Tavşanın Medulla Spınalıs'ınin Servikal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde Incelenmesı
Refik Soylu, Aydan Canbilen, Hasan Cüce
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanın Medulla Spınalıs'ınin Servikal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde Incelenmesı
Investıgatıon Of Lamınatıon Areas In Cervıcal Segments Of The Rabbıt Medulla Spınalıs At Lıght Mıcroscope Level
Yaklaşık bir yaşında, Yeni Zelanda tipi tavşanların medulla spinaliselerinin servikal segmentlerinden transvers kesitler alındı ve bunlar myelin ve Nissl boyaları ile boyandı. Kesitlerin ışık mikroskobu ile incelenmesi sonucunda medulla spinalis'de dokuz lamina olduğu tespit edildi. Bu laminalardan altısının dorsal boynuzda, geri kalan üçünün ise ventral boynuzda bulunduğu görüldü.
Transversal cross sections of the cervical segments From the New Zealand type rabbits' spinal cords of nearly a year old have been taken and stained by myelin and Nissl stains. Nine laminae have been determined in the spinal cord when the cross sections have been examined under the light microscope. It has been observed that six of these laminae are in the dorsal horn and the other three are in the ventral horn of the spinal cord.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beyaz Sıçanlarda Lipofussin Pigmentinin Yaş Grubuna Göre Serebellar Çekirdeklerde Ve Medulla Spinalisteki Nöronlarda Histokimyasal Yöntemlerle Işık Mikroskobu Duzeyinde İncelenmesi
Hasan Cüce
Araştırma makalesi
Özeti
Beyaz Sıçanlarda Lipofussin Pigmentinin Yaş Grubuna Göre Serebellar Çekirdeklerde Ve Medulla Spinalisteki Nöronlarda Histokimyasal Yöntemlerle Işık Mikroskobu Duzeyinde İncelenmesi
Investıgatıon Of Lıpofussın Pıgment In Whıte Rats At Lıght Mıcroscope Level By Hıstochemıcal Methods In Cerebellar Nucles And Neurons In Medulla Spınalıst By Age Group
1, 1.5 ve 2 yaşındaki sıçanların medulla spinalislerinin servikal, thorakal, lumbal bölümlerinde, serebellumun nukleus dentatus, nukleus globosus ve nukleus fastigi nöronlarında ve Purkinje hücrelerinde lipofussin polar, bipolar, perinükleer, ve diffuz şekillerde görüldü. Purkinje hücrelerinde ve medulla spinalisde pigment miktarı belirgin biçimde arttığı halde beyincik çekirdeklerinde bu artışın daha az olduğu tespit edildi.
The lipofuscin pigment in neurons of the cervical, thoracal and lumbal paris of the spinal cord and of the nucleus dentatus, fastigii, globosus of the cerebellum of the 12, 18, 24 months old rats was observed as polar, bipolar, diffuse and perinucleer. Although the lipofuscin accumulation was obviousiv high in neurons of the spinal cord, this increase in neurons of the cerebellar nucleus was less atan that of the spinal card.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavsan Merkezı Sınır Sıstemınde Lip0fussın Pıgmentının Hıstokımyasal Metodla Ism Mıkroskobu Duzeyınde Incelenmesı
Hasan Cüce
Araştırma makalesi
Özeti
Tavsan Merkezı Sınır Sıstemınde Lip0fussın Pıgmentının Hıstokımyasal Metodla Ism Mıkroskobu Duzeyınde Incelenmesı
The LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of LIpofIscIn PIgment Of The Central Nervous System On Aged RabbIts HIstochemIcal Methods
Yeni Zellanda tipi beyaz tavşanlarda spinal genglion, formasyo retikularis ye medulla spinalisin üç bölgesindeki nöronlarda lipofissin polar, bipolar, periniikleer ye diffüz olarak gorüldu. Alternativ Nile Blue, Hueck metodu, Indefenol, PAS. Perasetik asit ye Sudan Black B+,• Masson-Fontana ye Long Ziehl Neelson-dir.
In this study; the lipofuscin pigment of the neuron of the spinal ganglions, formatio reticularis, three parts of the spinal cord and purkingje cells of the cerebellum of the aged white New Zealland rabbits were studied. The pigment were studied following: Alternative Nile Blue Methode +, Hueck rnethode +, PAS and indephenol +, Sudan Black B +, Schmorl methode -„ Long Ziehl Neelson -, Masson-Fontana and Chrom Alum -. The lipofuscin pigment in the Purkinje cells have never been found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşanin Medulla Spinalis'inin Torakal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde İncelenmesi
Refik Soylu, Raziye Sungur, Taner Ziylan, Hasan Cüce, Ahmet Salbacak
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanin Medulla Spinalis'inin Torakal Segmentlerindeki Laminasyon Bölgelerının Işık Mikroskobu Düzeyınde İncelenmesi
Lıght Mıcroscope Of The Lamınatıon Areas In Thoracal Segments Of The Rabbıt's Medulla Spınalıs
Bu çalışmada, tavşanın medulla spinalis'inin torakal segmentlerindeki gri maddenin sitoarkitektürü incelendi. Nöronların şekil, büyüklük, Nissl maddesi miktarı ve topografik yerleşimlerine göre, gri maddede toplam dokuz lamina belirlendi. Bu çalışmada kullanılan preparatlar Thionin (Nissl maddesi için) ve Luxol fast blue - Cresyl fast violet (myelin için) boyaları ile boyandı.
In this study, cytoarchitecture in grey matter of thoracal segments of rabbit's spinal cord was studied. Total nine lamination were determined in grey matter according to shape, greatness, Nissl substance and topographic distribution of neurons. Preparations used in this study were stained by Thionin (for Nissl substance) and Luxol fast blue-Cresyl fast violet (for myelin).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
Yalçın Kocaoğullar, Ahmet Önder Güney, Fatih Erdi, Lema Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
PrImary GlIoblastoma MultIforme Of The CervIcal Cord
Primer spinal intramedüller glioblastoma çok nadir görülen bir klinik durumdur. Bu olgu sunumu ile nadir görülen bu tümoral hastalığın özellikleri ve tedavisi hakkında bilgiler, ilgili literatür eşliğinde sunularak tartışılmaktadır. 50 yaşında erkek hasta kliniğimize özellikle son 2 aydır hızla kötüleşen bacak ve kollarda his ve kuvvet kaybı şikayeti ile başvurdu. Manyetik rezonans görüntülenmesinde spinal kordun C3 den C6 ya kadar bir lezyon tarafından genişletilmiş olduğu görüldü. Hasta opere edilerek tümoral lezyon subtotal çıkartıldı. Tümöral dokunun patolojik incelemesi sonucunda glioblastoma multiforme tanısına ulaşıldı. Sunulan bu olgu ile nadir görülen bu hastalığın ana bulguları konu ile ilgili literatür eşliğinde irdelenmektedir. Her ne kadar nadiren görülse de çok hızlı kötüleşen klinik seyri nedeniyle servikal patolojilerin ayırıcı tanısında primer spinal glioblastoma multiforme mutlaka akılda tutulmalı ve etkin bir tedavi için bir an önce tanısı konulup tedaviye başlanılmalıdır.
Primary spinal intramedullary glioblastoma is a very rarely seen clinical entity. By this case report main characteristic features and treatment strategies of this rarely seen neoplasm reported and discussed in the light of relevant literature. Fifty years old man admitted to our clinic with numbness and weakness of limbs for a year escpecially worsened last 2 months. Magnetic resonance imaging (MRI) showed expansion of the spinal cord from C3 to C6 by a lesion. The patient operated and tumoral lesion subtotally removed. The pathological results were consistent with glioblastoma multiforme. Main features of this neoplasm discussed with related literature in this report. Despite of the neoplasm’s low incidence it’s rapid progresive clinical course constrain us to make a correct diagnosis immediately to help the individuals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Anestezide Levobupivakain Ve Fentanilin Farklı Enjeksiyon Hızlarının Karşılaştırılması
Sevtap Darçın, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Spinal Anestezide Levobupivakain Ve Fentanilin Farklı Enjeksiyon Hızlarının Karşılaştırılması
ComparIson The DIfferent DelIvery Speeds Of LevobupIvacaIne And Fentanyl In SpInal AnesthesIa
Bu çalışmada, transüretral cerahide intratekal düşük doz levobupivakain ve fentanilin farklı enjeksiyon hızlarının hemodinami, duyusal ve motor blok üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Benign prostat hiperplazisi nedeniyle opere edilecek ASA II-III grubu 60 hasta rastgele iki gruba ayrılıp, 22 G spinal iğne ile intratekal aralığa 7.5 mg levobupivakain + 25 μg fentanil karışımı Grup I’ deki hastalara 4 sn, Grup II’ deki hastalara ise 40 sn hızında verildi. Enjeksiyon öncesi ve sonrasında belirli aralıklarla hastaların kalp atım hızı, noninvaziv kan basınçları, duyusal blok seviyesi ve motor blok seviyesi kaydedildi. Duyusal blok seviyesi T10 olduğunda operasyona izin verildi. Hastaların demografik verileri, cerrahi süreleri ve ASA fiziksel durumlarında, kalp atım hızı, Sistolik arter basıncı, Diastolik arter basıncı ve Ortalama arter basıncı ölçümlerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Duyusal blok değerleri benzer değişimler gösteriyordu (p>0.05). Operasyon sonrasında motor blok dereceleri Grup I’de 2 iken, Grup II’de 1 olarak değerlendirildi ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p0.05). Bu çalışmada levobupivakain ile fentanil kombinasyonunun her iki infüzyon hızında da hemodinamik açıdan güvenli olduğu, ancak motor blok geri dönüşüm zamanının hızlı infüzyon yapılan grupta daha uzun olduğu gösterilmiştir.
In this study, we aimed to compare the different delivery speeds of alow dose combined solution of levobupivacaine and fentanyl on haemodynamia, sensorial and motor blockade. 60 ASA I-III patients for spinal anesthesia undergoing transuretral resection were randomly assigned into two groups by using the combined solution of 7.5 mg levobupivacaine and 25 µg fentanyl in four seconds in group I and 40 seconds in group II with 22 G spinal needle for spinal anesthesia. Heart rate, noninvasive blood pressure, sensorial and motor blockade status were evaluated both before and after injections on regular intervals. When the sensorial block level reached to T10 dermatome, the operation began. There was no statistically significant difference between patients demographic data, operation time, ASA status. There were difference was noticed between hemodynamic status of the patients between two groups (p>0.05). Changes in sensorial blockade levels were similar in both groups (p>0.05), but motor blockade level was one in Group I, while it was noticed two in Group II and it was statistically significant (p 0.05). In this study it was shown that both of the injection rates of combination of levobupivacaine and fentanyl prove stable hemodynamia, but it was shown that motor blockade regression time was longer in rapid injection group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vertebral Arter Diseksiyonu Sonucu Oluşan Opalski Sendromu
Haluk Gümüş, Murat Serhat Aygün
Olgu sunumu
Özeti
Vertebral Arter Diseksiyonu Sonucu Oluşan Opalski Sendromu
A Result Of The Vertebral Artery DIseksIyonu OpalskI Syndrome
Vertebral arter diseksiyonu (VAD) gençler arasında giderek artan
sıklıkta tanı konan bir inme nedenidir. Opalski sendromu, lateral
meduller sendrom (Wallenberg sendromu) bulgularına ek olarak
ipsilateral hemiparezinin eşlik ettiği, vertebral arter tıkanıklığına
bağlı olarak gelişen, piramidal çaprazdan sonra kortikospinal yolları
etkileyen alt medullar lezyonun yol açtığı bir sendromdur. Bu yazıda
spontan vertebral arter diseksiyonu sonucu gelişen opalski sendromlu
bır olgu literatürler eşliğinde tartışılacaktır.
Vertebral artery dissection (VAD) among young people often
diagnosed in an increasing cause of a stroke. Opalski syndrome which
is due to a lesion of the lower medulla involving the corticospinal
tract after the pyramidal decussation, results from an occlusion of
the vertebral artery and in this syndrome ipsilateral hemiparesia is
associated with symptoms of lateral medullary syndrome (Wallenberg
syndrome). In this paper a case of spontaneous vertebral artery
dissection caused by opalski syndrome will be discussed with
literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Doz Spinal Blok İle Doğum Analjezisi Deneyimlerimiz
Seza Apilioğulları, Funda Gök, Alper Kılıçaslan, Aysu Aydoğan, Jale Bengi Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Tek Doz Spinal Blok İle Doğum Analjezisi Deneyimlerimiz
Our ExperInces In SIngle-Shot SpInal Block For Labour AnalgesIa
Tek doz spinal analjezi (TDSA) epidural doğum analjezisi için geç kalınmış vakalarda alternatif bir metod olarak tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, obstetri kliniğine doğumun ilerleyen dönemlerinde başvuran ve ağrısız doğum isteği olan multipar gebelerde TDSA deneyimlerimizi sunmaktır. 1 Ocak ve 30 Temmuz 2009 tarihleri arasında, doğum analjezisi için TDSA metodu uygulanan 48 multipar gebenin dosyaları geriye yönelik olarak incelendi. TDSA, 27 G kalem uçlu iğne ile oturur pozisyonda, %5 levobupivakain 2.5mg, 15µg fentanil ve 1.2 ml serum fizyolojik kombinasyonu kullanılarak gerçekleştirildi. Analjezi etki başlama zamanı, TDSA uygulamasından doğumun ikinci döneminin sonlanmasına kadar geçen süre, ek analjezik ihtiyacı olan gebe sayısı ve yan etkiler kaydedildi. TDSA tüm gebelerde başarıyla gerçekleştirildi. Ortalama analjezi başlama zamanı 2.6±0.7 dk ve TDSA uygulamasından doğumun ikinci döneminin sonlanmasına kadar geçen sure 62.2±20 dk idi. Altı gebede (% 12.5) ek analjezik ihtiyacı oldu. Gebelerin 15’inde (% 31) ortaya çıkan kaşıntı dışında yan etki gözlenmedi. Doğumun ileri evresinde analjezi isteği olan multipar gebelerde TDSA metodu hastaların % 87.5’unda yeterli analjezi sağlamaktadır. Bu metodun başarı oranının artırılması için bu metodun kolay uygulanabilir ve hızlı etkili alternatif yöntemlerle kombine edildiği ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
A single dose spinal analgesia (SDSA) has been defined as an alternative method for the cases which are late for epidural labour analgesia. This study was undertaken to present our experiences on SDSA for multiparous parturients who attended to the obstetrical ward during the advanced stages of labour and requested analgesia. The files of 48 multiparous parturients who applied for SDSA method for labor analgesia between 1 January and 30 July 2009 were retrospectively analyzed. SDSA was performed with 2.5mg levobupivacaine combined with 15µg fentanyl, and 1.2 ml normal saline, using a 27 G pencil point needle in the sitting position. Initiation time of analgesic effect, duration of the second stage of labour lasting after application of SDSA, the number of parturients who needed rescue analgesic and side effects were recorded. SDSA was successfully performed in all parturients. The mean initiation time of analgesic effect and the second stage of labour lasting after application of SDSA were 2.6±0.7/min and 62.2±20 / min, respectively. Six parturients (12.5%) needed rescue analgesic. No side effects were observed except pruritus which occurred in 15 (31%) parturients. The method of SDSA was sufficient in 87.5% of multiparous parturient who requested labour analgesia at the advanced stages of labour. Further studies that include alternative combination of easy and effective methods are needed to increase the success rate of this method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siringomyelinin Eşlik Ettiği Posterior Fossa Yerleşimli Epidermoid Kist Olgusu
Ekrem Ünal, Yavuz Köksal, Mehmet Erkan Üstün, Yahya Paksoy, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Siringomyelinin Eşlik Ettiği Posterior Fossa Yerleşimli Epidermoid Kist Olgusu
A Case Of PosterIor Fossa Located EpIdermoId Cyst AssocIated WIth SyrIngomyelIa
Amaç: Epidermoid kistler, nadir görülen ektodermal kaynaklı selim kistlerdir. Kafa içersinde görülen epidermoid tümörler serebellopontin köşe, kiasma bölgesini sıklıkla tutmakla birlikte, beyin hemisferleri ve intraventriküler boşluklarda da görülebilir. Siringomyeli spinal kanalın progresif hidrodinamik bozukluğu olup sıklıkla servikal bölgede görülmesine rağmen torasik ve lomber seviyelerde de görülebilir. Olgu sunumu: Posterior fossa epidermoid kisti ile siringomyeli birlikteliği tespit edilen dokuz yaşındaki erkek hastada posterior fossa epidermoid tümörüne müdahale sonrasında siringomyelide kendiliğinden gerileme görüldü. Sonuç: Posterior fossa tümörüne müdahale ile siringomyeli kendiliğinden gerileyebildiği için ilk olarak spinal kord kavitasyonuna müdahaleden kaçınılmalıdır.
Aim: Epidermoid cyst is an uncommon ectoderm originated benign cyst. Although intracranial epidermoid cyst may commonly occur in the cerebellopontine angle and chiasma opticum, it can be detected in cerebral hemispheres as well as intraventricular area. Syringomyelia, a progressive hydrodynamic disorder of spinal canal usually occurs in cervical region although it can be seen in thoracic and lomber portion of the spinal cord. Case report: We describe a patient with syringomyelia associated with posterior fossa located epidermoid cyst. Siringomyelia has been spontaneously regressed after the removal of the posterior fossa epidermoid cyst. Conclusion: Primary intervention to spinal cord cavitations must be avoided because it can be spontaneously regressed after the removal of the posterior fossa tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tüberküloz Menenjit Ve Bakteriyel Menenııt Olgularında Beyın Omurılik Sıvısı Aspartat Aminotransferaz Ve Laktik Dehidrocenaz Enzim Düzeylerinin Takıbı
Sadık Büyükbaş, Mehmet Bitirgen, Ümran Çalışkan, Mehmet Akdoğan, Mustafa Ünaldı, İsmail Öztok
Araştırma makalesi
Özeti
Tüberküloz Menenjit Ve Bakteriyel Menenııt Olgularında Beyın Omurılik Sıvısı Aspartat Aminotransferaz Ve Laktik Dehidrocenaz Enzim Düzeylerinin Takıbı
SerIal EstImatIon Of CerebrospInal FluId AspartaIe AmInogransferase And LartaIe Dehydrogenase Levels Irr Tuberculous And BacterIal MenIngItIs
Tüberküloz menenjit (TBM) ve bakteriyel menenjit (BM) tanısında ve uygulanan tedavinin prognostik takibinde beyin-omurilik sıvısı (POS) aspartat ağninotransferaz (AST) ve taktik dehidrogenaz (LI311) enzim düzeyleri seri olarak çalışıldı. BOS AST düzeyleri; kontrol grubunda 5.95 ± 2.59 lUIL, TBM grubunda 10.41 ± 3.62 lUIL ve BM grubunda 28.12-± 5.85 WİL olarak saptandı. BOS LDII düzeyler; kontrol grubunda 25.02 ± 9.21 11.11L, 7711,1 grubunda 51.25 ± 20.74 IUIL ve BM grubunda 327.24 _t 214,47 MIL olarak saptandı. !'BM ve BM gruplarının BOS AST ve LDII enziğn düzeyleri kontrol grubuna kiyasta belirgin olarak yüksektir (p<0.00I). BM grubu POS seri enzim analizlerinde POS AS7' ve LDII enzimlerinin belirgin olarak azaldtgı (p>0.001), fakat TBM grubunda Lçe bu azal-manın hafif olduğu (p>0.05) saptandı. Bu bulguların ışığında 773114 ve BM'in tanısında ve uygulanan tedaviye hastalaarın verdiği yanıtın takibinde POS AST ve LDH enzim seri analizlerinin yardımcı bir laboratuvar tetkiki olabileceğini söyleyebiliriz.
The cerebrospinal fluid (CSF) aspartate aminotransferase (AST) and lactate dehydrogenase (LDII) enzyme levels were investigated tn this research for the diagnosis of tuberculous and bacterial meningitis (TBM, BM) for the prognosi.ss of cases. AST and LDII enzvmatic levels were estimated in CSF in 12 cases of TBM, 25 cases of BM and 30 control cases. In the control group the levels of CSF AST and CSF-LDII were estimaied as 5.95±2.59 IULL, 25.02±9.21 11.11L, respectively. in cases with 713M, the levels of CSF-AST and CSF-LDII were ohtained as 10,41±3.62 51.25±20.74 respectively. In the BM cases, the levels of CSF-AST and CSF-L1311 were estimated as 28.12±5.85 !Un-, 327.24±214.47 WİL, respectively. The CSF enzyğnatic levels of AST and LDII were increased significantly both in MM and BM cases a.ı compared with control group (p<0.001). Iri serial enzymcilic analysis (initial, 72 hours and 10 d,iş.v tater) it has been found that the BM cases showed significanily decreasing levels of the two enzşiğes (p<0.001) but the TBM CaSe.S showed nonsignificanily decreasıng levels of both enzymes (p>0_05). On the light of these findings, it is concluded that the serial enz-ymatic determinations ğiST and LDII iri CSI7 are helpfull in the diagnosis of TBM and BM in the prognosi.s of cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Mehmet Akdoğan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omirilik Sıvısı Laktik Dehidrogenaz Enzim Düzeylerı
CerebrospInal FluId Lactate Dehydrogenase Enzyme Levels In PalIents BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Bakteriyel menenjit ve aseptik menenjit ayrıcı tanısı için beyin omurilik sıvısı (B.O.S.) taktik dehidrogenaz (LDH) enzim düzeyi araştırıldı. B.O.S. LDH enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. LDH düzeyleri; kontrol grubunda 25,02±9,47 IUIL, bakteriyel menenjit grubunda 119,26±41,34 IUIL ve aseptik menenjit grubunda 403112,61 11.111, olarak bulundu. Karşılaştırma yapıldığında normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubunun B.O.S. LDI1 enzim düzeyleri belirgin olarak daha yüksektir (p<001). Bu verilere dayanarak B.O.S. LDH enzim düzeylerinin saptanmasının bakteriyel menenjitin aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceği kanaatindeyiz.
Cerebrospinal fluid lactate dehydrogenase (LDH) enzyme levet was investigated in this research for the differential diagnosis of bacterial and aseptic meningitis. LDH enzyme levels in CSF were determined in a group of 58 pediatric cases which were constituted of 30 normal imdividuals, 14 patients with bacterial meningitis and 14 patients with aseptic meningitis. The values of CSF LDII levels in normal group, bacterial meningitis group and aseptic meningitis group were obtained as 25,02 ±9 ,47 IUIL, 119,26 ±41,34 IUIL, ± 0 ÷ ,61 IUIL, respectively. In the levels of LDH enzyme ,in CSF of bacterial meningitis cases, a significant difference was found in comparison to the other groups which were normal individuals and aseptic meningitis cases (p<0,001).Based on these findings, it is concluded that the determinations of LD11 levels of CSF are helpful in differentiating bacterial from aseptic meningitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
İbrahim Erkul, Mehmet Gödeneli, Sevim Karaarslan, Ümran Çalışkan, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Lateks Aglütinasyon Testi Vasitasiyla Bakteriel Menenjitlerin Erken Etiolojik Teşhisi
Early Ethıologıcal Dıagnosıs Of Bacterıal Menıngıtes Wıth The Latex Aglutınatıon Test
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Kliniğine menenjit nedeniyle yatırılan 44 hastaya etiolojik teşhis için Wellcogen lateks aglütinasyon testi uygulanarak sonuçların beyin - omirilik sıvısı kültür sonuçlarıyla karşılaştırılması yapılmıştır. Lateks aglütinasyon ve kültür birlikte kullanıldığında tek başına kültür kullanılmasına oranla daha yüksek oranda sonuç vermiştir. Ancak lateks aglütinasyon ile kültür sonuçları karşılaştırıldığında literatürde de olduğu gibi arada istatistiki bir fark bulunamamıştır. Kullandığımız kitler arasında B grubu N. meningitidis kitinin bulunmamasının bu sonuçtan sorumlu olduğu ve ülkemiz gibi antibiotiklerin gelişigüzel kullanıldığı yerlerde lateks aglütinasyon testinin kültüre oranla daha anlamlı sonuç vereceği düşünülmüştür.
The Wellcogen latex agglutination test was applied to 44 patients who were hospitalized in the Department of Pediatric Health and Diseases for meningitis, and the results were compared with the cerebrospinal fluid culture results. When latex agglutination and culture were used together, it gave a higher rate than culture alone. However, when the culture results were compared with latex agglutination, no statistical difference was found between the results, as in the literature. It was thought that the absence of group B N. meningitidis kit among the kits we used was responsible for this result and latex agglutination test would yield more significant results than culture in places where antibiotics were used indiscriminately, such as in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
Hale Borazan, Elmas Kartal, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of A PatIent WIth MultIple SclerosIs
Amaç: Multiple skleroz (MS), beyin ve spinal kordon farklı bölümlerinin demyelinizasyonu ve epizodik nörolojik semptomlarla karakterize bir hastalıktır. Bu olguda, literatürler yardımıyla anestezik yöntemimizi anlatmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Nörojenik mesanesi olan ve mesane taşı için opere edilen primer progresif multiple sklerozlu 42 yaşındaki erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Cerrahi ya da genel anestezi gibi stres durumları hastalığı alevlendirebilmektedir. Bu olgunun anestezisinde uyguladığımız desşuran ve remifentanil kombinasyonunu MS’da güvenle kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Aim: Multiple sclerosis (MS), is characterized by demyelination of different parts of brain and spinal cord and episodic neurologic symptoms. In this case report we aimed to present a patient, and highlighting anesthetic management for these patients. Case Report: A 42 year old man who had neurogenic bladder with primer progressive multiple sclerosis undergoing bladder stone operation is discussed. Conclusion: Stress such as surgery or general anesthesia may be associated with an exacerbation of the disease. We thought that to carry out desflurane and remifentanil combination used safely in anesthetic management for MS.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Forestıer Hastalıgı Idyopatik Skeletal Hiperostozis)
O. Cem Türeli, Ömer Faruk Şendur, Önder Murat Özerbil
Araştırma makalesi
Özeti
Forestıer Hastalıgı Idyopatik Skeletal Hiperostozis)
ForestIer's DIsease (dIffuse IdIopathIc Skeletal HyperostosIs)
Senil ankilozan hiperostozis veya spondilosis hi-perostotika da denilen Forestier hastaligt genellikle spinal. bazen de ekstraspinal yerleOmli, ya§ant ka-litesini hozmayan, tedaviye iyi cevap veren hir has-Bu yazida kliniimize hel agrtst nedeniyle bapurati ye vertebra yerlepnli Difiiz Idyopatik Ske-letal Hiperostozis (DISH) tanisi alan hir olgu hil-dirmektedir.
Forestier's disease which is known senile ank-ylosing hyperostosis or spondylosis hyperostotica is generally localized spinal, sometimes extraspinal. The disease does not effect the quality of life and has a good response to treatment. In this article a Dif-fuse idiopathic Skeletal Hyperostosis (DISH) case who has low hack pain and localized in vertebrae is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryen Girişimlerinde Genel Ve Spinal Anestezinin Anne Ve Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi
Canan Balcı, Dilek Toprak, R. Gül Sıvacı, Simay Serin
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryen Girişimlerinde Genel Ve Spinal Anestezinin Anne Ve Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The Effects Of General And SpInal AnesthesIa On The Mother And Newborn In SelectIve Cesarean OperatIons
Our study was performed to compare the effects of general and spinal anesthesia on the hemodynamic values of the mother, APGAR and umbilical vein blood gases of the newborns. 128 term, pregnant volunteer womwn who were planned for cesarean section and in group ASA I-II were included in the study. The subjects randomly devided into two groups. In group I (n=60), induction was performed with iv. propofol per 2 mg kg-1 and the maintenance dose was provided with the mixture of 1% sevofluran, 50% air and 50% O2 . In group II (n=68), spinal anestesia was performed in left lateral position, by injecting 7.5 mg (1.5 ml) hyperbaric bupivacain intrathecally, through L3-L4 intervertebral space, with 24 gauce spinal needle. Spinal anesthesia elevated to T6-7 level. Both groups preloaded with 10 mL/kg-1h-1 % 0.9 NaCL solution. Systolic and diastolic blood pressures, meanterial pressures, pulse rates and peripheric oxygen saturations reported in all subjects of group I, before the induction and in 1., 2., 3., 4., 5., 10., 15. and 30. Minutes after endotracheal entubation. In spinal anesthesia group it is reported in 1., 2., 3., 4., 5., 10., 15. and 30. Minutes after the anesthesia. When we compared the pulse rates and mean arterial pressures of both groups, these values were low in spinal anesthesia group which were found to be statistically significant (p<0.05). The arterial blood gases (pCO2, pO2), pH of the mother and APGAR (1., 5., 10. minutes) scores of the newborns were better in spinal anesthesia group, and statistically significant (p<0.005). As a result, regarding the undesired effects of the spinal anesthesia on mother’s hemodynamic parameters like hypotension and bradycardia; in cesarean secion cases it must be used carefully. We can advice its safely use regarding to the results of the arterial blood gases and APGAR scores of the newborns after taking preventive measures especially against deep hypotension
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transuretral Rezeksiyonda Kanama Ve Kanaaıa Üzerıne Etkili Faktörler
Mehmet Arslan, Celal Sönmez, Mehmet Kılınç, Recai Gürbüz, Kadir Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Transuretral Rezeksiyonda Kanama Ve Kanaaıa Üzerıne Etkili Faktörler
Factors Affectıng Bleedıng And Kanaaıa In Transuretral Resectıon
1984 - 1987 yılları arasında benign prostat hiperplazisi, rnesane boynu darlığı, prostat kanseri ve mesane tümörü teşhis edilen 57 hastaya transürethral rezeksiyon yapıldı. 45 hastaya genel, 12 hastaya spinal anestezi verildi. Bu hastalarda, genel - spinal anestezinin, çıkarılan doku miktarının, operasyon süresinin ve irrigasyon sıvısının kanama ile ilgisi araştırıldı. Operasyon süresinin kanama ile ilişkisi hem spinalde hem de genelde vardı. Çıkarılan doku miktarı ile kanama arasındaki ilişki çok önemli olarak bulundu. irrigasyon sıvısının kanama ile ilişkisi spinal anestezide önemli bulundu. Spinal anestezide kanama genel anesteziden daha az bulundu.
Transturethraltresection was carried ovt succesfully in the fifty-seven patient with benign prostatic hyperpiasie, bladder neck obstruction, cancer of the prostate and b7adcler betwen 1984 and 1987 spinal anesthesia wa2 giyen to eleyen patiens and general anesthesia forty-five patiens. T ype of anesthesia (spirıal and general), tissue size removed, operation time and irrigation fluid have been investigated cor;.e?ation with hemorraghie. There was correlation betwen operation time and hemor-raghie in both the spinal and general anesthesia. Correlation, between tissue size removed and hemorraghim was found ver} important in both. Correlati.on with hemorraghi.e of irrigation fluid was important in ()nin spinal anesthesie. The hemorraghie in the spinal anesthesia was much lessthan general anesthesia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyunda Dev Schwannom
Özgül Topal, Kübra Akman, Seyra Erbek
Olgu sunumu
Özeti
Boyunda Dev Schwannom
GIant Schwannoma Of The Neck
Schwannom, benign, soliter, yavaş büyüyen kapsüllü bir tümördür ve myelinli sinir fibrilleri kılıfından köken alır. Periferik, spinal veya kranial sinirlerden gelişebilen bu tümör baş-boyun bölgesinde sıklıkla görülür. Otuzüç yaşında erkek hasta, kliniğimize sağ boyunda lokalize 10x6x6 cm boyutlarında dev kitleyle başvurdu. Kitlenin cerrahi rezeksiyonu sonrası yapılan histopatolojik inceleme ‘Schwannom’ olarak rapor edildi. Burada literatürde çok nadir rastlanan dev boyutlu schwannom olgusu ve tedavi yaklaşımları tartışılmıştır.
Schwannoma is a benign, solitary, and slowly progressive encapsulated tumor originating from the sheath of myelinated nerve fibers. The neoplasm should arise from all the peripheric, spinal or cranial nerves and frequently seen in the head and neck region. A 33 years-old male presented with a 10x10x6 cms giant mass of the right neck. A surgical resection was performed and the histopathologic examination of the mass was reported to be “schwannoma”. Here, a case of giant schwannoma, which is very rare in the literature, and treatment modalities are discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Mustafa Kürşat Evrenos, Merve Özkaya Ünsal
Araştırma makalesi
Özeti
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Treatment Of Cutaneous MucormycosIs In PatIents WIth CortIcosteroId Treatment After Trauma
Amaç: Mukormikozis, invaziv yumuşak doku nekrozu yapabilen ve agresif seyirli nadir bir fırsatçı mantar enfeksiyonudur. Genellikle immun sistem yetersizliği olan hastalarda görülürken, nadiren immunkompetan hastalarda da karşılaşılabilir. Bu yazıda, travma sonrası kısa sureli kortikosteroid tedavisi alan ve ardından fasiyal kutanöz mukormikoz gelişen 4 immunkompetan olgunun prognoz ve tedavisi bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2016 – 2018 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’ne travma sonrasında başvuran, intrakranial veya spinal patolojileri nedeniyle kısa sureli kortikosteroid tedavisi alarak immun sistemi baskılanmış olan ve fasiyal kutanöz mukormikoz tanısı alan dört adet hasta dahil edildi. Prognoz, medikal ve cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Malar ve maksiller bölge tutulumu olan bir hastada seri debridmanlar ve medikal tedavilerle kür sağlandı. Serbest fleplerle rekonstruksiyon yapılan hastada estetik ve fonksiyonel olarak kabul edilebilir sonuçlara ulaşıldı. 2 hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra lokal fleplerle onarımı yapıldı. Bir hastaya, fungal osteomiyelit ve intrakraniyal inflamatuar değişiklikleri bulunması nedeniyle onarım operasyonu yapılamadı. Bu hastanın takiplerinde MR görüntülemelerinde regresyon saptandı.
Sonuç: Multitravma sonrasında, kontamine yara enfeksiyonu meydana gelen ve kısa dönem için bile olsa kortikosteroid tedavisi alan hastalarda mukormikozisin akılda tutulması gerekmektedir. Seri, tekrarlayan ve agresif debridmanlar yapılmalı, rekonstruksiyon planı enfeksiyonda kür sağlandıktan sonra yapılmalıdır.
Objective: Mucormycosis is an infrequent opportunistic fungal infection which may cause an aggressive and invasive soft tissue necrosis. It is usually developed in patients with immune system deficiency, and rarely seen in immunocompetant patients. We report prognosis and treatment of the immunocompetant patients that developed facial cutaneous mucormycosis after short term corticosteroid therapy.
Material and Method: The patients who were admitted to Manisa Celal Bayar University Hospital after multitrauma and given short term corticosteroids due to cranial and spinal injuries and became immuncompromised and diagnosed as facial cutaneous mucormycosis between 2016 and 2018 were included in the study. Prognosis, medical and surgical treatment outcomes of therapy is reported.
Results: One patient with malar and maxillary involvement was treated with medical therapy and serial debridements and infection was cured. Reconstruction with free flaps were done, acceptable functional and aesthetic results were achieved. Two patients had adequate therapy and reconstructed with local flaps. One patient was not operated due to recurrent fungal osteomyelitis and intracranial inflammatory findings, and regression in MRI was seen.
Conclusion: Mucormycosis should be kept in mind in contaminated wound infections in patients who have been treated with corticosteroids even for a short time after multitrauma. Rapid, repetitive and aggressive debridemants should be performed and reconstruction should be planned after cure of the fungi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dekübit Ülserlerinde Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız
Zekeriya Tosun, Mübin Hoşnuter, Sadık Şentürk, Adem Özkan, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Dekübit Ülserlerinde Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız
Our SurgIcal ResultsIn DecubItus Ulcers
Dekübit ülserleri uzun süreli yatağa bağımlı hastalarda gelişebilir. Yaşlı ve spinal kord yaralanması olan hastalar yüksek risk grubundadır. Bu yazıda Mayıs 1994 - Ocak 2000 yılları arasında kliniğimizde öpere edilen 52 dekübit hastası ve bunlara uygulanan onarım yöntemlerimiz sunulmuştur. Çalışmaya sakral, trokanterik ve iskiyal bası yaraları dahil edilmiş olup bunun dışındaki alanlar hariç tutulmuştur. 3 iskiyal ülserli hasta nüks nedeniyle başvurmuşken sakral ve trokanterik ülserlerde hiç nükse rastlanmadı. Bu nüksün cerrahi teknikten çok basıya bağlı olduğu düşünüldü. Dekübit ülserlerinde cerrahi yaklaşımların hem nüksü önleme hem de fonksiyonel hasar oluşturmaması bakımından önemlidir. Bu yazıda 1994 - 2000 yılları arasında öpere ettiğimiz hastalar ışığında dekübit ülserleri onarımına yaklaşımlarımız sunulmuştur.
Decubitus ulcers can develop in immobilized patient. Patients with spinal cord injury and elderly patients are at high risk. We presented 36 patient with pressure sore that we operated between May 1994 and January 2000 and our reconstructive procedures. Sacral, trochanteric and ischial pressure sores we are included the study, other sites were excepted. As 3 patient with ischial ulcer were accepted because of recurrence, there were no recur- rence for sacral and trochanteric ulcers. This recurrences were not depend on surgical techniçues perhaps due to pressure. Selecting the proper surgical technique for decubitus ulcer, is important eitherpreventing recurrence and funtional loss. We revievved our experience with reconstruction of decubit ulcers betvveen 1994 and 2000 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
İsmihan İlknur Uysal, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Nurullah Yücel
Araştırma makalesi
Özeti
İnsan Fetuslarında Plexus Brachialis Oluşumuna Katılan Yapıların Morfometrik Yöntemle Değerlendirilmesi
Bu çalışmada 100 fetusda (ikinci trimester 75 - üçüncü trimester 25), iki taraflı yapılan diseksiyonlarda toplam 200 adet plexus brachialis incelendi. Diseksiyon sırasında lup ve mikroskop kullanılarak, normal ve morfolojik var yasyon gösteren plexus brachialis'ler tespit edildi. Plexus brachialis'leri oluşturan elemanların uzunluk ve kalınlıkları kumpas yardımı ile ölçülerek fotoğrafları çekildi. Veriler SPSS programında (Windows için 8.0) Pe- arson korelasyon testi ve Student t-testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Yapılan çalışmada 93 adet normal (05, 06, C7, C8 ve T1 spinal sinirlerin oluşturduğu) plexus brachialis tespit edildi. Uzunluk ölçümleri açısından kız ve erkek arasında 08, T1, truncus superior ve truncus medius'un ve kalınlık açısından, sağ ve sol arasında trun- cus inferior division dorsalis'in ortalamalarında anlamlı farklılığa rastlanırken, diğer parametrelerin ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı gözlendi. Literatürdeki verilerle karşılaştırılarak tartışıldı. Bu bulguların fetal hayatta periferik sinir sistemi gelişimi hakkında ve konuyla ilgili cerrahi uygulamalarda pratik açısından yararlı olabileceği ve teşhis ve tedavide çıkabilecek komplikasyonlar açısından bölgenin anatomik özelliğinin bireylere göre göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu kanaatine varıldı.
The Morphometric Analysis of the Brachial Plexus Formation in Human Fetuses. This study was carried out in 100 fetuses (75; 2nd trimester, 25; 3rd trimester) and totally 200 brachial plexus were evaluated under examination stereomlcroscope. After bilateral fine dissection, to perform morphometric stu- dies; the thickness and/or length of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus were me- asured by calipers. Photographs of the brachial plexuses were taken after dissection. Data was statistically analy- sed by Pearson correlation and Student t-tests using SPSS softvvare (for vvindovvs 8.0). İn this study, 93 fetuses vvere decided as normal (the brachial plexus consist of the 5th, 6th, 7th, 8th cervical nerves and 1st thoracic nerve). The mean value of the length of the 8th cervical, 1st thoracic, upper trunk and middle trunk showed sta tistically significant difference betvveen female and male. The mean value of the thickness of the posterior di vision of lower trunk showed statistically significant difference betvveen right and left side. There was no sig nificant difference in other parameters. Pegarding to the correlation values betvveen the age and the measured parameters, the grovvth rate of the each part that contribute to the formation of the brachial plexus was higher in 2nd trimester than in 3rd trimester. The reported results may provide useful information about the fetal de- velopment of peripheral nervous system, and in the diagnostic and therapeutic approach of paediatric surgeons for preventing complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
Sadık Büyükbaş, Ümran Çalışkan, Mustafa Ünaldı, İbrahim Erkul, Elif Gürel, Abdurrahman Üner
Araştırma makalesi
Özeti
Bakteriyel Ve Aseptik Menenjit Vakalarında Beyın Omurilik Sıvısı Alkalen Fosfataz Enzim Düzeyleri
CerebrospInal FluId AlkalIne Phosphatase Enzyrne Levels In PatIents WIth BacterIal And AseptIc MenIngItIs
Menenjit ayırıcı tanısı için beyin omurilik sıvısında (8.0.S.) alkalen fosfataz (ALS) enzim düzeyleri araştırıldı. B.O.S. ALF enzim düzeyleri; 30 normal, 14 bakteriyel menenjit ve 14 aseptik menenjit olmak üzere toplam 58 pediatrik vakada saptandı. B.O.S. ALP düzeyleri; kontrol grubunda 0,13 ± 0,08 KU/ dl, bakteriyel menenjit grubunda 1,.33 ± 0,78 KUMl ve aseptik menenjit grubunda 0,29 ± 0,12 K1.11d1 olarak bulundu. Normal ve aseptik menenjit gruplarına kıyasla bakteriyel menenjit grubu 8.0.S. ALP. enzim düzeyi belirgin olarak daha yüksektir (p<0.001). Bu bulguların ışığında B.O.S. ALF enzim düzeylerinin yüksek düzeyde saptanmasının özellikle negatif B.O.S. kültürüne sahip bakteriyel menenjit vakalarının aseptik menenjitten ayırıcı tanısında yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz.
Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme level was investigated in this research for the differential diagnosis of meningitis. Cerebrospinal fluid alkaline phosphatase enzyme levels were de-terrnined en a group of 58 pediairic cases which were constituted of 30 normal individuals, 14 pa-'lents with bacterial meningitis and 14 patients with aseplic meningitis. In the normal group, the levels of alkaline phosphatase in cerebrospinal fluid ıvere estimated as 0,13 ± 0,8 Kuld.I.The values of alkaline phosphatase levels in bacterial and aseptic meningitis were obtained as 1,33 ± 0,78 KU/ dl, 0,29 ± 0,12 KUM], respectively. In cases of bacterial meningitis, a significant difference was founcl in comparison to the other groups which normal group and aseplic meningilis group (p<0,001). Based on these findings its is concluded that the determinations of alkaline phosphatase levels in the cerebrospinal fluid are helpful in differentiating bacierial from aseptic meningitis, especially in the cases which were negative cultures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Taşkırma İçin Spinal Anestezi; Hangi Durumlarda Tercih Ediyoruz?
Rafi Doğan, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Tufan Çiçek, Cengiz İşbilen, Murat Gönen, Bülent Öztürk
Araştırma makalesi
Özeti
Taşkırma İçin Spinal Anestezi; Hangi Durumlarda Tercih Ediyoruz?
SpInal AnesthesIa For Shock Wave LIthotrIpsy; WhIch Cases Is It Preferred In?
Bu çalışmada, spinal anestezi altında yapılan başarısız üreteroskopik taş tedavisi (URS) sonrası aynı seansta planlanan beden dışı şok dalga litotripsi (SWL) işleminde mevcut spinal anestezinin etkinliği ve güvenilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. Kliniğimizde taş tedavisi için SWL yapılan 34 hasta çalışmaya alındı. Grup 1’e, başarısız URS sonrası SWL planlanan spinal anestezi yapılmış toplam 17 hasta alındı. Grup 2 ise sedo-analjezi altında (midazolam+fentanil) SWL uygulanmış hastalardan rasgele yöntemle seçilmiş 17 hastadan oluştu. Grup 1’deki hastalar spinal anestezi ile yapılan URS sonrası vital bulguları monitorize edilerek ameliyathaneden alınıp anestezi doktoru eşliğinde SWL ünitesine götürülmüştür. Tüm hastaların taş çapları, uygulanan maksimum enerji düzeyleri, SWL, floroskopi, derlenme ve yürümeye başlama süreleri ve taşsızlık oranlarının kayıtları alınarak istatistiksel karşılaştırmaları yapıldı. Hastaların ağrı skorları verbal analog skalası (VAS) ile değrlendirildi. Hiçbir hastada SWL sırasında hipotansiyon, bradikardi, desaturasyon ve bulantıkusma gözlenmedi. Grup 1’de maksimum enerji ortalama 56,7 mjoule, Grup 2’de ise 47,6 mjoule idi(p
In this study we evaluated the efficiency and reliability of spinal anesthesia during extracorporeal shock wave lithotripsy (SWL) after the ineffective ureteroscopic lithotripsy (URL). In our clinic for 4 years, all of 17 patients who were applied SWL under spinal anesthesia (Group 1) were received to study. Also, 17 patients were administered sedo-analgesia with midazolam and fentanyl (Group 2) were included randomly into the study. Group 1 patients were transported to the SWL unit with monitoring and observance of anesthetist under spinal block after ineffective URL. The diameter of the stones, the level of the maximal energy, SWL, fluoroscopy and recovery times, the rate of stone free were recorded. The pain assessment was performed with verbal pain scale (VPS). Any patients showed hypotension, bradycardia, desaturation and nause-vomiting. There were no significant differences related to the diameter of the stones, SWL and flouroscopy times, the rate of stone free between groups. The maximal energy was 56.7 mjoule in Group 1, 47.6 mjoule in Group 2 (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Soner Demirel, Ercan Özsoy, Elvin Güner, Ahmet Yegenoğlu, Neslihan Avcı
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Development Of DIplopIa After SpInal AnesthesIa
Spinal anestezi, birçok cerrahide yaygın olarak kullanılan
bir yöntemdir. Ancak, kranial sinir parezileri gibi bazı nörolojik
komplikasyonları da bildirilmektedir. Beyin omurilik sıvısının (BOS)
kaçağına bağlı olarak, VI. kranial sinir hasarına ve çift görmeye yol
açabileceği ifade edilmektedir. Diğer kranial patolojilerinden ayrımı
yapıldıktan sonra, hasta çift görmesi hakkında bilgilendirilmeli ve bol
sıvı alması önerilmelidir.
Spinal anesthesia is a widely used method in many surgeries. However, some neurological complications are reported including cranial nerve paresis. The cerebrospinal fluid (CSF) leakage was defined may lead to VI th cranial nerve damage and diplopia. After distinction from other cranial pathologies, the patient must be informed about the prognosis of diplopia and should be offered take plenty of fluids.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mahmut Mutlu, Tunç Cevat Öğün, Mehmet Arazi, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Ömer Şafak, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
The Results Of TranspedIcular FIxatIon Of Unstable Thoracolumbar Vertebral Fractures
Nisan-1990 ve Mayıs-1997 tarihleri arasında 101 hastanın vertebra kırıkları cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama takip süresi 27 ay idi. Yetmiş erkek ve 31 bayan hastanın ortalama yaşı 35.9 olarak bulundu. En sık birinci lumbar vertebra etkilenmişti. 94 burst kırığı, 22 kompresyon kırığı, 4 kırıklı-çıkık ve 1 emniyet kemeri yaralanması tespit edildi. Nörolojik durum, 59 hastada Frankel-E, 14 hastada Frankel-A düzeyindeydi. Ortalama lokal kifoz açısı24 derece ve anterior kompresyon yüzdesi %40.7 idi. Ortalama spinal kanal tutulumu %44.5 olarak bulundu. Ame liyatlar ortalama dörtbuçuk gün içinde yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda korse kullanıldı. Komplikasyonlar; bir hastada sreprospinal sıvı fistülü, iki yüzeyel enfeksiyon ve bir bası yarası olarak gözlendi. Nörolojik kaybı olan onsekiz hasta kısmi olarak, iki hasta ise tam olarak düzeldi. Bu kırıkların tespitinde 394 transpediküler vida kul lanıldı. Otuzbir vida eğilmesi, 9 vida kırılması ve 19 vida yer değiştirmesi tespit edildi. Transpediküler fiksasyon to- rakolumbar vertebra kırık cerrahisinde etkili bir tedavi yöntemi olarak bulundu. Sonuç olarak, iyi seçilmiş vakalarda vertebra kırıklarının posterior yaklaşımla cerrahi tedavisi, komplikasyonları ol makla birlikte etkili bir tedavi metodu olarak bulundu.
Betvveen April 1990 and May 1997, 101 patients with unstable thoracolumbar vertebral fractures were treated operatively. The mean follow-up was 27 (3-66) months. There were 70 men and 31 women. The mean age was 35.9 (18-69) years. Etiology was falling from a height in most of them (56.4%). The delay from the original trauma to the presentation ranged from 2 hours to 7 days. First lumbar vertebra was affected mostly (35.5%). According to the Deniş classification, there were 94 burst fractures, 22 compression fractures, 4 fracture-dislocations and one seat-belt injury. Fiftynine patients had Frankel type E, and 14 had Frankel type A neurologic status. The me- dium angle of local kyphosis was 24° and the percentage of anterior compression was 40.7%. The percentage of average spinal canal involvement was 44.5%. The average time after the trauma till the operation was 4.5 days (6 hrs-20 days). The mean operative time was 135 minutes and 2.8 units of whole blood transfusion was used on the average, intraoperatively. Postoperative bracing was applied to ali of the patients. One CSF fistula, two su- perficial infections and one pressure sore were noted as early complications. Eighteen patients with neurologic deficits had partial, and two patients had full recovery. 394 transpedicular screvvs vvere used and there vvere 31 (7.8%) bent screvvs, 9 (2.2%) screvv breakages and 19 (4.8%) screvv migrations. Transpedicular fixation was found to be an effective method for thoracolumbar vertebral fracture surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
Ertan Sal, Mehmet Açıkgöz, Cihangir Akgün, Erdal Peker, Fesih Aktar, Muhammed Akıl, Hüseyin Çaksen
Olgu sunumu
Özeti
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
An EncephalItIs Case Caused By Salmonella TyphI
Salmonella enfeksiyonları çocuklarda kendini sınırlayan gastroenterit enfeksiyonları şeklinde ortaya çıkar. Salmonella enfeksiyonları nadiren merkezi sinir sistemi enfeksiyonu şeklinde karşımıza çıkar. Salmonellalara bağlı merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının yaklaşık %83’ü 2 yaşın altında görülür. Bu makalede, konvülziyon şikayetiyle getirilen, beyin omirilik sıvısı incelemesinde protein artışı olup mikroskopla direk bakıda hücre görülmeyen elektroensefalogram ve beyin magnetik rezonans incelemesi ensefalitle uyumlu olan takiplerde ensefalit etkeni olarak Salmonella Typi tespit edilen oniki yaşında erkek sunulmuştur. Vaka ensefalit etkenleri arasında nadirde olsa Salmonella Typi görülebileceğini hatırlatmak vurgulamak amacıyla sunuldu.
Salmonella infections in children usually present with self limiting gastroenteritis. These infections rarely affect the central nervous sytem and are usually seen under the age of 2 years. In this article, a 12-year-old male patient is presented who was admitted with the complaint of convulsions. On examination, the protein was found to be increased in the cerebrospinal fluid and no cell was observed on direct microscopy. Electroencephalogram and brain magnetic resonance imaging findings were consistent with encephalitis and the agent of encephalitis was found to be Salmonella Typhi. The case was presented in order to remind that Salmonella Typhi can be observed within encephalitis agents, albeit rarely observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozda Akson Kaybı
Zehra Akpınar, Aysun Hatice Akça
Derleme
Özeti
Multipl Sklerozda Akson Kaybı
Axon Loss In MultIple SclerosIs
Amaç: Multiple Skleroz (MS), santral sinir sisteminin inşamatuvar demiyelinizan hastalığıdır. MS'de klinik, görüntüleme ve patolojik çalışmalar genel olarak miyelinle kıyaslandığında aksonun relatif olarak korunduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte son kanıtlar, anlamlı akson kaybının da olduğunu, kortikospinal, sensoriyel traktlar gibi uzun traktların etkilediğini ve fonksiyonel sakatlıkla yakın ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu makalede biz akson kaybı mekanizmalarını vurgulayacağız. Ana Bulgular: Akson kaybı gelişiminin farklı mekanizmaları vardır. Akson kaybı mekanizmaları: inşamasyonda aksonal hasar, demiyelinizasyon aracılı aksonal kayıp, wallerian dejenerasyon (WD) ve akson kaybında ortak son yol olarak sınışandırılabilir. Sonuç: Akson kaybı geri dönüşsüz ve uzun dönemde sakatlık nedenidir. Tedaviler remiyelinizasyon veya nöroprotektiyon gerektirir.
Aim: Multiple Sclerosis (MS) is an inflammatory demyelinating disease of the central nervous system. Clinical, imaging, and pathological studies in multiple sclerosis have generally emphasized the relative preservation of axons in comparison with myelin. Recent evidence, however, demonstrates that axonal loss is also significant, affects long tracts such as the corticospinal and sensory tracts and relates closely to functional disability. In this article we will consider emerging observations that reflect on the mechanisms of axon loss. Main Findings: There are different mechanisms of axon loss occur. Mechanisms of axon loss: Axonal damage in the inflammation, demyelination- induced axon loss, wallerian degeneration, and final common pathway in the axon loss. Conclusion: Axon loss is irreversible and responsible for long term disability. However therapies are also needed that enhance remyelination or neuroprotective.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
Tamer Çelik, Remziye Eke, Ümit Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Febril Konvülziyonla Hastaneye Yatırılan Çocukların Klinik Özellikleri
The ClInIcal CharacterIstIcs Of ChIldren WIth HospItalIzed For FebrIle SeIzures
Febril nöbetler, 6-60 ay arasındaki ateşli çocuklarda, öncesinde afebril bir nöbet öyküsü, veya santral sinir sistemi enfeksiyonu olmaksızın ortaya çıkan nöbetlerdir. Bu çalışmada, Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’ne febril konvülziyon nedeniyle yatırılan hastaların demografik ve klinik özellikleri gözden geçirilmiştir. Eylül 2011-Ocak 2012 tarihleri arasında AEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğine yatırılan febril konvülziyon tanısı almış 56 çocuk hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS Windows 16.0 paket programı kullanıldı. Hastaların 23’ü (%41.1) erkek, 33’ü (%58.9) kız olup yaş ortalaması 26.8 ay, yatış süresi ortalama 3.5 gün idi. 44 (%78.6) hastada ateş odağı üst solunum yolu enfeksiyonu, 6 (%10.7) hastada alt solunum yolu enfeksiyonu, 2 (%3.6) hastada akut otitis media, 1 hastada (%1.8) idrar yolu enfeksiyonu, 1 hastada (%1.8) akut gastroenterit, 1 hastada (%1.8) el-ayak-ağız hastalığı, 1 (%1.8) hastada roseola infantum idi. İki (%3.6) hastaya lomber ponksiyon yapıldı, bu hastaların birinde aseptik menenjit saptanırken, diğeri normal olarak değerlendirildi. Olgulardan 34’ü (%60.7) birinci atak, 12’si (%21.4) ikinci atak, 5’i (%8.9) üçüncü atak, 5’i (%8.9) tekrarlayan (>3) ataklar ile başvurmuştu. İlk atak ile gelen hastaların 4’ünde (%7.1) 24 saat içinde tekrarlayan nöbetler görüldü. Olgulardan 4’ü (%7.1) kompleks febril nöbet olup bir hastada (%1.8) febril status epileptikus mevcuttu. Çalışmamızda da olduğu gibi, febril konvülziyonların çoğu basit tipte olup, prognozları iyidir ve çoğu basit viral enfeksiyonlara bağlıdır.
Febrile seizures are seizures that occur in febrile children between the ages of 6and 60 months who do not have an intracranial infection, or history of afebrile seizures. In this study, the children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures in Antalya Education and Research Hospital (AEAH) were reviewed. 56 children’s demographic and clinical characteristics who had hospitalized for febrile seizures between September 2011- January 2012 in AEAH were analysed retrospectively. Analyses were performed using SPSS 16.0 version. 23 patients (41.1%) were male, 33 (58.9%) were female , mean age was 26.8 months, mean duration of hospitalized days were 3.5 days. Fever source was upper respiratory tract infection in 44 (78.6%) patients, lower respiratory tract infection in 6 (10.7%), acute otitis media in 2 (3.6%), urinary tract infection in 1 (1.8%), acute gastroenteritis in 1 (1.8%), hand–foot-mouth disease in 1 (1.8%), roseola infantum in 1 (1.8%) patient. Lumbar punction was done in 2 (3.6%) patients, one of them had aseptic menengitis and other had normally cerebrospinal fluid findings. 34 (60.7%) patients had first attack, 12 (21.4%) had second, 5 (8.9%) had third and 5 (8.9%) had more than three attacks. 4 (7.1%) patient’s seizures who had first febrile attack occured more than once in a 24 hour period. 4 (7.1%) patients had complex febrile seizures, 1 (1.8%) patient had febrile status epilepticus. These results suggest that most febrile seizures are simple, good prognosis and mostly causes of fever is upper respiratory tract infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
Ali Yavuz Karahan, Ali Sallı, Muhammed Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
ClaudIcatIon In GerIatrIc PatIents: AssocIatIon Of NeurogenIc And Vascular ClaudIcatIon
Geriatrik olgularda yürüme esnasında bel, kalça, diz ve diğer bölgelerin çeşitli patolojilerine bağlı farklı şekillerde izlenen yürüme güçlüğü, ağrı, uyuşma ve benzeri bulgular görülebilir. Ancak kladikasyo daha özgün bir semptomdur. Hastalar tarafından sıklıkla belirli bir mesafe yürümekle ortaya çıkan, bir veya iki bacakta, lokalize edilemeyen ağrı, güçsüzlük, uyuşma, parestezi ve kramp olarak ortaya çıkan ancak istirahat ile rahatlayan bir tablo olarak tanımlanır. Özellikle periferik arter hastalıklarında görülen vasküler kladikasyo ve lomber spinal stenoz kliniğinde izlenen nörojenik kladikasyo, bu klinik tabloların ilk ve en önemli semptomlarıdır. Geriatrik hastalarda ağrılı alt ekstremite varlığında ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken birçok hastalık vardır. Bu yüzden hastalar tarafından tarif edilen kladikasyo göz ardı edilmemesi gereken ayırıcı tanı için uyarıcı ve yol gösterici bir semptomdur. Biz de bu yazımızda bel bacak ağrısı ile başvuran, değişken bir kladikasyo tarifleyen, ayırıcı tanıya yönelik yapılan çalışmalar sonucunda lomber spinal stenoz ve sol ana iliak arter darlığı ile seyreden periferik arter hastalığı (PAH) tanılarını bir arada koyduğumuz bir olguyu semptomdan teşhise yönelik süreci tekrar gözden geçirmek amacıyla sunduk.
Difficulty in walking, pain, numbness and other symptoms may occur in geriatric patients during walking, depending on various pathologies of waist, hips, knees and other areas. However claudication is an important symptom that is watched in specific clinic tables. That often appears by walking and it is described as not localized pain in one or two legs, weakness, numbness, parestesia and cramp by patients. Vascular claudication, especially monitored in peripheral arterial disease and neurogenic claudication monitored in lumbar spinal stenosis are the most important and initial clinical symptoms of these statements. In the presence of lower extremity pain in geriatric patients there are many diseases to be considered in the differential diagnosis. Therefore, patients with claudication should not be neglected as defined for the differential diagnosis and a guiding symptom. In this text, we present a case which described a variable claudication and diagnosed with lumber spinal stenosis and peripheral artery disease the aim of rewiewing the process from symptoms to diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Başına Dizestezi Bulgusu Olan Multipl Skleroz
Şule Şahin Onat, Zuhal Özişler
Olgu sunumu
Özeti
Tek Başına Dizestezi Bulgusu Olan Multipl Skleroz
MultIple SclerosIs WIth DysesthesIa Symptoms
Multipl skleroz (MS), farklı klinik seyir özellikleri gösteren
heterojen hastalık grupları içermektedir. MS lezyonları, merkezi sinir
sisteminin farklı bölümlerinde oluşabildiğinden, çok çeşitli semptom
ve belirtilere neden olabilirler. Bu vakada da olgunun dizestezi
dışında herhangi bir bulgu olmadan MS tanısı almasını ve kas
iskelet sistemi semptomatolojisinde MS’in çok farklı klinik tablolara
bürünerek sinsi seyrine dikkat çekmek istedik. Yirmi iki yaşında
bayan hasta fizik tedavi polikliniğine son bir aydır olan sağ kolda
dizestezi şikayetiyle geldi. Yapılan muayenesinde tüm sağ kolda
yaygın dizestezi dışında yüzeyel ve derin duyu kaybı, motor kayıp,
derin tendon reflekslerinde kayıp,patolojik refleksi bulunmamaktaydı.
Serebellar testleri normaldi. Özgeçmiş,soygeçmişinde özellik
bulunmamaktaydı. Boyun grafisi normaldi. Bunun üzerine çekilen
magnetik rezonans görüntülemede (MRG)’de spinal kortta C2-3 ve
C3-4 düzeylerinde belirgin olmak üzere T2 sekansında hiperintens,
beyindede sol sentrum semiovalede T1’de hipo, T2 kesitlerinde
hiperintens sinyal özelliğinde olan ve İV Gad enjeksiyonu sonrası
halkasal kontrastlanan, bilteral sentrum semiovale ve periventriküler
beyaz cevherde milimetrik boyutlu demiyelinizan plaklar gözlendi.
BOS’ta bakılan oligoklonal bant pozitif,IgG indeksi 0.98 idi. Rutin
kan değerleri normaldi. Nörolojiyle birlikte değerlendirilen olgu
klinik,radyolojik görüntüleme ve laboratuvar verileri ışığında olası
diğer etiyolojilerde dışlandıktan sonra MS olarak değerlendirildi.
Klasik bulgularla başladığında MS tanısı koymak kolaydır fakat atipik
seyirde tanı koymak zorlaşmaktadır. Bu da branşımızın kapsamındaki
hastaların semptom ve bulguların ne kadar çeşitli altta yatan
hastalıkların ne kadar farklı olabileceğini göstermiştir.
Multiple sclerosis(MS) lesions can occur in different parts of the central nervous system therefore cause a variety of symptoms and signs.In this case receive a diagnosis of MS without finding anything other than dysesthesia and changed into a very different clinical pictures of musculoskeletal symptomatology of MS would like to draw attention to an insidious course. 22-year-old female patient physical therapy clinic complaining of dysesthesia that since the last 1 month in the right arm.All examination of the outside of the left arm common dysesthesia;cranial nerve,superficial and deep sensory,motor,deep tendon reflex and pathological reflexes examination was normal. There was no resume and family history feature.Neck x-ray was normal.But magnetic resonance imaging (MRI) in the spinal cord to be C2-3 and C3-4 levels hyperintense signal in the T2sequence and also in the brain in the left centrum semiovale hypointense signal in T1,hyperintense signal in T2sections,and after İV of Gad,bialteral centrum semiovale and periventricular white matter was observed enhancing rim millimeter-sized demyelinating plaques. In CSF oligoclonal bands tended positive IgGindex was 0.98. Routine blood tests was normal. After evaluating the case with neurology,clinical,radiological and laboratory data were evaluated by the MS after the exclusion of other etiology. 1000 mg/day dose intravenous methylprednisolone was given for 5 days. When the diagnosis of MS is easy to put the classic symptoms,but atypical in navigation is difficult to diagnose. This is how a variety of signs and symptoms within the scope of physical therapy clinics and how different it may indicate an underlying disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğum Analjezisinde Epidural Ve Kombinespinal-Epidural Analjezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Hatice Köstekçi, Sema Tuncer Uzun, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Doğum Analjezisinde Epidural Ve Kombinespinal-Epidural Analjezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması
A ComparIson Of EpIdural And CombIned SpInal-EpIdural AnalgesIa In Labour AnalgesIa
Amaç: Bu çalışmada doğum analjezisinde epidural (EP) ve kombine spinal epidural (KSE) analjezi yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya vaginal doğum yapması planlanan 50 primigravid gebe dahil edildi. Olgular Grup I: KSE analjezi, Grup II: EP analjezi grubu olacak şekilde randomize olarak iki gruba ayrıldı. Her iki grup için hasta konrollü epidural analjezide kullanılmak üzere % 0.05 bupivakain + 1.5 µg/ml fentanil solusyonu hazırlandı. KSE analjezi grubundaki gebelere spinal olarak 1.25 mg bupivakain + 12.5 µg fentanil uygulandı ve epidural kateter takıldı. EP analjezi grubunda yükleme dozunu (10 ml % 0.125 bupivakain + 50 µg fentanil) takiben hasta kontrollü epidural analjezi uygulamasına başlandı. Hemodinamik parametreler, ağrı skorları, motor blokaj, lokal anaestezik tüketimi ve yan etkiler kaydedildi. Bulgular: Analjezi tüm olgularda yeterliydi. KSE grubunda analjezinin başlama süresi EP grubuna göre çok kısaydı (p<0.05). KSE grubunda annenin hemodinamisi daha iyi korundu (p<0.05). KSE grubunda lokal anestezik miktarı EP gruba göre daha düşük, hasata memnuniyeti daha iyi bulundu (p<0.05). Sonuç: KSE ve EP analjezi yöntemleri yeterli ve güvenli bir doğum analjezisi sağladı. Ancak analjezik etkinin erken başlaması, maternal hemodinaminin daha stabil seyretmesi, doğumun 1.ve 2. evrelerinin daha kısa sürmesi, tüketilen LA miktarının daha düşük olması nedeni ile doğum analjezisinde düşük doz opioid ve lokal anestezik ile uygulanan KSE analjezi yönteminin, EP analjezi yöntemine tercih edilebileceği kanısındayız.
Aim: The aim of the study was to compare combined spinal-epidural (CSE) and epidural (EP) analgesia methods in labor analgesia. Material and Methods: The study was performed with 50 primigravid pregnant women who planned to have vaginal delivery. The patients were randomized into two equal groups: Group I: CSE analgesia group and Group II: EP analgesia group. A solution of 0.05% bupivacaine with 1.5 µg/ml fentanyl was prepared for using patient controlled epidural analgesia for both groups. Epidural catheters were introduced following the spinal administration of 1.25 mg bupivacain plus 12.5 µg fentanyl in patients in CSE analgesia group. Epidural solution infusion have been given to the EP analgesia group after the loading dose (10 ml 0.125% bupivacaine and 50 µg fentanil). Data were collected on maternal and fetal hemodynamic varibles, pain scores, motor blockade and total amount of consumed local anesthetic, the side effects. Results: Analgesia was effective in all patients. ‹nitiation time of analgesia in CSE group was much shorter than EP group (p<0.05). Better preserved maternal hemodynamics without hypotension, lower amounts of local anesthetics and beter patient satisfaction were observes in the CSE group compared with the EP group (p<0.05). Conclusion: Both CSE and EP analgesia methods used in this study were reliable and satisfactory for labor analgesia. Because of the faster initial analgesia, better maternal hemodynamics, shorter labor time in the first and second stage of labor and lower local anesthetic amounts, CSE analgesia method with lower doses of opioid and local anesthetic can be prefered to EP analgesia method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
Sinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Ailede Kromozom 9qh+ Segmentinin İnversiyonu
Tülin Çora, Ayşegül Zamani, Mahmut Selman Yıldırım, Sennur Demirel
Olgu sunumu
Özeti
Bir Ailede Kromozom 9qh+ Segmentinin İnversiyonu
SpInal EpIdural PneumatosIs AssocIated WIth Spontaneous Pneumothora*
Spinal epidural hava nadiren spontan pnömotoraks ile birlikte görülebilir. Daha önceden hiçbir şikayeti olmayan, akciğer radyografisi ve bilgisayarlı tomografi ile pnömotoraks tesbit edilen olgunun spinal epidural alandaki hava odakları dikkat çekti. Bilgisayarlı tomografi ile görüntülenen bu bulgu literatür bilgileri ile birlikte tartışıldı.
Spinal epidural air associated with spontaneous pneumothorax is a rare condition. There was a pneumothorax in the patient had no history. Pneumothorax was demostrated chest X-ray and thorax CT. Moreover, CT showed also spinal air. This finding was discussed with literatüre
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Pnömotoraks İle Birlikte Epidural Pnömatozis
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Olgun Kadir Arıbaş, Ahmet S. Poyraz, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Pnömotoraks İle Birlikte Epidural Pnömatozis
SpInal EpIdural PneumatosIs AssocIated WIth Spontaneous Pneumothora*
Spinal epidural hava nadiren spontan pnömotoraks ile birlikte görülebilir. Daha önceden hiçbir şikayeti olmayan, akciğer radyografisi ve bilgisayarlı tomografi ile pnömotoraks tesbit edilen olgunun spinal epidural alandaki hava odakları dikkat çekti. Bilgisayarlı tomografi ile görüntülenen bu bulgu literatür bilgileri ile birlikte tartışıldı.
Spinal epidural air associated with spontaneous pneumothorax is a rare condition. There was a pneumothorax in the patient had no history. Pneumothorax was demostrated chest X-ray and thorax CT. Moreover, CT showed also spinal air. This finding was discussed with literatüre
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lomber Spinal Sinovial Kist: Vaka Takdimi
Osman Acar, Mehmet Erkan Üstün, Ahmet Önder Güney, Abdullah Konak
Olgu sunumu
Özeti
Lomber Spinal Sinovial Kist: Vaka Takdimi
Lumbal SpInal SynovIal Cyst: A Case Report
Intraspinal synovial kistler nadir lezyonlardır. Bu makalede sol L4-5 disk mesafesinde intraspinal sinovial kisti olan 72 yaşında bayan hasta, klinik semptom ve bulguları yanı sıra manyetik rezonans görüntüleme, operasyon ve patoloji sonuçları ile birlikte sunulmuştur. Intraspinal synovial kistlerin klinik, radyolojik, patolojik özellikleri yanında tedavi seçenekleri de tartışılmıştır.
Intraspinal synovial cysts are uncommon lesions. İn this article a 72 year-old woman who developed a spinal synovial cyst at the left side of L4-5 disk space is reported. Beside her clinical signs and symptoms, magnetic resonance imaging, operative andpathological findings are presented. Treatment options, clinical, radiological and pathological aspects of intraspinal synovial cysts are discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventriküloperitoneal Şantların Fonksiyonunun Değerlendirilmesinde Şant Pompalama Testinin Etkinliği
Ahmet Önder Güney, Osman Acar, Mehmet Erkan Üstün
Araştırma makalesi
Özeti
Ventriküloperitoneal Şantların Fonksiyonunun Değerlendirilmesinde Şant Pompalama Testinin Etkinliği
The EffectIveness Of Shunt PumpIng Test In EvaluatIng The FunctIon Of The VentrIculoperItoneal Shunts.
Serebrospinal sıvı (CSF) şant sistemleri hidrosefali tedavisinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Pratik uygulamada pek çok beyin cerrahı tarafından bu şant sistemlerinin içerdiği pompa mekanizması, şantın fonksiyonunu takip açısından kriter olarak kullanılmaktadır. Bizim bu çalışmamız da kliniğimizde 1990-1999 tarihleri arasında hidrosefali tanısı ile ventriküloperitoneal (V-P) şant uygulanan 103 olgu incelendi. Bu çalışmamız neticesinde şantın pompalama karakterlerinin, olguların klinik durumlarıyla uyumlu olmadığını tespit ettik. Bu verilerin ışığında pratik uygulamada birçok beyin cerrahının başvurduğu bu muayene yönteminin efektif bir metod olmadığı irdelendi.
The cerebrospinal fluid (CSF) shunt systems, possesses an important place in the treatment of hydrocephalus. İn practical use, the pumping mechanism of this shunt systems is used as a criteria to follovv- up the shunt function by neurosurgeons. İn this study, we analysed 103 cases treated with ventriculoperitoneal (V-P) shunt for hydrocephalus between 1990 and 99 in our clinic. Our study has demonstrated that, the pumping character of the shunt has not been correlated with the clinical situation of the patı'ents. IVe have concluded that, this examination (which is used by many neurosurgeon) is not an effective method in practical use.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
Demet Kıreşi, Memduha Akyol, Kürşat Aydın, Mehmet Erkan Üstün
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
MrI And MultIdetector Ct AngIography In DIagnosIs SpInal ArterIovenous MalformatIon
Amaç: Spinal vasküler malformasyonlar spinal kanalda dura boyunca uzanan nadir görülen bozukluklardır. Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazları ile intravenöz kontrastlı anjiografik incelemeler son zamanlarda kullanılan tekniklerdendir. Bu sunuda 16 yaşında spinal arteriovenöz malformasyonu olan kız çocuğunun manyetik rezonans görüntüleme ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: MR görüntülerinde servikal 1-2 seviyesinde spinal kord ön yüzeyinde signal void özellikte yapılar ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi’de aynı seviyede kontraslanan genişlemiş ve kıvrımlı vasküler yapılar görüldü. Spinal arteriovenöz malformasyon tanısı konan olguya embolizasyon yapıldı. Sonuç: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazı ile anjiografi yöntemi spinal vasküler anomalileri görüntülemede kullanışlı non-invaziv bir inceleme yöntemi olabilir.
Aim: Spinal arteriovenous malformation is a rare pathology located in the dura along the spinal canal. Multi-detector computed tomographic (MDCT) angiography is a recently developed imaging technique. We present findings of magnetic resonance (MR) imaging and multi-detector computed tomographic angiography in 16-year-old patient with spinal arteriovenous malformations. Case report: MR images showed signal voids dilated vessels at the surface of the spinal cord at C1-2 level. Also, multi-detector computed tomographic angiography demontrated dilated varix-like vessels. The patient was diagnosed as having a spinal arteriovenous malformation. Result: Multi-detector computed tomographic angiography can be a non-invasive usefulness technique in detect the spinal arteriovenous malformatios.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Norolook Bozukludu Clan Hastala Rda Beyın-Omırılik Sıvısının Norosfılız Yonunden Degerlendırılmesı
Emel Türk Arıbaş, Ülkü Türk Börü, Mustafa Altındiş
Araştırma makalesi
Özeti
Norolook Bozukludu Clan Hastala Rda Beyın-Omırılik Sıvısının Norosfılız Yonunden Degerlendırılmesı
EvaluatIon Of CerebrospInal FluId For Ne-UrosphIlIs In PatIents WIth NeurologIcal DIsease.
kabul edilen 54 pasta nci-ro yOntinden incelendi. Hastalann serum ve bevin omirilik sivisinda VDRL (Venereal Disease Research Laboratory) ve TPHA (Treponema pal-lidun: hemagglutination assay) cahlddr. Tamanunda BOS hiicre saps: ye protein miktan nonnaldi. Serum ye beyin omurilik sivisinda VDRL ve TPHA hastalann tamanunda negatif bulundu.
54 patients admitted to neurological unit were examined for neurosphilis. VDRL (Venereal Disease Reseacrh Laboratory) and TPHA (Treponema Pal-lidum Hemagglutination Assay) were tested from serum and cerebrospinal fluid in all patients. Ce-rebrospinal fluid cell count and protein content were normal in all patients. VDRL and TPHA in the serum and ('SF were negative in all patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Başarısız Bel Cerrahisi Sendromlu Hastaların Demografik Özellikleri Ve Fonksiyonel Durumları
Nilay Şahin, Emel Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Başarısız Bel Cerrahisi Sendromlu Hastaların Demografik Özellikleri Ve Fonksiyonel Durumları
DemographIc Features And FunctIonal Status In PatIents WIth FaIled Back Surgery Syndrome
Bu çalışmanın amacı başarısız bel cerrahisi sendromlu (BBCS) hastaların özelliklerini değerlendirmektir. Çeşitli nedenlerle bel operasyonları geçiren, operasyon sonrası devam eden veya tekrarlayan bel, bel-bacak ve-veya bacak ağrısı şikayetleriyle polikliniğe başvuran 58 BBCS’li hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların, ağrı şiddeti visuel analog skala (VAS), fonksiyonel durumları Oswestry Disabilite İndeksi (ODİ), operasyon nedenleri ve operasyon tipleri epikrizle ve lomber mobilite lomber schober (LS) ile değerlendirildi. Hastaların yaş ortalaması 40.52±8.15 idi. % 61.3’ü kadın, % 38.7’si erkek idi. Hastaların % 88.1’i lomber disk hernisi, % 5.3’i spinal stenoz ve % 6.6’sı osteoartrit nedeniyle ameliyat edilmişti. % 55.3’üne diskektomi, % 30.5’ine diskektomi+laminektomi, % 5’ine füzyon ve % 9.5’ine laminektomi yapılmıştı. Hastaların VAS’ı 7.20±1.74 ve ODI değerleri 41.2±4.8 olarak saptandı. Hastaların % 93’ünün LS değeri 15cm’nin altında değerlendirildi. Ciddi ağrılar ve lomber hareketlerde kısıtlanma ile günlük yaşamı ve işi olumsuz etkileyen BBCS hastalar ve hekimler için önemli bir sorundur.
The aim of this study to evaluate the demographic features in patients with failed back surgery syndrome (FBSS). Material and Fifty eight patients who underwent spine surgical intervention on a variety of reasons that ongoing complaints of postoperative recurrent back, back-legs and/or legs pain that admitted to policlinic were evaluated retrospectively. The patients were assessed in terms of pain by visuel analog scale (VAS), in terms of functional status by Oswestry Disability Index (ODI), in terms of reasons of operation and types of operation by history andin terms of lumbar mobility by Lumbar Schober’s Test (LS). The mean age of the patients were 40.52±8.15. The patients were 61.3% females 38.7% males. 88.1% of the patients had been operated for lumbar disc herniations, 5.3% of the patients had been operated for spinal stenosis and 6.6% of the patients had been operated for osteoarthritis. Discectomy surgery has been performed in 55.3% of the patients, discectomy+laminectomy surgery has been performed in 30.5% of the patients, fusion surgery has been performed in 5% of the patients and laminectomy surgery has been performed in 9.5% of the patients. VAS and ODI values of the patients were 7.20±1.74, 41.2±4.8, respectively. LS was evaluated under 15cm in 93% of the patients. FBSS that affects to be negative about working and daily life with severe pain and limitation of lumbar motion is a significant problem for patients and physicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geçici Nörolojik Bulgular, Başağrısıv Bos Lenfositozu-Handle Sendromu
Ebru Apaydın Dogan, Figen Güney, Emine Genç, Muzaffer Mutluer, Nurhan İlhan
Olgu sunumu
Özeti
Geçici Nörolojik Bulgular, Başağrısıv Bos Lenfositozu-Handle Sendromu
Temporary NeurologIcal Symptoms, Headache And Csf IymphocytosIs-Handl Syndrome
Amaç: Bu vaka sunumunda, HaNDL Sendromunun (Baş ağrısı,nörolojik defesit,BOS’ ta lenfositoz) literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: 20 yaşında bayan hasta, acil servise başının sol tarafında olan, bulantı-kusma, sonofobi ve fonofobinin eşlik ettiği şiddetli, zonklayıcı karakterde başağrısı nedeniyle başvurdu. Ağrının başlamasından yaklaşık olarak 30 dakika sonra vücudunun sağ tarafında, bacaklarından başlayıp kola ve yüze yayılan uyuşma ve hafif güçsüzlük ile konuşmada bozulma olduğu, bu şikayetlerinin 20-25 dakikada düzeldiği öğrenildi. Hastanın bu olaydan ortalama 2 hafta önce, yaklaşık olarak 3 gün kadar devam eden şiddetli bulantı ve diyarenin olduğu viral gastroenterit geçirdiği, hekime başvurduğu ve destek tedavi dışında bir tedavi almadığı öğrenildi. Klinikte yapılan lomber ponksiyonda lenfositik pleositoz ve protein düzeyinde yükseklik (49 mg/dL) saptandı. Hastanın acil serviste çekilmiş olan BBT’si ve kontrastlı MR’ı normaldi. BOS pleositozuna ve şiddetli başağrısına neden olabilecek diğer nedenlerin dışlanması sonucunda hastaya HaNDL Sendromu tanısı kondu. Sonuç: Benign bir sendrom olan HaNDL Sendromunun tanınması, tanı amaçlı yapılacak olan anjiografi gibi tetkiklerin getirebileceği ciddi riskler nedeniyle önem taşımaktadır.
Aim: In this case report, it is aimed to discuss the ‘HaNDL Syndrome’ with the relevant literature. Case Report: A 20 year-old woman was admitted to the emergency department with left-sided, severe, throbbing headache accompanied with nausea, vomitting, sonophophia and phonophophia. Approximately 30 minutes after the pain emerged, she had suffered numbness and mild paresis on the right side of the body including the right side of her face accompanied with difficulty in speech which improved in approximately 20-25 minutes. She reported that 2 weeks prior these symptoms, she had suffered severe nausea and diarrhea that had lasted for 3 days. A diagnosis of viral gastroenteritis had been made and supportive therapy had been advised by a doctor. In the clinic, spinal tap was performed which revealed lymphocytic pleocytosis and mild elevation of protein level (49 mg/dL). Brain computerized tomography and the contast MR were normal. After the exclusion of other conditions which may cause CSF pleocytosis and severe headache; a diagnosis of HaNDL Syndrome was made. Conclusion: Recognition of this bening syndrome, is important as performing a diagnostic angiography may cause severe complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
Aybars Tavlan, Mehmet Erkan Üstün, Alper Yosunkaya, Ahmet ak, Aysel Kıyıcı, Handan Kozan Bardakçı, Funda Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
The RelatIonshIp Of DexmedetomIdIne WIth BIochemIcal Parameters And Intraparenchymal Pressure
Deksmedetomidinin intraparankimal basıncı düşürme mekanizmasına ışık tutabilmek için, tavşanlarda geçici global serebral iskemi modelinde kan ve beyin omurilik sıvısında vazokonstriktör olan Endotelin-1 (ET-1) ve vazodilatör olan Prostaglandin I2 (PGI2), düzeyleri üzerine 80 ve 320 µg kg-1 farklı iki dozunun etkisi araştırıldı. Bu çalışma, Haziran 2005-Ocak 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Merkezi’nde etik komite onayıyla yapıldı. Tavşanlar rastgele biçimde her grupta 6 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı: Grup 1’de kraniotomi uygulandı ve iskemi oluşturulmadı. Grup 2’de sadece iskemi-reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyon sırasında Grup 3’de 80 µg kg-1, Grup 4’de 320 µg kg-1 deksmedetomidin intravenöz olarak verildi. Grup 2, 3, 4’deki tavşanlara kraniotomi ve servikal boyun diseksiyonu sonrası, bilateral karotis arterlere klemp konarak bir saat boyunca iskemi ve daha sonrasında klempler açılarak bir saat süresince reperfüzyon uygulandı. İntraparankimal basınç değerleri ise kraniyotomi ve iskemi-reperfüzyon sonrası kaydedildi. Tavşanlardan ET-1 ve PG I2 düzeylerini tesbit etmek için Grup 1’de kraniyotomi sonrası, Grup 2, 3 ve 4’de ise reperfüzyon sonrası kan ve beyin omurilik sıvısı (BOS) örnekleri alındı. Reperfüzyon sonrası intraparankimal basınç Grup 2 ve 4’de, Grup 1’e göre anlamlı olarak yükseldi (p0.05). ET-1 seviyeleri hem kan hem de BOS da, iskemi ve reperfüzyon uygulanan fakat tedavi uygulamadığımız grupta (Grup 2) arttı. Düşük doz deksmedetomidine uygulanan grupta (Grup III) ise sham grubuna benzerdi (p>0.05). PGI2 seviyeleri ise, düşük doz dexmedetomidin uygulanan grupta sadece BOS’ da anlamlı olarak düşük bulundu (p
Introduction: In this study, in order to shed light on the intraparenchymal pressure reduction mechanism of dexmedetomidine, the effect of two different doses of 80 and 320 µg kg-1 on the levels of vasoconstrictor Endothelin-1(ET-1) and vasodilator prostaglandin I2 (PGI2) in blood and cerebrospinal fluid (CSF) in transient global cerebral ischemia model in rabbits was examined. This study was conducted in the Selcuk University Experimental Medicine Research Center between June 2005 and January 2006 and approved by an ethical committee. All rabbits were randomly divided into four groups; six rabbits in each group. In Group 1, a craniotomy was performed and the ischemia was not created. In Group 2, only an ischemia-reperfusion was performed. During reperfusion, 80 µg kg-1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 3, and 320 µg kg -1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 4. After the application of craniotomy and cervical neck dissection of the rabbits in Groups 2, 3 and 4, the bilateral carotid arteries were clamped and an ischemia was performed for one hour. Then, the clamps were removed and reperfusion was performed for one hour. In addition, ıntraparenchymal pressure were recorded after craniotomy and reperfusion. Blood and CSF samples were collected from rabbits after craniotomy in Group 1 and reperfusion in Groups 2,3 and 4 to determine levels of ET-1 and PGI2. Intraparenchymal pressure values after the reperfusion in Group II and IV were significantly higher than Group I( p< 0.05), but any significant increase in Group III (p>0.05). ET-1 levels of both blood and CSF were increased in the group performed ischemia and reperfusion and no treatment (Group II) and the group administered low dose dexmedetomidine (Group III) were similar with the sham group (p>0.05). However, PGI2 levels of CSF were significantly decreased in the group administered low dose dexmedetomidine (p< 0.05). Dexmedetomidine can reduce the intraparenchymal pressure by reducing the level of ET-1 in the transient global cerebral ischemia model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Kist Hidatikler
Ertuğ Özkal, Faruk Temel, Mehmet Şenyüz, Kemal Ödev, Osman Acar
Araştırma makalesi
Özeti
Spinal Kist Hidatikler
SpInal HydatId Cysts
Bu makalede üç spinal kist hidatik vakası takdim edilmiştir. Hastaların tümü medulla spinalis basısı şikayetleri ile müracaat etmişlerdir. Yalnız bir vakada nüks görülmüş olup, mortalite yoktur.
Thrce cases of spinal hydatid cysts are reported. Ali the patients were admitted with symptoms of compression of the spinal cord. The patients were treated surgicall, recurrens was in only one patiant and no mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Kord Yaralanırnalı Hastalarda Üriner Enfeksiyon İle Lezyon Düzeyi Ve Kateterizasyon Arasındaki İlişki
Hatice Uğurlu, Sami Küçükşen
Araştırma makalesi
Özeti
Spinal Kord Yaralanırnalı Hastalarda Üriner Enfeksiyon İle Lezyon Düzeyi Ve Kateterizasyon Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Between UrInary Tract In-FectIon And &vel Of LesIon And CatheterIsatIon In PatIents WIth SpInal Cord Injury
Üriner sistem enfeksiyonu, ürolojik rehabilitasyonda kaydedilen ilerlemelere rağmen spinal kord yaralanması (SKY) olan hastaların rehabilitasyonu sırasında en sık karşılaşılan komplikasyonlardan biridir. Çalışmamızda kullanılan mesane boşaltım yöntemleri ve lezyon düzeyleri ile üriner enfeksiyon riski arasındaki ilişkiyi tespit etmeyi amaçladık. Çalışmaya 1994-1997 yılları arasında kliniğimizde takip edilen 22 paraplejik hasta alındı. Hastaların % 68.1'inde üriner enfeksiyon tespit edildi. Lezyon düzeyi ve kullanılan mesane boşaltım yöntemleri ile üriner enfeksiyon riski arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmedi.
Ahhough the inıprovements irt urologic re-urinary tract infection (UTI) is one of the most common complication eneountered during the rehabilitation of patients with spinal cord injury. In this study, we investigated the relationship bet-weeen urinafry tract infretion and level of lesion and methods of bladder drainage ir7 patients with spinal cord injurv (SCI).22 paraplegic patients followed in our ciiriic berween 1994 and 1997 were included in this study. I.rTI was observed in 68.1 pe• cent of the patients, Na significant relation was found between the incidence of UTI and the level of lesion and the meth
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İatrojenik Spinal Epidural Apse Sonrası Gelişen Spondilodiskitis Vaka Takdimi
Ahmet Önder Güney, Osman Acar, Mehmet Erkan Üstün, Yalçın Kocaoğullar
Olgu sunumu
Özeti
İatrojenik Spinal Epidural Apse Sonrası Gelişen Spondilodiskitis Vaka Takdimi
SpondylodIscItIs After IatrogenIc SpInal EpIdural Abscess Case Report.
Spinal epidural apse seyrek görülen ve tehlikeli bir lezyondur. Biz bu yazıda bir iatrojenik spinal epidural apse sonrası gelişen spondilodiskitis olgusu sunuyoruz. Hasta cerrahi drenaj ile öpere edildi ve uygun antibiyotik tedavisine alındı. Operasyon sonrası düzelme görüldü. Bu makalede spinal epidural apse ve spondilodiskitisin, klinik gidişi, radyolojik incelemeleri ve tedavi ilkeleri literatür gözden geçirilerek tartışılmıştır.
Spinal epidural abscess is a very rare and dangerous lesion. We present here spondylodiscitis case developed follovving iatrogenic spinal epidural abscess. The patient was operated on by surgical drainage and appropriate antibiotic therapy. Improvement was seen postoperatively. İn this article, the clinical outcome, radiological findings, and management prothocoles of spinal epidural abscess and spondylodiscitis are discussed with revievv of the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Ali Bal
Olgu sunumu
Özeti
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Local AnesthesIa WIth GIant Incarcerated Scrotal InguInal HernIa RepaIr
İnguinal herni operasyonları, genel cerrahi kliniklerinde sıkça uygulanan operasyonlardandır. Bu operasyonlar genel anestezi dışında spinal anestezi, epidural anestezi ve lokal anestezi gibi yöntemlerle de uygulanabilmektedir. Özellikle yaşlı, komorbiditesi ve ciddi anestezi riski olan hastalarda lokal anestezi ile fıtık onarımı başarıyla uygulanabilir. Literatürde lokal anestezi ile yapılan fıtık onarımlarının sonuçlarının genel anestezi ile yapılan onarımlardan farklı olmadığı bir çok çalışmada vurgulanmıştır. Bu sunumda redükte edilemeyen inguinal herni beraberinde hipertansiyon, diyabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği gibi komorbid hastalıkları olan 87 yaşında erkek hastaya acil şartlarda lokal anestezi altında yapılan fıtık onarımı tartışılmıştır. Lokal anestezi ile inguinal herni onarımı literatürde tüm yönleriyle değerlendirilmiş olmasına karşın inkarsere inguinal hernilerin lokal anestezi ile onarımı hakkında bilgi oldukça kısıtlıdır. Sonuç olarak strangülasyon riski düşük olan sıkışmış fıtıkların cerrahi tedavisinin lokal anestezi ile özellikle yaşlı ve komorbid hastalarda başarıyla uygulanabileceğini düşünüyoruz. Ancak lokal anestezi ve genel anestezi altında yapılan acil fıtık operasyonları arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapılmasının bu konuda öneri yapabilmek adına faydalı olacağı kanısındayız.
Inguinal hernia operations are frequently performed at general surgery clinics. These procedures can be performed not only under general anesthesia but also with methods like spinal anesthesia, epidural anesthesia, and local anesthesia. Inguinal reparations can be successfully performed with local anesthesia especially on older patients, those with comorbidity and significant risk of anesthesia. An ample amount of studies in literature underline the fact that the results of hernia reparations performed under local anesthesia are no different than the results of hernia reparations done under general anesthesia. This report discusses the case of an 87-yearold male patient with comordid diseases like hypertension, diabetes mellitus, congestive heart failure, and chronic kidney failure as well as irreducible inguinal hernia who had to undergo emergency hernia reparation under local anesthesia. Although inguinal hernia reparation under local anesthesia has been comprehensively evaluated in literature, there is very limited information on the reparation of incarcerated inguinal hernias under local anesthesia. Consequently, we think that it is possible to use local anesthesia successfully to surgically treat incarcerated hernias with low risk of strangulation especially on senior and comorbid patients. However, we also believe that it would be of utmost significance to conduct a comparative study between emergency hernia operations performed under local anesthesia and general anesthesia in order to be able to recommend a safer solution on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yağli Filum Terminale Tethered Kord Sendrdomu
Osman Acar, Uğur Erongun, Mustafa Balevi, Orhan Demir
Araştırma makalesi
Özeti
Yağli Filum Terminale Tethered Kord Sendrdomu
ThIckened FIlum TermInale WIth LIpoma In Tethered Cord Syndrome
Yaygın olarak bilinenin aksine tethered spinal kord sendromunda konus medullarisin normal lokali-zasyonda bulunabileceği çeşitli amşurrnacılarca bildi-rilmektedi•.Bu çalışmada yağlı f 111n1 terminalesi bu-lunan ve konus medullarisin tepe noktası Lı seviyesinde olan bir tethered kord sendromu olgusu sunularak fiteratür eşliğinde tartışılmıştır.
In contrast to the common knowledge on the tethered cord synd•ome, various reports note that co-nus medullaris may have a normal location. In this manuscript a case of tethered cord syndrorrıe which has a conus at Lı level and fatty filum terminale has been presented and liwrature is reviwed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsanda Lumbosakral Segmental Uyarılmış Elektrospinogramının Dalga Komponentleri Üzerine Fenobarbital'ın Etkisi
Ş. Fatin Reel, Cumhur Ertekin
Araştırma makalesi
Özeti
İnsanda Lumbosakral Segmental Uyarılmış Elektrospinogramının Dalga Komponentleri Üzerine Fenobarbital'ın Etkisi
The Effects Of PhenobarbItone On The SpInal Segmental Cord PotentIals In Man
10 olguda IV. yolla fenobarbital verilmesinden önce ve sonra, N. Tibialis Posterior uyartılarak, intratekal kayıtlama yöntemi ile Th10-11 , Th11-12, Th12-L1 intervertebral aralık seviyesinden, seg-mental spinal potansiyeller kaydedilmiştir. Bu po-tansiyelin komponentkri üzerine fenobarbitalin et-kisi incelenmiş, ve komponentlerin orjinleri saptanmaya çaltşılmıştır. CD tipi potansiyelin NI dalga komponenti üzerine olan inhibitör etki mi-nimal olup, % 2-6 oranında amplitüd azalışı sap-tanmıştır. Esas etki N2 komponenti üzerine olmuş olup, % 45 oranında amplitüd =alış: saptanmıştır. P2 komponenii üzerine etki ise ikisi arastnda olup %25 oranında amplitüd düşmesi görülrnüştür. Bu bulgular ışığında N2 komponentinin postsinaptik aktivite, N1 komponentinin presinaptik aktivite ile kısmen postsinaptik aktivite sonucu oluştuğu P2 komponentinin oluşmasında ise, presinaptik inhibisyon ve sinaptik olayların ilgili olduğu düşünülmüştür.
The effects of phenobarbitone on the spinal segmental cord potentials elicited by stimulation of the posterior tibiul nerve were investigated in 10 subjects. Intrathecal recording technique was used to obtain the spinal potentials. The major ellects of phenobarbitone were to be on the N2 COMponent of the CD potantials, and the amplitudes of the N2 romponent derreased to 45 % of the first value, though the N1 and P2 com-ponents were deereased about 6 % and 25 % of the first value. It was conluded that the NI component of CD potential arise from the presynaptic activily via the dorsal roots and intrameduller extentions of these afferents, and the post postsynaptir activity in the posterior horn relis. The P2 cornponent rep-resents presynaptic inhibition in the primer af-ferents, and postsynaptir activity of the posterior horn rells. The N2 components of the CD po-tentials are due to synaptic and postsynaptic ac-tivity of the spinal cord neurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parapleoye Yol Amayan Bır Lomber Vertebra Kırıklı-•clkıgının Posterıor Cerrahı Girisimle Tesbıtı
M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Mahmut Mutlu, Bahri Kasal, Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Parapleoye Yol Amayan Bır Lomber Vertebra Kırıklı-•clkıgının Posterıor Cerrahı Girisimle Tesbıtı
A Fracture DIslocatIon Of The Lumbar SpIne WIthout ParaplegIa Treated By PosterIor SurgIcal Procedure (a Case Report)
Nadir olarak goralen parapleji nieydana ge-tirmenn4 bir lateral lumber vertebra ktrikli-cikik va-kast. sunuldu. 23 ycginda erkek hasta trafik kazast sebebiyie miiraccat etti. Ktralt ciktktn cerrahi tes-biti denemneksizin Alct Spinal Sistemiyle saglandL Limn dOnem takip (ameliyattan sonra 3 sonuclaruun cok iyi oldugu görüldü.
A rare complete lateral .fracture-dislocation of the lumbar spine without paraplegia is reported. A 23 year-old man injured by traffic accident. Fixation offracture-dislocation ti aS obtained using Abet Spi-nal System without trying reduction. Long-term fol-low up (3 years after operation) showed an excellent result.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta