Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Iı. Ve Iıı. Düzey Hastalarda Seçici Olmayan Ekokardiyografi Uygulam
Sebahattin Ertuğrul, Tamer Baysal, Hüseyin Altunhan, Ali Annagür, Rahmi Örs, Hasan Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Iı. Ve Iıı. Düzey Hastalarda Seçici Olmayan Ekokardiyografi Uygulam
Results Of EchocardIography That Performed PatIent WIthout Pre-Assessment In Our Neonatal IntensIve
\r\n
Amaç: Konjenital kalp hastalıklarının tanı ve izleminde ekokardiyografi önemli ve pratik bir tanı aracıdır. Genel uygulamada hastaların belli risk gruplarında yer alması ve fizik muayenede kuşkulandıracak bulgu olması durumunda ekokardiyografi yapılır. Bu çalışmada altı aylık dönem için Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine kabul edilen (II. ve III. düzeyde) her hastaya ön değerlendirme yapılmaksızın uygulanan ekokardiyografi sonuçlarının analizi yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatırılarak izlenen 393 hastanın 132’sine (II. ve III. düzey tüm hastalara) ekokardiyografi uygulandı. Bulgular: Hastalarımızın %31,6’sında ekokardiyografide patoloji saptandı. Bu hastaların 29’unda (%22) herhangi bir bulgu yoktu. Sonuç: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde düşük risk grubundaki bebeklerde herhangi bir fizik muayene bulgusu olmaksızın kardiak patoloji görülmesi sıktır. Bu nedenle ekokardiografik değerlendirme yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda önemli bir tanı aracı olarak gözükmektedir.
\r\n
Objective: In congenital heart disease diagnosis and follow-up, echocardiography is the most important and practical diagnostic tool. In general practice, if the baby is one of the high risk groups or the baby has one of suspicious pathological findings during routine examination, echocardiography is performed. We aimed to present results of echocardiography that performed to each patient without pre-assessment in our neonatal intensive care unit II and III level during six-month period. Methods: Admitted to the Neonatal Intensive Care Unit (NICU) in 132 of the 393 patients, II and III levels in all patients, echocardiography was performed. Results: Echocardiography revealed pathology in 31.6% cases. Twenty-nine patients (22%) did not have any symptoms. Conclusion: Cardiac pathologies without any sypmtom are common in NICU population even without any symptom and in low-risk group babies. Echocardiographic examination appears to be very important diagnostic tool in Neonatal Intensive Care Units in the diagnosis of congenital heart disease
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rh (+) Annelerden Doğan Rh (-) Yenidoğanlarda Ve Erışkinlerde Rh Duyarlaşmasının Araştırılması
Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul, Dursun Odabaş, Hasan Koç, Fatih Toksöz
Araştırma makalesi
Özeti
Rh (+) Annelerden Doğan Rh (-) Yenidoğanlarda Ve Erışkinlerde Rh Duyarlaşmasının Araştırılması
Rh SensItIzatIon In Rh (-) Newborns And Adults Who Were Born To Rh (+) Mothers
Bu çalışmada, Rh(+) anneden doğmuş Rh(-) yeni doğanlarda ve erişkinlerde Rh duyarlaşmasının olup olmadığı araştırılmış ve %8 bulunmuştur. Bu yeni-doğanlardan kız olanlara anti-D yapılmasının gerekli olup olmadığı tartışılmaktadır. Yapıldığı takdirde, bu anti-D nin Rh uyuşmaılığının sebeplerinden birini ortadan kaldıracağı tahmin edilmektedir.
In this study, it was investigated whether Rh sen-sitization occurred in Rh(-) newborns and aclults from Rh(+) mothers. Rh sensitization was found to be 8% of the cases. It has been discussed whether it was ne-cessary to administer anti-D to these newborn girls. It was estimated that if anti-D administered one of the causes of the Rh hemolytic disease might be abolished.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Doğanlarda 2-4 Parmak Oranının Araştırılması
Mehmet Ali Malas, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Doğanlarda 2-4 Parmak Oranının Araştırılması
An InvestIgatIon Of The RatIo Between Second And Fourth FIngers In Newborns
Yenidoğanlarda 2-4 parmak oranının araştırılması. Amaç: çalışmamızda miadında, düşük doğum ağırlıklı ve prematüre yenidoğanlar da el ölçümleri ve ikinci ile dördüncü parmak ölçümleri arasındaki ilişkülerin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Yaşları 29-37 gebelik haftası arasında değişen 60 prematüre yenidoğan (Erkek 30, Kız 30), 60 miadında yenidoğan (Erkek 30, Kız 30) ve 60 düşük doğum ağırlıklı yenidoğan (Erkek 30, Kız 30) olgu çalışmaya alındı. Bütün vakalarda el uzunluğu, el genişliği, 2. Parmak uzunluğu 4. Parmak uzunluğu, 4. Parmak uzunluğu, 2-4 parmak [(2. Parmak uzunluğu ÷ 4. Parmak uzunluğu) x 100] ve el indeksi [(el genişliği ÷ el uzunluğu) x 100] belirlendi. Bulgular: El ölçümlerinde miadında olan yenidoğanlar da daha büyük olmak üzere gruplar arasında istatistiksel bakımdan farklılıklar tespit edildi(p<0.05). Miadında yenidoğanlar da el genişliğinde ve 2 parmak uzunluğunda kızlarda daha uzun olmak üzere cinsler arasında farklılık belirlendi (p<0.05). Bütün gruplarda alınan parametreler arasında müspet yönde kolerasyon bulundu. Ayrıca kızların 2/4 parmak indeksi miadında yeni doğanlarda daha yüksek bulundu. Miadında yenidoğanlarda el ve parmak indeksi cinsler arasında farklıydı. Sonuç: Prematüre, miadında ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğanlarda el ve ikinci ile dördüncü parmak parametrelerinin daha fazla tanımlanması ile bireysel varyasyonlar hakkında daha fazla bilgi sunulmuş olacaktır. İkinci ile dördüncü parmak varyasyonları hakkındaki bilgiler iskelet ve endokrin sistem gelişimindeki patolojilerin veya anomalilerin teşhis edilmesinde yardımcı olabilir.
Purpose: In this study, we aimed to determine the measurements and the relation between measured parameters of hand, second and fourth finger in full term, newborn with low birth weight and premature newborns. Materials and method: We were studied 60 premature newborns (Male 30, Female 30) who were aged between 29 and 37 post menstrual week and 60 full term newborns (Male 30, Female 30) and 60 newborn with low birth weight (Male 30, Female 30). In all cases, hand length, hand width, second and fourth finger lengths, hand index [(hand width ÷ hand length) x 100] and second-fourth finger index [(2nd finger length ÷ 4th finger length) x 100] were measured. Results: The measurements of hand and finger were significantly different between groups in whom it was greater in full term newborns (p<0.05). There were differences in the hand width, second finger lengths in full term newborns between sexes (p<0.05). A significant positive correlation between the hand and finger dimensions was found in the all groups. Furthermore the second/fourth finger index of male was higher in full term newborns. Hand index and second-fourth finger index were differences between male and female in full term newborn. Conclusions: With more expressions of the parameter of hand and second-fourth finger at prematüre and full term newborns and newborn with low birth weight the possibility of more information about individual variations will be given. Knowledge about normal variations in hand and second-fourth finger dimensions can help in diagnosis of pathologies or anomaly of skeleton and endocrine development.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Sarılığı Nedeni İle Hastaneye Yatırılan
olgularda Tedavi Kılavuzlarına Uyumun Araştırılması
Özkan İlhan, Esra Arun Özer, Sümer Sütçüoğlu, Senem Alkan
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Sarılığı Nedeni İle Hastaneye Yatırılan
olgularda Tedavi Kılavuzlarına Uyumun Araştırılması
Assessment Of Adherence To The Treatment GuIdelIne In PatIents
hospItalIzed Due To Neonatal JaundIce
Yenidoğan sarılığı genellikle kendiliğinden düzelen, benign bir
klinik durumdur. Yenidoğan sarılığının tedavi sınırlarını belirleyen
uluslar arası kabul görmüş tedavi kılavuzları bulunmaktadır.
Araştırmamızda yenidoğan sarılığı nedeniyle hastaneye yatırılan
olgularda hiperbilirubinemi tedavi kılavuzlarına uyumun araştırılması
amaçlanmıştır. Hastanemiz Yenidoğan Kliniği’ne 1 Ocak 2009-31
Aralık 2010 tarihleri arasında yenidoğan sarılığı nedeniyle yatırılan
olguların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Tüm olguların
yatış sırasındaki sarılık durumu hiperbilirubinemi tedavi kılavuzuna
göre değerlendirildi. Ciddi hiperbilirubinemi için herhangi bir klinik
risk faktörü ya da ek sorunu olan, yatış sırasındaki serum bilirubin
düzeyi tedavi gerektiren sınırda veya üzerinde olan hastalar “Tedavi
Gerektiren Bebekler”, yatış sırasında serum bilirubin düzeyi tedavi
kılavuzunda belirlenen düzeyin altında ve ciddi hiperbilirubinemi
gelişimi açısından klinik risk faktörü olmayan olgular ise “Tedavi
Gerektirmeyen Bebekler” olarak tanımlandı. Çalışma süresince
yenidoğan sarılığı nedeniyle yatırılan, 267’si erkek (%51.5) toplam
518 olgunun ortalama gebelik yaşı 37.2±2.2 hafta olup, doğum ağırlığı
2988.3±617 gram idi. Yenidoğan sarılığı tedavisinde güncel tedavi
kılavuzuna uygun olarak yatışı yapılan hasta sayısı 391 (%75.4) idi.
Tedavi kılavuzuna göre tedavi gerektiren ve gerektirmeyen bebekler
karşılaştırıldığında gruplar arasında gebelik yaşı, doğum ağırlığı,
doğum şekli, çoğul gebelik ve akraba evliliği sıklığı açısından anlamlı
istatistiksel farklılık bulunmazken, tedavi gerektiren grupta erkek
bebek sıklığı istatistiksel olarak daha fazla idi (p=0.03). Sarılıklı
bebeklerin bilirubin ensefalopatisi gelişimini önlemek amacıyla uygun
şekilde takibinin yapılması, ancak gereksiz tetkik ve tedavilerden
kaçınılması gerektiği düşünüldü.
Neonatal jaundice is usually a self-limiting benign clinical
condition. International treatment guidelines to outline the borders
of treatment of neonatal jaundice exist. The aim of our study is to
evaluate the rationale of treatment guidelines for newborns admitted
to the hospital for jaundice. In this retrospective study, the records
of the cases admitted to the Newborn Intensive Care Unit between
January 1, 2009 and December 31, 2010 for neonatal jaundice
were reviewed. Status of jaundice on admission were evaluated on
the basis of hyperbilirubinemia treatment guideline. The newborns
who had any clinical risk factor or additional problem for severe
hyperbilirubinemia, and higher serum bilirubin level on admission
requiring treatment were designated as “Babies Need to Treatment”,
whereas the remaining as “Babies Need Not to Treatment”. Of overall
518 cases, 267 were boys (51.5%) and mean gestational age was
37.2±2.2 weeks, and birth weight 2988.3±617 gram. The number
of patients admitted in consistent with current treatment guideline
of neonatal jaundice was 391 (75.4%). The group of “Babies Need
to Treatment” showed significant relationship with the male gender
(p=0.03), whereas other parameters including gestational age,
birth weight, delivery type, multiple gestation and consanguineous
marriage were nonsignificant. We think that newborns with jaundice
should be on close follow-up in order to prevent development of
bilirubin encephalopathy, however unnecessary investigations and
treatment should be avoided as well.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi Sonuçları
Şebnem Yosunkaya, Faruk Özer, Oktay İmecik
Araştırma makalesi
Özeti
Konya İl Merkezi İlkokul Çağı Aşılı Ve Aşısız Çocuklarda Tüberkülin Deri Testi Sonuçları
TuberkulIn SkIn Test Results In Central PrImary School ChIldren WIth And WIthout Bcg VaccInatIon Of Konya
Konya il merkezinde 10 ilkokulda birinci ve beşinci sınıflar olmak üzere iki yaş grubunda BCG skarlarına bakarak bölgedeki aşılama çalışmalarının günümüzdeki durumu, 6-12 yaş çocuklarda tüberküloz enfeksiyonunun durumu ve BCG’nin PPD testine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada ilkokul birinci ve beşinci sınıflara devam etmekte olan 2652 öğrenciye (1374’ü birinci, 1188’i beşinci sınıf) tüberkülin deri testi yapıldı ve sonuçlar aşılama durumu göz önüne alınarak karşılaştırıldı. Çalışmaya alınan öğrencilerden 414’ünün (%16.2) hiç aşılanmadığı, aşılı öğrencilerden 2029 unun (%79.2) bir kez ve 119 unun (%4.6) iki kez aşılandığı saptandı. Ortalama tüberkülin endurasyonu aşısız öğrencilerde 1.186±2.188 mm, bir aşılı öğrencilerde 4.894±4.643 mm ve iki aşılılarda 10.890±4.037 mm olarak bulundu. Ayrıca aşısız414 kişinin 9 una (%2.2) karşılık, bir aşılı 2029 kişinin 438 i (%21.6), iki aşılım 119 kişinin 85 i (%70.5) 10 mm ve üzeri reaksiyon gösterdiği bulundu. Tüm öğrenciler dikkate alındığında enfeksiyon oranının %4.2 olduğu görüldü. Aşısızlarda YER (Yıllık Enfeksiyon Riski) 7 ve 11 yaş grubunda 0.41 ve 0.56 olarak hesaplandı. Sonuç olarak, çalışmamızda Konya bölgesinde yenidoğan dönemi aşılama çalışmalarının başarılı revaksinizasyonun yetersiz olduğu, ayrıca BCG uygulamasının tüberkülin reaksiyonunu arttırdığı ve bir aşılılarda tüberkülin pozitiflik sınırının 14≤ mm olduğu enfeksiyon oranının yaş arttıkça arttığı, cinsiyetle değişmediği görülmüştür.
In this study, we have planned to determine: The vaccination situation of the two age groups of children in the first and fifth classes of the primary schools of Konya province by looking at the BCG scars; the effects of BCG vaccination to tuberculin tests; the tuberculin reaction that can distinguish the natural infection in one time vaccinated children. We have also investigated the situation of tuberculosis infection in Konya province for contituting data for our region. We have included 2652 students of first and fifth classes of the primary school (1374 and 1188). 414 (16.2%) of the children had no BCG vaccinations. 2029 (%79.2) of the vaccinated 2148 children had only one and 119 (%4.6) children had two vaccinations. Mean tuberculin endurations were respectively 1,186±2,188 mm 4,489±4,643 mm and 10.890±4.037 mm in unvaccinated and in the children who had waccinated twice. Morower, 9(%2.2) of the unvaccinated 414 children, 438 (21.6) of one time vaccinated 2029 children and 85 (%70.5) of two times vaccinated 119 children had 10mm or larger endurtions. The infection rate was %4.2 in the whole group. In the group of unvaccinated children, the risk of yearly infections was 0.22 in the 7 year old children group and 0.31 in the 11 year old children group. As a result, we have determined that vaccinations in the newborn age group are succesfull but revaccinations are not enough. BCG vaccination is increasing the tuberculin reaction and pozitive tuberculin enduration is ≤14 mm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Nilgün Altuntaş, Mert Karaduman, Tolga Akbaş, Selçuk Kıvılcım, Murat Altay
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Femur Fracture AssocIated WIth Caesarean SectIon: A Rare
complIcatIon Of Breech PresentatIon
Makat prezantasyonunda sezaryen seksiyo ile doğum travma
oluşumu açısından daha güvenli olduğu için vajinal doğuma tercih
edilmektedir. Bu olguda makat prezentasyonunun nadir komplikasyonu
olarak sezaryen ilişkili femur kırığını sunmayı amaçladık. 36 haftalık
makat prezentasyonu nedeni ile sezaryen seksiyo ile doğan erkek
bebek doğum sonrası 3. gününde sağ bacakta şişlik gözlenerek
sellülit ön tanısı ile kliniğe yatırıldı. Yapılan incelemede sağ femur
kırığı tespit edildi ve sağ bacağı atele alınan bebeğin izlemde
sekelsiz olarak iyileştiği gözlendi. Makat geliş gibi zor vakalarda
sezaryen doğum travma riskini azaltmakta ancak tamamen ortadan
kaldırmamaktadır.
Caesarean delivery is preferred to vaginal delivery in the breech
presentation because it is safer. In this case report, we aimed to
present femur fractures associated with cesarean section as a
rare complication of breech presentation. A 2670g male infant was
delivered at 36 weeks by emergency cesarean section for breech
presentation. On the third day after the birth, he was admitted to
our hospital with a preliminary diagnosis of cellulitis because of
swelling in the right leg. The examination revealed a fracture of the
right femur. A simple immobilization of the limb in extension led to
a complete healing of the fracture without sequelae. Caesarean
delivery reduces the risk of traumatic injury of the newborn compared
to vaginal delivery, but does not eliminate this possible accidental
complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematüre Retinopatisinde Tarama Ve Tedavi
sonuçlarımız
Halit Müstakim, Günhal Şatırtav, Refik Oltulu, Hürkan Kerimoğlu, Ahmet Özkağnıcı, Hüseyin Altunhan
Araştırma makalesi
Özeti
Prematüre Retinopatisinde Tarama Ve Tedavi
sonuçlarımız
Results Of ScreenIng And Treatment For RetInopathy Of PrematurIty
Bu çalışmada, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp
Fakültesi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi ve Göz Hastalıkları
polikliniğinde takip ve tedavisi yapılan prematüre bebeklerde,
prematüre retinopatisi görülme sıklığını saptamak ve tedavi
sonuçlarının değerlendirmesi amaçlanmıştır. Ocak 2012 – Haziran
2014 tarihleri arasında takip edilen prematüre bebeklerin muayene
bulguları incelendi, doğum haftası ve doğum ağırlıklarına göre
gruplandırıldı. Bebeklerde prematüre retinopatisi gelişme oranı,
evrelere göre dağılımı ve tedavi durumları değerlendirildi. Çalışma
kapsamında 304 prematüre bebek değerlendirildi. Ortalama
gestasyonel yaş 31.1±2.3 (24-36) hafta, ortalama doğum ağırlığı ise
1587.58 ± 454.49 (490-3300) gram olarak saptandı. Bebeklerin 75
tanesinde (%24.7) prematüre retinopatisi izlendi. Hastalık en sık Zon
2’de (45 bebek) görülürken, en az Zon 1’de (1 bebek) görüldü. En
sık Evre 1 (43 bebek) hastalık görülürken, en az evre 3 (3 bebek)
görüldü. Evre 4 ve evre 5 olan hasta izlenmedi. Yalnızca 1 bebekte
agresif posterior prematüre retinopatisi tespit edildi. Prematüre
retinopatisi saptanan bebeklerin 45 tanesinde (%60) Plus hastalık
varlığı saptandı. Prematüre retinopatisi saptanan bebeklerin 22
tanesine (%29.3) argon lazer fotokoagülasyon tedavisi uygulandı.
Tedavi uygulanan tüm hastalarda başarı elde edildi. Gestasyonel
yaşı küçük ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde görülen prematüre
retinopatisi görme kaybına sebep olabilen ciddi bir sağlık sorunudur.
Bu hastaların takibi özenle yapılmalı ve gerekli görüldüğü durumlarda
Argon lazer fotokoagulasyon tedavisi uygulanmalıdır.
Objective of this study was to determine the incidence and
treatment results of retinopathy of prematurity among premature
infants followed in Neonatal Intensive Care Unit and Ophthalmology
Clinic, Meram Faculty of Medicine, Necmettin Erbakan University.
Premature infants followed between January 2012 and June 2014
were included in the study. Infants were grouped according to birth
weight and gestational age. Retinopathy of prematurity incidence,
stage and percentage of infants who were treated with Argon laser
were evaluated. Also, the treatment results and complications
of treatment were determined. The mean gestational age and the
mean birth weight of the 304 premature infants included in our
study were 31.1 ± 2.3 (24-36) weeks and 1587.58 ± 454.49 (490-
3300) gr, respectively. Retinopathy of prematurity was detected in
24.7% (75/304) of the followed infants. Retinopathy of prematurity
was recognized at the zone 2 (45 infants) most frequently, while
at the zone 1 (1 infant) was least frequently. Stage 1 (43 infants)
disease was occurred most frequently, however stage 3 (3 infants)
was observed least frequently. There was no premature infants in
stage 4 and stage 5. Aggressive posterior retinopathy of prematurity
was diagnosed in only one premature infant. A total of 45 (%60)
premature infants having retinopathy of prematurity had also plus
disease. Argon laser treatment was applied to 22 (%29.3) premature
infants with favorable results in all of them. As an important disease
retinopathy of prematurity composes a great risk of blindness for
infants with small gestational age and low birth weight. Argon laser
treatment of eyes with retinopathy of prematurity seems to be an
effective and safe alternative.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
Metin Gündüz, İlhan Çiftci
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
BIlateral PerIneal EctopIc Testes In A Newborn
Ektopik testisler, inguinal kanalın skrotuma yakın yerinde, penis
kökünde, perinede, karın ön duvarında veya orta hatta yerleşebilir.
Testis gelişimi ve inmesi endokrin, parakrin, büyüme ve gelişmenin
yanında mekanik faktörlerinde etkili olduğu karmaşık bir yapıya
bağlıdır. Biz çift taraflı ektopik perineal olguyu sunduk. Olgu 6
aylıkken opere edildi, 6 ay normal boyut ve yerleşimli olarak takip
edildi. Bu raporda cerrahi olarak tedavi edilen çok az rastlanan çift
taraflı perineal testisli yenidoğan olgu sunulmuştur.
Ectopic testes are found in the superficial inguinal scrotum,
base of penis, perineum, abdominal wall, or medial thigh. Testiculer
development and descending depend on a complex interaction among
endocrine, paracrine, growth and mechanical factors. We describe
a patient with an ectopic testis located on the bilateral perineally
testes. We performed operation at 6 months of age. On follow-up for
6 months, both testes were a normal size consistency, and location.
In this report we present an extremely rare congenital anomally
of bilateral perineally ectopic testes in a newborn and its surgical
management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Melih Yıldız, Mehmet Şah İpek, Fesih Aktar, Banu Mutlu Özyurt, Reha Sermed Aygören
Olgu sunumu
Özeti
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Late DIagnosed CongenItal DIaphragmatIc HernIa
Konjenital diyafragma hernisi (KDH) tanısı sıklıkla rutin gebelik
bakımı sırasında prenatal ultrasonla konulur. Doğumdan sonra,
KDH olan bir bebeğin solunum semptomlarının şiddeti pulmoner
hipoplazinin derecesine bağlıdır. Etkilenen bebeklerin çoğunda
doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde solunum sıkıntısı gelişir.
Bununla birlikte, bazı bebekler defektin şiddetine bağlı olarak daha
geç bulgu verir. Defektler daha yaygın olarak sol taraftadır ve sağ
yerleşimli olanlarda sol yerleşimli olanlara göre prognozun daha
kötü olduğu rapor edilmiştir. Biz burada, yaşamın ikinci haftasında
solunum sıkıntısı gelişen ve karaciğer sağ lobu, barsak ve böbreği
içine kapsayan sağ yerleşimli diyafragma hernisi tanısı alan bir
yenidoğan bebek vakasını rapor ettik.
The diagnosis of a congenital diaphragmatic hernia (CDH) is
often made on a prenatal ultrasound examination at routine obstetric
care. After birth, the spectrum of respiratory symptoms in an infant
with a CDH is determined by the degree of pulmonary hypoplasia.
The most affected infants develop respiratory distress within the
first 24 hours of life. However, some of the infants with this defect
present later, depending to the severity of the defect. Defects are
more common on the left side, and it has been reported that patients
with right-sided defects have a worse prognosis than those with leftsided
defects. Here, we reported a case of a newborn infant with
respiratory distress developed on the second weeks of life, and which
diagnosed with right-sided diaphragmatic hernia containing part of
the right lobe of the liver, bowel and the kidney.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematür Apnesi Nedeniyle Kafein Tedavisi Uygulanan Yenidoğanda Gözlenen Supraventriküler Taşikardi
Murat Konak, Ali Annagür, Fatih Şap, Hüseyin Altunhan, Nuriye Tarakçı, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Prematür Apnesi Nedeniyle Kafein Tedavisi Uygulanan Yenidoğanda Gözlenen Supraventriküler Taşikardi
SupraventrIcular TachycardIa Developed In A Newborn ReceIvIng
caffeIne Therapy Due To Premature Apnea
Apne yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde çok sık karşılaşılan
bir sorundur. Özellikle prematürelerde birçok ciddi hastalığın bulgusu
olabileceği gibi solunum sisteminin immatür kontrolüne bağlı olarak
da gözlenebilir. Hastada santral apne düşünüldüğünde santral sinir
sistemi stimülanları uygulanır, ancak buna yanıt alınamazsa mekanik
ventilatör desteği verilir. Bu makalede santral apne nedeniyle kafein
tedavisi verilen ancak tedavi komplikasyonu olarak supraventriküler
taşikardi gelişen bir prematür olgusu sunulmuş ve bu stimülan
ilaçların dikkatli kullanılması vurgulanmıştır.
Apnea is a frequently observed condition in newborn intensive
care units. Especially in premature cases, it may be a sign of a
serious disease or may be observed due to immature control of
respiratory system. When central apnea is thought in the patient,
central nervous stimulants are given, however if no response is seen
mechanical ventilation support is applied. In this article, a premature
case which received caffeine therapy due to central apnea however
developed supraventricular tachycardia as treatment complication
was reported and careful use of these stimulants was emphasized.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Hüseyin Tokgöz, Sabahattin Ertuğrul, Ümran Çalışkan, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
CongenItal LeukemIa In Two Newborns WIth Down Syndrome
Konjenital lösemi, doğumda veya yaşamın ilk 4 haftasında ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Konjenital löseminin görülme sıklığı 4,7 milyon canlı doğumda 1’dir. Konjenital lösemilerin büyük çoğunluğu akut myeloblastik lösemidir. Genellikle lökositoz, peteşi, ekimoz, kutanöz nodüller, hepatosplenomegali ve santral sinir sistemi tutulumu şeklinde bulgular vermektedir. Bu yazımızda down sendromu olan, sepsis kliniği ile gelen ve yenidoğan döneminde konjenital lösemi tanısı konulan iki olgu sunulmuştur. Bu hastaların erken dönemde tanınması ve sepsis gibi ikincil klinik tablolarının ortaya çıkmadan tedavi şansının yakalanması hayat kurtarıcı rol oynamaktadır
Congenital Leukemia is rare disease seen at birth or in the first 4 weeks of life . The incidence of Congenital Leukemia is 1 over 4.7 million live births. Most of the cases are myeloblastic leukemia. Usually symptoms like leukocytosis, petechia, echymosis, cutaneous nodules, hepatosplenomegaly and central nervous system involvement are seen. Two newborns with Down syndrome which were septic at application and diagnosed as congenital leukemia are presented in this article. The early recognition of such cases and finding opportunity to treat before the appearance of secondary complications such as sepsis play an essential role for saving life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
Selvi Gülaşı, Ümit Çelik
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
The Use Of AntIfungal Drugs Used In Newborn
İnvaziv candidiyazis, çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde nozokomiyal sepsislerin yaklaşık
%10’undan sorumlu olup ciddi morbidite ve mortalite nedenidir. Son yıllarda Candida türleri
için kullanılan antifungal ilaçlarla ilgili bilgiler artış olmakla birlikte etkinlik ve güvenilirlik
ile ilgili çalışmalar ve sonuçlar hala yetersizdir. Çalışmaların çoğu farmakokinetik ve
farmakodinamik değerlendirmelere odaklanmıştır. Neonatal candidiyazisin yenidoğandaki
farklı patofizyolojisi nedeniyle etkinlik erişkin çalışmalarından yapılacak çıkarımlarla
değerlendirilemez. Şu ana kadar amfoterisin B deoksikolat, flukonazol ve mikafungin
yenidoğan invaziv candidiyazis tedavisi için önerilen ilaçlar olarak görünmektedir. Burada
tıbbi literatür taranarak yenidoğanda antifungal ilaçların kullanımı ile ilgili son bilgiler
derlenmiştir.
Invasive candidiasis is responsible for about 10% of nosocomial sepsis and it continues to be
significant cause of serious morbidity and mortality in very low birth weight infants. Alhough
the informations about the antifungal drugs which used for Candida species are increasing,
studies and conclusions about the efficacy and safety are still insufficient. Most of the studies
have focused on the pharmacokinetic and pharmacodynamic evaluations and obtained from
adult patients. However, efectiveness of the therapy can not be same in newborns due to
the different pathophysiology of neonatal candidiasis in newborn, the inferences can not
be considered from adult studies. Until now, amphotericin B deoxycholate, fluconazole and
micafungin seems to be effectivev therapy for the treatment of neonatal invasive candidiasis.
Herein, the medical literature has been scanned and compiled with the latest information
about the use of antifungal agents in newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dilate Kardiyomyopatili Asemptomatik Bir Yenidoğanda
pulmoner Arterden Ayrılan Sol Koroner Arter (alcapa)
sendromu
Hayrullah Alp, Tamer Baysal, Abdullah Alpınar, Sevim Karaarslan
Olgu sunumu
Özeti
Dilate Kardiyomyopatili Asemptomatik Bir Yenidoğanda
pulmoner Arterden Ayrılan Sol Koroner Arter (alcapa)
sendromu
Alcapa Syndrome In An AsymptomatIc Newborn WIth DIlated
cardIomyopathy
Pulmoner arterden ayrılan sol koroner arter (ALCAPA, anomalous
left coronary artery from pulmonary artery) sendromu, nadir görülen
bir doğumsal kalp hastalığı olup sol koroner arterin pulmoner
arterden anormal çıkışına verilen isimdir. Hastalar genellikle
yenidoğan döneminde, doğumdan sonra pulmoner arter basıncı
kritik düzeye düşene kadar asemptomatiktir. Ancak, daha sonraki
dönemlerde sol ventrikül yetmezliği ve infarktüs gelişmektedir.
Kliniğimize dış merkezde üfürüm duyulması nedeniyle sevk edilen
asemptomatik bir yenidoğan vaka sunulmuştur. Ekokardiyografide
dilate kardiyomiyopati tanısı konulan ve sol pulmoner arterin anormal
olarak pulmoner arterden ayrıldığı görülen hastaya yapılan kalp
kataterizasyonu ile ALCAPA sendromu tanısı kesinleştirilmiştir.
Anomalous left coronary artery from pulmonary artery (ALCAPA)
is a rare congenital heart disease in which left coronary artery leaves
from the pulmonary artery. Patients are usually asymptomatic in
neonatal period during the pulmonary artery pressure decreases up
to a critical level. However, afterwards left ventricular failure and
infarction were present. An asymptomatic newborn patient who was
referred our clinic due to cardiac murmur was presented. Dilated
cardiomyopathy and anomalous left coronary artery from pulmonary
artery were diagnosed with echocardiography and during the cardiac
catheterization ALCAPA syndrome was confirmed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
Şaduman Dinçer, Müslim Yurtçu, Engin Günel
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
PaIn In Newborns And NonpharmacologIc Treatment Procedures
Yenidoğan ünitelerinde çalışan hekim ve hemşireleri, yenidoğanlarda ağrı, ağrının yenidoğan gelişimine etkisi ve etkin ağrı yönetiminde, nonfarmakolojik yöntemlerin kullanımı konusunda bilgilendirmektir. Yenidoğan ve yenidoğan cerrahisinde bebekler, yoğun bakım ünitesinde, tanı ve tedavi amacıyla başlayan preoperatif invaziv girişimler, cerrahi travma ve postoperatif invaziv girişimler nedeniyle, sayısız ağrılı uyarana maruz kalırlar. Bebekler yaşadıkları ağrı sonucunda fizyolojik, psikolojik ve metabolik sorunlar yaşamaktadır. Etkin ağrı yönetiminde farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemler birbirini tamamlayıcı olarak ele alınmaktadır. Yapılan araştırmalar, nonfarmakolojik yöntemlerin invaziv girişimlere bağlı ağrıda tek başına etkili olabildiğini farmakolojik yöntemlerle birlikte kullanıldığında ise, ilaçların etkinliğini arttırdığını göstermektedir.
To inform the doctors and nurses working in intensive care units about the pain in newborns, its effects on neonatal development, and the use of nonpharmacological methods for effective pain management. Newborns are challenged by several painful stimuli because of diagnostic and therapeutic preoperative invasive procedures, surgical trauma, and postoperative invasive procedures in the neonatal intensive care units. These babies face physiologic, psychological, and metabolic consequences because of pain. Pharmacologic and nonpharmacological methods are regarded as complementary in effective pain management. Studies showed that nonpharmacologic methods themselves are not only effective in management of pain resulting from invasive procedures but they also increase the effectiveness of medical therapy when used in combination.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Lober Amfizem
Nuriye Tarakçı, Murat Konak, Tamer Altınok, Sevgi Pekcan, Kemal Ödev, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Konjenital Lober Amfizem
CongenItal Lobar Emphysema
Konjenital lober amfizem (KLA) yenidoğan döneminde ortaya çıkan
akciğerin nadir gelişimsel anomalisidir. Onüç günlük kız bebek primer
pulmoner hipoplazi nedeniyle ünitemize kabul edildi. Şiddetli dispne
ve siyanozu olan hastanın göğüs grafisinde ve toraks tomografisinde
KLA ve pulmoner hipoplazi saptandı. Operasyon planlanan hastada
pulmoner hipoplazi varlığı prognozu ağırlaştıracağından MR
anjiografi çekildi ve pulmoner damarlanmanın normal olması üzerine
opere edildi. Biz bu olgumuz ile KLA’e eşlik edebilecek ek patolojilerin
(pulmoner hipoplazi gibi) ileri görüntüleme yöntemlerinin kullanılması
ile saptanmasının ameliyat sonrası prognozu etkileyebileceğini
vurgulamak istedik.
Congenital lobar emphysema (CLE) is a rare anomaly of lung
development that presents in the neonatal period. A 13-day-old
girl baby was admitted to our unit because of primary pulmonary
hypoplasia. She had presented with severe dyspnea and cyanosis,
where chest radiograph and chest computed tomography showed
CLE and pulmonary hypoplasia. Pulmonary hypoplasia may worsen
prognosis of patient. There fore, we performed a pulmonary magnetic
resonance angiography in our patient. Pulmonary vasculature was
normal on magnetic resonance angiography. After ward, our patient
was operated. In here we would like to highlight that the use of
advanced imaging techniques can identify additional pathologies
which may affect prognosis after surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Doğan Döneminde Tanı Alan 3 Osteogenezis İmperfecta Olgusu
Hasan Koç, Pakize Demirezici, İsmail Reisli, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Doğan Döneminde Tanı Alan 3 Osteogenezis İmperfecta Olgusu
Three Cases Of OsteogenesIs Imperfecta DIagnosed At Nevvborn PerIod
Osteogenesis İmperfecta kemik frajilitesinin arttığı ve sıklıkla kemik kırıklarıyla karakterize kalıtsal bir bağ dokusu hastalığıdır. En belirgin semptomları sıklıkla doğum öncesinde de tanımlanabilen patolojik kemik kırıklarıdır. Mavi sklera ve sağırlık görülebilir. Doğumda üst ve alt ekstremitelerde kısalık ve eğrilik (yaylanma) gözlenen, ikisinde akut solunum sıkıntısı olan üç vaka sunuldu. Bütün vakalarda radyografik incelemelerde; femurlarda gevreklik, tibia ve femurda belirgin açılanma, uzun kemiklerde kırıklar ve bir vakada kafa kemiklerinde, kemikleşme azlığı tespit edildi. Bu bulgularla osteogenesis imperfecta tanısı alan vakalar seyrek görülmeleri nedeniyle literatür bil gileri ışığında sunuldu.
Osteogenesis imperfecta which is a heritable connective tissue disorder characterized by increased bone fragility and frequent bone fractures. The Cardinal symptom pathologic fracture which is often recognized before birth: blue sclera and deafness may be present. İn this paper, three nevvborn were reported. They had shortening and bovving of upper and lovver limbs, and two of them suffered from acute RDS. İn ali cases, radyograms shovved characteristic crumbling of femur, marked angulation of tibia and femur, fractures of the long bones and in one case, poor ossification of the bone of the skull. These cases diagnosed with osteogenesis imperfecta are dis- cussed because of their rare presentation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematüre Ve Miadında Yenidoğanlarda Anterior Fontanel İle Kranyal Morfoloji Arasındaki İlişki
Mehmet Ali Malas, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Prematüre Ve Miadında Yenidoğanlarda Anterior Fontanel İle Kranyal Morfoloji Arasındaki İlişki
DetermInatIon Of AnterIor Fontanel And CranIum Morphology Of Prematüre And Full Term Nevvborns AccordIng To Age And Sex, And InvestIgatIon Of The RelatIon Betvveen Them
Çalışmamızda prematüre ve miadında yenidoğanlarda anterior fontanel boyutlarının belirlenmesi ve fontanel boyutları ile kranyal morfoloji arasındaki ilişkilerin belirlenmesi amaçlandı. Yaşları 34-37 gebelik haftası yaşı arasında değişen 60 prematüre (30 erkek, 30 kız) ile yaşları 39-41 gebelik haftası yaşı arasında değişen 60 miadında yenidoğan (30 erkek, 30 kız) olgu üzerinde çalışıldı. Çalışmada bütün vakalarda baş çevresi, kafa uzunluğu ve kafa genişliği ölçüldü. Anterior fontanel köşe noktalarından fontanelin transvers genişliği ve sagittal uzunluğu ölçüldü. Daha sonra fontanel çap ortalaması ve fontanel alanı hesaplandı. Kranyal parametrelerin ölçümlerinde prematüre ve miadında yenidoğanlar arasında miadında doğanlarda prematürelerden daha büyük olmak üzere istatistiki açıdan anlamlı farklılık tespit edildi (p<0.001). Fontanel parametrelerinde ise prematüre ve miadında yenidoğanlar arasında farklılık bulunamadı. Yenidoğanlarda cinsler arasında doğum ağırlığı, boy, baş çevresi ve kafa uzunluğunda erkeklerde daha büyük olmak üzere farklılık vardı (p<0.05). Prematüre yenidoğanlarda cinsler arasında anterior fontanel sagittal uzunluğu, ortalama uzunluğu ve alanında erkeklerde daha büyük olmak üzere farklılık tespit edildi (p<0.05). Prematüre erkek yenidoğanlarda gestasyonel yaş ile fontanel transvers genişliği ve sagittal uzunluğu parametreleri arasında anlamlı ilişki olduğu belirlendi (sırasıyla: r:0.27, r:0.43). Prematüre yenidoğan her iki cinstede kranyum ölçümleri ile anterior fontanel boyutları arasında anlamlı derecede pozitif korelasyon bulundu (r: 0.67- 0.31). Çalışmamızdaki prematüre ve miadında yenidoğanlardaki ortalama anterior fontanel boyutlarının her iki cinste de yapılan diğer çalışmalardan yüksek olduğu tespit edildi. Anterior fontanel boyutlarının normal varyasyonları hakkındaki bilgiler kranyal iskelet gelişiminin patolojilerinin teşhis edilmesinde yardımcı olabilir.
İn this study, vve aimed to determine the measurements of anterior fontanel and the relation betvveen cranial morphology and anterior fontanel in prematüre and full term newborns. IVe vvere studied 60 prematüre infants (Male 30, Female 30) who vvere aged betvveen 34 and 37 post menstrual vveek, and 60 full term infants (Male 30, Female 30). İn ali cases, head circumference, head length, and head vvidth vvere measured. From the corner points of anterior fontanel, transverse vvidth and sagittal length of anterior fontanel vvere measured. Average of diameter of anterior fontanel and anterior fontanel area vvere calculated in the ali cases. The measurements of cranial parameters vvere statistically significantly different betvveen prematüre and full term infants in vvhom it vvas greater than prematüre infants (p<0.001). There vvas no difterence in anterior fontanel parameters betvveen prematüre and term infants. There vvere statistically significant differences in birth vveight, length, head circumference and head length betvveen sexes in nevvborns, that it vvas larger in males than females (p<0.05). There vvere differences in sagittal length of anterior fontanel, average of diameter of anterior fontanel and anterior fontanel area betvveen sexes in prematüre infants, that it vvas larger in males than females (p<0.05). A significant positive correlation betvveen the gestational age and anterior fontanel dimensions (fontanel transverse vvidth and fontanel sagittal length) vvas found in prematüre male infants (respectively; r:0.27, r:0.43). Betvveen the measurements of cranium and anterior fontanel dimensions, significant positive correlation vvas found both of sex in prematüre infants (r: 0.67- 0.31). The average of anterior fontanel dimensions of prematüre and term nevvborn infants vvere found higher than those found in previous studies for both sexes. Knovvledge about normal variations in anterior fontanel dimensions can help in diagnosis of pathologies of cranial skeleton development.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Direkt Coombs Test Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
Zehra Karataş, Mehmet Arif Akşit, Neslihan Tekin
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğanlarda Direkt Coombs Test Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon WIth PosItIve DIrect Coomb’s Test In Newborn
Son yıllarda kan grubu uyuşmazlığı olmayan yenidoğanlarda pozitif direkt Coombs (DC) test sıklığındaki artış dikkati çekmektedir. Bu artışa neden olan faktörleri değerlendirmek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan ünitesinde Haziran 2004-Kasım 2006 yılları arasında takip edilen 2362 bebekten DC test pozitifliği saptanan 97 vakanın dosyası retrospektif olarak incelendi. DC test pozitiflik prevalansı %4.1 olarak bulundu. Olguların 26’sı prematüre idi. 41 hastada hemoliz vardı. 22 hastada başlangıçta negatif olan DC testi sonradan pozitifleşti. Prematürelerin %34.6’sında, matür bebeklerin ise %14’ünde DC pozitifliği sonradan saptandı. Kan grup uyuşmazlığı olmayan 35 hastada, intrauterin ve postpartum sistemik inflamatuar yanıt sendromu (SIRS) ve/veya enfeksiyon, çeşitli antenatal riskler, intravenöz immünglobulin (IVIG) tedavisi ve antibiyotik kullanımı tespit edildi. Yenidoğanlarda DC test pozitifliğine, kan grubu uyuşmazlığından sonra en sık SIRS ve/ veya enfeksiyon, kan ve kan ürünlerinin transfüzyonu, intravenöz IVIG tedavisi, daha nadir olarak ta çeşitli nedenlerle ortaya çıkan antikorlar neden oluyor gibi gözükmektedir.
In recent years, increase in the frequency of positive direct Coomb’s (DC) test in newborns without blood incompatibilitiy is remarkable. The objective of the present study is to determine the associated factors that causing this increase. Ninety-seven patients with positive DC test from 2362 newborns who were hospitalized in Neonatology Unit of Eskisehir Osmangazi University Faculty of Medicine between June 2004-November 2006 have reviewed retrospectively. The prevalance of positive DC test was 4.1%. Twenty-six patients were premature. Hemolysis was determined in 41 patients. In 22 patients DC test was negative initially, but became positive in time. The DC test were became positive during the time, in 34.6% of premature and 14% of term newborns respectively. In 35 patients without blood incompatibility; intrauterine and postpartum systemic inflammatory response syndrome (SIRS) and/or infection, various antenatal risks, intravenous immunoglobulin (IVIG) therapy and antibiotic use were determined. In the newborns with positive DC test, the most common etiologic factors after blood group incompatibility are SIRS and/or infection, transfusion of blood and blood products, IVIG therapy and more rarely the resulting antibodies from various reasons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipernatremik Dehidratasyon İle İlişkili Konjenital Pilor
atrezi
Nuriye Tarakçı, Murat Konak, Hüseyin Altunhan, Müslim Yurtçu, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Hipernatremik Dehidratasyon İle İlişkili Konjenital Pilor
atrezi
HypernatremIc DehydratIon AssocIated WIth PylorIc AtresIa
Konjenital pilor atrezisi (KPA) oldukça nadir bir durumdur.
İzole olabileceği gibi eşlik eden anomaliler de bulunabilir. İzole
vakalarda prognoz iyi olup eşlik eden patolojiye bağlı olarak fatal
de olabilmektedir. Etyolojisi bilinmemektedir. Ailesel vakaların
literatürde bildirilmesi hastalığın genetik geçişli olabileceğini de
düşündürmüştür. Bu olguda intrauterin tanısı olmayan hipernatremik
dehidratasyon kliniği ile geç tanı almış bir KPA vakası nadir görülmesi
nedeni ile sunulmuştur.
Congenital pyloric atresia (CPA) is an extremely rare condition.
It may be isolated or accompanied by other abnormalities. In isolated
cases, prognosis is good but congenital pyloric atresia can be fatal
depending on another anomali. The etiology is still unknown. Since
familial cases were reported in literature, it is suggested that this
disease might be inherited. In here, we reported a delayed diagnosed
congenital pyloric atresia case that presented with hypernatremic
dehydration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Doğum Ağırlıklı Yenidoğanların Ayak Ölçümleri
Mehmet Ali Malas, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Düşük Doğum Ağırlıklı Yenidoğanların Ayak Ölçümleri
Foot Measurument Values Of Low BIrth VveIght Nevvborns.
Çalışmamızda düşük doğum ağırlıklı yenidoğan olgularda ayak morfolojine ait morfometrik değerlerin araştırılması amaçlandı. Bu çalışmada 60 (erkek:30, kız:30) düşük doğum ağırlıklı yenidoğan ile 60 (erkek:30, kız:30) normal ağırlıklı doğan olguda çalışıldı. Olguların ayak yapısında bimalleolar genişlik, topuk genişliği, ayak uzunluğu ve ayak genişliği değerlendirildi. Olgularda topuk genişliği hariç diğer ölçümler ile yenidoğan ağırlığı arasında is tatistiki açıdan anlamlı ilişki olduğu tespit edildi (p<0.001). Düşük doğum ağırlıklı olgularda cinsiyetler arasında ayak uzunluğu topuk genişliği istatiksel olarak erkeklerde daha fazla idi (p<0.05). Her iki grupta, doğum ağırlığı ile topuk genişliği dışındaki ayak ölçümleri arasında korelasyon vardı (p<0.001). Bu bulguların düşük doğum ağırlıklı yenidoğan olguların değerlendirilmesinde faydalı olacağı kanaatindeyiz. Yeni doğan döneminde ayak ölçümlerinin bilinmesi düşük doğum ağırlığının belirlenmesinde faydalı olabilir.
The aim of this study was to examine vvhether low birth weight has a relation with the physical values of foot size among nevvborns. This study was performed on 60 lovv birth vveight nevvborn infants (30 males and 30 females) and 60 normal healty nevvborns (30 males and 30 females). Bimalleolus vvidth, heel vvidth, food length and food vvidth measurements vvere evaluated. The values of ali parameters excluding heel vvidth shovved statistically sig- nificant relationship with the vveight of nevvborns (p<0.001). There is statistically significant differences foot length and heel vvidth betvveen sexes in low birth vveight of nevvborns, that it was larger from females (p<0.05). Similarly there was also statistically significant differences betvveen sexes of birth groups (p<0.001). Excluding heel vvidth a significant correlation exists betvveen birth vveight and foot measurement parameters of both groups (p<0.001). İt is concluded that measured values of foot parameters are good predictor of lovv birth vveight of nevvborns.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
Selmin Karataylı Özgürsoy, Ulaş Onay, Emine Polat, Tülay Tos
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
FacIal Asymmetry And CongenItal AnomalIes In Newborn CousIns
Yeni doğan bebeklerde fasiyal asimetri her zaman fasiyal paralizi
olduğu anlamına gelmez. Konjenital fasiyal asimetri, doğumsal
travmatik fasiyal paraliziye bağlı olabileceği gibi, “konjenital
asimetrik ağlayan yüz” olarak adlandırılan depresor anguli oris
kasının aplazisi (DAOA) nedeniyle de olabilmektedir. İzole kas
aplazilerine, iskelet, kardiyovaskuler, ürogenital, solunum ve santral
sinir sistemi anomalileri eşlik edebilir. Burada sunulan DAOA’li
hastanın kuzeninde iki elde 8 parmak aplazisi, kalça çıkığı, bilateral
ayak parmaklarında parsiyel kutanöz sindaktili ve ASD mevcuttur.
DAOA, kulak burun boğaz ve pediatri doktorları tarafından bilinmesi
gereken, etiyolojisi netleşmemiş, karşılaşıldığı vakit ek tarama tetkiki
gerektiren, konjenital bir anomalidir.
Facial asymmetry in new-born babies is not always due to facial
paralysis. Congenital facial asymmetry, might as well as be due to
depressor anguli oris muscle aplasia (DAOA), so called “congenital
asymmetric crying facies”. Additional congenital anomalies like
skeletal, cardiovascular, urogenital, respiratory or central nerve
system anomalies can also accompany this disorder. Here, we
present a case with DAOA whose cousin had aplasia of 8 fingers in
two hands, hip dislocation, partial cutaneous syndactyly in bilateral
feet fingers, and ASD. DAOA is a rare congenital anomaly with
unknown etiology; therefore, screening tests should be done when
encountered by otolaryngologists and pediatricians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane Enfeksiyonları
Hasan Koç, Hızır Yılmaz, İsmail Reisli, Mustafa Altındiş, Hüseyin Altunhan, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Görülen Hastane Enfeksiyonları
NosocomIal InfectIons At Newborn IntensIve Çare UnIt
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları yenidoğan ünitesine 1992-1996 yılları arasında yatırılan 4468 çocuk hastanın 236’sında(% 5.2) hastane enfeksiyonu saptandı. Bu enfeksiyonların 169’u (%71.6) prematüre bebeklerde, 67’si (%28.4) ise matür bebeklerde gelişmiştir. Matür bebeklerde enfeksiyon gelişme oranı % 2.2 iken, prematürelerde % 11.5 idi. Hastane enfeksiyonlarından sepsis (% 73.1) en sık görülürken, menenjit %19.3, pnomoni %3.4 ve diğer enfeksiyonlar %4.2 oranında tesbit edildi. Değişik vücut sıvılarından alınan kültürlerden 32’sinde bakteri üretilebildi (%13.5). Etkenler arasında Klebsiella spp. 9(%28.1), Escherichia coli (E.coli) 8(%25.0) olarak saptandı. Hastane enfeksiyonlarından ölüm oranı pnömonide %87.5, sepsisde %61.5, menenjitte %8.7 ve diğerlerinde %40.0 bulundu. Genel olarak hastane enfeksiyonlarının %51.6’sı ölüm ile sonuçlandı.
236 (5.2%)nosocomial infections were detected in 4468 patients hospitalised in our newborn unit in Medical Fa- culty, Selçuk University between 1992 and 1996. 169 (71.6 %) of the infections detected were in prematüre ba- bies while 67 (28.4%) of them in mature babies and that numbers corresponded 11.5 percent and 2.2 res- pectively. The most common infection was sepsis (73.1%) and others such as menengitis (19.3%), pneumonia (3.4%) and others (4.2%) followed it. At least one microorganism growed in 32 (13.5%)specimens obtained from various body fluids. 9 (28.1%) of the miroorganisms were Klebsiella spp. and 8 (25.0%) of were E.coli Mortality rates of the infections were 87.5% for pneumonia, 61.5% for sepsis, 8.7% for menengitis and 60.0% for others, which corresponded an average mortality rate of 51.6 %.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryen Girişimlerinde Genel Ve Spinal Anestezinin Anne Ve Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi
Canan Balcı, Dilek Toprak, R. Gül Sıvacı, Simay Serin
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryen Girişimlerinde Genel Ve Spinal Anestezinin Anne Ve Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The Effects Of General And SpInal AnesthesIa On The Mother And Newborn In SelectIve Cesarean OperatIons
Our study was performed to compare the effects of general and spinal anesthesia on the hemodynamic values of the mother, APGAR and umbilical vein blood gases of the newborns. 128 term, pregnant volunteer womwn who were planned for cesarean section and in group ASA I-II were included in the study. The subjects randomly devided into two groups. In group I (n=60), induction was performed with iv. propofol per 2 mg kg-1 and the maintenance dose was provided with the mixture of 1% sevofluran, 50% air and 50% O2 . In group II (n=68), spinal anestesia was performed in left lateral position, by injecting 7.5 mg (1.5 ml) hyperbaric bupivacain intrathecally, through L3-L4 intervertebral space, with 24 gauce spinal needle. Spinal anesthesia elevated to T6-7 level. Both groups preloaded with 10 mL/kg-1h-1 % 0.9 NaCL solution. Systolic and diastolic blood pressures, meanterial pressures, pulse rates and peripheric oxygen saturations reported in all subjects of group I, before the induction and in 1., 2., 3., 4., 5., 10., 15. and 30. Minutes after endotracheal entubation. In spinal anesthesia group it is reported in 1., 2., 3., 4., 5., 10., 15. and 30. Minutes after the anesthesia. When we compared the pulse rates and mean arterial pressures of both groups, these values were low in spinal anesthesia group which were found to be statistically significant (p<0.05). The arterial blood gases (pCO2, pO2), pH of the mother and APGAR (1., 5., 10. minutes) scores of the newborns were better in spinal anesthesia group, and statistically significant (p<0.005). As a result, regarding the undesired effects of the spinal anesthesia on mother’s hemodynamic parameters like hypotension and bradycardia; in cesarean secion cases it must be used carefully. We can advice its safely use regarding to the results of the arterial blood gases and APGAR scores of the newborns after taking preventive measures especially against deep hypotension
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenı Doğan Normal Kalçal A Izının Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Koç, Mustafa Erken, Recep Memik, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Yenı Doğan Normal Kalçal A Izının Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Ultrasou Nd ExamInatIon Of The Neonatal Normal HIps
Yenidoğanda kalça pozisyonumt değerlendirmede real time ultrasonografi US başarılı olarak kullanılmaktadır. US aynı zamanda asetabuler gelişimi değerlendirmede de bir alternatiftir. Normal klinik kalça bulgulu 55 yeni doğan US ile muayene edildi. Koronal lateral US kesitleri asetabuler, labrioasetabuler ve labrioperkins açıları ölçüldü. Asetabuler açı erkeklerde 32.67 ± 3.67, kızlarda 31.8 ± 3.99, labrioperkins açısı 38.18 ± 4.40 bulundu. Ortalama kemik kenar yüzdesi -Asetabuler çap yüzdesi- %57.95 hesaplandı.
Real dine ultrasonography is succesfully employed to determine hip position in infancy. It also offers an alternative method for evaluating ac.-etabular depelopınent. The hips of 55 infant with normal clinical hip signs were examined by U.S. in the coronal lateral US scan. acetabular, labrioacetabular, labrioperkins angles were measured. Acetabular angle was 32.67 ± 3.67 in hoys, 31.8 ± 4.08 in girls, and 31.91 ± 3.82 in the total infants. Labrioacetabular angle was 96.32 J- 3.99, labrioperkins angle was 38.18 ± 4.40. The mean bony rim percentage -diameter percentage of cleetabuluın- was %57.95.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan İşitme Tarama Sonuçlarımız
Mithat Arıcıgil, Ali Rıza Ulutaş, Abitter Yücel, Hamdi Arbağ
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan İşitme Tarama Sonuçlarımız
Our Newborn HearIng ScreenIng Outcomes
İşitme kaybı insanlarda en sık görülen anomalilerden birisidir.
İşitme yaşamın ilk yıllarında konuşma ve kognitif fonksiyonlar için
gerekli olduğundan işitme kaybının erken tanı ve erken amplifikasyonu
çok önemlidir. Çalışmamızda Ocak 2011-Temmuz 2012 tarihleri
arasında Konya Beyhekim Devlet Hastanesinde yapılan yenidoğan
işitme tarama testlerinin sonuçlarını yayınladık. 2-7 gün arasındaki
yenidoğanlara tarama Oto Akustik Emisyon testi ile işitme taraması
yapıldı. Testi geçemeyen bebeklere 14 gün sonra kulak burun
boğaz muayenesi ve test tekrarı yapıldı. Testi tekrar geçemeyen
yenidoğanlar referans merkezine sevk edildi. Ocak 2011-Temmuz
2012 tarihleri arasında 3167 yenidoğan tarandı. 3167 bebekten 310’u
(%9.78) ilk tarama testini geçemedi, ikinci test sonrası testi tekrar
geçemeyen 5 hasta (%0.15) referans merkezine sevk edildi. İşitme
tarama programlarının, işitme kaybının erken dönemde saptanarak
tedaviye başlanması açısından tüm yenidoğanlara yapılmasını
önermekteyiz
Hearing loss is one of the most commonly seen abnormalities
in people. Hearing is essential for speech and cognitive functions
during the first years of life and therefore early diagnosis and
amplification is important. In our study we published the hearing
screening results of newborns collected from Konya Beyhekim State
Hospital between January 2011 and July 2012. Newborns between
the ages of 2-7 days were screened with a otoacoustic emission
hearing test. Newborns who failed in the test had an ear,nose and
throat reexamination and the test also redone after 14 days. Those
who failed the second test were referred to a health reference center.
3167 newborns were screened between January 2011 and July 2012.
310 (9.78%) newborns failed the first test. 5 (0.15%) newborns who
failed the second test were referred to a health reference center. We
advocate hearing screening programs for all newborns as hearing
loss is identified and treated earlier
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çok Uzun Zincirli Yağ Asidi Dehidrogenaz
eksikliği
Nilüfer Güzoğlu, Birgül Say, Nurdan Uras, Uğur Dilmen
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çok Uzun Zincirli Yağ Asidi Dehidrogenaz
eksikliği
Very Long-ChaIn Fatty AcId Dehydrogenase DefIcIency In Newborn
Çok uzun zincirli yağ asidi dehidrogenaz (VLCAD) eksikligi
mitokondriyal yağ asidi oksidasyon bozukluğu olup otozomal
resesif geçis gösterir. Tandem kütle spektrometri ile plazmada
yükselmiş açil karnitinlerin artışının gösterilmesiyle VLCAD tanısına
yönlenilebilir. Bu yazıda, annesinde gebelikte HELLP sendromu olan
ve 15 günlükken periferik dolaşım bozukluğu, hipotoni ve izleminde
metabolik asidoz, dilate kardiyomiyopati gelişen VLCAD eksikliği
tanısı almış bir olgu sunulmaktadır.
Very long-chain fatty acid dehydrogenase (VLCAD) deficiency is
an autosomal recessive disorder of mitochondrial fatty acid oxidation.
Elevated plasma level of acyl-carnitine by Tandem mass spectrometry
prompts the diagnosis of VLCAD. We herein report a neonate with a
diagnosis of VLCAD whose mother’s pregnancy was complicated with
HELLP syndrome. Physical examination revealed poor peripheral
perfusion and hypotonia on the 15 days of life. Metabolic acidosis,
dilated cardiomyopathy developed during follow-up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
Tamer Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Kernikteruslu Hastalarda Büyüme Hormonu Düzeylerinin İncelenmesi
InvestIgatIon Of Grovvth Hormone In PatIents VvIth KernIcterus.
Bilirübin ensefalopatisi veya kernikterus, indirek bilirübinin beyini etkilemesi ile ortaya çıkar. Bunun sonucunda bazı hastalarda beyin felci ve sağırlık gelişir. Bu çalışma kernikterusun önceden araştırılmamış bir yönünü, büyüme üzerine etkisini incelemek amacı ile gerçekleştirildi. Araştırmada, yenidoğan (YD) döneminde kernikterus teşhisi konulanlar (22 vaka), kan değişimi yapılıp kernikterus belirtisi olmayanlar (18 vaka), sadece fototerapi uygu lananlar (14 vaka ) ve YD döneminde sarılık geçirmemiş çocuklar (15 vaka) ortalama 21 aylıkken incelendi. Bütün vakalara tam kan, tam idrar, kan şekeri ve büyüme hormonu(BH) tahlilleri yapıldı. Büyüme hormonu tayini için bütün vakalara L-Dopa uyarı testi uygulandı. Kernikterus teşhisi konulan gruptaki 6 hastada belirgin sinir sistemi bozukluğu vardı. Bunların 5’ inde büyüme ger iliği tesbit edilirken, diğer gruplardaki hiçbir vakada büyüme geriliği yoktu (p<0.01). L-Dopa uyarı testi sonuçları 0. ve 90. dakikadaki BH seviyesinin kernikterus teşhisi konulanlarda diğerlerine göre düşük olduğunu gösterdi (p<0,05). Araştırmamız kernikterus geçirmiş vakalarda büyüme geriliği görülebileceği, bunun nedenlerinden birinin de beslenme bozukluğu ve hormon değişikliklerine ait olabileceğini düşündürmüştür. Hormon değişikliklerinin tam olarak anlaşılabilmesi için başka çalışmalar gerekmektedir.
Bilirübin encephalopathy or kernicterus is a neurologic syndrome resulting from the deposition of uncongugated bilirübin in brain celis. Features of kernicterus may include cerebral palsy and deafness. The purpose of this research was to investigate the effects of kernicterus on grovvth and grovvth hormone. Our research included 22 patients with kernicterus, 18 patients vvho had exchange transfusions but having no features of kernicterus, 14 patients who had only phototherapy, and 15 patients vvho had no jaundice during neonatal period vvho vvere inves- tigated at 21 months old (mean age). Ali patients had complete blood count, urine analysis, glucose, and grovvth hormone. We observed overt neurologic abnormalities in 6 patients vvith kernicterus. There vvas grovvth retardation in 5 of 6 infants vvith neurologic abnormalities. There vvas no grovvth retardation in other patients. Our research has indi- cated that there may be grovvth retardation in patients vvith kernicterus and the reason for this may be nutritional disorders. More investigations must be done in order to understand the abnormalities in grovvth hormone in patients vvith kernicterus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Anestezisinde Ketamin-Tiyopental Ve Ketamin-Midazolam Kombinasyonlarının Karşılaştırılması
Selmin Ökesli, Alper Yosunkaya, Ateş Duman, Ali Borazan, Sema Tuncer, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Sezaryen Anestezisinde Ketamin-Tiyopental Ve Ketamin-Midazolam Kombinasyonlarının Karşılaştırılması
The ComparIson Of KetamIne-ThIopental And KetamIne-MIdazolam CombInatIons For Ceasarean SectIon AnaesthesIa
Sezaryen ameliyatlarında kullanılan genel anesteziklerin anne ile birlikte yenidoğanı da etkilemesi anestetik ajan seçimini daha da önemli kılar. Sadece ketamin kullanılan olgularda özellikle eksitatör fenomen (EF) gibi is tenmeyen etkiler yüksek oranda görülmektedir. Bu etkilerin, düşük dozlarda azaldığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, elektif sezaryen olgularında, indüksiyonda düşük doz ketamine tiyopental veya midazolam eklenerek, anneye ve yenidoğan APGAR skoru üzerine olan etkileri karşılaştırıldı. Elektif sezaryen operasyonu geçirecek ASA-I kla- sifikasyonuna giren 42 kadın hasta randomize olarak eşit iki gruba ayrıldı. Hastalara premedikasyon yapılmadı. İndüksiyonda; I.Gruba İV 1mg/kg ketamin+ 3 mg/kg tiyopental, II. Gruba İV 1mg/kg ketamin+0.2mg/kg mi dazolam uygulandı. Her iki gruba IV 1-1.5 mg/kg süksinil kolin verilerek entübasyon yapıldı. Bebek çıkana kadar hastalar %100O2 ile solutuldu. Doğumdan sonra idame; %50 02 +%50 N2 O+%1-1.5 ısofluran ve atrakuryum ile sağlandı. Operasyondan önce, indüksiyondan, cilt insizyonundan, bebek çıktıktan sonra kan basıncı ve kalp atım hızları kaydedildi. Yenidoğan APGAR skorları 1 ve 5. dakikalarda değerlendirildi. Operasyondan sonra an nede farkında olma ve ketamine ait yan etkiler araştırıldı. Bulgular student's t testi ile değerlendirildi. Hemodinamik parametreler açısından her iki grup arasında fark yoktu (P>0.05). I. Gruptan 2 hastada postoperatif EF gözlendi. 1. ve 5. dakikalarda kaydedilen APGAR skorlar karşılaştırıldığında gruplar arası fark tespit edilmedi (P>0.05). Se zaryen operasyonlarında kullanılan her iki yöntemin gerek annede meydana getirdiği yeterli derinlikte anestezide, gerekse yenidoğan APGAR skorları açısından birbirlerine herhangi bir üstünlüğünün olmadığı gözlendi. Fakat ke tamine midazolam ilavesinin, postoperatif ketaminin istenmeyen etkilerini azaltığı için daha uygun bir yöntem olacağı kanısına varıldı.
The choice of anaesthetics for ceasarean sections is important for both the nevvborn and the mother. Emergence phenomena (EP) is observed with clinical doses of ketamine that can be avoided with lower doses. Ketamine- thiopentone or ketamine-midazolam combinations were used for ceasarean section anaesthesia induction. Side effects and newborn APGAR scores were evaluated. After institutional approval and informed consent 42 women (ASA I) were randomly allocated to two groups . Group I (n=21) recieved induction doses of IV ketamine 1mg/ kg+thiopentone 3mg/kg, group II (n=21) recieved ketamine 1 mg/kg+midazolam 0.2mg/kg. Both groups were in- tubated with IV1-1.5mg/kg succinylcholine. The patients were ventilated with 100% 02 until the umblical cord was clamped. Anaesthesia was maintained with 50%02+50%N20, 1-1.5% isoflurane and atracurium. Heart rate, ar- terial pressures were recorded before the operation, induction, skin incision and perioperatively. The APGAR sco res were evaluated at the first and 5th minutes. The patients were intervieved 12 hours postoperatively for EP. The data was analysed with Student's t test. The two groups were hemodynamicaly comparable (p>0.05). EP was observed in 2 patients of group I. The APGAR scores were similar in both groups (p>0.05). Both anaesthetic combinations shovved similarity in APGAR scores and anaesthesia. Because of its fewer side effects ke- tamine+midazolam combination is more favourable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Hiperbilüribinemisinde Serbest Bilirübin Düzeyı Ve Serbest Bılırubın Düzeyını Etkıleyen Faktörler
İbrahim Erkul, Sevim Karaaslan, Dursun Odabaş, Ahmet Kınık, Ümran Çalışkan, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Hiperbilüribinemisinde Serbest Bilirübin Düzeyı Ve Serbest Bılırubın Düzeyını Etkıleyen Faktörler
The Factors Affectıng The Level Of Free Bılırubın And The Level Of Free Bılırubın In Newborn Hyperbılurbınemıa
Heperbilirübinemili yenidoğanlarda kernikterustan sorumlu en önemli faktör "Serbest bilirübin" düzeyidir. Hiper-bilirübinemili 45 yenidoğan yakasında yapılan incelemelerde serbest bilirübin düzeylerinin serum albumin düzeyleri, gestasyonel yaş, doğum tartısı, asfiksi ve indirekt ve total bilirübin düzeyleri ile yakın ilişkili olduğu görülmüştür. Serbest bilirübin düzeyleri de kan değişiminden etkilenmekte ve kan değişimi sonrası serumdaki serbest bilirübin kaybolmaktadır.
Free bilirubin level in the hyperbilirubinemia of the newborn. In the newborn with hyperbilirubinemia, the most important factor that causes the kernicterus is the free bilirubin level.In the investigation that is performed about 45 newborn cases with hyperbilirubinemia,it has been observed that the free bilirubin levels are interested in the serum albumin levels. Exchange transfusion effects free bilirubin levels and after exchange transfusion, the free bilirubin in the serum disappears.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oro-Fasio-Dijital Sendrom I
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Sebahattin Ertuğrul, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Oro-Fasio-Dijital Sendrom I
Oro-FacIo-DIgItal Syndrome I
Oro-fasio-dijital sendrom ağız boşluğu (yarık damak ve dil, anormal diş gelişimi, yüksek damak, dilde lobulasyon, dilde hamartom), yüz (frontal çıkıklık, fasiyal asimetri, hipertelorizm, fasiyal milia) ve parmak anomalileri (sindaktili, brakidaktili, klinodaktili, polidaktili) ile ortaya çıkan gelişimsel bir bozukluk olup 9 farklı tipi tanımlanmıştır. Oro-fasio-dijital sendrom I (OFDS 1) en sık görülen tip olup ilk olarak Fransız diş hekimleri Papillon Leage ve Psaume Jean tarafından 1954 yılında tanımlanmıştır. OFDS 1 X’e bağlı dominant geçer ve erkekler için ölümcüldür. OFDS 1 nadir bir sendromdur yaklaşık 1/250.000 canlı doğumda görülmektedir. Olguların yaklaşık %75’i sporadiktir. OFDS’nun dismorfik özelliklerin cerrahi düzeltimi dışında spesifik bir tedavisi yoktur. Nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Oro-facio-digital syndrome, a group of congenital anomalies, is characterized by malformations of the oral cavity (cleft palate and tongue, abnormal dentition, high arched palate, tongue lobulation, hamartomata on the tongue), face (frontal bossing, facial asymmetry, hypertelorism, facial milia), and digits (syndactyly, brachydactyly, clinodactyly, polydactyly. This syndrome has nine different types. Oro-facio-digital syndrome type I (OFDS1) is the most common type, which identified by French dentists Papillon Leage and Psaume Jean, in 1954. OFDS 1 is an X-linked dominant condition that is lethal for males. OFDS 1 is a rare syndrome, occurring in approximately 1/250,000 live births. Approximately 75% of cases are sporadic. There is no specific therapy for OFDS 1 other than surgical correction of the dysmorphic features. Being a rare entity, this paper presents a case of OFDS 1 in a newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Hıperbılırubinemısının İzlenmesinde Bilırubin Bağlama Kapasıtesının Önemı Ve Bunu Etkıleyen Faktörler
İbrahim Erkul, Sevim Karaaslan, Dursun Odabaş, Ahmet Kınık, Ümran Çalışkan, Sadık Büyükbaş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Hıperbılırubinemısının İzlenmesinde Bilırubin Bağlama Kapasıtesının Önemı Ve Bunu Etkıleyen Faktörler
The Importance Of Bındıng Capacıty Of Bılırubın And The Factors Affectıng It In Monıtorıng Newborn Hyperbılırubınemıa
Yeni doğanda hiperbilirübinemi hâlen önemini devam ettirmektedir. Hiperbilirübinemi sonucu oluşan Kernikterusun oluşmasını birçok faktörler etkilemektedir.Bu faktörler ara-sında serum indirekt bilirübin düzeyleri, bilirübin bağlama kapasitesi, serum albumin düzeyleri, hastaların gestasyonel süreleri, doğum ağırlıkları, asfiktik ve enfeksiyonlu olup olmadıkları ve postnatal yaşam süreleri sayılabilir.
Bilirubin-binding capacity in the hyperbilirubinemia of the newborn. The hyperbilirubinemia of the newborn is still keeping its importance on. A number of factors effect the occurence of kernicterus due to hyperbilirubinemia. Serum indirect bilirubin levels, bilirubin-binding capacity, serum albumin levels, gestational age, birth weight, postnatal survival days, and whether they have infections and asphyxia or not can be considered as the influenced factors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni Açılımlar
Hürkan Kerimoğlu, Banu Turgut Öztürk, Rahmi Örs
Derleme
Özeti
Prematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni Açılımlar
RetInopathy Of PrematurIty: Current UnderstandIng And Future Prospects
Prematurite Retinopatisi kör edici potansiyele sahip bir hastalıktır. Dünyanın yenidoğan yoğun bakım hizmeti sunulan bölgelerinde çocuk körlüklerinin başta gelen sebebi olmaya devam etmektedir. Bu derlemedeki amacımız güncel bilgiler ışığında PR tarama ve tedavisindeki yenilikleri değerlendirmektir. Yenidoğan yoğun bakım unitelerinin yaygınlaşması daha fazla sayıda ve daha immatür bebeklerin yaşatılmasına olanak sağlamaktadır. Bu da taranması gereken prematür infant sayısını ve tedavi edilmesi gereken göz sayısını artırmaktadır. Bugüne kadar muayeneyi deneyimli bir göz hekiminin hasta başında binoküler indirekt oftalmoskop ile yapması gerekliliği savunulurken artık çekilen renkli dijital fotoğrafların belirli merkezlerde göz hekimleri tarafından değerlendirilebileceği tartışılmaktadır. Tedavi cephesinde ise daha destrüktif olan kriyoterapi ve laser tedavisi yerine göz içine bir defa enjekte edilecek anti-anjiyojenik ilaçların kullanıma girmesi mümkün görünmektedir. Yaşanan teknolojik ve medikal gelişmeler prematürite retinopatisinin tarama ve tadavi şemalarında yakın zamanda köklü değişiklikler yapabilir.
Retinopathy of prematurity (ROP) is a potentially blinding disease. ROP continues to be a leading cause of blindness of newborn in areas of the world that provide neonatal intensive care services to premature newborns. The aim of this review is to evaluate the new technical improvements and treatment modalities under current data. Increased number of Newborn Intensive Care Units leads to survive of incerased number of immature babies which in turn leads to increased number of premature infants to be screened and eyes to be treated. Although the current gold standart of screening method is examination by an experienced opthalmolog with binocular indirect ophthalmoscopy, a new debate arose that claims digital retinal photographs may be taken and evaluated in the remote reading centers by experienced ophthalmologists. On the other hand intravitreal injection of single dose of anti-VEGF may replace the more destructive cryotherapy and laser at the treatment aspect. Recent technical and medical improvements may induce major changes at the screening and treatment protocols of PR.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Orbita Ve Kranyofasiyal Parametreler Arasındaki İlişkilerin Araştırılması
Mehmet Ali Malas, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğanlarda Orbita Ve Kranyofasiyal Parametreler Arasındaki İlişkilerin Araştırılması
The InvestIgatIon Of The RelatIon Betvveen OrbIta And CranIofacIal Parameters In Nevvborns
Amaç: Çalışmamızda miadında, prematüre ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğanlarda orbita ve kranyofasiyal mor folojik ölçümlerin ve arasındaki ilişkilerin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Yaşları 32-37 gebelik haftası yaşı arasında değişen 60 prematüre yenidoğan (Erkek 30, Kız 30), 60 miadında yenidoğan (Erkek 30, Kız 30) ve 60 düşük doğum ağırlıklı yenidoğan (Erkek 30, Kız 30) olguda çalışıldı. Bütün vakalarda baş çevresi, kafa genişliği, kafa uzunluğu, yüz yüksekliği, yüz genişliği, orbita yüksekliği, orbita genişliği, oropalpebral uzunluk ve kantal indeks belirlendi. Bütün olgularda kranyofasiyal ve orbita ölçümlerinin ortalamaları hesaplandı. Bulgular: Kranyofasiyal ve orbita ölçümlerinde prematüre ile miadında yenidoğanlar arasında, miadında olanlarda daha büyük olmak üzere istatistiksel bakımdan farklılıklar vardı (p<0.001). Cinsler arasında kranyofasiyal ve orbita ölçümlerinde farklılık vadi. Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğanlar da orbita ile kranyofasiyal para metreler arasında müspet yönde korelasyon mevcuttu (p<0.001). Miadında yenidoğanlar da kafa genişliği ve orbi ta genişliği arasında negatif korelasyon olduğu belirlendi. Sonuç: Prematüre, miadında ve düşük doğum ağırlıklı yenidoğğanlarda kranyofasiyal ve orbita ya ait parametrelerin daha fazla tanımlanması ile bireysel varyasyonlar hakkında daha fazla bilgi sunulmuş olacaktır. Kranyofasiyal ve orbita boyutlarının normal varyasyonları hakkındaki bilgiler kranyo-fasiyal iskelet gelişimindeki patolojilerin veya anomalilerin teşhis edilmesinde yardımcı olabilir.
Purpose: İn this study, we aimed to determine the measurements and the relation betvveen craniofacial morpho- logy and orbita in full term, prematüre nevvborns and nevvborn with low birth vveight. Materials and method: We vvere studied 60 prematüre nevvborns (Male 30, Female 30) who vvere aged betvveen 32 and 37 post menstrual vveek, and 60 full term nevvborns (Male 30, Female 30), and 60 nevvborn with low birth vveight (Male 30, Female 30). İn ali cases, head circumference, head length, head vvidth, face height, face vvidth, orbita height, orbita vvidth, oropalpebral length and cantal index vvere measured. Average of measurements of cranio-facial and orbita vvere calculated in the ali cases. Results: The measurements of craniofacial and orbita vvere statistically significantly dif- ferent betvveen prematüre and full term infants in vvhom it was greater than prematüre infants (p<0.001). The re vvere differences in the measurements of craniofacial and orbita betvveen sexes. A significant positive correlation betvveen the craniofacial and orbita dimensions was found in prematüre nevvborns and nevvborn with low birth vveight (p<0.001). There was negative correlation betvveen head vvidth and orbita vvidth in full term nevvborns. Conclusions: VVith more expressions of the parameter of craniofacial and orbita at prematüre and full term nevv borns and nevvborn with lovv birth vveight, more Information about individual variations vvill be given. Knovvledge about normal variations in craniofacial and orbita dimensions can help in diagnosis of pathologies or anomaly of crania-facial skeleton development.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperbilîrubinemi Nedeniyle Tedavi Olan Vakalarda Nörolojik Gelişme Ve Odyolojik Muayene Sonuçları
Osman Başpınar, Bilge Kutluhan Aksu, Güner Karatekin, Asiye Nuhoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Hiperbilîrubinemi Nedeniyle Tedavi Olan Vakalarda Nörolojik Gelişme Ve Odyolojik Muayene Sonuçları
NeurologIc Development And OdyometrIc FIndIng At The TherapIed Neonatal HyperbIlIrubInemIa
Klasik bilirubin toksisitesi olan kernikterus tablosunun ağırlığına karşın bazı vakalarda tek beşına mevcut olabilen ince nörolojik defisitler, hastalığın geniş bir yelpaze şeklinde bulgu verdiğini düşündürür. Çalışmamıza hiperbiliru- binemi nedeni ile yenidoğan döneminde tedavi olmuş 159 hasta, (%61.1 erkek, %38.9 kız, ortalama yaş 24.6+13.11 ay, ortalama pik bilirubin değerleri 20.07±4.85 mg/dl) alındı. Total bilirubin (Tb), 15 - 19.9 mg/dl olan 97 hasta grup I; Tb, 20-24.9 mg/dl olan 41 hasta grup II; Tb, 25-29.9 mg/dl olan 15 hasta grup III; Tb > 30 mg/dl olan altı hasta grup IV olmak üzere hastalar dört gruba ayrıldı. Hastaların hepsine Denver Gelişimsel Tarama Testi ve 46’sına da odiyogram uygulandı. Belirlenen nörolojik anomalilerin bilirubin düzeyleri ile uyumlu gittiği görülme sine rağmen, daha düşük derecedeki bilirubin değerlerinde de problem olduğu görüldü. Asyalı çocuklarda ikter tedavisi halen sorunlu bir konudur ve toksik bilirubin düzeylerini belirlemek üzere başka çalışmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Classic kernicterus or the neurotoxicity of neonatal hyperbilirubinemia is known well, but the pathological jaundice may show itself vary different subtle neurological dysfunction at the some patients. 159 patients male 61.1 %, female 38.9 %, mean age, 24.6±13.11 months, peak bilirubin levels 20.07±4.85 mg/dl uho had therapied neona tal hyperbilirubinemia were studied. Newborns with serum total bilirubin levels of 15a-19.9 mg/dl in 97 patients (group I), 20-24.9 mg/dl in 41 patients (group II), 25-29.9 mg/dl in 15 patients (group III), and > 30 mg/dl in six patients (group IV) were accepted. V/e performed Denver Test ali patients and performed odiogram test 46 patients. We determined that subtle neurological abnormalities and high bilirubin levels correlate each other. However, we showed that group I and II had some problematic findings lesser degree than group III and IV. Management of jaundice in the Asian nevvborn is stili problematic and we need a lot of studies about toxic biliru bin levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematüre Bebeklerde Fetal Malnütrisyonun Değerlendırılmesı
Hasan Koç, Ahmet Özel, M. Mansur Tatlı, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Prematüre Bebeklerde Fetal Malnütrisyonun Değerlendırılmesı
EvaluatIon Of Fetal MalnutrItIon In Premature Infants
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağ-ligi ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Yenidoğan Üni-tesine, Ocak 1990-Aralık 1992 tarihleri arasında yatırılan ve gebelik yaşları kesin olarak tesbit edilen 373 prematüre bebekte, 10. persentil ve altındaki fe-tal malnüstrisyon oranı %25.4 olarak bulundu.Fetal malnütrisyonun 32. gebelik haftasından itibaren arttığı gözlendi. 95 fetal malnütrisyonlu bebeğin %66.3fünde anneye %4.2'sinde çocuğa ait sebepler gözlendi. %29.5 vakada sebep bulunamadı. Feta! malnütrisyonlu bebeklerin klinik seyirleri incelenip fetal malnütrisyonunun prematüre mortalitesi üzerine etkileri tartışıldı.
In 373 prematüre babies whose gestational ages were determined exactly, the incidence of fetal mal-nutrition chat is described as birth weight at or be-low 10th centile was found 25.4%. The rate of fetad malnutrition was increasing after 32nd week of ges-tational age. Maternal causes were determined in 66.3% of 95 patients with fetal malnutrition Feta! causes were found in 4.2% and no cause in 29.5% of cases. An obvious effect of fetal malnutrition on pre-mature mortality rates was observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Olgu Nedeniyle, Yenidoğan Bebeklerde Dissemine İntravasküler Koagulasyon
Sevim Karaarslan, Mehmet Nisanoğlu, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Olgu Nedeniyle, Yenidoğan Bebeklerde Dissemine İntravasküler Koagulasyon
Dyssemınated Intravascular Coagulatıon In Newborn Babıes Due To A Case
Yeni doğan bebeklerde kanama önemli bir sorundur, bunlardan dissemine intravasküler koagülasyonun sebep olduğu kanamalar en ağır prognoza sahip olanlarıdır. Bu raporda pediatrinin yeni doğan dönemi ile ilgili en ağır problemlerinden biri olan dissemine intravasküler koagülasyona bir vaka dolayısı ile değinilmiştir.
Bleedin in newborn infants is an important problem, among these, caused by disseminated intravascular coagulopathy has the most serious prognosis. In this report we discussed disseminated intravascular coagulopathy which is one of the most serious problem in newborn period in pediatrics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Neonatal Hemokromatozis
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Rahmi Örs
Derleme
Özeti
Neonatal Hemokromatozis
Neonatal HemochromatosIs
Neonatal hemokromatozis, ekstrahepatik siderozis ile birlikte olan ve klinikte şiddetli neonatal karaciğer hastalığı olarak tanımlanan nadir bir hastalıktır. Neonatal hemokromatozisin etiyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak fetüsta karaciğer hasarına yol açan alloimmun bir bozukluğun neden olduğu kabul edilir. Neonatal hemokromatozisin sonraki gebeliklerde tekrarlama oranı yaklaşık olarak %80’dir. Neonatal hemokromatozis koagülopati, hipoglisemi, hipoalbuminemi, hipofibrinojenemi, trombositopeni, anemi, direkt ve indirekt hiperbilirubinemi ile yaşamın ilk gününde ortaya çıkan hepatosellüler yetmezlik ile karakterizedir. Pozitif aile öyküsü, yüksek serum ferritin düzeyi, yüksek alfa-fetoprotein düzeyleri ve histolojik veya manyetik rezonans görüntüleme ile siderozisin gösterilmesi neonatal hemokromatozis tanısını koymada göz önünde bulundurulan kriterlerdir. Etkili bir medikal tedavisi olmadığı için sıklıkla karaciğer transplantasyonu gerekmektedir. Prognozu genellikle kötüdür. Bu derlemede fetüs ya da yenidoğanda karaciğer yetmezliğine yol açan neonatal hemokromatozis tartışılacaktır.
Neonatal hemochromatosis is a rare disease clinically defined as severe neonatal liver disease in association with extrahepatic siderozis. The etiology of neonatal hemochromatosis is not understood exactly. However, according to a theory neonatal hemochromatosis is accepted to be an alloimmune disorder causing liver injury in fetus. After an effected one in the pregnancy the recurrence rate of neonatal hemochromatosis is ~80%. Hepatocellular failure which occurs in the first days of life with coagulopathy, hypoglycemia, hypoalbuminemia, hypofibrinogenemia, thrombocytopenia, anemia, and direct and indirect hyperbilirubinemia characterizes neonatal hemochromatosis. In order to diagnose neonatal hemochromatosis there are some certain criteria that sould be taken into account such as a positive family history, high serum ferritin levels, high serum alpha-fetoprotein levels and siderozis demonstrated with histology or with magnetic resonance. Since an affective medical treatment has not been found yet, liver transplantation is almost always required. The prognosis of neonatal hemochromatosis is generally poor. This review will discuss neonatal hemochromatosis that leads to liver failure in the fetus or newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını Sevıyelerı
Ümran Çalışkan, Abdurrahman Üner, Haluk Yavuz, Ahmet Özel, İbrahim Erkul, Hasan Koç, Dursun Odabaş
Araştırma makalesi
Özeti
Hıperbilirübinemılı Yenıdoğan Bebeklerde Serum E Vıtamını Sevıyelerı
VItamIn E LeveIs In Newborn Infants WIth HyperbIlIrubInemIa
Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları servisine hiperbi-lirübinemi sebebiyle yattrılan; 32 prematüre ve 32 rniadinda yenidoğan bebek üzerinde yaptIdt. Pre-matüre bebeklerde serum E vitamini seviyesi; 053 ± 0.08 mgldl, miadında doğanlarda 054 ± 0.07 mgldl olarak bulundu. Serum E Vitamini düzeylerinin cins, gebelik yaşı ve ağırlıklara göre dağılımları karşılaştırıldı.
This study was done on 32 -premature and 32 term infants with hyperbilirubinemia hospitalized in Newborn Unit of Pediatric Clinics of Medical Facul-ty of Selçuk University, Serum vitamin E leveis of premature infants' were found as 053 ± 0.08 mgldl, term infants levels were found as 054 ± 0.07 mgldl. Serum vitamin E levels were cotnpared according w sex, birth week and birth weight.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Hasan Koç, Alaaddin Dilsiz, Saim Açıkgözoğlu, Aziz Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Spontaneous ResolutIon Of Gallstone In A Newborn (a Case Report)
Yenidoğan döneminde safra taşı nadirdir. Safra taşına sıkhkla başka patolojikr öncülük eder. Bu yazıda yenidoğan döneminde teşhis edilen safra taşı yakası sunuldu. Rh uyuşmazlığına bağlı hemolitik sardığı olan ve fototerapi uygulanan bir yenido-ğanda ultrasonografik inceleme ile safra taşı tesbit edildi. 6 ay sonra tekrarlanan uhrasonogramda taşın spontan rezolusyona uğradığı gözlendi.
Gallstone in the newborn period is rare and usually other pathological causes precede. in this report a gallstone case diagnosed in the ııewborn period is presented. By using ıdtrasorwgraphic technique, a gallstone was diagn.osed in a newborn with hemolitic jaundice caused by Rh incompatibi-lity and having phototheraphy. Six ınonths Inter it was observed that the gallstone had resoluted spontaneously when ultrason.ography repeated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Doğanlarda Kardeş Kromatid Değişiminin Dağılımı
Sennur Demirel, Aynur Acar, Zeki Sayman, Ferhan Paydak
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Doğanlarda Kardeş Kromatid Değişiminin Dağılımı
IncIdence Of SIster ChromatId Exchange In Newborns.
Sağlıklı gebelik geçiren annelerin yenidoğan 20 bebeğinde gözlenen spontan Kardeş Kromatid Değişimi (KKD) oranının 7.11 olduğu, bu oranın 10 kız bebekten oluşan grupta 7.03,10 erkek bebekten oluşan grupta 7.20 olduğu saptandı. Kız ve erkek bebeklerde gözlenen ortalama KKD oranları arasında istatistiksel olarak önemli bir fark olmadığı görüldü (P> 0.05). Bulgular erişkin bireyler için bildirilen spontan KKD oranları ile karşılaştırılarak yaş ve sensin spontan KKD"leri üzerine olan etkileri tartışıldı
Twenty newborn bables from healthy mothers were examined for Sister Chromatid Exchane (SCE) rates. Among the twenty newborns ten were male and the remaining were females. Sister chromatid exchange rate was 7.03 for female infants where this rate was 7.20 for male infants.However these differ'ences were statistically insignificant (p > 0.05). These findings were compared and discussed with these ratios that were found previc,usly for different age and sex groups of older ages.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)
Hasan Koç, İbrahim Erkul, Abdurrahman Üner, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenıdoğan İsitesı Prematüre Mortalite İstatistikleri (1990)
PrematurIty MortatIty StatIstIcs In 1990 Neonatal UnIt Of PedIatrIcs Department
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yenidoğan Ünitesine Ocak 1990-Aralık 1990 tarihleri arasında 92 Prematüre bebek kabul edildi. Mortalite oranı %30.4 olarak bulundu. Mortalite yüzdererinin, gebelik süreleri, bebeklerin doğum ağırlıkları yükseldikçe azaldığı tesbit edildi. Selçuk Üniversitesi Doğum Kliniğinde doğan prematürelerdeki mortalite oranı evden gelen, Konya içi veya dışı başka bir hastaneden getirilen prematürelere göre daha düşüktü (P<0.01). Klinik tanılarna göre en yüksek ölüm ne-denleriin Solunum Güçlüğü Sendromu, Anoksik doğum ve Sepsis olduğu görüldü. Yazıda iiniternizdeki prematüre bebek ölüm yüzdeleri lite-ratürle karşıla,qtrıldı ve yüksek olmasının nedenleri tartışıldı.
Mortality rate of 92 premature babies accepted to pediatrics department of Medical Faculty of Selçuk Oniversity between January and Decernber 1990 was investigated. Mortality rate was cletermined as 30.4 percent. The mortality rate was decreased with the duration of gestation and the weight of babies at term. Also, the mortality rate of babies born at ob-stetrics clinics of the faculty was less than those born at home or brought from other hospitals in or out of Konya. According to the clinical evaluation, the primary causes of death vere found to be respira-tory distress syndronw, anoxic birth and sepsis. Our finclings are discussed with those of literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Perıferal Kan Lenfosit Kültürlerinde Fototerapinin Uyardığı Mikronukleuslar
Tülin Çora, Sennur Demirel, Aynur Acar, İbrahim Erkul
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğan Perıferal Kan Lenfosit Kültürlerinde Fototerapinin Uyardığı Mikronukleuslar
Induced MIcronucleI By Phototherapy In New-Born PerIpheral Blood Lymphocytes
Bu çalışmada, fototerapi uygulanan ye-nidoganlartn periferal kan lenfosit kültürlerinde, beyaz ve mavi flouresan ışınlarının mikronukleus (MN) oluşumu üzerine olan etkileri incelenmiştir. Araştırma beyaz ve mavi flouresan lambaların kul-lantıdigi 14' er kişilik iki grupta fototerapi öncesi ve sonrası çalışmaları ile saglıklı 14 yeni dogandan oluşan kontrol grubunda yapılmıştır. Bulgularımız beyaz ve mavi flouresan lambalarla yapılan fo-toterapinin MN frekansınt önemli derecede ar-tırdığını, ancak beyaz ve mavi flouresan ışınlarının oluşturdugu MN frekansı arasında anlamlı bir fark bulunmadığını göstermiştir.
In this study, the ellerts of with(' and blue fluo-rescence lights on Micronucleus (MN) formation of peripheral blood rultures of newborns were in-vestigated before and after phototherapy. The study was carried out on tı.vo groups earh rontaining 14 newborns, and additional 14 healthy newborns is in-cluded as control group. Dur findings showed that the light sources used for phototherapy increased the frequency of MN considerably irrespective to the kind of light source that was used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Emine Türen, Fatma İlkay Kılıç
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Pandemisi Döneminde Kadın Doğum Kliniğine Başvuran Gebelerde Anksiyete Düzeyinin Belirlenmesi
Determınatıon Of The AnxIety Level In Pregnant Women Who Admınıster To The ObstetrIcs ClInIc WIthIn The Covıd-19 PandemIa PerIod
Amaç: COVID-19 enfeksiyonunun gebelerde anksiyetine düzeyine olan etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada rutin gebelik kontrolü için Haziran 2020 ayı boyunca ayaktan polikliniğe başvuran gebelere COVID-19’a bağlı olabilecek kaygılarını belirlemeye yönelik yapılandırılmış bir anket ve Beck anksiyete ölçeği uygulanmıştır. Obstetrik acil nedenler ile başvuran gebeler ve obstetrik açıdan riskli bulunan gebeler çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bulgular: Çalışmaya 177 gebe dahil edilmiş ve gebeler Beck anksiyete ölçeğinden aldıkları puana göre dört gruba ayrılmıştır. Gebelerin anksiyete düzeyi %44,6 olarak bulunmuştur. Doğum anında ailesinin yanında olamama ihtimali ve COVID-19’ a bağlı ölme korkusu istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek anksiyete düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur.
Sonuç: Bu süreçte gebelerin perinatoloji, yenidoğan, yoğun bakım uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip tarafından takibine ek olarak psikososyal desteğin de sağlanması önem arz etmektedir.
Objective: To determine the effect of COVID-19 infection on anxiety level in pregnant women.
Material and Methods: In this study, a questionnaire and Beck anxiety scale were applied to pregnant women who referred to outpatient clinic for routine pregnancy control in June 2020 to determine their concerns that may be related to COVID-19. Pregnant women admitted with obstetric emergencies and obstetric risk were not included in the study.
Results: 177 pregnant women were included in the study and the pregnant women were divided into four groups according to their score on Beck anxiety scale. Anxiety level of pregnant women was 44.6%. The possibility of not being with his family at the time of birth and the fear of death due to COVID-19 were statistically significantly associated with higher anxiety levels.
Conclusions: In this process, it is important to provide psychosocial support in addition to the follow-up of pregnant women by a multidisciplinary team consisting of perinatology, newborn and intensive care specialists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Is Maternal Iron Deficiency Anemia Associated With Hearing Loss In Healthy Newborns?
And Yavuz, Betül Yakıştıran, Mehmet Fatih Karslı
Araştırma makalesi
Özeti
Is Maternal Iron Deficiency Anemia Associated With Hearing Loss In Healthy Newborns?
Maternal DemIr EksIklIğInIn Sağlıklı YenIdoğanlarda IşItme Kaybıyla IlIşkIsI Var Mıdır?
Amaç: Bu çalışmada, sensorinöral işitme kaybı için maternal anemi dışında bir riski olmayan yenidoğanlarda işitme tarama test sonuçlarını araştırmak amaçlanmıştır.
Method: Retrospektif kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya 6578 kadın dahil edildi. 37. Gebelik haftasından sonra doğum yapan ve demir eksikliği anemisi dışında işitme kaybı oluşturabilecek ek hastalığı olmayan gebeler dahil edildi. Bu gebelerin yenidoğanlarının doğum özellikleri ve maternal demografik özellikleri ve işitme tarama testi sonuçları kaydedildi.
Bulgu: 174 yenidoğanın ikinci düzey işitme tarama testi pozitif çıktı. Üçüncü basamak işitme değerlendirmesi 25 (%0,38) yenidoğan için işitme kaybı tespit edildi. Bunlardan 17 (%0,25) annesinde anemi saptanırken, 8’inde anemi saptanmadı (p:0,001).
Sonuç: Demirin myelinizasyon üzerine etkisini bilmek ve bu çocukların ilerdeki yaşamlarında davranışsal ve akademik problemlerle karşılaşabilmesi işitme fonksiyonlarına bağlıdır.
Objectives: In this study, the results of hearing screening tests were compared to explore the effects of iron deficiency anemia (IDA) on hearing in newborns whose mothers have IDA and who do not have any known risk factor for sensorineural hearing loss.
Methods: This retrospective cross-sectional study. The study included 6578 healthy neonates born to mothers who were beyond their gestational week 37, and who themselves or their family did not have hearing loss or any comorbid disease other than iron deficiency anemia. The participating neonates’ birth characteristics and the maternal demographic characteristics, auditory brainstem response (ABR) results were obtained from the hospital database.
Results: A positive result was obtained from the second level hearing test in 174 newborns. An idiopathic hearing loss was detected in 25 (0.38%) newborns during their third line of hearing assessment. While anemia was present in the mothers of 17 (0.25%) newborns, no anemia was found in the mothers of 8 (0.12%) newborns (p:0,001).
Conclusions: Knowing the impact of iron on myelination, and therefore, on hearing function is important to prevent any academic and behavioral problems that can be faced by these newborns in their future lives.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Komenital Malformasyon Sıklığı
Emin Özkaya, Alaaddin Dilsiz, Hasan Koç, Aytekin Kaymakçı, Erkan Ataş
Araştırma makalesi
Özeti
Yenidoğanlarda Komenital Malformasyon Sıklığı
The IncIdence Of CongenItal MalformatIons In Newborns
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın has-talıktan ve Doğum kliniğinde, Haziran 93-Temmuz 94 tarihleri arasında 20. gebelik haftası ve sonrası, doğum ağırlığı 500 gram ve üzeri ağırlıkta olan canlı ve ölü doğan tüm bebekler konjenital anomali açısından prospektif olarak incelendi. Konjenital malformasyonlu vakalar cinsiyet, annenin eğitim se-viyesi, yerleşim yeri, doğum ağırlığı, gebelik haftası, anne yaşı, akrabalık, gehelikle ilgili risk faktörleri yönünden değerlendirildi. Bu süre içerisinde doğan 1552 bebeğin 69'unda (%4.45) kojenital anomali saptandı. Majör anomali oranı %2.13, minör ano-mali oranı ise %2.32 olarak bulundu. Tek anomali oranı % 3.03 iken nıultipl anomali oranı % 1.42 idi. En sık kas-iskelet sistemi ve santral sinir sistemi anomalisine rastlandı. Ölü doğanlar ve hayatın ilk 24 saatinde ölen be-beklerde, ilçe merkezinde oturanlarda, eğitim se-viyesi düşük olanlarda, akraba evliliklerinde. doğum sayısı beş ve üzerinde olanlarda prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde, daha önce ölü doğum öyküsü olan, akrabalarında nıallorme bebek olan ve gebelik toksikozu öyküsü olan annelerin be-beklerinde konjenital malformasyon sıklığı anlanılı olarak yüksekti. Gebelikte ilaç alımı, ateşli hastalık geçirme, ka-nama öyküsünün varlığı, istenmeyen gebelik ve anne yaşının yüksekliği ile malformasyon sıklığı arasında ilişki bulunamadı.
Between lune 1993 and July 1994 all 20 weeks gestational age and over and 500 grams birthweight and over live - stillboı-n newbor-n were examined fbr the investigating •ongenital malformations, that were delivered in Gynecology and Obstetrics De-partment of Selçuk University Medical Faculty, Our work alsa evaluated relationship hetween congenital malformations and sex. maternal education levels, maternal place of residence, maternal age, hirt-hweight, gestational age. par-ental •onsenquinity and prenatal risk factoı-s. Dııring this period 69 in-tants (%4.45) were established with ınalformations in the delivered 1552 newborn. The pı-evelance of major malformations were %2.13 and minor mal-formations were %2.32. Multiple malforrnations rate %1.42 and uni malfoı-mations rate %3.03 were en-countered. Muscle - skeletal system and central ner-vous system anomalies were the highest anomalies group that we encounteı-ed. There was relationship hetween congenital mal-formation and stillborn. death in the first days of the life, maternal place of residence, education levels, parental consenquinity, parity prematurity. low hirth weight. existence of stillborn siblings and relatives with congenital malformation, eclampsia. But not r-elationship was deterınined hetween congenital ınalfflı-mation and drug adrninistration, illnesses with fever and hemorrhage during preg-nancy, maternal age and undesire pregnaney.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Distal Femur Epifizi Sekonder Ossifikasyon Merkezının Sonografik Ölçümü İle Fetal Büyüme Takıbı
Sema Soysal, Kemal Ödev, Mustafa Erken, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Distal Femur Epifizi Sekonder Ossifikasyon Merkezının Sonografik Ölçümü İle Fetal Büyüme Takıbı
Assessment Of Fetal Growth By SonographIc Measurement Of The DIstal Femoral Secondary EpIphyseal OssIfIcatIon Center
7 Haftalık 116 normal gebe kadında so-nografık olarak ölçülen distal femur eplfzi sekonder ossifikasyon merkezi (DFE) ile yenidoğanın doğum ağırlığı arasında ilişki araştırıldı. DFE mm ol-duğunda yenidoğanın doğum ağırlığı DFE olmayan veya <5 mm ölçülenlere göre daha normal bulundu. DFE ölçümünün fetal büyümeyi takip amacı ile kul-lanılabileceği kararına varıldı.
A study was performed on the relation between the distal femoral epiphyseal secondary ossification center (DFE) measured by ultrasound and the birth weights of the newborn among ,...7weeks 116 nor-mal pregnant women. In the fetuses whose DFE? 5 mm, the birth weights of the newborn was found further normal according to the fetuses whose DFE measures
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travayda Lumbal Epidural Analjezinin Yenıdoğan Üzerıne Etkılerı
Sadık Özmen, Sema Soysal, Mecit Suerdem, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Travayda Lumbal Epidural Analjezinin Yenıdoğan Üzerıne Etkılerı
The Effects Of Lumbar EpIdural AnalgesIa On The Newborn DurIng Labor
Bu çalışmada lumbal epidural analjezinin umb-likal kan Ol, kan gazlar, ve yenidoganın apgar sko-runa etkileri incelendi. Bu amaçla vakalar 3 gruba ayrıldı. 20 Olguya (1, grup) %0.25'lik bupivacain ile travayda lumbal epidural analjezi uygulandı. 20 Olguya (2.grup) %0.125'lik bupivacain + 50 mik-rogram fentanyl kombinasyonu ile travayda lumbal epidural analjezi uygulandı. Analjezi uy-gulanmadan doğum yapan 20 olgu (3.grup) kontrol grubu olarak alındı. Umblikal arter kanı asi-demisinin epidural analjezi uygulanan gruplarda kontrol grubuna göre önemli derecede azaldığı be-lirlendi. Epidural analjezi grupları arasında ise önemli bir fark bulunamadı. Alınan sonuçlar literatür verileri ile tartışıldı.
In this study, the effects of lumbar epidural anal-gesia on the umbliral blood plı, blood gases and apgar acore of the newborn were investigated. For !his purpose, the cases were divided into three gro-ups, in the first group, lumbar epiclıtral analgesia was applied during labor by giving 0.25'% of bu-pivacain to 20 cases. In the second group lumbar epidural analgesia was arhieved by giving 0.125 % bupivacain + 50 microgram fentanyl to 20 cases. A control group (third group) consisted of 20 cases were not giyen analgesia hefore labor. When com-pared with those of controls aridemia of the umb-lical arterial blood was significantly lower in the group who had epidural analgesia. However there was no significant dillerence between the groups in which epidural analgesia was applied. The results were discussed on the basis of literature data.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Ali Acar, Esat M. Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Imperfore Anüs, Persistan Kloaka Ve Ürogenital Sinüs Çıkışı Obstrüksıyonu
Imperfore Anus, Ccloaca, And UrogenItal SInus OutIet ObstructIon
Anorektal malformasyonlar ortalama 4000-5000 yenidoğanın birinde görülür ve erkeklerde daha sıktır (1). Anüs, rektum ve ürogenital sistemin konjenital malformasyonlan sıklıkla birlikte buluntular. imperfore antisle, enterik üriner fistüller, renal agenezis, iire-teropelvik obstriiksiyon. iireterovezikal darhk. ve-zikoüreteral reflü, kriptorşidi, ektopik yas deferens ve hipospadias gibi yapısal genitotiriner anomalilerin beraberliği gayet iyi bilinmektedir (2, 3). Bu patolojiler genellikle çocuk cerrahları tarafından tesbit edilirler. Ancak bu kompleks ve çözümü zor klinik problemlerin teşhis ve tedavisinde ürologlar asıl rolü oynarlar. Uygun tedavi: normal ve anormal embriyolojinin bilinmesine, bu bozukluklarla beraber olan klinik problemlerin sunflandınlmasına ve kesin patolojiyi belirleyecek teşhis çalışmalannın uygulanmasına bağlıdır (4).
Anorectal malformations occur in an average of 4000-5000 newborns and are more common in males (1). Congenital malformations of the anus, rectum, and urogenital system were often found together. imperforate antisla, enteric urinary fistulas, renal agenesis, irritable-theropelvic obstruction. iireterovesical darhk. The association of structural genitourinary anomalies such as and-zicoureteral reflux, cryptorchidism, ectopic mourning deferens and hypospadias is well known (2, 3). These pathologies are usually detected by pediatric surgeons. However, urologists play the main role in the diagnosis and treatment of these complex and difficult-to-solve clinical problems. Appropriate treatment: depends on the knowledge of normal and abnormal embryology, the presentation of clinical problems associated with these disorders, and the implementation of diagnostic studies that will determine the exact pathology (4).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta