Orta Yaş Hipertansif Bireylerde Kan Basıncı Kontrolü Ve Uyku Kalitesi Arasındaki İlişkinin Analizi
Zeynettin Kaya, Kenan Demir, Mehmet Kayrak, Ahmet Bacaksız, Çetin Duman
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Yaş Hipertansif Bireylerde Kan Basıncı Kontrolü Ve Uyku Kalitesi Arasındaki İlişkinin Analizi
An AnalysIs Of The RelatIon Between Blood Pressure RegulatIon And Sleep QualIty In MIddle Aged Hyper
AMAÇ: Bu çalışmada orta yaş hipertansif hastalarda kan basıncı regülasyonun uyku kalitesi üzerine etkisini ve kötü uyku kalitesi ile ilişkili kan basıncı parametrelerin neler olduğunu belirlemeyi amaçladık
\r\n
METOD: Çalışmamız yaşları 35 ile 65 arasında değişen 90 hipertansif hastanın alındığı kesitsel bir çelışmadır. Hastalara 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı holteri takılarak kan basıncı ortalamalarına göre hastalar regüle KB olanlar ve kötü KB kontrolü olanlar olarak iki gruba ayrılmıştır. Uyku kalitesi ambulatuvar kan basıncı holteri takılmadan önce Pittsburgh uyku kalitesi testi ile değerlendirildi. İstatistiksel analiz için SPSS 13.0 paket programı kullanıldı.
\r\n
BULGULAR: Global Pittsburgh uyku kalite indeksi(PSQI) skoru her iki grupta benzerdi ve uyku kalitesinin bileşenleri incelendiğinde yalnız gündüz işlev bozukluğu kötü kan basıncı kontrolü grubunda anlamlı olarak artmıştı (1,0±0,9 ve 1,4±1,0 p=0.05 ). Global PSQI skoru ile ortalama arteriyal kan basıncı, nabız basıncı, sistolik kan basıncı arasında korelasyon tespit edilmedi, gece diyastolik KB ile zayıf korelasyon mevcuttu(r=0.16 p=0.04). Kötü uyku kalitesinin öngördürücülerini tespit etmek için yapılan lojistik regresyon analizinde yalnızca diyastolik non-dipper durumunun bozulmuş uyku kalitesi açısından bağımsız öngördürücü olduğu tespit edildi(odds 3,21(CI: 1,51-7,72) p=0.03)
\r\n
SONUÇ: Çalışmamızda hipertansif hastalarda uyku kalitesinin belirgin şekilde bozulduğu, diyastolik non-dipper’in bozulmuş uyku kalitesi açısından bağımsız öngördürücü olduğu tespit edilmiştir. Ambulatuvar KB ölçümlerinde diyastolik non-dipper tespit edilen hastalarda uyku kalitesinin sorgulanması, bu hastalarda uyku bozukluğunu tespiti açısından önemli görünmektedir.
\r\n
AIM: In the present study, we aimed to evaluate the effect of blood pressure regulation on sleep quality in the hypertensive subjects and determine blood pressure parameters related with poor sleep quality.
\r\n
METHOD AND MATERIALS: Our study is a cross-sectional study including 90 hypertensive subjects at age between 35 and 65 years. The patients were performed 24-hour ambulatory blood pressure monitoring and divided into those with regulated blood pressure group and poor blood pressure control group. Sleep quality was checked before the ambulatory blood pressure monitoring by using Pittsburgh sleep quality test. Statistical analyses were performed with SPSS 13.0 packet program.
\r\n
MAIN FINDINGS: Global Pittsburgh sleep quality index (PSQI) scoring were similar in both groups and when components of the sleep quality were evaluated, daytime dysfunction was significantly higher in patients with poor blood pressure control compared to patienst with regulated blood pressure (1.0±0.9 versus 1.4±1.0, p=0.05; respectively ). Global PSQI score did not show significant correlation with arterial blood pressure leveles, pulse pressure, and systolic blood pressure levels. However, night diastolic pressure levels were weakly correlated with global PSQI scoring (r=0.16, p=0.04). Only diastolic non-dipper status was found as independent predictor of poor sleep quality as a result of logistic regression analysis (Odds: 3.21 (CI: 1.51-7.72), p=0.03).
\r\n
CONCLUSION: In the present study, sleep quality was markedly impaired in hypertensive patients and diastolic non-dipper was determined as an independent predictor of poor sleep quality. It seems important to assess sleep quality in patient with diastolic non-dipper at ambulatuary blood pressure evaluation, especially for detection of poor sleep status.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esansiyel Hipertansiyonlularda Magnezyum Metabolizması
Yıldız Divanlı
Araştırma makalesi
Özeti
Esansiyel Hipertansiyonlularda Magnezyum Metabolizması
MagnesIurn MetabolIsın In PatIents WIth EssentIal HypertentIon
Esansiyel Hipertansiyonlularda Etyolojik faktörler arasında magnezyum eksikliğinin de rol oynayabileceği düşünülmüş ve bu nedenle planladığırnız bu çalışmada Esansiyel Hipertansiyonlu hastaların serum, Eritrosit ve idrarında Mg düzeyleri saptanarak intra cellüler ve ekstracellüler .1',1g düzeyindeki değişimlerin esansiyel hipertansiyondaki rolü araştırılmıştır. Mg düzeyi antihipertansif ilaç kullanmayan esansiyel Hipertansiyonlu hastalarda sağlıklı kişilere nazaran her üç materyalde de düşük bulunmuş ve eksikliği istatistiksel anlamda önemli olduğu (P <0.001) gözlenmiştir. Buna karşın sağlıklı kişilerde bulunan değerlerle antihipertansif ilaç alan esansiyel tansiyonlu hastalarda bulunan değerler arasında istatistiksel anlamda bir fark bulunmadığı (P>0.05) saptanmıştır. Mevcut literatür bilgilerin ışığında, esansiyel hipertansiyonlu hastaların bir bölümünde de görüldüğü gibi, aldosteron veya aldosteron benri düzeylerindeki artış Mg eksikliğine yol açabilir. Bu eksiklik aynı zamanda damar düz kasında hipereksitabiliteyi ve ayrıca nöroeffektör kavşakta noradrenalin salıverilmesinin artmasına yol açabilir.
It is thought that magnesium deficiency may also play a role among etiological factors in patients with Essential Hypertension, and therefore, in this study we planned, the role of intracellular and extracellular changes in .1 ', 1g levels in essential hypertension was investigated by determining Mg levels in serum, erythrocyte and urine of patients with Essential Hypertension. The Mg level was found to be lower in all three materials in essential hypertensive patients who did not use antihypertensive drugs compared to healthy individuals, and the deficiency was found to be statistically significant (P <0.001). On the other hand, it was determined that there was no statistically significant difference (P> 0.05) between the values found in healthy individuals and those found in patients with essential blood pressure taking antihypertensive drugs. In the light of current literature information, as seen in some patients with essential hypertension, an increase in aldosterone or aldosterone benri levels may lead to Mg deficiency. This deficiency can also lead to hyperexcitability in vascular smooth muscle as well as increased noradrenaline release at the neuroeffector junction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Kalp Cerrahisi Sonrası Pulmoner Hipertansif
kriz Tedavisi İçin Sildenafil Kullanımı
defekt Hastaları
Cüneyt Narin, Gamze Sarkılar, Ahmet Özkara, Erdal Ege, Mehmet Işık, Yüksel Dereli, Ali Sarıgül, Mehmet Yeniterzi, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Konjenital Kalp Cerrahisi Sonrası Pulmoner Hipertansif
kriz Tedavisi İçin Sildenafil Kullanımı
defekt Hastaları
SIldenafIl Use For Treatment Of Pulmonary HypertensIve CrIsIs After
congenItal Heart Surgery
Bir fosfodiesteraz inhibitörü olan sildenafil, pulmoner yatakta
vazodilatasyona yol açarak pulmoner kan basıncını düşürmektedir.
Bu çalışmada, konjenital kardiyak defektli hastalarda sildenafil
kullanımının postoperatif dönemde pulmoner hipertansif kriz
ataklarını önlemedeki etkinliği araştırıldı. Kliniğimizde, Kasım 2005
ile Mayıs 2006 tarihleri arasında pulmoner hipertansiyonu bulunan
9 konjenital kardiyak defektli hasta opere edildi. Hastaların yaş
ortalaması 9.6±8.1 (3-12) ay ve ortalama vücut ağırlığı 5.5±0.9
(4-7) kg idi. Tüm hastalar median sternotomiyi takiben aortik ve
bikaval kanülasyon ile ekstrakorporeal dolaşım kullanılarak opere
edildi. Orta derecede hippotermi uygulandı ve kan kardiyoplejisi
kullanıldı. Ameliyat sonrası erken dönemde 0.5 mg/kg/gün dozunda
oral (nazogastrik tüp aracılığıyla) sildenafil tedavisi başlandı. Doz
kademeli olarak arttırılarak 2mg/kg/gün’e kadar çıkıldı ve tedaviye
bir hafta devam edildi. Hastalara ait sonuçlar retrospektif olarak
değerlendirildi. Preoperatif dönemde ortalama pulmoner arter
basıncı 52.7±7.9 mmHg idi. Hastaların ortalama entübasyon süreleri
58.4±34.0 (20-100) saat, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri
ise sırasıyla 2-7 (ortalama 4.8±2.0) ve 6-12 (ortalama 10.11±2.8)
gün idi. Çalışmada mortalite veya sildenafile bağlı ciddi hipotansiyon
görülmedi. Sadece 1 hastada ve 1 kez pulmoner hipertansif kriz atağı
görüldü. Postoperatif dönemde 1 hastada kalıcı kalp bloğu gelişti
ve bu hastaya kalıcı pacemaker yerleştirildi. Sildenafil, pulmoner
hipertansiyonu bulunan konjenital kardiyak defektli hastalarda
postoperatif pulmoner hipertansif krizlerin önlenmesinde etkin bir
tedavi seçeneğidir.
Sildenafil, a phosphodiesterase inhibitor, decreases pulmonary
arterial pressure by providing vasodilation in the pulmonary vascular
bed. In this study, the effect of sildenafil use was investigated
for prevention of pulmonary hypertensive crisis attacks in the
postoperative period in patients with congenital heart defects. In
our clinic, 9 patients with pulmonary hypertension and congenital
heart defects were operated in between November 2005 and May
2006. Mean age of the patients were 9.6±8.1 (3-12) months and the
mean body weights were 5.5±0.9 (4-7) kg. All patients were operated
following median sternotomy by using extracorporeal circulation
after aortic and bicaval cannulation. Medium hypothermia with cold
blood cardioplegia was used. Sildenafil treatment was started in the
early postoperative period by 0.5 mg/kg/day through the nasogastric
tube. The dose was gradually increased up to 2 mg/kg/day and the
treatment was maintained for one week. The results of the patients
were evaluated retrospectively. Mean pulmonary arterial pressure in
the preoperative period was 52.7±7.9 mmHg. Mean intubation times
of the patients were 58.4±34.0 (20-100) hours, whereas intensive
care unit stay and hospitalization periods were 2-7 (mean 4.8±2.0)
and 6-12 (mean 10.11±2.8) days, respectively. During the study,
neither mortality, nor important hypotension caused by sildenafil, was
detected. Only a pulmonary hypertensive crisis attack was detected
in 1 patient. One patient had consistent heart block and permanent
pacemaker was implanted. Sildenafil is an effective choice of
treatment for prevention of postoperative pulmonary hypertensive
crisis in patients with congenital heart defects accompanied by
pulmonary hypertension.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
Emre Avcı, Erdinç Çakır
Derleme
Özeti
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
MIcrovascular ComplIcatIon Of DIabetes MellItus:
dIabetIc Nephropathy
Diyabetik nefropati, diyabetes mellitusun önemli mikrovasküler
komplikasyonlarından biridir. Diyabetik nefropati, hem tip I hem de
tip II diyabetes mellitusun major komplikasyonu olarak gelişmektedir.
Aynı zamanda, son dönem böbrek yetmezliğinin en önemli nedenidir.
Hiperglisemi ve arteriyal hipertansiyon, diyabetik nefropati için
esas risk faktörleridir, ancak genetik yatkınlık hem tip I hem de
tip II diyabet için büyük önem taşır. Hiperglisemi, hipertansiyon,
obezite, kalıtsal hastalıklar, sigara kullanımı ve ilerleyen yaş gibi
diğer birçok risk faktörü de diyabetik nefropatinin gelişimine katkı
sağlamaktadır. Normal albuminüriden mikroalbuminüriye ilerleme
diyabetik nefropatide ilk adım olarak kabul edilir. Daha sonra, belirgin
proteinüri, azalmış glomerüler filtrasyon hızı ve son dönem böbrek
yetmezliği gelişir.
Diabetic nephropathy is one of the important microvascular
complications of diabetes mellitus. Diabetic nephropathy develops
as major complication of both type 1 and type 2 diabetes mellitus.
At the same time, it is currently the leading cause of end-stage renal
disease. Two of the main risk factors for diabetic nephropathy are
hyperglycemia and arterial hypertension, but the genetic susceptibility
in both type 1 and type 2 diabetes is of great importance. Contribute
to the development of diabetic nephropathy other risk factors such as
hyperglycemia, hypertension, obesity, hereditary diseases, smoking,
and advanced age. The progression from normal albuminuria
to microalbuminuria is accepted as the initial step in diabetic
nephropathy, and then distinctive proteinuria, decreased glomerular
filtration rate, and end-stage renal failure develops.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
Hasan Hüseyin Telli, Asım Sarıgüzel, Ahmet Temizhan, Ali Borazan, Turgut Karabağ, Hasan Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
RegIonal DIstrIbutIon Of The AtherosclerotIc Heart DIsease's RIsk Factors In Konya
Bu retrospektif klinik çalışmada Konya bölgesinde koroner anjiografi için kliniğimize alınan hastalarda aterosklerotik risk faktörleriyle, klinik tanı ve anjio skorlarının bölgesel dağılımını araştırmayı amaçladık. Çalışma klinik olarak koroner arter hastalığı (KKH) tanısı konulan 630 olguda yapıldı. Olguların yaş, cinsiyet, dislipidemi, total kolesterol, trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol, sigara kullanımı, hipertansiyon, diyabet, heredite gibi risk faktörleri değerlendirildikten sonra KKH'ın yaygınlığının bir ölçüsü olan Reardon'un modifiye şiddet skoru hesaplandı. Çalışmaya 450'si erkek. 180 i kadın ( yaş ortalaması 56.2 ±9.3 yıl ve yaş aralığı 20-80 yıl) toplam 630 olgu alındı. Aterosklerozun yaygınlığı arttıkça trigliserid değerleri de belirgin olarak artış gösterdi. Bu artış 2 damar hastalığı grubunda tek damar hastalığı grubuna göre anlamlı (p<0.05) idi. HDL değerleri damar tutulumu arttıkça azalma gösterdi. Bu azalma 3 damar grubunda tek damar grubuna göre anlamlıydı (p<0.05). Erkeklerde trigliserid değeri, sigara skoru ve oranları 20-49 yaş grubunda, 60 yaş üzeri gruba göre daha yüksekti (p< 0.05). Sigara kullanımı 50-59 yaş grubunda da 60 yaş üzeri grubuna göre daha fazla bulundu (p<0.05). Hipertansiyon 60 yaş üzeri grupta 20-49 ve 50-59 yaş grubuna göre daha yüksekti (p<0.05). KKH ile yaş, kolesterol, trigliserid. LDL kolesterol, HDL kolesterol ve sigara kullanımı arasında korelasyon bulundu. Sonuç olarak, bölgemizde sigara dışında aterosklerotik risk faktörleri TEKHARF çalışmasındaki gerek Türkiye gerekse İç Anadolu için verilen değerlerden daha yüksek bulundu.
İn this retropective study, patients with atherosclerotic risk factors and the related clinical diagnosis, angiographic scoring and regional distribution were investigated. A total of 630 patients (450 male, 180 female, mean age 56,2 ± 9.3) t hat underwent coronary angiography were enrolled. Patients were classified according to the clinical characteristic and Reardon’s modified severity scoring which is the indicator of the extend of coronary artery disease, was calculated. A parallel increase in coronary disease along with higher triglicehdes was observed, which was significantly different betvveen single and double vessel disease(p<0,05). The same correlation was apparent between HDL levels and the extent of the disease vvhich was remarkable in single and triple vessel disease group (p<0,05). Triglyceride levels varied as higher in males younger than 60 year of age vvhile smoking was lower in the same group (p<0,05). On the other hand hypertension was observed more frequently in elder patients (<60 year of age) (p<0,05). As a conclusion, ali risk factors other than smoking appeared to be higher than TEKHARF cohort, which were given for Central Anatolia region.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Arteriyel Hipertansiyon Tanısında Hasta Eğitim Düzeyi Ve Aile Hekimliği Uygulamasının Rolü
Mahmut Altuntas
Araştırma makalesi
Özeti
Arteriyel Hipertansiyon Tanısında Hasta Eğitim Düzeyi Ve Aile Hekimliği Uygulamasının Rolü
The Role Of Patıent Traınıng Level And Famıly Medıcıne Admınıstratıon In The Dıagnosıs Of Arterıal Hypertensıon
Giriş
Hipertansiyon (HT) , başta kalp damar hastalıkları olmak üzere birçok ciddi hastalıkta risk faktörüdür. HT tanısının konulması pek çok kişide geç kalabilmektedir. Bununla birlikte birinci basamakta aile hekimliğinin günlük pratiğinin oldukça önemli bir kısmını oluşturan ve önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur.
Amaç
Çalışmamızda, aile hekimliği uygulamasının, arteriyel hipertansiyon tanısı konulmasındaki etkinliği araştırılmıştır.
Gereç Ve Yöntem
2017-2018 tarihleri arasında retrospektif olarak aile hekimliği birimimizde verilerine ulaşılabilen ve kesin kayıtları mevcut 18 yaş ve üzerindeki HT hastaları çalışmaya dahil edildi. Kişisel bilgiler (yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi) ve hastalık tanımlama bilgilerini ( kaç yıldır hipertansiyon tanısı aldığı, başlangıç semptomu, hipertansiyon tanısı ilk nerede ve nasıl konulduğu) içeren toplamda yedi soruya verilen cevaplar Aile Hekimliği Bilgi Sisteminden retrospektif olarak incelendi.
Bulgular
- kadın, 108 erkek toplam 286 hasta tespit edildi. Araştırmaya katılanların %5,9’u okur-yazar olmayan kesim, %94.1 okur yazar kesimdi. Okur yazar hastaların eğitim düzeyleri ; %59,8 ‘i ilköğretim, %10,5’i lise ve %16,8 ‘i lisans üzeri olarak tespit edildi. Araştırmaya katılanların % 7.7’si aile hekimliği polikliniğinde, geri kalan % 92.3’ü ise aile hekimliği dışında ikinci basamak sağlık kuruluşlarında ve diğer yerlerde tanı almışlardı. Eğitim düzeylerine göre %7,7’si aile hekimliğinde, % 92.3’ü ise aile hekimliği dışında ikinci basamak sağlık kuruluşlarında ve diğer yerlerde arteriyel hipertansiyon için tanı almışlardı.
Sonuç
- arteriyel hipertansiyon tanısı olan hastaların, eğitim düzeyleri ne olursa olsun, ikinci basamak sağlık kuruluşlarında daha sık tanı aldıkları tespit edildi. Konya ilimizde aile hekimliği uygulamasının başlamasından sonra, birinci basamakta arteriyel hipertansiyon tanısı alma oranı %1,5’ten %16,3 gibi bir oranda artmış olmasına karşın aile hekimliği uygulamasının arteriyel hipertansiyon tanısı alma üzerine rolünün daha da arttırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Background
Hypertension (HT) is a controllable and preventable public health problem that is a risk factor for many serious diseases, especially cardiovascular diseases. Hypertension, which can be silent and lethal, can not be diagnosed in many people. HT constitutes a significant part of the daily practice of the primary care physician. Today, the Family Medicine is a medical discipline constitutes the first level of the health system in Turkey.
Aim
In our study, the effectiveness of family medicine practice in the diagnosis of arterial hypertension was investigated.
Material and Method
We retrospectively reviewed the data of the patients aged 18 years and older who had access to their data in our family medicine department between 2017-2018. A total of seven questions, including personal information (age, gender and education level) and disease identification information (how many years were diagnosed with hypertension, baseline symptom, where and how the diagnosis of hypertension was first established) were retrospectively reviewed from the Family Medicine Information System.
Results
A total of 286 patients, 178 female and 108 male were detected. 9% of the participants were illiterate while 94.1% were literate . 59.8% of the illiterate patients were in primary education, 10.5% in high school and 16.8% in graduate education. 7.7% of the participants were diagnosed in the family medicine polyclinic, and the remaining 92.3% were diagnosed in secondary health care facilities and other places except family medicine. According to education level, 7.7% were diagnosed in family medicine and 92.3% were diagnosed in second-level health facilities and elsewhere except family medicine.
Conclusion
In our study; patients with arterial hypertension were diagnosed more frequently in secondary health care institutions regardless of their education level. Although the rate of diagnosis of arterial hypertension was increased from 1.5% to 16.3% in primary care after starting the practice of family medicine in Konya, we believe that the role of family medicine practice on the diagnosis of arterial hypertension should be increased even more.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
Ebru Apaydın Dogan, Osman Serhat Tokgöz, Orhan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
NeurologIcal ComplIcatIons In HemodIalysIs PatIents
Amaç: Hemodiyalize bağlı nörovasküler komplikasyonların ve tedavi yaklaşımlarının literatürler yardı- mıyla irdelenmesi. Olgu Sunumu: Hemodiyaliz tedavisi alan ve kliniğimize intraserebral hematom nedeniyle yatırılan 19 yaşında erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Hemodiyaliz hastalarında nörovasküler komplikasyonlar mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerindendir. Kontrolsüz hipertansiyon ve üremiye bağlı nörovasküler komplikasyonların önlenmesi için, bu hastaların nöroloji ve nefroloji uzmanlarının ortak takibinde olması gereklidir.
Aim: To highlight the neurovascular complications of hemodialysis and discuss the therapeutic approaches with the relevant literature. Case Report: A 19- year old man on maintenance hemodialysis who admitted to our clinic with intracerebral hematoma is discussed. Conclusion: Neurovascular complications are being recognised as the major causes of mortality and morbidity in hemodialysis patients. Prevention of neurovascular complications of uremia and accelerated hypertension requires the cooperation of both the neurologists and nephrologists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilateral Talamik Hemoraji
Betigül Yürüten, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Bilateral Talamik Hemoraji
BIlateral ThalamIc HImorrhage
Multipl intraserebral hemoraji tüm intrakraniyal hemorajilerin %2’sidir. Multipl intraserebral hemorajinin en sık koag- ulasyon defektleri, neoplazmalar, anjiopatiler veya sinüs trombozu olan hastalarda ortaya çıktığı bilinir. Sistemik arteriel hipertansiyonu olan hastalarda farklı zamanlarda intraserebral kanama olması sıklıkla görülebilir ancak multipl kanamanın eş zamanlı ortaya çıkışı oldukça nadirdir. Bununla birlikte, herhangi bir etyoloji bulunmaksızın multipl intraserebral hematomun ortaya çıktığı da literatürde rapor edilmiştir. Bu yazıda hipertansiyonu olan ve mul tipl intraserebral hemoraji gelişen bir hasta tanımlanmıştır. Hastada lentiform nükleusa yayılan bilateral talamik hematom mevcuttu. Nörolojik muayenesinde apati, duygusal küntlük, yukarı bakış paralizisi, tetraparezi ve hiper- tansif retinopati mevcuttu. Hipertansiyon dışında multipl intraserebral hemoraji yapan diğer nedenler laboratuar testleri ile ayrıştırıldı.
Multiple intracerebral hemorrhage represents 2 % of ali intracranial hemorrhages. Multiple intracerebral hemor- rhages have been known to occur most frequently in patients with coagulation defects, neoplasms, angiopathies or sinüs thrombosis. The finding of recurrent intracerebral hemorrhages is not unusual in patients with systemic arterial hypertension, but simultaneous occurence of multiple hemorrhages is rare in these patients. However, multiple spontaneous intracerebral hemorrhages vvithout an identifiable etiology were also reported in the literatüre. Here, we describe a hypertensive patient who developed multiple intracerebral hematomas. The patient had bilateral thalamic hematoma that extended the lentiform nucleus. There was apathy, loss of emotional concern, upvvard gaze palsy, tetraparesis and hypertensive retinopathy in the neurologic examination. Conditions other than hypertension that might cause intracerebral hemorrhage were excluded by laboratuary investigations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
İlker Cordan, Mustafa Can, Muhammet Kocabaş, Melia Karaköse, Mustafa Kulaksızoğlu, Feridun Karakurt
Araştırma makalesi
Özeti
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of Adrenal IncIdentaloma Cases ApplyIng To EndocrInology OutpatIent ClInIc
Amaç: Bu çalışmada, farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğimize yönlendirilen hastaların hormonal durumlarını, tedavilerini ve histopatolojik tanılarını gözden geçirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler:Çalışmaya 2015-2018 yılları arasında farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğine yönlendirilen 217 hasta alındı. Biyokimyasal olarak 1 mg deksametazon supresyon testi ve 24 saatlik idrar serbest kortizolü, 24 saatlik idrarda metanefrin ve normetanefrin düzeyleri tüm hastalarda değerlendirildi. Hipertansiyonu olan hastalara aldesteron/renin aktivitesi açısından tarama yapıldı. Adrenal insidentalomaların BT veya MRG ile değerlendirilen görüntüleme özellikleri tarandı.
Bulgular: Olguların değerlendirmesinde; 180’i (%83) nonfonksiyonel, 37’si (%17) fonksiyonel olarak değerlendirildi. Fonksiyonel olarak değerlendirilen 37 hastanın; 10’unda (%4.6) feokromasitoma, 5’inde (%2.3), Cushing sendromu, 9’unda (%4.1), subklinik Cushing sendromu, 13’ünde(%6) primer hiperaldesteronizm saptandı. Nonfonksiyonel olarak değerlendirilen 180 hastanın; 7’sinde metastatik hastalık (3’ü küçük hücre dışı akciğer karsinomu, 1’i meme kanseri, 1’i prostat karsinomu ve 2’si primeri bilinmeyen kanser), 4’ü myelolipom, 1’i ganglionörom, 1’i kisthidatik, 2’sinde adrenokortikal karsinom saptandı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre adrenal insidentalomalı hastalarda hormon aktif olma durumu nadir değildir. Bazı kitleler malign özellikte olabilmektedir. Bu nedenle adrenal insidentaloma hem fonksiyonel olup olmadığı hem de malign-benign lezyon ayırımı acısından tetkik edilmesi gereken bir durumdur.
Objective: The aim was to review the hormonal status, treatment and histopathological diagnosis of patients admitted to our endocrinology outpatient clinic with the diagnosis of adrenal incidentaloma.
Material and Methods:Between 2015-2018, 217 patients with adrenal incidentaloma who were admitted to the endocrinology outpatient clinic were included in the study. 1 mg overnight dexamethasone suppression test (DST), 24 hour urine free cortisol, 24-hour urine methanephrine and normetanephrine levels were evaluated in all patients.Patients who also have hypertension or hypokalemiawere screened for the plasma aldosterone/renin activity ratio. CT or MRI imaging properties of adrenal incidentalomas were screened.
Results: In the evaluation of cases; 180 (83%) of the masses were evaluated as non-functional and 37 (17%) as functional. Of the 37 patients evaluated as having functional adrenal mass; 10 (4.6%) pheochromocytoma, 5 (2.3%) Cushing's syndrome, 9 (4.1%) subclinical Cushing’s syndrome and 13 (6%) primary hyperaldesteronism were detected. In 180 patients who were evaluated as having non-functional adrenal mass; metastatic disease in 7 (3 non-small cell lung cancer, 1 breast cancer, 1 prostate carcinoma and 2 unknown primary cancer), myelolipoma in 4, ganglioneuroma in 1, hydatid cyst in 1, adrenocortical carcinoma in 2 patients were detected.
Conclusion: According to the results of this study, it is not uncommon for adrenal incidentalomas to be functional. It may be malignant in some cases. For this reason, adrenal incidentaloma is a condition that should be examined both in terms of
functionality and malignancy potential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Numune Hastanesi’nde Açık Kalp Cerrahisi: İlk
550 Vakanın Değerlendirilmesi
Yüksel Dereli, Ramis Özdemir, Nihan Kayalar, Musa Ağrış, Kemalettin Hoşgör, Ali Suat Özdiş
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Numune Hastanesi’nde Açık Kalp Cerrahisi: İlk
550 Vakanın Değerlendirilmesi
Open Heart Surgery In Konya State HospItal: RevIew Of The FIrst 550
cases
Bu çalışmada, kliniğimizde uygulanan ilk açık kalp ameliyatları
değerlendirildi. Kliniğimizde, Ağustos 2005 ile Haziran 2011 tarihleri
arasında, toplam 550 hastaya (318 erkek, 232 kadın, ortalama yaş
58,35) açık kalp ameliyatı uygulandı. Preoperatif EF ortalama %36,8
(20-65) idi. 397 olgu koroner arter hastalığı, 114 olgu kalp kapak
hastalığı, 19 olgu konjenital kalp hastalığı, 17 olgu aort patolojisi, 3
olgu ise sol atrial miksoma nedeniyle opere edildi. Major preoperatif
komorbiditeler hipertansiyon, diyabetes mellitus ve kronik obstrüktif
akciğer hastalığı idi. Ortalama yoğun bakımda kalış süresi 2,1 (1-17)
gün, hastanede kalış süresi ise 6,7 (4-23) gün idi. Total komplikasyon
oranı 157 olgu ile %28,54 idi. En sık görülen postoperatif komplikasyon
57 (%10,36) olgu ile atrial fibrilasyon idi. Hospitalizasyon döneminde
23 (%4,18) hastada düşük kardiyak output sendromu, 16 (%2,9)
hastada yara yeri enfeksiyonu, 13 (%2,36) hastada geçici nörolojik
disfonksiyon, 10 (%1,81) hastada böbrek yetmezliği ve 6 (%1,09)
hastada mekanik ventilasyon gereksinimi gözlendi. Toplam 45
(%8,18) hastada kanama (n=41) ve sternal ayrışma (n=4) nedeniyle
revizyon uygulandı. Total mortalite oranı 31 olgu ile %5,63 idi. En
sık ölüm nedeni düşük kardiyak debi idi. Bu çalışma, tüm zorluklara
rağmen açık kalp cerrahisinin bir devlet hastanesinde başarılı bir
şekilde uygulanabileceğini göstermektedir. Mortalite ve morbidite
oranlarımızın kabul edilebilir ölçüde ve güncel literatürle benzer
olduğunu düşünüyoruz.
In this study, we evaluated the first open heart operations
performed in our clinic. Between August 2005 and June 2011, a
total of 550 patients (318 male, 232 female; mean age 58,35 years)
underwent open heart surgery in our clinic. Preoperative mean
ejection fraction was 36,8% (20 to 65). Diagnosis of patients were
as follows: 397 cases had coronary aryery disease, 114 cases had
valvular heart disease, 19 cases had congenital heart disease, 17
cases had aortic pathology and 3 cases had left atrial myxoma.
Major comorbidities were hypertension, diabetes mellitus and
chronic obstructive lung disease. Mean intensive care unit stay
was 2,1 days (1-17), whereas mean hospital stay was 6,7 days (4-
23). Total complication rate was 28,54% with 157 cases. The most
common postoperative complication was atrial fibrilation with 57
(10,36%) cases. Low cardiac output in 23 (4,18%) patients, wound
infections in 16 (2,9%) patients, temporary neurologic disorder in 13
(2,36%) patients, renal failure in 10 (1,81%) patients and mechanical
ventilation requirement in 6 (1,09%) patients were observed in
hospitalization period. Reoperation was used in totally 45 (8,18%)
cases due to hemorrhage (n=41) and sternal dehiscence (n=4). Total
mortality rate was 5,63% with 31 cases. The most common cause of
mortality was low cardiac output. This study demonstrated that open
heart surgery has been performed successfully in a state hospital
despite the all difficulties. We think that our mortality and morbidity
rates are acceptable and similar to current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Muhammet Raşit Özer, Ali Avcı, İsmail Baloğlu, Kader Zeybek Aydoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Covid-19 Hastalarında Yoğun Bakım Yatışı İle İlişkili Faktörler
Factors AssocIated WIth IntensIve Care HospItalIzatIon In PatIents WIth CovId-19
Amaç: Bu çalışmada biyokimyasal parametreler, vital bulgular ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR) değerlerinin
COVID-19 hastalarında yoğun bakım yatış endikasyonunun belirlenmesinde kullanılabilir olup olmadığı
amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, bir üniversite hastanesinin acil servisinde
gerçekleştirildi. 1-31 Temmuz 2020 tarihinde hastanemize başvurmuş SARS-CoV-2 PCR testi pozitif olan
hastalar çalışmaya dahil edildi. Elektronik ortamda hastaların laboratuvar sonuçları, demografik bulguları ve
klinik sonuçları toplandı. Hastalar taburcu edilmiş, servise veya yoğun bakıma yatışı yapılmış olarak 3 gruba
ayrıldı. Gruplar arasında semptomların görülme sıklığı, şiddeti, ek hastalıklar, laboratuvar değerleri, NLR
değerleri kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 489 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların ortalama yaşı 48.69 + 17.25 yıl
iken bunların 260’ı (%53,16) kadındı. Bu hastaların 248’i (%50,9) taburcu edilirken, 207’si (%42,3) servislere,
33 (%6,7)’ü de yoğun bakım ünitelerine alındı. Yoğun bakıma yatış yapılan hastaların yaş, kalp hızı, üre,
kreatinin, CRP, D-dimer ve NLR değerleri diğer gruplara kıyasla yüksekken, bu grupta oksijen saturasyonu
ise istatiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. Yoğun bakımı yatışı olanlarda Diabetes Mellitus, Esansiyel
Hipertansiyon, Kronik Obstrüktif Akciğer hastalığı gibi eşlik eden sistemik rahatsızlıklar daha fazlaydı.
Çok değişkenli analizde oksijen satürasyonu (OR:0.803) ve nötrofil-lenfosit oranı (OR:1.09) yoğun bakım
ünitesinde yatış endikasyonunun bağımsız öngördürücüsü olarak b ulundu.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda acil servise COVID-19 nedeni ile başvuran hastalarda özellikle düşük
oksijen satürasyonu ve yüksek nötrofil-lenfosit oranının yoğun bakım yatış endikasyonun belirlenmesinde
kullanılabileceklerini düşünüyoruz.
Aim: In this study, it was aimed whether biochemical parameters, vital signs and neutrophil-lymphocyte ratio
(NLR) values could be used in determining the indication for intensive care hospitalization in COVID-19
patients.
Patients and Methods: This retrospective observational study was conducted in the emergency department
of a university hospital. Patients with positive SARS-CoV-2 PCR test who applied to our hospital on 1-31 July
2020 were included in the study. Laboratory results, demographic findings and clinical results of the patients
were collected electronically. The patients were divided into 3 groups as discharged, admitted to the service
or intensive care unit. The incidence and severity of symptoms, comorbidities, laboratory values, and NLR
values were compared between the groups.
Results: A total of 489 patients were included in the study. The mean age of the included patients was 48.69
+ 17.25 years, of which 260 (53.16%) were female. While 248 (50.9%) of these patients were discharged,
207 (42.3%) were taken to the service and 33 (6.7%) to the intensive care units. Age, heart rate, urea,
creatinine, CRP, D-dimer and NLR values of the patients admitted to the intensive care unit were higher
than the other groups, while oxygen saturation was statistically significantly lower in this group. Concomitant
systemic diseases such as Diabetes Mellitus, Essential Hypertension, Chronic Obstructive Pulmonary
Disease were more common in those hospitalized in the intensive care unit. In multivariable analysis, oxygen
saturation (OR:0.803) and neutrophil-lymphocyte ratio (OR:1.09) were found to be independent predictors of
the indication for hospitalization in the intensive care unit.
Conclusion: As a result of our study, we think that especially low oxygen saturation and high neutrophillymphocyte
ratio can be used in determining the indication for intensive care hospitalization in patients who
apply to the emergency department due to COVID-19.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Günde Tek Doz Enalaprilin Antihipertansif Etkınlığının 24 Saatlık Ambulatuvar Kan Basincı Ölçüm Teknığı İle Değerlendırılmesı
Oktay Ergene, Ömer Kozan, Ali Bayram, İsmet Dindar, Serdar Aksöyek, Oral Pektaş
Araştırma makalesi
Özeti
Günde Tek Doz Enalaprilin Antihipertansif Etkınlığının 24 Saatlık Ambulatuvar Kan Basincı Ölçüm Teknığı İle Değerlendırılmesı
EvaluatIon Of AntIhypertensIve EffIcacy Of SIngle Dose EnalaprIl WIth 24 Hour A Nıbulatory Blood Pressure MonItorIng
Çalışma, Mart 1992 ile Eylül 1992 tarihleri arasında Koşuyolu kalb ve Araştırma Hastanesi Kar-diyoloji polikliniğine başvuran hafif ve orta derecede hipertansiyonu olan 39 hastada gerçekleştirildi. Günde tek doz enalapril verilen hastaların tedavi öncesi ve sonrası 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı ölçümleri yapıldı. Hastalara enalapril üst doz 20 mg olacak şekilde uygulandı. Cevabın yetersiz kaldığı olgularda diüretik eklendi. Bu şekilde olguların %74'iinde cevap alındı. Cevap alınan 28 hastada teda-vi öncesi ortalama 148.195±4 mm1Hg olan kan basıncının 136187-±4 nım Ilg'ya düştüğü gözlendi. (p<0.001 ). Tedavi öncesi gece 23-07 saatleri arasındaik ortalama 138192±3 mmllg olan kan basıncının da tedavi sonrası 130ffi184±4 mmHg'ya indiği saptandı (p<0.01). Bir olguda yan etki nede-niyle tedavi durdurulmak zorunda kalındı. Sonuç olarak tek doz enalaprilin kan basıncı kontrolünde etkin bir antihipertansif ajan olduğu gözlendi.
Thirty-nine patients with mild to moderate hypertension were studied at Koşuyolu Heart and Research Hospital between March 1992 and September 1992. The patients were giyen increasing doses of enalapril to a maximum dose of 20 mglday and if necessary diuretic. Ambulatoly pressures were monitored at base line and at the end of 4 weeks of treatment in the case of responders. Total responder rate was 74%. Pre and post treatment mean arterial pressures were 148±9/95±4 and 136±5/87±4 mmHg, respectively (p<0.001). Between 2300-0700 hours these values were 138±5192±3 and 130±5/84±4 mmlig, respectively (p<0.01). Treatment was stopped in one case because of adverse drug effect. In summary enalapril is well tolerated and once daily administiration appeared to be ellective in mild to moderate hypertension
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
Tuba Berra Sarıtaş, Mehmet Asıl, Osman Koç
Olgu sunumu
Özeti
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
A Case WIth Successfull Transjugular IntrahepatIc PortosystemIc Shunt OperatIon
Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant (TIPSS), transjuguler yolla karaciğer parankimine bir stent yerleştirerek portal venöz sistem ve hepatik venöz sistem arasında bir şant oluşturma işlemidir. Türkiye’de az sayıda klinikte uygulanmaktadır. Biz de bu olguda hastanemizde başarıyla gerçekleştirilen ilk TIPSS girişimini sunmayı amaçladık
Transjuguler Intrahepatic Portosystemic Shunt (TIPSS) is a procedure that creates a shunt between portal and hepatic venous systems via transjugulary way placing a stent to hepatic parenchyme. In the current manuscript, we describe a patient with portal hypertension to whom a succesfull TIPSS operation was done in our hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esansiyel Hipertansiyonda Verapamil Sr 240 Mg In Etkısı
Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Hasan Hüseyin Telli, Süleyman Türk, Doğan Çiftçi, Said Gönen, Mustafa Cirit, Mehmet Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Esansiyel Hipertansiyonda Verapamil Sr 240 Mg In Etkısı
Effect Of VerapamIl Sr 240 NIg Treatment On EssentIal HypertensIon
Sınır, hafif. orta derecede ve ağır hipertansiyonlu 50 poliklinik: hastasmda uzun etkili Verapamil SR 240 ıng'ın etkenliği ve özellikle tolerabilitesi araştırddı. ilaç günde bir kez 240 ıng olarak oral yoldan verildi. Gerektiğinde 360 ıng'a çıkıldı. Çalışma 6 hafta sürdü. Çalışma sonunda sınır hipertansivonht 8 vakanın 7'sinde. hafif hipertansiyonlu 11 hastanın 9'unda. orta derecede hipertansiyonlu 14 hastanın 10'unda ve ağır hipertansiyonlu 17 hastanın 8'inde diyastolik kan basıncı değerleri günlük 240 mg uzun etkili Verapamil SR 240 ıng ile 90 /nın lig veya altına düşmüştü. Verapamil SR 240 ıng'ın kardiak ve ekstrakardiak tolerabilitesi çok iyiydi. Hastaların hiçbirinde AVblok gelişmedi. Hastaların çok az bir kısmında yan etkiler görüldü. Başhcaları; baş dönmesi, baş ağrısı. yorgunluk, yüz kızarması, bu-lantı, kusma, ateş basması, huzursuzluk ve kaşıntı idi.
In this study: the effect of and tolerability to long actinz Verapamil SR 240 mg treatment on ',ordu, mild, moderate and malignant hypenension were in-vestigated.7'he drug was giyen orally once a day. If there was a necessity, a Jose o f 360 mg was used. At the end of Iliis study Verapamil SR 240 mg was found effective in most of thepaıients. Afier theVe-rapamil SR 240 mg treatınent, the patients diastolic blood pressure was ender 90 mın lig. Cardiac and ex-tracardiac tolercllıility to Verapamil SR 240 mg iher-apı. was excelknt. AV-block wasn't seen. In some of the patients, there were Side ellects such as headache, fiıtigue. flushing, nausea, vomiting and dizziness.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kalp Hastalıklı Premature Bebege Radyolojık Yaklasım
Bülent Oran, İsmail Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Kalp Hastalıklı Premature Bebege Radyolojık Yaklasım
Radıologıcal Approach To Premature Baby Wıth Heart Dısease
Sadece fizik muayene bulgulanm dikkate alarak kardiyovaskiiler hastaliklarla, solunum sistemi has-tahklanm birbirinden ayirdetmek bazen cok zordur. PrematUre bebeklerdeki respiratuvar distres bulgulan, konjenital kalp hastaligi, konjestif kalp yetmezligi, hiyalen membran hastahgi, aspirasiyon sendromu, pnomoni, pnOmotoraks, lober amfizeni, pulmoner agenezi veya hipoplazi ye metabolik bir bozukluga bagli olabilir. Geleneksel radyoloji coku zaman klinik tamda bize yarduncidtr. Fetusta duktus arteriyozus genii oidugundan, aorta ye pulmoner arteriyel sistem basinclan e§ittir. Bu yiizden, pulmoner hipertansiyon normal fetal dola§imin bir ozelligidir
It is sometimes very difficult to distinguish between cardiovascular diseases and respiratory diseases, taking into account only physical examination findings. Symptoms of respiratory distress in premature babies may be due to congenital heart disease, congestive heart failure, hyaline membrane disease, aspiration syndrome, pneumonia, pneumothorax, lobar emphysema, pulmonary agenesis or hypoplasia and a metabolic disorder. Traditional radiology has often helped us clinically. From the wider ductus arteriosus to the fetus, the pressure of the pulmonary arterial system to the aorta is equal. Therefore, pulmonary hypertension is a feature of normal fetal circulation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
Törel Oğur, Zeynep İlerisoy Yakut, Mehmet Akif Teber, Esra Soyer Güldoğan, Leyla İnce, Aynur Turan, Aydın Kurt
Araştırma makalesi
Özeti
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
DIffusIon MrI FIndIngs Of Basal GanglIa And Thalamus In
hypertensIon And DIabetes MellItus
Hipertansiyon ve diyabetes mellitusta lentikülositriyat ve
talamoperforan arterlerin etkilenmesi ile bazal gangliyon ve talamus
düzeyinde laküner enfarktların geliştiği bilinmektedir. Biz, bu çalışma
ile hipertansiyon ve diyabetes mellitusta, lakuner enfarkt gelişmemiş
bazal ganglion ve talamus ADC (apparent diffusion coefficient)
değerleri ile herhangi bir sistemik hastalığı olmayan bireylerin ADC
değerlerini kıyaslamayı amaçladık. Sadece hipertansiyonu olan 52,
sadece diyabeti olan 8 ve herhangi bir sistemik hastalığı olmayan, baş
ağrısı ya da baş dönmesi gibi nedenlerle beyin MR’ı elde olunan 116
hastada kaudat nukleus, talamus ve lentiform nukleus düzeylerinde
ADC değerleri ölçüldü. Sonuçlar istatiksel olarak karşılaştırıldı.
Sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında diabetik bireylerde, sol
lentiform nukleus için ADC değerleri arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmıştır (p< 0.05). Hipertansif bireyler ile
sağlıklı bireyler karşılaştırıldığında her iki talamus ve lentiform
nukleus ADC değerleri için istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmıştır (p<0.05). Gerek hipertansiyon gerekse diyabetes
mellitus hastalıklarında lakuner enfarkt gelişmemiş olsa bile bazal
gangliyon ve talamus ADC değerlerindeki farklılıklar mikroskopik
düzeyde bir kronik iskemik süreci ya da gelişmekte olan bir laküner
enfarktı yansıtabilir.
It is known that development of lacunar infarcts were seen
due to involvement of lentikulositrial and talamoperforan arteries
in hypertension and diabetes mellitus. In this study, we aimed
to compare ADC (apparent diffusion coefficient) values of basal
ganglia and talamus free of lacunar infarct in patients with diabetes
mellitus and hypertension and individuals who have not any systemic
diseases. Cranial MR imagings of 52 patients with hypertension, 8
patients with diabetes mellitus and 116 patients with a symptom like
headache or vertigo but without any systemic disease were analyzed
for ADC values at the levels of caudat nucleus, thalamus and lentiform
nucleus. Results were evaluated for statistically. Statistically
important difference was found between individuals without systemic
disease and patients with diabetes mellitus for ADC values of left
lentiform nucleus (p< 0.05). Statistically important difference was
determined between hypertensive patients and healthy individuals
for ADC values of both thalamus and lentiform nucleus (p<0.05).
Even there is no distinct lacunar infarct, differences in ADC values
of basal ganglia and thalamus in patients with diabetes mellitus
and hypertension may represent microscopic chronic ischemia or
developing lacunar infarct.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskemik İnmede Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
Mehmet Gül, Metin Bircan, Abdullah Sadık Girişgin, Başar Cander, Hasan Hüseyin Kozak
Araştırma makalesi
Özeti
İskemik İnmede Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
The EvaluatIon Of RIsk Factors In IschemIc Stroke
Amaç: Bu çalışmanın amacı iskemik inme epidemiyolojisi ile ilgili verilere katkıda bulunmaktı. Gereç ve Yöntem: Biz iskemik inme tanısı almış 99 olguyu inme risk faktörleri yönünden inceledik. Hasta ve kontrol grubu inme risk faktörleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Hipertansiyon (HT), atriyal fibrilasyon (AF) ve sigara; iskemik inmeli olgularda risk faktörleri olarak kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P<0.05). Sonuç: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında iskemik inmeli hastalarda diyabet ve dislipideminin anlamlı risk faktörü olmadığı görüldü (P>0.05).
Aim: The aim of this study was to contribute to the data about the ischemic stroke epidemiology. Material and method: We analyzed 99 patients with ischemic stroke regarding the stroke risk factors. The patients and the controls were compared in respect to stroke risk factors. Results: Hypertension, atrial fibrillation, and cigarette smoking was statistically significant as a risk factor in the stroke group compared with the control group (P<0.05). Conclusion: Diabetes mellitus and dyslipidemia have not been found as significant risk factors in patients with stroke when compared with the control group (P>0.05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortalama Trombosit Hacminin Diyabet
komplikasyonlarını Öngörmede Rolü
Atilla Bıyık, Cevdet Duran, Şamil Ecirli, Orkide Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Ortalama Trombosit Hacminin Diyabet
komplikasyonlarını Öngörmede Rolü
The Role Of Mean Platelet Volume In PredIctIng
dIabetIc ComplIcatIons
Ortalama trombosit hacmi (MPV); trombosit hacmi yanında
fonksiyonu ve aktivasyonu hakkında bilgi veren bir belirteçdir.
Artmış MPV düzeyine sahip trombositlerin adezyon ve agregasyona
eğilimleri daha fazladır. Diyabetlilerde; trombosit aktivasyonu
sonucu adezyon ve agregasyon artar, bu durum mikrovasküler
sistemde tıkanıklıklara, dokularda iskemi ve hipoksiye neden olur. Bu
çalışmada amac; mikroalbüminüri (MA) ve/veya hipertansiyonu (HT)
olan ve olmayan tip 2 diyabetes mellitus (DM)’lu hastalarda MPV
düzeylerini karşılaştırmak ve komplikasyonların tespitinde MPV’nin
kullanılabilirliğini araştırmaktır. 18-65 yaşları arasında MA ve/veya
HT olan ve olmayan 80 (42 K, 38 E) tip 2 DM’li ile benzer özellikte
30 ( 15 K, 15 E) sağlıklı kişi çalışmaya alındı. Hastalar Grup 1; HT
ve MA olmayan tip 2 DM’li, Grup 2; HT olan ve MA olmayan tip 2
DM’li, Grup 3; HT olmayan ve MA olan tip 2 DM’li, Grup 4; HT ve MA
olan tip 2 DM’li olarak 4 gruba ayrıldı. MA ve/veya HT olan Grup 2,
Grup 3 ve Grup 4’deki hastaların MPV düzeyleri kontrollerden daha
yüksekti (sırasıyla p=0.005, p<0.001, p<0.001). Grup 2, Grup 3 ve
Grup 4’deki hastaların MPV’i, Grup 1’deki hastalardan daha yüksekti
ancak anlamlı değildi. Tüm diyabetik hastalardaki MPV, kontrollerden
daha yüksekti (p<0.001). Hipertansiyon ve/veya MA gelişen tip
2 DM’li hastaların MPV’i, sağlıklılara göre yüksek bulunmasına
rağmen diyabetik olupta komplikasyonları olmayanlara göre anlamlı
fark bulunmadı. Bu nedenle diyabetik hastaların takibinde MPV
düzeylerinin faydalı olmayacağı kanaati getirdik.
The mean platelet volume (MPV); is a marker that gives
information about platelet function, activity, and volume. Increased
MPV indicates larger platelets which are more active and inclined
to more adhesion and aggregation. In diabetics, increased adhesion
and aggregation can lead to blockage in the microvascular system,
diabetic complication, ischemia, and hypoxia. We compared MPV
in patients with microalbuminuria (MA) and/or patients with/without
hypertension (HT) who have type 2 diabetes mellitus (DM) as an
indicator of complications. Eighty patients (aged 18-65) with/ without
MA and/or HT with type 2 DM and 30 healthy subjects were included
into the study and divided into 4 groups as Group 1: Type 2 DM without
HT and MA, Group 2: Type 2 DM with HT and without MA, Group 3:
Type 2 DM without HT and with MA, Group 4: Type 2 DM with HT and
MA. The MPV’s of patients in Group 2, Group 3 and Group 4 were
higher than controls (p=0.005,p<0.001, p<0.001, respectively), but
not higher than Group 1. The mean MPV values in diabetic patients
were significantly higher than the controls (p<0.001). Although higher
MPV levels were found in diabetic patients compared to control, MPV
levels are not useful in monitoring and predicting complications in
type 2 DM patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Portal Hipertansiyonda Cerrahı Tedavı
Şakir Tavlı, Adnan Kaynak, Mikdat Bozer, Özden Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Portal Hipertansiyonda Cerrahı Tedavı
SurgIcal Treatment In Portal HypertensIon
1989-1992 yılları arasında S.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde portal hipertansiyon tanısı alan 12 olguya; 3 selektıf, 8 nonselektıf şant, 1 özofagogastrik transseksiyon ve 2 Sugiura-Futagawa işlemi olmak üzere 14 cerrahi girişim uygu-lanmıştır. Özofagogastrik transseksiyon uygulanan 1 ve Su-giura -Futagawa işlemi uygulanan 2 olgu dışında tüm girişimler efektif şartlarda yapılmıştır. Sugiura işlemi uygulanan 2 olgu dışında operatif mortalite olmamış, 3 ay-2 yıllık takiplerde hiçbir ol-guda tekrarlayan kanama gözlenmemiştir.
Between 1989 and 1992 in University of Selçuk, Faculty of Medicine, Department of Surgery, 12 patients were diagnosed with portal hypertension. 14 surgical intervention (3 selective and 8 nonselective shunt, 1 eosophageal transsection and 2 Sugiura-Fwagawa procedure) were peıforıned ta these patients. Except 1 oesophageal transsection and 2 Sugiura-Futagawa operation, all operations were peıformed in elective conditions. Expect 2 cases underwent Sugiura-Futagawa operation, there were no operative mortality. Ir wasn't developed the recurrent hemorrhage in following 3 mounts to 2 years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
Oğuzhan Güven Gümüştaş, İbrahim Akdağ, Yurtkuran Sadıkoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
RadIologIcal And ClInIcal Fallow Up Results Of Renal Artery StentIng Or Ballon AngIoplasty In PatIents WIth Renal Artery StenosIs
Amaç: Renal arter darlıklı hastalarda renal yetmezlik ve renovasküler hipertansiyonun kontrolünde balon anjioplasti veya renal artere stent uygulaması sonuçlarının takibi ve primer başarı oranını saptamak.Yöntem: Olguların renal anjioplasti ve stent uygulaması öncesi renal anjio bulguları, Doppler ultrasonografi bulguları ve varsa MR anjio bulguları değerlendirildi. Olguların klinik değerlendirilmesi renal fonksiyonları, tansiyon değerleri ve kullanılan ilaç sayısındaki değişikliklere göre yapıldı. Bulgular: Otuz yedi (22 erkek, 15 kadın; ortalama yaş 50.24) hastanın 32 renal arterine balon ile genişleyen stent yerleştirildi. 37 hastanın 7 renal arterine balon anjioplasti uygulandı. Tüm hastalarda hipertansiyon, 12 hastada böbrek disfonksiyonu bulunmaktaydı. Hastalar tedavinin etkinliğini belirlemek için, işlem öncesi ve sonrası kan basıncı ve serum kreatinin düzeyleri ile takip edildiler. Darlık oranı %30-%100 idi (ort %74.15). On beş hastada lezyonlar ostialdi. Yirmi dört hastada trunkaldi. Takip süresi ortalama 21.2 (3-84 ay) aydı. Hipertansiyon 9 (%24.33) hastada iyileşti. 19 hastada düzeldi. 9 hastada ise yanıt alınamadı. Böbrek fonksiyonu bozuk olan 12 hastanın da 8’inde (%22.22) düzelme görülürken, 4’ünde kötüleşme görüldü. 4 (%11.10)’ünde ise değişiklik izlenmedi. Sonuç: Renal arter darlıklarının stent ve perkütan transluminal anjioplasti ile revaskülarizasyonu, basit etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemidir. İlerleyici böbrek yetmezliği ve kontrol edilemeyen hipertansiyonlu hastalarda perkutan transluminal anjioplasti ve stent ile renal arter darlıklarının revaskülarizasyonu önemli klinik yarar sağlamaktadır.
Aim: To determine the primary success rate and follow up results of renal artery stenting or balloon angioplasty in controlling renovascular hypertension and renal failure in patients with renal artery stenosis. Method: Before balloon angioplasty and stenting; renal angiography and Doppler ultrasonography findings were evaluated and also findings of MRA were estimated if present.The clinical estimation of the cases were made upon to renal functions, hypertension values and the changes of the number of medicines used. Results: Balloon expandable stents were placed in 32 renal arteries of 37 patients. Balloon angioplasty were used in 7 renal arteries of 37 patients (22 men, 15 women; mean age 50.24). There were hypertension in all of the patients. In 12 patients; there were disturbed renal functions. In order to determine the activity of the cure of the disease, the patients are followed by measuring blood pressures and serum creatinin levels before and after the stenting and balloon angioplasty. Stenosis rate was 30-100% (mean 74.15%).The lesions were ostial in 15 patients, truncal in 24 patients. Mean follow up time was 21.2 months (3-84 months). Hypertension was cured in 9 (24.33%) patients, improved in 19 (51.35%).patients In 9 (24.33%) patients there was no respond. In 12 patients with disturbed renal function, 8 (22.22%) patients showed improvement, 4 (11.10%) patients showed deterioration and 4 (11.10%) patients were stable. Conclusion: Revascularization of renal artery stenosis with stenting and balloon angioplasty is a simple, efficient and safe procedure. In patients with uncontrolled hypertension and progressive renal failure; revascularization of renal ar tery stenosis with stenting and baloon angioplasty pointed out impor tant clinical benefit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperkapnik Solunum Yetmezliği Gelişen Koah’lı Hastalarda Non-İnvaziv Ventilasyonun Plazma Brain Natriüretik Peptid (bnp) Ve Troponin Üzerine Etkisi
Turgut Teke, Emin Maden, Aysel Kıyıcı, Durdu Mehmet Yavşan, Hüseyin Çiçek, Kürşat Uzun
Araştırma makalesi
Özeti
Hiperkapnik Solunum Yetmezliği Gelişen Koah’lı Hastalarda Non-İnvaziv Ventilasyonun Plazma Brain Natriüretik Peptid (bnp) Ve Troponin Üzerine Etkisi
The Effect Of NonInvasIve VentIlatIon On Plasma BraIn NatrIuretIc PeptIde (bnp) And TroponIn In Copd PatIents WIth HypercapneIc RespIratory FaIlure
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) yüksek BNP değerleri ile mortalite arasında ilişki olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada non-invaziv ventilasyonun (NIV) pro-BNP ve troponine etkisi araştırılmıştır. Bu çalışmaya KOAH’lı 58 hasta alınmıştır. Hastalar NIV uygulananlar (n:41) ve uygulanmayanlar (n:17) olarak iki gruba ayrıldı. Kontrol grubunda ve NIV uygulananlarda tedavi öncesi ve sonrası pro-BNP ve troponin değerleri ölçüldü. Başlangıçta NIV grubunda hem pro-BNP (2013.95 pg/ml) hem de troponin (0.17 ng/ml) seviyeleri kontrol grubundan (sırasıyla 328.9 pg/ml, 0.02 ng/ml) anlamlı olarak belirgin yüksekti (p0.05). Solunum yetmezliği gelişen şiddetli KOAH akut alevlenmelerinde pro-BNP ve troponin seviyeleri belirgin artmaktadır. Bu artış KOAH alevlenmelerinde alevlenmenin şiddetine bağlı olarak sağ ventrikül yüklenmesinin ve pulmoner hipertansiyonun daha fazla olabileceğini ve buna miyokard hasarının da eklenebileceğini düşündürmektedir. NIV tedavisi hiperkapnik solunum yetmezliğinin geliştiği KOAH akut alevlenmelerinde artmış pro-BNP seviyelerini miyokard hasarını arttırmadan güvenli bir şekilde düşürmektedir.
It was reported that there is relationship between high brain natriuretic peptide (BNP) levels and mortality in chronic obstructive pulmonary disease (COPD). In this study, we investigated effect of NIV to the BNP and troponin. Fifty eight cases with COPD were enrolled to this study. The patients were divided into two groups as cases receiving NIV (n:41) and cases not receiving NIV (n:17). In both groups pretreatment and posttreatment pro BNP and troponin levels were measured. Initially, in NIV group both pro-BNP (2013.95 pg/ml) and troponin (0.17 ng/ml) levels were significantly higher than those of control group (328.9 pg/ml and 0.02 ng/ml, respectively) (p0.05). In conclusion, in severe COPD acute exacerbations that develop respiratory failure, both pro-BNP and troponin levels increase significantly. This increase suggests that in COPD exacerbations, depending on severity of exacerbation right ventricle load and pulmonary hypertension may be more prominent and myocardial injury may accompany this. In COPD exacerbations, NIV treatment could safely decrease the increased pro-BNP levels without increasing the myocardial injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Evre Iı Sarkoidoz’lu Hastalarda Ana Pulmoner Arter Çapının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
Pınar Didem Yılmaz, Sevinç Kalın, Mevlüt Hakan Göktepe
Araştırma makalesi
Özeti
Evre Iı Sarkoidoz’lu Hastalarda Ana Pulmoner Arter Çapının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MaIn Pulmonary Artery DIameter By MultIslIce Computed Tomography In PatIents WIth Stage Iı SarcoIdosIs
Amaç: Non- kazeifiye granülomlar ile karakterize sistemik granülomatöz bir hastalık olan sarkoidozun tanısında ve
prognozunu belirlemede akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT) önemli bir yer tutmaktadır. Hastalığın
nadir bir komplikasyonu olan pulmoner hipertansiyon tüm evrelerde görülebilmektedir. Pulmoner hipertansiyon
(PH) ile ana pulmoner arter çapındaki (APAÇ) artış arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu çalışmamızda evre
II sarkoidozlu hastalarda erken dönemde PH tanısı için çok kesitli BT incelemesi ile APAÇ’ ı değerlendirmeyi
amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Görüntülemelerinde hiler lenfadenopati ve parankimal değişikliklerin olduğu, ocak-2018 ile
aralık-2021 tarihleri arasında hastanemizde sarkoidoz tanısı ile takip edilen Evre II sarkoidozlu hastalarda toraks
BT’de ana pulmoner arter çapını ölçerek akciğer grafisi normal olup nonspesifik semptomlarla toraks BT çekilmiş
kontrol grubu ile karşılaştırdık. Evre II sarkoidozlu hastaların Ekokardiyografi (EKO) ile elde edilmiş pulmoner arter
basınçları ile ana pulmoner arter çapı arasındaki ilişkiyi değe rlendirdik.
Bulgular: Sarkoidozlu hastalarda kontrol grubuna kıyasla APAÇ artışı ve EKO ile ölçülen pulmoner arter basıncı
ile bu grup hastalardaki BT’den ölçülmüş olan pulmoner arter ça pı arasında anlamlı bir ilişki tespit ettik.
Sonuç: Sarkoidozlu hastalarda BT ile pulmoner arter çapının değerlendirilmesinin PH gelişimi konusunda yol
gösterici olabileceği dolayısıyla erken dönemde müdahele fırsat ı sunacağı kanısındayız.
Aim: Chest radiography and thoracic computed tomography (CT) play an important role in the diagnosis and
prognosis of sarcoidosis, a systemic granulomatous disease characterized by non-caseating granulomas.
Pulmonary hypertension, a rare complication of the disease, can be seen in all stages. There is a strong
correlation between pulmonary hypertension (PH) and an increase in the diameter of the main pulmonary
artery (MPAD). In this study, we aimed to evaluate MPAD with multislice computed tomography (CT)
examination for the early diagnosis of PH in patients with stag e II sarcoidosis.
Patients and Methods: We measured the diameter of the main pulmonary artery on thorax CT in patients
with stage II sarcoidosis, who were followed up in our hospital with a diagnosis of sarcoidosis between
January-2018 and December-2021, with hilar lymphadenopathy and parenchymal changes in their imaging,
and compared them with the control group, whose chest X-ray was normal and thorax CT scan was performed
with nonspecific symptoms. We evaluated the relationship between the pulmonary artery pressures obtained
by echocardiography and the diameter of the main pulmonary arte ry in patients with stage II sarcoidosis
Results: We found a significant correlation between the increase in MPAD and pulmonary artery pressure
measured by ECHO in patients with sarcoidosis compared to the control group, and the pulmonary artery
diameter measured by CT in this patient group.
Conclusion: We think that CT evaluation of pulmonary artery diameter in patients with sarcoidosis can guide
the development of PH and therefore of fer an opportunity for early intervention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anjiotensinıi Reseptör Blokerlerinin Ve Diüretik Kombinasyonlarinin Santral Hemodinamikler Üzerine Etkileri
Gülperi Çelik, Ali Gündoğdu, Fatih Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Anjiotensinıi Reseptör Blokerlerinin Ve Diüretik Kombinasyonlarinin Santral Hemodinamikler Üzerine Etkileri
Effects Of AngIotensIn Blockers And DIuretIc CombInatIons On Central HemodynamIcs
Bu çalışmada anjiotensin reseptör blokerlerinin (ARB) ve diuretik kombinasyonlarının santral hemodinamikler ve arteriyel sertleşme parametreleri üzerinde etkileri araştırılmıştır. Bu retrospektif çalışmada ARB, ARB+ diuretic kullanan hastaların ve sağlıklı kontrollerin santral hemodinamik prametreleri 24 saatlik periyotta Mobil-O-Graph Arteriograph (I.E.M. GmbH, Stolberg, Germany) cihazı kullanılarak değerlendirildi. Bu retrospektif çalışmaya ARB kullanan 44 olgu, ARB+ hidrokloratiyazid kullanan 81 olgu ve kontrol grubu olarak hipertansiyonu ve kronik hastalığı olmayan 30 olgu dahil edildi. ARB kullanan olguların yaş ortalaması 51.2±15.8, ARB+ hidroklorotiyazid kullananların yaş ortalaması 56.3±13.8, kontrol grubunun yaş ortalaması 53.4±15.9 idi. Yirmi dört saat süresince (24s) ortalama nabız basıncı, 24s santral sistolik kan basıncı (SKB) (r=0.646, p=0.02) ve 24s yansıtma boyutu (r=0.498, p=0.022) ile ilişkiliydi. 24s santral SKB, 24s arttırma indeksi (
[email protected]) (r=0.590, p=0.005), kardiyak output (r=0.630, p=0.005) ve periferik rezistans (r=0.451, p=0.030) ile ilişkiliydi. 24s santral diyastolik kan basıncı (DKB), 24s
[email protected] (r=0.445,p=0.040), kardiyak output (r=0.798, p
In this study, effects of angiotensin blockers (ARB) and diuretics combinations on central hemodynamics and arteriyel stiffness parameters were analyzed. In this retrospective study, hemodynamical parameters of patients using ARB, ARB + diuretics and healthy controls were analyzed for 24 hours with Mobil-O-Graph Arteriograph (I.E.M. GmbH, Stolberg, Germany). 44 patients on ARB, 81 cases on ARB + diuretics and 30 healthy control subjects without any hypertension or chronic illness were included. Mean age of patients on ARB, ARB+ diuretics and control group were 51.2±15.8, 56.3±13.8, 53.4±15.9 respectively. 24 hour mean pulse pressure was correlated with 24 hour central systolic blood pressure (SBP) (r=0.646, p=0.02), and 24 hour reflection size (r=0.498, p=0.022). 24 hour central SBP was correlated with 24 hour
[email protected](r=0.590, p=0.005), cardiac output (r=0.630, p=0.005), peripheral resistance (r=0.451, p=0.030). 24 hour central diastolic BP (DBP) was correlated with 24 hour
[email protected] (r=0.445, p=0.040), cardiac output (r=0.798, p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esansıyel Hipertansiyonlu Hastalarda Ventrikuler Aritmı Ve Prognoza Etkısı
Hasan Gök, Bayram Korkut, Ahmet Altınbaş, Mehmet Tokaç, V. Gökhan Cin, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Esansıyel Hipertansiyonlu Hastalarda Ventrikuler Aritmı Ve Prognoza Etkısı
VentrIcular ArrhythmIas And PrognostIc SIg-NIfIcance In PatIents WIth EssentIal HypertensIon
Bu Çalışmamızda esansiyel hipertansiyonlu hastalarda ventrikülar aritmi dağılımı ve yaşam süresine etkisi araştırıldı. Esansiyel hipertansiyonlu 50 olgu, eko-kardiyografik olarak interventrikiiler septum (IVS) ye sol ventrikill arka duvar (LVPW) kahnitklarina gore sol ventrikill hipertrofisi (LVH) olanlar (30 olgu) ye olmayanlar (20 olgu) ceklinde grup-landtrildt. Daha sonra 24 saatlik Holter mo-nitorizasyonu gerceklegirildi ve tesbit edilen vent-rikuler aritmiler OA) Lown stniflamasinda oldugu gibi gruplandirtldt. Anjiotensin enzim (ACE) inhibitorii tedavisi ba§lanan butan hastalar, 2 aylik aralarla 6 aylik klinik takibe LVH olan hipertansif hastalarda VA tiplerinin hepsi fazia oranda tesbit edildi, fakat Lown IVA grup VA istatistiksel olarak anlamll oranda fazla idi. Her iki hipertan.qf pasta grubunda da en sik olarak Lown IA grubu VA tesbit edildi malign VA ye ani olicm tesbit edilmedi.
In this study, we looked the distribution and prognostic significance of ventricular arrhythmias (VA) in patients with essential hypertension. Fifty patients with essential hypertension were included. After physical and laboratory exa-mination, interventricular septum (IVS) and left ventricular posterior wall (LVPW) thickness were measured in M-mode echo to detect left ventricular hypertrophy (LVH). Patients were classified into 2 main group according to presence or absence of LVH. Halter monitoring was performed and VAs seen in Halter were defined according to Lawn clas-sification_ All of the patients were followed clinically at least 6 months by 2 monthly intervals. All types of VAs were more common in LVH group, but only Lawn IVA group VA was sig-nificantly higher occurence. There were no malign VA and sudden death while Lawn IA group VAs were more common in the two group of patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Ve Yöresınde Hipertansiyon Sıklığının Araştırılması
Mehdi Yeksan, Şamil Ecirli, Hasan Hüseyin Telli, Doğan Çiftçi, Mustafa Cirit, Süleyman Türk, Mustafa Sait Gönen, Mehmet Numan Tamer, Mehmet Polat, Andaç Argon
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Ve Yöresınde Hipertansiyon Sıklığının Araştırılması
The EvaluatIon Of HypertensIon Frequency In Konya Area
Bu çalışmada Konya ve yöresinde Dünya Sağlık Örgütü'nün kriterlerine göre saha ve poliklinik grup-larında hipertansiyon sıklığı araştırılmıştır. Saha populasyonunda 1000, poliklinik populasyonunda 2036 hasta taranmıştır. Poliklinik grubunda hipertansiyon isidensi 45 yaş altında %22.5, 46-60 yaş grubunda 9'644.5, 61 yaş ve üzeri grupta %60.3, ortalama %32.5 bulunmuştur. Saha grubunda hipertansiyon insidensi 45 yaş ve altında %14.2, 46-60 yaş grubunda %42.2, 61 yaş ve üzeri grupta %44, ortalama %23.1 bulunmuştur. Yaş arttıkça hipertan-siyon insidensinin arttığı, hipertansıflerin çoğunun hafif grupta olduğu, hipertansiyonlarda şişmanlık ve diabet önemli risk faktörleri iken serebrova,sküler aksidan, kalp ve böbrek hastalığı önemli komplikasyonlar olduğu gösterilmiştir.
We investigated hypertension incidence among °at patients and the patients from the province in Konya. The first group included 1000 randomized out patients and the. second group included 2036 patients examined during health sereening studies in certain areas. We used World Health Organisation criterias for hypertension diagnosis. In first group hypertension incidence among patients under 45 years old was 22.5%, 46-60 years 44.5%, 61 years and over 60.3% and the mean 32.5%. In second group hypertension incidence among patients under 45 years oid was 14,2%, 46-60 years 42.2%, 61 years and over 44% and the mean 23,1%. The hypertension incidence increases gradually in older patients and most of them are mild cases, obesite and diabetes mellitus are important risk factors, cerebrovascular accident, cardiac and renal pathologies are the most common complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Polisiteminin Nadir Bir Nedeni: İdiyopatik Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon
Asiye Kanbay, Hakan Büyükoğlan, Nezihe Özdoğan, Fatma Sema Oymak, Mehmet Güngör Kaya, İnci Gülmez, Ramazan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Polisiteminin Nadir Bir Nedeni: İdiyopatik Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon
A Rare Cause Of PolycythemIa: IdIopathIc Pulmonary ArterIal HypertensIon
İdiyopatik pulmoner arteriyel hipertansiyon (İPAH), yıllık insidansı 1-2/milyon olan oldukça nadir görülen, tedavi edilmediğinde hızlı bir seyirle sağ kalp yetmezliği ve ölüme kadar giden morbidite ve mortalitesi yüksek bir hastalıktır. Klinik bulgular tüm pulmoner hipertansiyon tiplerinde olabileceği gibi siyanoz, polisitemi ve sağ kalp yetmezliği belirtileri ile seyredebilir. Mortalitenin yüksek olması, hastalığın seyrinden ve tanının sıklıkla geç evrede konmasından kaynaklanmaktadır. Bu vakayı, özellikle genç yaşta olan olgularda polisitemi etyolojisi araştırılırken nadir görülen İPAH hastalığına dikkat çekmek için sunduk.
Idiopathic pulmonary arterial hypertension (IPAH) with an incidence of 1-2/million per-year. IPAH is a term used to define a variety of progressive conditions that have in common, increased pulmonary vascular resistance leading to right heart failure and death. Pulmonary arterial hypertension is presented with cyanosis, polyctemia and right heart failure. Increased prevelance of mortality is due to progression and late diagnosis of the disease. We present this case to alert physicians to keep in mind rare but serious disease IPAH in the differential diagnosis of polyctemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipertansif Hastalarda Kısa Sürelı Perındoprıl Tedavisinin Kalbın Fonksiyonları Ve Kıtlesı Üzerıne Etkılerı
Talat Tavlı, Ahmet Altınbaş, Bayram Korkut, Hasan Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Hipertansif Hastalarda Kısa Sürelı Perındoprıl Tedavisinin Kalbın Fonksiyonları Ve Kıtlesı Üzerıne Etkılerı
Effects Of Short-Term PerIndoprIl Treatment On CardIac Hypertrophy And CardIac FunctIon In HypertensIve PatIents
Esansiyel hipertansiyonu olan olgularda kısa süreli (8 hafta) perindopril tedavisinin sol ventrikül hipertroffisi ve fonksiyonları üzerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmaya 35 hasta (ortalama yaş 48 9 yıl, 15 kadın ve 20 erkek) katildi. Günde 4 mg perindoprilin oral uygulanımı neticesinde, sistolik kanbasıncı 174±8 mmHg'den 148±6 mmllg'a düşerken (p<0.05), diastolik kan basıncı 107±6 mmlik'dan 88ffl mmHg'ya düşmüştür. Sol ventrikül kitlesi ise 8 haftalık 4 mg perindo-pril tedavisi sonucunda 245±16 gr'dan 237±30 gr'a azalırken, sol ventrikül sistolik ve diastolik fonk-siyonlarında belirgin bir değişiklik saptanmamıştır. Perindopril tüm vakalarda iyi tolere edilmiştir.
Effects of short-term perindopril therapy on cardiac function and left ventricular hypertrophy was assesed in patients with primer hypertension. The study population was consisted with 35 patients (mean age 485+ years, 15 female and 20 male). Systolic Blood Pressure (SBP) and Diastolic Blood Pressure (DBP) decreased significantly (88 5 mmllg vs 107±6 mmlig, p<0.05). Left ventricular mass decreased significantly from 245±16 gr to 2370 gr (pc0.05). There were no change in systolic and diastolic left ventricular fiınctions by using Doppler and M-mode Echocardiography. There were no obvious side effects due to perindopril therapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventriküler Septal Defektlerdeki Cerrahi Sonuçlarımız
Mehmet Yeniterzi, Erdal Ege, Cüneyt Narin, Ahmet Özkara, Gamze Sarkılar, Raşit Önoğlu, Mücahit Demirtaş, Bülent Oran, Ali Sarıgül
Araştırma makalesi
Özeti
Ventriküler Septal Defektlerdeki Cerrahi Sonuçlarımız
Our SurgIcal Results In VentrIcular Septal Defects
Ventriküler septal defektlerin (VSD) tamirinden sonra cerrahi sonuçlarımız bildirildi. Kliniğimizde 2001 – 2009 yılları arasında 92 hasta VSD tanısıyla operasyona alındı. 27 (% 29.3) hastada pulmoner hipertansiyon, 10 (% 10.8) hastada patent ductus arteriozus, 7 (% 7.6) hastada Down sendromu , 5 (% 5.4) hastada ise aort yetmezliği mevcuttu. Kardiyak tamirlerde defekt tek tek sütürler kullanılarak Dacron yama ile kapatıldı. Cerrahiden sonra erken mortalite 5 (% 5.4) hastada gelişti. 65 hastada ortalama 6.1 yıl süreyle asemptomatik olarak takip edildiler. Rezidü VSD 3 hastada görüldü ve 1 hastaya tekrar cerrahi gereksinim oluştu. Komplet atrioventriküler blok görülmedi. Triküspit ve aort kapaktaki 1˚- 2˚ yetmezlikler takibe alındı. Orta Anadolu’da yeni bir merkez olarak, VSD operasyonlarını daha düşük mortalite ve morbidite ile gerçekleştirmeyi ümit ediyoruz.
The aim of this study is to report our surgical results in ventricular septal defects. Between 2001 and 2009, 92 patients with ventricular septal defect underwent surgical correction in our center were included in this study. Additional cardiac defects were pulmonary hypertension in 27 (29.3 %) patients, patent ductus arteriozus in 10 (10.8 %) patients, Down Syndrom in 7 (7.6 %) patients, and aortic regurtation 5 (5.4 %) patients. Defects were closed with Dacron patch using separately sutures. Early mortality was developed in 5 (5.4 %) patients. 65 patients were followed for 6.1 years. Residual VSD was detected in 3 patients and one of them underwent secondary operation. There was no complet atrioventriculary block. 1˚- 2˚ degree aortic and tricuspit regurtation were not operated and included in our follow up programme. We hope to perform surgery for ventricular septal defect with low mortality and morbidity as a new Middle Anatolian center.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
Ali Acar, Kadir Karabacak, Mehmet Kılınç
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Travma Orijinli Böbrek Yaralanmaları
KIdney Damages ResultIng From MultIple Trauma.
Multipl travma sonucunda böbrek yaralanması nedeniyle üroloji kliniğinde takip ve tedavi edilen 26 hastanın kayıtları incelendi. Hastalar saptanan patolojik bulgulara göre minör, majör ve vasküler yaralanma olarak sınıflandırıldı. Hastaların % 65.4 'ünde majör, % 34.6 ’sında minör böbrek yaralanması mevcuttu. Böbrek yaralanmalarının % 76.8 ’i künt travma orjinli idi. Majör böbrek yaralanmalarının % 88.8'inde multipl organ yaralanması birlikteliği vardı. Majör böbrek yaralanmalarında cerrahi tedavi, minör yaralanmalarda ise konservatif izlem uygulanmıştır. Multipl travma orjinli böbrek yaralanmaları erken dönemde hemoraji ve ürinoma, geç dönemde ise hidronefroz, hipertansiyon ve arteriovenöz fistül gibi komplikasyonlar nedeniyle acil yaklaşım ve tedavi gerektirmektedirler.
IVe evaluated the medical records of 26 patients vvith kidney injuries resulting from multiple trauma at urological department. The patients vvere classified as minör and majör depending on the pathological sign. 65.4% of the patients had majör renal damage vvere as 34.6% of the patients had minör renal damage. From kidney injuries 76.8% was blunt injuries. 88.8% of majör kidney injuries vvere associated with multiple organ damage. Surgical treatment's vvere used for majör renal traumas wereas only conservative treatment vvere used in management of minör renal injuries. VVhile emergency interferances vvere reçuired only due to early complications of multiple trauma like hemorrage and urinoma, and late complications like htfdronephrosis, hypertension and arteriovenoous fistulas.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nitrendipinin Hipertansiyon Tedavısindeki Yerı
Mehdi Yeksan, Doğan Çiftçi, Mehmet Numan Tamer, Hüseyin Kazancı
Araştırma makalesi
Özeti
Nitrendipinin Hipertansiyon Tedavısindeki Yerı
NItrendIpIne In The Treatment Of HypertensIon
Nitrendipinin hipertansif hastalarda kfrnik etkin-liği, tokrabilitesi, yan etkileri ve metabolik etkileri-ni incelemek amacı ile planlanan bu çalışmaya 43 hasta alındı. Hastalar hafif, orta ve ağır derecede ol-mak üzere 3 gruba ayrıldı. Çalışma grubunu oluşturan hastalardan 1 l'inde aterosklerotik kalp has-talığı, 3'ünde konjestif kalp yeimezliği, 13'ünde dia-betes mellitııs vardı. ilaç protokoliinde tüm hastalara günde tek doz şeklinde sabahları 20 mg. nitrendipin başlandı. Rutin hasta kontrolleri başlangıçta, 1, 3 ve 6. haftalarda yapıldı. Altı haftalık tedavi sonunda nitrendipinin etkisi ve yan etkileri değerlendirildi. Çalışmamızda nitren-dipin ile antihipertansif tedavideki başarı oranları; hafif hipertansiyonda %86.66, orta derecede hipertan-siyonda %81 .81, ağır hipertansiyon grubunda %64.70 ve toplam 43 hipertansif hasta ele alındığında başarı oranı %76.74 idi. Tüm hipertansif gruplarda 6 haftalık nitrendipin tedavisi ile kan basıncında anlamlı düşmeler gözlenirken, diabetik ve yaşlı hasta grubu dışındaki hastalarda anlamlı nabız artışı tesbit edildi. Tüm gruplarda çarpıntı hissi ve baş ağrısı başla olmak üzere flushing, baş dönmesi, bulantı ve yorğunluk gibi yan etkiler 9<,44.18 oranında görüldü. Sonuç olarak nitrendipinin değişik hipertansif hasta gruplarında hipertansiyonun kontrolünde güvenli ve etkili olduğu düşünüldü.
This study was carried out to find out the clinical affect, tolerance, side affect and metabolic affects of nitrendipine on 43 hypertensive patients. The pa-tients were divided tn to 3 groups as light, rnild and severe. In study group 11 patients had atherosciehot-ic heart disease, 3 had congestive heart failure and 13 had diabetes mellitus. Nitrendipine was giyen ta all patients 20 mg one dese daily in the morning. The patients were examined upon his application, in the firsth, the third and the sixth weeks. At the end of the six week treatment, the affect and the side affect of nitrendipine were evaluated. The success rate of nitrendipine in light hypertension was 86.66%, in mild hypertension was 81.81%, 64.70% in severe hypertension and considering the total 43 patients, the success was 76.74% in our study. While meaningful decrease in blood pressure in all hypertensive groups was observed at the end of six week treat►ent, meaningful increase in pulse rate was noticed in all except diabetic and the old pa-tients. The side affects such as particularly palpita-tion, headache and flushing, dizziness, feel of vomit-ing and exhoustion were noticed 44.18% of all groups. In conclusion, nitrendipine was proved to be ef-fectiw and reliable drug in all hypertensive patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
Ömer Şatıroğlu, Mehmet Bostan, Yüksel Çiçek, Mustafa Çetin, Engin Bozkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
The RelatIonshIp Between PerIpheral Artery DIsease Prevalence And AtherosclerotIc RIsk Factors
Bu çalışmada ülkemizde periferik arter hastalığı tanısı almış hastalarda, aterosklerotik risk faktörleri ile ilişkilerini belirlemek amaçlanmıştır. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi modifiye edilebilir olanlara karşı gerekli önlemlerin alınmasını, erken tanı ve tedaviyi mümkün kılacaktır. Klinik olarak veya ultrasonografi ile periferik arter hastalığı (PAH) tanısı almış olan hastalara alt ekstremite arterleri için periferik anjiyografi yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet ve ateroskleroz risk faktörleri sorgulandı. Çalışmaya alınan 408 hastanın %78.4’i erkek olup, hastaların yaş ortalaması 61.5±9.5 idi. Hastaların %58.3’ünde hipertansiyon (HT), %26.7’sinde diyabetes mellitus (DM), %15.9’unda ailede koroner arter hastalığı (KAH) öyküsü mevcuttu. Hastaların %48.2’i sigara kullanıyordu, %49.7’sinde hiperkolesterolemi vardı. Periferik alt ekstremite anjiyografisinde saptanan periferik arter hastalığı yaygınlığının derecesi ile aterosklerotik risk faktörleri arasında ilişki vardır. Risk grubundaki hastalarda morbidite ve mortaliteyi azaltmak için periferik arter hastalığı açısından dikkatli olunmalı ve erken tanı için noninvaziv testler ve gerekirse invaziv testler yapılmalıdır.
The current study aimed to determine the in our country patients diagnosed peripheral arterial disease (PAD), the relationship with the atherosclerotic risk factors. A better understanding of the risk factors will make it possible to take precautions against the modifiable risk factors, and will facilitate the early diagnosis and implementation of effective therapy. The patients who had been diagnosed with PAD either clinically or by using ultrasonography underwent peripheral angiography for the arteries of the lower extremities. The patients were evaluated in terms of age, gender, and atherosclerotic risk factors. Of the 408 patients, 78.4% were males, and the mean age was 61.5±9.5 years. The patients had the following risk factors: hypertension (HT), 58.3%; diabetes mellitus (DM), 26.7%; a family history of CAD (Coronary artery disease), 15.9%; smokers, 48.2%; hypercholesterolemia, 49.7%. The extent of PAD observed during peripheral lower extremity angiography was associated with atherosclerotic risk factors. Particular attention should be focused on the co-morbidities of PAD. Non-invasive, as well as invasive tests, should be performed when indicated to decrease morbidity and mortality in patients at risk for PAD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Serum Selenyum Düzeyı
Ali Bayram, Mehmet Erkoç, Aşkın Işımer, Ahmet Soyal, Ahmet Aydın, Alaaddin Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Serum Selenyum Düzeyı
Serum SelenIum Levels In PatIents WIth Acute MyocardIal InfarctIon
Akut miyokard infarktüslü 37 ve sağlıklı 33 ol-guda serum selenyum düzeyi araştırıldı. Ilk grupta selenyum düzeyi 49.340 9.906 Agit, ve ikinci grup-ta 70.849±12.868 pgİL olup, iki grup arasında an-lamlı farklılık bulundu (p<0.01). Selenyum düzeyi ile cinsiyet, sigara ve hipertansiyon arasında ilişki saptanamazken; selenyum düzeyi, 60 yaşın üze-rindeki olgularda 60 yaşın altındakilere göre anlamlı şekilde düşük bulundu (p<0.05). Koroner arter hastalığı ile serum selenyum düzeyi arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğu •ve bu ilişkinin açıklanabilmesi için prospektif çalışmalara ve hayvan deneylerine gereksinim olduğu kanaatine varıldı.
We investigated the serum selenium levels in 37 patients with acute myocardial infarction (Group I) and in 33 healthy people (Group II). The mean levels of selenium in both groups were 49.340.906 pgl L and 70.849±12.868 pgiL, respectively. There was significant difference between two groups (p<0.01). There was no relationship between selenium levels and sex, smoking and hypertension. The selenium levels showed decrease in patients older than sixty compared to those under sixty (p<0.05). In conclusion, we found that there was meaning relationship between serum selenium levels and cora onary artery disease. In order to describe the relation-ship we need prospective clinical and experimental studies with more detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefrektomi Sonrası Böbrek Fonksiyonunun Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi
Hazen Sarıtaş, Fesih ok, Ömer Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Nefrektomi Sonrası Böbrek Fonksiyonunun Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi
EvaluatIon Of KIdney FunctIons After Nephrectomy: SIngle Center ExperIence
Amaç: Bu çalışmada tek böbreği kalan bireylerde böbrek fonksiyonu, hipertansiyon gelişimi ve proteinüriyi
araştırmak amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2016-Aralık 2019 tarihleri arasında çeşitli nedenlerle Siirt Devlet
Hastanesi Nefroloji ve Üroloji polikliniklerine başvuran 17800 hasta arasından daha önce nefrolitiyazis
ve kronik piyelonefrite bağlı nonfonksiyone böbrek, RCC (Renal Cell Karsinom), travma ve donör
nefrektomi nedeniyle nefrektomi yapılmış 96 hasta dahil edildi. Hastaların verileri retrospektif olarak hasta
dosyalarından elde edildi.
Bulgular: Çalışmaya 45’i kadın 51’i erkek olmak üzere toplam 96 hasta dahil edildi. Hastaların 23’üne
(% 24) donör nefrektomi (DN) yapılmış, 73’üne (%76) nefrolitiyazis, kronik piyelonefrit, travma ve Renal
Cell Hücreli Kanser (RCC) nedeniyle nefrektomi yapılmıştı. Hastalar DN yapılanlar ve diğer etyolojiler
nedeniyle nefrektomi (DE) yapılan hastalar olarak iki gruba ayrıldı. DN grubu ile DE grubu arasında
sırasıyla; yaş ortalamaları, kadın erkek dağılımı, nefrektomi öncesi HT varlığı, DM, hematüri ve yeni
başlangıçlı proteinüri varlığı yönünden karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmedi
(P>0.05). DN grubuna göre DE grubunda yeni başlangıçlı KBH ve HT gelişme sıklığı istatistiksel anlamlı
olarak daha yüksek idi (P<0.05).
Sonuç: Nefrektomi KBH, proteinüri ve HT gelişimi için risk faktörüdür. Bu nedenle benign hastalıklar
nedeniyle yapılan nefrektomilerin prevalansını azaltmak için za manında önleyici tedbirler alınmalıdır .
Aim: In this study, it was aimed to investigate the kidney function, hypertension development and
proteinuria in individuals with only one kidney .
Patients and Methods: The study included 96 patients who had previously undergone nephrectomy with
the causes of nephrolithiasis and chronic pyelonephritis-induced nonfunctional kidney, RCC (Renal Cell
carcinoma), trauma, and donor nephrectomy among 17800 patients who applied to the Siirt State Hospital
Nephrology and Urology outpatient clinics between January 2016 and December 2019. The data of the
patients were obtained from patient files database retrospectiv ely.
Results: A total of 96 patients, 45 female and 51 male, were included in the study. 23 (24%) of the
patients had donor nephrectomy (DN), and 73 (76%) had nephrectomy (DE) due to nephrolithiasis, chronic
pyelonephritis, trauma, and renal cell cancer (RCC). The patients were divided into two groups as those
who underwent DN and DE due to other etiologies. Between DN and DE group, there was no statistically
significant difference in terms of mean age, distribution of gender, presence of HT before nephrectomy,
DM, presence of hematuria and new onset proteinuria (P> 0.05). Compared to the DN group, the frequency
of new onset in CKD and HT development was significantly higher DE group.
Conclusion: Nephrectomy is a risk factor for the development of CKD, proteinuria and hypertension.
Therefore, preventive measures should be taken in a timely manner to reduce the prevalence of
nephrectomies due to benign diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Haluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Alim Koşar, Talat Yurdakul, Mustafa Salih, Gürhan Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Value Of Color Doppler UlIrasonography In DI-AgnosIs Of Renal Artery DIseases
Hipertansiyonun renovasküler rıeleninitı sLıp-tanmasında renal arterlerin de;:rerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada remıl 50 veya daha fazla çap darahnası yapan anlamit ste-nozları saptamada renkli doppler altrawınorafinin (RDU) etkinliği araştırıldı. Çalışma Mart 1993 -Aralık 1994 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ve Radvoloii Anabilim Dal-larında yapıldı. 20 hiperransif hastada renkli dopp-ler ultrasonografi bulgular: renai atıfio.Trati bul-guları ile karşılaştırıldı. Anjiografi ile bn Y) hastada 39 ana ve 4 aksesuar renal arteı- g(-;sterildi. An-jiografi 5 ana t-enal arterde ve 1 aksesuar renal ur-terde stenozu gösterdi. 4 ana renal arterde aklüzvon saptandı. Tüm hastalarda RDLİ ile renal arter- mak-simum sistolik hız, renal arteriaorta maksimum sis-tolik hız oranları (RAR) hesap edildi. Bir hasta için RDU ile ortalama inceleme süresi 42+4 (38 - 53; dakika-vdı. RDU ile ana renal arterlerin 87,17 ve sadece 1 (%25) aksesuar arter gı-isrerildi. Mak-simum sistolik hızlı? 100 cınisn'nin üsrunde olması ve RAR değerinin 3.5 veya üstünde olması ,srerrrız icin kriter olarak seçildi. Retuıl arter sıenoztannt tanısında birinci kriter daha laydalmh, Bu kritere göre, RDU ile 6 renal al-ter stenollınun tanısında c7c 67 sensitivite ve 7c, 93 spesifisite bulundu. Renkli doppler ultrasonografinin, laıllanılan ekipman ve kriterlerle anilografiye bir alternatif olmadıgı ve renal arıer srenoımın tanısında renkli doppler ultrasonografinin arttırmak için teknolojisinin iyileştirihneve ve tanı kriterlerinin standardize edilmesine ihtiyaç oldıığıı kınısına varıldı.
The assesment of the renal arteries is par-ticuhırlv inıporraın in the derection of a re-novaseuhır cause of hypertension. İi was in-,estigıred the ejfectivene•s of color doppler ultrasonography (CDU) in the detection 50 % or greater diameter reducing the srenosis in renal ar-ten, irr this study. The studv was done in the De-partment of Urology and Radiology, University of Ankara, Medical School between March 1993 and December 1994. The findings of color doppler ult-rasonography in 20 hypertensive patients were com-pared with the results of renal angiography. It was demonstrared 39 main and 4 accessories renal ar-teries irr these 20 pariems by angiography. An-giographv detnonstrared the stenosis in 5 main renal arte.ries and in. one accessory renal artery. It was derermined the occhısion in 4 tnain renal arteries. The maximum systolic velocity and th.e ratio of ma-ximum systolic velocitv in renal artery to that in ab-dominai aorta (RAR) were calculated with CDU in all patients. The average procedure time per pa-ıients with CDU was 42+4 (38 + 53) minutes. It was demonstrated 87,1% of the main arteries and only 1 (25%) of the accessory vessels by CDU. A nuıximum systolic velociry value of greater than 100 emisec and a RAI? value of 3.50 or greater were chosen as the criteria foı- SIC110SiS. The first criteria in the di-agnosis of renal artey stenosis was more useful. Ac-coı-ding rrı this crireria. we found 67 % sensitivity and 93% specifieity in diagnosing 6 renal artey ste-nosis with CD U. concluded, that CDU is not an ahernative to angiographv with the technology and criteria used, and the technology of CDU should be improved and the diagnostic criterias should be standardized to increase the effecriveness of CDU irr diagnosis of renal arterv stenosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Normal Kışılerde, Glikoz Tolerans Bozukluğu Olanlarda Ve Diabetes Mellituslularda Koroner Kalp Hastaliği Rıskı
Ali Bayram, Hüseyin Kazancı, Alaaddin Avşar, Talat Tavlı, Süleyman Türk, İrfan Güner
Araştırma makalesi
Özeti
Normal Kışılerde, Glikoz Tolerans Bozukluğu Olanlarda Ve Diabetes Mellituslularda Koroner Kalp Hastaliği Rıskı
The RIsk Of Coronary Heart DIsease In Normal Subjects, PatIents WIth Glucose Intolerance And DIabetes MellItus
Tip-2 diabetes mellituslu hastalardu kardiyo-vasküler morbidite ve mortalitenin yüksek olduğu bilinmektedir. Glukoz tolerans bozukluğu olanlarda hiperinsülinemi, hiperkolesterolemi, hiperırigliseri-demi, çok düşük dansiteli lipoprotein kolesterol düzeyinde artış, obezite ve hipertansiyonun daha sık olduğu ve bunlara bağlı olarak koroner kalp hastalığı riskinin arttığı bildirilmiştir. Bu çalışmada; 60'ı normal, 60'1 glukoz tolerans bozukluğu olan ve 60', tip-II diabetes mellituslu top-lam 180 olgu koroner kalp hastalığı ve risk faktörleri yönünden karşılaştırıldı. Body mass indekx glukoz tolerans bozukluğu olanlarda ve diabetes mellituslularda daha yüksek bu-lundu. Sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri glu-koz tolerans bozukluğu olanlarda ve diabetikleı-de daha yüksek idi. Açlık kan şekeri, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri glukoz tolerans bozukluğu olan-larda ve diabetes mellituslularda daha yüksek; HDL-kolesterol düzeyi ise her iki grupta daha düşüktü. Glukoz tolerans bozukluğu olanların ve diabetes mellitusluların fizik olarak daha inaktif bir yaşam sürdükleri Sonuçta; glukoz tolerans bozukluğu olanlarda da diabetes mellituslulardaki gibi koroner kalp hastalığı risk faktörlerinin artmış olduğu kanaatine varıldı.
It is a know that morbidity of cardiovascular disorders is high in diabetic patients. Besides obesity and hypertension, increased levels of triglycerides and very low density lipoprotein cholesterol were identıfied among high risk factors in the development of coronary arter disease in patients with abnormal oral glucose tolerance test. In this study, i1 is compared with risk factors and coronary heart disease among the patients with 60 abnormal glucose tolerance test and 60 type-II diabetes mellitus and 60 normal cases. Body muss index is found high in patients with' aıabetes melliıbıç and abnormal glucose tolerance les( It was higı- levels of systolic and diastolic blood pressuı e in patients with diabetes mellitus and abnormal glucose rolerance test. The level of triglycerids and totaı s holesterol and fasting blood sugaı were high in patıenıs with diabetes mellitus and abnormal glucose tolerance test, but it was low level of high density liport.teın cholesterol in both groups. It is identıfied mort ınactivelife standart regarding life style in both Finally these results suggested that the risk tactors of coronary artery disease increased in patients with abnormal glucose tolerance test lıke diabetes mellitus
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Ali Bal
Olgu sunumu
Özeti
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Local AnesthesIa WIth GIant Incarcerated Scrotal InguInal HernIa RepaIr
İnguinal herni operasyonları, genel cerrahi kliniklerinde sıkça uygulanan operasyonlardandır. Bu operasyonlar genel anestezi dışında spinal anestezi, epidural anestezi ve lokal anestezi gibi yöntemlerle de uygulanabilmektedir. Özellikle yaşlı, komorbiditesi ve ciddi anestezi riski olan hastalarda lokal anestezi ile fıtık onarımı başarıyla uygulanabilir. Literatürde lokal anestezi ile yapılan fıtık onarımlarının sonuçlarının genel anestezi ile yapılan onarımlardan farklı olmadığı bir çok çalışmada vurgulanmıştır. Bu sunumda redükte edilemeyen inguinal herni beraberinde hipertansiyon, diyabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği gibi komorbid hastalıkları olan 87 yaşında erkek hastaya acil şartlarda lokal anestezi altında yapılan fıtık onarımı tartışılmıştır. Lokal anestezi ile inguinal herni onarımı literatürde tüm yönleriyle değerlendirilmiş olmasına karşın inkarsere inguinal hernilerin lokal anestezi ile onarımı hakkında bilgi oldukça kısıtlıdır. Sonuç olarak strangülasyon riski düşük olan sıkışmış fıtıkların cerrahi tedavisinin lokal anestezi ile özellikle yaşlı ve komorbid hastalarda başarıyla uygulanabileceğini düşünüyoruz. Ancak lokal anestezi ve genel anestezi altında yapılan acil fıtık operasyonları arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapılmasının bu konuda öneri yapabilmek adına faydalı olacağı kanısındayız.
Inguinal hernia operations are frequently performed at general surgery clinics. These procedures can be performed not only under general anesthesia but also with methods like spinal anesthesia, epidural anesthesia, and local anesthesia. Inguinal reparations can be successfully performed with local anesthesia especially on older patients, those with comorbidity and significant risk of anesthesia. An ample amount of studies in literature underline the fact that the results of hernia reparations performed under local anesthesia are no different than the results of hernia reparations done under general anesthesia. This report discusses the case of an 87-yearold male patient with comordid diseases like hypertension, diabetes mellitus, congestive heart failure, and chronic kidney failure as well as irreducible inguinal hernia who had to undergo emergency hernia reparation under local anesthesia. Although inguinal hernia reparation under local anesthesia has been comprehensively evaluated in literature, there is very limited information on the reparation of incarcerated inguinal hernias under local anesthesia. Consequently, we think that it is possible to use local anesthesia successfully to surgically treat incarcerated hernias with low risk of strangulation especially on senior and comorbid patients. However, we also believe that it would be of utmost significance to conduct a comparative study between emergency hernia operations performed under local anesthesia and general anesthesia in order to be able to recommend a safer solution on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ekstra - Adrenal Feokromosıtoma
Recai Gürbüz, Ali Acar, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik, Kadir Ceylan, Şenol Ergüney
Araştırma makalesi
Özeti
Ekstra - Adrenal Feokromosıtoma
Extra-Adrenal Pheocramocytoms :.4 Case Report
Ekstra-adrenal feokromositoma genellikle ret-roperitoneal bolgede. nadiren sernpatik sistemle bir-likte, mesaneden kalatasi tabanma kadar herhangi bir sahada lokalize olabilen ve hipertansiyona yol acan nadir bit- feokrontositoma 20 yasinda erirkin bir kadmda sol renal pedikiil seviyesine yerle§mif bir feokromositoma olgusu su-nohnuour.
Extra-adrenal pheocyroynwctomas generally occur in the retroperiotoneum and rarely seen any-where from the bladder to the base of the skull in as-socation with the svmphetetie nervous system and cause hverta►tion. We report 20 year-old female wit7i extra-adrenal pheocyromacytoma arising from left renal pedicle level review its diagnosis, treatment and follow-up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Propranolol Ve Nıfedıpıne Tedavilerinin Serum Hdl (yüksek Dansıteli Lipoprotein) Kolsterol Düzeyıne Etkileri
Yahya Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Propranolol Ve Nıfedıpıne Tedavilerinin Serum Hdl (yüksek Dansıteli Lipoprotein) Kolsterol Düzeyıne Etkileri
Effects Of Propranolol And NIfedIpIne Treatm.ent On Serum Hdl Cholesterol Levels
Yüksek dansiteli lipoproteinlerin (HDL) ateroskleroz gelişmesini önleyici etkileri bulunmaktadır (11, 13, 24). KKH ve hipertansiyon tedavisinde uzun süreli alman ilaçlardan nifedipine ve propranolol'un plazrna HDL kolesterol konsantrasyonlarına etkilerini araştırmak için nifedipine verilen 20 hasta, propranolol verilen 20 hasta ve ilaç verilmeyen 20 kişilik sağlıklı kontrol grubu ile çalışma yapıldı. Serum HDL kolesterol konsantrasyonları koroner kalp hastalığı (KKH) olanlarda, kontrol grubundan daha düşüktü (P <0.05). İki aylık ilaç verilenlerden propranolol grubunda HDL kolesterol seviyelerinde anlamlı düşme olurken (P <0.01), nifedipine verilenlerde değişme bulunmadı. Total kolesterol değerleri anlamlı farklılık göstermedi, ilaç almması ile değişiklik olmadı. Total/HDL kolesterol oranı propranolol verilenlerde arttı, nifedipiıve verilenlerde değişmedi. K.KH ve hipertansiyonun uzun süreli tedavisi için propranolol vermenin IIDL kolesterol seviyelerini düşürdüğü, nifedipine vermekle düşme olmadığı sonucuna vardık.
High-density lipoproteins (HDL) have preventive effects from developing atherosclerosis (11, 13, 24). In order to investigate the effects of long-term drugs nifedipine and propranolol on HDL cholesterol concentrations in the treatment of CHD and hypertension, 20 patients who were given nifedipine, 20 patients who were given propranolol and 20 healthy controls were studied. Serum HDL cholesterol concentrations were lower in patients with coronary heart disease (CHD) than in the control group (P <0.05). There was a significant decrease in HDL cholesterol levels in the propranolol group (P <0.01), but no change in those given nifedipine. Total cholesterol values did not differ significantly, and there was no change with drug intake. Total / HDL cholesterol ratio increased in those given propranolol, but did not change in those given nifedipia. We concluded that administration of propranolol for long-term treatment of KH and hypertension reduces IIDL cholesterol levels, but administration to nifedipine did not.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Eksperımental Renovaskuler Hipertansiyon Gelıstırılmıs Atıard A Cilazaprılan Etkılerı (*)
Recai Gürbüz, Ali Acar, Şükrü Çelik, Mehmet Özeroğlu, Osman Yılmaz, Tahsin Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Eksperımental Renovaskuler Hipertansiyon Gelıstırılmıs Atıard A Cilazaprılan Etkılerı (*)
Effects Of CIlazaprIl In Rats WIth Re-Noraseular HypertansIon: An ExperImental Study
Yeni bir kotn enzim olan ci-la:april'in spontan hipertansif rutlarda kan memu bOlgesel kan aktnuni bnb-reklerde (.7c. 25. midede % 37, iletanda % 57 ye cultic 37 artu-dtgi bildirilmektedir. Operative olarak persiyel renal arter ohs-triiksiyontt saklanarak renovaskfiler hipertanslyon geliviribm4 ratlarda giitaliik 2.5 mg doziarda uygulamalarimn bobreklerdeki etkinligi araptrilmtvir.
It was reported that cila:april, a new ACE in-hibitor, decreases arteial blood pressure, ine-reases regional flows by 25 %. in the kidney, 37 gf in the stomach, 57(. in the ileum and 37 % in the skin in spontaneously hyper tansive rats. 11-e evaluated the effects of treatment with ci-la:april (2.5 mg once a day) to kidneys in rats with renovasetilar hvertension that occurred partial renal artery SIC110SiS.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
Mustafa Sait Gönen, Hasan Gök, Ali Bayram, V. Gökhan Cin, Hasan Hüseyin Telli
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Anadolu'daki Asemptomatik Erişkinlerde Koroner Kalp Hastaliklari Ve Rısk Faktorlerinin Araştirilmasi
An InvestIgatIon Of RIsk Factors And Coronary Heart DIsease Of AsymptomatIc Adults In The Central AnatolIa In Turkey
Orta Anadolu'nun merkezinde yer alan Konya ve çevresindeki erişkin yaş ve sonrası (k40) semptom-suz bireylerde, koroner kalp hastalığı (KKII) ve bu-nun risk faktörlerinin prevalansuu belirlemek amacıyla, homojen bir yapı gösteren Bozkır Ilçe merkezini temsilen gelişigüzel örnekler seçerek top-lam 280 kişi incelendi. Çalışmaya alınan olguların tümünde kardiyovasküler sistem muayenesi yapıldı, EKG'ı ve teleradyografisi çekildi. Atherosklerotik risk faktörleri araştır-11dt. 54 olguda (%19.3) hipertansiyon, 11 olguda (%3.9) hiperglisemi, 58 erkek olguda (%59.8) sigara içimi, erkeklerin %17 ve kadınların %27'sinde obe-site, olguların %12'sinde hiperkolesterolemi %7.4'ünde hipertrigliseridemi ve 40 olguda da (%14.3) KKI I saptandı. Yaş arttıkça hipertansiyon insidensinin arttığı, sigara içim oranının değişmediği görüldü. Değiştirilebilir major risk faktörleri ile mücadelenin olumlu sonuçlarının ışığı altında; halkın periyodik taranması ve atheroskleroıik risk faktörleri ile KKI1 yönünden incelenmesi önerildi. Ayrıca koruyucu veya tedavi edici yöntemlere başvurulmasının önemi vurgulandı.
The Coronary heart disease and üs risk factors were investigated in Konya, which is placed in the central pan of Central Anatolia in Turkey. In 'his study 280 asymptomatic people, who are middle aged and over (.40), were selected randomize from Bozkır, a small town of Kon" ya, which shows a ho-mogen structure of population. All of the cases which were investigated, cardio-vascular system was examined. ECG and teleradiog-raphy were taken. In 54 cases (19.3%) hypertension, 11 cases (3.9%) hyperglisemia and 58 male cases (59.8%) smoking were found. Obesite was seen 17% of male and 27% of female. Ilypercholesterolarnia in 12% of cases and hypertrigliseridemia in 7.4% of cases were also seen. In 40 cases, coronary heart dis-ease was deterrnined. Incidence of hypefrtension was increasing with age, but the rale of cigarette-smoking was not changed. With the understanding of posiıive results of struggle -withreversible major risk factors periodic examinations in cases with high risk; furthermore investigation of risk factors medical and preventive treatment procedures were pointed out clearly as important issues which mut be followed by physidans.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta