Tip 2 Diyabet Tedavisinde Yeni Bir Alternatif: Sodyumglukoz
co-Transporter-2 İnhibitörleri
Cevdet Duran, Orkide Kutlu
Derleme
Özeti
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Yeni Bir Alternatif: Sodyumglukoz
co-Transporter-2 İnhibitörleri
A New AlternatIve In The Treatment Of Type 2 DIabetes: SodIumglucose
co-Transporter-2 InhIbItors
Dünya üzerinde tip 2 diyabet sıklığı giderek artmaktadır.
Hernekadar diyabetes mellitus tedavisi için günümüzde birçok
tedavi seçeneği bulunsa da glisemik kontroldeki başarı oranları
halen yetersizdir. Sodium Glucose Co-transporter (SGLT)2
inhibitörleri insülin etkisinden bağımsız etki gösteren yeni bir sınıf
antihiperglisemik ajanlardır. SGLT2 inhibitörleri idrarla glukoz
atılımını arttırarak plazma glukoz düzeylerini düşürürler. Günümüzde
değişik fazlarda klinik çalışmaları devam eden birçok molekül vardır.
Mevcut çalışmalar bu grup ilaçların iyi tolere edildiğini, hipoglisemi
yapmadan kilo kaybıyla beraber kan şekeri düzeylerini kontrol altına
aldığını göstermiştir. Bu yazıda böbreğin glukoz hemostazındaki rolü
ve renal glukoz absorbsiyonu SGLT2 inhibitörleri ile inhibisyonunun
etkileri irdelendi.
The prevalence of type 2 diabetes mellitus is increasing
worldwide. Although there are a number of treatments currently
avaible to treat diabetes mellitus, glycemic control rates remain poor.
Sodium Glucose Co-transporter (SGLT) 2 inhibitors are a novel class
antihyperglycemic agent that act independently of insulin actions.
The SGLT2 inhibitors increase urinary glucose excretion and lower
plasma glucose. There are a lot of SGLT inhibitor molecules in a
different phases of clinical trials is currently avaible. Initial clinical
trials showed that this class of agents are well tolerated and can
effectively control blood sugar levels with reduced weight gain
without hypoglycemia. This manuscript reviews the role of the kidney
in glucose hemostasis and the effects of inhibition of renal glucose
reabsorbtion by SGLT2 inhibitors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kritik Güç İle Maksimal Oksijen Tüketimi Ve Anaerobik Eşik Arasındaki İlişkiler
Nilsel Okudan, Hakkı Gökbel
Araştırma makalesi
Özeti
Kritik Güç İle Maksimal Oksijen Tüketimi Ve Anaerobik Eşik Arasındaki İlişkiler
The RelatIonshIps Of The CrItIcal Power To MaxImal Oxygen UtIlIzatIon And AnaerobIc Threshold
Kritik güç, maksimal oksijen tüketimi ve anaerobik eşikler arasındaki ilişkileri incelemek. Yöntem: 18-22 yaşlarındaki 30 sedanter erkeğe bisiklet ergometresinde yoğunluğu giderek artan maksimal egzersiz yaptırıldı. Solunum gaz parametreleri SensorMedics 2900 Metabolik Ölçüm Kartı kullanılarak 20, kalp hızı değerleri ise Polar Sport Tester aracılığıyla 5 saniyede bir kaydedildi. İki dakikada bir el parmak ucundan kapiller kan alınarak Accusport Laktat Analizörü ile laktat konsantrasyonları belirlendi. Gaz değişim parametreleri, kalp hızı ve laktat değerlerinden 3 ayrı ventilatuvar eşik, kalp hızı sapma noktası ve kan laktat birikmesinin başlangıcı hesaplandı. Kritik güç testi için farklı günlerde üç ayrı yük uygulandı ve lineer iş-zaman ilişkisi kullanılarak kritik güç saptandı. Katılımcılara kritik güç değerlerinde tükenmeye kadar egzersiz yaptırılarak kritik güçteki egzersiz süresi ve iş belir lendi. Bulgular: Kritik güç, VO2max ve bazı anaerobik eşiklerle ilişki bulundu. Kritik güç, VO2m ax’ın oluştuğu yük ten düşük, anaerobik eşiklerin oluştukları yüklerden yüksekti. Kritik güçteki egzersiz süresi ve iş ile VO2max ve anaerobik eşikler arasında ilişki yoktu. Sonuç: Kritik gücü maksimal aerobik güçle ve bazı anaerobik eşiklerle ilişkili bulmamıza rağmen, kritik güçteki egzersiz süresi ve işle bu dayanıklılık parametreleri arasında ilişki bula madığımız için kritik güçteki egzersiz süresinin ve işin, dayanıklılığın tayininde ölçü olarak kullanılamayacaklarını düşünüyoruz.
Objective: To evaluate the relations among the critical power, maximal oxygen utilization and anaerobic thresh- olds. Method: İn order to determine the maximal oxygen consumption and anaerobic thresholds on 30 sedentary men aged 18-22 years, an incremental maximal exercise test on cycle ergometer was performed. Respiratory gas parameters were recorded by SensorMedics 2900 Metabolic Measurement Cart in every 20, heart rate values were recorded by Polar Sport Tester in every 5 seconds and blood lactate concentrations were determined by Accusport Lactate Analyzer on capillary blood samples from fingerpoint at the end of every two minutes. From the gas exchange parameters and heart rate and lactate values, three separate ventilatory thresholds, heart rate deflection point and the onset of blood lactate accumulation were calculated. Three different loads were applied for the critical power test at different days and linear work-time relationship method was used to estimate the crit ical power. Each participant performed an exercise test at his critical power until exhaustion and then the duration of exercise and work were determined. Results: İt was found that the critical power was correlated with VO2max and some anaerobic thresholds. The critical power was lower than the load at which VO2max was occurred, but higher than the loads at which anaerobic thresholds were occurred. The duration of exercise and work at the crit ical power were not correlated with VO2max and anaerobic thresholds. Conclusion: Although the critical power is related to the maximal aerobic power and some anaerobic thresholds, we consider that duration of exercise and work at the critical power can not be used as criteria in the determination of endurance since exercise time and work at the critical power are not correlated to these endurance parameters.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardıopulmoner By-Pass Ye Trııodothyronıne (t3)
Cevat Özpınar, Sami Ceran, Mehmet Yeniterzi, Tahir Yüksek, Kadir Durgut, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Kardıopulmoner By-Pass Ye Trııodothyronıne (t3)
Kardıopulmoner By-Pass To Trııodothyronıne (t3)
Klinigimizde acik kalp ameliyati uygulanan 26 hastamn preoperatif erken postoperatif ve postoperatif 7. glinde alinan kanlarinda TT3, 1'4, FT3, FT4 ve TSH dego-leri calr alms ve postoperaty' erk-endijnonde hasralann 2'si hark- ti mande Film bra parametrelerin di4tagii gozlemni§tir. Tiroid hormonlarinin myokard kontraktilitesini artirdigi bir diger ijardeyle her iki ventrikill iizerine pozitif inotrop etki yaprigi gozOniine alindtgamici nzellikle hipotiroidili veya otimid 0117111371242 ragmen sal ventrikiil ejeksion fraksionu % 30'un altindaki hastalarda postoperatif gozlenen timid hormon seviye dii4iikliikleri hem hastalarin pozitij' inotrop destek ihtiyaclarzni artirmakta hatta baz1 hastalarda belirgin kalp debisi du5cilklugu nedeniyle intraaortik balon pompasi ihtiyacint giindone ge--. tirmektedir.
In the preoperative early postoperative and postoperative 7th gland blood samples of 26 patients who underwent open heart surgery in our clinic, TT3, 1'4, FT3, FT4 and TSH values were obtained and 2 of the patients who were postoperatively early were evaluated by the parameters of the film bra. Observed the di4ta. Thyroid hormones increase myocardial contractility and have positive inotropic effect on both ventricle iizer with another ijarde. patients need an intraaortic balloon pump due to the marked cardiac output sensitivity. crouching.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
Mehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanserinin Biseps Metastazı
Çağdaş Yavaş, Ahmet Büyükyörük, Güler Yavaş, Murat Araz, Özlem Ata
Olgu sunumu
Özeti
Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanserinin Biseps Metastazı
BIceps MetastasIs From Non-Small Cell Lung Cancer
Küçük hücre dışı akciğer kanserinin (KHDAK) iskelet kasına metastazı nadir görülen bir durumdur ve en etkin tedavi seçeneği tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada KHDAK’nin biseps kası metastazı nedeni ile palyatif radyoterapi uygulanan bir olgunun özellikleri ve tedavi sonucu sunulmuştur. Elli yaşında, küçük KHDAK’ne bağlı biseps metastazı olan hasta sunuldu. Kemoradyoterapiden 1 ay sonra hasta sağ kolunda ağrılı kitle yakınması ile kliniğimize başvurdu. Sağ biseps braki kasındaki ağrılı kitleden alınan biyopsinin sonucu akciğer adenokarsinom metastazı ile uyumlu geldi. Hastanın ağrılı kitlesine yönelik palyatif radyoterapi uygulandı ve sistemik kemoterapi planlandı. Palyatif radyoterapi sonrasında sağ biseps kasındaki metastatik kitlenin ağrısı kayboldu. Palyatif radyoterapiden 2 ay tanı anından ise 18 ay sonra hasta solunum yetmezliği nedeni ile kaybedildi. KHDAK’nin kas metastazı yaptığı olgularda palyatif radyoterapi iyi bir tedavi seçeneği olabilir.
Skeletal muscle metastasis from non-small-cell lung cancer (NSCLC) is a rare event and the optimal treatment strategy is still unknown. Herein we report a case with biceps metastasis from NSCLC. A 50-year-old man with a distant biceps metastasis due to NSCLC is presented. One month after chemo-radiotherapy and adjuvant chemotherapy the patient was readmitted with a painful mass located on the right biceps brachii muscle. A biopsy of the painful mass disclosed the muscle metastasis pulmonary adenocarcinoma. The patient was treated with palliative radiotherapy and systemic chemotherapy was planned. At the end of the palliative radiotherapy his pain was disappeared. Two months later (18 months after the diagnosis) the patient died of respiratory failure. Palliative radiotherapy may be a good treatment option for patient with muscle metastasis from NSCLC.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kulak Burun Boğaz Pratiğinde Baş Ağbısı Semptomu
Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Orhan Gül
Araştırma makalesi
Özeti
Kulak Burun Boğaz Pratiğinde Baş Ağbısı Semptomu
Headache Semptom In PractIse Of Ent
1989 yılı içinde S.Ü.T.F. KBB polikliniğine başvuran ve baş ağrısı şikayeri olan 200 hasta bu araştırma kapsamına alındı. Hastalardan alınan detaylı anamnez ve yapılan tetkikler ve ilgili klinik-lerle yapılan işbirliği sonucu 200 hastada baş agrısının etyolojik dağılımı ortaya kondu. Vakaların 85iinde (9'042.5) baş ağrısı burun ve paranazal sinüs patolojilerine bağitydı. 115 vakada (%57.5) baş ağrısının sebebi diğer patolojilere bağlandı.
In 1989, 200 patientes, admitted to ENT outpatient clinic with the cornpiani of headache were included in ihis researchment. Examinations and history in tetail taken from the patients and with the help of related clirtics the etiologic spread of headache was found out. in 85 cases headache was due to the pathology of the nose and the paranasal sinus. in 115 of cases, the cause of headache was attribuied to the other pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Erdal Peker, Murat Doğan, Sinan Akbayram, Selçuk Bektaş, A. Faik Öner
Olgu sunumu
Özeti
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Pulmonary Involvement In BrucellosIs
Bruselloz, gram-negatif bakteri ailesinden Brusella türü bakterilerle oluşan zoonotik bir hastalıktır. Bruselloz, dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeye devam etmektedir. Bakteri başta retiküloendotelyal sistem olmak üzere eklem, kalp, böbrek gibi pek çok sistemi tutabilir. Solunum sistemini tuttuğu bilinmesine rağmen akciğer tutulumu nadirdir. Akciğer tutulumu olan hastalarda klinik bulguların ve komplikasyonların nonspesifik olması tanı koymayı zorlaştırmaktadır. Bu olgu sunumunda, ateş yüksekliği, öksürük, balgam çıkarma, hemoptizi, halsizlik, istahsızlık, dizlerde ağrı şikâyetiyle başvuran 6 yaşındaki erkek hasta pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla yatırıldı. Yapılan tetkiklerinde hepatosplenomegali ve bisitopeni saptanan olgunun alınan kan ve plevral efüzyon mayisinden RoseBengal testi (+++) ve Wright agglütinasyon testi 1/1280 (+) saptandı. Olgu brusellaya bağlı pnömoni ve plevral effüzyon olarak kabul edildi. Olgu nadir görülmesi ve ülkemiz gibi brusellanın endemik olduğu ülkelerde brusellaya bağlı komplikasyonların geniş bir yelpazede olduğunu vurgulamak üzere sunuldu.
Brucellosis is a zoonotic disease caused by bacteria of the Brucella subspecies from the gram-negative bacteria family. Brucellosis continues to be a public health problem worldwide, especially in developing countries. The bacteria can involve the reticuloendothelial system foremost, and many systems such as joints, the heart and the kidneys. Despite the respiratory system involvement being known, lung involvement is rare. Non-specific findings and complications in the patients with lung involvement makes the diagnosis difficult. In this case report, a 6-year-old male patient, presenting with the complaints of fever, cough, expectoration, hemoptysis, exhaustion, anorexia and knee ache, was hospitalized with the diagnosis of pneumonia and pleural effusion. On the performed examinations, hepatosplenomegaly and bicytopenia were detected. The Rose-Bengal test was (+++) and the Wright agglutination test was 1/1280 (+) in the blood and pleural effusion fluids of the case. The case was considered to be a pneumonia and pleural effusion due to brucella. The case has been presented since it is rarely seen, and in order to emphasize that in countries such as ours, in which brucella is endemic, complications due to brucella show a wide spectrum.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asetılkolın Ile Kasılan Role Kobay Ve Tan/san Mıde Fundusunda Pınaverıum'un Etkısı Ve Bunun Kalsıyum Ile Ilıskısı
Ekrem Çiçek, H. İbrahim Karabacak, Esra Kısmet Atalık
Araştırma makalesi
Özeti
Asetılkolın Ile Kasılan Role Kobay Ve Tan/san Mıde Fundusunda Pınaverıum'un Etkısı Ve Bunun Kalsıyum Ile Ilıskısı
The Effect Of PInaverIum On Isolated GuInea-PIg And RabbIt Stomach Fundus Contracted WIth AcetylcholIne And Its RelatIon WIth CalcIum
Izole kobay ye Cav an mile fundusunda yaptlan bu in vitro calqmada, kalsiyumsuz ortamda 10-4 M asetilkohn (ACh) ile kasilan dokular fizerine konsantrasyonda uygulanan kalsiyumla (10-4 -10-2 M) elde edilen cevaplara pinaveriumun etkisi 077 mM Na2 EDTA iceren Ca+2 'suz ortamda 10-4 M ACh ile elde edilen cevaplar, kiimillatif kan-santrasyanda Ca+2 ilavesiyle doza bagunli bir anlamh olarak arm. Ortamda pinaverium (10-5 M) varliginda her iki dokuda da maksimum cevap anlamh olarak azaldt. Kobay mide fundusunda pi-naveriuma bagli inhibisyonun taq.an mide fun-dusuna gore anlamli olarak yiiksek ()Mugu goriildii (P<(L05)_ Elde edilen bulgular, pinaveriumun muhtemelen her iki dokuda da ekstraseliller Ca+2 giri ini inhibe edebilecet ini gostermektedir.
In this in vitro study, by using Ca-I-2 -free me-dium, the effect of pinaverium on acetylcholine (ACh) responses induced by cumulative addition. of Ca+2 (10-4 - 10-2 M) was investigated in isolated gu-inea pig and rabbit stomach fimdus. The responses induced with 104 M ACh, Ca+2 -free medium containing 0.77 mM Na7 EDTA, sho-wed a dose-dependent and significant increase by addition of cumulative concentration of Cal-2 . In the presence of pinaverium (10-5M), the maximum response decreased significantly in both pre-parations. It was showed that the inhibition induced by pinaverium was higher in guinea-pig stomach fundus than in rabbit stomach ftmdus (P<0.05). The results suggest that extracellular Ca+2 - int-lux can be inhibited by pinaverium in both pre-parations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran Anestezisinin Yetişkin Rat Karaciğer Ve Böbreği Üzerine Etkileri
Mesut Ünal, Ruhiye Reisli, Jale Bengi Çelik, Sema Tuncer, Mustafa Cihat Avunduk, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran Anestezisinin Yetişkin Rat Karaciğer Ve Böbreği Üzerine Etkileri
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran AnestezIsInIn YetIşkIn Rat KaracIğer Ve BöbreğI ÜzerIne EtkIlerI
Deneysel çalışm alar sevofluranın tekrarlanan uygulamalarının toksik olabileceğini belirtmektedir. Bu anestezik ajanın direk etkisinden olabileceği gibi, sevofluranın sodalaym tarafından parçalanm ası sonucu oluşan toksik ürün lere bağlı da gelişebilir. Bu çalışmanın amacı, erişkin raflarda sodalaymlı ve sodalaym sız devrelerde tekrarlanan sevofluran anestezisinin, karaciğer ve böbrek üzerine etkilerini araştırmaktır. Lokal hayvan etik kurul kararı alındıktan sonra 30 adet erişkin VVistar rat 3 gruba ayrıldı. Batlar özel olarak yaptırılm ış transparan plastik kutuya a lın d ıla r. Kontrol grubu olan Grup K ’ya %100 O2 verildi. Sodalaymsız anestezi devresinde sevofluran uygulanan gruba Grup S %100 O2 içinde % 2.5- 2.7 konsantrasyonda sevofluran uygulanırken, aynı gaz karışımı sodalaymlı anestezi devresinde Grup S S ’e uygulandı. Batlara, gün aşırı toplam 5 kez olm ak üzere 60 dakika sevofluran anestezisi uygulandı. Kan örneklerinden Üre, kreatinin, SGOT, SG PT ve alkalen fosfataz değerleri elde edildi. 10. günde raflar sakrifiye edildikten sonra, karaciğer ve böbrek doku örnekleri ışık m ikroskobisi ile histopatolojlk olarak değerlendirildi ve preparatların ortalama hasar skorları (OHS) hesaplandı. Grup S ve Grup SS’de SG PT değerleri grup C ’ye göre yüksek bulundu (p<0.05). Karaciğer histopatolojisinde ise istatistiksel olarak anlamlı olmayan m i nimal değişiklikler mevcuttu. BU N ve kreatinin düzeylerindeki değişiklikler açısından gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu. Grup S ve grup S S ’in böbrek OHS’ları, grup C den yüksekken (p<0.05), grup S ve grup SS arasında fark yoktu. Tekrarlanan sevofluran anestezisinin O HS’na göre karaciğer üzerine m inim al etkisi olduğu, %100 O2 ile sodalaymlı devrede uygulanan sevofluranın histopatolojik olarak karaciğer hasarını artırmadığı gözlendi. Sodalaym ın ek karaciğer hasarına sebep olmadığı kanaatine varıldı. Tekrarlanan sevofluran anestezisinin, erişkin rat böbrek dokularına toksik etkisi olduğu ve bu toksisiteyi sodalaymın artırdığı saptandı.
Experimental studies showed that recurrent exposure to sevoflurane can be toxic. İt may be either related with direct effects of this anaesthetic agent or with the degradation of sevoflurane by soda lime which is also known to produce toxic products. The aim of this study was to investigate the effect of repeated sevoflurane anaesthesia on kidney and liver in rats vvith or vvithout soda lime. After local ethical comitte aproval thirty adult VVistar rats vvere divided into three groups. The rats were placed in a specially prepared transparant plastic box. Group C was the control group. Theyreceived 100% O2 . İn the anaesthesia circle vvithout soda-lime sevoflurane in 2.5 -2 .7 % concentration vvith O2 (100 %) were administered directly in group S, vvhile the same gas mixture was applied through the soda lime in group SS. Bepeated anesthesia (five times) was applied to the rats for sixty nainutes vvith two days intervals. Blodd ürea nitrogene, creatinin, SGOT, SGPT and ALP levels were assessed from the blood sample. Follovving sacrifice, kidneys and livers vvere obtained from the rats for examination using light microscopy for histopathological evaluation and mean damage scores (MDS) of the specimens vvere calculated. SGPT values were higherin group S and SS vvhen compared vvith group C (p<0.05). There vvere only minimal changes in histopathological evaluation of liver vvhich was not statistically significant. The changes in BUN and creatinin levels vvere not significant among the groups. The MDS’s in renal tissues vvere significantly higher in group S and SS vvhen compared vvith group C, vvhile there vvere no dif- ferences betvveen group S and SS. İt vvas concluded that repeated exposure to sevoflurane has minimal effects in liver accord- ing to mean damage score and in the presence of soda lime, sevoflurane anaesthesia vvith 100 % oxygene did not signifi cantly increased histopathological damage to liver. The toxic effects of sevoflurane on renal tissue vvere greater in rats espe- cially vvhen sevoflurane vvas administered through the sodalime
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ötiroid Guvatırlı Hastalarda Preoperatif Değışık Yöntemlerle Aldosteron Baskılanması
Adil Kartal, Yüksel Tatkan, Mehmet Metin Belviranlı, A. Erkan Ünal, Şakir Tekin, İrfan Tunç, Mehmet Akdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Ötiroid Guvatırlı Hastalarda Preoperatif Değışık Yöntemlerle Aldosteron Baskılanması
InhIbItIon Of Aldosteron By DIfferen1 Alethwh ApplIed Before And DurIng OperatIon$ In PutIents WIth EuthyroId GoItre
Cerrahi travmaya karşı gelişen aldosteron cevabının tuzlu serumların ameliyat öncesinde ve sonrasında verilmesiyle baskılandığı gösterilmiştir. Bu baskılama yöntemler kolesistektomili vakalarda yapılmıtır. Unıform tutulabilmeleri güç olan ötiroid hastalarda aldosteron inhibisyortu 21 hasta üzerinde çalışılarak araştırıldı. Literatürden farklı olarak aldosteron antdgonisti grubu oluşturuldu. Tuzlu serum ve agonist grup sonuçlarl kendi aralarında ve. şekerli serum grubunun sonuçlarıyla karşılaştırıldı. Tiroideluomi olgularında aldosteron inhibisyonu en çok aldosteron antagonisti grubunda, daha sonra da tuzlu serum grubunda görüldü.
It has been described that aldosteron response to trauma depressed by safin solıdion which were giyen before and during operation. These ınethody r f inhibition were applied tn patients undergoing cholecystectomy. iVe investigated inhibition aldosteron in 21 patients with euthyroid goitre which are difficult ta keep irt uniform. Unlike the liger4.2ture, wc constituted a group paiient adınin. istered aldosteron antagonim (Spironofacton). We compared the results of the groups Ivith each other. The results showed that increase of aldosteron could be inhibited by spironolackın and safin adminisration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Bedri Özer, Ziya Cenik, Yavuz Uyar, Tolga Şahiner
Araştırma makalesi
Özeti
Adenotonsillektomide Primer Hemorajilerden Korunmada Lokal Bizmut Subgallat Uygulaması
Local ApplIcatIon Of BIzmut Subgallate In The Pre VentIon Of PrImer Hemorrhage After AdenotonsIllectomy
Tonsillektomi ve Adenotonsillektomi Kulak Burun Boğaz alanında sık uygulanılan bir cerrahi girişimdir. Tonsillektomi sonrası kanama insidansının gittikçe düşmesine rağmen cerrah için hala ciddi bir sorundur. Bizmut Subgallat adenotonsillektomi kanamalarından korunmada etkili bir ajandır. Koagulasyonu Parsiyel tromboplastin zamanını etkilemek suretiyle aktive etmekte ve pıhtılaşma süresini kısaltmaktadır. Bizmut Subgallat bunu Hageman Faktörü etkilemek suretiyle yapmaktadır. Bu çalışmada 39 hastanın operasyonlarında topikal Bizmut Subgallat uygulamasının sonuçları tartışılmıştır.
Tonsillectomy (with or without adenoidectomy) continious to be a commonly peıformed operation in the practice of otorhinolaryngology. Although the incidance of postonsillectomy haemorrhage has been decreased it is serious problem for surgeons. Bizmut Subgallate is an effective agent in pre-venting hemorrhage after adenotonsillectomy. It is shortened the clotting time of whole blood an activation of coagulation in assays of the partial thromboplastin time. The action of Bizmut Subgallate was localized to an effect on Ilageman Factor. In this report; control of bleding using topical Bismut Subgalltıte in the operation of 39 patients was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Müslim Yurtçu
Derleme
Özeti
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnferior Oblik Hiperfonksiyonunda Binoküler Görme
Ümit Kamış, Birsen Gökyiğit, Ömer Faruk Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
İnferior Oblik Hiperfonksiyonunda Binoküler Görme
BInocular VIsIon In InferIor OblIque HyperfunctIon
Amaç: İnferior oblik hiperfonksiyonu olan hastalarda ambliyopi ve binokülarite sıklığının hiperfonksiyonunun si metrik veya asimetrik olmasına göre araştırılması. Gereç ve Yöntem : İstanbul Beyoğlu Hastanesi Göz Kliniği Şaşılık Biriminde muayene edilen heterotropyalı 93 hastada İnferior oblik hiperfonksiyonu (İOHF) olduğu görüldü. Her iki gözdeki İOHF'nu eşit olan 32 hasta "simetrik" olarak, değişik olan 61 hasta "asimetrik" olarak gruplandırıldı. Hastaların ambliyopi ve binokülariteleri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Simetrik grupta ambliyopi % 21.37, asimetrik grupta % 55.73 olarak bulundu. Güvenilir bir füzyon muayenesi uygulanan 69 hastadan simetrik grupta füzyon % 74.07, asimetrik grupta % 35.71 olarak kaydedildi. İki grup arasında fark istatistik olarak anlamlı bu lundu (px0.05). Sonuç: Asimetrik inferior oblik hiperfonksiyonu olan hastalarda ambliyopi oluşması ve binoküler görmenin gelişmemesi riski açısından dikkatli takip gerekmektedir.
Purpose: Investigation of frequency of amblyopia and binocularity in patients with symmetric or asymmetric in ferior oblique hyperfunction. Material and methods : This study includes 93 patients with heterotropia which were found to have inferior oblique hyperfunction (IOH) upon examination in İstanbul beyoğlu Hospital Eye Clinic Strabismus Department. 32 patients who had equal İOHF in both eyes were grouped as "symmetric" and 61 pa tients who had unequal İOHF as "asymmetric". Findings: İn the group with symmetric İOHF, amlyopia was found in 21.37 % of cases and in asymmetric group 55.73 %. İn 69 patients who had reliable fusion examination, bet- ween the fusion was recorded in 74.07 %in the symmetric group and 35.71 % in the asymmetric group. There was a significant difference two groups (p < 0.05). Results: Because of the risk of developing amblyopia and in- hibition of binocular Vision we, one should follow patients with asymmetric İOHF very carefully.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ginkgo Biloba Ekstresinin (egb-761) İzole İnsan Umbilikal Arteri Kasılma Yanıtları Üzerine Vasküler Etkileri
Çiğdem Gökbaş, İpek Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Ginkgo Biloba Ekstresinin (egb-761) İzole İnsan Umbilikal Arteri Kasılma Yanıtları Üzerine Vasküler Etkileri
Vascular Effects Of GInkgo BIloba Extract (egb-761) On Isolated Human UmbIlIcal Artery ContractIon Responses
Amaç: Ginkgo biloba, geleneksel Çin tıbbında astım, öksürük ve enürezis gibi çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Standardize Ginkgo biloba ekstresi, EGb-761, hayvan çalışmalarında vazodilatasyona neden olan flavonoidler ve terpenoidler içerir. EGb-761'in insandaki umbilikal dolaşım üzerindeki etkileri hakkında çok az bilgi mevcuttur. Bu in vitro çalışma, EGb-761'in izole insan umbilikal arter üzerindeki vasküler etkilerini ve bu etkilerde nitrik oksit (NO) ve prostaglandinlerin rolünü değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Gereçler ve Yöntem: İzole edilmiş insan umbilikal arter şeritleri, Krebs-Henseleit solüsyonu içeren organ banyolarında asılarak, sürekli olarak %95 O2-%5 CO2 ile gazlandırıldı. Dinlenme süresinden sonra uygulanan ajanların oluşturduğu izometrik vazoaktif değişiklikler kaydedildi. Farklı doku gruplarında (n=9) şu deneysel prosedürler yapıldı; 1) Kümülatif uygulanan EGb-761'in (50-500 µg/ml) umbilikal arter şeritlerinin bazal tonusu üzerindeki etkisi. 2) Kümülatif EGb-761'in 10-6 M 5-HT ile arter şeritlerinde oluşturulan kasılma yanıtı üzerindeki gevşetici etkisi. 3) Kümülatif EGb-761'in L-NAME ile inkübasyon sonrası 5-HT ile arter şeritlerinde oluşturulan kasılma yanıtı üzerindeki gevşetici etkisi 4) Kümülatif EGb-761'in indometazin ile inkübasyon sonrası 5-HT ile arter şeritlerinde oluşturulan kasılma yanıtı üzerindeki gevşetici etkisi ve 5) Kümülatif EGb-761'in L-NAME ve indometazin ile inkübasyonu sonrası 5-HT ile arter şeritlerinde oluşturulan kasılma yanıtı üzerindeki gevşetici etkisi. Verilerin istatistiksel analizinde karma etki modelleri kullanıldı. p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi.
Bulgular: Kümülatif EGb-761 uygulaması (50-500 µg/ml) arter şeritlerinin bazal tonunu değiştirmedi (p>0.05). Kümülatif EGb-761 (50-500 µg/ml), 5-HT kaynaklı kasılma cevaplarında konsantrasyona bağlı gevşeme oluşturdu (p<0.05). L-NAME, EGb-761'in (50-500 µg/ml) tüm konsantrasyonlarında 5-HT kasılmaları üzerinde oluşturduğu gevşeme yanıtlarını önemli ölçüde azalttı (p<0.05). L-NAME, EGb-761'in düşük konsantrasyonlarında (50-100 µg/ml) oluşturduğu gevşeme yanıtlarını ise tamamen inhibe etti. İndometazin ise bu yanıtları daha yüksek EGb-761 konsantrasyonlarında (200-500 µg/ml) anlamlı şekilde inhibe etti (p<0.05). L-NAME + indometazin, tüm EGb-761 konsantrasyonlarının (50-500 µg/ml) oluşturduğu yanıtlarda anlamlı şekilde inhibisyona neden oldu (p<0.05). Dahası, L-NAME ve indometazinin birlikte uygulanması, bu gevşeme yanıtlarında belirli EGb-761 konsantrasyonlarında tek başına L-NAME ve indometazinden daha güçlü bir inhibisyon ile sonuçlandı.
Sonuç: EGb-761, insan umbilikal arterinin bazal tonusunu etkilememektedir. EGb-761’in 5-HT ile önceden kasılma oluşturulan insan umbilikal arter şeritlerine kümülatif olarak uygulanması anlamlı şekilde konsantrasyona bağlı gevşeme yanıtı oluşturmaktadır. NO ve prostaglandinler, bu vazodilatasyon mekanizmasında EGb-761 konsantrasyonuna bağlı olarak değişen potansiyelde katkıda bulunmaktadır. Ayrıca prostaglandinler bu yanıtlarda NO ile sinerjik etki yaratmaktadır.
Aim: Ginkgo biloba is used in traditional Chinese medicine for the treatment of various illnesses, including asthma, cough, and enuresis. Standardized Ginkgo biloba extract, EGb-761 contains flavonoids and terpenoids, which induce vasorelaxation in animal vessels. Little information is present on the effects of EGb–761 on human umbilical circulation. This in vitro study assesses the vascular effects of EGb-761 on the isolated human umbilical artery and the role of nitric oxide (NO) and prostaglandins in these effects.
Materials and methods: Isolated human umbilical artery strips were suspended in organ baths containing Krebs-Henseleit solution, continuously gassed with 95% O2-5% CO2. After a resting period, the isometric vasoactive changes to the applied agents were recorded. The following experimental procedures were conducted in different groups of strips (n=9); 1) Effect of cumulative EGb-761 (50-500 µg/ml) on the basal tonus of the artery strips. 2) The relaxant effect of cumulative EGb-761 on contraction elicited by 10-6 M 5-HT. 3) Effect of L-NAME incubation on the relaxant effect of cumulative EGb-761 on contraction elicited by 5-HT. 4) Effect of indomethacin incubation on the relaxant effect of cumulative EGb-761 on contraction elicited by 5-HT. 5) Combined effect of L-NAME and indomethacin incubation on the relaxant effect of cumulative EGb-761 on contraction elicited by 5-HT. Mixed effect models were used for Statistical analysis of the data. p<0.05 was considered significant.
Results:
The application of cumulative EGb-761 (50-500 µg/ml) did not alter the basal tone of the artery strips (p>0.05). Cumulative EGb-761 (50-500 µg/ml) generated concentration-dependent relaxation in 5-HT induced contraction (p<0.05). L-NAME significantly reduced the relaxation responses at all concentrations of EGb-761 (50-500 µg/ml) on 5-HT induced contractions (p<0.05). L-NAME completely inhibited relaxation responses of low concentrations (50-100 µg/ml) of EGb-76. Indomethacin significantly inhibited these responses at higher concentrations of EGb-761 (200-500 µg/ml) (p<0.05). L-NAME + indomethacin resulted in significant inhibition of relaxation responses with all concentrations of EGb-761 (50-500 µg/ml) (p<0.05). In addition, the co-administration of L-NAME and indomethacin resulted in a stronger inhibition in these relaxation responses at certain concentrations of EGb-761 than L-NAME and indomethacin alone.
Conclusions: EGb-761 does not affect the basal tone of the human umbilical artery. Cumulative application of EGb-761 in human umbilical artery strips precontracted with 5-HT generates significant concentration-dependent relaxation. NO and prostaglandins are involved in the mechanism of vasodilatation with varying potentials depending on the EGb-761 concentration. Prostaglandins also create synergy with NO in these responses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sakroiliak Eklem Tutulumu İle Seyreden Alkalen Fosfatazın Normal Olduğu Bir Paget Hastası
Yunus Ugan, Mehmet Şahin, Şevket Ercan Tunç, İsmail Hakkı Ersoy, Banu Kale Köroğlu, İrem Arı
Olgu sunumu
Özeti
Sakroiliak Eklem Tutulumu İle Seyreden Alkalen Fosfatazın Normal Olduğu Bir Paget Hastası
A Paget PatIent WIth SacroIlIac JoInt Involvement And Normal AlkalIne Phosphatase Level
Paget Hastalığı, artmış osteoklastik aktivite sonrası aşırı kemik yapımıyla karakterize olan ve osteoporozdan sonra ikinci sıklıkta görülen bir kemik hastalığıdır. Genellikle ileri yaştaki erkeklerde görülmektedir. Klinik olarak kemik ağrıları, patolojik kırıklar, nörolojik ve işitsel problemler görülse de hastaların çoğu asemptomatik seyretmektedir. Hastalığın patogenezi tam olarak aydınlatılamamakla beraber genetik faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Tanı alkalen fosfataz yüksekliği ve radyolojik bulgular ışığında koyulur. Tedavide bifosfonatlardan büyük oranda fayda görülmektedir. Burada yoğun bel ve kalça ağrısı ile kliniğimize başvuran, alkalen fosfataz değerleri normal sınırlarda seyreden ve sakroiliak eklem tutulumu olan, kemik sintigrafisi bulguları ile Paget hastalığı tanısı koyduğumuz bir olgu takdim edilmiştir.
Paget’s disease is the most frequent disorder of bone after osteoporosis characterized by excess bone growth due to increased osteoclast activitiy. It is usually seen in older males. Patients are often asymptomatic but sometimes bone pain, fractures, neurological and hearing problems can be seen. Although the pathogenesis of disease is not clear, genetical factors are thought to play role on pathogenesis. Paget’s disease is diagnosed by elevated serum alkaline phosphatase activity and abnormal radiological findings. Bisphosphonates are useful in controlling disease activity. Here, we present a patient admitted to our clinic with severe pelvic and back pain, mimicking sacroiliitis, diagnosed via bone sintigraphy as Paget’s disease in contrast to normal alkaline phosphatase levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Trekea Düz Kasında B-Adrenerjik Reseptör Agonistleri Ve Fosfodiesteraz İnhibitörlerinin Gevşetici Etkilerinde K+ -Kanallarının Rolü* *
Ayşe Saide Şahin, Kısmet Esra Atalık, Mehmet Kılıç, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Trekea Düz Kasında B-Adrenerjik Reseptör Agonistleri Ve Fosfodiesteraz İnhibitörlerinin Gevşetici Etkilerinde K+ -Kanallarının Rolü* *
The Role Of K+ Channels In B-Adrenoceptor AgonIsts- And PhosphodIesterase InhIbItors- Induced RelaxatIon In The RabbIt Tracheal Smooth Muscle
Tavşan trakea düz kasında yapılan bu in vitro çalışmada izoprenalin, salbutamol, teofilin ve aminofilin ile alınan gevşeme cevapları üzerine K+ kanal blokörleri tetraetilamonyum (TEA) ve glibenklamidin inhibitör etkileri araştırılmıştır. Karbakol ( W 6 M) uygulanarak kasılan dokularda, kümülatif tarzda ilave edilen izoprenalin (10'9 -10~4 M), salbutamol (3x10'7-10'3 M), teofilin (10'9 -1CT4 M) ve aminofilin (10'9 -10'4 M) doza bağımlı tarzda gevşeme cevapları oluşturmuş ve elde edilen % maksimum gevşeme değerleri sırasıyla % 87.83 ± 2.89, % 75.83 ± 2.04, % 73.33 ± 2.55, % 69.83 ± 2.36 olarak bulunmuştur. Belirtilen ajanlara bağlı gevşeme cevaplarının K+ kanal blokörleri TEA ( W 4 M) ve gli- benklamid ( W 3 M) ile anlamlı olarak inhibe edildiği, izoprenalin ve salbutamol cevaplarının inhibisyon oranının daha yüksek olduğu görülmüştür. Kontrol EC5 0 değerleri karşılaştırıldığında gevşetici etki güçlerinin izoprenalin > aminofilin > teofilin > salbutamol şeklinde olduğu saptanmış ve K+ kanal blokörleri bu ajanlar için bulunan doz cevap eğrilerini an lamlı olarak sağa kaydırmıştır. Sonuç olarak izole tavşan trakea düz kasında yapılan bu in vitro çalışmada beta- adrenerjik reseptör agonistleri izoprenalin ve salbutamolun bronkodilatör etkilerinin önemli ölçüde K+ kanallarının ak- tivasyonu ile meydana geldiği, fosfodiesteraz inhibitörü olan teofilin ve aminofilinin bronkodilatör etkilerinde K^ ka nallarının daha az rol oynadığı saptanmıştır.
The aim of this in vitro study was to investigate the inhibitory effects of K+ channel blockers, tetraethylammonium (TEA) and glibenclamide, on the isoprenaline-, salbutamol-, theophylline- and aminophylline- induced relaxation in the rabbit trachea. İn the tracheal strlps pre-contracted with carbachol (W 3 M), isoprenaline (10~9 -10~4 M), salbutamol (3x10 '7-10'3 M), theophylline (10'9 -10~4 M) and aminophylline (10'9 -10~4 M) each produced concentration- dependent relaxation. Mean maximal relaxant responses to isoprenaline, salbutamol, theophylline and aminophylline in the tracheal strips vvere 87.83 ± 2.89 %, 75.83 ± 2.04 %, 73.33 ±2.55% and 69.83 ± 2.36 %, respectively. Relaxant responses of these agents vvere significantly inhibited by K+ channel blockers, TEA (W 4 M) and glibenclamide (W 6 M). The inhibitory ef fects of K+ channel blockers on teophylline- and aminophylllne-induced relaxations vvere lovver than those of isop renaline and salbutamol. The rank order of potency of these compounds was isoprenaline > aminophylline > te ophylline > salbutamol and K+ channel blockers caused a displacement to the right of the dose response curves to these agents. Results indicate that the K^ channels play an important role in the relaxant effects of B-adrenoceptor agonists me an vvhile their role in the teophylline- and aminophylline- induced relaxation is less.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Aortunda Endotele Bağlı Gevşemede Kalsiyum (ca++) Ve Magnezyum (mg++) İyonlarının Rolü
Kısmet Esra Nurullahoğlu Atalık, Ekrem Çiçek, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Aortunda Endotele Bağlı Gevşemede Kalsiyum (ca++) Ve Magnezyum (mg++) İyonlarının Rolü
The Role Of CalcIum (ca++) And MagnesIurn (mg++) Lons On The EndothetIum-Dependent RelaxatIon Of RabbIt Aorta
Tavşan aortunda yapılan bu in vitro çalışmada, endotelli ve endotelsiz dokuda, noradrenalin (NA)'e bağlı kasılmalar üzerine kürnülatif konsantrasyonda uygulanan asetilkolin (ACh) cevaplarının ortamdaki Ca++ ve Mg++ iyonlarına ne ölçüde bağımlı olduğu araştırıldı. Endoteli sağlam dokuda Ca++ 7u ve Mg++1u ortamda uygulanan ACh, 10-9M NAte bağlı kasılmaları büyük ölçüde inhibe etli. Besleyici sıvıdaki bu iyonların, yarıya indirilmesi ile söz konusu inhibisyon anlamlı ölçüde azaldı. Her iki iyonun ortamdan uzaklaştırılması ile inhibisyon görülmedi. Endotelsiz dokuda ise, ACh ilavesi NA'e bağlı kasılrnaları her üç ortamda da anlamlı ölçüde artırdı. Bulgular, tavşan aortunda NA'e bağlı kastimaların ACh tarafından inhibe edilebilmesi için endotelin sağlam olmasının gerektiğini göstermiştir. Ayrıca endoteli sağlam dokuda da ACh'in gevşeme yapabilmesi için ortamda Ca++ ve Mg++ iyonlarının gerektiği ortaya konmuştur.
In this in vitro study it was investigated how much the ACh responses, which obtained after NA contractions in rabb it thorasic aorta preparations with endothelium or withouz endothelium, depends on the concentrations of Ca++ and Mg++ ions in the medium. in peraparation with intact endothelium, Ach inhibited the contractile effect of 10-9M NA on a large scala. When these ions' concentrations were reduced to halt, this inhibition decreased significantly. In Ca+ +-free er Mg++-free solution there was no inhibition. However, in preparations without endothelium and in also three mediurn, addition of ACh increased the contractile response to NA, significantly. The results suggest that there must be an intact endothelium in rabbit aorta for inhibition of . NA-mediated contractions, by ACh. Furthermore, iris demonstrated that, also preparations wıttz intact endothelium Ca++ and Mg++ ions are necessary for relaxation by ACh.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İç Şaşılıklarda Cerrahi Sonuca Etki Eden Faktörler
Ahmet Özkağnıcı, Nazmi Zengin, Mehmet Kemal Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
İç Şaşılıklarda Cerrahi Sonuca Etki Eden Faktörler
Factor InfluencIng The SurgIcal Outcome In EsotrapIa
Preoperatif kayma miktarı, gözün aksiyel uzunluğu, refraktif kusurlar, olgunun yaşı ve benzeri pek çok faktör horizontal şaşılık cerrahisi sonuçlarını etkileyebilir. Bu çalışmada içe kayması olan 65 olguya ait cerrahi sonuçlar analiz edilmiştir. Bulgularımız cerrahi sonuca etki eden en önemli faktörün preoperatif kayma miktarı olduğunu ortaya koymuştur. İç şaşılığı bulunan olgularda preoperatif kaymanın şaşılık cerrahisinin başarısını belirleyen en önemli faktör olduğunu söyleyebiliriz.
Many factors including preoperative deviation, axial length of the eye, refractive errors, age of the patient ete. can influence the response to horizontal strabismus surgery. We analysed the results of strabismus surgery in 65 patients with esotropia. Our results revealed that main factor influencing the surgical outcome was the preoperative deviation. We conclude that preoperative deviation is to be the strongest predictor for response to strabismus surgery for esotropic patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğumsal Brakial Pleksus Paralizisinde Önkol Supinasyon Deformitesinin Restorasyon
Ömer Berköz, Erol Kozanoğlu, Safiye Özkan, Bora Edim Akalın, Türker Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Doğumsal Brakial Pleksus Paralizisinde Önkol Supinasyon Deformitesinin Restorasyon
RestoratIon Of Forearm SupInatIon DeformIty In BrachIal Plexus BIrth Palsy
Amaç: Doğumsal brakialpleksus paralizisi sonrası gelişen önkol supinasyondeformitesi, hem fonksiyonelliği
hem de görünümü olumsuz yönde etkileyen ciddi sekellerden biridir. Supinasyondeformitesinin erken
evrelerinin tedavisinde yumuşak doku girişimleri kullanılırken, geç dönemde kemik girişimlerine ihtiyaç
duyulur. Bu çalışmada farklı evrelerdeki önkol supinasyondeformitelerininrestorasyonu için kullanılan
yöntemler ve sonuçları incelenmiştir .
Hastalar ve Yöntem: Önkol supinasyondeformitesinin restorasyonu amacıyla opere edilen toplam 43
çocuk (ortalama yaş 8.2) çalışmaya dahil edildi.Bu hastalardan 18 tanesine yumuşak doku girişimleri,
25 tanesine kemik girişimleri uygulandı.Yumuşak doku girişimi olarak 14 hastada ise brakioradialis reroutingpronatoplasti,
4 hastada biseps re-routingprosedürü; kemik girişimleri olarak 10 hastada radius
rotasyon osteotomisi, 11 hastada radius başı eksizyonuve 9 hastadadistalradio-ulnarsinositoztercih
edildi. Tüm hastaların ameliyat öncesi ve sonrası aktif ve pasif önkol supinasyon ve pronasyon dereceleri
goniometrik olarak ölçüldü.
Bulgular: Brakioradialisreroutingpronatoplasti ve bicepsreroutingtekniği için ameliyat öncesi ve sonrası
ortalama aktif pronasyon açısı sırasıyla-32,8°’den 30,7°’ye ve -40°’den 42,5°’ye yükselmiştir. Radius
rotasyon osteotomisi, radius başı eksizyonuve distalradioulnarsinostozyapılan hastaların ameliyat öncesi
ve sonrası aktif pronasyon açıları sırasıyla; -70°’den -4°’ye, -53°’den 43°’ye, -80°’den-19°’ye ilerlemiştir .
Sonuç: Doğumsal brakialpleksus paralizisinin geç dönem önkol sekellerinden olan supinasyondeformitesinin
tedavisinde kullanılan gerek yumuşak doku gerekse de kemiğe yönelik palyatif cerrahi girişimler ile tatmin
edici düzeyde fonksiyonel ve postüral düzelme elde edilebilmekt edir.
Aim: Forearm supination deformity is a serious sequela of brachial plexus birth palsy(BPBP) that affects
both functionality and apperance. In the early phase, soft tissue procedures are preferred whereas bone
procedures are preferred in the late phase. In this study, the techniques of forearm supination deformity
restoration and their results were evaluated.
Patients and Methods: Forty three children (mean age of 8.2 years) were included in the study. Eighteen
patients had soft tissue procedures and 25 patients had bone procedures. For soft tissue procedures, 14
patients had bracioradialis re-routing pronatorplasty and 4 patients had biceps re-routing procedures. For
bone procedures, 10 patients had radius rotation osteotomies, 11 patients had radial head excisions and
9 patients had distal radio-ulnar synostosis. Preoperative and postoperative active and passive forearm
supination and pronation degrees were measured goniometrically .
Results: The mean preoperative and postoperative active pronation degrees for brachioradialis re-routing
pronatorplasty and biceps re-routing changed from -32.8° to 30.7° and from -40° to 42.5° respectively.
The mean preoperative and postoperative active pronation degrees for radius rotation osteotomy, radial
head excision and distal radio-ulnar synostosis changed from -70° to -4° and from -53° to 43° and -80°
to -19° respectively .
Conclusion: Satisfactory functional and postural improvements may be obtained with palliative surgeries
that involve either the soft tissue or the bone in the setting of forearm supination deformities that are late
sequelae of BPBP.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klınıgımızde Rehabılıte Edılen Paraplejık Hasaların Tedavı Sonularının Degerlendırılmesı
İsrafil Şimşek, Önder Murat Özerbil, Ömer Faruk Şendur, Kazım Erdoğan, Sami Küçükşen
Araştırma makalesi
Özeti
Klınıgımızde Rehabılıte Edılen Paraplejık Hasaların Tedavı Sonularının Degerlendırılmesı
The Assessment Of Treatment Results Of Pa-RaplegIc PatIents That RehabIlItated In Our ClInk
Bu calışmadaada rehabilite edilen pa-raplejik hastalann tedavi sonuflan de-gerlendirilerek kaynaklarla uv:u kar-idaprildt. cah,smaya (that kadin dokuzu erkek 15 hasta altnnu,s, hastalar de►ografik vzellikleri .vamnda, lez-yon sevivesi, ekli, varalanma nedeni, vataga vataktan Aran gecif, ye yiirume mesane Ye barsak aktiviteleri ve fonksiyonel durumlan yonii►ckn de-, erlendirilini,sdi. rahismarun sonuflan kaynaklarla uvunilu bu-lundu. Parapleji etiyolojisinde can siralan 4gal eden trafik kazasi. yuksekten Arnie ve ateFli silrthla ya-ralannumm hala ulusal sorun ()Imo ko-rudugu Ye ktsttlr ko,cullarda bile rehabilitas•mla onemli cticiide iyileoneler elde edilebilecegi kanisma
In ibis study the outcomes of paraplegic patients that we rehabilitated in our clinic were evaluated and compared to previous studies. Six women and nine men, totally 15 patients were included. Beside their demographic cha-racteristics the patients were assessed according to their lesion level. cause of injury, transfer activities in bed, walking activities, bladder and bowel con-ditions and functional status. At the end of the study the results were found comparable to previous ones and factors which take primarily part in i►e etiology of paraplegia like traf-fic accident, fall from height and gunshot wounding are still thought to be an important national pmb-lent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kromolin Sodyum İle Stabilize Edılmış Nasal Mast Hücrelerının Işık Mıkroskobik Sevıyede Incelenmesı
Aydan Canbilen, Ahmet Salbacak, Selçuk Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Kromolin Sodyum İle Stabilize Edılmış Nasal Mast Hücrelerının Işık Mıkroskobik Sevıyede Incelenmesı
LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of StabIlIzed Nasal Mast Cells Of Rats
Bu çalışmada, bir bis-kromon tiirevi olan kromo-lin sodyum un sıçan nasal mast hücrelerine olan etki-si ışık mikroskobik seviyede incelendi. Kullanılan 20 adet albino dişi ve erkek sıçan Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Laboratuvarından temin edildi. Sıçanlar iki gruba ayrıldı. Kontrol grubundaki 10 sıçan hiçbir madde verilmeden eterle bayıltıldı ve re-gio respiratoria nasi'denfrontal kesiler alındı. Ikinci gruba inhalasyon yoluyla kromolin sodyum verildik-ten sonra burunları kesildi. Kesilen burunların hepsi oda ısısında üç gün Carnoy fiksatifi içinde tesbit edildi. Alkol takibi yapılan dokulardan 5 mikrometre kalınlıgında kesitler alınarak toluidin mavisi ve al-sian mavisi-safraızin O boyaları ile boyanarak ince-lendi. Sonuçta, nasal mukozada gözlenen mast hücre degranülasyonunda hiç bir azalmanın olmadığı, buna karşılık bağ dokusu mast hücre degranü-lasyonunda belirgin ölçüde bir azalmanın olduğu tesbit edildi.
In this light microscopic study, the effects of cromolyn sodium on nasal mast cells of rat was itıvesiigated using alcian blue-safranin O and toluidin blue staining methods. The investigation was peıformed on 20 male and female albino rats which were obtained from the Experimental Animal Laboratory of the Faculty of Medicine, Selçuk University. Rats were divided into two groups of ten rats each. First group was considered as control group. Cromolyn sodium was administered to the second group. Rats were anesthetized by ether and regio respiratoria nasi of rats were frontally excised. Tissues were fixed in Carnoy solution for three days at room temperature, dehydrated with absolute alcohol and embedded in paraffin. Five micrometer sections were cut from the paraffin blocks and stained with alcian blue-safranin O and toluidin blue solutions. frı conclusion, this study revealed that, as an inhibitory agent, cromolyn sodium is ineffective on nasal mucosal most cells but significantly effective on connective tissue mast cells.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Estrojen Ve Progesteron Tedavisi Yapılan Ovariektomill Sıçanlarda Ritodrin Ve Nikardipinin Tokolit.ik Etkilerinin Karşılaştırılması
Mehmet Kılıç, Ayşe Saide Şahin, Kısmet Esra Atalık, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Estrojen Ve Progesteron Tedavisi Yapılan Ovariektomill Sıçanlarda Ritodrin Ve Nikardipinin Tokolit.ik Etkilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of Tocol_ytIc Effects Induced By RItodrIne And NIcardIpIne In OvarIectomIsed Rat Treated WIth Ist-Rogen And Progesterone
izole sıçan uterusunda yapılan bu in virrt) çalışmada, kasıcı ajan olarak kullanılan asetilkolin 114). ak-sitosin (100 ınUlml) ve KC1 (80 tıni,UL, btı,,;11 kastlinalunn ritodrin ve nikardipin gibi uterıts gerşetici hibisyonunda hormonal durumdaki değğinılerin eı.kinki,q araştırılmıştır. Kontrol grubundaki 1-ıavvatılura çalışmada /2 24 saat önce 1 ınglkg dozunda estradiol benzont bir grup sıçanda ise ovariekronıi yupıldıknın sonra 9. - /2. günler arası estradiol benzoat (1 tugıkg.,,,,iiııı re 13. - günler arast da yukarıda belirtilen dozda estrojenle progesteron (1 mg/kgigibıl ıtygulanınışur. Dokular temparatürii 37 'C'de sabit tutulan ve karboten ile sürekli gazlandırılan de Jalon soliisyontı içerisine ainırmş ve ce-vaplar izotonik olarak kaydedilmişrir. Kontrol ve ovariektonıi yapılan sıçan ,fır-ırplaruıda ase-tilkoline ait p132 değerleri arasında anlamlı bir fark bu-lunamamıştır. Asetilkolinle elde edilen kasılnıaların üç farklı konsantrasyonda ritodrin veya nikardipink <10-- 8,10-7,10-6 _M) inhibi.syonunda. ritodrin deneme grubunda daha etkin bulunmuştur. Submaksimal konsantrasvonda (3.10-5 M) uygulanan asetilkolhıe ba;t:,fr kasdına ce-vaplarında ritodrinie elde edilen % maksimum gevşente cevapları _farksız olduğu halde deneme grubunda ritodr-in için hesaplanan IC50 ve 11,2 de.1.-f.erleri daha düşük bu-lunmuştur. Benzer durum nikardipin-ıseıilkolin et-kileşmesi için de geçerlidir. Ritodrin veya nikardipin 10-7. 3.Ifı 10-" oksitosinle elde edilen kasılma cevaplarını denenıe gru-bunda daha güçlü bir şekilde anıagoni:c etmiştir. Benzer şekilde potasyum kloriirle elde £niiletı 4-ısıbıut vaplarının inhibisyonunda tia nikardipin deneme gru-bunda daha etkin bulunmuştur. Sonuçlar, ritodrinin asetilkolin ve oksitosinle elde edi-len kasdniaları deneme grubunda daha belirgin olarak an-tagonize ettiğini. nikardipin-asetilkolin etkileşmesinin hor-monal duruma göre farklılık gösterınedi_i;iııi. buna karşın nikardipinin oksitosin ve potasyum klorfirle oluşturuhm kasılmalart deneme grubunda daha belirgin bir şekilde in-hibe ettiğini göstermektedir. Ayrıca denenıe grubunda ok-sitosin ile oluşan kasılma cevapları üzerine nikarlipinitı inhibitör etkileri ritodrine oranla daha yüksek bu-lunmuştur.
An in vitro sıudy was designed carry out a corn-parative suni]; ta show the antagonistic effect of ritodrine and nicardipine against acetylcholine-, o.xytocin- and INCI-induced contractions in isolated t-at uterus, treated with hormones estrogen or estrogen and progesterone. ln control groups rats were treated with 1 nıglkg est-radiol benzoat 24 hrs. prior ta excision of uterus. On the other hand. the trial group of reis were ovariectomised 9. - 12. davs before estradiol benzoat treatment and tü the sanıe group of rats estradiol benzoat plus progesteron was administered between 13. - 16. clays. The two horns of the ııterus were placed irı isolated organ baths containing de Jalon solution maintained at 37 'C and aerated with 95 % and 5 % CO2 gas mixture. In both control and ovariectomized rats, pD2 values of aceıyicholitıe were not statistically significant. The in-hibirion induced by ritodrine and nicardipine (10-8, 10-7, 10.-" M) in the contractions initiated by acerylcholine was evaluated. Ritodrine was Pim(' ta be more effective on the trial group. Mat-imal percent relaxations caused by ri-todrine and nicardipine were similar in the preparations precontracted by submaximal concentration of acetyl-eholine (3.10-5 Al'). In trial group IC50 and t112 values of ritodrine and nicardipine were than those of control groııps. The inhibition of orytocin-induced contractions by ri-todrine and nicardipine was more protıounced in trial group than control group. Similarly, the inhibition of KCI-induced contraction by nicardipine was clearly more ef-fective on trial group. Results showed that acetyicholine- and oxytocin-induced contractions were antagonized more ellectively by ritodrine in trial group. Tvvo dijferent hormonal tre-anwents did not affect nicardipine-acetylcholine in-teraction, however, oxvtocitı- and KCI- induced cont-ractions were Inhibited by nicardipine more clearly irt control group. Furthermore, in trial groups the inhibitory effect of nicardipine orz oxytocin-induced contractions was greater thall those of ritodrine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv Yaklaşım
Mustafa Şahin, Hüsnü Alptekin, Hüseyin Yılmaz, Fahrettin Acar, Mehmet Ertuğrul Kafalı
Olgu sunumu
Özeti
Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçağının Endoskopik Onarımı: Minimal İnvaziv Yaklaşım
EndoscopIc RepaIr Of AnastomotIc Leakage After Total Gastrectomy: A MInImal InvasIve Approach
Son yirmi yılda, cerrahi sonrasında gelişen özefageal ve gastrointestinal anastomoz kaçaklarının konservatif tedavisinde fibrin doku yapıştırıcı kullanımı gündeme gelmiştir. Bu çalışmada özofagojejunostomi sonrası anastomoz kaçağı gelişen ve fibrin doku yapıştırıcısı kullanarak tedavi ettiğimiz olguyu sunduk. Anastomozdaki defekt çapı küçükse, fistül debisi fazla değilse ve endoskopik olarak ulaşılabilecek mesafede ise bu tedavi yöntemi rahatlıkla uygulanabilir.
In the last 20 years the endoscopic use of fibrin tissue adhesive has been mainly used for the conservative treatment of many postsurgical esophageal, gastrointestinal leaks. In this case report, a patient with anastomotic leakage after esophagojejunostomy treated by endoscopic use of fibrin tissue adhesive was presented. If anastomotic defect is smaller, fistula flow is not more, and distance can be reached by endoscopically, this treatment method can be applied easily.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oksitosin İle Kontrakte Edilen İzole Gebe İnsan Myometriyumuna Klaritromisinin Etkisi
Hüsnü Çelik, Ekrem Sapmaz, Ahmet Ayar
Araştırma makalesi
Özeti
Oksitosin İle Kontrakte Edilen İzole Gebe İnsan Myometriyumuna Klaritromisinin Etkisi
The Effect Of ClarIthromycIn On The Isolated Pregnant Women Myometrlum Contracted By Oxytocln
Amaç: İzole insan miyometrium örneklerinde oksitosin ile uyarılmış kontraksiyonlar üzerine klaritromisin etkisinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Sezaryan operasyonu sırasında alınan 15X3 mm boyutlarında miyometrium örnekleri oksitosin ile uyarıldı. Sırasıyla 0.5mg/ml (Grup I) ve 1mg/ml (Grup II) konsantrasyonda olmak üzere klaritromisinin iki farklı dozu ve plasebo(Grup lll)'nun kontraksiyonların amplitüt ve frekansı üzerine olan etkileri belirlenerek sonuçlar değerlendirildi. Bulgular: Klaritromisinin iki farklı dozunda amplitütlerde doz ve zaman bağımlı bir inhibisyon, frekansta ise zaman ve dozdan bağımsız bir artış tespit edildi (P<0,05). Plasebo uygulanan grupta frekans ve amplitütlerde anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: İnvitro ortam şartlarında klaritromisinin doz ve zaman bağımlı olarak kontraksiyonların amplitütlerini inhibe ettiği, frekanslarını ise doz ve zamandan bağımsız olarak arttırdığı tespit edildi.
The aim of this study was to investigate the effect of clarithromycin on the isolated pregnant human myometrium contracted by oxytocin. The myometrium strips (15X3 mm in size) were obtained during caesarean section. Different concentration of drug; 0.5 mg/ml (Group I) and 1 mg/ml (Group II) was used and no drug was applied to the placebo group (Group III). The two different doses of clarithromycin inhibited the amplitudes, the inhibition was dose and time dependent. Hovvever the frequency was increased independent of dose and time. No changes was observed in both amplitude and frequency of the placebo group. İn conclusion, clarithromycin dose dependently inhibits the amplitude of contractions but also increases frequency of contractions induced by oxytocin in human myometrial strips in vitro.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleri Evre Mesane Tümörlerinde Neoadjuvan M-Vac (metotreksat, Vinblastin, Doksorubisin, Sisplatin) Tedavisi Sonuçlarımız
Ali Acar, Kadir Karabacak, Giray Karalezli
Araştırma makalesi
Özeti
İleri Evre Mesane Tümörlerinde Neoadjuvan M-Vac (metotreksat, Vinblastin, Doksorubisin, Sisplatin) Tedavisi Sonuçlarımız
Neoadjuvant M-Vac (methotrexate, VInblastIne, DoxorubIcIn, CIsplatIn) Treatment Results In HIgh Grade Bladder Tumors.
Kliniğimizde 1996-1999 tarihleri arasında radyolojik ve patolojik olarak değerlendirilerek ileri evre mesane tümörü tanısı konmuş 27 hastaya neoadjuvan MVAC kemoterapisi uygulandı. % 15.4 klinik tam yanıt, % 34.6 klinik kısmi yanıt, % 34.8 klinik yanıtsızlık ve % 19.7 progresyon gözlendi. Hastalardan bir tanesi tedavi sırasında yaygın tümör metastazı ve nötropenik sepsise bağlı olarak yaşamını yitirdi. En sık görülen yan etkiler bulantı-kusma, geçici böbrek yetmezliği, lökopeni ve trombositopeni idi. M-VAC tedavisi kinik yanıt oranının çok yüksek olmamasına karşın düşük yan etki profiliyle ileri evre mesane tümörü olan uygun hastalarda stage düşürmek suretiyle TUR ve diğer alternatif cerrahi seçeneklerine imkan sağlamaktadır.
During 1996 and 1999, we applied MVAC in 27 patients whose final stage bladder tumor depends on pathological and radiological bases at urological department. 15.4 % had complete response, 34.6 % had partial clinical response, 34.8 % hadn’t any clinical response and 19.7% had progression. One of the patient died due to a wide spreed tumor metastasis and neutropenic sepsis during the treatment. The most common side-effects were nausea- vomiting, transient renal failure, leucopenia, and trombocytopenia. M-VAC therapy showed it’s beneficial effect by decreasing the stage so providing TUR possibility and other alternative surgical procedurs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavsan Ve Kobay Aortasında A-Adrenerjık Reseptor Agonıst Ve Antagonistlerıne Verılen Cevapların Yas Ate Temperatur Ile İliskisı
Kısmet Esra Atalık, Ekrem Çiçek, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Tavsan Ve Kobay Aortasında A-Adrenerjık Reseptor Agonıst Ve Antagonistlerıne Verılen Cevapların Yas Ate Temperatur Ile İliskisı
InteractIon WIth Age And Temperature Of The Responses To A-AdrenergIc Receptor AgonIsts And AntagonIsts In The RabbIt And GuInea-PIg Aortas
BU in vitro calışmada, 2-3 aylik genc ye 11-12 aylzk er4kin tav§an ye kobay aortasincla fenilefrin (FEN) ye klonidin (KLO) ile olu§un kaszlma ce-vaplarina ye hu cevaplarin prazosin (PRA) veya yo-himbin (YOH) ile inhibisyonuna ya§in ye hi-poterminin etkileri arayirilmlyir. Kfimiilatif tarzda uygulanan FEN ye KLO bu dokularda doza bagtmh kaszlmalar olu.yurmus ve maksimum kasilmalan ta-kihen kiimillatif konsantrasyonlarda ilave edilen PRA veya YOH, yine doza hagtmli gev§emeye neden olmuyur. Eri skin tawin ye kobay aor-tastnda, FEN ye KLO pD2 degerleri, gene gruha layasla anlamlz olarak buyuk hulunurken, PRA ye YOH icin hesaplanan IC50 ve t1,2 degerlerinde an-lamli bir fark gOzlenmemiyir. 28 °C'de ise, ago-nistlere art pD2 degerleri ile antagonistlere art IC50 ye t112 degerleri, her iki ytq grubunda da, normal temperature (37 °C) kiyasla anlamlt olarak azal-mzyir. Aynca, erifkin tav§an ye kobay aortasinda normal temperatiirde, PRA-FEN etkilgmesinde hu-lunan pA2 degeri, beklenildigi gibi, YOH-KLO et-kilemesinde hesaplanan degerden artlamlt olarak hilyilk bulunmuyur. Bit sonuclar, diger birgok do-kuda oldugu gibi, in vitro §artlarda, talqan ye kobay aortasinda da a-adrenerjik reseptor agonistlerine verilen cevaplarzn yaca ve ortam temperatiiriine, soz konusu resept5r antagonistlerine verilen cevaplartn ise, yalnizca ortam temperatiirfine bagli olarak de-giFhilece,Oni gosterMektedir.
In this in vitro study, the effects of maturation and hypothermia on the contractile responses to phenylephrine (PHE) and clonidine (CLO) and on the inhibition of these responses by prazosin (PRA) or yohimbine (YOH) on young (2-3 months old) and mature (11-12 months old) rab-bit and guinea-pig aortas have been in-vestigated. The cumulative addition of PHE and CLO were dose-dependently contracted these tissues and the dose-dependent relaxations were obtained with the cumulative addition of PRA or YOH on maximum contractions. At 37 °C. as the pa2 values of PHE and CLO were significantly greater in the aortas from mature rabbits and guinea-pigs than from young groups, no age-related changes in the IC50 and 11/2 values of PRA and YOH were detected in both aortas. At 28 °C, the pD2 values of agonists, and the IC50 and t11, values of antagonists were significantly lower than of 37 °C. Furthermore, at 37 °C, as its expected, the values for PRA against PHE were significantly greater than the values obtained with YOH against CLO on aortas from mature rabbits and guinea-pigs. In conclusion, as it's seen in many other tissues, in in vitro conditions on rabbit and guinea-pig aortas. the responses to a-adrenergic receptor agonists were altered with age and temperature although the responses to antagonists were altered with the temperature only.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsanda Lumbosakral Segmental Uyarılmış Elektrospinogramının Dalga Komponentleri Üzerine Fenobarbital'ın Etkisi
Ş. Fatin Reel, Cumhur Ertekin
Araştırma makalesi
Özeti
İnsanda Lumbosakral Segmental Uyarılmış Elektrospinogramının Dalga Komponentleri Üzerine Fenobarbital'ın Etkisi
The Effects Of PhenobarbItone On The SpInal Segmental Cord PotentIals In Man
10 olguda IV. yolla fenobarbital verilmesinden önce ve sonra, N. Tibialis Posterior uyartılarak, intratekal kayıtlama yöntemi ile Th10-11 , Th11-12, Th12-L1 intervertebral aralık seviyesinden, seg-mental spinal potansiyeller kaydedilmiştir. Bu po-tansiyelin komponentkri üzerine fenobarbitalin et-kisi incelenmiş, ve komponentlerin orjinleri saptanmaya çaltşılmıştır. CD tipi potansiyelin NI dalga komponenti üzerine olan inhibitör etki mi-nimal olup, % 2-6 oranında amplitüd azalışı sap-tanmıştır. Esas etki N2 komponenti üzerine olmuş olup, % 45 oranında amplitüd =alış: saptanmıştır. P2 komponenii üzerine etki ise ikisi arastnda olup %25 oranında amplitüd düşmesi görülrnüştür. Bu bulgular ışığında N2 komponentinin postsinaptik aktivite, N1 komponentinin presinaptik aktivite ile kısmen postsinaptik aktivite sonucu oluştuğu P2 komponentinin oluşmasında ise, presinaptik inhibisyon ve sinaptik olayların ilgili olduğu düşünülmüştür.
The effects of phenobarbitone on the spinal segmental cord potentials elicited by stimulation of the posterior tibiul nerve were investigated in 10 subjects. Intrathecal recording technique was used to obtain the spinal potentials. The major ellects of phenobarbitone were to be on the N2 COMponent of the CD potantials, and the amplitudes of the N2 romponent derreased to 45 % of the first value, though the N1 and P2 com-ponents were deereased about 6 % and 25 % of the first value. It was conluded that the NI component of CD potential arise from the presynaptic activily via the dorsal roots and intrameduller extentions of these afferents, and the post postsynaptir activity in the posterior horn relis. The P2 cornponent rep-resents presynaptic inhibition in the primer af-ferents, and postsynaptir activity of the posterior horn rells. The N2 components of the CD po-tentials are due to synaptic and postsynaptic ac-tivity of the spinal cord neurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Torasik Aortasında Ach, Atp Ve Na'e Bağlı Cevaplara L-Name'in Etkisi
Ekrem Çiçek, H. İbrahim Karabacak, Esra Kısmet Atalık, Hülagü Barışkaner
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Torasik Aortasında Ach, Atp Ve Na'e Bağlı Cevaplara L-Name'in Etkisi
The Effect Of L-Name On Responses Due To Ach, Atp And Na In RabbIt Thorack Aorta
Sunulan bu in vitro çalışmada. endotelli ve endotelsiz tavşan torasik aortasında noradrenalin (NA) ile oluşan cevapların asetilkolin (ACh) ve adenozin 5- trıfosfat (ATP) ile inhibisyonuna ve NA'e bağlı kasılma üzerine nitrik oksit (NO) sentez inhibitörü NG - nitro L-arjinin metil ester (L-NAME)'in etkisi araştırılmıştır. 10-5 M NA, endotelli ve endotelsiz dokuda kasılma cevapları oluşturmuş, endotelli dokuda 10-6 M indometasin ında bu cevaplar, kümülatif konsantrasyonda (10-9 - 10-4 M) uygulanan ACh ile % 77.42 ± 6.29. aynı konsantrasyonda ATP tarafindan da % 65.76 ± 8.06 oranında inhibe edilmiştir. Ortamda L-NAME varlığında ise, söz konusu alanlara bağlı inhibisyon sırasıyla % 28.37 ± 2.50 ve % 21.56 ± 2.55 oranında bulunmuştur. Endotelsiz dokuda ACh'e bağlı inhibisyon meydana gelmezken, ATP NA cevaplarını % 23.17± 2.61 oranında inhibe etmiş ve ortama L-NAME ilavesi bu cevabı değiştirmetniştir. Bir başka bölümde kümülatif konsantrasyonda (10-9 - 10-4 M) uygulanan NA'e bağlı kasılma cevapları endotelli dokuda 10-6 L-NAME varliğında % 131.56 ± 8.43 oranında bulunurken, endotelsiz dokuda L-NAME'e bağlı bir etki görülmemiştir. Çalışmada ayrıca L-NAME'in bazal gerilim üzerine etkisiz olduğu da saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar; kullanılan dokuda NA ile oluşan kasılmaların ACh ile inhibisyonunda endotel tabakasının sağlam olmasının gerektiğini, buna karşın ATP gevşemelerinin endotelden bağımsız olarak da gerçekleşebileceğini, ayrıca L-NAME'in endotelli dokuda her iki ajana bağlı NO aracılı gevşemeleri inhibe ettiğini ve NA'e bağlı kasılmaları da artırdığını göstermektedir.
in the pı-esent study, the ejfects of IVG-nitro L-arginin nıethyl ester (L-NAME), a nitric oxide (NO) synthesis inhibitor. on the contraction due to noradrenaline (NA) and on the inhibition of the NA-induced contractik responses by acetylcholine (ACh) and adenozine 5-triphosphat (ATP) have been investigated in rahhit thoracic aorta with ot- without endothelium. 10-5 M NA-induced contractile responses in tissues with or without endothelium and in the tissue with endothelium, the inhihition of these contraction was found 77.42±6.29 % and 65.76±8.06 %, respectively by addition of cumulative concentration (10-9 - 10-4M) of ACh and ATP. In the presence of L-NAME, the inhibition due to of these agents was found as 28.37±2.5 % and 21 .56±2.55 % respectively. While any inhibition due to ACh does not occur in the tissue without endothelium ATP inhibited the reponses of NA at the rate of 23.17±2,61 % and addition of L-NAME to the mediurn did not change the responses. In another pan, in the tissue with endotheliunı the NA (10-9 - 104M) induced contractik responses was found 131 .56±8.43 % in the presence of L-NAME (10-6M) Whereas there's no effect due ta L-NAME in the tissue without endothelium. It has alsa been reported that L-NAME has no effects on the hasat tension, in this study. The ı-esults suggested that, an itact endothelium is essential for the inhihition of the muscle contraction with ACh in tissues ıısed. Morover alsa found that ATP-relıvcations vı'ere free from endothelium, in addition that L-NAME inhihits NO-mecliated relaxations due ta hoth agents in endothelial tissues and increased the contractions due ta NA, too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavsanlarda Eswl Uygulamalarının Meydana Getırd1 I Histopatoloak Hasarlarda Verapamıl, Allopurinol Ve Indometazının Koruyucu Etkılerı
Ercüment Y. Acarer, Ali Acar, İbrahim Ünal Sert, Özden Vural, Mehmet Özeroğlu, Murat Büyükdoğan, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Tavsanlarda Eswl Uygulamalarının Meydana Getırd1 I Histopatoloak Hasarlarda Verapamıl, Allopurinol Ve Indometazının Koruyucu Etkılerı
ProtectIve Effects Of VerapamIl, AllopurInol And EndomethasIn In The HIstopathologIcal De-TrIages Occured DurIng Eswl Procedures In Rab-BIts.
ESWL üst üriner sistem ta,s- hastaligunn te-davisinide yaygm olarak kullamlan giitirerali bir te-davi vantemidir. Bununla birlikte klinik calqmalar ESWL ile tedaviden sonra bobreklerde bazi striik-tiirel clegisiklikler ineydana geldigirai ortaya koy-maktadir. Verapamil, allopurinol ye indoinetazin gibi bazi bisbrek parankinti koruyucu etkileri oldugu bilinmektedir. Taiwnlarda ESWL ye baglz bObrek parankim hasarz ve verapamil, allopurinol ye indometazin'in bu hasarlarz onlemede etkinlikleri araviradi. ESWL uvgulatnalarina baglz etkilenmiy yandaki bobreklerde makroskopik ve mikroskopik de-g4iklikler ortaya kommq, ancak korztyucu azellikli ilaclarm bu hasarlari azaltmadigt, hatta olumsuz yande etki yaptzgl gozlenmi§tir.
ESit'L is a safe and commonly used therapeutic modallyty in the treatment of upper urinary system stones. However, clinical studies have revealed some structural deformities in kidneys following ESWL treatment. The renal paranchymal protective effects of some drugs, such as verapamil, allopurinol and in-domerhasin are well known. In this study, the renal parandvmal demages due to ESWL and the protective effects of verapamil, al-lopurinol and indomethasin on this dernage were ey-perimentaly investigated in rabbits. Macro and microscopic changes in the effected kidney, after ESWL applications, were demostrated but no protective results of those drugs were ob-served even though the drugs had increased harp jill effects in the kidneys.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atrial Natriuretik Peptidlerin Etkı Mekanizması
Fatma Şahin, Neyhan Ergene
Araştırma makalesi
Özeti
Atrial Natriuretik Peptidlerin Etkı Mekanizması
MechanIsms Of ActIon Of AtrIal NatrIuretIc PeptIdes
Atrial Natriüretik Peptidlerin (ANP) etki mekanizması üzerindeki araştırmalar De Bold ve grubu (1) tarafından onun diüretik ve natriüretik özelliklerinin bulunmasından sonra başlamıştır. Daha sonra yapılan çalışmalar, bu hormonun adrenokortikal fonksiyonlann inhibisyonundaki rolü, vazodilatör et-kisi, diğer yapılarda neden olduğu etkiler ve bu etki-lere aracılık eden mekanizmalar üzerinde yoğunlaş-mıştır (2). ANP'nin saflaştınlmasından önce atrial ekstraktın sıçanIara intravenöz enjeksiyonu sonucun-da plazma ve idrarda cGMP seviyesinin arttığı, cAMP seviyesinin ise değişmeden kaldığı gözlenmiştir (3). önceleri ANP'nin biyokimyasal yapısı ve etkisi bilinmediğinden atrial ekstrakt ile guanilat sik-laz aktivasyonu arasındaki ilişki gözden kaçmıştır. ANPfnin biyokimyasal yapısı belirlendikten sonra biyolojik aktivite için temel olan önemli bir disülfid bağı içerdiği öğrenilmiştir (2, 4). ANP'nin belirtilen bu özelliğinin belirlenmesinden sonra çeşitli dokularda guanilat siklazı aktive ettiği anlaşılmıştır (5). Çeşitli dokularda cGMPinin ANP için ikinci haberci olarak rol oynadığı da belirtilmiştir (6).
Atrial Natriüretik Peptidlerin (ANP) etki alanındaki araştırmalar De Bold ve grubu (1) onun onun diüretik ve natriüretik özelliklerinin bulunmasından sonra başlar. Daha sonra yapılan çalışmalar, bu hormonun adrenokortikal fonksiyonlann inhibisyonundaki rolu, vazodilatör et-kisi, diğer yapılarda neden olduğu etkiler ve bu etki-lere aracılık eden mekanizmalar üzerinde yoğunlaş-mıştır (2). ANP'nin saflaştınlmasından önce atriyal ekstraktın sıçtınlmasından önce intravenöz enjeksiyonu sonucun-da plazma ve idrarda cGMP seviyesinin arttığı, cAMP seviyesinin değişmeden kaldığı gözlenmiştir (3). önceleri ANP'nin biyokimyasal yapısı ve etkisi bilinmediğinden atrial ekstrakt ile guanilat sik-laz aktivasyonu arasındaki ilişki gözden kaçmıştır. ANPfnin biyokimyasal yapısı belirlendikten sonra biyolojik aktivite için temel olan önemli bir disülfid bağı içerdiği öğrenilmiştir (2, 4). ANP'nin belirtilen bu özelliğinin açıklamasından sonra dokularda guanilat siklazı aktive ettiği anlaşılmıştır (5). Çeşitli dokularda cGMPinin ANP için ikinci haberci olarak rol oynadığı da belirtilmiştir (6).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Izole Sıçan Gastro-Özofagal Sfinkterinde Asetılkolin'e Bağlı Kasılmalarda Felodipin, Verapamil, Nımodipin Ve Nikardipin'in İnhibıtor Etkılerı
Arzu Küçükosmanoğlu, Ekrem Çiçek, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Izole Sıçan Gastro-Özofagal Sfinkterinde Asetılkolin'e Bağlı Kasılmalarda Felodipin, Verapamil, Nımodipin Ve Nikardipin'in İnhibıtor Etkılerı
The InhIbItory Effects Of FelodIpIne, VerapamIle, NImodIpIne And NIcardIpIne On The ContractIle Response To AcetylcholIne In Isolated Rat Gastro-Esophageal SphIneter
Sunulan bu in vitro çalışmada, sıçan gastro-özofagal sfinkterinde, asetilkoline bağlı kasılma üzerine felodipin, verapamil, nimodipin ve nikardipi-nin gevşetici etkileri araştıri1611. Sıçandan alıan gastro-özofagal sfinkter şeritleri Krebs-Ilenseleit solüsyonu içine alınarak, 10-4 M asetilkolin ile kasıldı. Plato fazı oluştuktan sonra, antagonistlerden biri kiiınülatıf konsantrasyonda (10-9-10-4 M) ilave edilerek cevaplar gözlendi. Çalışmanın diğer bölümünde ise, Ca2+-suz ortamda aseiilkolinle kasılan doku üzerine aynı antagonist kümülatıf konsantrasyonda uygulandı. Ca2+'suz ortamda asetilkoline bağlı maksimum kasılma cevabı, başlangıçta Ca2+'lu ortamda meyda-na gelen kasılmaya yakın büyüklükte oluştu. Bu du-rum asetilkoline bağlı kasılmalarda ekstraselüler Ca2+ yanında, intraselüler Ca2+ kullanıldığını da göstermektedir. Bulgular; bu dokuda kullanılan antagonistlerin inhibitör güç sıralaması= felodipin> verapamil> nimodipin=nikardipin şeklinde olduğunu, ayni inhi-bisyonun Ca2+suz ortamda meydana gelmediğini, böylece söz konusu ilaçların gastro-özofagal sfinkter kasılmaları üzerine etkili olabileceklerini ortaya koymaktadır.
In this in vitro study, the dilatory effects of felodipine, verapamile, nimodipine and nicardipine on the contractile response to acetylcholine in isolated rat esophageal splıincter were investigated. The ga,s-tro-esophageal sphincters, obtained from rats, were suspended in Krebs-lIenseleit solution and were contracted with 10-4 M acetylcholine. In this part of investigation, cumulative concentrations (10-9-10-4M) of one of the antagonists were added in the medium. Then the responses were observed. tn the other part of investigation, cumulative concentrations of the same antagonist were applied on the preparation, which was contracted with acetylcholine in the Ca2+ -free medium. The maximuın contraction response induced by acetylcholine in Ca2+ -free medium was simi lar ta the response, obtained in medium with Ca2 . It was showed that, acetylcholine used both intra-and extracellular Ca2+. The poıency of the inhibitory effects of these calcium channel blockers was felodipine>verapamile>nimodipine=nicardipine. In Ca2+-free medium, there was no inhibition. The re,s-ults suggest that, these calcium channel blockers are effective on gastro-esophageal sphincter contractions and may be tıseful in the treatment of esophageal spasm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta