Covid-19 Korkusu Ve Yaşlı Ayırımcılığı Arasındaki İlişki
Saniye Göknil Çalık, Evre Yılmaz, Hatice Balcı, Halil Türktemiz, Gülfidan Başer, Doğa Başer
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Korkusu Ve Yaşlı Ayırımcılığı Arasındaki İlişki
RelatIonshIp Between CovId-19 Fear And AgeIsm
olanlar ve yaşlı bireyler için daha fazla risk teşkil ettiği incelenen vaka profillerinde görülmüştür. Yaşlı
bireyleri COVID-19’dan korumak amacıyla hükümetler bazı kısıtlamalar getirmiştir. Bu kısıtlamaların yanlış
değerlendirilmesinin yaşlı ayrımcılığı tutumlarına yol açabileceği düşünülmektedir. Bu çalışma, toplumun
COVID-19 korkusu ile yaşlı ayrımcılığına yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçlamaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte tasarlanan bu çalışma gönüllü 18-65 yaş arası 683 kişi ile
yapılmıştır. Araştırmanın verileri Fraboni Yaşlı Ayrımcılığı Ölçeği ve COVID-19 Korku Ölçeği kullanılarak
toplanmıştır. Veriler 1-20 Haziran 2020 tarihlerinde toplanmıştır .
Bulgular: Ortalama Fraboni Yaşlı Ayrımcılığı Ölçeği ve COVID-19 Korku Ölçeği puanları sırasıyla 67.87
± 6.15 ve 18.81 ± 6.16 bulunmuştur. Sonuçlar, COVID19 korkusu ile yaşlılık arasında zayıf ve negatif bir
ilişki olduğunu göstermiştir .
Sonuç: Genel olarak bireylerin yaşlılara karşı olumlu tutumları ve düşük COVID-19 korkusu bulunmuştur.
Aim: The clinical course of COVID-19 cases and the severity of symptoms vary according to the case.
However, it has been seen in the cases examined that it poses a greater risk for those with chronic
diseases and elderly individuals. In order to protect elderly individuals from COVID-19, governments
have introduced some restrictions. It is thought that the wrong evaluation of these restrictions may lead
to attitudes of ageism. This study aimed to determine the relationship between society's fear of COVID-19
and attitudes towards ageism.
Patients and Methods: This work is designed in descriptive type. This study was conducted with
volunteers between the ages of 18-65 683 people. The data of the study were collected using the Fraboni
Scale of Ageism and COVID-19 Fear Scale. Data were collected on 1-20 Jun e 2020.
Results: The mean Fraboni Scale of Ageism and COVID-19 Fear Scale scores were 67.87±6.15 and
18.81±6.16, respectively. The results showed a weak and negative correlation between COVID19 fear
and ageism.
Conclusion: In general, individuals had a positive attitude towards the elderly and had low levels of
COVID-19 fear.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilomatriks Karsinoma
Yaşar Ünlü, Pınar Karabağlı, Hüseyin Kılıç, Ceyhan Uğurluoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pilomatriks Karsinoma
PIlomatrIx CarcInoma
Amaç: Pilomatriks karsinoma tanısı konulan bir olgunun, nadir görülmesi nedeniyle tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: 50 yaşında erkek hastada, sol ön kolunda yerleşim gösteren pilomatriks karsinoma olgusunu sunduk. Hasta hikayesinde lezyonun bir yıl önce geliştiği, ilk 6 aydan sonra boyutlarının hızla arttığı bildirildi. Pilomatriks karsinoma tanısı başlıca histopatolojik olarak verilir. Tümör, sıklıkla atipik mitozis gösteren, nükleolusları belirgin pleomorfik hücrelerden oluşmakta ve santralde keratotik materyal, gölge hücreleri, ve nekroz alanları ile karakterizeydi. Damar veya sinir infiltrasyonu görülmedi. Hasta 22 aydır lezyondan arınmış olarak izlenmektedir. Sonuç: Pilomatriks karsinoma düşük dereceli bir tümör olup, pilomatriksoma ve tiplerinden ayırımı yapılmalıdır. Klinisyenler ve patologların uzak metastaz potansiyeli yönünden, bu olgulara dikkatli yaklaşımı gerekmektedir. Literatürü gözden geçirerek olgunun diğer deri tümörleri ile ayırıcı tanısını tartıştık.
Aim: It was aimed to discuss a rare case which was diagnossed as pilomatrix carcinoma. Case Report:We report the case of a 50-year- old man with a pilomatrix carcinoma in his left forearm. In his history the patient announced taht the lesion had developed one year ago, and its size had expanded rapidly after the first six- month period. Diagnosis of malignant pilomatricoma is essentially histopathological .The tumor was composed of pleomorphic basaloid cells with prominent nucleoli and frequent atypical mitoses accompanied by central areas with keratotic materials, shadow cells, and foci of necrosis. Vascular or perineural infiltration was not observed. The patient remained disease-free at the 22 months follow- up. Conclusion: Pilomatrix carcinoma is a neoplasm of low-grade malignancy that should be distinguished from the conventional pilomatrixoma and its variants. Clinicians and pathologists should be aware of the occurrence of pilomatrix carcinoma because of its potential for distant metastases. We reviewed the literature and comment on the histopathologic differences from other cutaneous tumors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Amenoreli Bir Vakada Nadir Bir Androjen Reseptör Gen Mutasyonu
Makbule Nihan Somuncu, Ayşe Gül Zamani, Emine Göktaş, Selman Yıldırım, Kazım Gezginç
Olgu sunumu
Özeti
Primer Amenoreli Bir Vakada Nadir Bir Androjen Reseptör Gen Mutasyonu
A Rare MutatIon In Androgen Receptor Gene WIth A Case Of PrImary Amenorrhoea
Androgen insensitivity syndrome (AIS) is an X-linked recessive disorder associated with incompatible
genotypes and phenotypes caused by mutations in the androgen receptor (AR) gene is located at
Xq11-q12. We have detected a rare mutation in the AR gene that has not been reported in the literatüre.
Clinical findings are female external genitalia at birth, abnormal secondary sexual development in puberty,
infertility in individuals with a 46, XY karyotype as typically characterized AIS. In our case, a 17-yearold
female phenotype presented with primary amenorrhoea and predominantly female external genitalia.
The patient had 46,XY with female phenotype. We detected a missense rare mutation in the first exon as
NM000044 c.5A>G variant was not found in ExAc or 1000genome population database, however, ıt was.
Substituting at position 2 to glutamic acid exchange to glycine. Glutamic acid is a polar amino acid with
a negative charge while glycine has stayed in a nonpolar hydrophobic group. So, we thought that the
mutation may cause a physical defect in protein and the native three-dimensional structure of the AR gene
Androjen duyarsızlık sendromu (AIS), Xq11-q12'de yer alan androjen reseptör (AR) genindeki
mutasyonların neden olduğu genotip/fenotip uyumsuzluğu ile seyreden X'e bağlı çekinik bir hastalıktır.
Bu çalışmada AR geninde literatürde daha önce bildirilmemiş nadir bir mutasyon saptadık. AIS’nun temel
klinik bulguları; 46,XY bireylerde, doğumda dişi dış genitalya, puberte döneminde anormal sekonder seks
karakter gelişimi ve erişkinlik döneminde görülen infertilitedir. 17 yaşında, dişi dış genitalyaya sahip hasta
primer amenore nedeniyle kromozom analizi yapılmak üzere kliniğimize yönlendirildi. Hastanın genotipi
46,XY olarak saptandı. Hastanın AR geni sekans analizinde ekzon 1’de; daha önce ExAc, 1000genome
ve diğer popülasyon veri tabanlarında bulunmayan NM000044 c.5A>G varyantı tespit edildi. Bu varyant 2.
pozisyonda glutamik asidin glisine dönüşümüne neden olmaktadır. Negatif yüklü, polar bir aminoasit olan
glutamik asidin; hidrofobik özelliğe sahip glisine dönüşümü nedeniyle, bu mutasyonun AR geninin fiziksel
yapısını ve proteinin 3 boyutlu yapısını bozabileceğini düşündü k.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Submandibuler Sialolipom
Sıddıka Fındık, Mehmet Akif Eryılmaz, Hasan Esen, Gülşah Şafak Örkan, Abitter Yücel
Olgu sunumu
Özeti
Submandibuler Sialolipom
SIalolIpoma Of The SubmandIbular Gland
Sialolipom; intraoral yerleşimli lipom varyantı olarak tanımlanan,
nadir görülen benign bir tümördür. Tümör, etrafı ince kapsüllü,
matür adipozit ve normal tükrük bezi dokusundan oluşmaktadır.
Bu çalışmada, 55 yaşında, bayan bir hastada submandibuler gland
yerleşimli sialolipom olgusu sunuldu.
Sialolipom is a rare benign tumor, defined as the variant of
intraoral lipoma. Tumour is completely surrounded by thin fibrous
capsule and consisted of mature adipocytes and normal salivary
gland tissue. In here, we present a 55 years old female patient with
submandibular gland located sialolipoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tidoid Ameliyatlarında Rekürren Laringeal Sinirinin Ortaya Konulmasının Vokal Kord Paralizisi Gelişmesine Etkisi
Hüsnü Alptekin
Araştırma makalesi
Özeti
Tidoid Ameliyatlarında Rekürren Laringeal Sinirinin Ortaya Konulmasının Vokal Kord Paralizisi Gelişmesine Etkisi
The Effect Of Recurrent Laryngeal Nerve IdentIfIcatIon DurIng ThyroId Surgery On IncIdence Of Vocal Fold ParalysIs.
Amaç: Tiroid bezine yönelik cerrahi girişimlerde rekürren laringeal sinirin ortaya konulmasının paralizi olasılığı üzerine etkisi olup olmadığını araştırmak. Gereç ve yöntem: Son yıllarda tiroid ameliyatları esnasında çeşitli yöntemlerle rekürren laringeal sinirin ortaya konulmasının, sinirde oluşabilecek paralizi riskiniazalttığı ileri sürülmektedir. Bu prospektif çalışma Ocak 2003-Ekim 2005 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Toplam 36 hastada tiroid ameliyatı esnasında rekürren laringeal sinir, diseksiyon ve görsel tanımlama ile ortaya konarak sinir paralizisi gelişme oranları araştırıldı. Bulgular: Hastalardan 30’unda (%83.3) bilateral subtotal lobektomi, 4’üne (%11.1) totale yakın tiroidektomi, 2’sine (%5.6) uniteral total lobektomi + istmektomi ameliyatı yapıldı. Hastaların hiçbirinde kalıcı rekürren laringeal sinir paralizisi gelişmedi. Geçici rekürren laringeal sinir paralizi oranı %1.42 idi. Sonuç: Rekürren laringeal sinirin ortaya konulması sinirde oluşabilecek paralizi riskini azaltmaktadır.
Aim: We have investigated effect of recurrent laryngeal nerve identification during thyroid surgery on incidence of nerve paralysis. Material and method: Routine intraoperative dissection and identification of recurrent laryngeal nerve was said to have reduced the nerve paralysis at recent reports in the literatüre. This prospective study was conducted between January 2003 and October 2005. The recurrent laryngeal nerve identification was performed during thyroid surgery and incidence of nerve paralysis was recorded in 36 patients. Results: For 30 patients (83.3%) the surgical procedure was bilateral subtotal lobectomy, for 4 patients (11.1%) the surgical procedure was unilateral total lobectomy + isthmusectomy and for 2 patients (5.6%) the surgical procedure was near-total thyroidectomy. There was no permanent recurrent laryngeal nerve paralysis. The temporary recurrent laryngeal nerve paralysis rate was 1.42 percent. Conclusion: The identification of recurrent laryngeal nerve reduced the rate of postoperative recurrent laryngeal nerve paralysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melanoakantom / Pigmente Seboreik Keratoz: Yaygın Bir Antitenin Nadir Bir Varyantı
Faheema Hasan, Pramila Anthony Singh, Nidhi Shukla
Olgu sunumu
Özeti
Melanoakantom / Pigmente Seboreik Keratoz: Yaygın Bir Antitenin Nadir Bir Varyantı
Melanoacanthoma / PIgmented SeborrhoeIc KeratosIs: A Rare VarIant Of A Common EntIty
Melanoakantom veya pigmente seboreik keratoz, sıklıkla yaşlı hastaların gövde, baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkan, yoğun pigmente sahip, seboreik keratozun nadir bir varyantıdır. Melanoakantomların histolojik incelemesinde dendritik melanositlerin ve bazaloid keratinositlerin proliferasyonu izlenir. Lezyon klinik olarak malign melanomu taklit edebildiğinden, doğru tanı ve doğru klinik yönetim için histopatolojik inceleme yapılması gereklidir.
Melanoacanthoma or pigmented seborrhoeic keratosis is a rare variant of seborrhoeic keratosis which commonly occurs as deeply pigmented lesion in the head and neck or trunk of elderly patients. Melanoacanthomas shows proliferation of dendritic melanocytes and basaloid keratinocytes on histology. The lesion can clinically mimic malignant melanoma and variants a histopathological examination for the right diagnosis and proper management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Muhammet Raşit Özer, Ali Avcı, İsmail Baloğlu, Kader Zeybek Aydoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Factors AssocIated WIth IntensIve Care HospItalIzatIon In PatIents WIth CovId-19
Amaç: Bu çalışmada biyokimyasal parametreler, vital bulgular ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR) değerlerinin
COVID-19 hastalarında yoğun bakım yatış endikasyonunun belirlenmesinde kullanılabilir olup olmadığı
amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, bir üniversite hastanesinin acil servisinde
gerçekleştirildi. 1-31 Temmuz 2020 tarihinde hastanemize başvurmuş SARS-CoV-2 PCR testi pozitif olan
hastalar çalışmaya dahil edildi. Elektronik ortamda hastaların laboratuvar sonuçları, demografik bulguları ve
klinik sonuçları toplandı. Hastalar taburcu edilmiş, servise veya yoğun bakıma yatışı yapılmış olarak 3 gruba
ayrıldı. Gruplar arasında semptomların görülme sıklığı, şiddeti, ek hastalıklar, laboratuvar değerleri, NLR
değerleri kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 489 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların ortalama yaşı 48.69 + 17.25 yıl
iken bunların 260’ı (%53,16) kadındı. Bu hastaların 248’i (%50,9) taburcu edilirken, 207’si (%42,3) servislere,
33 (%6,7)’ü de yoğun bakım ünitelerine alındı. Yoğun bakıma yatış yapılan hastaların yaş, kalp hızı, üre,
kreatinin, CRP, D-dimer ve NLR değerleri diğer gruplara kıyasla yüksekken, bu grupta oksijen saturasyonu
ise istatiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. Yoğun bakımı yatışı olanlarda Diabetes Mellitus, Esansiyel
Hipertansiyon, Kronik Obstrüktif Akciğer hastalığı gibi eşlik eden sistemik rahatsızlıklar daha fazlaydı.
Çok değişkenli analizde oksijen satürasyonu (OR:0.803) ve nötrofil-lenfosit oranı (OR:1.09) yoğun bakım
ünitesinde yatış endikasyonunun bağımsız öngördürücüsü olarak b ulundu.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda acil servise COVID-19 nedeni ile başvuran hastalarda özellikle düşük
oksijen satürasyonu ve yüksek nötrofil-lenfosit oranının yoğun bakım yatış endikasyonun belirlenmesinde
kullanılabileceklerini düşünüyoruz.
Aim: In this study, it was aimed whether biochemical parameters, vital signs and neutrophil-lymphocyte ratio
(NLR) values could be used in determining the indication for intensive care hospitalization in COVID-19
patients.
Patients and Methods: This retrospective observational study was conducted in the emergency department
of a university hospital. Patients with positive SARS-CoV-2 PCR test who applied to our hospital on 1-31 July
2020 were included in the study. Laboratory results, demographic findings and clinical results of the patients
were collected electronically. The patients were divided into 3 groups as discharged, admitted to the service
or intensive care unit. The incidence and severity of symptoms, comorbidities, laboratory values, and NLR
values were compared between the groups.
Results: A total of 489 patients were included in the study. The mean age of the included patients was 48.69
+ 17.25 years, of which 260 (53.16%) were female. While 248 (50.9%) of these patients were discharged,
207 (42.3%) were taken to the service and 33 (6.7%) to the intensive care units. Age, heart rate, urea,
creatinine, CRP, D-dimer and NLR values of the patients admitted to the intensive care unit were higher
than the other groups, while oxygen saturation was statistically significantly lower in this group. Concomitant
systemic diseases such as Diabetes Mellitus, Essential Hypertension, Chronic Obstructive Pulmonary
Disease were more common in those hospitalized in the intensive care unit. In multivariable analysis, oxygen
saturation (OR:0.803) and neutrophil-lymphocyte ratio (OR:1.09) were found to be independent predictors of
the indication for hospitalization in the intensive care unit.
Conclusion: As a result of our study, we think that especially low oxygen saturation and high neutrophillymphocyte
ratio can be used in determining the indication for intensive care hospitalization in patients who
apply to the emergency department due to COVID-19.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gingival Hipertrofisi Vedental Anomali
noonan Sendromunun Nadir Bir Görüntüsü
Kamile Marakoğlu, Nisa Çetin Kargın, İsmail Marakoğlu, Canan Uçar, Tülin Çora
Olgu sunumu
Özeti
Gingival Hipertrofisi Vedental Anomali
noonan Sendromunun Nadir Bir Görüntüsü
GIngIval Overgrowth And Dental Anomaly
an Unusual PresentatIon Of Noonan’s Syndrome
Noonan Sendromu doğumda tipik dismorfik anomalilerin
görüldüğü otozomal dominant bir hastalıktır. Etkilenen bireylerde
kardiyak defektlerle birlikte farklı bir yüz görünümü mevcuttur. Bu
olgumuzda özellikle gingiva hipertrofisi ve dental anomali ile seyreden
Noonan Sendromunu’nun farklı bir varyantını tartışmayı amaçladık.
15 yaşında kız hasta aile hekimliği polikliniğimize, gelişme geriliği
nedeni ile başvurdu. Fenotipik bulguları ile hastaya Noonan Sendromu
tanısı kondu. Noonan Sendromu, Turner benzeri fenotipik özelliklerle
seyreden kromozomal anomalilerle ilişkili olmayan sendromlardan
biridir. Bizim olgumuzda Noonan sendromuyla ilişkili oral bulgulara
ek olarak gingiva hipertrofisi ve dental anomali birlikteliği aynı anda
mevcuttu. Özellikle ağız, diş muayenelerindeki gingival hipertrofisi,
dental anomali olan vakalarda eşlik eden semptom ve bulgular var
ise noonan sendromu düşünülebilir.
Noonan syndrome is an autosomal dominant disorder that is
typically dysmorphic anamolies at birth. In many affected individuals,
this syndrome is associated with cardiac defects and a distinctive
facial appearance. We aimed to discuss a different variant of Noonan
Syndrome progressing especially with gingival overgrowth and dental
anomaly in our cases. A 15-year-old female patient presented to
our family medicine outpatient clinic with the complaint of growth
retardation. The patient was diagnosed with Noonan Syndrome with
phenotypic symptoms. Noonan Syndrome is one of the syndromes
without any chromosomal anomalies developing with Turner-like
phenotypic features. Gingival overgrowth and dental anomaly
coexistence in addition to the oral symptoms that are likely to be
related to the Noonan Syndrome was present in our case.Specifically,
if there are accompanying symptoms and findings in cases with
gingival overgrowth and dental anomalies as seen in patients’
mouth and teeth examinations, Noonan Syndrome may be taken into
consideration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Melanoma Taklitçisi Olarak Mavi-Beyaz Varyant Bazal Hücreli Karsinoma: Dermoskopik Analiz
Ömer Faruk Elmas
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Melanoma Taklitçisi Olarak Mavi-Beyaz Varyant Bazal Hücreli Karsinoma: Dermoskopik Analiz
Blue-WhIte VarIant Of Basal Cell CarcInoma As A MImIcker Of Melanoma: DermoscopIc AnalysIs
Amaç: Bazal hücreli karsinomun dermoskopik özellikleri iyi bilinmekle beraber, mavi beyaz varyant bazal hücreli karsinom yakın zamanda tanımlanmış ve melanomayı taklit eden yönüne vurgu yapılmıştır. Bilgilerimize göre, literatürde bu özel varyant ile ilgili tek bir orjinal araştırma mevcuttur. Biz çalışmamızda, bazal hücreli karsinomun bu özel varyantını; klinik, dermoskopik ve histopatolojik yönüyle incelemeyi amaçladık.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, iki farklı merkezde 2015-2018 yılları arasında histopatolojik olarak bazal hücreli karsinom tanısı alan vakalar retrospektif olarak incelenmiştir. Dermoskopik olarak diffüz mavi beyaz alanlar ile prezente olan olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm olguların klinik, histopatolojik, demografik ve dermoskopik özellikleri değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış 154 bazal hücreli karsinom vakası gözden geçirilmiş ve bu vakalardan 15'inin (% 9.74) diffüz mavi beyaz dermoskopik patern ile prezente olduğu saptanmıştır. Vakaların tümü baş bölgesinde lokalizeydi. Tüm vakalarda histolojik inceleme, melanom ve bazal hücreli karsinom olmak üzere iki temel ön tanı ile yapılmıştı. Diffüz mavi beyaz alanlardan sonra en sık rastlanan dermoskopik bulgular sırasıyla irregüler serpentin damarlar (%60), periferal akça ağaç yaprağı benzeri alanlar (%46.6) ve ülserasyondu (%46.6). Tüm olguların histopatolojik incelemesi nodüler ya da nodüloülseratif bazal hücreli karsinom olarak raporlanmıştı.
Sonuç: Çalışmamız, bilgilerimize göre, mavi beyaz varyant bazal hücreli karsinom ile ilgili literatürdeki en geniş kapsamlı çalışma olma özelliğini taşımaktadır. Bu özel varyant, bazal hücreli karsinomun oldukça sıradışı ve tanısı güç bir prezentasyonudur. Ayırıcı tanıda en önemli antite, melanomadır. Dermoskopik olarak diffüz mavi beyaz alanlar gösteren lezyonlarda bazal hücreli karsinomanın bu varyantı göz önüne alınmalıdır. Bazal hücreli karsinomu spesifik dermoskopik ipuçlarının saptanması açısından dikkatli bir dermoskopik muayene, eksizyon öncesi diagnostik sürecin daha iyi yönlendirimesine katkı sağlayabilir.
Objective: Dermoscopic features of basal cell carcinoma (BCC) have been well described in the literature, however, blue white variant of BCC has recently been described as a mimicker of melanoma. When reviewing the literature, it seems that there is just one original research about this special type of BCC. Here we aimed to evaluate this special and challenging variant of BCC cases of two dermatology departments from different regions of Turkey.
Material and methods: Dermoscopic images of the histopathologically approved BCC cases from two centers between the years 2015-2018 were reviewed. The cases showing diffuse blue white areas on dermoscopy were included in the study. The clinical and histopathological features, dermoscopic images and demographic data of all the cases were evaluated
Results: We detected 15 (9.74 %) lesions of BCC with diffuse blue-white dermoscopic pattern from 15 different patients among 154 cases of histopathologically confirmed basal cell carcinomas. All of the cases were located on the head region. All of the cases were excised with two main differantials: melanoma and BCC. The most common findings after blue white diffuse areas were irregular serpentine vessels (60.0 %), peripheral maple leaf like areas (46.6%) and ulceration (46.6%). The histopathological examination of all the cases were in keeping with nodular or noduloulcerative subtypes.
Conclusion: The present study, to the best of our knowledge, is the most comprehensive study regarding this rare and challenging presentation of BCC. The main differential diagnosis is melanoma. We suggest that it would be logical to consider blue white BCC in the lesions showing diffuse blue-white color. A careful dermoscopic examination regarding the presence of specific dermoscopic clues to basal cell carcinoma can provide a well-directed preliminary diagnostic evaluation.
Keywords: Basal cell carcinoma, blue white, dermoscopy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konka Bülloza: Kronik Nonallerjik Sinüzitlerde Görülme Sıklığı Ve Endoskopik Cerrahinin Prognoza Etkisi
Bedri Özer, Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Adem Yaşar, Kayhan Öztürk
Araştırma makalesi
Özeti
Konka Bülloza: Kronik Nonallerjik Sinüzitlerde Görülme Sıklığı Ve Endoskopik Cerrahinin Prognoza Etkisi
Concha Bullosa: FIenquency In ChronIc NonallergIc SInusItIs And EffectIvIness Of EndoscopIc Surgery On PrognosIs
Konka bülloza intranazal anatominin önemli varyasyonlarından bir tanesidir. Bu çalışmada paranazal sinüs en feksiyonu olan 86 hasta lateral nazal duvar anatomik varyasyonları açısından BT ile araştırılmıştır. Hastaların %22’sinde en az bir tarafta konka bülloza tesbit edilmiştir. Paranazal sinüs enfeksiyonlarının konka büllozaya bağlı olmaksızın da gelişebildiği, konka bülloza tesbit edilen hastalardan 15’ine yapılan endoskopik cerrahi girişim sonucunda, endoskopik cerrahinin sinüzit tedavisinde yararlı olduğu görülmüştür.
Concha bullosa is a common anatomical variant of intranasal anatomy. Eighty-six patients who had paranasal sinüs infection were evaluated with CT for lateral nasal wall variations. İt was found that 22 % of the patients had concha bullosa at least on one side. İt was seen that paranasal sinüs infections developed vvithout concha bul losa and on the other hand, 15 patient that operated endoscopic surgery was shovvn that this prosedüre is useful for the treatment of sinusitis in cases with concha bullosa.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefronofitizis - Üremik Medüller Kistik Hastalık (umpc) Kompleksi
Lema Tavlı, Hatice Toy, Alaaddin Dilsiz, Mehmet Erikoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Nefronofitizis - Üremik Medüller Kistik Hastalık (umpc) Kompleksi
NephronophthIsIs - UremIc Medullary CystIc DIsease (umcd) Complex
Böbrek hastalıkları ile karakterlidir ve sıklıkla çocukluk çağında ortaya çıkarlar. Başlıca bulguları medullada değişen sayılarda kistler ile birlikte belirgin kortikal tubuler atrofi ve interstisyel fibrozistir. Medüller kistler önemli olmakla birlikte, kortikal tubulointerstisyel hasar böbrek yetmezliğine neden olur. Dört tipi vardır: 1 - Sporadik, non- familial (% 20); 2- Familial juvenil nefrenofitizis (% 50), resesif geçişlidir; 3- Renal retinal displazi (% 15), resesif geçişlidir ve retintis pigmentoza ile birliktedir; ve 4- Erişkinde ortaya çıkan medüller kistik hastalık, dominant geçişlidir (% 15) (1). Olgu sporadik, nonfamilyal tip ile uyumlu olup literatürde az görülmesi nedeniyle sunuldu.
This is a group of Progressive renaldisorders that usualy have their onset in childhood. The common characteris- tic is the peresence of a variable number of cysts in the medulla associated with significant cortical tubular atro- phy and interstitial fibrosis. Although the presence of medullary cysts is important, the corticaltubulointerstitial dam- age is the causeof the eventual renal incufficiency. İt has four variants: 1- Sporodic, nonfamilial (% 20); 2- Familial juvenile nephronophytisis (% 50), inherited asa recessive disease; 3- Renal - retinal dysplasia (% 15), recessively inherited and associated with retinitis pigmentosa; and 4-Adult onset medullary cystic disease, dominantly inherited (%15). The case had shown the view of sporadic nonfamilial variant of UMCD and was presented because of the rarity in literatüre it.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
Alper Yıldırım, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ahmet Osman Kılıç, Mehmet Uyar, Ayşegül Zaimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisinde Çocuk Acilden İstenen Cerrahi Konsültasyonlar
ConsultatIons To SurgIcal Departments In PedIatrIc Emergency Department In CovId-19 PandemIc
Amaç: Çalışmanın amacı pandemi döneminde çocuk acil servisten cerrahi branşlara danışılan hastaların
klinik özelliklerinin ve konsültasyon sürecinin değerlendirilmesi, elde edilen bulguların pandemi öncesi verilerle
kıyaslanmasıdır.
Hastalar ve Yöntem: Araştırma 11.03.2020-11.03.2021 tarihleri arasında hastanemizin çocuk acil servisinde
yapılmıştır. 0-18 yaş grubundaki hastalar geriye dönük olarak cinsiyet, yaş, tanı, konsültasyon sonucu, konsültasyon
yanıt süresi açısından değerlendirildi. Elde edilen bulgular 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasındaki pandemi
öncesi verilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların; %42,4'ü kadın, %57,6'sı erkektir. Ortalama yaş 6,9±4,9 yıldır. Hastalarımızın %27,3'ünün
cerrahi kliniklerden birine yabancı cisim, %22,2'sinin akut karın, %10,6'sının yabancı cisim aspirasyonu tanısı ile
başvurduğu belirlendi. Hastaların %38,5'inin çocuk cerrahisi, %33,9'unun kulak burun boğaz ve %11,4'ünün göğüs
cerrahisi bölümüne konsülte edildiği belirlendi. Ortalama konsültasyon yanıt süresi 72,2±48,8 dakikaydı. Pandemi
sırasında acil servise başvuran hastaların tanı dağılımı, konsültasyon yanıtlanma süresi, konsültasyon yapılan
cerrahi bölüm dağılımı, konsültasyon sonuçları, cerrahi bölümlere göre konsültasyon yanıt sürelerinin dağılımı
pandemi öncesi döneme göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda pandemi döneminde çocuk acil servisine başvuran hasta sayısının azaldığı, yatış sayısının
arttığı, travma ve yakın fiziksel temasla ilişkili tanıların azaldığı, epididimoorşit tanılarının arttığı saptandı. Bununla
beraber konsültasyon yanıtlanma sürelerinin oldukça uzadığı gör üldü.
Aim: The aim of the study was to evaluate the clinical features and consultation process of the patients who
were consulted from the pediatric emergency department to the surgical departments during the pandemic
period, and to compare the findings with the data before the pa ndemic.
Patients and Methods: The research was conducted between 11.03.2020-11.03.2021 in the pediatric
emergency department of our hospital. The enrolled patients at 0-18 years of age were retrospectively
evaluated in terms of gender, age, diagnosis, consultation result, consultation response time. Our study was
compared with the prepandemic data between 01.01.2019 and 31.12 .2019.
Results: Of the patients; 42,4% were female and 57,6% were male. The mean age was 6,9±4,9 years. It
was determined that 27,3% of our patients were consulted to one of the surgical clinics with the diagnosis of
foreign body, 22,2% acute abdomen, 10.6% foreign body aspiration. It was found that 38,5% of the patients
were consulted to the pediatric surgery department, 33,9% to the otolaryngology department and 11,4% to the
thoracic surgery department. The mean consultation response time was 72,2±48,8 minutes. The distribution
of diagnoses, consultation response time, consulted surgical departments, consultation results by age groups,
and distribution of the consultation response times by surgical departments during the pandemic were found
to be statistically significant compared to the pre-pandemic pe riod (p<0,05).
Conclusion: In our study, it was found that the number of patients admitted to the pediatric emergency
department decreased during the pandemic period, the number of hospitalizations increased, the diagnoses
associated with trauma and close physical contact decreased, and the diagnosis of epididymorchitis increased.
In addition consultation response times were observed to be con siderably longer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalça Kırıkları Sonrası Cerrahi Zamanlamanın Ve Covid-19 Pandemisinin Mortaliteye Etkisi
Ahmet Fevzi Kekeç, Alper Kırılmaz, Haluk Yaka, Tahsin Sami Çolak, Halil Sezgin Semiz
Araştırma makalesi
Özeti
Kalça Kırıkları Sonrası Cerrahi Zamanlamanın Ve Covid-19 Pandemisinin Mortaliteye Etkisi
The Effect Of WaItIng TIme For Surgery After HIp Fractures And The CovId-19 PandemIc On MortalIty
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kalça kırığı tanısı almış yaşlı hastalarımızda pandemi öncesi ve sonrasında
ameliyata alınma süresinin değişip değişmediğini ve bu durumun mortalitede artışa neden olup olmadığını
incelemektir.
Hastalar ve Yöntem: Mart 2019-Mart 2020 tarihleri arasında kalça kırığı tanısı ile opere edilen hastalar
pandemi öncesi dönem, Nisan 2020-Nisan 2021 tarihleri arasında kalça kırığı tanısı ile opere edilen
hastalar ise pandemi dönemi olarak kabul edildi. Her iki grup; yaş, cinsiyet, cerrahiye kadar geçen süre,
hastanede kalış süresi ve bir yıllık mortalite açısından karşıl aştırıldı.
Bulgular: Mortaliteyi etkileyen tüm faktörler incelendiğinde, ameliyata kadar geçen sürenin mortaliteyi
anlamlı olarak artırdığını gösterdi. Ameliyat için ortalama bekleme süresi tüm hastalarda 27,6±19,4
saat iken Grup 1'de 25,7±19,1 saat ve Grup 2'de 29,6±19,6 saat olup iki grup arasında anlamlı fark
vardı. (p=0.043). Mortaliteye neden olan cerrahi bekleme süresinin cut-off değeri “23.35” saat olarak
hesaplandı. Grup 1'de mortalitede anlamlı artış saptanmazken (p=0.340), Grup 2'de cerrahi gecikmenin
artması mortaliteyi anlamlı olarak etkiledi (p=0.027).
Sonuç: Bu çalışmada, yaşlı popülasyonda kalça kırığı sonrası 23.35 saatin üzerinde cerrahi başvuru
gecikmesindeki artışın bir yıllık mortalite ile doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir, ayrıca pandemi
koşullarında ameliyat için bekleme süresindeki artışın direkt olarak mortaliteyi olumsuz etkileyen
faktörlerden biri olduğu düşünülmektedir .
Aim: The aim of this study is to examine whether the timing of surgery in our elderly patients with a
diagnosis of hip fracture changed before and after the pandemic, and whether this situation caused an
increase in mortality .
Patients and Methods: The patients who were operated with the diagnosis of hip fracture between March
2019 and March 2020 in our hospital database were accepted as in the pre-pandemic period, and the
patients who were operated with the diagnosis of hip fracture between April 2020 and April 2021 were
considered as in pandemic period. Both groups were statistically compared in terms of age, gender,
waiting time for surgery , length of hospital stay and one year mortality .
Results: When the factors af fecting mortality were examined, the time elapsed until surgery significantly
increased mortality. While the mean waiting time for surgery was 27.6±19.4 hours in all patients, it was
25.7±19.1 hours in Group 1 and 29.6±19.6 hours in Group 2 and there was a significant difference between
the two groups (p=0.043). The cut-off value of the waiting time for surgery, which caused mortality, was
determined as “23.35” hours. While no significant increase in mortality was found in Group 1 (p=0.340),
the increased delay for surgery in Group 2 affected mortality significantly (p=0.027).
Conclusion: In this study, it was found that the increase in the delay of admission for surgery over 23.35
hours in the elderly population after hip fractures was directly associated with one year of mortality
and also we think that the waiting time for surgery in the pandemic conditions is one of the factors that
negatively af fect mortality in these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Canlı Vericilerde Renal Arterlerin Digital Subtraksiyon
anjiyografi İle Değerlendirilmesi
Kamil Çıra, Kağan Çeken, Mehmet Sedat Durmaz, Hakan Demirtaş, Cemil Göya, Cihad Hamidi
Araştırma makalesi
Özeti
Canlı Vericilerde Renal Arterlerin Digital Subtraksiyon
anjiyografi İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Renal ArterIes In LIvIng Donors WIth DIgItal SubtractIon
angIography
Canlı böbrek verici adaylarında renal arterlerin Digital
Subtraksiyon Anjiyografi (DSA) ile değerlendirilmesi ve bulguların
cerrahi sonuçlar ile karşılaştırılması amaçlandı. DSA yapılan 180
böbrek verici adayı retrospektif olarak değerlendirildi ve bulgular
cerrahi operasyon bulguları ile karşılaştırıldı. Arşiv sisteminden
çağrılarak elde edilen böbrek verici adaylarının DSA görüntüleri,
çalışma istasyonlarında bu konuda deneyimli iki radyolog tarafından
retrospektif olarak, hasta bilgilerinden kör olarak ve randomize olarak
incelendi. DSA yapılan 180 böbrek verici adayının DSA bulgularına
göre 158’inde (% 87,8) tek renal arter, 22’inde (% 12,2) multipl renal
arter, operasyon notlarına göre ise 156’sında (% 86,6) tek renal arter,
24’ünde (% 13,3) multipl renal arter saptandı. DSA ile operasyon
notları karşılaştırıldığında 154 verici adayında bulguların aynı
olduğu görüldü. Altı böbrek verici adayında ise bulgularda farklılıklar
mevcuttu. Bu bulgular doğrultusunda doğruluk oranımız % 96 olup,
operasyon notlarına göre multiple renal arter saptanmasındaki
duyarlılık ve özgüllük oranlarımız sırasıyla % 83 ve % 98 olarak
hesaplandı. Canlı böbrek vericilerinde, özellikle sol taraf renal
arterlerin doğru şekilde ortaya konması, varyasyonlarının belirtilmesi
çok önemlidir. DSA böbrek damar yapısının görüntülenmesi için altın
standart kabul edilmektedir, renal arterlerin seyrini, normal anatomisi
ve varyantlarını bütün ayrıntılarıyla, yüksek doğruluk oranıyla ortaya
koymaktadır.
The objective of this study was to evaluate renal arteries in
living kidney candidate donors through DSA as well as compare
and contrast the findings with surgical findings. 180 kidney donor
candidates were evaluated through retrospective analysis and
findings were compared and contrasted with surgical operation notes.
DSA images of kidney donor candidates collected from the back-up
service were randomly and independently from patient credentials
examined in laboratory stations through retrospective analysis by two
experienced radiologists. According to DSA findings of 180 kidney
donor candidates, 158 donors (87,8%) were diagnosed with single
renal artery and 22 donors (12,2%) were diagnosed with multiple
renal artery while 156 donors (86,6%) were diagnosed with single
renal artery and 24 donors (13,3%) were diagnosed with multiple
renal artery according to surgical operation notes. Comparing and
contrasting DSA findings with those of surgical operation notes,
it was marked that 154 donors owned the same findings while 6
donors were diagnosed with different findings. In accordance with
these findings, our accuracy rate was 96% and our sensitivity and
specificity ratios in multiple renal artery diagnosis were measured as
83% and 98% respectively based on operation notes. It is of great
significance to evaluate left side renal arteries accurately as well as
to identify their variations in living kidney donors. DSA is regarded as
golden standard in imaging vascular structure of kidney and it proves
the pace, normal anatomy as well as variations of renal arteries
accurately and in great detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Carcınoıd Tumors
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Cevat Özpınar
Araştırma makalesi
Özeti
Bronşial Karsınoıd Tumörler
Bronchıal Tumor Carsınoıd
Bronşial karsinoid tümörler tüm akciğer tümürlerinin yaklaşık % 5'ini oluştururlar. Her iki cinsiyette eşit sıklıkla bulunurlar. Hastaların çoğu genç veya orta yaşlı erişkinlerdir. Bu tümörlerin sigara içme veya bilinen diğer akciğer karsinojenleri ile bir ilgisi yoktur. Tümörün akciğerdeki lokalizasyonuna,klinik özelliklerine morfolojik görünümüne bağlı olarak bu tümörler 4 çeşittir. Bunlar sentral karsinoid, periferik karsinoid, atipik karsinoid ve tumorlet tip bronşial karsinoiddir.
Bronchial carcinoid tumors constitute approximately 5 percent of all lung tumors. They occur with about equal frequency in both sexes. Most patients are young or middle aged adults. These tumors are not related to cigarette smoking or other known pulmonary carcinogenic factors. Dependent upon the location of the tumor within the lung clinical presentation and morphologic appearance, these tumors are four variants. These variants are the central carcinoid, the peripheral carcinoid, atypical carcinoid, tumorlet type bronchial carcinoid. In this study, two cases diagnosed as bronchial carcinoid turner in Pathology Depart-ment of Medical School of Selçuk University between May 1987 -April 1988 were presented and discusseJ.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
Çağatay Han Ülkü, Ziya Cenik, Bilge Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Larenks Kanserlerinin Lokalizasyonlarının Değerlendirilmesinde Bilgisayarlı Tomografinin Değeri
The Value Of The Computed Tomography In EvaluatIng The LocalIzatIon Of LarIngeal CarcInomas
Bu çalışmada kliniğimizde Kasım 1994-Haziran 7996 tarihleri arasında larenks karsinomu tanısı almış 30 yaka preoperafif dönemde çekilen bilgisayarlı tomografi, larengoskobik muayene ve makroskobik piyes bulgulari ile karşılastınIch. Larengoskopi sadece mukozal yüzeyi ve kord vokal hareketlerini değerlendirebilmektedir. Kord ha-reketlerinde sinirlilik derin invazyon şeklinde yorumianabilmekte, ancak tümörün gerçek boyutlannın ve sınırlarının belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır.Konvansiyonel radyolojik tetkikler de larengoskopiye ilave bilgi ver-memektedir. BT, klinisyenin cerrahi tedavi yönetrnini belirleyecek olan tümörün gerçek anatomik lokalizasyanu ve derin yayılımını tespitte karşılaştığı bu belirsizliğin çözümüne önemli katkılar sağlamaktadırLarengoskopi ve kon-vansiyonel radyolojik tekniklerle değerlendirilemeyen preepiglottik aralık, paraglottik aralık, subglottik alan, kitle sebebiyle değerlendirilemeyen larenksin alt bölümleri ve kartilaj tutulumunu belirlemede bilgisayarlı tomografinin etkin bir tanı yöntemi olduğunu tesbit ettik.Ancak kartilaj tutulumunda irregüler kalsifikasyon ve mikroinvazyonlar sebebiyle yanlış değerlendirmeler olabileceğini belirledik. Küçük mukozal lezyonların değerlendirilmesinde de Binin yalancı (-) sonuç verebileceğini ve bu lezyonları belirlenmesinde larengoskopinin daha duyarlı olduğunu tesbit ettik. Konservatif cerrahi yönteminin belirlenmesinde BT, klinisyene tümörün deri yayılımı hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve larengoskopiyi tamamlayıcı rol oynamaktadır.
In this study, thirty cases af laringeal carcinoma which diagnosed in our clinic between November-1994 June-1996 are compared by preoperative CT, laryngoscopy and postoperative speciemen findings. By laryngoscopy one could evaluate the status the mucosal lining and vocale cord motility. Lımitations of the cord vocale motility is attributed to deep invasion of the tumour but, the exact dimensions of the tumour could not be estimated. The conventional radiologic examination methods da not add any useful knowledge to the laryngoscopy. The com-puted tomograpic examination is useful to determine the precise anatomic localization and spread of the tumour which is very useful ta surgeon to choose the surgical treatment method. We concluded that CT is valuable di-agnostic method in evaluating the preepiglottic area, paraglottic area, subglottic area and the inferior areas of the larynx which is obstructed by the large laryngeal masses and the cartilage invasion which could not be evaluated by laryngoscopy and other conventional radiological methods. Also we concluded that there may be wrong de-cisions about the cartilage invasion due to the irreguler calcifications and microinvasions by CT examination. In the evaluation of the small mucosal lesions CT could yield false negative results and these lesions could be more accurately determined by laryngoscopy. CT evaluation of the laryngeal carcinoma patient prior to surgical in-tervantion is an additional diagnostic tool to the laryngoscopy and very useful for the determination of the best conservative surgical method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Ümran Yıldırım, Fahri Halit Beşir, Süleyman Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Castleman’s DIsease In The Neck
Castleman hastalığı nadir görülen etiyolojisi tam olarak bilinmeyen lenfoprolifetif bir hastalıktır. En sık mediastinal lenf nodu tutulumu görülmekle birlikte servikal, retroperitoneal, aksiller ve diğer bölgelerdeki lenf nodları da tutulabilir. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve cinsiyet ayırımı göstermez. Histopatolojik olarak hiyalin vasküler ve plazma hücreli olmak üzere iki tipi bulunmaktadır. Kliniğine göre de lokalize ve sistemik (multisentrik) formları bulunmaktadır. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve kitle veya şişlik ile kendini gösterir. Sistemik (multisentrik) tipte ise ateş, anemi, yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegali gibi nonspesifik semptomlar görülür. Lokalize tip hastalığın tedavisi kitlenin cerrahi olarak eksizyonudur. Sistemik tip hastalığın tedavisinde genellikle steroid tedavisi, kemoterapi ve radyoterapi kullanılmasına rağmen kesin tedavisi yoktur. Bu çalışmada boyunda kitle şikâyeti ile gelen ve hiyalin vasküler tip Castleman hastalığı tanısı konulan bir olgu sunuldu.
Castleman’s disease is a rare lymphoproliferative disorder of unknown etiology exactly. Although the disease most commonly appears in the mediastinal lymph nodes, it can be occur in cervical, retroperitoneal, axillary and other regions lymph nodes. There is no gender predominance and often occurs in young adults. Two histological variants as hyaline-vascular and plasma cell type have been described. Clinically it is also divided in two types: a localized type, which is usually asymtomatic and presented as a mass or swelling. Systemic (multicentric) type is characterized nonspecific symptoms such as fever, anaemia, generalized lymphadenopathy and hepatosplenomegaly Complete surgical excision is curative for localized form. Although systemic type is usually treated with radiation therapy, corticosteroids and chemotherapy, there is no certain treatment. We herein reported a neck mass diagnosed as hyaline vascular type Castleman’s disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Duygu İlke Yıldırım
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Adult MultIsystem Inflammatory Syndrome (mıs-A) AssocIated WIth Sars-Cov-2 InfectIon; LIterature RevIew
SARS-CoV-2’nin tanımlanmasından bu yana COVID-19 hastalığı sonrası çocuklarda ortaya çıkan ve
Kawasaki hastalığını taklit eden multisistem inflamatuar bir sendrom (MIS-C) İngiltere’de Nisan 2020’de
bildirilir iken, yetişkinlerde ortaya çıkan COVID-19 ile ilişkili multisistem inflamatuar sendrom (MIS-A)
Haziran 2020’de bildirilmiştir. MIS-A hastalarının literatürde 50 yaşına kadar olduğu bildirilmiş olup MIS-C
ile karşılaştırıldığında altta yatan bazı sağlık koşullarına sahip olma ve yakın dönemde tanımlanabilir bir
solunum yolu hastalığı geçirmiş olma olasılığı daha yüksektir. Diğer yandan MIS-A hastaları ile MIS-C
hastaları örtüşen birçok klinik özelliğe sahiptir fakat MIS-A’da kardiyak disfonksiyonun ciddiyeti, tromboz
insidansı ve MIS-A mortalitesi daha yüksek olabilir. MIS-C/A’da nötrofili, lenfopeni ve trombositopeninin
yaygın olarak bulunduğu açık olmakla beraber bu özellikler troponin ve BNP/NT-proBNP’deki yükselmelerle
birlikte hastalık aktivitesinin ölçüleri olarak kabul edilmişti r.
Since the identification of SARS-CoV-2, a multisystem inflammatory syndrome (MIS-C) that appears in
children after COVID-19 disease and mimics Kawasaki disease was reported in the UK in April 2020,
while it is associated with Covid-19 in adults. Multisystem inflammatory syndrome (MIS-A) was reported
in June 2020. MIS-A patients have been reported to be up to 50 years of age in the literature and are more
likely to have some underlying health condition and have recently had an identifiable respiratory disease
compared to MIS-C. On the other hand, MIS-A patients and MIS-C patients have many overlapping clinical
features, but the severity of cardiac dysfunction, incidence of thrombosis, and MIS-A mortality may be
higher in MIS-A. While it is clear that neutrophilia, lymphopenia, and thrombocytopenia are common in
MIS-C/A, these features, together with elevations in troponin and BNP/NT-proBNP, have been considered
measures of disease activity .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
İbrahim Erkul, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş, Sadettin Açar, Gülay Reis, Fatih Toksöz, Ruhuşen Kutlu, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Adölsan Çaöındaki Alışkanlıklar Ve Bunların Önlenmesı
AddIctIons DurIng Adolescence And The PreventIon Of Them
Araştırmamızın yapıldığı Konya Endüstri Meslek Lisesinde okuyan 1030 öğrenci arasında sigara içme alışkanlığı %22.04, içki alışkanlığı %0.68 ve uyuşturucu kullanma alışkanlığı %0.097 olarak bulunmuştur. Okulda okuyan öğrenciler arasındaki sigara alışkanlığı nisbeti Türkiye'nin diğer illerinde yapılan benzer çalışmalardaki sonuçlara uygunluk göstermiştir. Gerek öğrenciler ve gerekse babaları arasında içki içme alışkanlığı oranı diğer illerden elde edilen değerlerden düşük bulunmuştur. Ebeveynleri arasında sigara ve içki alışkanlığı bulunan çocuklar arasında sigara ve içki alışkanlığına istatistiki olarak anlamlı bir şekilde daha fazla rastlandığı gösterilmiştir.
Among 1030 students studying at Konya Industrial Vocational High School where our study was conducted, smoking habit was 22.04%, drinking habit 0.68% and drug use habit 0.097%. relatively smoking habits among students studying at the school showed compliance with the results of similar studies in other provinces of Turkey. The rate of drinking habit among both students and their fathers was found to be lower than the values obtained from other provinces. It has been shown that among children whose parents have smoking and drinking habits, there is a statistically significant higher rate of smoking and drinking.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kapiller Dolum Süresi, Covıd-19 Hastalarında Erken Prognostik Faktör Mü?
Ahmet Çizmecioğlu, Burcu Yormaz, Hilal Akay Çizmecioğlu, Mevlüt Hakan Göktepe, Nijat Ahmadli, Dilek Ergun, Baykal Tülek, Fikret Kanat
Araştırma makalesi
Özeti
Kapiller Dolum Süresi, Covıd-19 Hastalarında Erken Prognostik Faktör Mü?
Is CapIllary RefIll TIme An Early PrognostIc Factor In Covıd-19 PatIents?
Amaç: Hipoksemi, koronavirüs hastalığında (COVID-19) prognozu belirlemek için kullanılan hayati bir
kriterdir. Bu çalışmada, COVID-19 hastalarında hipoksiye bağlı hastalık şiddetini tanımlamada kapiller
dolum zamanının (KDZ) etkinliği değerlendirilmiştir .
Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma, COVID-19 hastaları ve yaşça eşleştirilmiş bir sağlıklı grubu
ile gerçekleştirilmiştir. Ölçüm için optimum test ortamı sağlandı ve yöntemimizi standartlaştırmak ve
ölçümleri (milisaniye cinsinden) kaydetmek için sabit bir akıllı telefon platformu kullanıldı. Kaydedilen
videolar daha sonra bir video işleme programı kullanılarak değe rlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya toplamda 39 COVID-19 hastası ve 40 kontrol grubu katıldı. Hastalar hastalık
şiddetlerine göre orta (n= 25) veya ağır (n= 14) gruplara ayrıldı. Her iki orta / şiddetli grubun ortalama
oksijen satürasyonu %94'ün üzerindeydi. Hastalık şiddetine göre KDZ ölçümleri şiddetli grupta orta gruba
göre daha yüksekti (p= 0.009). Lenfopeni olmayan hastalarda (n= 18), KDZ değerlerinin şiddetli grupta
arttığı saptandı (p= 0.008). Covid-19’lu hastaların takibinde KDZ kullanımı uygulanabilirdi (AUC: 0.91;
%95 SH 0.848-0.978; P= 0.001)
Sonuç: Sonuçlarımız, COVID-19’lu hastalarda KDZ süresinin uzayabileceğini göstermektedir. Lenfopenisi
olmayan ve O2 seviyesi normal olan hastalarda, KDZ uzamasının saptanması yoğun bakıma erken kabul
için bir kriter olabilir .
Aim: Hypoxemia is a vital criterion used to determine prognosis in coronavirus disease (COVID-19)
cases. This study thus examined the effectiveness of capillary refill time (CRT) in defining hypoxiadependent
disease severity in COVID-19 patients.
Patients and Methods: This prospective study was conducted with COVID-19 patients and an agematched
healthy group. The optimum test ambiance was provided, and a stable smartphone platform
was used to record the measurements (in ms) to standardize our method. The captured videos were then
evaluated using a video processing program.
Results: In total, 39 patients with COVID-19 and 40 control groups participated in this study. The patients
were further divided into the moderate (n = 25) or severe group (n = 14) according to disease severity.
The mean oxygen saturation of both moderate/severe groups was above 94%. Per disease severity, the
CRT measurements were higher in the severe group than in the moderate group (p = 0.009). In patients
without lymphopenia (n = 18), CRT values were found to be increased in the severe group (p = 0.008).
The use of CRT in patients with Covid-19 was practicable (AUC: 0.91; 95% CI 0.848-0.978; P = 0.001).
Conclusions: Our results show that CRT prolongation can occur in patients with COVID-19. In patients
without lymphopenia and with normal O2 levels, detecting CRT prolongation may be a criterion for early
admission to ICU.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıroidektomi Teknıklerının Nervus Rekurrens Paralızisi Oranına Etkisi (on Çalısma)
Osman Güler, Metin Aydın, Muzaffer Kırış
Araştırma makalesi
Özeti
Tıroidektomi Teknıklerının Nervus Rekurrens Paralızisi Oranına Etkisi (on Çalısma)
The Effects Of ThyroIdectomy TechnIques On The Rate Of Recurrent Laryngeal Nerve ParalysIs (pre-LImInary Study)
Tiroid cerrahisinde, N. Rekurrens yaralanrnast guniirnazde de buyuk bir problerndir. Rekurrens'in hasar gorme olastligt guatrin morfolojisi, fonk-siyonel dururnu ye esas itibariyle rezeksiyon teknigi ile ill kilidir. Bu nedenle tiroidektomi tekniklerinde inodifikasyonlar geli,vtirilmektedir. Ekim 1994 ye Mart 1996 tarihleri arasinda Yiizuncii Ytl Uni-versitesi Tip Faakulesi Hastanesi Genel Cerrahi Kli-niginde bilateral subtotal tiroidektomi yap:Ian 57 guatr olgusu calrFma kapsamtna almmtpr. 27 oi-guda N. Rekurrens operasyon esnasincla goriildii ye inferior tiroid arterler baglandi. 30 olguda ise int-rakapsiiler caltoldr. Operasyon oncesi ye operasyon sonrast indirekt laringoskopi ile kord vocal mu-ayenesi yaprldt. Birinci grupta 1 olguda bilateral (%3.7), 1 olguda tek tarafli (%3_7) sinir paralizisi saptanch. Ikinci grupta ise sadece 1 olguda tek ta-raflt sinir paralizisi (% 3.3) saptandt. Bilateral sinir paralizisi saptanan hasta haric. digerleri ,vifa buldu On calt,saffuzin sonucunda, intrakapsiiler teknigin N. Rekurrens hasartnt azalttigt
Recurrent Laryngeal Nerve injury still remains the major problem in thyroid gland surgery and is influenced both by morphology and function of the goitre and essentially by the resection technique. Therefore, the modifications have been improved in thyroidectomy technique. Fifty-seven goitre patients who underwent bilateral subtotal thyroidectomywere taken into the study in Medicine Faculty of Vie-zancii Yil University, Department of General Sur-gery from October 1994 and March 1996.Recurrent laryngeal nerves were seen in 27 patients and in-ferior thyroid ateries were tied, although int-racapsular thyrodiectorny was performed in 30 pa-tients. The vocal cord examination with indirect laryngoscopy was carried out before the operation and postoperatively. The laryngeal nerve injury was established in 1. grog both bilateral (one patient-3.7%) and unilateral (one patient-3.7%), althought it was established in 2. group unilateral only in one patient (3.3%). Except one patient who was de-termined bilateral nerve inury, others recovered. In conclusion of our preliminary study, it has been seen that decreased the laryngeal nerve injury of int-racapsular technique.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Kolda Sporotrikoid Olarak Yerleşmiş Primer Deri Tüberkülozu
Munise Daye, Selami Aykut Temiz, İbrahim Erayman, Pembe Oltulu
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Kolda Sporotrikoid Olarak Yerleşmiş Primer Deri Tüberkülozu
PrImer SkIn TuberculosIs As A SporotrIcoId In The RIght Arm
\r\n Deri tüberkülozu (tbc) derinin kronik seyirli granülomatöz enfeksiyonudur. Etkenin deriye giriş yoluna, konakçının immün yanıtına, basilin sayı ve virulansına göre değişik klinik formlarda ortaya çıkabilir. Mycobacterium tuberculosis, mycobacterium bovis ve nadiren Bacille Calmette-Guerin (BCG) hastalıkta etken olarak görülmektedir. Kutanöz tbc tüm tüberküloz vakalarının %2‘sinden daha azında görülmektedir. Kutanöz tbc olgularının çoğunluğu endojen (lupus vulgaris, skrofuloderma, metastatik tüberküloz absesi, akut miliyar tüberküloz, orifisyal tüberküloz) bir odaktan, az bir kısmı ise eksojen tbc primer kompleks (tüberküloz şankırı), tüberkülozis kutis verrükoza yani basilin dışarıdan geldiği geldiği formlardır.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Primer inokulasyon tüberkülozu (Tbc şankırı) daha önce basil ile teması olmamış kişilerin derisine basillerin ekzojen yolla girmeleriyle ortaya çıkar. Burada kutanöz tüberkülozun oldukça nadir bir varyantı olan primer inokulasyon tüberkülozlu bir olgu sunuldu.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Skin tuberculosis (tbc) is a chronic granulomatous infection of the skin. This can occur in different clinical forms depending on the route of entry, the immune response of the host, the number of the bacilli and the virulence. Mycobacterium tuberculosis, mycobacterium bovis, and, rarely, Bacille Calmette-Guerin (BCG) can be the cause of the disease. Skin tbc count is less than 2% of all tuberculosis cases. The majority of cases of cutaneous tuberculosis are endogenous (lupus vulgaris, scrofuloderma, metastatic tuberculosis abscess, acute miliary tuberculosis, orifice tuberculosis), and a few are exogenous tbc primer complex (tuberculosis), tuberculosis cutis verrucosa, forms in which the bacillus comes from the outside.
\r\n
\r\n Primer inoculation tuberculosis (tuberculosis chancre) occurs in people with that have not previously been contacted with the bacilli. Here we present a case of primary inoculation tuberculosis, a rare variant of cutaneous tuberculosis.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troid Cerrahisinde Vokal Kord Paralizilernin Önemi
Erdinç Kanımtürk, M. Yalçın Özkaptan, Ş. Ali Tekalan
Araştırma makalesi
Özeti
Troid Cerrahisinde Vokal Kord Paralizilernin Önemi
The Importance Of Vocal Ford ParalysIs In ThyroId Surgery
Son yıllarda rekürrent sinir ile tiroid gland ilişkisinin daha iyi anlaşılmasıyla tiroid ameliyatlarının komplikasyanu olarak ortaya çıkan vokal kord paralizileri oranında azalma olduğu gözlenmektedir. Ancak, rekürrent sinirin sıklıkla değişken bir anatomik seyir göstermesi, tiroid ameliyatı sırasında bu sinirin rutin identifikasyonu ,dolayısıyla tiroid cerrahının bu yeteneği edinmiş olmasını gerekli kılmaktadır. Konuya katkıda bulunabilmek için rekürrent sinirin cerrahi travmaya elverişli anatomide (..) ve önerilmiş indentifikasyon yöntemleri gözden geçirildi. Rekürrent sinir travmasına bağlı olarak ortaya çıkan klinik tahtalar ve önlemleri üzerinde duruldu.
In recent years, a better understanding of the relationship between the recurrent nerve and the thyroid gland has led to a decrease in the rate of vocal cord paralysis, which is a complication of thyroid surgeries. However, the frequently variable anatomical course of the recurrent nerve requires the routine identification of this nerve during thyroid surgery, so the thyroid surgeon must acquire this skill. In order to contribute to the subject, the anatomy suitable for surgical trauma (..) and recommended indentification methods of the recurrent nerve were reviewed. We focused on clinical boards and their precautions due to recurrent nerve trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
Fakıh Cıhat Eravcı, Necdet Poyraz, Celalettin Korkmaz, Hilmi Alper, Miyase Orhan, Mehmet Akif Dündar, Pınar Diydem Yılmaz, Hamdi Arbağ
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Pnömoni Şiddeti İle Koku Ve T At Kaybı Varlığı Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between PneumonIa SeverIty And The Presence Of AnosmIa And AgeusIa In HospItalIzed PatIents WIth CovId-19
Amaç: Literatür, koku ve tat kaybı semptomları yaşayan COVID-19 hasta grubunun daha genç olduğunu,
ağırlıklı olarak kadın olduğunu ve bunlarda hastalığın daha hafif seyrettiğini ortaya koydu. Mevcut
çalışmada COVID-19 ile hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığının pnömoni
şiddeti ve laboratuvar test sonuçları ile ilişkisinin değerlend irilmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Ekim 2020-Mart 2021 tarihleri arasında Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı tarafından
yatırılan ve toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekilen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
Hastaların toraks BT bulguları, her bir lob için şiddet skoru ile skorlandı ve toplam skor elde edildi.
Pnömoni lezyonların şekline, dağılımına ve görünümüne göre sınıflandırıldı ve laboratuvar test sonuçları
kayıt edildi. Bu bulgular koku ve tat kaybı varlığına göre karş ılaştırıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması 53.0±14.5 yıl (18-89 yıl) olan, 89'u (%50.2) erkek ve 88'i (%49.8) kadın olmak
üzere toplam 177 hasta değerlendirilmeye dahil edildi. Anosmi ve ageusia semptomlarından en az birini
yaşayan (Grup 1) hasta sayısı 67 (%37.9) olup, geri kalanı (Grup 2) bunlardan hiçbirini yaşamamıştır. Bu
semptomları olan, Grup 1 hastalarının yaş ortalaması, Grup 2’ye kıyas ile daha gençti (p=0,009). Toplam
pnömoni skoru ve tutulum paternleri açısından gruplar arasında fark saptanmadı (p> 0.05). Bu gruplar
laboratuvar sonuçları açısından da benzer bulundu (p> 0.05).
Sonuç: Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı prevalansı az değildir ve bu semptomlar gençlerde
daha sıktır. Hastanede yatan hastalarda koku ve tat kaybı semptomlarının varlığı ile pnömoni şiddeti ve
laboratuvar sonuçları arasında ilişki saptanmadı. Bu semptomların hastanede yatan hastalarda, hastalığın
şiddeti açısından prognostik değeri yoktur .
Aim: The literature revealed that group of COVID-19 patients who experience anosmia and ageusia
symptoms is younger, is predominantly female, and experiences a milder course of the disease. This
study aimed to evaluate the relationship of the presence of anosmia and ageusia symptoms with the
severity of pneumonia and laboratory test results in hospitaliz ed patients with COVID-19.
Patients and Methods: A retrospective evaluation was made of patients who were hospitalized by
the Department of Pulmonology between October 2020-March 2021 and underwent thorax computed
tomography (CT). Thorax CT findings of the patients were scored with a severity score for each lobe and
a total score was obtained. Pneumonia was classified according to the shape, distribution and appearance
of the lesions, and laboratory test results were obtained. These findings were compared according to the
presence of anosmia and ageusia symptoms.
Results: Evaluation was made of a total of 177 patients, comprising 89(50.2%) males and 88(49.8%)
females with a mean age of 53.0±14.5 years (range, 18-89 years). The number of patients who experienced
at least one of the symptoms of anosmia and ageusia (Group 1) was 67(37.9%) and the rest (Group 2)
did not experience any of these symptoms. The Group 1 patients who experienced these symptoms was
younger (p=0.009). No difference was determined between groups regarding the total pneumonia score
and involvement patterns (p> 0.05). The groups were similar in terms of laboratory results(p> 0.05) .
Conclusion: The prevalence of anosmia and ageusia in hospitalized patients is not a small number and
is more common in the younger population. No association was seen between the presence of these
symptoms and milder pneumonia severity and laboratory results. These symptoms do not have prognostic
value for the severity of the disease in hospitalized patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Emine Türen, Fatma İlkay Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Determınatıon Of The AnxIety Level In Pregnant Women Who Admınıster To The ObstetrIcs ClInIc WIthIn The Covıd-19 PandemIa PerIod
Amaç: COVID-19 enfeksiyonunun gebelerde anksiyetine düzeyine olan etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada rutin gebelik kontrolü için Haziran 2020 ayı boyunca ayaktan polikliniğe başvuran gebelere COVID-19’a bağlı olabilecek kaygılarını belirlemeye yönelik yapılandırılmış bir anket ve Beck anksiyete ölçeği uygulanmıştır. Obstetrik acil nedenler ile başvuran gebeler ve obstetrik açıdan riskli bulunan gebeler çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bulgular: Çalışmaya 177 gebe dahil edilmiş ve gebeler Beck anksiyete ölçeğinden aldıkları puana göre dört gruba ayrılmıştır. Gebelerin anksiyete düzeyi %44,6 olarak bulunmuştur. Doğum anında ailesinin yanında olamama ihtimali ve COVID-19’ a bağlı ölme korkusu istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek anksiyete düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur.
Sonuç: Bu süreçte gebelerin perinatoloji, yenidoğan, yoğun bakım uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip tarafından takibine ek olarak psikososyal desteğin de sağlanması önem arz etmektedir.
Objective: To determine the effect of COVID-19 infection on anxiety level in pregnant women.
Material and Methods: In this study, a questionnaire and Beck anxiety scale were applied to pregnant women who referred to outpatient clinic for routine pregnancy control in June 2020 to determine their concerns that may be related to COVID-19. Pregnant women admitted with obstetric emergencies and obstetric risk were not included in the study.
Results: 177 pregnant women were included in the study and the pregnant women were divided into four groups according to their score on Beck anxiety scale. Anxiety level of pregnant women was 44.6%. The possibility of not being with his family at the time of birth and the fear of death due to COVID-19 were statistically significantly associated with higher anxiety levels.
Conclusions: In this process, it is important to provide psychosocial support in addition to the follow-up of pregnant women by a multidisciplinary team consisting of perinatology, newborn and intensive care specialists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Eozin0filik Granuloma
Hakkı Bölükoğlu, Banu Çiçek Bilkay
Araştırma makalesi
Özeti
Eozin0filik Granuloma
EosInophIlIc Granuloma
Eozinofilik granulorna; Histiositozis-X in klinik bir varyantıdır. Kemikte soliter veya multipl lez-yonlar bulunur. Bunlar histiosit proliferasyonuna bağlıdır. Ender olarak temporal kemikte yerleşir. Tümör başlangıçta asemptonwıtiktir. Biz de temporo-parietal yerleşimli bir lez.yonu olan olguyu sunmak istedik. Olgu operasyon yapıldıktan sonra kemoterapi ve radyoterapi yapılmadan izlendi.
Eosinophilic granuloma is a clinical variant of histiocytosis - X. There are solitary or multiple le-sions on the bones due to histiocytic proliferation. The lesions are rarely located in the temporal re-gion. The tumor is asymptomatic at the onset. We present a case whose lesion is located on the temporoparietal area. The case is followed after the operation without chernotherapy and radiotherapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta