Tuberkıjloz Plorezilerde Adenosın Deaminaz Aktıvıtesının Tanısal Degerı
Mehmet Gök, Faruk Özer, Oktay İmecik, Hüseyin Vural, Kürşat Uzun
Araştırma makalesi
Özeti
Tuberkıjloz Plorezilerde Adenosın Deaminaz Aktıvıtesının Tanısal Degerı
DIagnostIc Value Of AdenosIne DeamInase ActIvIty In Tuberculous Pleursy
Bu calışmada Selcuk Universitesi Tap Fakiiltesi Gogiis Hastalzklart Anabilim Dalind_a takip edilen 89 plorezili hasta ile kontrol grubu olarak secilen 15 saglxkla bireyin serum ye plevra swat adenosin deaminaz dlizeyleri araytirtlmuttr. Hastalar etyolojik tantlartna gore 4 gruba ayrilmutirr- 1- Taberkiiloz (24 olgu), 2- Malignite (27 olgu), 3- Pnamoni (28 olgu) ye 4- Konjestif kalp yetrnezligi (10 olgu). Serum ADA (SADA) aktivitesi turn hasty gruplartnda kontrol grubuna oranla anlamlz derecede yiiksek olmaszna karlin hasta gruplart arasinda anlamh farklatk gOsterrnedi. Plevra sivisz ortalama ADA aktivitesinin (PADA) taberkaloz grubunda en yiiksek (54.88 ± 5.77 U11) oldugu ye digerleri ile aralarinda anlarnh Park bulundugu saptandi. Plevra mull serum ADA oram (P/S ADA) ise tiiberkiiloz plorezilerde mal ignite ve KKY gruplartna oranla anlamh derecede Ayrzca plevra stvisinda ortalama ADAlprotein, ADAILDH , ADAlkolesterol ye ADAITotal biliriibin oranlartrun da tuberkiiloz kaynakh plorezilerde diger gruplarda bulunan degerlerden biiyiik oldugu gosterildi. Titherkiiloz plorezilerin, tliberldiloz kaynakh ol-mayanlardan ayirdedilmesinde spesifitesi en yiiksek olan parametrenin PADA (% 91), en yiiksek olantn sensitivitesi ise P/S ADA( % 88) oldugu saptandt. Diger parametrelerin ise bu ikisi ile ktyaslanabilir oranda spesifite .ve sensitiviteye sahip olduklart gazlerldi. Bulgulartnuz gore plevra stvzstnda ADA aktivitesinin tiiberkiil o z plorezilerin tantsinda kullanqh bir inceleme yonterni oldugunu gostermigir.
In this study, we measured pleural fluid and serum adenosine deaminase (ADA) activity in 89 patients with pleural of and 15 healthy person choosen as control group. Patients were divided into four groups; 1) Tuberculosis (n=24), 2) Malignancies (n=27), 3) Pneumonias (n=28),4)Congestive hearth failure (CHF) (n=10). Mean ADA activity of tuberculous effusions (54.88 ± 5.77 U/1) was significantly higher than those of malignant, pneumonic effusions and transudative effusions in CHF. With the cutoff level of 40 Ul I, we found that the sensitivity and the specifity of pleural fluid ADA activity (PADA) in discriminating between tuberculous and other effusions were 71% and 91%, respectively. Mean pleural fluid to serum ADA ratio (PIS ADA) in tuberculous pleurisy was higher than that in any other group. Pleural fluid to serum ADA ratio exceeding 2_5 appeared to have sensitivity of 88% and specifity of 72%. ADA to protein, ADA to LDH, ADA to cholesterol, and ADA to total bilirubine ratios of pleural fluids were also determined and found that the mean values in tuberculosis are all higher than those of other effusions. They also showed the sensitivity and the specifity comparable to those found in PADA and PIS ADA. It seems that these parameters can be used in establishing tuberculous pleural effusion as well as PADA and PIS ADA.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalsiyum Dobesilat, Pentoksifilin Ve Nikotinil Alkol Tartaratın Kan Glikoz Ölçüsonuçlarına Etkileri
Ayşegül Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Kalsiyum Dobesilat, Pentoksifilin Ve Nikotinil Alkol Tartaratın Kan Glikoz Ölçüsonuçlarına Etkileri
The Effcts Of CalcIum DobesIlate, PentoxyfIllIne And NIcotInyl Alcohol Tartrate On The Results ObtaIned From Blood Glycose DetermInatIon Test
Bu çalışmada, diyabetli hastalarda sık görülen damar hastalıklarını tedavi amacıyla kullanılan ilaçlarla, glikoz ölçümlerinde en sık başvurulan bir yöntem arasındaki muhtemel etkileşmeler araştırılmıştır. Bu nedenle diyabetli hastaların yaygın olarak kullandıkları kalsiyum dobesilat, pentoksifilin ve nikotinil alkol tartarat çalışmanın kapsamına alınmıştır. Bu ilaçların değişik konsantrasyonlarda 2,9-dimetil, 1,10-fenantrolin hidroklorür (neocuproine) - bakır reaktifi ile yapılan glikoz ölçüm yöntemine etkileri araştırılmıştır. Kalsiyum dobesilat kan glikoz ölçüm sonuçlarında istatistiksel anlamda önemli bir artmaya, pentoksifilin ise azalmaya neden olmuştur. Nikotinil alkol tartarat etkisiz bulunmuştur.
In this study, the interactions between the drugs commonly used in diabetic patients and blood glucose determination method have been studied. For this reason, the effects of calcium dobesilate, pentoxyfilline and nicotinyi alcohol tartrate on the results obtained with neocuproine copper reagent method have been evaluated. The changes caused by calcium .dobesilate and pentoxyfilline in the blood glucose determination have been found ta be significant statistically. Howiever, nicotinyl alcohol tartarate has no effect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yeni Doğan Prematüre Bebeklerde Kromozom Analizi
Sennur Demirel, Nurettin Başaran
Araştırma makalesi
Özeti
Yeni Doğan Prematüre Bebeklerde Kromozom Analizi
Chromosome StudIes In Newborn Premature Infants
Bu çalışmada Dicle üniversitesi Tip Fakültesi Araştırma ve Eğitim Hastanesi, Prematüre Bebek Servisine yatan bebeklerden, ağırlıkları doğum yaşına göre az olan 96 prematüre bebeğin kromozom analizleri yapılmış, sayısal ve yapısal düzensizlikler saptanmıştır. 1- 30 gün arasındaki prematüre bebeklerin topuğundan mikro pipetle alman iki damla kanla yapılan çalışmalar sonucunda, prematüre bebeklerde kromozom düzensizlikleri yüzdesi, arka arkaya doğan seçilmemiş bebeklerdekinden yüksek, ölü doğan ya da perinatal devrede ölen bebeklerdekinden daha düşük bulunmuştur. Ayrıca arka arkaya doğan seçilmemiş bebeklerde 1/7000 olarak rastlanan (3) Trizomi - 18 Sendromu, 1/96 gibi yüksek bir oranda bulunmuştur. Yapısal kromozom düzensizlikleri gösteren bebeklerin annelerinin çoğunun hamile oldukları süre içinde, mutajenik ajanlarla (ilaçlar, hastalık etkenleri, Röntgen ışınları ve kronik alkolizm) temas etmiş oldukları tespit edilmiştir.
In this study, chromosome analysis of 96 premature babies whose weights are less than the age of birth from the babies admitted to the Premature Infant Service of Dicle University Faculty of Medicine Research and Training Hospital, were analyzed and numerical and structural irregularities were determined. As a result of studies conducted with two drops of blood taken from the heel of premature babies between 1-30 days with a micro pipette, the percentage of chromosome irregularities in premature babies was found to be higher than in non-selected babies born consecutively and lower than in babies who were stillborn or died in the perinatal period. In addition, Trisomy-18 Syndrome, which is found as 1/7000 in unselected babies born consecutively, was found with a high rate of 1/96. It has been found that most of the mothers of babies with structural chromosome irregularities have been in contact with mutagenic agents (drugs, disease agents, X-rays and chronic alcoholism) during their pregnancy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Etanol'ün Erken Organ Gelişimi Döneminde Memeli Embriyosu Gelişimi Ve Morfolojik Yapısı Üzerine Etkileri Ve Serbest Radikallerin Bu Etkideki Rolü
İsmihan İlknur Uysal, Ahmet Kağan Karabulut, Muzaffer Şeker, Mehmet Gürbilek
Araştırma makalesi
Özeti
Etanol'ün Erken Organ Gelişimi Döneminde Memeli Embriyosu Gelişimi Ve Morfolojik Yapısı Üzerine Etkileri Ve Serbest Radikallerin Bu Etkideki Rolü
The Effects Of Ethanol On Development And MorphogenesIs Of The MammalIan Embryos At The Stage Of Early OrganogenesIs And The Role Of Free RadIcals In ThIs Effect
Gebe kadınların aşırı alkol almaları Fötal Alkol Sendromu adı verilen ve etanolün prenatal dönemde embriyotoksik etkileri sonucu ortaya çıkan bir patolojiye neden olmaktadır. Etanol’ün bu dönemde hücresel ve moleküler düzeydeki etki mekanizmaları ise tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada etanolün embriyonik büyüme ve gelişme ile morfolojik yapı üzerine olan etkileri ve serbest radikallerin bu etkilerdeki rolünün araştırılması amaçlandı. Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi hayvan laboratuvarından elde edilen Wistar ratlardan gebeliklerinin 9.5 uncu gününde diseke edilerek çıkartılan embriyoların rat serumu içerisinde 48 saat süreyle kültürü yapıldı. Kültür ortamı olarak; kontrol grubu için normal rat serumu kullanılırken, deney grupları için rat serumuna değişen konsantrasyonlarda etanol (250-500 mg%) ilave edildi. Ayrıca etanol’ün toksik etkisinin tüm parametreleri etkilediği dozu ile birlikte antioksidan superoksid dismutaz (SOD) kültür ortamına ilave edildi. Her bir konsantrasyon için 10 rat embriyosu kullanıldı. Etanol’ün rat embriyolarının gelişim parametreleri (total morfolojik skor, yolk salk çapı, tepe-kıç mesafesi, somit sayısı, embriyo ve yolk salk protein içerikleri) üzerine doz bağımlı etkileri, morfolojik ve biyokimyasal yöntemlerle karşılaştırıldı. Embriyolar malformasyon varlığı açısından da değerlendirildi. Kontrol embriyoları ile karşılaştırıldığında etanol’ün doz bağımlı olarak bütün gelişimsel parametreleri gerilettiği (P<0.05) ve genel morfolojide bozukluklara sebep olduğu gözlendi. Özellikle nöral tüp olmak üzere değişik bölgelerde hematomlar gözlendi. Kültür ortamına etanol ile birlikte SOD eklendiğinde büyüme ve gelişme parametrelerinde artış (P<0.05) ve malformasyon sıklığında azalma (P<0.05) tespit edildi. Etanol’ün organogenez dönemindeki rat embriyoları üzerine doz bağımlı gelişimsel toksisiteye sebep olduğu ve bu etkilerde serbest oksijen radikallerinin rol oynayabileceği belirlendi.
The excessive maternal alcohol drinking results in Fetal Alcohol Syndrome which is a pathology caused by the embryotoxic effects of ethanol in prenatal period. The mechanisms of ethanol action at the cellular or molecular levels are scarce. In this study it was aimed to investigate the effects of ethanol on growth and development of mammalian embryos as well as the morphological structure and the role of free radicals on these effects. Wistar rats were obtained from the Selcuk University Experimental Medicine Research Center and their 9.5 days embryos were explanted and cultured for 48 hours in rat serum. Whole rat serum used as a culture medium fort he control group while different concentrations of ethanol (250-500 mg%) were added tor at serum fort he experimental groups. Also, the lowest effective concentration of ethanol for all parameters was added to the culture media in the presence of an antioxidant superoxide dismutase (SOD). Ten embryos were used for each experimental condition. Dose-dependent effects of ethanol on embryonic developmental parameters such as; total morphological score, yolk sac diameter, crown-rump length, somite number, embryo and yolk sac protein contents were compared using morphological and biochemical methods. Each embryo was evaluated for the presence of any malformations. Compared to the control embryos, ethanol significantly decreased all developmental parameters döşe-dependently (p<0.05) with an increase in overall dismorphology. The haematoma in different regions, especially in the neural tube was most frequently observed. When the SOD was added to theculture media in the presence of ethanol, growth and developmental parameters were improved (p<0.05) and there was a decrease in the incidence of malformations (p<0.05). A döşe dependant developmental toxicity of ethanol on rat embryos during organogenesis wasdetermined, these effects might involve free oxygen radicals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Öğrenim Ve Üniversite Öğrencilerinde Obsesif Kompulsif Bozukluk Yaygınlığı
Nazmiye Kaya, Ali Savaş Çilli, İshak Özkan, Rüstem Aşkın, Metin Telcioğlu, Rahim Kucur
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Öğrenim Ve Üniversite Öğrencilerinde Obsesif Kompulsif Bozukluk Yaygınlığı
The Prevalance Of ObsessIve E-CompulsIve DIsorder (0cd) Among HIgh School And UnIversIty Students
Çalışma 1 Mayıs 1996-31 Aralık 1996 tarihleri ara.s'ında Konya il merkezinde orta okul, lise ve üniversite öğrencileri üzerinde yapıldı. Çalışma 872si (%45.4) kız, 1050'si erkek (%54.6) olmak üzere 1922 öğrenci alındı. Öğrencilere Uluslararası Bileşik Tanı Çizelgesinin (CID1) obsesif kompulsif bozukluk (OKB) alt bölümü uygulandı.DSM-IV tanı kriterlerine göre öğrencilerin %2.5'i OKB .tanısı aldı. OKB ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki bu-lunmazken (p>0.05), sosyoekonomik durumu kötü olanlarda (p<0.05), birinci derece akrabalarmda OKB öyküsü olanlarda (p<0.05), sigara, alkol-ilaç kötiive kullananlarda (p<0.0001 ) OKB yaygınlığı anlamlı derecede yüksek bulundu.
This study was performed among high school and university students in Konya hetween 1 May 1996-31 December 1996. Totally 1922, 872 (45.4 %) lemak, 1050 (54.6%) male students were luded in the study. Composed International Di-agnose Interwiev (CIDI) was applied to subjects. According to DSM-IV diagnostic criteria 2.5 % of students were diagnosed as OCD Although there was no relation hetween OCD and sex (p<0.05), the prevalance of OCD was ..signıticantly higher in low economic status (p<0.05), subject with family his-tory of OCD in first-degree relatives (p<0.05) and in cases of cigarette smoking and alcohol-drug ahuse (p<0.01).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Üniversite Hastanesindeki Psikiyatrik Aciller
Mine Şahingöz, Keziban Kendirli, Emre Yılmaz, Erdem Önder Sönmez, Yılmaz Satan, Fadime Aksoy, Adnan Dağıstan, Nazmiye Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Üniversite Hastanesindeki Psikiyatrik Aciller
PsychIatrIc EmergencIes In A UnIvercIty HospItal
Çalışmamızda bir üniversite hastanesi acil servisi tarafından
psikiyatri konsültasyonu istenen hastaların sosyodemografik
özelliklerinin ve konulan psikiyatrik tanıların incelenmesi
amaçlanmıştır. Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi
Hastanesi Acil Servisi tarafından. 2010-2013 yılları arasında
psikiyatri konsültasyonu istenen hastaların kayıtları geriye dönük
olarak incelenmiştir. Çalışmaya 449 kadın (%53.5), 391 erkek (%46.5)
olmak üzere toplam 840 hasta alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması
34.3±14’dür. En sık psikiyatri konsültasyonu isteme nedenleri intihar
girişimi (%17), anksiyete (%15.5), psikomotor ajitasyon (%14.3),
somatik yakınmalar (%12) olarak belirlenmiştir. Olguların % 89.6’ine
en az bir psikiyatrik tanı konulurken, sıklık sırasına göre konulan
tanılar bipolar bozukluk (%17.7), psikotik bozukluklar (%12.3), major
depresyon (%11), alkol ve madde bağımlılığı (%8.5), anksiyete
bozuklukları (%8.5), konversiyon bozukluğu (%6) olarak bulunmuştur.
Çalışmamızın sonuçları, acil servis hizmetlerinin etkin kullanımı
açısından önemli olabilir.
The aim of this study was to evaluate the the demographic and
clinical characteristics of the patients whose psychiatric consultations
were referred from Emergency Department of a university hospital.
Medical records of patients reffered to the Psychiatry Clinic at
Necmettin Erbakan University Meram Faculty of Medicine between
2010 and 2013 were studied retrospectively. In this study 449
female (53.5%), 391 (46.5%) male totaly 840 patients were taken.
Average age of the all participants in this study was 34.3±14 years.
The most common cause for the consultation was attempt suicide
(17%), anxiety (15.5%), psychomotor agitation(14.3%), and somatic
complaints (12%). According to the result of psychiatric evaluation,
a psychiatric disorder is found in 89.6% of the consultations. The
most common psychiatric diagnoses were bipolar disorders (17.7%),
psychotic disorders (12.3%), major depression (11%), substance
use disorders (8.5%), and anxiety disorders (8.5%) and conversion
disorder (6%). The results of this study may be important for the
effective use of emergency psychiatric services.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Etil Alkol Uygulanmasının Serum Lipid Parametreleri Üzerine Etkisi Ve Çeşitli Dokulardaki Histolojik Değişiklikler
Mehmet Gürbilek, Mehmet Aköz, Selçuk Duman, Fatih Gültekin, Hüseyin Uysal, Ender Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Etil Alkol Uygulanmasının Serum Lipid Parametreleri Üzerine Etkisi Ve Çeşitli Dokulardaki Histolojik Değişiklikler
The AIm Of ThIs Study Was To DetertnIne The BI-OchemIcal And HIstologIcal Effects Of Alcohol On Va-RIous Organs Qf The Rats
Bu çalışma, etil alkolün çeşitli organlar ür.erindeki histolojik etkileri ile serum. lipidleri ıkerindeki biyokimyasal etkilerini araştırmak amacıyla ratlar üzerinde yapıldı. Radar, kontrol grubu, etli alkol verilen grup ve diyetine glukoz ilave edilen eşdeğer- diyet grubu (pair - fed) olarak üçe ayrıldı. Alkol grubuna 12 gün süreyle 4.5 glkglgün etil alkol oral olarak verildi. Eşdeğer diyet grubuna ise etli alkolü!r verdiği kaloriye eşdeğer olarak 7.88 glikgıgün glukoz 12 gün süre ile verildi. 12. günün sonunda her üç grubun serum açlık kan şekerleri, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeyleri ök-iildü.. Alkol grubunda, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeyleri, hem eşdeğer diyet gru-bundan hem de kontrol grubundan daha yüksekti. Glukoz değerleri ise alkol grubu ve eşdeğer diyet grubunun her ikisinde de kontrol grubuna göre daha yüksek olmakla birlikte bu yükseklik an-laınsızdı. Işık ınikroskobik değerlendirmede alkol ve-rilen grupta karaciğerde lobülün perifer zonundaki hepatositlerde 177d0= (erken profaz) artışı ve si-nıızoidal seviyede eritrosit birikimi görülürken böhrekte seıni glomeruler katlama ile in-rertubıtler bölgede infiltre eritrositler ve lenfositler gözlendi. Mide, dalak, akciğer normal histolojik yapıdaydı. Bu gözlemleı-e göre serumda trigliserid, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeylerinin artışına alkolü]] neden olabileceği , bu artışın alkolün verdiği kalorlye bağlı olmayıp alkolün genel me-tcıboliznla üzerine olan etkisinden kay-naklanabileceği kanaatine varıldı.
The study was carried out on thı-ee groups of rats as fallows: Control group, alcohol fed group and pair - fed group. The alcohol group was fed for 12 days with a diet containing 4,5g1kgiday ethyl alcohol. The pair fed group was giren glııco..ve (7.88 glkglgün) whi•h calory level was equal to the ealory level of alcohol giren to the second group. At the end of the jeeding period, fas-ting serum glucose, triglycerid, phospholipid and jree fatty acid leveis were measured in the serum of those three groups. The postınortal histological changes ira liver, kidneys„rtomach, spleen and lung were examined bir light microscopy. Triglycerid, phospholipid and fi-ee faty acid levels of alcohol group were higheı- than those of conwol and pair -feci group. Verv common high mitotic activity (in the' early pro-phase) in the hepatocytes at the peripheral of the elassical lobules, semidiffilse hemorrhagies in the glomerıdes and eıythrocytes infiltrated into the intertubuler area were seen at the light microscopic e_x-amination of the liver and kidney specimen.s of al-cohol giyen group. it concluded that the level of triglycerid, phospholipid and free fatty acid increase in serum due tü alcohol intake. it is supposed that th.e increase is not related with alcohol calory but it may be related with general effect of alcohol on nıe-tabolic activity of human Body.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçan Nasal Mast Hücrelerının Işım Mikroskopik Sevıyede Histolojik Metodlarla İncelenmesi
Aydan Canbilen, Refik Soylu
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçan Nasal Mast Hücrelerının Işım Mikroskopik Sevıyede Histolojik Metodlarla İncelenmesi
LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of Nasal Mast Cells Of Rat UsIng HIstologIcal Methods
Bu çalışmada, sıçan nasal mast hücrelerinin moıfolojisi alsian mavisi- safranin 0 ve toluidin ma-visi boya rnetodları kullanılarak ışık mikroskopik se-viyede incelendi. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hay-vanları Laboratuvarından temin edilen 10 adet albi-no dişi ve erkek sıçan eterle bayıltıldı ve regio respiratoria rıasisdenfrontal kesilen alınarak Carnoy fiksatifinde oda ısısında üç gün bekletildi. Alkol ta-kibi yapılan. dokulardan 5 mikrometre kalınlığında kesitler alınarak alsian mavisi- safranin 0 ve tolui-din mavisi ile bovanarak incelendi. Yapılan çalışma sonunda, nasal mast hücreleri-nin mukozal ve bağ dokusu mast hücreleri olmak ü-zere iki alt grubunun olduğu, alsian mavisi -safranin 0 boyasının mukozal mast hücrelerini mavi, bağ do-kusu mast hücrelerini ise kırmızı ve kurnızımtrak-mavi renkte bovadığı, toluidin mavisinin ise bütün mast hücrelerini koyu menekşe mor bovadığı görül dü.
In this light microscopic study, morphology of nasal mast cells was investigated in rats using alcian blue- safranin 0 and toluidin blue staining methods. The investigation was performed on 10 mak and female albino rats which were obtained from the Ex-perimental Animal Laboratory of the Faculty of Me-dicine, Selçuk University. Rats were anestheti zed by ether and regio respiratoria nasi of rats were fron-tally excised. Tissues were fixed in Carnoy solution for three days at room temperature, dehydrated with absolute alcohol and embedded in paraffin. Five micrometer sections were cut from the paraffin blocks using rotary microtome and stained with al-cian blue-safranin 0 and toluidin blue solutions. In conclusion, this study revealed that there are two distinct mast cell population in the rat nose: mucosal most cells and connective tissue most cells. Mucosal mast cells stained blue with ağdan blue-safranin 0 solution while connective tissue mast cells stanied red and reddish- blue. Both mast cell popu-lations stained dark violet by toluidin blue solution.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit Modeli
Muharrem Keskin
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit Modeli
Fructose- And Iron-MedIated Model Of SteatohepatItIs In Rats
Amaç: Bu çalışmada, sıçanlarda fruktoz ve demir aracılığıyla insan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturulması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 90 adet 1,5-2 aylık Wistar-Albino cinsi dişi sıçanlar randomize bir şekilde 30' lu 3 gruba ayrılmıştır. Ad libitum beslenen kontrol grubu, içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi verilen fruktoz grubu ile içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi ve ikişer haftalık aralıklarla parenteral demir uygulanan fruktoz-demir grupları çalışılmıştır. Tüm gruplara günlük eşit miktarda kalori verilmiştir. İkişer haftalık aralıklarla (2., 4., 6., 8. ve 10. haftalarda) tüm gruplardan 5’er sıçana laparotomi uygulandıktan sonra karaciğer ve kan örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik progress değerlendirilmiştir.
Bulgular: On haftalık çalışma sürecinde hiçbir grupta karaciğer yağlanması ve fibrozisi saptanmamıştır. Fruktozla beslenen sıçanlarda hepatosellüler balonlaşma skorları kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur (p<0,001). Fruktoz ve fruktoz-demir gruplarında kontrol grubuna göre serum AST ve ALT değerlerinde yükselme saptanmamıştır. Fruktoz-demir grubunda 10. haftada kontrol ve fruktoz gruplarına göre ferritin düzeyi anlamlı yüksek saptanmıştır (p<0,001). Ayrıca histopatolojik olarak 4. haftadan itibaren fruktoz-demir grubunda karaciğerde demir birikimi de saptanmıştır.
Sonuç: Genç ve dişi sıçanlarda %60 konsantrasyonda fruktozlu içme suyuyla ve demir yüklemeyle 10 haftalık süreçte biyokimyasal ve histopatolojik steatohepatit modeli oluşturulamamıştır. İnsan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturabilmek için en az 16 haftalık bir süreyle yetişkin erkek sıçanlarda çalışılması, yeterli hidrasyon ve beslenmenin sağlanabilmesi için de fruktozun yemle kombine edilerek verilmesi daha uygun görünmektedir.
Background: The aim of this study was to develop a fructose- and iron-mediated model of steatohepatitis, which is similar to the human phenotype.
Methods: We randomly divided ninety 1.5 months old female Wistar-Albino rats into three groups. All three groups contained 30 rats in each group and 5 subgroups per group. While the control group was fed ad libitum, the fructose group’s feed consisted of 60% fructose in drinking water and that of the fructose-iron group consisted of 60% fructose in drinking water along with intraperitoneal administration of iron every 2 weeks. We performed laparotomies at 2-week intervals (at 2, 4, 6, 8, and 10 weeks) in all subgroups.
Results: None of the groups had hepatosteatosis or fibrosis at the end of the 10th week. Hepatocellular ballooning scores were significantly higher in the fructose-fed groups than in the control group (p<0.001). At 10th week serum ferritin levels in the fructose-iron group were significantly higher than those in the control and fructose groups (p<0.001). Iron accumulation in the rat liver was observed in the fructose-iron group histopathologically by the 4th week.
Conclusion: Chemically and histopathologically, a model of steatohepatitis can not be developed in young and female rats with 60% concentrated fructose feeding and administration of iron for 10 weeks. To develop a model of steatohepatitis resembling the human phenotype, it is more advisable and feasible to use adult male rats fed meals combined with fructose in order to maintain adequate hydration and nutrition for at least 16 weeks.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kromolin Sodyum İle Stabilize Edılmış Nasal Mast Hücrelerının Işık Mıkroskobik Sevıyede Incelenmesı
Aydan Canbilen, Ahmet Salbacak, Selçuk Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Kromolin Sodyum İle Stabilize Edılmış Nasal Mast Hücrelerının Işık Mıkroskobik Sevıyede Incelenmesı
LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of StabIlIzed Nasal Mast Cells Of Rats
Bu çalışmada, bir bis-kromon tiirevi olan kromo-lin sodyum un sıçan nasal mast hücrelerine olan etki-si ışık mikroskobik seviyede incelendi. Kullanılan 20 adet albino dişi ve erkek sıçan Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Laboratuvarından temin edildi. Sıçanlar iki gruba ayrıldı. Kontrol grubundaki 10 sıçan hiçbir madde verilmeden eterle bayıltıldı ve re-gio respiratoria nasi'denfrontal kesiler alındı. Ikinci gruba inhalasyon yoluyla kromolin sodyum verildik-ten sonra burunları kesildi. Kesilen burunların hepsi oda ısısında üç gün Carnoy fiksatifi içinde tesbit edildi. Alkol takibi yapılan dokulardan 5 mikrometre kalınlıgında kesitler alınarak toluidin mavisi ve al-sian mavisi-safraızin O boyaları ile boyanarak ince-lendi. Sonuçta, nasal mukozada gözlenen mast hücre degranülasyonunda hiç bir azalmanın olmadığı, buna karşılık bağ dokusu mast hücre degranü-lasyonunda belirgin ölçüde bir azalmanın olduğu tesbit edildi.
In this light microscopic study, the effects of cromolyn sodium on nasal mast cells of rat was itıvesiigated using alcian blue-safranin O and toluidin blue staining methods. The investigation was peıformed on 20 male and female albino rats which were obtained from the Experimental Animal Laboratory of the Faculty of Medicine, Selçuk University. Rats were divided into two groups of ten rats each. First group was considered as control group. Cromolyn sodium was administered to the second group. Rats were anesthetized by ether and regio respiratoria nasi of rats were frontally excised. Tissues were fixed in Carnoy solution for three days at room temperature, dehydrated with absolute alcohol and embedded in paraffin. Five micrometer sections were cut from the paraffin blocks and stained with alcian blue-safranin O and toluidin blue solutions. frı conclusion, this study revealed that, as an inhibitory agent, cromolyn sodium is ineffective on nasal mucosal most cells but significantly effective on connective tissue mast cells.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
H G Kshamaa, Aswath Manju, Aswath Padmanabha
Araştırma makalesi
Özeti
Alkoliklerin Ergen Çocuklarında Davranış Sorunları.
BehavIoural Problems In Adolescent ChIldren Of AlcoholIcs.
Bağlam: Alkol bağımlılığı sendromu hem bireyleri hem de aileyi etkileyen önemli bir sorundur. Alkole bağımlı ebeveynlerin çocukları birçok davranış problemine karşı savunmasızdır. Batıdaki çalışmalar, bu çocuklarda hem içsel hem de dışsal semptomları göstermiştir.
Amaç: Alkole bağımlı ebeveynlerin yavrularında psikolojik işlevlerini ve alkol bağımlılığının şiddeti ile ilişkilerini değerlendirmek.
Ayarlar ve Tasarım:
Bu çalışma Bangalore'deki bir üçüncü basamak hastanenin Psikiyatri Bölümü'nde bir yıllık bir süre içinde yürütülmüştür. Alkol bağımlılığı olan 11 baba ile 18 yaş arasındaki 80 çocuğa yaklaşıldı.
Yöntem ve Gereç: Ebeveynin ve çocuğun sosyografik demografik bilgileri yarı yapılandırılmış bir Performa tarafından bilgilendirilmiş onam alınarak toplandı. Alkol bağımlılığının şiddeti Alkol Bağımlılığı Şiddeti Anketi (SADQ) kullanılarak değerlendirildi. Çocukların psikolojik işlevleri Gençlik Öz Raporlama Ölçeği (YSR) kullanılarak değerlendirildi.
Kullanılan istatistiksel analiz: SPSS V20
Bulgular: Değerlendirilen 80 çocuktan 41'i erkek, 39'u kadındı. % 47.5'i anlamlı içselleştirme belirtileri ve% 48.7'si önemli dışsallaştırma belirtileri gösterdi. İçselleştirme puanları kızlarla daha yüksek korelasyona sahipti (P - 0.004) ve erkeklerde dışsallaştırma semptomları (P - 0.008). Ancak babada bağımlılığın şiddeti ile korelasyon bulunmadı.
Sonuç: Alkol bağımlısı babaların çocuklarında dışsallaştırma ve içselleştirme davranışları açısından psikiyatrik morbidite prevalansının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu sorunların erken teşhisi ve müdahale bu grupta daha iyi çalışmayı sağlayacaktır.
Context: Alcohol dependence syndrome is a major problem affecting both individuals and their family. Children of alcohol dependent parents are vulnerable to a host of behavioural problems. Studies in the west have shown both internalizing and externalizing symptoms in these children.
Aims: To assess the psychological functioning in offspring of alcohol dependent parents and its association with severity of alcohol dependence.
Settings and Design: This study was conducted at the Department of Psychiatry of a Tertiary hospital in Bangalore spanning a period of one year. Eighty children aged 11 years - 18 years, along with their alcohol dependent fathers were included.
Methods and Material: Socio demographic details of the parent and the child were collected by a semi structured Performa along with informed consent. Alcohol dependence was diagnosed based on ICD 10 criteria. Severity of Alcohol dependence was assessed using Severity of Alcohol Dependence Questionnaire (SADQ). Psychological functioning of the children was assessed using Youth Self Report Scale (YSR).
Statistical analysis used: descriptive statistics, and Chi-square test
Results: Among 80 children assessed 41 were males and 39 were females. 47.5% of them showed significant internalizing symptoms and 48.7% significant externalizing symptoms. Internalizing scores had higher correlation with girls (P – 0.004) and externalizing symptoms in boys (P – 0.008). However no correlation was found with severity of dependence in the father.
Conclusions: It was found that there was high prevalence of psychiatric morbidity in terms of externalizing and internalizing behaviours in children of alcohol dependent fathers. Thus early detection of these problems and intervention would ensure improved functioning in this group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
Recep Alanlı, Murat Bülent Küçükay, Kadir Serkan Yalçın
Araştırma makalesi
Özeti
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
RelatIonshIp Between NonalcoholIc Fatty LIver And Non HIgh DensIty LIpoproteIn To HIgh DensIty LIpoproteIn RatIo
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer yağlanması ile hastaların demografik özellikleri, kan değerleri ve özellikle
yüksek dansiteli dışı lipoprotein/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı arasında bir ilişki olup olmadığını
araştırmak hedeflenmiştir.
Hastalar ve Yöntem: Şubat 2020 ile Eylül 2020 tarihleri arasında karaciğer yağlanması düşünülen 329
hastanın laboratuvar ve ultrasonografi sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. Karaciğer yağlanması
saptanan ve saptanmayan hastaların; boy, ağırlık, karaciğer enzimleri, vitamin d düzeyleri ve lipid
değerleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların 164'ünde karaciğer yağlanması saptanırken, 165'inde ise saptanmadı. Karaciğer
yağlanması varlığı ile; yaş, ağırlık, ALT, AST, vücut kitle indeksi, trigliserid, yüksek dansiteli dışı
lipoprotein ve yüksek dansiteli dışı lipoprotein / yüksek dansiteli lipoprotein düzeyleri arasında anlamlı bir
ilişki saptandı. Yağlanma şiddeti ile ağırlık, ALT ve vücut kitle indeksi arasında anlamlı bir ilişki saptandı.
Monosit/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı ve d vitamini düzeyi ile karaciğer yağlanması varlığı arasında
bir ilişki saptanmadı. Non-HDL/HDL oranı ile non-alkolik karaciğer yağlanması arasında ilişki saptanmıştır
(r=0.179). Non-HDL/HDL oranının, non-alkolik karaciğer yağlanması tanısındaki pozitif ve negatif prediktif
değerleri sırasıyla %56,3 ve %60,9 olarak bulunmuştur .
Sonuç: Non-HDL/HDL oranı ile karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Non-HDL/HDL
oranı; karaciğer yağlanmasında kullanılabilecek yeni, kullanışl ı ve kolay ulaşılabilen bir belirteçtir .
Aim: The aim of this study was to investigate the relationship between non-alcoholic fatty liver and
demographic characteristics, laboratory parameters and predictory non-high density lipoprotein to high
density lipoprotein ratio.
Material and Methods: Between February and September 2020, 329 patients with fatty liver prediagnosis
were evaluated prospectively. Laboratory (whole blood counts, transaminases, lipid profiles, 25-oh vitamin
d3 levels) and ultrasonography findings, body height, body weight and body mass index of patients were
compared between fatty liver and control groups.
Results: Fatty liver was diagnosed in 164 patients out of 329 participants. There were significant
relationships between existence of fatty liver and age, body weight, body mass index, triglyceride
levels, non-high density lipoprotein, non-high density lipoprotein to high density lipoprotein ratios. Also
relationships between severity of fatty liver and body weight, alanine aminotransferase and body mass
index were found to be significant. There were no relationship between existence of fatty liver and
monocyte to high density lipoprotein ratio and vitamin D levels. Linear regression analysis for Non-HDL/
HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver, revealed a correlation coefficient as r=0.179. Positive
and negative predictive values for Non-HDL/HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver were, 56.3%
and 60.9%, respectively .
Conclusion: There is a significant relationship between fatty liver and non-high density lipoprotein to
high density lipoprotein ratio. This ratio may be a simple and readily available predictor in patients with
fatty liver.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
Semih Erden, Kevser Nalbant
Derleme
Özeti
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
AutIsm Spectrum DIsorder And Prenatal RIsk Factors
\r\n Otizm spektrum bozukluğu, sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğu ile kısıtlı ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterize nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm yaklaşık 68 çocukta 1 görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda görülme sıklığının arttığı bildirilmekte olup bu artışın bilgi ve farkındalığın artması ve tanı ölçütlerinin değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmekle birlikte yapılan çalışmalarda çevresel faktörler ve bunların henüz bilinmeyen genetik bir takım etkenlerle ilişkisinin de bu artışa katkı sağladığı düşünülmektedir. Nörogelişimsel olarak önemli ve kırılgan bir dönem olan prenatal dönemde çocuğun maruz kaldığı çevresel faktörlerin otizm spektrum bozukluğu gelişmesi açısından risk etkeni olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Gebelik döneminde özellikle valproik asit, terbutalin, selektif serotonin geri alım inhibitörleri gibi ilaçlarla otizm spektrum bozukluğu arasında bir ilişki olduğu, bu dönemde ağır metal ve pestisite maruz kalmanın otizm spektrum bozukluğu riskini arttırdığı, yoğun sigara, alkol ve madde kullanımının nörogelişimsel süreci sekteye uğrattığı, gebelik döneminde geçirilen gestasyonel diyabet, otoimmun hastalıklar, enfeksiyonlar ve uzamış ateşin inflamatuar süreçler aracılığıyla otizm spektrum bozukluğu riskini artırabileceği bildirilmektedir. Göç, mevsimler ve gebelik döneminde maruz kalınan hava kirliliğininde risk artışına etkisi olduğu bildirilmiş ve daha fazla epidemiyolojik çalışmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. otizm spektrum bozukluğu ile ilişkili çevresel etkenlerin tanınması, anne adaylarının bu risk etkenleri ile ilgili bilgilendirilmesinin sağlanarak bu etkenlerden uzak durmaları veya bu etkenlerin elimine edilmesi ile otizm spektrum bozukluğu riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceğinden bu alanda yapılan çalışmaların derlenmesi ve risklerin ortaya konulması özellikle önemlidir. Bu gözden geçirmede son dönemde sayısı artan prenatal etkenler ile ilgili yapılan çalışmaların derlenerek bütüncül olarak ele almasının kolaylaştırılması hedeflemektedir.
\r\n
\r\n Autism spectrum disorder is a neuro-developmental disorder characterized by social interaction and communication, and restricted and repetitive behaviors. Autism is seen in nearly one of 68 children. The incidence is reported to increase, and the increase is suggested to arise from increased information, awareness and alterations in diagnostic criteria. However, environmental factors and their relationships to several unknown genetic factors are also considered to contribute to the increase. The assessment of whether environmental factors lead to risks for autism spectrum disorder in perinatal period, especially when children are exposed to these factors in a neurodevelopmentally important and fragile stage, is so important. It is reported that in pregnancy, there is an association between autism spectrum disorder, and exposure to such drugs as valporic acid, terbutaline and Selective Seratonin Reuptake Inhibitors.Exposure to heavy metals and pesticides increases the risk of autism spectrum disorder.Intense smoking, and alcohol consumption and drugsdisrupt neurodevelopmental process, Also, gestational diabetes may elavate the risk of autism spectrum disorder due to autoimmunal disorders, infections and inflammatory pocesse of prolonged fever. Migration, seasons and air pollution exposed in pregnancy are also reported to affect autism spectrum disorder risk. The awareness level between environmental factors and autism spectrum disorder should be increased among prospective mothers, and these mothers should be trained as to the risk factors. Because prospective mothers avoid these factors, or the elimination of these factors should be beneficial for reducing autism spectrum disorder risk, analyzing related studies and enlightening risk factors are especially important. Here, we aimed at revising recent studies related to prenatal factors from a holistic perspective.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Morfın Sülfat İle Stimüle Edılmış Sıçan Nazal Mast Hücrelerının Işık Mikroskobik Sevıyede Histokımyasal Metodlarla Incelenmesı
Aydan Canbilen, Sabiha Serpil Kalkan, Hasan Yüce
Araştırma makalesi
Özeti
Morfın Sülfat İle Stimüle Edılmış Sıçan Nazal Mast Hücrelerının Işık Mikroskobik Sevıyede Histokımyasal Metodlarla Incelenmesı
LIght MIcroscopIc InvestIgatIon Of StImulated Nasal Mast Cells Of Rat UsIng HIstochemIcal Methods
Bu çalışmada, morfin sulfatın sıçan nazal mast hücrelerine etkisi ışık mikroskobik seviyede in-celendi. Kullanılan 20 adet albino dişi ve erkek sıçan Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Laboratuvarından temin edildi. Sıçanlar iki gruba ayrıldı. Kontrol grubundaki 10 sıçan hiçbir madde verilmeden eterle bayıltıldt ve regio respiratoria nasi'den frontal kesitler alındı. Ikinci gruba perkutan yoldan 200 mglkg morfin sul-fat verildi.. ve burunları kesildi. Kesilen burunları,' hepsi oda ısısında üç gün Carnoy fiksatifi içinde tesbit edildi. Alkol takibi yapılan dokulardan 5 mik-rometre kalmlıgında kesitler alınarak toluidin ma-visi ve alsian mavisi-safranin 0 boyaları ile boya-narak incelendi. Sonuçta, kontrol grubunda granüle mast hüc-releri bulunmasına karşın, morfin sulfal verilen grupta granüle hücrelerin bulunmaması morfin sulfalın nazal mast hücreleri üzerinde stimüle edici bir etkiye sahip oldugunu göstermiştir.
In this ligin microscopic study, the ellects of morphine sulfate on nasal mast celis was in-vestigated using alcian blue-safranin O and to-luidin blue staining methods. The investigation was peıformed on 20 m❑le and female albino rats which were obtained from the E.xperimental Animal Laboratory of the Faculty of Medicine, Selçuk University. Rats were divided int° two groups of ten rats each. First group was considered as control group. Percutaneous injection of 200 ıngikg morphine sulphate was administered to the second group. Rats were anesthetized by ether and regio res-piratoria nasi of rats were frontally excised. Tissues were fued in Carnoy solution for three days at room temperature, dehydrated with absolute al-cohol and eınbedded in parallin. Five micrometer sections were eut from the paran blocks using ro-tary microtome and stained with alcian blue-safranin O and toluidin blue solutions. In conclıtsion, control group slides demostrated normal appearing mast rens with dark violet (with toluidin blue) and red and reddish-hlue (with alcian blue-safranin O) stained granules. In contrast, the ınorphine sulphate stimulated specimens exhibited no granules.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
Hakkı Polat, Hamdi Ekici, Şamil Ecirli, Sabri Keşçi
Araştırma makalesi
Özeti
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
EvaluatIon Of The 200 PatIents' Data Who Had The DIagnosIs Of ChronIc ParachImal LIver DIsease From 1989 To 1994 In The Department Of Internal MedIcIne Of Selçuk UnIversIty School Of MedIcIne
Bu çalışma, ülkemiz ve tüm dünya için önemli bir sağlık sorunu olan Kronik Karaciğer Parakinı Has-talığının (KKPI1) bölgemizdeki etiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerini belirlemek için plan-lanmıştır. Bu maksatla, kliniğimizde 1989-1994 yıl-ları arasında yatarak tetkik ve tedavi edilen ve KKPH bulunan 200 vakanın dosyalarınııı ret-rospektif olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Vakaların I 30'u (%65) erkek, 70'i (%35) kadın olup erkek/ kadın oranı 1,8 bulundu (P<0,001). Vakalann yaş ortalaması erkeklerde 50, kadınlarda 55 idi. Kadın-erkek arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Vakalar etiyolojik olarak de ğerlendirildiğinde ilk üç sırada 1. Hepatit B (HBV), 2. Hepatit C (HCV), 3. Alkol olduğu görüldü. Hastalardaki ilk sıralardaki semptomlar ise sırasıyle I. Halsizlik, 2. Karın şiş-kinliği, 3. iştahsızlık ve kilo kaybı olarak yer al-mıştır. Fizik muayenede en sık hepawmegali, asit ve splenomegali olduğu görüldü. Kornplikasyon olarak en sık özefagus varis kanaması tespit edilmiştir.
This study was performed retrospectively by eı'a-luating the 200 cases. Of cases 130 was male ( 65%, mean ages 50), of them 70 was female (35%, mean ages 55 ). The ratio male/female was 1,8 (p<0,005). In the Ethiologic distribution; HBV(36%) was the striking cause where as HCV (33%) was second and alcohol consumption was the third causal factor. Alt-hough there are some differences in ı-atio, this dist-ribıttion was consistent with the results of other studies in Turkey. On the other hand, while the leading cause of chronic paranchimal liver disease is alcohol con-sumption in Europe and USA, it is HBV, an infectious agent, in developping countries. Weakness and fa-inting, abdominal swelling and loss of appetite and body weight at-e the most prominent svrnptoms. The connnonest abnormality and phvsical exa-mination was hepatomegaly which was followed bı-ascites and splenomegaly. The distribution of symptorns and physical findings were consistent with those in the literature published in Turkeı•. In over study easophagial bleeding to varies was the leading conıplication while hepatic en-cephaloapthy was reported as the comınonest one of chronic liver disease in Istanbul.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatitlerin Klınık Incelenmesı Ve Prognostik Faktörler
Suat Kağızman, Serdar Yol, Mustafa Şahin, Erşan Aygün, Mehmet Metin Belviranlı, Mustafa Atabek, Ersin Çiftçi, Lütfi Dağdönderen
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Pankreatitlerin Klınık Incelenmesı Ve Prognostik Faktörler
ClInIcal EvaluafIon Of Acute PancreatItIs And PrognostIc Factors
Akut pankreatit değişik etyolojik faktörlerin etkili olduğu basit pankreatik ödemden etraf dokulaı-da nekrozla seyreden ölümcül sonuçlara kadar de-ğişehilen retroperitoneal bir hadisedir. Bu çalışmada akut pankreatit nedeniyle kli-niğimize başvuran ve tedavi gören 28 hasta hak-kıııda tecrübelerimizi gözden geçirdik. 28 hastanın 1.5rinde safra taşı, 2'sinde alkol, 1 finde rinde pankreas başı CA vardı. 9 ta-nesinin sebebi bulunamadı. 6 hasta ex oldu, 3 has-tada perirenal ahse gelişti. 3 hastaya laparatomi yapıldı. Takiplerimiz prognostik kriterleri ile uygunluk gösterdi. Pankreatitin teşhisinde, ilaç ve antibiyotik te-davisinde gelişmelerin olmasına rağmen tedavi gi-rişimleri halen etyolojiye yönelik yapılmaktadır. Etyolojide sebebi bilinmeyen pankreatitlerin yoğunluğunu gittikçe artırdığına inanılmaktadır (1).
Acute pancıeatitis is the inflanırnation of this retcoperitoneal organ with various etiological factors varying in severity from slight edema tn peripancreatic necrosis that may deteriorate ta death. In this actiele, we eı'aluated the recolyis of 28 pa-tients with acute pancreatitis ı-etrospectively who adrnitted ta University of Selçuk. General Surgery Department, hetween .lanuaty 1992 and Novembeı-1995. Etiological factoı-s weı-e gallstone in 15, al-cohol in 2. lipe•lipidemia in one and pancreas head cancer in one. There was no identifiable cause in 9 patients. Six patients died of disease_ Three patients underwent lapaı-atomy. FollovıLtıp of the casus sho-wed good correlation with the lmrie prognosticcriterias tiCcriterias criteılas
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta