Meme Rekonstrüksiyonunda Kosta Koruyuculu İnternal Mammaryan Damar Yaklaşımının Ameliyat Sonrası Dönemde Ağrı Yönetimine Etkisi
Burak Sercan Erçin
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Rekonstrüksiyonunda Kosta Koruyuculu İnternal Mammaryan Damar Yaklaşımının Ameliyat Sonrası Dönemde Ağrı Yönetimine Etkisi
The Effect Of RIb-SparIng Internal MammarIan Vascular Approach WIth In Breast ReconstructIon On PostoperatIve PaIn Management
Amaç: Otolog meme rekonstrüksiyonunda postoperatif dönemde kosta kıkırdağı müdahalesine bağlı olarak alıcı bölgede ağrı olur. Bu çalışmada meme rekonstrüksiyonunda alıcı saha hazırlanırken kosta koruyucu cerrahi yaklaşımının postoperatif ağrı üzerine etkisini kostal koruyucu olmayan yaklaşımla karşılaştırarak ortaya koymayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2018-2022 yılları arasında opere edilen 25 hasta dahil edildi. Gruplar internal mammarian arter (IMA) izole etme tekniklerine göre ayrıldı. Grup 1: Kosta koruyucu cerrahi uygulanan hastalar(n=9), Grup 2: Kosta kıkırdak rezeksiyonu uygulanan hastalar(n=16). Postoperatif dönemde her iki grupta da Hasta Kontrollü Analjezi pompası (HKA) kullanım süresi, kullanılan morfin dozu, erken ve geç ağrı skorları kaydedildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 49,8 idi. Postoperatif erken ve geç dönemde herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Tüm flep transferleri başarılı oldu. Ortalama HKA süresi grup 1'de 24±1,41 saat, grup 2'de 26,31±1,62 saat idi. Grup 1'de morfin dozu 9,67±1 mg, grup 2'de 23,93±3,02 mg idi. Erken ağrı skoru grup 1'de 2,89±1,16, grup 2'de ise 5,18±1,22 idi. Geç ağrı skorları grup 1'de 2,11±0,98 ve grup 2'de 2,75±0,77 idi. Grupların morfin dozu ve erken ağrı skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,01). HKA kullanım süresi(p=0,3) ile geç ağrı skorları(p=0,07) arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05).
Sonuç: Sonuç olarak, otolog meme rekonstrüksiyonunda alıcı bölge hazırlığında erken dönemde kostal koruyucu cerrahinin ağrıyı önemli ölçüde azalttığını düşünüyoruz.
Aim: In autologous breast reconstruction, there is pain in the recipient site due to rib cartilage intervention in the postoperative period. In this study, we aimed to reveal the effect of the rib-sparing internal mammarian vessel approach on postoperative pain in breast reconstruction by comparing it with the noncostal-sparing approach.
Patients and Methods: Between 2018 and 2022 twenty five patients underwent surgery were included in the study. Groups were divided according to internal mammary artery(IMA) exposure techniques. Group 1: Patients who underwent rib-sparing surgery(n=9), Group 2: Patients who underwent rib cartilage resection(n=16). Patient Controlled Analgesia(PCA) pump usage time, morphine dose used, and early and late pain scores were noted in both groups in the postoperative period.
Results: The mean age of the patients was 49.8 years. No complications were encountered in the early and late postoperative period. All flap transfers were successful. Mean PCA duration was 24±1.41 hours in group 1 and 26.31±1.62 hours in group 2. The dose of morphine was 9.67±1 mg in group 1 and 23.93±3.02mg in group 2. The early pain score was 2.89±1.16 in group 1 and 5.18±1.22 in group 2. Late pain scores were 2.11±0.98 in group 1 and 2.75±0.77 in group 2.
There was a statistically significant difference between the morphine dose and early pain scores of the groups (p<0.01). There was no significant difference between the duration of PCA use (p=0.3) and late pain scores (p=0.07) (p>0.05).
Conclusion: In conclusion, we think that costal sparing surgery significantly reduces pain in the early period during recipient site preparation in autologous breast r econstruction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hastanemiz Anestezi Polikliniğine Başvuran Hastaların
memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi
Bedia Mine Hanedan, Aybars Tavlan, Resul Yılmaz, Sema Tuncer Uzun
Araştırma makalesi
Özeti
Hastanemiz Anestezi Polikliniğine Başvuran Hastaların
memnuniyet Durumlarının Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of SatIsfactIon Status Of PatIents Consulted To
department Of AnesthesIology And ReanImatIon PolyclInIc In Our
hospItal
Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için gerekli olan öğelerin en
iyi şekilde kullanılmasında, hasta beklenti ve memnuniyetinin dikkate
alınması çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anestezi Polikliniğine
başvuran hastaların memnuniyet düzeyini değerlendirmek ve hasta
memnuniyetini etkileyen faktörleri saptamaktır.Anket araştırması,
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Hastanesi,
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda Kasım 2015 -
Şubat 2016 tarihleri arasında poliklinik hizmeti almak üzere başvuran
hastalarda yapıldı. Söz konusu dönemde, polikliniğe başvuran ve
araştırmaya katılmayı kabul ederek aydınlatılmış onam formunu
onaylayan 200 hasta çalışmaya alındı. Anket formu, poliklinik
işlemlerinin bitiminde yüz yüze görüşme tekniği ile dolduruldu.
Hastaların anestezi polikliniğine başvuruları ile anestezi onamlarını
almaları arasında geçen süre ve ASA skorları kaydedildi. Ayaktan
hasta memnuniyet katsayısı 90.32 olarak bulundu. Hastaların %72’si
kayıt işlemleri için, %68.5’i tahlil/tetkik için çok beklemediğini, %98’i
doktorun, % 96’sı personelin kibar ve saygılı olduğunu belirtti.
Üniversite ve üstü eğitim seviyesinde ve okur yazar olmayan
hastaların memnuniyet katsayısı diğer eğitim seviyelerine göre daha
düşük bulundu (p=0.01). Hastaların anestezi polikliniğine başvuruları
ile anestezi onamlarını almaları arasında geçen ortalama süre
3.00±1,014 saat idi. ASA skoru ile anestezi onamını almaları için
geçen süre arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0.08).
Hastanemiz anestezi polikliniğine başvuran hastaların memnuniyet
düzeyinin yüksek, üniversite ve üstü eğitim seviyesinde ve okuryazar
olmayan hastalarda ise memnuniyet düzeyinin diğer eğitim
seviyesindeki hastalara göre daha düşük olduğu saptandı. Tahlil/tetkik
ve kayıt işlemlerindeki bekleme süresini kısaltacak çalışmalarında
memnuniyet düzeyini arttırmada faydalı olacağı kanaatine varıldı.
It is important to take into consideration of patient expectations
and satisfaction in terms of the best utilization of required components
that are necessary for the development of health services. The aim
of this study was to evaluate the level of the patients’ satisfaction
and detect factors affecting the satisfaction, who consulted to
Department of Anesthesiology and Reanimation Clinic in Necmettin
Erbakan University, Meram Faculty of Medicine. This study was
performed on patients who were consulted to the Department of
Anesthesiology and Reanimation Clinic, at the Necmettin Erbakan
University, Meram Faculty of Medicine for time period of 4 months
between November 2015 and February 2016. Within this period, 200
patients who applied to the clinic and accepted to participate in the
study by approving informed consent form were included in the study.
The survey form was filled by conducting face to face interview.
The time duration between patients application to the clinic and
their receiving anesthesia consent and ASA scores were recorded.
Patient satisfaction coefficient was found as 90.32. Patients who
indicated that they did not wait too long for the registration process
and assay/analysis tests were 72% and 68.5%, respectively. 98% of
the patients stated the physician and 96% of the patients stated the
health staff were polite and respectful. The patients having university
level and higher education illiterated lower satisfaction coefficients
compared with the other levels of education (p = 0.01). The average
time duration between patients application to the clinic and their
receiving anesthesia consent was 3.00 ±1.014 hours. There was
no statistically significant difference between the time duration for
receiving anesthesia consent and the ASA score (p=0.08). It was
determined that the patients who consulted to the anesthesiology
clinic in our hospital had high satisfaction levels, and the patients
with an education level of university and higher illutirated lower
satisfaction levels compared with the other levels of education. It was
concluded that studies that will shorten the waiting time for analysis /
examination and the registration process would be useful to increase
the level of satisfaction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Histopatolojide Müşteri Memnuniyeti: Kalite Kontrol Araştırması
Sameera Rashid, Issam Albozom
Araştırma makalesi
Özeti
Histopatolojide Müşteri Memnuniyeti: Kalite Kontrol Araştırması
Customer SatIsfactIon In HIstopathology: A QualIty Control Survey
Amaç:
Müşteri memnuniyeti anketleri, performansı değerlendirmek için kullanılan rutin bir araçlardır. Hastanelerde doktor ve hasta memnuniyetini kontrol etmek için anketler kullanılır. Bu anketlerden bazıları yeterlilik testi, laboratuvar bireylerinin ve ekipmanlarının güncel olduğunu ve doğru sonuçlar verdiğini tespit ederken, doktor anketleri ile elde edilen veriler, bu kurum için en uygun yerel yönetmelikler ve iş akışlarının tasarlanmasına yardımcı olur.
Yöntem:
Anket toplamda 15 soruyla çevrimiçi olarak yapıldı ve bağlantı Hamad medikal firmasındaki (HMC) tüm Danışman ve Uzman hekimlere elektronik olarak gönderildi. Yaklaşık 3500 e-posta gönderildi ancak iki ayda sadece 105 anket dolduruldu. Araştırmada, histopatoloji hizmetlerinin kalitesi ile ilgili sorular yer aldı.
Sonuçlar:
Genel memnuniyet, multidisipliner sunumlar için en yüksek (% 96) ve raporlamanın zamanında gerçekleşmesi için en düşük (% 77) idi. Netlik ve format, Diagnostik doğruluk ve patologların problemlere cevap vermesi için memnuniyet% 90'ın üzerindeydi. Katılımcıların yüzde otuz altısı MDT sunumlarını mükemmel olarak değerlendirirken, % 46'sı genel mesleki etkileşim kalitesini iyi buldu. Bu ankete göre, iyileştirme alanları, önemli anormal sonuçların bildirilmesi ve bildirimlerinin zamanında olmasıydı (genel memnuniyet% 79). Araştırmaya katılanların çoğunluğu (% 36) tıp mensubu iken yarısı multidisipliner toplantılara (% 49) üye idi. Katılımcıların yüzde yetmişi Hamad Genel Hastanesi (HGH) iken, geri kalanlar HMC kapsamında diğer hastanelerden gelmekteydi.
Sonuç:
Biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarının aksine, yeterli klinik bilgi, yönelim ve radyolojik bulgular olmadığında raporlama mümkün olmadığından Histopatoloji laboratuar personeli klinisyenlerle yakın bir ilişki içerisindedir. Kalite kontrol araştırmaları, patoloji personelinin iyileştirilmesi gereken alanları hedeflemesine ve klinik-patolog ilişkisinin geliştirilmesine ve histopatoloji hizmetlerinin kalitesini en üst düzeye çıkaransistemlerin kullanımı ve gerekli önlemlerin alınmasına izin verir.
Objectives:
Customer satisfaction surveys are a routine device used to assess performance. Surveys are used in hospitals to check physician and patient satisfaction. Hamad Medical corporation’s (HMC) histopathology laboratory is College of American pathologists (CAP) accredited with highly trained pathologists and technical staff that routinely undertake various educational courses and are involved in research related activities. The lab has state of the art staining and immunohistochemistry service as well. However, it was felt that not all clinicians are very comfortable approaching pathologists and some many times experience problems either contacting lab staff or updating histopathology orders. Hence to narrow down the problems encountered by the clinicians and improve the specimen flow through the lab along with the communication between clinician and pathologist, that we deem vital, we designed this pilot survey.
Methods:
The survey questionnaire was made online with 15 questions in total and the link was electronically mailed to all Consultant and Specialist physicians in Hamad medical corporation (HMC). Around 3500 emails were sent out but only 105 surveys were filled in two months’ time. The survey included questions pertaining to multiple facets of quality of histopathology services and information regarding the participant.
Results:
The overall satisfaction was highest for Multidisciplinary presentations (96%) and lowest (77%) for timeliness of reporting. The satisfaction was above 90% for clarity and format, Diagnostic accuracy and pathologists’ responsiveness to problems. Thirty six percent of the people rated MDT presentations as excellent while 46% of the people thought overall quality of professional interaction was good. The areas of improvement, as per this survey, was timeliness of reporting and notifications of significant abnormal results (overall satisfaction 79%). Majority of the people who took the survey (36%) were from internal medicine and half were members of multidisciplinary meetings (49%). Seventy-one of percent of the participants were from Hamad General hospital (HGH), while rest were from the other hospitals under HMC.
Conclusion:
The response rate for the survey was low, hence another survey with a wider reach, preferably by paper, is required to get more representative data. In general, the clinicians at HGH are satisfied with the services provided by the histopathology laboratory. Areas of improvement include Turnaround time (TAT), avoidance of descriptive reports and better communication with the ordering clinician.
Keywords:
Quality control, quality improvement, survey, histopathology, Laboratory
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
İsa Döngel, Mehmet Bayram, Hakan İmamoğlu, Salih Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
Late Term ComplIcatIon Of IntrathoracIc Bullet
Ateşli silah yaralanmalarında hastaların çoğu olay yerinde veya
acil servise getirilemeden kaybedildiğinden bu hastalara yaklaşım
konusunda ortak bir fikir birliği sağlanamamıştır. Toraksa nafiz
ateşli silah yaralanması olan hastalara yaklaşım göğüs cerrahları
arasında bile farklılık gösterebilmektedir. Toraksa nafiz ateşli silah
yaralanması komplikasyonu günler aylar hatta yıllar içinde görülebilir.
Akciğer grafisinde yabancı cisim saptanmasına rağmen stabil ve non
komplike olarak kabul edilip hastaneden taburcu edildiği öğrenilen
hasta iki yıl sonra göğüs cerrahisi kliniğine genel durum bozukluğu
ile geldi. Bu olguda ateşli silah yaralanması sonucu toraksta bırakılan
mermi çekirdeğinin iki yıl sonra oluşturduğu ankiste ampiyemi
sunmayı amaçladık.
There is no consensus in approach to patients suffered from gunshot injuries since they almost die in scene or on the way to the emegency room. Manegement of the patients with gunshot bullet wounds of thorax is different even among thoracic surgeons. Complication of penetrating chest trauma due to gunshot injuries can occur within days, months even within years. A patient was admitted to the thoracic surgery clinic in bad condition. Foreign body was detected in chest X-ray patient. He had been considered stable and non complicated and discharged from hospital after a penetating gunshot injury of thorax two years ago. We report late presentation of empyema as a late complication of bullet after two years of injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lomber Disk Hernisi Cerrahisinde Postoperatif Ağrının Önlenmesinde Topikal Meperidin İle Meperidin Enjekte Edilmiş Otolog Yağ Greftinin Etkilerinin Karşılaştırılması
Mehmet Erkan Üstün, Ahmet Önder Güney, H. İbrahim Topatan, Osman Acar, Ertuğ Özkal
Araştırma makalesi
Özeti
Lomber Disk Hernisi Cerrahisinde Postoperatif Ağrının Önlenmesinde Topikal Meperidin İle Meperidin Enjekte Edilmiş Otolog Yağ Greftinin Etkilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of The Effects Of TopIcallv ApplIed MeperIdIne WIth The MeperIdIne Absorbed Autolog Fat Graft On PostoperatIve PaIn In Luınbar HernI DIseal Surgery
Bu klinik çalışmada Selçuk Üniversitesi Nöroşirürji Anabilim Dalında 1996 yılının ilk 9 ayında Lomber disk hernisi tanısı ile opere edilen 63 olgu prospektıf olarak değerlendirilmiştir. Olgular 21 kişilik gruplar halinde 3 gruba ayrılmıştır: Grup 1: Yalnızca cerrahi girişim uygulanan, Grup II: Cer-rahi girişim sonrası topikal meperidin uygulanan. Grup M: Cerrahi girişim sonunda meperidin en-jekte edilmiş otolog yağ grefti kullanılan 21 olgudan oluşmaktadır. Hastalar postoperatif 1., 3., 5. ve 7. günlerde "Mc Gill Ağrı Skalası" esas alınarak değerlendirildi. Bu çalışmada, uygulanan yöntemlerin postoperatif dönemdeki ağrı yakınması ve mohilizasyon üzerine etkileri literatür ışığında değerlendirildi.
This prospective study was carried out on 63 cases operated for the lumbar disc herniation, at the Medical Faculty of Selçuk University in 1996 in the first 9 months. All cases were divided into three equal groups :21 cases who had only disc operation was taken as first group, second group of cases re-ceived topical meperidine at the and of the ope-ration while third group of cases were applied me-peridine injected autolog fat graft. The patients were referred postoperatively 1, 3. 5 and 7 th days _according to "Mc Gill Pain S•ala". In this study we wanted to see the effects of the application method of meperidine on pos-toperative pain and comfortable mohilization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
Murat Çakır, Ebubekir Gündeş
Olgu sunumu
Özeti
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
InguInal HernIa Due To A Band AdhesIon WIthIn The HernIal Sac
Kasık fıtığı onarımı cerrahide sık uygulanan işlemlerden biridir.
Boğulmuş kasık fıtığı, Dünya genelinde cerrahların karşılaştığı en
sık ölüme yol açan cerrahi acillerden biridir. Kasık fıtığında en nadir
boğulma nedeni omental bant yapışıklığına bağlı meydana gelir.
Biz omental bant yapışıklığına bağlı fıtık kesesi içinde ince barsak
tıkanıklığı ve perforasyona neden olmuş boğulmuş kasık fıtığı
olgusunu sunduk.
Inguinal hernia repair surgery is one of the most common
procedures. Strangulated inguinal hernia is one of the most widely
performed surgical emergencies dealt with by surgeons worldwide.
Uncommonly, strangulation of the contents can occur due to other
causes like omental band adhesion. We reported a rare case
of strangulated inguinal hernia, brought about by an omental
band adhesion, causing closed loop small bowel obstruction and
perforation within the hernial sac in the inguinal canal.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Burhan Mayir, Umut Rıza Gündüz
Olgu sunumu
Özeti
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
IntestInal ObstructIon Due To TorsIoned Meckel’s DIvertIculum
Yetişkinlerde Meckel divertikülü mekanik bağırsak tıkanıklığının
nadir bir nedenidir. Non spesifik semptom ve preoperatif tanı
yetersizliği sebebiyle cerrahlar bu nadir durumu akıllarında
bulundurmalıdırlar. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hasta acil servisimize
yaklaşık 8 saat önce başlayan karın ağrısı, bulantı ve kusma
şikayetleri ile başvurdu. Hastaya akut ince bağırsak tıkanıklığı
tanısı konuldu ve acil cerrahiye alındı. Operasyonda ileoçekal valfin
60 cm proksimalinde ileumu torsiyone etmiş bir Meckel divertikülü
ve proksimalindeki ince barsakta distansiyon izlendi. Torsiyone
olmuş ileum detorsiyone edildi ve Meckel divertikülüne rezeksiyon
uygulandı. Hasta Postoperatif 3. Günde taburcu edildi. Spesimenin
histopatolojisi 3x2x1cm boyutlarında Meckel divertikülü olarak
raporlandı.
Meckel’s diverticulum is a rare cause of mechanical intestinal
obstruction in adults. Due to non-specific symptoms and preoperative
diagnosis of this rare condition, surgeons should keep in mind. A
28-year-old male patient was admitted to our emergency department
with abdominal pain, nausea and vomiting for about 8 hours before
onset. The patient was diagnosed as acute small bowel obstruction
and underwent emergency surgery. At operation a torsioned ileum
due to Meckel’s diverticulum 60 cm proximal to ileocecal valve and
small bowel distention proximal to this site was seen. Ileum was
detorsioned and Meckel’s diverticulum resection was performed.
The patient was discharged on postoperative day 3. Histopathologic
specimen were reported as Meckel’s diverticulum in 3x2x1cm size.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Kesiden Laparoskopik Apandektomi; Bir İlçe Hastanesi Deneyimi
İlhan Ece
Araştırma makalesi
Özeti
Tek Kesiden Laparoskopik Apandektomi; Bir İlçe Hastanesi Deneyimi
SIngle IncIsIon LaparoscopIc Appendectomy;
experIence Of A State HospItal
Laparoskopik cerrahide tek kesiden gerçekleştirilen ameliyat çeşitliliği hızla artmaktadır. Çalışmada tek kesiden laparoskopik apandektomi (TKLA) ve standart laparoskopik apandektomi (SLA) yapılan hastalar karşılaştırıldı. Bir ilçe devlet hastanesine başvuran ve laparoskopik apandektomi uygulanan toplam 31 hasta çalışmaya dahil edildi. On dokuz hastaya SLA, 12 hastaya ise TKLA yapıldı. Ameliyat süresi, hastanede kalma süresi, ağrı, oral gıda başlama zamanı ve komplikasyonlar karşılaştırıldı. Her iki gruptaki hastaların demografik verileri arasında fark saptanmadı. TKLA ve SLA grubunda sırasıyla ameliyat süresi (65.8-58.9dk p>0.05), hastanede kalma süresi (1.8- 1.3 gün p>0.05), oral gıda başlama zamanı (12-14 saat p>0.05) ve vizüel analog skala (VAS) ile gerçekleştirilen ağrı skorlamasında (2.8-2.6 p>0.05) fark tespit edilmedi. TKLA grubunda bir hastada (% 8.3), SLA grubunda iki hastada (% 5.2) cerrahi alan infeksiyonu gelişti. Tecrübeli merkezlerde TKLA, standart laparoskopik apendektomiye ciddi bir alternatif olabilir. Özel aletler gerektirmemesi nedeniyle laparoskopi yapılan her merkezde uygulanabilir.
Single incision laparoscopic surgery is a rapidly evolving laparoscopic surgical approach. We report a comparison of single incision laparoscopic appendectomy (SILA) and standard laparoscopic appendectomy (SLA). Thirty-one patients who applied to a city hospital, and underwent laparoscopic appendectomy were included in this study. Twelve patients received SILA and 19 patients received SLA. Operation time, hospital stay, postoperative pain, diet, and postoperative complication were reviewed. There were no statistically significant differences in patients demographics and no differences between SILA, and SLA patients respectively, in operation time (65.8-58.9 minutes p>0.05), duration of hospitalization (1.8-1.3 days p>0.05), mean visual analogue scale score (2.8-2.6 p>0.05), and return to diet (12-14 hours p>0.05). Single incision laparoscopic appendectomy in experienced centers, can be a serious alternative to conventional laparoscopic appendectomy. Laparoscopy can be applied in each center, because it does not require special tools.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Aksesuar Hava Hücrelerinin Morfometrik İncelemesi
Ahmet Kavaklı, Hanefi Yıldırım, Hasan Baki Altınsoy, Muart Ögetürk, İlter Kuş, Mustafa Sarsılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Aksesuar Hava Hücrelerinin Morfometrik İncelemesi
MorphometrIc ExamInatIon Of Accessory AIr Cells By UsIng Computed Tomography
Temporal kemiğin havalanması kendi içinde 5 bölgeye ayrılır. Bu bölgeler şunlardan oluşur: Orta kulak, Squamomastoid (mastoid), Perilabyrinthine, Petros apex ve Aksesuar. Aksesuar bölgesi ise skuamoz, zigomatik, oksipital ve stiloid olarak alt bölgelere ayrılır. Bilgisayarlı Tomografi (BT) görüntüleri kullanılaraktemporal kemikteki aksesuar hava hücre hacimleri ölçüldü. Toplam 66 olguda 132 normal kulak incelendi. Olguların 34’ü erkek, 32’si kadın ve yaş ortalamaları erkeklerde 39,50 kadınlarda 42,84 idi. Çalışmamızda erkeklerde ve kadınlarda pnömatik mastoid oranları %75-80 civarında bulundu. Her iki cinsiyette özellikle zigomatik ve squamoz hava hücreleri oranları yüksekti. Aksesuar hava hücresi görülme oranları ve hacimleri erkeklerde kadınlardan daha yüksek olmakla beraber istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). Sonuçlarımız kaynaklarla karşılaştırıldı ve uyumlu bulundu. Çalışmayla elde edilen sonuçlar özellikle aksesuar hava hücreleri kesitlerini içeren orta kulak bölümü ile ilgili ameliyatların planlanmasında yardımcı olabilir.
The temporal bone pneumatization is be divided into five section. These sections are as written down: The middle ear, squamomastiod (mastoid), perilabyrinthine, pertros apex and accessory. The accessory. The accessory section is divided as squamosal, zygomatic, occipital and styloid subsections. The volüme of the accessory air cell in temporal bone was measured by using the CT scans. 132 normal ears were observed in total of 66 cases. 34 of the cases were male, while 32 were female. The age average of the male was 39.50 where as it was 42,84 for the female. In our study, the pneumatic mastoid proportion of the male and female was observed as about 75-80 %. The zygomatic and squamoz air cells proportions were, especially, high in both sexes. The visibility of the proportions of the accessory air cells and their volumes were higher in the male when compared with the female however, it was not statistically significant (p>0.05). Our results were compared with sources and they were found adaptive. The result obtained here in should help surgeons in the middle ear planning operations on sections including accessory air cells.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Closed Segment ObstructIon Related To Tumor ObstructIon On Both Ends
Mekanik barsak tıkanıklıkları; cerrahların günlük cerrahi pratiğinde sık karşılaştıkları klinik problemlerdir. Kapalı segment tipi tıkanıklıklar mekanik barsak tıkanıklıklarının nadir bir tipi olmasına rağmen distansiyonun hızla artması, barsak duvarında dolaşımın bozularak strangülasyona yol açması nedeniyle oldukça tehlikeli bir obstrüksiyon tipidir. İlk olgu; 38 yaşında kadın hasta, dış merkezde 10 ay önce inoperabl rektosigmoid köşe tümörü nedeniyle rezeksiyon yapılmaksızın yalnızca loop ileostomi uygulanmış. Hasta kliniğimize karın ağrısı ve distansiyon nedeniyle başvurdu.Hastada rektosigmoid bölgedeki tümörün çekumu infiltre etmesine bağlı kapalı segment tıkanıklığı tespit edildi.Transvers kolostomi açılarak hasta tedavi edildi. İkinci olgumuz ise 50 yaşında erkek hastaydı. Üç yıl önce sigmoid kolon tümörü nedeniyle sol hemikolektomi geçiren hasta mekanik ileus tablosu ile acil servise başvurdu. Operasyonda ince barsak mezenterindeki metastatik kitlelere bağlı ince barsakta kapalı segment tıkanıklığı geliştiği tespit edildi. Subtotal ince barsak rezeksiyonu yapılarak hasta tedavi edildi. Kapalı segment tıkanıklıkları nadir görülen, hızla tedavi edilmesi gereken mekanik barsak tıkanıklığı nedenleridir. Her iki tarafından tümör infiltrasyonuna bağlı gelişen kapalı segment tıkanıklığı oldukça nadir görülür. Bu nedenle kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen her iki tarafından tümör obstrüksiyonuna bağlı kapalı segment tıkanıklığı gelişen iki olguyu bu yazımızda literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Mechanical intestinal obstructions are frequent clinical problems that the surgeons come across in their daily surgical practices. Although the closed segment obstruction is a rare type of the mechanical intestinal obstruction, it is all the more dangerous because of the rapid increase in distension and its entailing strangulation based on the upset circulation in the intestinal wall. In our study we have discussed two closed segment cases related to colon tumor existence along with literature on the subject. The first case is a 38-year-old female patient who underwent only loop ileostomy without a resection because of inoperable rectosigmoid corner tumor 10 months ago at another health center. The patient presented to our clinic with complaints of abdominalgia and distension.The patient was diagnosed with closed segment obstruction based on the infiltration of the cecum by the tumor in the rectosigmoid area. The patient was treated through opening up a colostomy from the transverse colon.The second case was a 50-year-old male patient. The patient, who had undergone left hemicolectomy because of sigmoid colon tumor three years before, presented to the emergency service with a condition of mechanical ileus.The patient was diagnosed with closed segment obstruction in the small intestine related to the metastatic masses in the small intestinal mesentery, intraoperatively. The patient was treated through subtotal small intestinal resection.Closed segment obstructions are rare causes of mechanical intestinal obstructions that need to be treated rapidly. Closed segment obstructions that develop because of the tumor infiltration on both ends are quite rare. Therefore, we aim at discussing the aforementioned cases of closed segment obstruction that developed because of tumor obstruction on both ends and surgically treated in our clinic, along with literature on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
Tamer Ertan, Mehmet Kılıç, A. Keşşaf Aşlar, Ömer Yoldaş, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
ActInomycosIs Of SIgmoId Colon: MImIckIng A Colon Cancer
Abdominal aktinomikoz anaerobik bir bakteri olan Actinomyces İsraeli’nin neden olduğu nadir görülen bir enfeksiyöz hastalıktır. Pelvik aktinomikoz sıklıkla intrauterin araç (İUA) kullanımıyla birliktedir. Kronik süpüratif enfeksiyon pelvik maligniteyi taklit edebilir. Preoperatif dönemde doğru tanı konulması genellikle mümkün olmamaktadır. İUA kullanımının bu nadir komplikasyonunu farketmek hastayı gereksiz ameliyattan kurtarabilir. Olgu: 31 yaşında ve İUA kullanım öyküsü olan kadın hasta karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvurdu. Fizik muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyeti mevcuttu. Bimanuel pelvik muayenesinde 8x10 cm’lik kitle mevcuttu. Transvajinal ultrasonda sağ overden köken alan 9x9 cm’lik kistik kitle saptandı. Hasta sağ over kist torsiyonu tanısıyla acil ameliyata alındı. Ameliyatta sağ adneks, sigmoid kolon, sakrum ve sağ pelvik duvarı infiltre eden kitle lezyonu saptandı. 10 cm’lik bir jejunum ansı’da bu kitle lezyonuna yapışıklık gösteriyordu ve sigmoid kolonda yaklaşık 5x6 cm boyutunda kitle palpe ediliyordu. Bu bulgular kolon karsinomunu destekliyordu ve intraoperatif genel cerrahi konsültasyonu istendi. Hastaya sağ salfingo ooferektomi + sigmoid rezeksiyon + segmental jejunum rezeksiyonu yapıldı. Rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesinde aktinomikozla uyumlu kronik inflamasyon doku saptandı. Sonuç: Özellikle İUA kullanan hastalarda pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında nadir görülen bu infeksiyöz hastalık akılda tutulmalıdır.
Abdominal actinomycosis is a rare infectious disease caused by an anaerobic bacterium actinomyces israeli. Pelvic actinomycosis is generally associated with the use of intrauterin devices (IUD). This chronic suppurative infection can mimic pelvic malignancy. The diagnosis of the disease is frequently miss preoperatively. The surgeons must be aware of this rare complication in order to avoid an extensive surgical procedure. Case: We present the case of a 31 year old premenoposal woman with an abdominal pain and a history of IUD us efor 6 years. On physical examination the patient had tenderness on right lower abdomen and a palpable cystic mass 8x10 cm in size on pelvic bimanual examination. A preoperative transvaginal USG showed a 9x9 cm cystic mass originated from right ovary. The patient was taken to the emergency operating suite with the diagnosis of torsion of the right cystic ovary by gynaecologist. During the exploratory laparotomy we observed an extensive diffusely infiltrating process involving right adnexa, sigmoid colon sacrum and right pelvic Wall. A loop of jejunum was adherent to this infiltrating process and a mass 5x6 cm in size was palpated in sigmoid colon. These findings were highly suggestive of a colonic carcinoma and the patient was consulted with a general surgeon intraoperatively. Right salpingo -ooferectomy + sigmoid resection + segmental jejunal resection was performed. Pathologic findings showed chronic inflammatory tissue with evidence of actinomycosis. Conclusion: The case described here underlines that surgeons must be aware of this unusual infectious disease in the differential diagnosis of pelvic mass.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dermal Suspansiyon Flebi İle Dudak Kaldırma : Hasta Memnuniyeti Ve Skar Görünümü Üzerine Etkisi
Ömer Buhşem
Araştırma makalesi
Özeti
Dermal Suspansiyon Flebi İle Dudak Kaldırma : Hasta Memnuniyeti Ve Skar Görünümü Üzerine Etkisi
LIp LIft WIh Dermal SuspensIon Flap TechnIque : Effect On PatIent SatIsfactIon And Scar Appearance
Özet
Amaç: Bu çalışma klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma ameliyat tekniği ile (grup I ), aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak gerçekleştirilen dudak süspansiyonu tekniğinin (grup II) , dudak kaldırma ameliyatlarındaki hasta memnuniyeti ve skar görünümüne etkisini karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.
Hastalar ve Yöntem:
Yazar tarafından 2016-2023 yılları arasında ameliyat edilen 48-66 yaş arası 28 kadın hasta iki grupta incelendi. Birinci gruba klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma tekniği ile ameliyat edilen 14 hasta, ikinci gruba aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak dudak süspansiyonu tekniği ile local anestezi altında ameliyat edilen 14 hasta dahil edildi. Altı ay takip edilen her iki guruptaki hastalara 6. ayın sonunda global estetik iyileştirme ölçeği kullanılarak genel estetik sonuçtan memnuniyet düzeyleri soruldu. Ayrıca bir değerlendirici cerrah, Vancouver skar ölçeğini kullanarak ameliyat sonrası oluşan skarı skorladı. Tüm sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Postoperatif değerlendirmede dermal süspansiyon flebi kullanılan grup 2'de 14 hastanın 9'u (%66) çok fazla düzelme bildirirken, Grup 1'de 14 hastanın 6'sı (%42,9) klasik teknikle çok fazla düzelme olduğunu belirtti. Aynı şekilde değerlendirici cerrah tarafından 6. ayda yapılan skar skoru incelendiğinde skar skalası grup 1'de 14, grup 2'de 4 idi. Grup 1'de hastaların değerleri 0 ile 4 arasında değişmekteydi ve ortalama değer 1.0 idi. Grup 2'de değerler 0-2 arasında değişmekteydi ve ortalama değer 0,3 idi. Muhtemelen gruplardaki hasta sayısının sınırlı olmasından kaynaklanan 2 grup arasında genel hasta memnuniyeti ve skar skoru açısından istatistiksel anlamlılık olmamasına rağmen (p>0.05), genel hasta memnuniyeti grup 2'de grup 1'e göre klinik olarak anlamlı derecede daha yüksekti ve yara izi grup 2'de grup 1'e göre klinik olarak anlamlı derecede daha az bulundu.
Sonuç:
Dermal askı flep tekniği ile yapılan dudak kaldırma ameliyatlarının hem genel estetik hasta memnuniyetinin daha yüksek olması, hem de hastalarımızda daha az iz kalması nedeniyle klasik eksizyon yöntemine değerli bir alternatif olarak katkı sağlayabileceği kanısına varıldı.
Abstract
Aim: This study was designed to compare the effect of the classical bull horn excision pattern lip lift technique (group I) and the lip suspension technique (group II) which was performed using a dermal flap prepared on the upper lip with the same pattern incision, on patient satisfaction and scar appearance in lip lift surgeries.
Patients and Methods: Twenty-eight female patients aged 48-66 years, operated by the author between 2016 and 2023, were analyzed in two groups. The first group included 14 patients who were operated on with the classical bull horn excision pattern lip lift technique, and the second group included 14 patients who were operated with the lip suspension technique using a dermal flap prepared on the upper lip with the same pattern incision under local anesthesia. At the end of the 6th month, the patients in both groups, who were followed up for 6 months, were asked about their satisfaction with the overall aesthetic result using the global aesthetic improvement scale. In addition, an evaluator surgeon scored the postoperative scar using the Vancouver scar scale. All results were evaluated statistically.
Results: 9 of 14 patients (66%) stated very much improvement in the group 2 in which the dermal suspension flap was used, while 6 of 14 patients (%42.9) stated very much improvement with classical technique in Group 1, in the postoperative assessment at 6th month. Likewise, when the scar score performed by the evaluator surgeon was examined in 6th month. The scar scale was 14 in group 1 and 4 in group 2. In Group 1, the values of the patients ranged from 0 to 4, and the mean value was 1.0. In Group 2, the values ranged between 0-2 and the mean value was 0.3. Overall patient satisfaction was clinically significantly higher in group 2 when compared with group 1 and the scar was found to be clinically significantly less in group 2 when compared with group 1, even though there is no statistical significance (p>0.05) between 2 groups in overall patient satisfaction and scar score, probably due to limited number of patients in groups.
Conclusion:
It has been concluded that lip lift surgeries performed using the dermal suspension flap technique can contribute as a valuable alternative to the classical excision method, due to both higher overall aesthetic patient satisfaction and less scarring in our patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun Değerlendirilmesi
Mehmet Uyar, Yusuf Kenan Boyraz, Kübra Gençağa, Tahir Kemal Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin İş Doyumunun Değerlendirilmesi
Assessment Of Job SatIsfactIon Of The Research AssIstant In A UnIversIty HospItal
Amaç: Kesitsel tipteki bu çalışma Meram Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimi alan araştırma görevlilerinin iş doyumunu ve iş doyumu ile ilişkili olabilecek faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır. Hastalar ve Yöntem: Demografik bilgiler ile Minnesota İş Doyum Ölçeği’nden oluşan 36 soruluk anket formu yüz yüze görüşme yöntemiyle 244(%80,2) asistan hekime uygulanmıştır. Bulgular: Katılımcıların %52,5’i erkek, %55,3’ü evliydi ve %29,1’inin en az bir çocuğu vardı. Yaş ortalaması 28,42±3,02 yıl idi. Aylık ortalama nöbet sayıları 6,35±4,10 idi. Araştırma görevlilerinin %9,8’i daha önce bir uzmanlık eğitimini yarıda bırakmıştı. Hekimlerin %60,6’sı aldıkları ücretten memnun değildi. Genel doyum puan ortalaması 3,24±0,53, içsel doyum puan ortalaması 3,40±0,56, dışsal doyum puan ortalaması 2,97±0,62 olarak bulundu. Temel bilimlerde çalışan hekimlerin dışsal iş doyum puan ortalamaları dahili ve cerrahi bilim dallarında çalışan hekimlere göre anlamlı bir şekilde daha yüksek bulundu. Hekimlerin %33,2’si çalışma koşullarından, %44,3’ü amirinin çalışanlara yönelik davranışından, %84,4’ü çalışma arkadaşlarından memnundu. Konya’daki tıp fakültelerinden mezun olanların genel doyum puanı ve dışsal doyum puanı Konya dışındaki fakültelerden mezun olanların genel doyum puanından ve dışsal doyum puanından anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Yoğun çalışma temposuna sahip hekimlerin, çalışma ortamı ve koşullarının iyileştirilmesi, kurum politikalarında söz sahibi olmalarının sağlanması, aldıkları ücretlerin iyileştirilmesi, sadece araştırma görevlisi hekimlerin iş doyumu düzeyini değil hastalara sunulan hizmetin kalitesini de artıracaktır
Aim: This cross-sectional study aims to determine job satisfaction of research assistants taking medical specialization education at Meram Medical School and factors that may be related to job satisfaction. Patients and Methods: A questionnaire consisting of Minnesota Job Satisfaction Scale and questions regarding demographic information is applied to 244 (80,2% ) physician assistants via face to face meeting. Results: 52.5% of participants were male, 55.3% of them were married and 29.1% had at least one child. Average of age was 28.42±3.02 years. Average number of night duties monthly was 6.53±4.10. 9.8% of research assistants had quitted a specialization education before. 60.6% of physicians were not content with their salaries. Overall satisfaction point average was 3.24±0.53, intrinsic satisfaction point average was 3.40±0.56, extrinsic satisfaction point average was found to be 2.97±0.62. Extrinsic satisfaction point averages of physicians working in basic sciences was found to be significantly higher than averages of physicians working in internal medicine and surgery branches. 33.2% of physicians were satisfied with working conditions, 44.3% with their chiefs’ behaviours towards employees, 84.4% with their colleagues. Overall satisfaction and extrinsic satisfaction points of participants who graduated from medical schools in Konya were meaningfully higher than points of those who graduated from medical schools outside Konya. Conclusions: Improving the working environments and conditions of physicians having busy schedule, enabling them to have a voice in institution policies, increasing the wages will not only increase the job satisfaction level of research assistant physicians, but also the quality of service provided to patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Doğum Yapan Kadınların Doğum Yöntemleri Hakkında Düşünceleri Ve Aldıkları Bakım Memnuniyeti
Emre Yanıkkerem, Aslı Göker, Nicole Piro
Araştırma makalesi
Özeti
Sezaryen Doğum Yapan Kadınların Doğum Yöntemleri Hakkında Düşünceleri Ve Aldıkları Bakım Memnuniyeti
Women’s OpInIons About Mode Of DelIvery And SatIsfactIon WIth
hospItal Care After Cesarean SectIon
Bu çalışmanın amacı sezaryen doğum yapan kadınların doğum
yöntemleri hakkında deneyimlerini, yaptıkları doğum yönteminden
ve aldıkları bakımdan memnuniyetlerini incelemektir. Bu araştırma
sezaryen doğum yapan 140 kadın ile gerçekleştirilmiştir. Kadınların
SDAMDÖ için önerilen kesme noktası puanı 146.5 olup, kadınların
%48.6’sının memnuniyet düzeyi yüksek, %51.4’ünün memnuniyet
düzeyi düşük bulunmuştur. Kadınların SDAMDÖ ölçek puan
ortalaması 144.9±18.7 (min=90, max=105). SDAMDÖ ölçek puanın
alt faktörleri incelendiğinde puan ortalamaları sağlık ekibinin anlayışı
20.1±3.4 (min=5, max=25); sezaryene hazırlık 7.9±1.9 (min=2
max=10); rahatlama 7.8±2.9 ( min=3 max=15); kararlara katılım ve
bilgilendirme 28.2±6.9 (min=8 max=40), bebekle tanışma 7.4±3.9
(min=3 max=15), postpartum bakım 7.5±5.1 (min=7 max=30),
hastane odası 10.5±3.1 (min=3 max=15), hastane olanakları
9.9±2.9 (min=3 max =15), mahremiyete saygı 15.1±3.7 (min=8
max=20), beklentilerin karşılanması 14.6±2.9 (min=8 max=20) olarak
belirlenmiştir. Memnuniyet düzeyi ile kadınların tanıtıcı özellikleri
arasındaki ilişki incelendiğinde; epidural anestezi ile sezaryen olan
ve 26-30 yaş grubundaki kadınların doğum sonrası memnuniyet
düzeyi yüksek bulunmuştur (p<0.05). Anne bakımı verirken hasta
merkezli yaklaşım son derece önemli olup, gebelere antenatal
dönemde doğum yöntemleri hakkında bilgi vermek, annelerin doğum
yöntemleri hakkında yanlış fikirlerini ortaya çıkarıp, isteğe bağlı
sezaryen oranlarını azaltmak son derece önemli olup aldıkları bakımın
memnuniyetini de belirlemek hizmet kalitesinin arttırılmasında son
derece önemlidir.
The aim at this study is to evaluate women’s experience, opinion about mode of delivery, satisfaction with hospital care after cesarean section. This descriptive, cross-sectional study was carried out at 140 women who had cesarean section. The proposed cut off score for SMMSCB was 146.5 and 48.6% of the women had high level of satisfaction. The mean SMMSCB scale score was 144.9±18.7 (min=90, max=105). When subgroups of the scale was examined, ‘perception of health professionals’ was 20.1±3.4 (min=5, max=25); preparation for caesarean 7.9±1.9 (min=2 max=10); ‘comforting’ score was 7.8±2.9 ( min=3 max=15); ‘information and involvement in decision making’ score was 28.2±6.9 (min=8 max=40), meeting the baby 7.4±3.9 (min=3 max=15), postpartum care 7.5±5.1 (min=7 max=30), hospital room 10.5±3.1 (min=3 max=15), hospital facilities 9.9±2.9 (min=3 max =15), respect for privacy 15.1±3.7 (min=8 max=20), meeting expectations 14.6±2.9 (min=8 max =20). The level of satisfaction was found high in women who had given birth with epidural anesthesia and who were in the age group of 26-30 (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
Fatma Kaya, İlhan Çiftci, Ayşe Nazlı Seçkin
Olgu sunumu
Özeti
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
A Rare Method For TakIng The Swallowed ForeIgn BodIes
out Of The ChIldren
Çocuğun çevresini tanımasının ve onunla ilişki kurmasının bir
yolu da, eline geçen her cismi ağzına götürerek tadına bakmasıdır.
Bu nedenle çocuklar hiç akla gelmeyecek tip ve büyüklükteki yabancı
cisimleri yutmaktadır. Yabancı cisim yutan büyük yaştaki çocukların
önemli bir bölümünde zeka özrü veya ruhsal sorunlar vardır. Klinik
olarak öksürük, dispne, ses kısıklığı, solunum güçlüğü, solunum
seslerinde azalma, ağızdan bol tükrük gelmesine neden olabilir.
Bu yabancı cisimler içerisinde madeni parayla sık karşılaşılır.
Yabancı cisim aspirasyonunda alternatif tedaviyi paylaşmak istedik.
Bu makalede dört yaşında, Down sendromlu bir hastada yabancı
cisim aspirasyonuna alternatif bir yaklaşım sunuldu. Müdahale
sırasında komplikasyon gelişmeyen hasta önerilerle taburcu
edildi. Çocukluk çağında yabancı cisim aspirasyonu sıktır. Yabancı
cisimlerin çoğunluğunu metal paralar oluşturmaktadır. Yabancı cisim
aspirasyonuna yaklaşımda hastanın kliniği, yabancı cismin tipi,
takıldığı yer, aspirasyon süresi ve müdahale şartlarına göre tedaviye
karar verilir. Tedavi yaklaşımını endoskopi, gözlem veya cerrahi
oluşturmaktadır. Acil müdahalenin gerektiği hastalarda foley kateter
ile balon ekstraksiyonu gibi alternatif yöntemler deneyimli cerrahlar
tarafından kullanılabilir.
One of the ways for the child to get familiar with its surrounding
environment and to build up relations with the same is bringing
any possible object to the mouth for tasting. Thus, the children
happen to swallow foreign bodies of sorts and sizes unimaginable.
A great portion of the grown up children swallowing foreign bodies
demonstrate mental deficiencies or psychological problems. The
clinic symptoms may be coughing, dyspnoea, hoarseness, breathing
difficulty, weakened respiratory sounds and hyper saliva in the
mouth. The foreign bodies are usually coins. We want to share an
alternative treatment in foreign body aspirations. In this article is
demonstrated an alternative approach for foreign body aspiration in
four years old patients with down syndrome. The patient developed no
complications during the medical intervention and discharged under
recommendations. Foreign body aspiration is common in childhood.
The majority of foreign bodies are coins. Approach to foreign body
aspiration in a patient’s clinical presentation, type of foreign bodies,
inserted in the aspiration time and the response shall be decided
to treatment according to the conditions. Approaching treatment
is endoscopy, observation or operation. In emergency alternative
methods can be used such as balloon extraction with foley catheter
by experienced surgeons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İlinde Çalışan Hekimlerin Adli Olgulara Ve Adli Raporlara Yaklaşımı - Anket Çalışması
İshak Gürsel Günaydın, Şerafettin Demirci, Kamil Hakan Doğan, Yusuf Aynacı, İdris Deniz
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İlinde Çalışan Hekimlerin Adli Olgulara Ve Adli Raporlara Yaklaşımı - Anket Çalışması
MedIcal PractItIoners' Approach To ForensIc Cases And ForensIc Reports In Konya ProvInce - A QuestIonnaIre Study
Amaç: Bu çalışma, acil servis çalışanı hekimlerin adli olgulara ve adli rapor düzenlenmesine yaklaşı-mını ve bu konularla ilgili yaşadığı sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri sunmak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Konya ve çevresinde Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin acil servislerinde ve 112 Hızır Acil servislerinde çalışan ve "Acil Hekimliği Sertifika Programı Temel Modülü Eğitimi"ne katılan pratisyen hekimlere, eğitim öncesi, anket formları uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan hekimlerin %85.2’si mezuniyet öncesi adli tıp eğitiminin yeterli olmadığını belirtmişlerdir. Mezuniyet sonrasında adli tıp ve rapor konusunda eğitim alanların oranının ise %20.1 olduğu görülmektedir. Hekimlerin %42.4’ü adli raporun "tanıyı ilk koyan hekim tarafından" verilmesinin gerektiğini, %84.3’ü hastasının adli olgu olması nedeniyle fazladan bir tedirginlik yaşadığını, %66.8’i çalıştıkları birimlerde sadece adli olgulara bakan bir birim oluşturulması gerektiğini ancak bu gruba katılmak istemediklerini belirtmişlerdir. Hekimlerden, Türk Ceza Kanunu’nda yara ağırlığının belirlenmesi ile ilgili "yaşamsal tehlike", "basit tıbbi müdahale" ve "kemik kırığının yaşam fonksiyonlarına etkisi" konusunda yanlış değerlendirme yapanların oranının yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Acil servis çalışanı pratisyen hekimlerin adli olgu ile karşılaşma oranı yüksek olmasına rağmen, adli rapor yazımı hususunda eğitim ve bilgi yetersizliği nedeniyle tedirginlik yaşadıkları anlaşılmaktadır. Yaşanan tedirginliği gidermek ve objektif kriterlere uygun adli rapor düzenlenmesi için özellikle acil servis çalışanı pratisyen hekimlere adli rapor düzenleme, yara ağırlık kriteri olarak kullanılan kavramlar ve adli olguya yaklaşım konularında uygulamalı eğitim verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Aim: The aim of the present study was to investigate the medical practitioners' approach to forensic cases and to composing forensic reports and to determine the problems they face regarding these issues and to present suggestions for solutions to problems. Material and Method: Questionnaire forms were administered to practitioners working in emergency services and 112 Hizir Acil (swift emergency ambulance and first aid) services of hospitals affiliated with the Ministry of Health in the Province of Konya and around and who participated in "Emergency Medical Service Certificate Program Basic Module Training" before their training. Results: 85.2 % of the practitioners who participated in the study stated that the undergraduate forensic medicine training was not adequate. It was seen that the percentage of the practitioners who received training on forensic medicine and report after graduation was 20.1 %. Among the subjects, 42.4 % of the practitioners stated that the forensic report should be prescribed by "the medical practitioner who made the first diagnosis", 84.3 % of the practitioners stated that they experienced an uneasiness because of the fact that the patient was a forensic case, 66.8 % stated that a unit which dealt with only forensic cases should be set up in the units they worked, however, they did not want to take part in that group. It was determined that, of the practitioners, the number of the ones who made wrong assessments regarding the issues in the Turkish Penal Code such as "vital danger", "simple medical intervention" and "the effects of bone fractures on life functions" was high. Conclusion: Although the rate of encountering forensic cases is high in practitioners, it is understood that practitioners experience uneasiness about writing forensic reports because of their lack of training and knowledge. It is suggested that practical training should be provided concerning the issues of forensic report writing, concepts used as criteria for severity of injuries and approach to forensic cases, especially to the practitioners who work at emergency services in order to remove the uneasiness experienced and to organize forensic reports according to objective criteria.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Bedri Özer, Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Tolga Şahiner
Araştırma makalesi
Özeti
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Local ApplIcatIon Of BIzmut Subgallate In The Pre VentIon Of PrImer Hemorrhage After AdenotonsIllectomy
Tonsillektomi ve Adenotonsillektomi Kulak Burun Boğaz alanında sık uygulanılan bir cerrahi girişimdir. Tonsillektomi sonrası kanama insidansının gittikçe düşmesine rağmen cerrah için hala ciddi bir sorundur. Bizmut Subgallat adenotonsillektomi kanamalarından korunmada etkili bir ajandır. Koagulasyonu Parsiyel tromboplastin zamanını etkilemek suretiyle aktive etmekte ve pıhtılaşma süresini kısaltmaktadır. Bizmut Subgallat bunu Hageman Faktörü etkilemek suretiyle yapmaktadır. Bu çalışmada 39 hastanın operasyonlarında topikal Bizmut Subgallat uygulamasının sonuçları tartışılmıştır.
Tonsillectomy (with or without adenoidectomy) continious to be a commonly peıformed operation in the practice of otorhinolaryngology. Although the incidance of postonsillectomy haemorrhage has been decreased it is serious problem for surgeons. Bizmut Subgallate is an effective agent in pre-venting hemorrhage after adenotonsillectomy. It is shortened the clotting time of whole blood an activation of coagulation in assays of the partial thromboplastin time. The action of Bizmut Subgallate was localized to an effect on Ilageman Factor. In this report; control of bleding using topical Bismut Subgalltıte in the operation of 39 patients was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Androgenetik Alopesi Tedavisinde Otolog Prp Uygulanan Hastalarda Hiperaljezi Gelişimi
Mehmet Emin Cem Yıldırım, Bilsev İnce, Orkun Uyanık, Mehmet İhsan Okur, Mehmet Dadacı
Araştırma makalesi
Özeti
Androgenetik Alopesi Tedavisinde Otolog Prp Uygulanan Hastalarda Hiperaljezi Gelişimi
Development Of HyperalgesIa In PatIents WIth AndrogenetIc AlopecIa Treated WIth Autologous Prp
Amaç: Platelet zengin plazmanın (PZP) etkisini trombositlerin alfa granüllerinde bulunan büyüme faktörleri ile yüksek trombosit konsantrasyonuna bağlı olarak gösterdiği düşünülmektedir. Tekrarlayan girişimlerde artan ağrı hissi, PZP’nin hipersensitizasyonla ilişkili hiperaljeziye neden olabileceği sorusunu gündeme getirmektedir. Literatürde tekrarlayan PZP enjeksiyonunun neden olduğu periferik duyarlılığı bildiren yayın yoktur. Bu çalışmada, androjenik saç kaybı olan PZP hastalarında hipersensitizasyona bağlı hiperaljezinin olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2016-2017 yılları arasında androgenetik alopesisi olan 25-35 yaşları arasında 10 erkek hasta dahil edildi. Otolog PZP, frontal ve parietal bölge derisine cm2 başına 1 mL enjekte edildi ve enjeksiyon birinci, ikinci ve altıncı ayda tekrarlandı. Hastaların ağrılı uyaranlara verdiği cevaplar, tüm enjeksiyonlardan hemen önce ve ilk yılda, değişken olarak Von Frey filamentleri kullanılarak araştırıldı. Her bir ölçümün hiperaljezi skorları, iki cerrahın ortalama sonuçları ile belirlendi. Saç kaybı olan hastalar dermoskopi ile değerlendirildi. Birim alandaki saç folikülü sayısı tespit edildi ve hastaların her bir kontrolünde fotoğraf çekildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 29,4 idi. Hastalar hiperaljezi açısından değerlendirildiğinde, her PZP uygulamasından sonra, PZP enjeksiyonu öncesi ile karşılaştırıldığında ağrının daha az g stimülasyonu ile hissedildiği gözlendi (P < 0.05). Hiperaljezinin en yüksek periyodu PZP’den sonraki ilk yıldaydı (P < 0.05). Saç yoğunluğundaki artış, ilk tedaviden sonra 1., 2., 6. ve 12. aylarda % 6,4 , 9,4 , 21 ve 27,6 olarak hesaplandı.
Sonuç: Hastalarda tekrarlayan PZP enjeksiyonları nedeniyle hiperaljezi ortaya çıkabilir. Bu hastalarda hiperaljezinin gelişimi PZP içeriğindeki büyüme faktörlerine bağlı olabilir. Tekrarlanan PZP enjeksiyonlarından sonra ortaya çıkan hiperaljezinin nedenini belirlemek için ileri deneysel ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: Platelet-rich plasma (PRP) is thought to exerts its effect through the growth factors present in the alpha granules of the platelets, depending on its high platelet concentration. The increasing feeling of pain in recurrent attempts raises the question that PRP may cause hyperalgesia associated with hypersensitization. There is no publication in the literature reporting peripheral sensitization caused by any recurrent injection of PRP. In this study, we aimed to investigate whether hyperalgesia occurs due to hypersensitization in PRP patients with androgenetic alopecia.
Patients and Methods: Between 2016 and 2017, 10 male patients aged 25-35 years who had androgenetic alopecia were included in the study. Autologous PRP was injected intradermally as 1 mL per cm2 in the diseased frontal and parietal area of scalp, and then the injection was repeated at the first, second and sixth months. Patients’ responses to painful stimulus were investigated immediately before all injections and at the first year using Von Frey filaments in variable. Hyperalgesia scores of each measurement were determined by averaging results of the two surgeons. Patients who had hair loss were evaluated with dermoscopy. The number of hair follicles per unit area was detected and the patients’ photographs were taken at each control.
Results: The mean age of the participants was 29.4 years. When patients were evaluated for hyperalgesia, it was observed that after each PRP application, pain was felt with less amount of g stimulation compared to before PRP injection (p <0.05). The highest period of hyperalgesia was in the first year after PRP (P <0.05). The increase in hair density was calculated as 6.4, 9.4, 21, and 27,6% at 1st, 2nd, 6th, and 12th months after the first treatment.
Conclusion: We determined that hyperalgesia may occur in patients because of repeated PRP injections. The development of hyperalgesia in these patients may be due to growth factors in the PRP content. Further experimental and clinical studies are needed to determine the cause of hyperalgesia occurring after repeated PRP injections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akcığer Hastalıklarında Endoskopınin Değeri
Hasan Solak, Ali Ersöz, Tahir Yüksek, Mehmet Yeniterzi, Ümran Çalışkan, Şeref Otelcioğlu, Şamil Ecirli, Kemal Ödev, F. Özkan, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Akcığer Hastalıklarında Endoskopınin Değeri
The Volue Of EndoscopIe In Lung ClIseases
Endoskopinin tarihçesi 19, yüzyılın sonlarında başlamış ise de bronkoskopi tekniği ancak birinci dünya savaşından sonra gelişmeye başlamıştır. Daha sonraları çok taraftar toplayan bu yöntem göğüs hastalıkları uzmanları ve göğüs cerrahlarının vazgeçemeyeceği bir teşhis aracı haline gelmiştir.
Between, 1985 - 1986 150 bronchoscopies were perforıned in our ciinic. 60 cases were diagnosed as bronchus carcinoma. Among 90 cases; 25 cases were diagnosed as tuberculosis, 10 cases lober pneumonie, 39 patients chronic bronchitis, 15 cases lung abcess and in one case foreign material aspiration were diagnosed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Acil Kritik Yoğun Bakımda Yatan Hastaların İncelenmesi
Evre Yılmaz, Selda Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Acil Kritik Yoğun Bakımda Yatan Hastaların İncelenmesi
ExperIences Of The PatIents At Emergency CrItIcal IntevsIve Care UnIt
Bu çalışmanın amacı acil kritik yoğun bakımda yatan hastaların
yaşadığı deneyimleri belirlemektir. Tanımlayıcı özellikteki çalışma,
Konya’da bulunan bir eğitim ve araştırma hastanesinin acil kritik
yoğun bakım ünitesinde yapılmıştır. Çalışma kapsamına 121 yoğun
bakım hastası alınmıştır. Çalışmada veri toplama aracı olarak hasta
tanıtım formu ve “Yoğun Bakım Deneyim Ölçeği” kullanılmıştır.
Çalışmamızda hastaların %50.4’ünün kadın, %19’unun ilkokul ve
altında eğitime sahip ve %66.1’inin evli olduğunu belirlenmiştir.
Hastaların yoğun bakım deneyim ölçeğinden 60.09±6.53 puan
aldığı bulunmuştur. Bu çalışma sonucunda, yoğun bakım ünitesinde
hastaların kısmen olumsuz deneyimler yaşadığı saptanmıştır.
Bunun yanında hastaların yoğun bakımda bulundukları süre içinde
farkındalıklarının ve bakımdan memnuniyet durumlarının orta
düzeyde olduğu düşünülmektedir.
The aim of this study was to determine the experiences of
emergency critical intensive care unit patients. This descriptive study
was conducted at an emergency critical intensive unit in a Teaching
and Research Hospital located in Konya. One hundred twenty one
intensive care patients were included in the study. A questionnaire
and “Intensive Care Experience Scale” were used as data collection
tools. Of the patient,50.4%of them were female, 19% of them had
elementary school graduates or lower degree education and 66.1%
of them were married. Patients’score of intensive care experiences
scale was 60.09±6.53. At the end of the study, it was determined
that the patients inthe intensive care units lived negative experiences
partly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Esnasında Adneksiyal Kitlelere Laparoskopik Yaklaşım
Osman Balcı, Metin Çapar
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelik Esnasında Adneksiyal Kitlelere Laparoskopik Yaklaşım
LaparoscopIc Management Of Adnexal Masses DurIng Pregnancy
Bu çalışmada amacımız kliniğimizde gebelik esnasında adneksiyal kitle saptanan ve laparoskopik cerrahi yaklaşımla tedavi edilen olgularımızın değerlendirilmesidir. Ocak 2005 ile Aralık 2009 yılları arasında, kliniğimizde gebelik esnasında adneksiyal kitle tespit edilen veya dış merkezlerden kliniğimize gebelik+adneksiyal kitle tanısıyla sevk edilen ve laparoskopik yaklaşımla tedavisi yapılan 18 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular yaş, gravida, parite, başvuru şikâyetleri, başvuru anındaki gebelik haftaları, ultrasonografi (USG) bulguları, uygulanan laparoskopik yöntemler ile operasyon ve hospitalizasyon süreleri açısından incelendi. Çalışmamız 18 olgudan oluşmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı 28.5±4.3 (20–37) ve ortalama gebelik haftaları 13.1±3.3 (8–20) hafta idi. Hastalar sıklıkla kasık ağrısı şikayeti ile başvurmuşlardır. Hastalarda USG bulguları olarak gebelik ve sıklıkla adneksiyal bölgede kist tespit edilmiştir. 8 hastada aynı zamanda adneksiyal torsiyon saptanmıştır. Hastalarımızın 9’u 1. trimesterde, 9’u ise 2. trimesterde idi. Laparoskopik olarak 10 olguya kistektomi, 6 olguya detorsiyon ve kistektomi ve 2 olguya da salpingo-ooferktomi yapılmıştır. Ortalama adneksiyal kitle çapı 7.8±2.3 (5–15) cm idi. Ortalama operasyon süresi 37.2±7.1 (25– 50) dakika ve ortalama hastanede kalış süresi 1.8±0.6 (1–3) gün idi. Hiçbir olgumuzda abortus gelişmemiştir. Gebelik esnasında adneksiyal kitlelere cerrahi yaklaşımda uygun hastalarda ve deneyimli laparoskopistlerin varlığında en uygun yöntem laparoskopik cerrahi yapılmasıdır. Uzman bir kadro tarafından yapıldığında laparoskopik cerrahi anne ve bebek açısından güvenli ve avantajlı görülmektedir.
The aim of this study was to evaluatie of adnexal masses cases that were diagnosed and laparoscopically treated during pregnancy in our clinic. This retrospective study included 18 cases that were diagnosed to have adnexal masses during pregnancy or referred from other clinics to our clinic and treated by laparoscopy between January 2005 and December 2009. Patient’s characteristics such as age, gravidity, parity, symptoms, gestational age at the time of diagnosis, sonographic findings, and type of laparoscopic surgery, operation time and hospitalization time were recorded. Eighteen women with adnexal masses during pregnancy who underwent laparoscopic surgery were included in this study. The average age of the patients was 28.5±4.3 (range 20–37) years and the average gestational age was 13.1±3.3 (range 8–20) weeks. The patients presented usually with pelvic pain. Adnexal cyst was mostly seen by ultrasonographic evaluation. Adnexal torsion was detected in 8 patients. Nine patients were in first trimester, other 9 patients were in second trimester. We performed laparoscopic cystectomy in 10 patients, detorsion and cystectomy in 6 patients and salpingoooferectomy in 2 patient’s. Mean adnexal mass size was 7.8±2.3 (range 5–15) cm. Mean operation time was 37.2±7.1 (25–50) minutes and mean hospitalization time was 1.8±0.6 (1–3) days. Abortion was not detected in our cases. According to these findings, laparoscopic surgery is the most appropriate treatment for patients with adnexal masses during pregnancy in the presence of expert surgeons. Laparoscopic surgery if performed by experienced surgeons seems to be safe and better management method for maternal-fetal health.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
El Defektleri İçin Kasık Flebinin Kullanımı: Serbest Veya Pediküllü, Hasta Bildirim Sonuçlarına Göre Hangisi Öncelikli Olmalı?
Selman Hakkı Altuntaş, Mustafa Asım Aydın, Osman Gurdal, Fuat Uslusoy, Ömer Faruk Dilek
Araştırma makalesi
Özeti
El Defektleri İçin Kasık Flebinin Kullanımı: Serbest Veya Pediküllü, Hasta Bildirim Sonuçlarına Göre Hangisi Öncelikli Olmalı?
The Use Of Groın Flap For Hand Defects: Whıch Should Be Prıor, Free Or Pedıcled, Based On Patıent-Reported Outcomes?
ÖZET
Giriş: Eldeki geniş defektlerin çoğu, tendon ve kemikleri açıkta olması nedeniyle vaskülarize cilt örtüsü gerektirir. Bu endikasyon için pediküllü kasık flebi standart bir flep olarak önerilmiştir. Ancak üst ekstremitenin immobilizasyonu dezavantaj olabilir. Kasık flebini serbest flep olarak kaldırmak da mümkündür. Serbest flebin dezavantajı, zaman alıcı bir mikrocerrahi işlem olmasıdır. Geniş el defektleri olan hastalarda pediküllü ve serbest kasık flebi rekonstrüksiyonlarını hasta bildirim sonuçlarına göre karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: 2013-2020 yılları arasında ellerindeki geniş defektler nedeniyle pediküllü veya serbest kasık flebi yapılan 16 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Çalışma retrospektif klinik anket çalışması olarak gerçekleştirildi. Hastalar pediküllü kasık flebi grubu (n=8) ve serbest kasık flebi grubu (n=8) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastalar 2 yıl takip edildi. Hastalara postoperatif dönemde DASH ve SF-36 testleri uygulandı. Ameliyat öncesi ve sonrası ağrı Vizüel Analog Skala ile değerlendirildi. Hastalara; hangi gün, ağrı çekmeden yürüyüp tuvalette oturabildikleri ve günlük işleri için ikinci bir kişiye ihtiyaç duymadıkları soruldu.
Bulgular: Pediküllü flep uygulanan hastaların yarısında ciddi dirsek ve omuz ağrısı vardı ve fizik tedavi gerektirdi. Yara iyileşmesi serbest kasık flebi grubunda anlamlı olarak daha erken tamamlandı (p<0,05). Pediküllü grupta ortalama hastanede kalış süresi serbest flep grubundan (sırasıyla 21 gün ve 13 gün) daha uzundu ve bu istatistiksel olarak anlamlı değildi. DASH skorları pediküllü flep grubunda subakut ve kronik evrede 92 ve 72 iken, serbest flep grubunda sırasıyla 52 ve 24 bulundu (p=0,012 ve 0,002). SF-36 skorlarına göre pediküllü flep grubunda fiziksel fonksiyonlar anlamlı olarak bozulmuştu (p < 0.001). İkinci kişinin günlük çalışması için ihtiyaç duyduğu gün sayısı pediküllü grupta 79, serbest flep grubunda 24 idi (p=0.041). Ağrısız tuvalete oturma pediküllü grupta 63. günde, serbest flep grubunda 15. günde başlandı (p=0.036).
Sonuç: Kasık flebinin serbest flep olarak transfer edilmesi ile omuz ve dirsek eklemi ile ilgili problemler ortadan kalktı, el rehabilitasyonuna daha erken başlanabildi ve günlük işlere dönüş süresi kısaldı. Eğer kasık flebi tercih edilecekse, serbest stil ilk olarak gözönüne alınmalıdır.
ABSTRACT
Introduction: Most of the large defects in the hand are required vascularized skin coverage because they exposed tendons and bones. A pedicled groin flap has been offered as a standard flap for this indication. But immobilization of the upper extremity can be a disadvantage. Raising the groin flap is also possible as a free flap. The disadvantage of free flap is a time-consuming microsurgical procedure. We aimed to compare the pedicled and free groin flap reconstructions in patients with large hand defects based on patient-reported outcomes.
Materials and Methods: Sixteen patients who had groin flaps pedicled or free for the large defects of their hands were included in this study between 2013-2020. This study was performed retrospectively clinical survey work. Patients were divided into two groups: the pedicled groin flap group (n=8) and the free groin flap group (n=8). Patients were followed for 2 years. The patients were subjected to DASH and SF-36 tests after a postoperative period. Pre- and postoperative pain were evaluated with the Visual Analogue Scale. On which day they could walk and sit in the toilet without pain and not needed a second person for daily work, the patients were asked.
Results: Half of the patients with pedicled flaps had serious elbow and shoulder pain and required physical therapy. The wound healing was completed significantly earlier in the free groin flap group (p<0.05). The mean hospital stay in the pedicled group was longer than the free flap group (21 days and 13 days, respectively), which was statistically insignificant. The DASH scores were found to be 92 and 72 in the subacute and chronic stages in the pedicled flap group, whereas 52 and 24 were found in the free flap group, respectively (p = 0.012 and 0.002). According to SF-36 scores, physical functions were impaired significantly in the pedicled flap group (p < 0.001). The number of days needed by the second person for daily work was 79 in the pedicled group and 24 in the free flap group (p = 0.041). Sitting in the toilet without pain was started on the 63rd day in the pedicled group and on the 15th day in the free flap group (p = 0.036).
Conclusions: By transferring the groin flap as a free flap, the problems related to shoulder and elbow joints have disappeared, hand rehabilitation could be started earlier, and the time to return to daily work was shortened. So, if the groin flap is preferred, free style should be considered first.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lumbosakral Radikülopatili Hastalarda Epidural Kortikosteroid Enjeksiyonu
Funda Levendoğlu, Şenay Kartal, Banu Ordahan, Sema Tuncer, Hatice Uğurlu
Araştırma makalesi
Özeti
Lumbosakral Radikülopatili Hastalarda Epidural Kortikosteroid Enjeksiyonu
EpIdural ContIcosteroId InjectIon In PatIents WIth Lumbosacral RadIculopathy
Amaç: Bu çalışmada disk herniasyonuna bağlı lumbosakral radikülopatisi olan hastalarda tek doz epidural kortikosteroid enjeksiyonunun etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Metot: 31 hastaya epidural enjeksiyon yoluyla tek doz kortikosteroid ve lokal anestezik karışımı uygulandı. Tedavi sonuçları vizüel analog skalası [VAS (0-10)] düz bacak kaldırma (DBK) el parmak zemin mesafesi, hasta memnuniyet skalası ve Roland Morris fonksiyonel bel ağrısı değerlendirme skalası ile değerlendirildi. Bulgular: Otuzbir hasta enjeksiyondan sonra altı hafta izlendi. Hastalarda tüm parametrelerde 2. gün, 2. hafta ve 6. haftada anlamlı iyişleşme bulundu (p<0.05). Sonuç: Tek doz epidural kortikosteroid enjeksiyonun lomber disk herniasyonuna bağlı lumbosaKRAL radiküler ağrısı olan hastalarda etkili olduğu sonucuna varıldı.
Aim: To evaluate the efficacy of a single döşe epidural corticosteroid injection in the treatment of lumbosacral radiculopathy secondary to lumbar disc herniation. Methods: We administered single dose epidural injection of steroid and local anestetic mixture in 31 patients with radicular pain due to lumbar disc herniations. Outcome was measured using a visual analog scale ranging from 0 to 10; straight leg raising test (SLR) values; a measurement of finger-to-floor distance; a patient satisfaction scale; and a Roland Morris low back pain questionnaire. Results: Thirty one patients were followed fors ix weeks. We found significant improvement in all parameters in patients at second day, second week and 6th. Week postinjection (p<0.05). Conclusions: We concluded that single-shot epidural corticosteroid injection is effective in the treatment of lumbar radicular pain due to lumbar disc herniations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lomber Aksiyel Veya Radiküler Ağrılı Hastalarda Ultrason Kılavuzluğunda Kaudal Epidural Steroid Enjeksiyonunun Etkinliği: Retrospektif Kesitsel Bir Çalışma
Ramazan Yılmaz, Hamit Göksu, Savaş Karpuz, Levent Tekin, Halim Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Lomber Aksiyel Veya Radiküler Ağrılı Hastalarda Ultrason Kılavuzluğunda Kaudal Epidural Steroid Enjeksiyonunun Etkinliği: Retrospektif Kesitsel Bir Çalışma
EffIcacy Of Ultrasound-GuIded Caudal EpIdural SteroId InjectIon For AxIal Or RadIcular Low Back PaIn: A RetrospectIve Cross-SectIonal Study
Arka plan ve amaç: Ultrason (USG) kılavuzluğunda kaudal steroid enjeksiyonları (KSE), radyasyon maruziyeti olmaksızın daha kolay uygulanabilme avantajına sahiptir. Bununla birlikte, lomber disk hernisinin tedavisinde kullanımlarına yönelik sınırlı kanıt bulunmaktadır ve hasta memnuniyet düzeyleri ile ilgili veri yoktur. Bu çalışmanın amacı, USG kılavuzluğunda yapılan CESI'nin diskojenik veya radiküler bel ağrısı üzerindeki etkisini değerlendirmektir.
Gereçler ve yöntem: Bu çalışma, üçüncü basamak bir rehabilitasyon kliniğinde, poliklinik hastaları üzerinde yapılan retrospektif kesitsel bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Çalışmaya, diskojenik veya radiküler karekterde kronik bel ağrısı olan ve USG eşliğinde kaudal epidural steroid enjeksiyonu yapılan 21 hasta alındı. Aralık 2022- Mayıs 2023 tarihleri arasında yapılmış işlemler hasta dosyaları veya elektronik veri tabanından taranarak veriler kaydedildi. Çalışmaya işlemden 2 ve 6 hafta sonra kontrol muayenesi olan hastalar dahil edildi. Hastaların vizüel analog skala (VAS-ağrı), hasta memnuniyet ölçeği, uyku kalitesi düzeyi ve Roland Morris Özürlülük Anketi (RMÖA) düzeyleri incelendi.
Bulgular: Tedavi öncesi düzeylere göre, ikinci hafta ve altıncı hafta kontrollerde VAS-ağrı skorlarında anlamlı düzeyde gerileme saptandı (p<0.001). Anlamlı ağrı azalması olarak kabul edilen, %50'den fazla ağrı rahatlaması oranı ikinci haftada %57,1, altıncı haftada ise %38,1’idi. RMÖA skorlarında, benzer şekilde 2. haftada ve 6. haftada anlamlı iyileşmeler gözlendi (p<0.001) ancak; 2. hafta ile 6. hafta arasında anlamlı fark gözlenmedi (p=0.447). Hastaların %71,4'ü başvuruda uyku kalitesini kötü olarak bildirirken, bu oran 2. ve 6. haftalarda sırasıyla %19,0 ve %23,8'e düşmüştü. Tedavi memnuniyeti açısından, hastaların %91,5'i 2. haftada daha iyi olduklarını belirtirken, %71,4'ü 6. haftada daha iyi olduklarını bildirmiştir.
Sonuç: USG kılavuzluğunda yapılan KSE, primer konservatif tedaviye dirençli diskojenik-radiküler bel ağrısı olan hastalarda ağrıyı, uyku kalitesini ve dizabiliteyi iyileştirmek ve aynı zamanda yüksek hasta memnuniyetini sağlamak için kısa-orta süreli takipte oldukça etkili ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.
Background and objective: Ultrasound (USG)-guided caudal epidural steroid injections (CESI) have the advantage of being more easily applicable without radiation exposure. However, there is limited evidence regarding their use in the treatment of lumbar disc herniation, and no data is available regarding patient satisfaction. The aim of this study is to evaluate the effect of USG-guided CESI on axial or radicular low back pain.
Methods: This study was designed as a retrospective case-control study conducted in an outpatient setting at a tertiary care hospital. Records of the 21 patients who underwent USG-guided CESI due to axial or radicular low back pain and had an assessment with a visual analog scale (VAS pain), degree of pain relief, patient satisfaction scale, sleep quality, and Roland Morris Disability Questionnaire (RMDQ) in the patient files or electronic database were included in the study between December 2022 and May 2023.
Results: There was a significant difference in VAS pain scores between admission and the 2nd week and between admission and the 6th week (p<0.001). The frequency of meaningful pain reduction accepted as more than 50% pain relief was 57.1% and 38.1% at the 2nd and 6th weeks, respectively. A significant difference was found in RMDQ scores between admission and the 2nd week, between admission and the 6th week (p<0.001), and between the 2nd week and the 6th week (p = 0.447). While 71.4% of the patients described poor sleep at presentation, this ratio was 19.0% and 23.8% at the 2nd and 6th weeks, respectively. While 91.5% of the patients declared that they were better in the 2nd week, 71.4% reported that they were better in the 6th week.
Conclusion: Ultrasonography-guided CESI is an effective treatment method for improving pain, sleep quality, and disability by ensuring high patient satisfaction in individuals with axial or radicular low back pain in a short-to-moderate-term follow-up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntraartiküler Sufentanil, Morfin Ve Plasebonun Postoperatif Ağrı Ve Analjezik Kullanımı Üzerine Etkileri
Ruhiye Reisli, Sema Tuncer, Mustafa Yel, Gamze Sarkılar, Atilla Erol, Faruk Çiçek, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
İntraartiküler Sufentanil, Morfin Ve Plasebonun Postoperatif Ağrı Ve Analjezik Kullanımı Üzerine Etkileri
The Effects Of IntraartIcular AdmInIstratIon Of SufentanIl, MorphIne And Plasebo On PostoperatIve PaIn And AnalgesIc RequIrements
Amaç: Bu çalışmada intraartiküler sufentanil ve morfinin postoperatif ağrı ve analjezik kullanımı üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Artroskopik diz cerrahisi geçirecek 60 olgu üç gruba ayrıldı. Hastalara standart anestezi uygulandı. Operasyon sonunda artroskop çekilmeden, ilaçlar toplam verilecek mayi 20 cc olacak şekilde serum fizyolojik ile sulandırılarak, Grup I’de 20 cc izotonik (n:20), Grup II’de 10 mg sufentanil (n:20), Grup III’de 2mg morfin (n:20) intraartiküler uygulandı. Hastaların uyandıkları saat 0. dk kabul edilerek VAS’ları değerlendirildi. Tramadol 1mg/kg yükleme, 20 mg bolus ve 7 dk kilitli kalma süresi olacak şekilde hasta kontrollü analjezi (HKA) ile uygulandı. Bu andan itibaren 30. dk, 2.saat, 12. saat ve 24. saat larda hastaların HKA istekleri ve bir günlük tramadol tüketimleri kaydedildi. Bulgular: Sufentanil grubunda 0. dk VAS değerleri diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktü (p< 0.05). 30. dk kullanılan tramadol miktarı Grup II’de Grup I ve III’e göre anlamlı derecede azdı (p<0.05). ‹ntraartiküler verilen sufentanilin postoperatif tramadol kullanımını azalttıgı gözlendi. Sonuç: Sonuç olarak; intraartiküler sufentanil kullanımı artroskopik diz cerrahisinde kolay uygulanan, efektif, güvenilir ve iyi tolere edilen bir analjezik tekniktir. Bu çalışmada intraartiküler sufentanil ile etki başlangıcının daha kısa ve güçlü olduğu gösterilmiştir.
Aim: The aim of this study was to evaluate the effects of intraarticular administration of sufentanil and morphine on postoperative pain and analgesic requirements after artroscopic knee procedures. Material and Method: Sixty patients scheduled for artroscopic knee surgery were randomised into three groups. A standart general anesthesia was used for all patients At the end the surgery , before the artroscope was removed the following solutions were administerd in 20 ml of normal saline. Group I:(n:20) 20 ml normal saline, Group II:(n:20) 10mg sufentanil, Group III:(n:20) 2 mg morphine. Awaken time of the patients was estimated as time 0 and Visual Analog Scale (VAS) scores were assesed. IV PCA (Patient Controlled Analgesia) was given as tramadol. The PCA deliveries at 30 min, 2 hours, 12 hours and 24 hours and total tramadol requirements for 24 hours were noted. Result: VAS scores were significantly lower in group II(p< 0.05). The consumption of tramadol at 30 min was also lower in group II when compared to group I and group III (p<0.05). Intraarticular sufentanil significantly reduced the postoperative consumption of analgesics (p<0.05). Conclusion: As a result we concluded that intraarticular sufentanil using in artroscopic knee procedures is simple, effective, safe and well tolerated analgesic techinique. This study showed that the onset of analgesia was faster and stronger with intraarticular sufentanil.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
Levent Kart, Muhammed Emin Akkoyunlu, Yasemin Akkoyunlu, Murat Sezer, Hatice Kutbay Özçelik, Fatmanur Karaköse, Turan Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of End Stage PatIent In IntensIve Care UnIt
Mevcut teknolojik imkanlar ve bilimsel veriler çerçevesinde iyileşme umudunun kaybedildiği düşünülen hastalara uygulanan tıbbi müdahaleler, hastaya sağladığı yarar ve zarar açısından etik tartışmalara neden olmuştur. Özellikle yoğun bakım gibi ülkemiz için kısıtlı olan kaynaklar açısından değerlendirildiğinde durum yönetimsel bir boyut kazanmaktadır. Çalışmamızda üniversitemiz Göğüs hastalıkları bünyesinde bulunan dahili yoğun bakım ünitemizde takip edilen, tıbben iyileşme ümidi olmayan ve hastalığın son döneminde olduğuna karar verilen hastalar ve sonuçları değerlendirilmiştir. Retrospektif olarak 25 Ekim 2010 ile 30 Nisan 2010 tarihleri arasında yoğun bakım ünitemizde 24 saatten fazla yatmış olan toplam 163 hastanın terminal dönemde olan 17’si incelenmiştir. Hastaların 11’i onkoloji hastasıydı. Bunların 6’sında akciğer, 5’inde ise diğer organ kanserlerine bağlı tedaviye yanıtsız yaygın metastaz mevcuttu. Diğer hastalardan 3’ü miyokart enfarktüsü sonrasında ejeksiyon fraksiyonunun %15’in altında olmasına bağlı genel durum bozukluğu nedeni ile nakil şansı olmayan, 1’i ileri dönem solunum kaslarının da tutulduğu musküler distrofi, 1 olgu ileri solunum yetmezliğinde olan intersitisyel akciğer hastalığı, diğeri ise tedaviye yanıtsız çoklu komplikasyonları olan karaciğer sirozu hastaydı. Onbeş hasta yoğun bakımda yaşamını yitirirken sadece 2 hasta mekanik ventilatör desteğinde taburcu edildi. Hastaların yattığı dönem içinde yapılan tıbbi müdahale maliyeti 208.200,640 TL olarak saptandı. Hastalar toplam 233 yatak/gün boyunca yoğun bakımda takip edildi. Sonuç olarak yoğun bakımımızda terminal dönem hastalarına ayrılan yatak sayısı ve yatak başı maliyet oldukça yüksek olarak saptanmıştır. Gerekli kanuni düzenlemeler ile birlikte palyatif bakım üniteleri yada hospis sistemlerinin kurulması, gerek sınırlı olan kaynakların daha akılcı kullanımı, gerekse hasta ve hasta yakınlarının ve memnuniyeti için önemlidir.
Medical interventions to the patients from whom healing expectations (with the current technological and scientific data) were considered to be lost are being ethically discussed about the benefit and loss to the patient. When it is about the limited sources of the country, particularly like the intensive care units, it becomes an administrative issue. In this study we evaluated the patients in the terminal phase of their diseases with no expectancy of healing, hospitalized in the medical intensive care unit (ICU)of our university hospital. Thirteen terminal phase patients out of 73 patients hospitalized between 25 October 2010 and 30 April 2011 were evaluated retrospectively in ICU. Eleven of the patients had oncological disease (6 lung cancers and 5 other organ cancers). These patients had widespread metastases not responding to therapy. Tree of the other patients had ejection fraction lower than 15% following myocardial infarction with no chance for transplantation due to low health status, one had advanced respiratory muscle involvement due to muscular dystrophy, the another had intersitisyel lung diseases with severe respiratory failure, the other had liver cirrhosis with multiple complications. Fifteen patients died in the intensive care unit, whereas two patient was discharged with home mechanical ventilator support. Medical cost of the patients was 208.200,640/TL. They were hospitalized for 233 bed/days. The number of beds occupied by these terminal phase patients in this period were considered to be high. Foundation of palliative care units or hospice service with necessary law evaluations, is very useful and important not only for optimal use of limited financial sources but also for comfort of patient and relatives.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kanserli Hastalarda Depresyon Ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler
Ruhuşen Kutlu, Selma Çivi, Melih Cem Börüban, Ayşe Demir
Araştırma makalesi
Özeti
Kanserli Hastalarda Depresyon Ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler
DepressIon And The Factors AffectIng The QualIty Of LIfe In Cancer PatIents
Bu tanımlayıcı ve kesitsel tipteki araştırma, kanserli hastalarda depresyon ve yaşam kalitelerini değerlendirmek amacı ile yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilimdalında 1-30 Mart 2008 tarihlerinde tedavi gören 102 kanserli hasta oluşturmuştur. Yaşam kalitesini ölçmek için WHOQOL-Brief kullanılmıştır. Depresyon durumu Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ile değerlendirilmiştir. Hastaların %57.8’i erkek (n=59), %42.2’si kadın (n=43), yaş ortalamaları 49.7±15.2 idi. Hastaların BDÖ ortalaması 12.4±9.9 (min=0, max=48) olarak tespit edildi. BDÖ’ ne göre sırasıyla %47.1’i (n=48) normal, %21.6’sı (n=22) hafif, %18.6’sı (n=19) orta, %12.7’si (n=13) şiddetli derecede depresyonda idi. Kanserli hastaların cinsiyeti, mesleği, eğitimi ve medeni durumu depresyonu etkilememişti (p>0.05). Yaşam kalitesi skorları ile depresyon durumu karşılaştırıldığında genel sağlık ve yaşamdan memnuniyet (p=0.000), genel sağlık ve yaşam kalitesi (p=0.000), fiziksel sağlık (p=0.011), sosyal ilişkiler (p=0.000), psikolojik sağlık (p=0.000) ve çevre alanı (p=0.000) depresyon olmayanlarda depresyon olanlara göre istatistiksel olarak önemli derecede yüksek idi. Kanser hastalarının yaşam kalitelerinin ölçülmesi hem hastalığı daha iyi tanımamıza yardım edecek, hem de tedavi yanıtlarının daha iyi değerlendirilmesini sağlayacaktır. Kanserli hastalarda anksiyete ve depresyon major sorunlar olup, bunların üstesinden gelmek için bu problemleri anlamak gerekir ve psikolojik yardım esastır.
This descriptive and cross sectional study was conducted to assess the depression and the quality of life (QoL) in cancer patient. The sample of the study consisted of 102 the patients with cancer, treated at Medical Oncology Department of, between 1-30 March 2008. WHOQOL –Brief was used to evaluate the patients’ quality of life. Depression status was evaluated with Beck Depression Inventory (BDI). Of the interviewees, 57.8% were male (n=59), 42.2% were female (n=43), and the mean age was 49.7± 15.2. The mean value of Beck depresyon was found as 12.4±9.9 (min=0, max=48). According to the BDI, 47.1% (n=48) were normal, 21.6% (n=22) mild, 18.6% (n=19) moderate and 12.7% (n=13) were severely depressed respectively. The gender, occupation, education and marital status of the people with cancer had not effected the depression (p>0.05). When we compared the QoL scores and depression status, there was a significant difference in perception of overall health and the satisfaction from life (p=0.000), general health and quality of life (p=0.000), physical health (p=0.011), social relationships (p=0.000), psychological health (p=0.001)) and environmental (p=0.000) between the depressive people and non-depressive ones statistically. Assessing quality of life in cancer patient will provide better understanding of the disease and will improve the evaluation of the therapy response. Anxiety and depression are the major concerns in cancer patient and it is necessary to understand these problems in order to cope with them, and psychological aid is essential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
Ömer Faruk Erkoçak, Rabia Erkoçak, İnci Kara, Hakan Zor
Olgu sunumu
Özeti
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
MassIve IntraoperatIve Pulmonary EmbolIsm Due To OrthopaedIc Surgery
Terapötik ve proflaktik tedbirlere rağmen pulmoner embolizm halen meydana gelmektedir ve çoğu ortopedik cerrah bu ölümcül komplikasyon nedeniyle er geç bir hastasını trajik şekilde kaybetmektedir. Femur kırığı pulmoner emboli riskini kat kat artırmaktadır. Olgu sunumumuzda belirtildiği gibi, akut masif pulmoner emboli uzun kemiklerin cerrahisi sırasında meydana gelebilir. Akut masif pulmoner emboli erken teşhis edilip agresif şekilde tedavi edilmezse genellikle ölümcül seyreder. Trombolitik tedavi ve kateter embolektomi kesin tedavide giderek daha fazla kullanılmaktadır. Acil açık embolektomi daha az invaziv metodlar işe yaramadığında veya hasta kardiyopulmoner arrest geçirdiğinde sıklıkla başvurulan son çaredir.
Despite prophylactic and therapeutic measures, pulmonary embolism still occurs and most orthopaedic surgeons sooner or later suffer the tragic loss of a patient from this life threatening complication. Femur fracture has repeatedly been associated with increases in the risks of pulmonary embolism. As the following case report illustrates, massive pulmonary embolism can occur intraoperatively in a long bone fracture surgery. Acute massive pulmonary embolism usually results in death if not diagnosed early and treated aggressively. Thrombolytic therapy and catheter embolectomy are increasingly used as definitive management. Emergent open embolectomy is often reserved as a last resort when less invasive methods have failed or the patient is in cardiopulmonary arrest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Alaaddin Dilsiz, Lütfi Dağdönderen, Ahmet Hamdi Gündoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Splenektorni Endikasyonları
Splenectonzy IndIcatIons Iıl ChIldren.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Has-unıesisnde 1983-1996 yılları arasında yaşları 1-16 arasında değişen toplam 47 çocukta &dağa yönelik cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu hastaların 38'ine splenektomi uygulannuşnı-. 1991 yılına kadar olan .direde yapılan 17 splenektomi genel cerrahlar tarafindan. 191914996 yılları arasındaki 21 sple-nektomi ise çocuk cerrahları tarafından yapılmıştır. İki dönem arasında karşılaştırma yapıldığında. genel c..errahi grubunun yaptığı splenektomilerde en sık endikasyon travma iken. çocuk cerrahisi gru-bunda hemolitik hastalıkları ön plana çıkmaktadır. Bu farklılığın, erişkinlerde dalağın organizma için öneminin çocuklardaki kadar belirgin olmaması ve buna bağlı olarak travınah çocukların takibinde ,..,3enel cerrahların çocuk cerrahlarından farklı yöntem izlemelerine bağlı olduğu kanunla varıldı.
Between 1983 and 1996 splenic surgerv was peıfonned irr a tatar` of 47 .children in the Research Hospital of Medical Faculty of Selçuk Unive•sity. The age• of the patients were betıveen one and 16 vc'ars. Of the patients 38 under•ent splenectomy. of. which 17 were pelforıned general sur.,!:;eons be-Pre 1991_ Pediatric surgeons have been performin these procedures since rhen. When these two periods are coınpared It is frJldlrfl that. the most U)/i dication.v for ,splenectomy are trannut and he-motological diseases before 1991 aml cıfıer tlıen. respectivelv. Wc' suppusod that. the ı-eason of the (lif-frrence between tvı,o periods is the impo•tance of- the jımetions of the spleen is not elem- in adults as iır (.-hildren and therefrre. .fi)r the menagemenı of the trattmatic children, the methocl used hrgenaral sur-geons i.s different from ılıaı (ıf pedian-k:surgeons_
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ameliyathanede Çalışan Sağlık Profesyonellerinde Tükenmişlik, İş Doyumu Ve Depresyon
Muhammet Emin Naldan, Ali Karayağmurlu, Murat Yayık, Muhammet Ali Arı
Araştırma makalesi
Özeti
Ameliyathanede Çalışan Sağlık Profesyonellerinde Tükenmişlik, İş Doyumu Ve Depresyon
Burnout, Job SatIsfactIon, DepressIon On The Healthcare ProfessIonals WorkIng In The OperatIon Room
\r\n ÖZET
\r\n
\r\n Amaç: Bu çalışmada ameliyathanede çalışan sağlık personellerinin tükenmişlik, mesleki doyum , depresyon belirti düzeylerini ve bunları etkileyen sosyodemografik özellikleribelirlemek amaçlanmıştır.
\r\n
\r\n Gereç ve yöntemler: Araştırmanın örneklemini, Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi ve Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ameliyathanesinde çalışan anestezi doktoru, cerrahi hemşire, anestezi teknisyeni olmak üzere toplam 230 kişi oluşturmuştur.Çalışmada, Sosyodemografik Veri Formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği( MTÖ), Minnesota Doyum Ölçeği (MDÖ)ve Beck Depresyon Envanterini (BDE) doldurmaları katılımcılardan istendi.
\r\n
\r\n Bulgular: Haftada 60 saatin üzerinde çalışan ameliyathane personelinde Duygusal Tükenme(DT), Duyarsızlaşma (D)ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) puanları anlamlı biçimde daha yüksek, Kişisel Başarı(KB) puanları düşüktü.(p<0.05 )Üniversite hastanesinde çalışanların DT,BDE ve D puanları anlamlı derecede yüksek bulundu.(p<0.05 )Doktorların DT ve D puanları, yüksek bulundu. ( p<0.05) Çalışanların BDE ile MDÖ ve KB ölçek puanları arasında negatif yönde anlamlı bir ilişkinin olduğu; DT ve D alt boyutlarından aldıkları puan ortalamaları arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulundu.(p<0.05 )
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Sonuç: Hastalara etkili, doğru ve hızlı müdahale gerektiren yoğun iş baskısı altındaki bir birim olan ameliyathane çalışanlarının ruh sağlıklarını ve çalışma koşullarını değerlendirip, çalışanların iş baskısı ve yükünü azaltmak, ruh sağlığını koruyarak işlevselliğini artırarak hizmet kalitesinin artması açısından faydalı olacaktır.
\r\n
\r\n ABSTRACT
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Aim : In this study, it was aimed to determine burnout, occupational satisfaction, depression symptom levels and sociodemographic characteristics affecting health personnel working in the operating room.
\r\n
\r\n Patients and Methods:The sample of the study consisted of a total of 230 people, including an anesthesiologist, a surgical nurse and an anesthesia technician working in the Erzurum Regional Training and Research Hospital and Atatürk University Medical Faculty Hospital. In the study, the Sociodemographic Data Form, Maslach Burnout Inventory , Minnesota Satisfaction Scale and Beck Depression Inventory were requested from participants
\r\n
\r\n Results:Emotional Exhaustion , Desensitization and Beck Depression Inventory scores were significantly higher and Personal Achievement scores were lower in operating room personnel working more than 60 hours a week (p <0.05). Desensitization scores were found to be significantly higher (p <0.05). Doctors' Emotional Exhaustion and Desensitization scores were high. (p <0.05). There was a significant negative correlation between the Beck Depression Inventory and the Minnesota Satisfaction Scale and Personal Achievement scale scores of the employees; There was a significant positive correlation between the mean scores of the Emotional Exhaustion and Desensitization subscales (p <0.05)
\r\n
\r\n Conclusion:The operating room, which is a unit under intensive work pressure that requires effective, accurate and rapid intervention, will be useful in evaluating the mental health and working conditions of employees, reducing the work pressure and burden of employees and increasing the quality of service by increasing mental health and functioning.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlık Ocaklarında Çalışan Sağlık Personelinin Mesleki Doyumu
Said Bodur
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlık Ocaklarında Çalışan Sağlık Personelinin Mesleki Doyumu
Job SatIsfactIon Of Health Staff WorkIng At PublIc Health Centers
Amaç: Bu çalışma, sağlık ocaklannda çalışan sağlık personelinin iş doyum düzeylerini ve iş doyumunu et-kileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapıldı. ll/lateryal ve metod Çalışma, bir kesit araştırması olup 1997 yılında Konya ilinde yapıldı. Küme örnekleme yöntemiyle belirlenen 27 sağlık ocağındaki 153 sağlık personeline Min-nesota iş Doğum Ölçeğinin kısa forma uygulandı. iş doyum puanı ortalaması genel olarak ve demografik özelliklere göre hesaplandı. Ayrıca, iş doyumunu oluşturan her konu için 'hoşnut' olanların oranları hesaplandı. Bulgular: Genel olarak sağlık ocağı personelinin % işinderı hoşnut olduğu belirlendi ve iş doyum puanı ortalaması 3.75iti. iş doyumunun yaş, cinsiyet, evlilik durumu, görev süresi ve görev yerinden etkilenmediği be Ebelerin hoşnutluk oranı diğerlerinden daha düşük bulundu. Sağlık personelinin iş doyumunu olumsuz yönde etkileyen en önemli etkenler çalışma şartları ve aldıkları ücretfi. Sonuç: Bu çalışmanın bulgulanna göre sağlık ocağı personelinin iş doyum düzeyinin düşük olduğu saptanmıştır. Başta çalışma şartları ve ücret olmak üzere iş doyumunu olumsuz etkileyen faktörler düzeltilmelidir.
Objective: This paper was aimed ta identify job satisfaction and its sources among health staffs (general practitioners, midwife, nurse, health functionary) working at public health centers. Materials and methods: In 1997, a self-administered questionnaire (Short form of Minnesota Satisfaction Questionnaire) was used for 153 health staffs who were working at 21 public health centers selected with cluster sampling in Konya province. Glo-bal satisfaction score was calculated generally and according ta demographic features. For each item which is constituted job satisfaction the ratio of health staff isafisfied' was calculated. Results: The percentage of health staff satistied was 59.5% and the average of global satisfaction score was 3.75. There was no relation between global satisfaction score and person's age, Bender, marital status, location of practice and job duration. The mid-wifes were less dissatisfied than the others. The working environrrıent and income were the most important fac-fors of dissatisfaction. Conclusion: According to the results health staffs working at public health center have low satisfaction score. The working condition and income salaries should be improved and the other matters which originates dissatisfaction must be considered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tonsillektomide Üç Yöntemin Karşılaştırılması
Duran Karataş, Şentürk M
Araştırma makalesi
Özeti
Tonsillektomide Üç Yöntemin Karşılaştırılması
ComparIson Of Three Methods Of TonsIllectomy
Bu çalışmanın amacı hastalar için termal welding tonsillektomi (TWT), klasik diseksiyon tonsillektomi (KDT), radyofrekans ile diseksiyon tonsillektominin (RFT) karşılaştırılmasıdır. Bu çalışmaya kronik tonsillit veya üst solunum yolu obstruksiyonu nedeniyle tonsillektomi yapılan çocuk ve erişkin yüz otuz beş hasta alındı. Hastalar tonsillektomi tekniğine göre termal welding tonsillektomi (TWT), klasik diseksiyon tonsillektomi (KDT) ve radyofrekans ile diseksiyon tonsillektomi (RFT) gruplarına ayrıldı. Grupların yaşı, cinsiyeti, operasyon zamanı, erken postoperatif ağrı, normal diete başlama zamanı, intraoperatif kan kaybı miktarı, postoperatif kanama, onuncu gün tonsiller fossadaki iyileşmeleri değerlendirildi. TWT ve RFT grupları arasında ortalama operasyon zamanı açısından istatistiki olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0,001). Bu iki grup KDT grubuyla karşılaştırıldığında istatistiki olarak anlamlı bir fark vardı (p0,001). Bu iki grup KDT grubuyla karşılaştırıldığında istatistiki olarak anlamlı bir fark vardı (p
The aim of this study is to compare thermal welding tonsillectomy (TWT), classic dissection tonsillectomy (CDT), and radiofrequency dissection tonsillectomy (RFT). This study included one hundred and thirty five adult and childhood patients undergoing tonsillectomy because of chronic tonsillitis or upper airway obstruction. By the tonsillectomy technique, the patients were divided into thermal welding tonsillectomy (TWT), classic dissection tonsillectomy (CDT), and radiofrequency dissection tonsillectomy (RFT) groups. These groups were assessed in terms of age, gender, duration of surgery, early postoperative pain, time to start normal diet, amount of intraoperative blood loss, postoperative bleeding, tonsillar fossa wound healing on the tenth postoperative day. There was no statistically significant difference between TWT and RFT groups in terms of average duration of surgery (p>0,001). When these two groups were compared with CDT group, a statistically significant difference was found (p0,001). When these two groups were compared with CDT group, a statistically significant difference was found (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
Mehmet İnce, Erol Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
False Treatment TechnIque For PIlonIdal SInus DIsease
Sakrokoksigeal pilonidal sinüs hastalığının (SPH) ideal
tedavisinde hastalara en az zarar veren, nüks oranı düşük ve en
kısa zamanda normal çalışma gücüne dönmesini sağlayan yöntemler
tercih edilmelidir. Bu olgumuzda, bir ay önce eksizyon ve primer
onarım yöntemi ile tedavi edilmiş ancak kısa sürede enfeksiyon ve
yara açılması ile başvuran bir olguyu sunduk. Yirmiüç yaşında erkek
hasta, 10 gündür devam eden intergluteal akıntı ve ağrı şikâyetleri ile
acil servise başvurdu. Hastaya bir ay önce dış bir merkezde pilonidal
sinüs tanısı ile eksizyon ve primer onarım uygulandı. Hastanın
muayenesinde; intergluteal alanda enfekte, sütürleri açılmış ve
cilt altında geniş bir boşluk saptandı. Bizim yaptığımız ikinci
operasyonda; cilt altı boşlukları ve açılmış yarayı içine alan modifiye
eşkenar dörtgen şeklinde eksizyon ve sağ taraftan hazırlanan cilt
flebi ile primer onarım uygulandı. Hasta postoperatif 3. gün taburcu
edildi ve postoperatif 5.günde derni çekildi. Hasta postoperatif 20.
günde herhangi bir komplikasyon olmadan tamamen iyileşti. Olgumuz
benzersiz ya da nadir değildir. Ancak, biz SPH tedavisi için en
uygun yöntemin ülkemizdeki tüm cerrahlar tarafından bilinmesi ve
uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.
The ideal therapy for sacrococcygeal pilonidal disease (SPD)
would be a prompt cure that allowed patients to return quickly to
normal activity, with minimal morbidity and a low risk of complications.
We report the case operated with excision and primer suture for SPD
a month ago had infected and decomposed wound. A 23-year-old
male patient was admitted to the emergency room with complaints of
intergluteal discharge and pain that last for 10 days. Surgery which
was excision and primer suture was applied him in other health center
for SPD a month ago. There was infected and decomposed wound and
a large cavity under sutured skin on intergluteal area. In the second
operation, we excised decomposed wound including cavities and skin
as modified equilateral quadrangle shape, a right flap was prepared
and rotated to left side for primer suture. Patient was discharged on
postoperative 3th day and drain was getting out on postoperative
5th day. Patient recovered completely without any complication on
postoperative 20th day. Our case is no not only unique but also rare.
However, we think that the most appropriate method for treatment of
SPD should be known and applied by all surgeons in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Hüsnü Alptekin
Araştırma makalesi
Özeti
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Local AnesthesIa Usage At InguInal HernIa RepaIr
Amaç: Kasık fıtığı ameliyatlarının lokal anestezi altında yapılmasının olguların hastanede kalma süreleri, postoperatif ağrı skorları ve gelişen komplikasyonlar üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ekim 2000-Aralık 2005 tarihlerinde tek taraşı kasık fıtığı nedeniyle lokal ve genel anestezi ile ameliyat edilen tek taraşı kasık fıtığı olan 193 hastada gerçekleştirilmiştir. Lokal anestezik madde olarak 0.5 cc/kg %1’lik prilokain solüsyonu kullanıldı. Genel anestezi için thiopentone sodium (6 mgr/kg), sucsinilycholine chloride (1 mgr/kg), atracurium besylate (0.4 mgr/kg), isoşurane kombinasyonu kullanıldı. Postoperatif dönemde analjezi, diklofenak sodyum (75 mgrx2/gün i.m.) kullanılarak sağlandı. Olgularda kullanılan anestezi yöntemi ile hastanede kalış süresi, postoperatif dönemde hissedilen ağrı, postoperatif komplikasyonlar ve hasta memnuniyeti arasındaki ilişki araştırıldı. Elde edilen sonuçlar karşılaştırıldı. Bulgular: 193 hastanın %81.87’si lokal anestezi, %18.13’ü genel anestezi altında ameliyat edildi. Lokal anestezi ile ameliyat edilen hastaların %69.7’si postoperatif birinci günde taburcu edilirken, genel anestezi ile ameliyat edilen hastaların ancak %20’si postoperatif ikinci günde taburcu edilebildi. Postoperatif 6. saatteki ağrı skoru ortalaması lokal anestezi ile ameliyat edilen hasta grubunda 2.82±0.93 iken, bu skor genel anestezi ile ameliyat edilen grupta 6.62±1.57 olarak bulundu (p<0.05). Genel anestezi ile ameliyat edilen grupta, postoperatif dönemde üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonlar daha sık görüldü. Sonuç: Kasık fıtığı onarımlarının, kolaylıkla uygulanabilen lokal anestezi altında yapılması; hastanede kalış süresini kısaltmakta, postoperatif dönemde daha az ağrı hissedilmesini sağlamakta ve üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonları azaltmaktadır.
Aim: We aimed to investigate probable effects of inguinal hernia repairing under local anesthesia on duration of hospital stay, postoperative complications and pain. Material and Method: This prospective study was conducted between October 2000 and December 2005. In 193 patients with unilateral inguinal hernia. Prilocain 1% solution was used as local anesthetic maretial. Thiopentone sodium (6 mg/kg), sucsinilycholine chloride (1 mg/kg), atracurium besylate (0.4 mg/kg), isoflurane olumcombination was used for general anesthesia. Analgesia was obtained with diclofenac sodium (75 mg x 2 per day) in postoperative period. The length of hospital stay, postoperative pain, postoperative complications, satisfaction were recorded and relation between used anesthesia method was investigated. The results obtained were compared. Results: A total 193 patients were operated under general or local anesthesia (respectively 18.13%-81.87%). Sixty-nine point seven percent of patients were discharged postoperative first day in operated under local anesthesia group but only 20% of patients were discharged postoperative second day in operated under general anesthesia group. Postoperative pain scores at sixth hour was 2.82±0.93 in local anesthesia group and 6.62±1.57 in general anesthesia group (p<0.05). In the group oparetod under general anesthesia, the postoperative complicaties such as urinery retantion and nausea were recorded more often. Conclusion: Inguinal hernia repairment under local anesthesia is suitable with less length of hospital stay, reduced postoperative pain scor and less complications such as urinary retantion and nausea.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğum Analjezisinde Epidural Ve Kombinespinal-Epidural Analjezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Hatice Köstekçi, Sema Tuncer Uzun, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Doğum Analjezisinde Epidural Ve Kombinespinal-Epidural Analjezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması
A ComparIson Of EpIdural And CombIned SpInal-EpIdural AnalgesIa In Labour AnalgesIa
Amaç: Bu çalışmada doğum analjezisinde epidural (EP) ve kombine spinal epidural (KSE) analjezi yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya vaginal doğum yapması planlanan 50 primigravid gebe dahil edildi. Olgular Grup I: KSE analjezi, Grup II: EP analjezi grubu olacak şekilde randomize olarak iki gruba ayrıldı. Her iki grup için hasta konrollü epidural analjezide kullanılmak üzere % 0.05 bupivakain + 1.5 µg/ml fentanil solusyonu hazırlandı. KSE analjezi grubundaki gebelere spinal olarak 1.25 mg bupivakain + 12.5 µg fentanil uygulandı ve epidural kateter takıldı. EP analjezi grubunda yükleme dozunu (10 ml % 0.125 bupivakain + 50 µg fentanil) takiben hasta kontrollü epidural analjezi uygulamasına başlandı. Hemodinamik parametreler, ağrı skorları, motor blokaj, lokal anaestezik tüketimi ve yan etkiler kaydedildi. Bulgular: Analjezi tüm olgularda yeterliydi. KSE grubunda analjezinin başlama süresi EP grubuna göre çok kısaydı (p<0.05). KSE grubunda annenin hemodinamisi daha iyi korundu (p<0.05). KSE grubunda lokal anestezik miktarı EP gruba göre daha düşük, hasata memnuniyeti daha iyi bulundu (p<0.05). Sonuç: KSE ve EP analjezi yöntemleri yeterli ve güvenli bir doğum analjezisi sağladı. Ancak analjezik etkinin erken başlaması, maternal hemodinaminin daha stabil seyretmesi, doğumun 1.ve 2. evrelerinin daha kısa sürmesi, tüketilen LA miktarının daha düşük olması nedeni ile doğum analjezisinde düşük doz opioid ve lokal anestezik ile uygulanan KSE analjezi yönteminin, EP analjezi yöntemine tercih edilebileceği kanısındayız.
Aim: The aim of the study was to compare combined spinal-epidural (CSE) and epidural (EP) analgesia methods in labor analgesia. Material and Methods: The study was performed with 50 primigravid pregnant women who planned to have vaginal delivery. The patients were randomized into two equal groups: Group I: CSE analgesia group and Group II: EP analgesia group. A solution of 0.05% bupivacaine with 1.5 µg/ml fentanyl was prepared for using patient controlled epidural analgesia for both groups. Epidural catheters were introduced following the spinal administration of 1.25 mg bupivacain plus 12.5 µg fentanyl in patients in CSE analgesia group. Epidural solution infusion have been given to the EP analgesia group after the loading dose (10 ml 0.125% bupivacaine and 50 µg fentanil). Data were collected on maternal and fetal hemodynamic varibles, pain scores, motor blockade and total amount of consumed local anesthetic, the side effects. Results: Analgesia was effective in all patients. ‹nitiation time of analgesia in CSE group was much shorter than EP group (p<0.05). Better preserved maternal hemodynamics without hypotension, lower amounts of local anesthetics and beter patient satisfaction were observes in the CSE group compared with the EP group (p<0.05). Conclusion: Both CSE and EP analgesia methods used in this study were reliable and satisfactory for labor analgesia. Because of the faster initial analgesia, better maternal hemodynamics, shorter labor time in the first and second stage of labor and lower local anesthetic amounts, CSE analgesia method with lower doses of opioid and local anesthetic can be prefered to EP analgesia method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
Sinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hasta Memnuniyeti
Şengül Şişe, Elif Cihan Altınel
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hasta Memnuniyeti
SatIsfactIon Level Of InpatIents In A UnIversIty HospItal
Bu çalışma, Afyon Kocatepe Üniversitesi Ahmet Necdet Sezer Araştırma ve Uygulama Hastanesinin çeşitli birimlerinde yatan hastaların, servislerdeki fiziki durum, doktor, hemşire, temizlik ve yemek hizmetleri hakkındaki memnuniyet durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya toplam 345 hasta katılmıştır. Yatarak tedavi gören hastaların memnuniyet düzeylerini değerlendirmek için bir anket hazırlanmıştır. Görüşmelerde yüz yüze görüşme tekniği kullanılmıştır. Hastaların servislerin fiziki durumu için ortalama memnuniyet düzey puanı 4,18±0,77, doktor hizmetleri 4,20±0,90, hemşire hizmetleri 4,35±0,84, temizlik hizmetleri 4,14±0,96 ve yemek hizmetleri 3,99±1,05 olarak bulunmuştur. Hastaların öğrenim durumlarına göre memnuniyet düzey puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmuştur (p
This study was carried out in order to assess the inpatients’ satisfaction levels with physical condition, doctors, nursing, cleaning and food services in Afyon Kocatepe University Ahmet Necdet Sezer Research and Application Hospital. A total of 345 inpatients were participated in this study. A questionnaire was prepared to evaluate the satisfaction levels of inpatients. A face-to-face interview approach was used. The mean satisfaction levels of inpatients were 4.18±0.77 for physical conditions, 4.20±0.90 for doctors, 4.35±0.84 for nursing, 4.14±0.96 for cleaning, and 3.99±1.05 for food services. Statistically significant difference was found between educational status and their satisfaction levels (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ketoprofenin Tonsillektomi Sonrası Kanama Üzerine Etkisi
Duran Karataş
Araştırma makalesi
Özeti
Ketoprofenin Tonsillektomi Sonrası Kanama Üzerine Etkisi
The Effect Of Ketoprofen On PostoperatIve Hemorrhage FollowIng TonsIllectomy
Bu çalışmanın amacı hastalara tonsillektomi sonrası ketoprofenin etkisinin değerlendirilmesidir. Bütün hastalar tonsillektomiveya adenotonsillektomi yapılanlardan seçildi. Yaşları 3-27 arasında(ort:10.0+3.2). Hastalar postoperatif ilaç alımına göre iki gruba ayrıldı. Grup 1 cerrahi sonrası parasetamol alanlar, Grup 2 cerrahi sonrası ketoprofen alanlar. 50 parasetamol alan 40 hasta ketoprofen alan gruptan oluştu.Postoperatif primer hemoraji bir hastada(%2.5) sekonder hemoraji hiçbir hastada gelişmedi. Ketoprofen grubunda 1 hastada parasetamol grubunda da 1 hastada primer hemoraji gelişti. İki grup arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark yoktu(p
The objective of the study was to evaluate the effect of ketoprofen on after tonsillectomy in patıents. All charts of patıents, who underwent tonsillectomy with or without adenoidectomy, were reviewed. The age at the time of surgery ranged between 3 and 27 years (mean age = 10.0±3.02 years). Patıents were divided into two groups based on the drugs used for postoperative pain relief.Group I received paracetamol after surgery. Group II received Ketoprofen after surgery. A total of 40 patients received ketoprofen and 50 patients were given paracetamol. Posttonsillectomy hemorrhage occurred in one (2.5%) patıent,primary hemorrhage was noted in one patient and secondary hemorrhage occurred in zero patients. While 1 of 40 patıents (2.5%) who were given ketoprofen had postoperative hemorrhage,1 of 50 patients (2.0%) who were given paracetamol had hemorrhage There was no significant difference in hemorrhage rates between these two groups (p[0.05). Hemorrhage following tonsillectomy is rare and frequently occurs in the early postoperative period. There is no significant increased risk of hemorrhage after ketoprofen administration and it can be used safely for posttonsillectomy pain relief.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anterior İliak Crest'ten Minimal İnvazif Greft Alımının Klinik Sonuçları: Yeni Bir Tekniğin Tanımı
Onur Bilge, İsmail Hakkı Korucu, Faik Türkmen, Nazım Karalezli
Araştırma makalesi
Özeti
Anterior İliak Crest'ten Minimal İnvazif Greft Alımının Klinik Sonuçları: Yeni Bir Tekniğin Tanımı
ClInIcal Results Of MInImally InvasIve Graft HarvestIng From The AnterIor IlIac Crest: DescrIptIon Of A Novel TechnIque
Amaç: Otolog kemik greft kullanımı çeşitli ortopedik girişimlerde altın standarttır. Bu çalışmanın amacı,
anterior iliak krestten Jamshidi ile K-teli kılavuzlu, çok yönlü perkütan kemik grefti almanın alternatif bir
tekniğini tanıtmak ve bu tekniğin erken karşılaştırmalı klinik sonuçlarını ortaya koymaktır .
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif karşılaştırmalı çalışmaya Ocak-Kasım 2013 tarihleri arasında kemik
grefti gerektiren çeşitli el ameliyatları geçiren 38 hasta dahil edildi. Hastaların dahil edilen tanıları; el ve
bilek kemiği kırıkları psödoartrozları ve iyi huylu kemik tümörleriydi. Hastaların prospektif olarak toplanan
verileri geriye dönük olarak iki grupta değerlendirildi. İliak krest otogreft alımı, sırasıyla grup I ve II'de
standart bir açık teknikle ve sonraki bölümde anlatılacak olan yeni bir perkütan teknikle gerçekleştirildi.
Hastaların ortalama yaşı sırasıyla grup I ve II'de 29,6 +/- 6,4 ve 28,6 +/- 8,2 idi. Hastaların postoperatif ağrı
ve cerrahi yara izi algısına bağlı ağrıları Görsel Analog Skala üzerinden derecelendirilmiş; postoperatif 6.
ayda kaydedildi. İstatistiksel olarak Mann-Whitney U testi kull anıldı.
Bulgular: Perkütan grupta hiçbir majör postoperatif komplikasyon görülmedi. Ağrı açısından, postoperatif
6. ayda orta vadede V AS skorları grup II'de grup I'e göre anlamlı olarak düşük bulun du (p <0.05).
Sonuç: İliak krestten Jamshidi ile yeni K-teli kılavuzlu kemik grefti toplama, postoperatif ağrı azaltma
açısından güvenli ve hasta dostu bir yöntemdir. Bu teknik, kemik grefti gerektiren küçük eklem ve kemik
ameliyatlarında faydalıdır. Bu çalışmanın sonuçları, daha yüksek düzeyde kanıt çalışmaları ile daha da
desteklenmelidir.
Aim: Autologous bone harvesting is the gold standard for grafting in a variety of orthopaedic procedures.
The aims of this study were to introduce an alternative technique of K-wire guided, multidirectional
percutaneous bone graft harvesting with Jamshidi from the anterior iliac crest, and to put forward the early
comparative clinical results of this technique.
Patients and Methods: 38 patients, who underwent a variety of hand surgeries in which bone grafting was
required between January and November 2013, were included in this retrospective, comparative study.
The included diagnoses of the patients were; non-unions of hand and wrist bone fractures, and benign
bone tumors. The prospectively collected data of patients were retrospectively evaluated in two groups.
Iliac crest autograft harvesting were performed with a standardized open technique, and with a novel
percutaneous technique -which will be described in the subsequent section- in group I, and II, respectively.
The mean age of the patients was 29.6 +/- 6.4, and 28.6 +/- 8.2 in group I, and II, respectively. The patients’
postoperative pain related with the perception of the pain and surgical scar, were evaluated according to the
graded Visual Analogue Scale; at postoperative 6th months. Statistically , Mann-Whitney U test was used.
Results: There were no major postoperative complications in the percutaneous group. Regarding pain,
mid-term at postoperative 6th months, VAS scores were found to be lower in group II than in group I,
significantly (p< 0.05).
Conclusion: The novel K-wire guided bone graft harvesting with Jamshidi from the iliac crest is a safe and
patient-friendly method in terms of postoperative pain reduction. This technique is useful in small joint and
bone surgeries, requiring bone grafting. The results of this study should be further supported with higher
level of evidence studies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Ali Acar, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Imperfore Anus, Ccloaca, And UrogenItal SInus OutIet ObstructIon
Anorektal malformasyonlar ortalama 4000-5000 yenidoğanın birinde görülür ve erkeklerde daha sıktır (1). Anüs, rektum ve ürogenital sistemin konjenital malformasyonlan sıklıkla birlikte buluntular. imperfore antisle, enterik üriner fistüller, renal agenezis, iire-teropelvik obstriiksiyon. iireterovezikal darhk. ve-zikoüreteral reflü, kriptorşidi, ektopik yas deferens ve hipospadias gibi yapısal genitotiriner anomalilerin beraberliği gayet iyi bilinmektedir (2, 3). Bu patolojiler genellikle çocuk cerrahları tarafından tesbit edilirler. Ancak bu kompleks ve çözümü zor klinik problemlerin teşhis ve tedavisinde ürologlar asıl rolü oynarlar. Uygun tedavi: normal ve anormal embriyolojinin bilinmesine, bu bozukluklarla beraber olan klinik problemlerin sunflandınlmasına ve kesin patolojiyi belirleyecek teşhis çalışmalannın uygulanmasına bağlıdır (4).
Anorectal malformations occur in an average of 4000-5000 newborns and are more common in males (1). Congenital malformations of the anus, rectum, and urogenital system were often found together. imperforate antisla, enteric urinary fistulas, renal agenesis, irritable-theropelvic obstruction. iireterovesical darhk. The association of structural genitourinary anomalies such as and-zicoureteral reflux, cryptorchidism, ectopic mourning deferens and hypospadias is well known (2, 3). These pathologies are usually detected by pediatric surgeons. However, urologists play the main role in the diagnosis and treatment of these complex and difficult-to-solve clinical problems. Appropriate treatment: depends on the knowledge of normal and abnormal embryology, the presentation of clinical problems associated with these disorders, and the implementation of diagnostic studies that will determine the exact pathology (4).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta