloz uyumlu bulgular saptanması
üzerine bu nadir olgu sunuldu.
Extrapulmonary Lymphadenitis is the most common form of
tuberculosis. It is very difficult to diagnose. Often within weeks or
months, manifests itself in the form of the bottle painless lymph
nodes. Mediastinal tuberculosis are very rare; shows with esophageal
symptoms. A 50-year-old female patient referred with abdominal pain.
Her thoracoabdominal computed tomography (CT) in esophageal
rupture and mediastinitis findings on the identification underwent
thoracotomy mediastinal tuberculous consistent findings on the
identification of this rare case is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazofarenks Kanserinde Radyoterapi Etkinlı6inin Bılgısayarlı Tomografı Ile Degerlendirilmesi
Ahmet Candan Durak, Eray Karahacıoğlu, Nevzat Özcan, Hüseyin Bora
Araştırma makalesi
Özeti
Nazofarenks Kanserinde Radyoterapi Etkinlı6inin Bılgısayarlı Tomografı Ile Degerlendirilmesi
EvaluatIon By Computed Tomography Of The EffectIveness Of RadIotherapy In CarcInoma Of The Nasopharynx
Bu çalışmada, nazofarenks kanserlerinin ta-manda Ye radyoterapiden sonraki takibinde bil-gisayarh to. mografinin (BD onemi tartiplch. Rad-voterapiti etkinligi, bilgisavarlt tomografik incelemelerle degerlendirildi. Klinik ye 13T bulgulart ile nazofarenks kanseri diiginiilen ye bivopsi ile ye-rifiye edilen 26 olguda tedaviden once ye tedaviden 8-12 hafta sonra elde edilen BT bulgulart kar-ftlagtrtldt. Tedavi Oncesi 7 olgu evre I, 3 olgu evre II, 6 olgu ewe III, 10 olgu evre IV olarak tesbit edil-di. Radyoterapiden sonra yaptlan BT incelemelerin degerlendirildiginde 10 (% 41.6) olguda tam iyi-lqme, 14 (% 583) olguda lasmi ivilecme elde edit-digi saptandt. cevre dokulara invazyonda gerileme tesbit edildi. Bu caltmada sonuc olarak nazofarenks kanserlerinin tantsmda radyoterapinin etkinliginin saptanmasuida RT'nin onemli yeri vardır
At the present study the value of computed to-mography (CT) in follow up examination after ra-diotherapy and in the diagnosis of nazopharangeal carcinoma were discussed. The effectiveness of the radiothepary is evaluated by CT scans. It has been discuseed CT results before the treatment and 8-12 weeks later in 26 cases tht have nasopharangeal carcinoma in both CT scanned clinical examination. These findings were confused that 7 cases is stage 1. 3 cases stage II, 6 cases stage III and 10 cases stage IV. After the radiotherapy, CT scans showed that 10 patients (41.6%) have complete response and 14 pa-tients (58.3 %) have partially response. It was re-ported the regression of the invasion in to the ad-junct structures. In conclusion, CT is available procedure in the diagnosis of nasopharangeal car-cinomas and to report of the effectiveness of ra-diotherapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta