Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
Cengiz Kadıyoran, Hilal Akay Çizmecioğlu, Ahmet Çizmecioğlu, Pınar Didem Yılmaz, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
ComparIson Of The GadoxetIc AcId And Gadopentate DImeglumIne EffIcIency For DetermInIng LIver Metastases By An Enhanced Mrı Of PatIents WIth GastroIntestInal MalIgnancIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistem malignitesi bulunan hastaların karaciğer metastazlarının MRG ile görüntülenmesinde gadoksetik asit ve gadopentate dimegluminin etkinliğinin karşılaştırılarak değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya histopatolojik olarak gastrointestinal sistem malignitesi bulunan 50 hasta dahil edilerek bu hastalardaki karaciğer metastazları değerlendirilmiştir. Her iki kontrast madde ile elde olunan seriler karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Her iki kontrast madde için elde edilen serilerde arteryel, portal ve geç fazda karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından istatistiksel anlamlı fark tespit edilemezken, gadoksetik asit uygulanan hastalarda 20. dakikada elde edilen seriler gadopentate dimeglumine uygulanmasını takiben geç fazda elde edilen seriler ile karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından karşılaştırıldığında gadoksetik asit lehine istatistiksel anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Gadoksetik asit uygulamasını takiben arteryel, portal, geç fazda ve 20. dakika serilerde karaciğer parankim intensitesinde fazlar süresince istatistiksel anlamlı kontrastlanma artışına yol açmaktadır.(p<0.05) Bu süre zarfında metastatik lezyonlarda ise anlamlı intensite artışı mevcut değildir.(p>0.05) Karaciğer kontrastlanması artarken metastatik lezyonlardaki kontrastlanmanın artmıyor olması karaciğerdeki metastatik lezyon ve normal karaciğer parankimi arasında belirgin kontrast farkına yol açmaktadır. Böylece zamanla gittikçe artan karaciğer kontrastlanmasını takiben fazlar süresince anlamlı artış göstermeyen metastatik lezyon intensitene de bağlı olarak lezyonların tespiti kolaylaşmaktadır.
Sonuç :
Gadoksetik asit hepatoselüler bir kontrast madde olup gastrointestinal sistem maligniteli hastaların karaciğer metastazlarının manyetik rezonans ile değerlendirilmesinde önemli tanısal katkılar sağlar.
Aim: The aim of this study was to evaluate the efficacy of gadoxetic acid and gadopentate dimeglumine in the evaluation of liver metastases of patients with gastrointestinal malignancy by magnetic resonance.
Patients and Methods: A total of 50 patients were diagnosed gastrointestinal malignancies histopathologically were included in the study and their hepatic metastases were examined by magnetic resonance for two contrast agent.
Results: There was no statistically significant difference for these contrast agent at arterial, portal and late phase series. (p>0.05) But we found a statistically significant difference between the series obtained at the 20th minutes after administration of gadoxetic acid and late phase for gadopentate dimeglumine for hepatic parenchymal and metastatic lesion intensity. (p<0.05) After the administration of gadoxetic acid, arterial, portal, late phase and the 20th minute series intensity of hepatic enhancement significantly reduced. At this time there was not a significant enhancement of the metastatic lesions. (p>0.05) When the hepatic parenchymal enhancement increased and the enhancement of metastatic lesions reduced, thus the enhancement difference between normally hepatic parenchyma and metastatic lesions might help the detection of the lesions.
Conclusion:
Gadoxetic acid, a hepatoceluler contrast agent, have important diagnostic contribution to the assessment of the patients with liver metastases of gastrointestinal malignancies by magnetic resonance imaging.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akcıger Kıst Hıdatıgınde Cerrahı Yaklasım
Sami Ceran, Tahir Yüksek, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Hasan Solak, Kazım Gürol Akyol, Aydın Şanlı, Tunç Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Akcıger Kıst Hıdatıgınde Cerrahı Yaklasım
SurgIcal InterventIon In The Lung HydatId Cyst
1987-1994 yillari arasinda S.O. Tip Fakiiltesi Grips Ka1p Damar Cerrahisi Klinigirte witirilarak tedavi edilen 191 pasta sunuldu. Vakalarin % 52.87si erkek, % 47.12'si kadindi. En cok gririilme 11-20 yak gruhundaydi. Kistin 99 (% 51.83)'ii sag akcikerde, 84 (% 43.97)'6 sol akcikerde ve 8 (%4.18)`i her iki akcigerde lokalize idi. 5 Median sternotorni, 6 segmentektomi, 7 wedge rezeksiyon, 9 lohektomi, 13 transdiafragmatik karaciger kistine miidahale, 1 transdiafragmatik- yolla dalak kistine mildahale, 159 kistotomi + kapitonaj, 10 de-kortikasyon, 4 kistekrom.i yapildi. 4 vakada postoperatif ampiyem ortaya cikti ve tedavi edildi. 1 vaka S011illUM yetmezlikinden kay-hedildi. Niiks grizlenmedi.
In this article, 191 cases were presented who operated in The Thoracic and Cardiovascular Sur-gery Clinic, University of Selcuk between 1987 and 1994. 52.87% of them were male and 47.12% of were female. Most of the patients were 11-20 years of age. 99 of cystes (51.83%) were in right lung, 84 (43.97%) were in left lung and 8(04.17%) of them were in both lungs. Median sternotomy was per-formed in 5 cases, segmentectomy in 6 cases, wedge resection in 7 cases, lohectomy in 9 cases, cystotomy and capitonage in 159 cases, decortication in 10 cases and cystectomy in 4 cases. 13 liver cystes and one spleen cyste were excised via trans-diaphragmatic approach. Empyerna was seen in 4 cases and succesfully treated. Only one case died on respiratory failure. Relapse was not seen in any case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına Fistülizasyon
Halil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Karaciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına Fistülizasyon
A Rare ComplIcatIon Of HepatIc HydatId Cysts: Percutaneous
fIstulIzatIon
Hidatik kisti olan hastalar rastlantısal olarak tanı konulana
kadar; ya da komplikasyon gelişene kadar genelde asemptomatik
seyrederler. Seksen yaşında Nöroloji yoğun bakımda hipoksik beyin
nedeni ile takip edilen hasta, bir süredir olan epigastrik bölgede
şişlik şikayeti nedeni ile değerlendirildi. Fizik muayenede epigastrik
bölgede yaklaşık 5x6 cm ebadında dışa doğru büyümüş kitle lezyonu
vardı. Ameliyatta karaciğer sol lobdan kaynaklanan ve cilt altına
fistülize olmuş, enfekte hidatik kiste rastlandı. Ameliyat sonrası 7.
günde 20 mg/kg albendazol tedavisiyle problemsiz şekilde taburcu
edildi. Sonuç olarak karaciğer hidatik kisti ileri evre olsa bile, cilt
tutulumu, cilt altına fistülizasyon gibi çok nadir komplikasyonlara dahi
sebep olabileceği akılda tutulmalıdır.
Patients with hydatid cysts generally show an asymptomatic
progress until they are randomly diagnosed or until they develop a
complication.A The 80-year-old patient, who was being followed-up in
the ICU of the neurology department because of hypoxic brain, was
evaluated for a swelling in the epigastric area which was existent for a
while. The patient’s physical examination revealed an exophytic mass
lesion of about 5x6 cm on the epigastric area. During the surgery it
was seen that the patient had an infected hydatid cyst originating
from the left lobe of liver with percutaneous fistulization.The patient
was discharged on post-op day 7 without any problems with 20 mg/
kg albendazole treatment. Consequently, it should be noted that
hepatic hydatid cysts could give way to very rare complications like
skin involvement and percutaneous fistulization even if they are on
advanced stages.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıkanma Sarılığında E Vitamini Ve Urso Deoksi Kolik Asid'in İmmün Sistem Üzerine Etkisi
Yüksel Tatkan, Ersin Çiftçi, Mustafa Şahin, Serdar Yol, İlhami Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Tıkanma Sarılığında E Vitamini Ve Urso Deoksi Kolik Asid'in İmmün Sistem Üzerine Etkisi
The Effect Of VItamIne E And UrsodeoxycholIc AcId On Immune System In ObstructIve JaundIce
Amaç: Bu çalışmada tıkanma sarılığı oluşturulan sıçanlarda; UDKA ve vitamin E'nin lökosit sayısı, T, B ve null lenfosit oranları ve floresans boya ile işaretli E.coli translokasyonu üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Araştırmada 70 VVistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Tıkanma sarılığı oluşturulan sıçanlar 15'erli dört gruba ayrıldı. Birinci grup sadece tıkanma sarılığı oluşturulan gruptu. İkinci gruba 8-14. günler arası 25mg/kg ora! UDKA verildi. Üçüncü grup, aynı günler arasında bir haftalık süre içinde günaşırı 500 mg/kg int- ramüsküler (toplam 3 kez) vitamin E verilen deney grubuydu. Dördüncü gruba UDKA ve vitamin E, yukarıda be lirtilen süre ve dozda birlikte verildi. Geriye kalan 10 denekte (5. grup) sham işlemi uygulandı. 14. günde tüm sıçanlara, ml'sinde 109 bakteri içeren floresans boya İle işaretli E.coli 2 mİ olarak nazo-gastrik tüp ile verildi. Bir gün sonra steril şartlarda sakrifiye edilen sıçanlardan, histopatolojik inceleme için MLN, karaciğer, dalak, ince bar sak ve kan örnekleri alındı. Kan yaymalarında May-Grünwald-Giemsa yöntemi ile lökosit formülü, ANAE enzimi ile T, B ve null lenfosit oranları saptandı. Bilirübin, SGOT, SGPT ve alkalen fosfataz çalışıldı. Barsak duvarı, MLN, ka raciğer, kan ve dalakta floresans mikroskopta işaretli E.coli'ler belirlendi. Bulgular: Lökosit formülünde 1 ve 2. grupta lenfosit oranlarında azalma vardı (p<0.05). E vitamini verilen gruplarda ise lenfosit oranları sham grubu ile benzerdi. T ve B lenfosit oranları ise tüm tıkanma sarılıklı gruplarda azalmıştı. Bu azalma 3 ve 4. gruplarda daha belirgindi (p<0.05). Null lenfositlerin oranı ise tüm tıkanma sarılıklı gruplarda artmış, E vitamini verilen gruplarda ise daha belirgin olarak artmıştı (p<0.05). İşaretli E.coli'lerin birinci grupta anlamlı yükseklik gösterdiği, diğer grup lar arasında fark olmadığı belirlendi. Sonuç: Tıkanma sarılıklarında E vitamininin lenfoproliferatif etkiyle Null len fositlerde anlamlı bir artış sağladığı, UDKA ’in immün sistem üzerine direkt bir etkisinin olmadığı, ancak işaretli E. colllerin dokulara geçişini E vitaminine eşdeğer oranda azalttığı tesbit edilmiştir.
Purpose: The aim of this study is to investigate the effect of Vitamine E and Ursodeoxycholic acid (UDCA) on the leucocyte count, the ratio of T, B and Null leymphocyte and translocation of E. coli labelled vvith flourescein in an experimental obstructive jaundice model in rats. Material and Methods: Seventy male VVistar-albino rats vvere used in this study. The animals vvere divided into four groups ineluding 15 rats and obstructive jaundice vvere per- formed in ali rats. İn the first group; obstructive jaundice was performed only, İn the second group; 25 mg/kg UDCA was given orally between 8-14 days. İn the third group; 500 mg/kg/im Vitamine E was given in every two days betvveen 8-14 days (three times). İn the fourth group Vitamine E and UDCA vvere given together as men- tıoned above. İn the left ten rats; sham procedure was performed (flfth group). Two mİ solution ineluding 109 E. coli labelled vvith flourescein was given via a naso-gastric tube at 14th day. Ali rats vvere sacrificed at 15th day and mesenteric lymphatic nodules (MLN), liver, spleen, small bovvel tissue samples and one mİ blood samples vvere taken. Leucocyte types vvere deteeted by May-Grüwald-Giemsa method and T, B and Null lemphocyte ratio vvere found by ANAE enzyme. Serum Bilirubine, SGOT, SGPT and Alkaline phosphatase levels vvere measured. Translocated E. coli number deteeted in bovvell wall, MLN, liver, spleen and blood samples by flourescein mic- roseopy. Findings: There was a significant decrease of lemphocyte ratio in group I and II (p<0.05). The lemp hocyte ratio of groups II and III was similar vvith control group. T and B lemphocyte ratio decreased in ali ja- undiced groups. The decrease vvas significant in third and fourth groups (p<0.05). Null lemphocyte ratio inereased in ali groups, but the differences vvas significant in groups III and IV (p< 0.05). E.coli translocation vvas significant in group I, and there vvas no differences in other groups. Conclusion: Vitamine E caused Null lemphocyte pro- liferation. UDCA has no direct effect on immune system, but it prevented the lebelled E.coli translocation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Ünitemizde Sık Rastlanan Obstetrik Sorun: Hellp Sendromu (15 Olgunun Analizi)
Alper Yosunkaya, Ahmet Keçecioğlu, Tuba Berra Erdem, Hale Borazan
Araştırma makalesi
Özeti
Yoğun Bakım Ünitemizde Sık Rastlanan Obstetrik Sorun: Hellp Sendromu (15 Olgunun Analizi)
The Common ObstetrIc Problem In Our IntensIve Care UnIt: Hellp Syndrome (analysIs Of 15 Cases)
HELLP sendromu (Hemolysis-Elevated Liver enzymes-Low Platelets)hemoliz, yükselmiş karaciğer enzimleri ve trombosit sayısında azalma ile karakterize, yüksek maternal ve perinatal morbidite ve mortalite ile ilişkili bir tablodur. Biz çalışmamızda 2005-2009 arasında, yoğun bakımımızda takip ettiğimiz, Hellp Sendromlu 15 preeklamptik ve eklamptik hastayı retrospektif olarak inceledik. Hastaların yoğun bakıma alınma nedenleri , demografik, klinik ve obstetrik özellikleri kaydedilmiş,hemoglobin, serum albümin seviyesi, protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı,fibrinojen düzeyi, trombosit sayısı, total bilirubin ve kreatinin değerleri, AST, ALT, laktat dehidrogenaz düzeyleri incelenmiştir. Hellp sendromlu hastaların yoğun bakıma alınma nedenleri ciddi konvülsiyon, şuur kaybı , hava yolu kontrolü, invazif hemodinamik monitorizasyon, ARDS, intraserebral hemoraji ve solunum yetersizliği idi. Hastalarımızın yoğun bakımdaki 4 günlük takibi esnasında trombosit sayısı 3. günden itibaren yükselmeye başladı. Ancak bu yükselme yoğun bakıma kabul günü ile karşılaştırıldığında 4. günde istatistiksel olarak anlamlı idi. Yine benzer olarak AST, ALT, LDH, üre ve kreatinin değerleri 3. günden itibaren düşmeye başlarken 4. günden itibaren düşüş anlamlıydı (P
Hellp Syndrome (Hemolysis-Elevated Liver enzymes-Low Platelets)is characterized by hemolysis, elevated liver enzymes and low platelet count, and related with an increased with an increased foetal and maternal mortality. We aimed in this study to evaluate the morbidity and mortality of 15 Hellp syndrome patients who have been admitted to our intensive care unit, between 2005 and 2009 years retrospectively. Patients ICU admission indications, demographic, clinical and obstetric data was noted down; hemoglobin, serum albumin level, prothrombine time ve active partial thromboplastin time, fibrinogen level, thrombocyte number, total bilirubine ve creatinine levels, AST, ALT, lactate dehidroginase (LDH) levels were analysed. Intensive care unit(ICU)admission of Hellp sydrome patients were convulsion, loss of consciousness, airway control, invasive hemodinamic monitorisation, ARDS, intracerebral hemorrhage and respiration insufficiency During 4 day intensive care unit following of our patients, thrombocyte numbers began to increase from third day of admission. But this increament was statistically significant between admission day to ICU and fourth day. Again similarly AST, ALT, LDH, ürea ve creatinine levels began to decreased at third day and decreament was statistically significant as from fourth day(P
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Gliminler
Murat Baş, Cevdet Duran
Derleme
Özeti
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Gliminler
The GlImIns In The Treatment Of Type 2 DIabetes
Dünya üzerinde tip 2 diyabet sıklığı giderek artmaktadır.
Günümüzde 382 milyon diyabetli varken, 2035 yılında bu rakamın
582 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir. Diyabet tedavisinde
birçok alternatif olsa da optimal glisemik kontrol sağlanan hasta
oranı düşüktür. İmeglimin, -tetrahydrotriazine-içeren yeni bir sınıf
ilacın ilk üyesi olup, karaciğerden aşırı glukoz çıkışını baskıladığı,
kas dokusunda glukoz alımını arttırdığı ve glukoza yanıt olarak
insülin sekresyonunu arttırdığı gösterilmiştir. Bu derlemede, Tip 2
diyabet tedavisinde imegliminin etkinliği ve güvenliği ile ilgili veriler
derlenmiştir.
The prevalence of type 2 diabetes is increasing world wide and
it is estimated to rise from 382 million today to 582 million by 2035.
Although there are a number of therapies currently avaible to treat
diabetes mellitus, glycemic control rates remain poor. Imeglimin, the
first in a new-tetrahydrotriazine-containing class of oral antidiabetic
agents and it has been shown to decrease hepatic glucose
production, increase glucose uptake in skeletal tissue and improve
insulin secretion in response to glucose. In this text, the efficacy and
safety of imeglimin in the treatment of type 2 diabetes are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
Mehmet Ali Eryılmaz, Süleyman Baktık, Serden ay, Ömer Karahan, İsmet Tolu, Ahmet Okuş, Hakan Yılmaz, Selman Cevheroglu
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
IncIdence Of PathologIes Detected By AbdomInal
ultrasonography ScreenIng
Konya il sınırları içinde ultrasonografi ile tespit edilebilen
karın hastalıklarının sıklığını belirlemek. Çalışmaya katılacak
kişi sayısını ve hedef kitleyi çalışmada yer alan istatistik uzmanı
belirledi. Katılımcıların kimlik bilgileri, özgeçmiş ve soygeçmişini
içeren kısa bir form dolduruldu. Karın ultrasonografisi hastalar
sırt üstü yatar pozisyonda yapıldı. Ultrasonografi ile hepatobiliyer
sistem, genitoüriner sistem, dalak, orta hat ana vasküler yapılar
karın ön duvarı değerlendirildi. Ultrasonografi ile tarama yapılan
2010 kişinin yaş ortalaması 46 (18-94), 1071 (%53,3)’ ü kadın, 939
(%46,7)’ si erkekti. Yapılan karın USG’ sinde, 371 (%18,5) kişide
hepatosteatoz, 14 (%0,7) kişide karaciğerde hemanjiom, 11 (%0,5)
kişide karaciğerde kisthidatik, 60 (%3,0) kişide safra taşı, 13 (%0,6)
kişide splenomegali, 3 (%0,1) kişide dalakta basit kist, 4 (%0,2)
kişide aort anevrizmasına rastlandı. Üriner sistemin incelenmesinde,
34 (%1,7) kişide taş, 145 (%7,2) kişide basit kist tespit edildi.
Genital organların incelenmesinde 8 (%0,7) kadında myoma uteri,
4 (%0,4) erkekte prostat hipertrofisi tespit edildi. Konya toplumunda
karın ultrasonografisinde sık rastlanan patolojik bulgular sırasıyla
hepatosteatoz, böbrek kisti, safra kesesi taşı, böbrek taşı idi.
The aim of the study is determine the incidence of pathologies
detected by abdominal ultrasonography in Konya. Screening has
begun in 2011 after the necessary permissions from local ethical
committee. Participators’ identity, age, gender, history and family
history has been recorded. Abdominal ultrasonography has been
performed in supine position. Hepatobiliary, genitourinary systems,
spleen, midline structures and anterior abdominal wall has been
evaluated. The mean age of 2010 participants was 46 (18-94). There
were 1071 (53.3%) female and 939 (46.7%) male. In abdominal
ultrasonography; hepatosteatosis in 371 (18.5%), liver hemangioma
in 14 (0.7%), hidatic cyst of liver in 11 (0.5%), cholelithiasis in 60 (3%),
splenomegaly in 13 (0.6%), simple cyst of spleen in 3 (0.1%), aortic
aneurism in 4 (0.2%) participants were detected. In renal evaluation;
nephrolithiasis in 34 (1.7%) and simple cyst in 145 (7.2%) participants
were detected. In pelvic evaluation; prostatic hypertrophy in 4 (0.4%)
males and myoma uteri in 8 (0.7%) females were detected. In Konya
population most common pathologies at abdominal ultrasonography
were hepatosteatosis, renal cyst, cholelithiasis and nephrolithiasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Faruk Aksoy
Olgu sunumu
Özeti
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Non-OperatIve Treatment In Post-TraumatIc LIver LaceratIon: HepatIc Artery EmbolIzatIon
Karaciğer karın travmalarında en sık yaralanan organdır ve
mortalite oranı halen çok yüksektir. Gelişen tanı metodları ile
nonoperatif takip gündeme gelmiştir. Geç dönemde intraparankimal
hematom artışı ile sarılığa sebep olmuş nonoperatif yöntemlerle tedavi
edilen bir vakayı sunmayı amaçladık. Künt karın travması sonrası
karaciğer yaralanması olan 17 yaşında erkek hastaya geç dönemde
büyüyen, genel durumunu bozan ve sarılığa sebep olan hemotom
nedeniyle embolektomi uygulanarak tedavi edildi. Geç dönemde
karaciğer parankim içi hemotomların artabileceği, artan hemotoma
bağlı intraparankimal safra yollarına bası nedeniyle hastanın sarılığı
ortaya çıkacağı ve bu durumun cerrahi dışı yöntemlerle etkin bir
şekilde tedavi edilebileceği bilinmelidir.
The liver is the most frequently wounded organ in the abdominal traumas and the rate of mortality is still very high. We aimed to present a case that was treated with non-operative methods which led to hepatitis because of increase in intraparenchymal hematoma in the late period. Seventeen-year-old male patient who had liver laceration after blunt abdominal traumas was treated with embolectomy due to liver hematoma. In late period, liver parenchymal hematoma can be increased and patients can develop hepatitis because of increased hematoma pressure on intraparenchymal biliary tract and this situation can be effectively treated with non-surgical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
Kemal Ödev, Bilge Çakır, Saim Açıkgözoğlu, Adil Kartal, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
A Rare Cause Of JaundIce: Rupture Into The BIlIary Tree Of The LIver HydatId Cyst
Karaciğer kist hidatiği karaciğerde küçük safra yollarına, birleşik kanala ya da koledok kanalına perfore olabilir. Kist hidatiğin kompiikasyonu olarak sarılık semptomu gösteren 2 olguda sonogramda kar aciğerde iç ve dış safra yollarında genişleme tespit edildi. Bir olguda yapılan ultrasonografi (US) ve perkütan transhepatik kolanjiografi (PTK) ile, 1 olguda da uhrasonografi ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile karaciğer sol lob medial segmentinden porta hepatise kadar uzanan kistik kitlenin dış safra yollarına bas: yaptığı tespit edildi. Dört olguda da cerrahi girişimden önceki radyolojik bulgular cerrahi girişim bulguları ile verifiye edildi.
Hepatic hydatid cyst perforation into the biliary tree may involve the small intrahepatic bile dutcs, common hepatic duct or common bile dutc. On sonogram, dilatation of intra and extrahepatic biliary tract was demonstrawd in two cases with jaıındice that is a compiication of hydatid cyst. Ultra-sonography (US) and percutaneus transhepatic cho-langiography (PTC) showed that hydatid cyst foud at porta hepatis causes to compression to the extra-hepatic biliary tract in one case. Ultrasonography (US) and computed tomography (CT) disclosed that cystic mass localized in medial segment of the left liver lobe and porta hepatis caus-es to the same finding as well as in one case. Preop-erative radiologicfindings vere confirmed surgically in 4 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İlk Doz Seftriakson Uygulaması Sonrası Gelişen Fatal
anaflaktik Reaksiyon
Sami Çifçi, Mehmet Asıl, Murat Bıyık, Ramazan Yolacan, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
İlk Doz Seftriakson Uygulaması Sonrası Gelişen Fatal
anaflaktik Reaksiyon
Fatal AnaphylactIc ReactIon FollowIng The FIrst Dose AdmInIstratIon
of CeftrIaxone
Seftriakson kullanımına bağlı fatal anaflaktik reaksiyon oldukça
nadir görülen bir durumdur. Ancak sefalosporinlerin özellikle betalaktam
grubu antibiyotikler ile çapraz reaksiyon verme riski olduğuda
göz önüne alınırsa çeşitli nedenler ile sefalosporin kullanacak
hastalarda alerjik yan etkiler göz ardı edilmemelidir. Biz burada
Hepatit C (HCV) ye bağlı karaciğer sirozu ile takip edilen ve pnömoni
nedeni ile kliniğimize yatırmış olduğumuz, ilk doz seftriakson
sonrası fatal seyirli anaflaktik reaksiyon gelişen bir vakayı sunduk.
Sefalosporin grubu ilaçları kullanacak hastalarda alerji öyküsü, betalaktamalerjisidedahil
olmak üzere ayrıntılı bir şekilde sorgulanması
gerekmektedir. Özellikle ilk doz ilaç uygulamalarında bile gerekli
önlemler alınmalı ve olası yan etkiler açısından hazırlık yapıldıktan
sonra ilaç uygulanmalıdır.
Fatal anaphylactic reaction due to ceftriaxone is quite rare.
Taking into consideration that cephalosporins may also cross-react
with beta-lactam antibiotics, the risk of allergic reactions in patients
using cephalosporins for serious reasons should not be disregarded.
Here, we present a patient with fatal anaphylactic reaction following
the first dose administration of ceftriaxone who had been followed
in our clinic for liver cirrhosis due to hepatitis C (HCV) and was
hospitalized for pneumonia. Detailed allergy history including betalactam
antibiotic allergy should carefully be questioned in patients
to whom cephalosporin treatment is planned. Even in the first dose
of administration, caution should be taken and drug administration
should be performed after appropriate measures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
Serdar Karaköse, Turhan Cumhur, Tülay Ölçer, Ahmet Maviş, Ensar Özdemir, Bedrettin Selçuk
Araştırma makalesi
Özeti
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
The EffectIveness Of AngIography In The DIagnosIs Of HepatIc LesIons
Karaciger lezyonlart olan 68 hastanin karaciger, ultrasonografi (US) ye atzjiogrqi, 15 `inde ise bilgisayarlt tomografi (BT) ile incelenerek sonuclar degerlendirilmiltir. Lezyonlarin taw-aril US ile %88, BT ile %87, anjiografi ile % 68 oramnda dogru olarak tammlannaitzr. Anjiografinin karaciger lezyonlarznz belirleinede tam degeri US ye BT ye gore daha duciik buluninuour. caltpnanuzda malign proceslerin ancak % 421si anjiografi ile Ancak an-jiografinin hemangiont tantsinda dogrulugu % 85 bulunmtq olup; Ozellikle karacigerde vaskiiler anatomiyi, lezyonlartn lokalizasyonu ye portal venin oak oldugunu gOstermede etkindir. Anjiografi, ayrtca operasyon sottrast hepatik arterden olu§an eks-travazasyonlartn saptanmastnda da kullantlan deg erli bir tam yOntemidir. Sonuc olarak invaziv bir yontem olan anjiografinin bozo lezyonlartn tanzsanda onenzli bulgular sag-layabikcegini dii§iinmekteyiz.
Radiologic examinations were revieved in 68 patients with liver lesions. Fifteen patient had computed tomography (CT) examination, 68 of them also had ultrasonograpy (US) and angiography in analysis of lesions true positive findings were observed at CT, US and angiography in 87 per cent, 88 per cent and 66 per cent respectively. Angiography, mainly performed to show the vascular anatomy, localization of lesion, patency of the portal vein and not to optimize in tornor detection. Angiography was showed 42 per cent of the malign lesions. Angiograpy was effective in the diagnosis of hemangiornas (%85). It was also diagnotic to show the ekstravasation from the hepatic artery after an operation. Finally, we think- that angiography was an invasive examination method but it was also very effective in the diagnosis of the some liver lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kısa Barsak Sendromunda Famotidin Ve Omeprazol'ün Etkılerı
İrfan Tunç, Şakir Tavlı, Şakir Tekin, Adnan Kaynak, Özden Tunç, Lema Tavlı, Erşan Aygün
Araştırma makalesi
Özeti
Kısa Barsak Sendromunda Famotidin Ve Omeprazol'ün Etkılerı
The Effects Of FamotIdIne And Omeprazole In Short Bowel Syndrome
35 rat 3 ayrı gruba ayrılarak %80 ince barsak rezeksiyonu uygulandı. 1. grup içme suyuna 1 mg/kgl gün famotidin, 2. grup içme suyuna 0.5 mgikg1 gün omeprazol kondu, 3. gruba musluk suyu verildi. Tüm gruplar postoperatif 1. gün standart rat yemi ile beslenmeye başlandı. Hayvanların günlük gaita kıvamları, ağırlık değişimleri incelendi. 15. gün tüm radar sakrı:fiye edilerek karaciğer, mide ve ileum bi-yopsileri alındı, ileal pH ölçüldü, biyokimyasal tet-kik için kan örnekleri alındı. Villus eni, boyu, lie-berkühn kripta derinliği, 0.43 trırn2fdeki villus sayısı yönünden karşdaştırıldt. Famotidin ve omeprazolün mide asidini bloke ederek intestinal pifyı düşürmesine rağmen bu yolla veya villuslar üzerine direkt etki ederek intestinal adaptasyonda etkileri olmadığı görüldü. Adaptasyo-nun hipertrofi değil hiperplazi ile olduğu, hiperplazinin erken dönemde oral gıda alımı ile sağlanabildiği tespit edildi.
35 rats were divided in 3 groups and resection of 80% the small bowel was performed. First group received 1 mglkgid of famotidine and second group 0.5 mglkgld omeprazole in water and third group re-ceived only tap water. Oral feeding with standart rat food initiated on first postoperative day. The weight and stool consistency were examined everyday. On 15th postoperative day alt rats were sacnfied and liv-er, stomach and ileum biopsies and blood samples for biochemical investigation were obtained. The weight and length of villi, depth of Lieberkühn crypts and the number of villi in 0.43 square mm were compared. Despite the ellect of reducing intestinal pH by blockading gastric acide secretion of famotidine and omeprazole, intestinal adaptation was not influenced in this way or direct ellect to the villi. We esta-blished that adaptation occured not by hypertrophy bul hyperplasia and provided by oral intake in early postoperative period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Herpes Zoster Ve Malign Hastalıklar
İnci Mevlitoğlu, Zeynep Olcay Ekinci, Hüseyin Endoğru
Araştırma makalesi
Özeti
Herpes Zoster Ve Malign Hastalıklar
Herpes Zoster And MalIgnant DIseases
Son 5 yılda Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji polikliniğe başvuran herpes zosterli ( HZ) hastalar malign hastalıklar yönünden araştırıldı. 213 HZ’ Ii hastanın 12 ( %5,68) sinde akciğer, karaciğer, över, mesane kanseri, skuamöz hücreli karsinomf SCC), kronik lenfositik lösemi (KLL) ve non- hodgkin lenfoma gibi malign hastalıklar saptandı. Herpes Zoster geçiren hastalarını malign hastalıklar yönünden araştırılmasının uygun olacağı ancak hastalığın, bir kanser habercisi gibi ele alınmaması gerektiği düşünüldü.
/Ve observed patients with Herpes Zoster for the malignant diseases who came to dermatology elinle in the last five years. Of the 213 patients, in 12 ( % 5.68) we found malignant diseases such as pulmonary, hepatic, ovary, bladder cancers, squamous celi carcinoma, chronic lymphositic leukemia and non- hodgkin lymphoma. We suggest that, patients with Herpes Zoster must be searehed for malignant diseases, but it doesn ’ t mean that Herpes Zoster is a cancer marker.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Melih Yıldız, Mehmet Şah İpek, Fesih Aktar, Banu Mutlu Özyurt, Reha Sermed Aygören
Olgu sunumu
Özeti
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Late DIagnosed CongenItal DIaphragmatIc HernIa
Konjenital diyafragma hernisi (KDH) tanısı sıklıkla rutin gebelik
bakımı sırasında prenatal ultrasonla konulur. Doğumdan sonra,
KDH olan bir bebeğin solunum semptomlarının şiddeti pulmoner
hipoplazinin derecesine bağlıdır. Etkilenen bebeklerin çoğunda
doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde solunum sıkıntısı gelişir.
Bununla birlikte, bazı bebekler defektin şiddetine bağlı olarak daha
geç bulgu verir. Defektler daha yaygın olarak sol taraftadır ve sağ
yerleşimli olanlarda sol yerleşimli olanlara göre prognozun daha
kötü olduğu rapor edilmiştir. Biz burada, yaşamın ikinci haftasında
solunum sıkıntısı gelişen ve karaciğer sağ lobu, barsak ve böbreği
içine kapsayan sağ yerleşimli diyafragma hernisi tanısı alan bir
yenidoğan bebek vakasını rapor ettik.
The diagnosis of a congenital diaphragmatic hernia (CDH) is
often made on a prenatal ultrasound examination at routine obstetric
care. After birth, the spectrum of respiratory symptoms in an infant
with a CDH is determined by the degree of pulmonary hypoplasia.
The most affected infants develop respiratory distress within the
first 24 hours of life. However, some of the infants with this defect
present later, depending to the severity of the defect. Defects are
more common on the left side, and it has been reported that patients
with right-sided defects have a worse prognosis than those with leftsided
defects. Here, we reported a case of a newborn infant with
respiratory distress developed on the second weeks of life, and which
diagnosed with right-sided diaphragmatic hernia containing part of
the right lobe of the liver, bowel and the kidney.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
Mehmet Kayrak, Muhammet Ali Arı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Mehmet Yazıcı, Kurtuluş Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
The Effect Of Coronary Slow Flow On MyocardIal IschemIa TrIggerIng By Pulmonary EmbolIsm: Pulmonary EmbolIsm WIth St Segment ElevatIon.
Pulmoner emboli(PE) kardiyovasküler ölüm sebepleri arasında önemli bir yer tutan patolojidir. PE emboli tanısı ve prognoz tayininde elektrokardiyografi (EKG) sınırlı değeri olan bir araç olmasına rağmen klinik olarak PE ile karışabilen miyokard infarktüsü (MI) gibi patolojilerin ayırıcı tanısında yapılması gerekli bir tetkiktir. Bu vakayı sunmamızdaki amacımız PE’nin nadirde olsa ST elevasyonlu miyokard infarktüsü EKG bulgularını taklit edebileceğini ve bunun prognoz belirteci olup olamayacağını tartışmaktır. Elli altı yaşında akut böbrek yetersizliği ve karaciğer fonksiyon bozukluğu nedeniyle dahiliye yoğun bakım ünitesinde yatmakta olan hastada yatışının ikinci günü göğüs ağrısı ve nefes darlığı gelişti. Çekilen EKG de V1- V4 derivasyonlarında yaklaşık 4mm ST elevasyonu tespit edilmesi üzerine kardiyoloji kliniği tarafından anteroseptal MI öntanısı ile devralındı. Primer Perkutan Girişim (PCI) düşünülerek koroner anjiografi yapılan hastada epikardiyal koroner arterlerde lezyon tespit edilmedi. Yatakbaşı yapılan ekokardiyografi(EKO) PE ile uyumlu idi. Hastanın daha önceki tetkiklerinde vena kava inferiorda trombüs tespit edildiği öğrenildi. Hastaya pulmoner emboli tanısı konulup pulmoner embolektomiye alınırken arrest gelişti ve kaybedildi. Olgumuzu ilgi çekici hale getiren PE de sadece vaka bildirileri şeklinde yayınlarda yeralan anterior MI’ı taklit eden ST elevasyonunun görülmesidir. Bizim vakamız ve bildirilmiş olan diğer vakalar beraber değerlendirildiğinde MI’ı taklit eden ST elevasyonunun PE de görülebileceği, prognoz açısındanda yol gösterici olabileceği düşünülmelidir
Pulmonary embolism(PE) is a serious disease which is one of the most important reason of cardiovascular mortality. In spite of the fact that electrocardography(ECG) has a limited effect on the diagnosis and determination of the prognosis of PE, it is an essential method for clinically differentiating PE from other diseases that might be confused with PE, such as myocardial infarction(MI) .The aim of this case report presentation is to discuss whether this stuation might be a marker on determination of the prognosis.and the fact that PE could mimic the ECG findings of ST elevation myocardial infarction even though it is rare. Fifty six years old patient with acute renal failure and disorder of liver dysfunction, who had been treating in intensive care unit of internal medicine department, complained about chest pain and shortness of breath occuring on second day of his admission to the hospital. The patient was taken from cardiology department with anteroseptal MI prediagnosis after evaulation of the ECG demonstrating about 4 mm ST elevation in V1-V4 precordial derivations. Coronary angiography was performed to the patient being thought to whom primary percutaneous coronary intervention might be neccessary and there was not any lesion determined in epicardial coronary arteries. The parameters obtained from transthoracic echocardiographic evaulation of the patient was corcordant with the diagnosis of PE. It was understood from the imaging reports performed previously that trombus in vena cava inferior had been detected. The patient had cardiac arrest and died while he was being prepared for the pulmonary embolectomy operation after diagnosing of PE. The aspect which made our case report more attractive is that there were only various case reports published about PE in literature, which indicateST elevationmimicing anterior myocardial infartion. It is thought that this situation might be observed in PE and might guide for determination of the prognosis as well when this case report is evaulated together with the other ones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hasan Mollahüseyinoğlu, Cemil er, Mustafa Şahin, Yaşar Ünlü
Araştırma makalesi
Özeti
Abdominal Kompartman Sendromunun Solunum Ve Üriner Sistemler Üzerine Etkileri
The Effects Of AbdomInal Compartement Syndrome, On RespIratory And UrInary Systems
Amaç: Karın içi basınç (KİB) artışı ile Abdominal Kompartman Sendromu (AKS) arasındaki ilişkiyi mesane içi basıncını ölçerek incelemek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne akut batın nedeniyle müracaat eden 61 olgu kullanıldı. Olgulardan 25’i ileus, 13’ü akut pankreatit, 11’i mezenter iskemi ve 12’si gastrointestinal perforasyon tanısı aldı. Olguların tamamında mesaneye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla karın içi basıncının bir göstergesi olan mesane içi basıncı ölçüldü. Bu ölçümle eş zamanlı olarak arteriyel ve venöz kanda pH, PaCO2, PaO2, SGOT, SGPT, üre ve kreatinin değerlerine bakıldı. İlk başvuru anında yapılan bu işlemler, 24, 48 ve 72. saatlerde tekrar edildi. KİB artışı ile kan değerleri arasındaki ilişki incelendi Bulgular: Çalışmamızda KİB artışının böbrekler, solunum sistemi ve karaciğer üzerinde birtakım değişikliklere yol açtığı izlendi. KİB 10 cm H2O’yu geçince böbrek fonksiyonlarının bozulmaya başladığı, 20 cm H2O basınçtan sonra ise belirgin olarak bozulduğu görüldü. Solunum sisteminde KİB artışı ile başlangıçta solunumsal alkaloz gelişirken, AKS’nun ortaya çıktığı geç dönemlerde ise hipoksi, hiperkarbi ve metabolik asidozla karakterize solunum yetmezliği görülmekte idi KİB’nın arttığı bütün olgularda karaciğer enzimleri yüksek değerlerde bulundu. Sonuç: Mesane içi basıncı KİB’nın indirekt göstergelerinden birisidir. KİB artışı ile arteriyel ve venöz kandaki üre, kreatinin, SGOT, SGPT ve PaCO2 düzeyleri arasında pozitif, PaO2 ve pH arasında ise negatif ilişki mevcuttur.
Aim: Our aim is to investigate the relation between the increase of abdominal pressure and abdominal compartmant syndrome Material and Method: 61 patients admitted to Selçuk Univercity Meram Medical Faculty Emergency Service with diagnosis of acute abdomen were included in this study. The diagnosis were; 25 cases ileus, 13 cases acute pancreatitis, 11 cases mesentery ischemia seviand 12 cases with intestinal perforations. In all cases urine bladder pressures were recorded as the reflection of abdominal pressure. Meanwhile pH, PaCO2, PaO2, SGPT , SGOT, urea and creatinin levels were measured in venous and arterial blood samples. The procedure was repeated consequently 24, 48 and 72 hours. The correlation between abdominal pressure increase and these parameters were evaluated. Results: Increase in abdominal pressure has negative effects on renal, pulmonary and liver organ systems. Renal function effected by 10 cm H2O pressure and was obviously affected after 20 cm H2O pressure. The increase of abdominal pressure causes respiratory alcholosis; at initial time and hypoxia, hypercarbia, metabolic acidosis and respiratory insuffiency at the late period. Liver enzyms were recorded at high level in abdominal pressure increase. Conclusion: Urine bladder pressure is reflecting abdominal pressure. The incerase of abdominal pressure has positive correlation with urea, creatinin, SGOT, SGPT, and PaCO2 levels and negative correlation with PaO2 and pH levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İki Farklı Tüm Vücut Işınlaması Tekniğinin Eclipse Tedavi Planlama Sistemi Kullanılarak Dozimetrik Olarak Değerlendirilmesi
Serap Catlı Dınc, Niyazi Volkan Demircan, Aybala Nur Üçgül, Ertuğrul Şentürk, Eray Karahacıoğlu, Hüseyin Bora
Araştırma makalesi
Özeti
İki Farklı Tüm Vücut Işınlaması Tekniğinin Eclipse Tedavi Planlama Sistemi Kullanılarak Dozimetrik Olarak Değerlendirilmesi
Dosımetrıc Evaluatıon Of Two Dıfferent Total Body Irradıaton Technıques Usıng Eclıps Treatment Plannıg System
Amaç: Bu çalışma, Eclipse tedavi planlama sistemi kullanılarak, genişletilmiş kaynak cilt mesafesindeki iki tüm vücut ışınlama tekniği (TBI) için risk altındaki organ dozlarını karşılaştırmaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Bilateral TBI uygulanan 20 hasta için geriye dönük olarak AP-PA (anteroposterior) tekniği ile 3D tedavi planları oluşturuldu. Her hasta için, doz hacim histogramları (DVH) oluşturmak ve 3D doz hacmi dağılımlarını incelemek amacıyla tüm vücut, böbrekler, akciğerler, tiroid ve karaciğer konturlaması yapıldı. Tiroid, akciğer, böbrek, karaciğer ve tüm vücut ortalama dozları, tedavi hacimleri ve % 2 hacmin aldığı maksimum dozları (D2) doz volume histogramından hesaplandı ve SPSS dosyasına aktarıldı. Parametrik olmayan Wilcoxon testi, iki teknik için doz değerlerini karşılaştırmak amacıyla kullanıldı.
Bulgular: Lateral pozisyonda TBI uygulanan hastaların tiroid bezi ortalama dozları, AP pozisyona göre anlamlı olarak düşük gözlendi (11.98 and 12.64 Gy, p = 0.21). Akciğer dozları açısından iki teknik arasında istatiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Çünkü, her iki teknikte de akciğerler kurşun bloklarla korundu. Karaciğer ve böbrek ortalama dozları lateral planlamada daha düşük bulundu (sırasıyla p=0.002 ve p=0.004). Karaciğer D2 dozları ise AP planlama tekniğinde daha düşük saptandı (p=0.032). Her iki teknik arasındaki sıcak alanların karşılaştırılmasında ise çok belirgin şekilde lateral pozisyon üstün bulundu (p<0.0001).
Sonuç: Bu çalışmada, sıcak noktaları önlemek için bilateral pozisyonun AP-PA pozisyonundan daha üstün olduğu gözlendi. AP pozisyonda vücudun girintili çıkıntılı yapısını tolere etmek daha zor olmaktadır. Ek olarak, organların (karaciğer,böbrek,tiroid ) doz dağılımları karşılaştırıldığında, lateral pozisyonda sonuçların istatistiksel olarak daha iyi çıktığı görüldü. Lateral pozisyon, daha homojen doz dağılımı ve daha iyi kalitede planlama yapma açısından avantaj sağlamaktadır.
Purpose : This study compares the organ doses at risk by using the Eclipse treatment planning system for two common total body irradiation techniques (TBI) at extended source skin distance.
Material and Methods: 3D treatment plans with AP-PA (anteroposterior) technique were created retrospectively for 20 patients treated bilateral TBI. For each patient, the whole body, kidneys, lungs, thyroid and liver were contoured to create (DVH) dose volume histograms and examine 3D dose volume distributions. The mean doses of thyroid, lung, kidney, liver, whole body and treatment volumes and the maximum doses of 2% volumes (D2) were calculated from the dose volume histogram and transferred to the SPSS file. The non-parametric Wilcoxon test was used to compare the dose values for two techniques.
Results: Thyroid gland mean doses were significantly lower in lateral technique (11.98 and 12.64 Gy, p = 0.21). It was observed no statistically dose difference between the two techniques in terms of lung doses. Since, the lungs were protected by lead blocks in both of two techniques. The mean doses of liver and kidney were lower in the lateral TBI technique (p = 0.002 and p = 0.004, respectively). D2 doses of liver were lower in AP-PA planning technique (p = 0.032). In comparison of the hot points between the two techniques, the lateral position was significantly superior (p <0.0001).
Conclusions: In present study, it was observed that the bilateral position was superior to the AP-PA position in order to prevent the hot spots. In the AP-PA position, it is more difficult to tolerate the body irregularities. Additionally, when comparing the dose distributions of the organs (liver, kidney, thyroid), it was seen that the results were statistically better in the lateral position. The lateral position provides an advantage in terms of more homogenous dose distribution and better quality planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kontrolsüz Hemorajik Şok Modelinde Sıvı Replasman Tedavisi Zamanlaması Ve Hızının Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonları Üzerine Etkileri
Ahmet ak, Muart Uğur, Adil Gökalp, Ertuğrul Kafalı, Ayşegül Bayır
Araştırma makalesi
Özeti
Kontrolsüz Hemorajik Şok Modelinde Sıvı Replasman Tedavisi Zamanlaması Ve Hızının Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonları Üzerine Etkileri
Effects Of TImIng And Rate Of FluId Replacement Therapy On Renal And LIver FunctIons In Uncontrolled HaemorrhagIc Shock Model
Amaç: Kontrolsüz hemorajik şokta, kanamanın cerrahi kontrolünden önce yapılan farklı sıvı resusitasyon rejimlerinin organ fonksiyonları üzerine etkilerinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Toplam 37 adet Yeni-Zellanda tipi tavşan S (sham, n=7), K (kontrol, n=10), EK (erken kontrollü resusitasyon, n=10) ve EH (erken hızlı resusitasyon, n=10) olarak dört gruba ayırıldı. Denekler femoral arterden ortalama arteriyel basınç (OAB) 30 mmHg oluncaya kadar kanatıldı ve intraket çekilerek serbest kanamaya bırakıldı. S grubu sham operasyon grubu idi. K grubuna şoktan sonraki bir saatlik sürede sıvı replasmanı yapılmadı. EK grubunda serum fizyolojikle 2 cc/kg/dk hızında, OAB 60 mmHg ve EH grubuna 4 cc/kg/dk hızında, OAB 80 mmHg olması hedeflenerek resusitasyona başlandı. Çalışma gruplarında birinci saatte kanama kontrolü sağlandı ve bir saat daha resusitasyona devam edildi. Bazal, birinci ve 24. Saatlerde karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, hematokrit çalışıldı. Bulgular: Birinci saatte üre ve kreatinin değerleri K grubunda artma gösterdi. K, EK, EH gruplarının SGOT değerleri 24. saatte yüksek olarak bulundu. K, EK, EH gruplarında 24. saatte ölçülen hematokrit değerlerinde düşme oldu. Hematokrit değerlerinde en fazla düşme EH grubunda gözlendi. Sonuç: Geç veya agressif resusitasyon yapılan gruplarla karşılaştırıldığında, erken kontrollü sıvı resusitasyonunun hemorajik şokta gelişebilecek organ hasarını önlemede daha etkili olduğu sonucuna varıldı.
Objective: To investigate the effects of difFerent volüme resuscitation regimens on organ functions in uncontrol led haemorrhagic shock before surgical control of bleeding. Material and methods: Total 37 New-Zeland type rabbits divided into fourgroups designated as S(sham, n=7), C(control, n=10), ECR(early controlled resuscitation, n=10) and EFRfeariy fast resuscitation, n=10). Rabbits were let bleeding until mean arterial pressure decreased to 30 mmHg then intracut was taken out to permet free bleeding. S group is sham-operated group. Group C did not receive any volüme replacement for an hour after the onset of shock. Volüme resuscitation with şalin begin- ned at rate 2 cc/kg/min to achive MAP 60 mmHg in group ECR while volüme resuscitation with şalin beginned at rate 4 cc/kg/min to achive MAP 80 mmHg in group EFR. Bleeding was controlled at first hour in study groups and resuscitation went on foran hour. Liverand renal function tests and haematocrit values were studied basally, first hour and 24th hour respectively. Results: Urea and creatinin levels increased at the first hour in group C. SGOT levels were found to be elevated at 24 hours in group O, ECR, and EFR. Haematocrit values were decreased at 24th hour in group C, ECR, and EFR. Most severe decrease in haematocrit values were observed in group EFR. Conclusion: it is concluded that early controlled resuscitation in haemorrhagic shock is effective in preventing the organ damage that can develop during haemorrhagic shock when compared to late oragressive resuscitation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliğin Akut Yağlı Karaciğer Hastalığı
Osman Balcı, Halime Göktepe, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliğin Akut Yağlı Karaciğer Hastalığı
Acute Fatty LIver Of Pregnancy
Gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı nadir görülen, gebeliğin en sık üçüncü trimesterinde ve nadiren postpartum dönemde kendini gösteren, ağır maternal ve fetal komplikasyonlara yol açan bir hastalıktır. Etyopatogenezi halen bilinmemektedir. Multifaktoriyel ve genetik nedenlerden söz edilmektedir. Tanısı preeklampsi, kolestatik sarılık ve viral hepatitlerden ayrıcı tanı alması ile mümkündür. Tedavisi ise doğumu takiben destek tedavisidir. Biz makalemizde 21 yaşında, 34 haftalık ilk gebeliği olan, kliniğimize geldiğinde karaciğer enzim yüksekliği dışında anormal laboratuar bulgusu olmayıp takiplerinde kısa sürede laboratuar testleri ileri derece bozulan ve gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı tanısı alan bir olguyu sunduk.
Acute fatty liver of pregnancy is a rare disease that may lead to serious maternal and fetal complications. It is mostly seen in the third trimester and rarely seen in the postpartum period. The etiopathogenesis is not known. Multifactorial and genetic factors are thought to be responsible. The differential diagnosis include: preeclampsia, cholestatic jaundice and viral hepatitis. Treatment is supportive care following delivery. We presented a case of 21 years old, primigravida patient in her 34th week of pregnancy who had elevated liver enzymes, all other laboratory tests were normal on admission. Laboratory tests of the patient deteriorated within short period and acute fatty liver of pregnancy developed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Yağlı Diyet Ve Akrilamidin Sıçanlarda Doku
oksidan Ve Antioksidan Seviyelerine Etkisi
Ümmügülsüm Can, Fatma Hümeyra Yerlikaya, Yeşim Yener, Serkan Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Yağlı Diyet Ve Akrilamidin Sıçanlarda Doku
oksidan Ve Antioksidan Seviyelerine Etkisi
Effects Of HIgh-Fat DIet And AcrylamIde On TIssue OxIdant And
antIoxIdant Levels In Rats
Akrilamid (ACR) dünya çapında yaygın olarak tüketilen gıdalarda
meydana gelen organik bir kimyasaldır. ACR reaktif oksijen
moleküllerinin oluşumuna ve antioksidanların azalmasına yol açar.
Bu çalışmanın amacı; karaciğer (KC), beyin ve böbrek dokusu total
oksidan durum (TOS), antioksidan durum (TAS) ve KC ve beyin
dokusu okside LDL (ox-LDL) düzeylerini uzun süre ACR + standart
diyet ve ACR + yüksek yağlı diyet verilen sıçanlarda kontroller ile
karşılaştırarak incelenmesidir. Toplam 48 adet 5-6 haftalık Wistar ırkı
erkek sıçanlar iki diyet grubuna ayrılmış ve bir grup %20 yüksek yağ
içerikli diyet ile diğer grup ise %2.7 standart yağ içerikli diyet ile
beslenmiştir. Her iki diyet grubundaki hayvanlar 0, 2, 10 ve 20 mg/
kg/gün dozlarındaki ACR ile içme suları vasıtasıyla 28 gün boyunca
muamele edilmiştir. Çalışma sonunda doku örneklerinde TAS, TOS
veox-LDL analiz edilmiştir. ACR dozu yükseldikçe KC ve beyin oxLDL/protein
ve TOS/protein düzeyleri arttı. Ancak, 8 grup arasında
KC dokusunda ox-LDL/protein (p=0.087) ve TOS/protein(p=0.751)
düzeylerinde anlamlı fark yoktu. Beyin dokusunda ox-LDL/protein
(p=0.808) seviyesinde anlamlı fark yok iken TOS/protein (p<0.001)
seviyesinde anlamlı fark vardı. Böbrek dokusunda 8 grup arasında
TOS/protein (p=0.052) seviyesinde anlamlı fark bulunamadı. Her üç
dokuda ACR dozu yükseldikçe TAS/protein (p< 0.001) anlamlı olarak
azaldığı tespit edildi. Sonuç olarak, 2, 10 ve 20 mg/kg dozlarında ACR
+ standart diyet ve ACR + yüksek yağlı diyet verilen sıçanlarda doku
TOS ve ox-LDL seviyelerinde artış ve doku TAS seviyelerinde anlamlı
azalma olduğunu göstermiştir. ACR oksidatif strese yol açmaktadır.
Acrylamide (ACR) is an organic chemical which occurs in
foods extensively consumed in diets worldwide. ACR promotes
the generation of reactive oxygen species and the depletion of
antioxidants. The aim of this study was to investigate liver, brain and
kidney of tissue total antioxidant status (TAS), total oxidant status
(TOS) and liver and brain of tissue oxidized LDL (ox-LDL) levels in
long term ACR + standard diet and ACR + high-fat diet given rats,
compared to control rats. Forty-eight male Wistar rats (5-6 weeks of
aged) were segregated into two diet groups and fed with a high-fat
diet (crude fat 20%) or standard diet (crude fat 2.7%) respectively;
and animals in each diet groups were exposed to acrylamide at the
dose of 0, 2, 10 and 20 mg/kg bw/day via drinking water for 28 days.
At the end of the experiment tissue samples were analyzed for TAS,
TOS and ox-LDL. ox-LDL and TOS levels were increased as doses
of acrylamide were elevated in liver and brain tissue, no significant
difference was present at levels of ox-LDL/protein (p=0.087) and
TOS/protein (p=0.751) in liver tissue among eight groups. While
no significant difference was observed at levels of ox-LDL/protein
in brain tissue (p=0.808) among eight groups, TOS/protein levels in
brain tissue (p<0.001) became significantly increased. No significant
difference was present at levels of TOS/protein (p=0.052) in renal
tissue among eight groups. As doses of acrylamide were increased,
TAS/protein levels in brain, liver and renal tissue became decreased,
and a significant difference was present at TAS/protein levels among
the groups (p<0.001). Our findings showed that long term treatment
with 2, 10 and 20 mg/kg doses of ACR + standard diet and ACR
+ high-fat diet treatment led to a significant depletion of tissue
TAS levels and over production of tissue TOS and ox-LDL levels,
consequently, to an increase in oxidative stress.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
50 Hz Frekanslı Manyetik Alanın Ratlarda Oluşturduğu Histopatolojik Değişiklikler
Mehmet Yeniterzi, Mustafa Cihat Avunduk, Abdulkerim Kasım Baltacı, Olgun Kadir Arıbaş, Niyazi Görmüş, Emine Tosun
Araştırma makalesi
Özeti
50 Hz Frekanslı Manyetik Alanın Ratlarda Oluşturduğu Histopatolojik Değişiklikler
The HIstopathologIcal Changes In The Rats Caused By MagnetIc FIeld Of 50 Hz. Freguency.
Amaç: Günümüz toplum unda sağlığımızı tehdit eden elektromanyetik alanlar (EMA), en önemli çevre problemleridir. Manyetik alana maruz kalanlarda koroner kalp hastalığı, lösemi, lenfoma ve Alzheimer hastalığının görülme sıklığındaki artışlar bu kaynakların sınırsız kullanılamayacağını hatırlatmaktadır. Günlük konforumuzu artıran ev aletlerinden saç kurutma makinasının raflardaki etkisini araştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışmada 200-250 gr ağırlığında 29 erkek rat kullanıldı. Bunların 15’ i kontrol grubunu oluştururken, 14’ ü EMA’ a maruz bırakıldı. Manyetik alan kaynağı olarak BKK 1161 SK saç kurutma makinası kullanıldı. Cihaz 600 Watt (W) lık güce, 220 V - 50 Hz’ lik gerilime ve ortalama 100-150 mG’ luk manyetik alana sahipti. Deneklerle makine arasında ortalama 20-25 cm' lik mesafeden haftada 3 gün, her seferinde 5 dakika olmak üzere toplam 3 ay boyunca 205 dakika uygulandı. Bu sürenin sonunda; serum malondialdehit (MDA) düzeyleri ile beraber beyin, timus, akciğer, kalp ve büyük damarlar, karaciğer, dalak ve böbrek eksize edilip ışık mikroskobunda histopatolojik olarak değerlendirmeye alındı. Sonuçlar: 50 Hz frekanslı manyetik alanın organlarda iltihabi hücre infiltrasyonunu belirgin şekilde artırdığı; özellikle akciğerlerde aiveoler harabiyeti. böbreklerde tübüler dejenerasyonu, beyinde glial proliferasyonu, karaciğerde fibrozisi, büyük damarlarda adventisyal iltihabi infiltrasyonu üç ay gibi bir sürede oluşturduğu tesbit edildi. Büyük vasküler yatakta subendotelyal ayrılmayı, istatistik! bir değere sahip olmamakla beraber önemli bir bulgu olarak düşünmekteyiz. Serum MDA değerleri manyetik alanda kısmi artış gösterirken istatistiki olarak anlamlı değildi. Karar: EMA ’ nın serbest oksijen radikallerinin üretimini artırarak uzun dönemde kanserden aterosklerotik hastalıklara kadar farklı patolojilere yol açabileceğini düşünmekteyiz.
Background: Electromagnetlc fields (EME) are the most important environment problems that effect the public health in our century. Increasing incidence of coronary heart disease, leukemia, lymphoma, and Alzheimer in the patients who are effected from magnetic fields, are revealing that these sources can not be used unlimitedly. İn this study, we would like to investigate the effect of hairdryer on the rats. Materials and methods: İn this study, 200-250 gr weighted 29 male rats vvere used. 15 of them were control group, and 14 vvere faced with EMF. A BKK 1161 SK hairdryer was used as the magnetic field source. This machine had 600 VVatt (W) power, 220 V - 50 Hz resistance, and a mean magnetic field counted 100-150 mG. The distance betvveen the subjects and the machine was 20-25 cm. EMF was performed on them for 3 days of each week, and 5 minutes of each day, and it was lasted after 3 months with a total period of 205 minutes. At the end the malondialdehid (MDA) levels in the subjects sera vvere calculated, and they vvere sacrificed and their cerebrum, thymus, lungs, heart and great vessels, liver, kidneys, and spleen vvere taken to histopathologic examination under light microscope. Results: İt was obviously observed that the EMF in 50 Hz freguency increases the mononuclear celi infiltration in the viscera; especially, it was estimated that EMF causes alveolar destruction in the lungs, tubuler degeneration in the kidneys, glial proliferation in the cerebrum, fibrosis in the liver, and adventitial mononuclear celi infiltration in the great vessels in 3 months, vvhich is thought to be a very short period. Statistically, the subendothelial dissection in the great vessels was not found significant, hovvever, this was thought to be an important finding. The serum MDA levels of EMF group vvas increased, but statistically, this was not significant. Conclusion: We concluded that EMF causes an increase in the production of free oxygene radicals, and in the late-term this results with various diseases including cancers and atherosclerotic dişe ases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
Ahmet Küçükapan, Suat Keskin, Zeynep Keskin, Necdet Poyraz
Derleme
Özeti
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
InterventIonal RadIologIcal Methods In Treatment Of Hepatocellular
carcInoma
Hepatosellüler karsinom (HCC) çoğunlukla viral hepatit sonrası oluşan bir durumdur. HCC karaciğer parankiminde geç dönemde siroz gelişiminden displastik nodül gelişimine ve erken evre kanser oluşumuna kadar farklı antitelere neden olabilmektedir. Ancak tümör çapının yaklaşık 2 cm olduğu olgularda ve vasküler invazyonu gelişmeden küratif tedavi mümkün olabilmektedir. Karaciğer fonksiyonlarının yetersiz olması, vasküler invazyon ve metastaz nedeniyle cerrahi tedavinin olası olmadığı hastalarda tümör gelişimini durdurmak amacıyla perkütan radyofrekans ablasyon ve transarteriyel kemoembolizasyon gibi cerrahi olmayan tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
Hepatocellular carcinoma (HCC) generally develops as a
consequence of underlying liver disease, most commonly viral
hepatitis. The development of HCC follows an orderly progression
from cirrhosis to dysplastic nodules to early cancer development,
which can be reliably cured if discovered before the development
of vascular invasion (typically occurring at a tumor diameter
of approximately 2 cm). If resection is not possible because
of poor liver function, vascular invasion and metastasis. To
prevent tumor progression while waiting, nonsurgical treatments
including percutaneous radiofrequency ablation, and transarterial
chemoembolization are employed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Deniz Necdet Tihan, Uğur Duman, Emrah Bayam, Fatih Mehmet Erol, Evren Dilektaşlı, Özgür Pekel, Volkan Arayıcı, Özgür Dandin
Olgu sunumu
Özeti
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Acute MechanIcal IntestInal ObstructIon Due To HydatId Cyst
Echinococcus granulosus’un etken olduğu hidatik kisti,
özellikle hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde endemiktir.
Öncelikle tutulan organ karaciğer olsa da, ekinokkoz vücudun her
yerinde görülebilir. Olgu sunumu, ülkemizde endemik olarak görülen
kist hidatik hastalığının, primer olarak intraperitonealkavitede tutulum
yapabileceğini ve bu durumun akut mekanik intestinalobstruksiyon
tablosu ile prezante olabileceğini vurgulamaktadır.
Hydatid disease which is caused by Echinococcus
granulosus, is endemic in the husbandry regions. Primary
localization of the disease is liver; however, echinococcosis may
infect every organ and tissue of the human body. Aim of this report
is to emphasize that primary peritoneal hydatidosis may clinically be
presented with an acute mechanical intestinal obstruction in endemic
regions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparaskopik Kolesıstektomı
Şakir Tekin, Adnan Kaynak, Şükrü Bülent Özer, Mehmet ak
Araştırma makalesi
Özeti
Laparaskopik Kolesıstektomı
LaparoseopIe Choleeystectomy
Ocak 1994 ye temmuz 1995 tarihleri arastnda Seljuk Universitesi Tip Fakiiltesi Genel Cerrahi ABDInda laparoskopik koksistektomi (LK) yaptlan 268 olgu degerlendirildi. 236 hasta biliyer kolik Lie seyreden safra kesesi tap, 32 hasta akut koksistit ta-nisi almo. ilk gruptaki 4 hastada ta§likolesistit ya-runda, yandac hastaltk olarak dalak absesi, dalak kist hidatigi. karaciger sol lobda ye sag overde hasit kist vardi. Tedavileri yapildt. 15 hasta daha ijnceden batin ctmeliyatt gecirmigi. LK 252 hastada began ile yapilirken 16 hastada aciga gecilme zorunlulugu duyuldu. 6 hastada ciddi komplikasyonlar gorilla. Mortalite olmadt, or-talanza ameliyat siiresi 50 dk, hastanede kalma sii-resi 2 giin, normal aktiviteye donme siiresi 1 hafta olarak bulundu. Bu calgmadaki komplikasyon orantnin yiiksek ()imam klinigimizde Llenin yeni uygulanmaya beglanniq olmasina bagh oldugu düşünüldü.
268 cases on which laparoscopic cho-lecystectomy was treated in General Surgical De-partment at the University of Selcuk, Faculty of Me-dical Science between 1994 th January-1995 th June were taken into consideration. 236 patients have de-veloped gallbladder stone which moves along with bilecholic, 32 patients have developed acute cho-lecystitis and 4 patients, because of having de-veloped splenic abcess, splenic eccinococcous cyst, simple cyst at left lobes of the liver, simple cyst at right over were taken into operation. Despite the successful application of la-paroscopic cholecystectomy at 252 patients, 16 pa-tient had necessarly been take into laparotomy. Mortality rate is nil. The operation approximately takes 50 minutes and patients are kept at our hos-pital for nearl 2 days and the patient's recoveries takes a week. Serious complications was observed at 6 patients. We come to the conclusion that the reason for the complications peeing high is that this kind of surgical attempts are very recently applied in our clinic.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
Lema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skolosidal Maddelerın Karaciğer Ve Safra Yolları Üzerıne Toksik Etkileri
Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı, Adil Kartal, Yüksel Arıkan, Mustafa Şahin, Osman Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Skolosidal Maddelerın Karaciğer Ve Safra Yolları Üzerıne Toksik Etkileri
The ToxIc Effects Of ScolocIdal Agents To The LIver And BIlIary Tract
Karaciğer kist hidatiklerinin cerrahi tedavisinde kullanılan %2'lik formaldehit, %20'lik hipertonik tuzlu serum, Tol'ilk povidone lodine ve %0.5'lik gümüş nitrat gibi skolosidal solüsyonlar ve kontrol grubu olarak da izotonik sodyum klorür solüsyonu 10-ar adetlik gruplar halinde50 köpeğin safra yollarına verilip, oluşan histopatolojik ve radyolojik lezyonlar istatistiksel olarak değerlendirilıniştir. llistopatolojik olarak saptanan karaciğer lezyonu ve kolanjit ile, radyolojik olarak değerlendirilen sklerozan kolanjit gelişmesi açısından skolosidal madde grupları arasında istatistiksel fark anlamlı bulunmayıp (p>0.05), kontrol grubuna göre tüın gruplarda istatistiksel fark anlamlı bulunmuştur (p<0.01). Bu bulguların ışığında tüm skolosidal ajanların safra yolları ve karaciğere toksik etkileri olduğu kanısına varılmıştır.
The scolocidal solutions which are used in surgi-cal treatment of hydatid cysts such as forrrzaldehite (%2), hypertonic sodyum chloride (%20), povidone iodine (%1) and silver nitrate (%05) were performed to the biliary tract of 50 dogs each group including 10 dogs and the lesions were evaluated histopatho-logically and radiologically. As to the histopathologir findings of liver le-sions and cholangitis and radiological findings of sclerosing cholangitis, there was no significant dif-ference between scolocidal solutions groups (p>0.05) but the dillerence between scolocidal solutions and control group was significant (p<0.01). We concluded that ali scolocidal agents has toxic ellects to the liver and biliary tract.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Farelerde Acetamınophen Zehirlenmesinin Cımetıdıne İle Tedavisi
Murat Yurdakök, Melda Çağlar, Kadriye Yurdakök
Araştırma makalesi
Özeti
Farelerde Acetamınophen Zehirlenmesinin Cımetıdıne İle Tedavisi
Treatment Of AcetamInophen PoIsonIng WIth CImetIdIne In MIce
Fareler üzerinde yapılan bu çalışmada acetaminophen'in hepatotoksik etkilerine karşı cimetidin'in etkileri incelendi. Cimetidin'in aceta minophen hepatotoksisitesine karşı koruyucu olduğu bulundu. intraperitoneal yoldan acetaminophen verilen hayvanlara aynı yoldan cimetidine verildiğinde gerek serum transaminaz düzeylerindeki yükselmenin, gerekse karaciğerde meydana gelen zedelenmenin daha az düzeyde olduğu bulundu.
This study was carried out to examine the possible protective effects of cimetidine administration on acetaminophen induced hepatic necrosis in mice. We h.ave observed a drometic protection effect against aceta-'nıinophen hepatotoxicity in cimetidine - treated mice. Cimetidine-treated animals had lower serum transaminases levels and they had less histologicol liver da.mage than those treated with acetaminophen aione.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsanlarda Arteria Hepatica Propria'nın İntrafıepatik Dalları Arasında Anastomozlar
Ahmet Salbacak, Taner Ziylan, Şükrü Bülent Özer, Muzaffer Şeker, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
İnsanlarda Arteria Hepatica Propria'nın İntrafıepatik Dalları Arasında Anastomozlar
Anastomoses Among The IntrahepatIc Branches Of Proper HepatIc Artory In Men
Plastik enjeksiyon ve korrozyan kart metodu uygulayarak çıkarılan kastların elastikiyet ve da-yanıklılığının arttırılması suretiyle intrahepatik arter dalları arasında artastomozların araşitrılması amaçlanan bu çalışmada 13 arter sistemi kastırtın 4'iirıde (%37.07) değişik tip ve bölgelerde anasto-rnoziar tespit edilmiştir. Karaciğer üzerinde yapılacak cerrahi operasyonlarda subsegmental varyasyonların yanında intra-hepatik anastomozlarin da olabileceğinin gözününde bulundurulması ve preoperaiif olarak gerekli önlemlerin alınmasının daha emin ve etkili ensizyon imkanı sağlayacağı sonucuna varılmıştır.
By means of increasing the flexibility and resistancy of the casts which were found oul applying plastic injection and corrosion cast m.ethod, in this work where an investigation of anastornoses arnong intrahepatic artery branches was airned, anastomoses were determined in dıfferent types and areas in four of the thirteen artery systems casts. That the taking into consideration of the presence of intrahepatic anastornoses near subsegmental variations at surgical operations which will be applied art the liver and taking the necessary preoperative precautions will be safer and will supply more effective incision possibility has been advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Mehmet Aykut Yıldırım, Hülya Vatansev, Mustafa Şentürk, Cengiz Kadıyoran, Sinan İyisoy
Araştırma makalesi
Özeti
Multiple Künt Travması Olan Karaciğer Yaralanmalı Hastalardaki Nonoperatif Tedavi Deneyimlerimiz
Our ExperIence Of NonoperatIve Management In PatIents WIth LIver Injury Due To MultIple Blunt Trauma
Amaç
Künt multiple travma nedeniyle nonoperatif tedavi (NOT) uygulanan karaciğer travmalı hastaların takibinde halen fikirbirliği yoktur. Çalışmamızda hastanemizde NOT uygulanan künt travma sonucu karaciğer yaralanması olan hastalara ait deneyimlerimizi sunmayı amaçladık.
Materyal Metod
Çalışmada hastanemize multiple travma nedeniyle başvuran ve karaciğer yaralanması olan 104 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. NOT başarılı olan hastalar ve NOT başarısız olup laparatomi yapılan hastalar tasnif edildi.
Bulgular
Künt karın travmasına bağlı 104 hastanın tamamında solid organ yaralanması olup bunların 58’inde toraks travması mevcuttu. Künt karın travması nedeniyle karaciğer yaralanması olan 94 hastaya NOT başarı ile uygulandı.10 hastada konservatif takip sırasında cerrahi tedaviye dönüldü. Yaralanma derecesine göre 35 hasta grade 1, 23 hasta grade 2, 24 hasta grade 3 ve 12 hasta grade 4 olarak derecelendirildi. NOT’un başarısız olduğu karaciğer travmalı 10 hastanın verileri NOT uygulanan grupla karşılaştırıldı.
Sonuç
Yaralanma derecesi yüksek veya toraks travmasının eşlik ettiği hastalarda komplikasyon gelişimi de artmaktadır. Grade 4 yaralanmalarda NOT uygulanan vakalarda komplikasyonların görülme oranı yüksektir.
Abstract
Objective
There is still no consensus on nonoperative management (NOM) for the treatment of patients with liver injury due to multiple trauma. In this study, we aimed to present our experience in patients who underwent NOM in our hospital due to liver injury resulting from blunt trauma.
Material & Methods
In this study, a total of 104 patients who presented to our hospital with liver injury due to multiple trauma were retrospectively evaluated. Patients with successful NOM and those who underwent laparotomy due to failure of NOM were grouped.
Results
All of the 104 patients had solid organ injury due to blunt abdominal trauma, and 58 of these had thorax trauma. NOM was successfully performed in 94 patients with liver injury due to blunt abdominal trauma. The treatment was converted to surgery in 10 patients during conservative follow-up. According to injury grades; 35 patients were graded as Grade 1, 23 patients as Grade 2, 24 patients as Grade 3, and 12 patients as Grade 4. Data of 10 patients with liver trauma and NOM failed were compared with those of the NOM group.
Conclusion
The development of complications increases in patients with high-grade injury or those accompanied by thorax trauma. The rate of complications is high in patients who receive NOM in Grade 4 injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Doku Element Seviyeleri Ve Postmortem İnterval
Kamil Hakan Doğan, İshak Gürsel Günaydın, Şerafettin Demirci
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Doku Element Seviyeleri Ve Postmortem İnterval
TIssue Element Levels In Rats And Postmortem Interval
Amaç: Bu deneysel çalışmanın amacı, farklı dokulardaki element seviyelerinin postmortem süreç ile ilişkisini ve postmortem interval saptanmasındaki kullanılabilirliğini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu amaçla, 52 adet üç aylık Sprague-Dawley cinsi erkek sıçana servikal dislokasyon uygulandıktan sonra 4’ü hemen diseke edildi. Diğer 48 sıçan ise, cesedin kaldığı ortam ısısının doku element seviyelerine etkisinin araştırılması amacıyla iki gruba ayrıldı. Gruplardan biri 4 ºC’de, diğeri 18±2 ºC’de bekletildi. Daha sonra her iki ısıda bekletilen sıçanlardan; 6., 12., 24., 48., 72. ve 96. saatlerde 4’er sıçan diseke edildi. Her sıçandan beyin, miyokard, karaciğer, böbrek ve iskelet kası örnekleri alındı. Örnekler, mikrodalga yakma yöntemiyle analize hazır hale getirilerek, ICP-AES cihazında element düzeyleri ölçüldü. Ca, Cu, Fe, K, Mg, Na, P, S ve Zn elementlerine ait değerler, istatistiksel olarak Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney testleri ile değerlendirildi. Bulgular: Tüm dokularda, her iki ısıdaki bulgular ortak olarak değerlendirildiğinde; Fe, K, Na, Ca ve Cu’ın birden çok dokuda 4 ºC ve 18±2ºC’lerde anlamlı değişim gösterdiği saptandı. Sonuç: Postmortem interval saptanmasında doku element seviyelerinin güvenilir bir yöntem olarak kullanılabilirliğinin, daha geniş serilerde yapılacak deneysel çalışmalar ve otopsi materyalinde yapılacak analizler ile ortaya çıkartılması gerektiği sonucuna varıldı.
Aim: The aim of this experimental study is to determine the relationship of the element levels in different tissues and the postmortem process and the reliability of this relationship in the determination of postmortem interval. Material and method: For this purpose, 52 three-month-old male Sprague-Dawley rats were sacrified by cervical dislocation and four of them were seperated for dissection. On the other hand, remaining 48 rats were divided into two groups for the purpose of investigating surrounding temperature the corps existed to the tissue element levels. One of the groups was kept at 4 ºC and the other at 18±2 ºC. Just after sacrifice, seperated four rats were dissected. Then the dissection was made at 6., 12., 24., 48., 72. and 96. hours four rats each among the groups kept in both temperatures. Brain, myocardium, liver, kidney and skeletal muscle samples were taken from each rat. Element levels were determined by ICP-AES in the samples which were prepared for analysing with microwave digestion method. The values acquired for Ca, Cu, Fe, K, Mg, Na, P, S and Zn were statistically evaluated by Kruskal-Wallis and Mann-Whitney tests. Results: When the findings of both temperatures were evaluated together in all tissues, it was determined that Fe, K, Na, Ca and Cu showed significant changes in more than one tissue at 4 ºC and 18±2 ºC. Conclusion: It was concluded that, the availability of tissue element levels as a reliable method in the determination of postmortem interval needs to be revealed by experimental studies that will be done on wider series and the analyses on the autopsy material.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Glikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)
Hasan Ali Yüksekkaya, Mehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul
Olgu sunumu
Özeti
Glikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)
Glycogen S'torage DIsease Type Iv: A Case Report.
Glikojen depo hastalığı tip IV "branching enzim" aktivitesinin yetersizliği ile ortaya çıkan nadir görülen otozamal resesif kalıtımlı bir hastalıktır. Hastalık karaciğer ve diğer organlarda anormal glikojenin birikimi ile sonuçlanır. Çalışmada, karaciğer iğne biyopsisi ile tanı alan 5 aylık bir kız çocuğu sunuldu ve bu tip glikojen depo hastalığının süt çocukluğu döneminde siroz etkenleri arasındaki önemi vurgulandı.
Glycogen storage disease type IV (GSD-IV) is a rare autosomal recessive disease caused by a deficiency of glycogen branching enzyme (GBE) activity. This results in the accumulation of abnormal glycogen in the liver and ot her organs. İn this study, the case of a 5-month-old female patient proven GSD-IV with percutaneous needle biopsy is reported and the importance of this disease among the causes of cirhosis in infancy is stressed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Insanlarda Arteria Hepatica Propriaının İntrahepatik Dağılımı Ve Karaciğerin Subsegmentasyonu
Ahmet Salbacak, Refik Soylu, Taner Ziylan, Muzaffer Şeker, Selçuk Duman, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Insanlarda Arteria Hepatica Propriaının İntrahepatik Dağılımı Ve Karaciğerin Subsegmentasyonu
Intra HerapIc DIst RIbutIon Of The Proper LlepaIIe Artery And Subsegmentatıon Of The Tıver In Man
Plastik enjeksiyon ve korrozyon kast metodu uygulayarak a. hepatica propria.nın intrahepatik dağılımı incelenen bu çalışmada, fonksiyonel olarak karaciğeri sağ ve sol loblara ayıran esas lobar fissürün yüzeye! ozelliklere göre yapılan bölümlenrne çizgisine uymadığı ve fossa vesica biliaris'ten sulcus vena cava inferior'e uzanan çizginin projeksiyonuna karşılık geldiği gözlenmiştir. Subsegmentasyon seviyesinde değerlendirilebilen IS arter sistemi kadının 7'sinde (%46.66) hafif ve ileri derecede, ayrıca lobus caudatus'u besleyen arter dalcıklarının orijinlerinde varyasyonlar olduğu görülmüştür. Karaciğer üzerinde yapılacak cerrahi operasyonlarda subsegmental varyasyonlarin olabileceğinin göz önünde bulundurularak pre-operatif önlemlerin alınmasının yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.
This study was caried out to determine the intrahepatic distributıon of the proper hepatit artery by using plastic enjection and corrosion casting methods. It was observed that the main lobar fissure, whic functional divided the liver int() right and left lobes, didn't correspond to the line that is defined based on the surface features and the main lobar fıssure correspond to the line extendıng from gal! bladcler to the fossa for the inferior vena cava. At the origin of the caudate lobe arteries and in seven fifteen casis (46.66%) of arterıal systems, which could be evaluated at the segmentation level, slight and marked size variations were observed. This results showed that it will be useful to establish the necessary precautions preoperatively because there might be subsegmental variations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
Asım Duman, M. Tireli, Ömer Karahan, A. Çetin, Cemil Ceviz
Araştırma makalesi
Özeti
Karacığer Hidatik Kistinin Cerrahi Tedavisi
SurgIcal Treatment Of HydatId Cyst Of The LIver
Bu makalede kliniğimizde ameliyat edilen 141 karaciğer hidatik kisti vakasının sonuçları sunulmustur. 141 hastada tespit edilen 192 karaciğer hidatik kistine 180 kez cerrahi tedavi yöntemi uygulanmıştır. Marsupializasyon 83, parsiyel kistektomi ve kalan kısmın direnajsız kapatılması 70, perikistektomi 11, parsiyel kistektomi ve tünelizasyon 10, sol lateral seg-mentektomi 5, kistin ve karın boşluğunun drenajı 1 defa kullanılmıştır. 141 karaciğer hidatik kisti vakasının 9 u kaybedilmiş olup, postoperatif mortalite % 6,4 dür.
In this article, the results of 141 hepatic hydatid cyst cases operated in our clinic are presented. Surgical treatment was applied 180 times to 192 liver hydatid cysts detected in 141 patients. Marsupialization 83, partial cystectomy and closure of the remaining part without drainage 70, pericystectomy 11, partial cystectomy and tunneling 10, left lateral seg-mentectomy 5, drainage of the cyst and abdominal cavity was used once. Nine of 141 hepatic hydatid cyst cases were lost, postoperative mortality was 6.4%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
Kemal Ödev, Mustafa Güleç, Ahmet Bilge, Adil Kartal
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
The Value Of Ultrasonography In The LIver DIseases
25.5.1985 - 30.12.1985 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Radyoloji Anabilim Dalında 391 hasta US (Ultrasonografi) ile incelenmiştir. Yirmi üç hastada karaciğerde, 1 hastada karaciğer ve karında, 1 hastada karaciğer ve sol böbrekte lokalize olmuş kist hidatik, 20 hastada karaciğerde bağ dokusu artışı, asit ve spnomegali ile karakterize karaciğer sirozu ve 8 hastada karaciğerde solid (tümöral) lezyon tespit edildi. Bu çalışmada US bulguları ile ameliyat bulguları karşılaştırıldı. Kist hidatik tanısı konularak ameliyat yapı/an hastalarda US'nin teşhis doğruluğu %100 dür. Diğer hastalarda US, klinik teşhis çalışmalarına ve ameliyat endikasyonu koymada rehberlik etmiştir.
391 cases were examined by US (Ultrasonography) at the department of Radiology of Medical Faculty of Selçuk University, between May 25, 1985 and December 30, 1985. Hydatid csyt to have localized in the liver in twenty three cases, in the liver and abdomen in one case, in the liver and left kidney in one case, liver ci.rrhose characteriezd by splenomegaly, acsites and the increase of connective tissue in twenty cases and solid (tumour) lesion in eight cases were determined in the liver. US findings were compared wi.th operation findigns. The diagnosed csyt. US has become a guide for clinical diagnostic studies and to determine operation indication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Doz A Vitamininin Karaciğer Üzerine Etkileri Işık Mikroskobik Çalışma
Neriman Çolakoğlu, Aysel Kükner
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Doz A Vitamininin Karaciğer Üzerine Etkileri Işık Mikroskobik Çalışma
Effects Of HIgh Doses VItamIn A On LIver
Bu çalışmada yüksek doz all-trans retinoik asidin karaciğer dokusu üzerine olan etkileri araştırıldı. Çalışmada 12 adet ergin erkek VVistar cinsi sıçan kullanıldı. Denekler 3 gruba ayrıldı. I.grup: On beş gün boyunca ora! yoldan 20 mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen sıçanlar (n:4) II.grup: On beş gün boyunca ora! yoldan 40 mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen sıçanlar (n:4) III.grup: Kontrol olarak kullanılan sıçanlardan oluşturuldu. (n:4) Deneyin sonunda sıçanlar eter anestezisi altında öldürülüp karaciğer dokuları alınıp ışık mikroskobik incelemeler için Boin solüsyonunda tespit edildi. Parafin bloklar hazırlanıp 5 mm’llk kesitler alındı. Hazırlanan kesitlere farklı boyalar uygulanıp ışık mikroskopta incelendi. Deney gruplarının karaciğer lobüllerinin periferal zonundaki hepatosit sitoplazmalarının boyanmadığı görüldü. Yine lobüllerin periferal zonlarında aktive olmuş Kupffer hücre yoğunlaşmaları görüldü. Bu bulguların paralelinde deney gruplarının lobül yapılarında bozulmalar saptandı. Yapısal değişiklikler 40mg/kg/gün all-trans retinoik asit verilen gruplarda daha şiddetli düzeyde idi.
The effects of excess all-trans retinoic acid on liver tissue were investigated in this study. Tvvelve adult male VVistar rats were used. The animal were divided into three groups. I. group: 20 mg/kg/day all-trans retinoic acid was given to rats (n:4) by oral gavage, during 15 days II.group: 40 mg/kg/day all-trans retinoic acid was given to rats (n:4) by oral gavage, during 15 days III.group: Pats were used as control (n:4) End of experimental study, rats were killed under ether anesthesia. Liver tissues were taken and fixed with Boin’s solution for light microscobic observation. Paraffin blocks were prepared and 5 mm sections were stained diffrent methods. Later, sections were examined with ligth microscope. İn the experimental groups, the cytoplasms of hepatocytes in the peripheral zone of liver lobules were stainless. Excess celi infiltration which were considered activated Kupffer cells, observed at the peripheral zone. Moreover, hepatic lobule structure of experimental groups were destroyed This findings were more serious for intake 40 mg/kg/day all-trans retinoic acid rats.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sistemık Dolaşıma Katılan Hepatötrofik Faktörün Karaciger Atrofisi Üzerındekı Etkısı
Adil Kartal, Mehmet Yeniterzi, Selçuk Duman, Yüksel Tatkan, Tahir Yüksek, Muzaffer Şeker, Mustafa Şahin, Yüksel Arıkan, Ömer Karahan
Araştırma makalesi
Özeti
Sistemık Dolaşıma Katılan Hepatötrofik Faktörün Karaciger Atrofisi Üzerındekı Etkısı
The Effects Of The IlepatotrophIc Factor In SystemIc CIrculaüon On The LIver Atrophy
Portakaval şantlardan sonra karaciğerde görülen atrofi portal kanın ihtiva ettiği hepa-totrofik faktörden karaciğer hücrelerinin yoksun kalması ile izah edilmektedir. Değişik portakaval şantlarda karaciğerde nasıl bir etki oluştuğunu incelemek amacıyla köpeklerde bir deneysel çalışma yapıldı. Köpekler 15, 10 ve 10 deneklik 3 gruba ayrıldı. Her gruba ;farklı işlemler uygulandı. Denekler postoperatif 15. gün sakrifiye ertilde. Karaciğer makroskopik ve mikroskopik olarak değerlendirildi. Ilistopatolojik incelemelerde her 3 grupta da portal venin sol dalı bağlı olmayan lobta hepatositlerde lipid birikimi, hiperkromatozis ve mitotik aktivite artışı izlenirken, yalnız portal venin sol dalı bağlanan deneklerde sol lobta yaygın hemo-rajik infarkt ve nekrotik odaklar gözlendi. Sol dal bağlama ve şant uygulanan deneklerde ise sol lobda atrofinin minitnal düzeyde tespit edilmesi resirküle eden kandaki hepatotrofik faktörün etkisi ile izah edilebilir.
Liver atrophy after portacaval shunt is explained by lack of the liver from hepatotrophic factors. This study is undertaken to evolve the (2hanges in liver atter portac.aval shunt. The animals were calegorized in 3 groups each including 15, 10 and 10 animals respectivefy and we performed dillerent interventions. Anitnaly were sacrified at 15th day. Ilisiopathological exarnination revealed lipid accumulation, hyperchrornatosis and increasing of rnitotic activity in liver lobes which left branch of portal yein were not ligated and diffuse haernorrhagic infarct and necrosis in left kbes of the anirnais which had only ligation of the left branch of porta! yein. We deiermined only rninimal atrophic changes in left
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran Anestezisinin Yetişkin Rat Karaciğer Ve Böbreği Üzerine Etkileri
Mesut Ünal, Ruhiye Reisli, Jale Bengi Çelik, Sema Tuncer, Mustafa Cihat Avunduk, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran Anestezisinin Yetişkin Rat Karaciğer Ve Böbreği Üzerine Etkileri
Sodalaymlı Ve Sodalaymsız Tekrarlanan Sevofluran AnestezIsInIn YetIşkIn Rat KaracIğer Ve BöbreğI ÜzerIne EtkIlerI
Deneysel çalışm alar sevofluranın tekrarlanan uygulamalarının toksik olabileceğini belirtmektedir. Bu anestezik ajanın direk etkisinden olabileceği gibi, sevofluranın sodalaym tarafından parçalanm ası sonucu oluşan toksik ürün lere bağlı da gelişebilir. Bu çalışmanın amacı, erişkin raflarda sodalaymlı ve sodalaym sız devrelerde tekrarlanan sevofluran anestezisinin, karaciğer ve böbrek üzerine etkilerini araştırmaktır. Lokal hayvan etik kurul kararı alındıktan sonra 30 adet erişkin VVistar rat 3 gruba ayrıldı. Batlar özel olarak yaptırılm ış transparan plastik kutuya a lın d ıla r. Kontrol grubu olan Grup K ’ya %100 O2 verildi. Sodalaymsız anestezi devresinde sevofluran uygulanan gruba Grup S %100 O2 içinde % 2.5- 2.7 konsantrasyonda sevofluran uygulanırken, aynı gaz karışımı sodalaymlı anestezi devresinde Grup S S ’e uygulandı. Batlara, gün aşırı toplam 5 kez olm ak üzere 60 dakika sevofluran anestezisi uygulandı. Kan örneklerinden Üre, kreatinin, SGOT, SG PT ve alkalen fosfataz değerleri elde edildi. 10. günde raflar sakrifiye edildikten sonra, karaciğer ve böbrek doku örnekleri ışık m ikroskobisi ile histopatolojlk olarak değerlendirildi ve preparatların ortalama hasar skorları (OHS) hesaplandı. Grup S ve Grup SS’de SG PT değerleri grup C ’ye göre yüksek bulundu (p<0.05). Karaciğer histopatolojisinde ise istatistiksel olarak anlamlı olmayan m i nimal değişiklikler mevcuttu. BU N ve kreatinin düzeylerindeki değişiklikler açısından gruplar arasında istatistiksel olarak fark yoktu. Grup S ve grup S S ’in böbrek OHS’ları, grup C den yüksekken (p<0.05), grup S ve grup SS arasında fark yoktu. Tekrarlanan sevofluran anestezisinin O HS’na göre karaciğer üzerine m inim al etkisi olduğu, %100 O2 ile sodalaymlı devrede uygulanan sevofluranın histopatolojik olarak karaciğer hasarını artırmadığı gözlendi. Sodalaym ın ek karaciğer hasarına sebep olmadığı kanaatine varıldı. Tekrarlanan sevofluran anestezisinin, erişkin rat böbrek dokularına toksik etkisi olduğu ve bu toksisiteyi sodalaymın artırdığı saptandı.
Experimental studies showed that recurrent exposure to sevoflurane can be toxic. İt may be either related with direct effects of this anaesthetic agent or with the degradation of sevoflurane by soda lime which is also known to produce toxic products. The aim of this study was to investigate the effect of repeated sevoflurane anaesthesia on kidney and liver in rats vvith or vvithout soda lime. After local ethical comitte aproval thirty adult VVistar rats vvere divided into three groups. The rats were placed in a specially prepared transparant plastic box. Group C was the control group. Theyreceived 100% O2 . İn the anaesthesia circle vvithout soda-lime sevoflurane in 2.5 -2 .7 % concentration vvith O2 (100 %) were administered directly in group S, vvhile the same gas mixture was applied through the soda lime in group SS. Bepeated anesthesia (five times) was applied to the rats for sixty nainutes vvith two days intervals. Blodd ürea nitrogene, creatinin, SGOT, SGPT and ALP levels were assessed from the blood sample. Follovving sacrifice, kidneys and livers vvere obtained from the rats for examination using light microscopy for histopathological evaluation and mean damage scores (MDS) of the specimens vvere calculated. SGPT values were higherin group S and SS vvhen compared vvith group C (p<0.05). There vvere only minimal changes in histopathological evaluation of liver vvhich was not statistically significant. The changes in BUN and creatinin levels vvere not significant among the groups. The MDS’s in renal tissues vvere significantly higher in group S and SS vvhen compared vvith group C, vvhile there vvere no dif- ferences betvveen group S and SS. İt vvas concluded that repeated exposure to sevoflurane has minimal effects in liver accord- ing to mean damage score and in the presence of soda lime, sevoflurane anaesthesia vvith 100 % oxygene did not signifi cantly increased histopathological damage to liver. The toxic effects of sevoflurane on renal tissue vvere greater in rats espe- cially vvhen sevoflurane vvas administered through the sodalime
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
Tuba Berra Sarıtaş, Mehmet Asıl, Osman Koç
Olgu sunumu
Özeti
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
A Case WIth Successfull Transjugular IntrahepatIc PortosystemIc Shunt OperatIon
Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant (TIPSS), transjuguler yolla karaciğer parankimine bir stent yerleştirerek portal venöz sistem ve hepatik venöz sistem arasında bir şant oluşturma işlemidir. Türkiye’de az sayıda klinikte uygulanmaktadır. Biz de bu olguda hastanemizde başarıyla gerçekleştirilen ilk TIPSS girişimini sunmayı amaçladık
Transjuguler Intrahepatic Portosystemic Shunt (TIPSS) is a procedure that creates a shunt between portal and hepatic venous systems via transjugulary way placing a stent to hepatic parenchyme. In the current manuscript, we describe a patient with portal hypertension to whom a succesfull TIPSS operation was done in our hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proteın Enerjı Malnütrisyonlu Hastalarda Lipidli Ve Lipidsiz Total Parenteral Beslenme (tpb) İle Alınan Sonuçlar
Yüksel Tatkan, Adil Kartal, Adnan Kaynak, Mehmet Metin Belviranlı, Ömer Karahan, Adem Özdemir, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Proteın Enerjı Malnütrisyonlu Hastalarda Lipidli Ve Lipidsiz Total Parenteral Beslenme (tpb) İle Alınan Sonuçlar
The Results Of Total Parenteral NutrItIon (tpn) WIth Fat And Fat-Free SolutIons In The PatIents WIth ProteIn Energy MalnutrItIon
Protein-enerji malnutrisyonlu 8 hastada lipidli ve lipidsiz total parenteral nutrisyon solüsyonlartnın etkisi araştırıkiı. Lipidsiz gruptaki bezoara bağlı rekürren barsak obstrük.siyonlu bir hasta dışındakiler kilo aldı. Lipidli grupta karaciğer fonksiyonlarında bazı önemsiz değişiklikler gözlendi. Total parenteral beslenmeden kısa bir süre sonra karaciğer fonksiyonları normale döndü.
The effect of total parenteral nutrition (TPN) with fat and fat-free solutions in eight patients who had protein-energy malnutrition was investigated. All patients gained weight except one in fat-free group with recurrent bowel obstruction due ta bezoar. Some unirnportant changes in liver functions was observed in fat group. Liver functions returned to normal values, in a short time after TPN.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopik Kolesistektomide Önemli Özellikler
Şükrü Bülent Özer, Ersin Çiftçi, Suat Kağızman, Levent Orman
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopik Kolesistektomide Önemli Özellikler
Important Features In LaparoscopIc Cholecystectomy
Laparaskopik kolesistektomi (LC) ilk kez 1987'de Du Bois (1) tarafından tanıtıldı. Ancak li-teratürde ilk yayın 1882'den Langenbuch'a aittir (2). 1990'dan sonra Amerika ve Avrupada tercih edilen metod oldu. Ülkemizde de 1992-1993 'ten itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlandı. LC hastaya daha az rahatsızlık veren, hastanede kali§ süresi kısa, yara problemi olmayan veya mi-nimal olan kısa sürede hastayı topluma ve iş hayatına kazandıran üstünlüklere sahiptir. Kozmetik sonuçları ise mükemmeldir. Ancak bu üstünlüklere karşın riskleri de vardır. Bunlar: - Safra kesesinin yukarı traksiyonu ile aşağıdaki birleşik safra kanalının uzaması, yanlış bir izlenim olarak "uzun sistik kanal" gibi algınalanabilir. - Yara bakımı ve emeği azdır. - Cerrahın gözü (yani kamera) porta hepatis se-viyesindedir. - Açıkta olduğu gibi karaciğer, kolon, edonumu retrakte etmeye gerek yoktur. Hepatik kanalın üst 1/3'ü ve karaciğer hilusu bazen çok iyi vizualize edilemez. Zira "deıinlik algılaması" yoktur. - Özellikle sağ hepatik kanalla, sistik kanal arasındaki mesafeyi algılamak zordur. - Açık kolesistektomide sistik kanalla birleşik safra kanalı kesişme yerini aşikar ortaya ko-yabilmekteyiz Laparoskopik kolestektomi'de ise: göbekteki kamera ile birleşik safra kanalı görünümü tanjansiyerdir. LC sırasında bu durum hatırda tu-tulmalıdır. Gerekirse umblikal laaroskopi sağ alt tro- karı 10'luğa çevirip ortaya alırsak görüş daha mükemmelleşmektedir.
Laparoscopic cholecystectomy (LC) was first introduced in 1987 by Du Bois (1). However, the first publication in literature belongs to Langenbuch from 1882 (2). It became the preferred method in America and Europe after 1990. It has been widely used in our country since 1992-1993. LC has advantages that cause less discomfort to the patient, short hospital stay, no wound problem or minimal, and bring the patient to society and business life in a short time. Cosmetic results are excellent. However, despite these advantages, there are also risks. These are: - The extension of the bile duct combined with the upward traction of the gallbladder can be perceived as a "long cystic duct" as a false impression. - Wound care and labor is less. - The surgeon's eye (ie camera) is at the level of the portal hepatis. - There is no need to retract the liver, colon and edion as in the open. The upper third of the hepatic canal and the liver hilum sometimes cannot be visualized very well. Because there is no "perception of depth". - It is difficult to perceive the distance between the right hepatic canal and the cystic canal. - In open cholecystectomy, we can clearly reveal the intersection of the bile duct associated with the cystic duct. In laparoscopic cholestectomy: the view of the bile duct combined with the camera in the umbilicus is tangential. This should be borne in mind during LC. If necessary, if we turn the lower right trocar to 10 by umbilical laaroscopy and reveal it, the vision becomes more perfect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
M. Masseter İçinde Lokalize Kist Hidatik (vaka Takdimi)
Ziya Cenik, Mustafa Ünal
Araştırma makalesi
Özeti
M. Masseter İçinde Lokalize Kist Hidatik (vaka Takdimi)
Localızed Cyst Hydatıc In M. Masseter (case PresentatIon)
Ülkemizde oldukça sık görülen kist hidatik hastalığı, genel olarak akciğer ve karaciğerde yerleşmektedir. Bu organların dışında; özellikle başboyun bölgesinde seyrek görülür. iki taraflı, masseter adele içinde lokalize bir kist hidatik yakası; ender lokalizasyonu nedeniyle takdim edilmiştir.
Hydatid disease is common in Turkey. The common sites of invol-vement are lungs and liver. Localisation of csyts in face and the neek are exceptionally rare. A. case of hydti.cl csyt which was localised in masseter muscle is reported.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
Ali Ayçiçek
Olgu sunumu
Özeti
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postoperatif Karaciğer Kist Hıdatıklerinın Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Postoperatif Karaciğer Kist Hıdatıklerinın Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc ScreenIng Of PostoperatIve LIver HydatId Cysts
Kist hidatik tanısıyla opere olan 32 hastaya ultrasonografik (US) inceleme yapıldı. 10 hastaya yeni kist hidatik gelişimi raporu verildi. Bunların 651 tekrar opere oldu ve US tanımıs doğrulandı. Yeni kist hidatik gelişimi olan hastalarda ultrasonografi ile homojen kist, kız veziküllü kist, omentumlu kist ve batında yeni odakta kist hidatik özellikleri bulduk. incelediğimiz hastalarda saptadığımız ultrasonografik özellikleri literatüre ışığında değerlendirdim.
Previously, patients who were diagnosed and operated for cyst hydatid, were recalled and 32 of them were screened again ultrasonographycly. Arnong them 10 patients showed recurrence of new hydatid cyst development, Further examinations have shown that these cysts were, homogen cyst, daughter vesicul#e cyst, and abdorninal cyst, respectively. Six of the 10 patenti were reoperated for this diagnosis. Ultrasonographic exarninations and peculiarities were discussed further in this study.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
HepatItIs B VIrüs Research At The Nurses VvorkIng Of The Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal.
Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 214 hemşirenin serumlarında HBsAg, antiHBs ve antiHBc seroprevalansı araştırıldı. Çalışılan serumların Tinde (%0.5) tek başına anti HBc pozitifliği saptandı, karaciğer enzimleri normal ve HBV DNA’sı negatif bulunan bu hemşire aşılama programına alındı, birinci dozdan sonra antiHBs pozitifleşti. İki hemşirede (%0.9) HBsAg ve antiHBc birlikte pozitifti, karaciğer enzimleri normal olduğu için bu hemşireler hepatit B taşıyıcısı olarak değerlendirildiler. Hemşirelerin 14’ünde ise anti HBs ve anti HBc birlikte pozitif bulundu. Bu durum geçirilmiş ve bağışıklık gelişmiş hepatit B infeksiyonu olarak değerlendirildi. Hepatit B belirleyicilerinin tamamı negatif olan 194 hemşire ise aşılama programına alındı.
İn this study the seoprevalance of HBsAg, antiHBs, and antiHBc were investigated in the sera of the 214 nurses vvorking at the Selçuk University Medical Faculty Hospital. İn one sample (0.5%) isolated antiHBc seropositivity was found, liver function tests and HBV-DNA was negative for this nurse and she was put into vaccination programme, one month after the vaccination anti HBs was found positive. Two of the nurses (0.9%) were found seropositive for both HBsAg and anti HBc, liver function tests were normal so these two nurses were considered as carrier. İn 14 nurses anti HBs and anti HBc were found positive together and this condition was considered as remote hepatitis B infection. 194 Nurses who were negative for hepatitis B virüs markers were put into vaccination programme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
Onur Ural, Duygu Fındık, Mehmet Emre Atabek, . .
Araştırma makalesi
Özeti
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemşirelerinde Hepatit B Taraması
HepatItIs B VIrüs Research At The Nurses VvorkIng Of The Selçuk UnIversIty MedIcal Faculty HospItal.
Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 214 hemşirenin serumlarında HBsAg, antiHBs ve antiHBc seroprevalansı araştırıldı. Çalışılan serumların Tinde (%0.5) tek başına anti HBc pozitifliği saptandı, karaciğer enzimleri normal ve HBV DNA’sı negatif bulunan bu hemşire aşılama programına alındı, birinci dozdan sonra antiHBs pozitifleşti. İki hemşirede (%0.9) HBsAg ve antiHBc birlikte pozitifti, karaciğer enzimleri normal olduğu için bu hemşireler hepatit B taşıyıcısı olarak değerlendirildiler. Hemşirelerin 14’ünde ise anti HBs ve anti HBc birlikte pozitif bulundu. Bu durum geçirilmiş ve bağışıklık gelişmiş hepatit B infeksiyonu olarak değerlendirildi. Hepatit B belirleyicilerinin tamamı negatif olan 194 hemşire ise aşılama programına alındı.
İn this study the seoprevalance of HBsAg, antiHBs, and antiHBc were investigated in the sera of the 214 nurses vvorking at the Selçuk University Medical Faculty Hospital. İn one sample (0.5%) isolated antiHBc seropositivity was found, liver function tests and HBV-DNA was negative for this nurse and she was put into vaccination programme, one month after the vaccination anti HBs was found positive. Two of the nurses (0.9%) were found seropositive for both HBsAg and anti HBc, liver function tests were normal so these two nurses were considered as carrier. İn 14 nurses anti HBs and anti HBc were found positive together and this condition was considered as remote hepatitis B infection. 194 Nurses who were negative for hepatitis B virüs markers were put into vaccination programme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
. ., Onur Ural, Şamil Ecirli, Ümran Çalışkan
Araştırma makalesi
Özeti
Ateşli Nötropenik Hastalarda Aerobik Bakteriyel İnfeksiyon Etkenleri Ve Antibiyotik Duyarlılıkları
AerobIc BacterIal MIcroorganIsm And AntIbIotIc SusceptIblIty In FebrIl NeutropenIc PatIents
Pıhtılaşma faktörleri ve protinlerinin çoğunun yapım yeri karaciğerdir. Bu nedenle karaciğer hastalıklarında değişik derecelerde pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozuklukları yansıtan testlerden biri olan protrombin zamanı (PZ) kronik karaciğer hastalıklarında (KKH) en önemli testlerdendir ve karaciğer parankim yetmezliğinde ilk gösterge olarak ele alınabilir. Öte yandan KKH’da sıklıkla tiroid hormon düzeylerinde de değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızda klinik ve histopatolojik olarak KKH tanısı almış hastalarda PZ ve serbest T3 (s T3 ) düzeylerine bakılarak elde edilen değerler, aynı yaş grubu içersinde sağlıklı kişilerden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve sT3 değerinin PZ gibi KKH’lı hastalarda, karaciğer yetmezlik indeksi olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Çalışma sonunda hasta grubunda sT3 düzeylerinde belirgin azalma, PZ de anlamlı yükselme ile bir likte sT3 ile PZ arasında negatif korelasyon saptadık. sT3 düzeyinde belirgin azalma, azalmış karaciğer parankim kapasitesini yansıtır ve tıpkı PZ gibi karaciğer yctmizlik indeksi olarak kullanılabilir kanısındayız.
The aim of this study was to evaluate aerobic bacterial infections which were ocurred in febrile neutropenic patients, infectious agents and their antibiotic susceptibilies. Eighty-two febrile neutropenic attacks in 67 patients (42 male, 25 female) betvveen age 2-82 years were evaluated in this study. Two hundred and forty-nine samples were evaluated and 45 pathogen agents (21 from urine, 16 from blood, 3 from wound, 2 from throat, 2 from abcess and 1 from palate sputum) were isolated. 33.3% of these pathogens were gram-positive and 66.7% of them were gram-negative microorganisms. Escherichia coli is the most commonly isolated pathogen and than Staphylococcus aureus, Enterobacter cloaca, Klebsiella pneumoniae are isolated. Staphylococcus aureus was the most common organism isolated from blood. As there are differences in infectious agents and infection sites from one to another centereach çenter must define its own infectious agents, infection sites and antibiotic suscepti bilies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
Sami Ceran, Ufuk Tütün, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Sadık Özmen, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
TraumatIc Total HepatIc HernIa To The RIght Thorax
Konya Devkt Hastanesinden sag 8. interkostal araliktan kapalt su aft' drenajt uygulanarak seek edilen 14 yamda erkek hastantn takibinde ani so-lunum stlantzstntn baylamast uterine yaptlan tet-kiklerinde sag torakstn alt ve orta zorunun ka-panchgt gozlendi. Yap'Ian acil posterolateral sag torakotomi sonrasznda toraks i•ine herniye olufmul karaciger ve kolonun hepatik fleksurast ve bu barsak anst uzerinde daha once uygulanan kapalr tip dre-najina baglz iki perforasyon gozlendi. Yaptlan ult-rasonografi ye akciger grafisinin herni wrist kin yeterli olmayacagt kantszna varildr. To-rakoabdominal kiint travmalar sonrast intratorasik herni olabileceginden miidahale etmeden once blintz'? ekarte edilmesi gerekmektedir.
A 14 - year-old boy was admitted to the in-tensive care unit (ICU) of the Seljuk University Hos-pital because of a traffic accident. He had a chest tube in the middle axiller line of his right thorax on the 8 th. intercostal space. Pulmonary parenchym of the right lung had closed at his chest roentgenogram and ultrasonografi. This patient required an emer-gency operation with his symptoms and laboratory findings. Emergency thoracotomy was performed in the patient which had led to a tear in the right side of diaphragm and intrathoracic migration of the liver, hepatic filexura of the colon and the omentum were seen. Hepatic flexura of the colon had got two perforations. They have to he attentive for diagnosis and treatment after thoracoabdominal blunt trauma. Never forget that some manipulations to diagnosis or treatment may make abdominal viscera destroy in the chest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Karaciğer Hastalıklarında Serbest T3 Düzeylerinin Karaciğer Yetmezlik İndeksi Olarak Değeri
Hayri Karaaslan, Ekrem Doğan, Ahmet Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Karaciğer Hastalıklarında Serbest T3 Düzeylerinin Karaciğer Yetmezlik İndeksi Olarak Değeri
The Value Of Free T3 Level As A HepatIc FaIlure Index In ChronIc LIver DIseases
Pıhtılaşma faktörleri ve protinlerinin çoğunun yapım yeri karaciğerdir. Bu nedenle karaciğer hastalıklarında değişik derecelerde pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Bu bozuklukları yansıtan testlerden biri olan protrombin zamanı (PZ) kronik karaciğer hastalıklarında (KKH) en önemli testlerdendir ve karaciğer parankim yetmezliğinde ilk gösterge olarak ele alınabilir. Öte yandan KKH’da sıklıkla tiroid hormon düzeylerinde de değişiklikler olmaktadır. Çalışmamızda klinik ve histopatolojik olarak KKH tanısı almış hastalarda PZ ve serbest T3 (s T3 ) düzeylerine bakılarak elde edilen değerler, aynı yaş grubu içersinde sağlıklı kişilerden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve sT3 değerinin PZ gibi KKH’lı hastalarda, karaciğer yetmezlik indeksi olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmıştır. Çalışma sonunda hasta grubunda sT3 düzeylerinde belirgin azalma, PZ de anlamlı yükselme ile bir likte sT3 ile PZ arasında negatif korelasyon saptadık. sT3 düzeyinde belirgin azalma, azalmış karaciğer parankim kapasitesini yansıtır ve tıpkı PZ gibi karaciğer yctmizlik indeksi olarak kullanılabilir kanısındayız.
Most of the coagulation factors and their proteins are synthesized in the liver. Therefore many kind of coagulation disorders occur during chronic liver diseases. Prothrombin time (PT) is one of the most important coagulation tests which can be used in chronic liver diseases as the first line measurement of the severity of hepatic tissue insuffi- ciency. On the other hand the level of thyroid hormone can often change during chronic liver diseases. İn our study we measured PT and free T3 values of the patients with chronic liver diseases diagnosed by clinical findings and confirmed histopathologically and we also compared them with the same parameters obtained from the healh con- trol group with chronic liver diseases. İn the patient group we have detected significant decrease in free T3 and an increase in PT and a negative correlation between free T3 and PT. V/e think that, the decreased level of free T3 , is a manifestation of decreased liver tissue capacity and tike PT it can be used as a hepatic failure index.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu Olgusu
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Sabahattin Ertuğrul, Hasan Koç, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Karaciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu Olgusu
A Case Of SplIt Hand-Foot MalformatIon AssocIated WIth HepatIc And Cutaneous HemangIoma
Yarık el-ayak malformasyonu, el ve ayakta santral parmak hatlarının yokluğu sonucu gelişen derin mediyan yarıklar ile karakterize konjenital ekstremite malformasyonudur. Yarık el-ayak malformasyonu izole bir anomali olduğu kadar multisistemik bir sendromun bir parçası olarak da meydana gelebilir. Ailesel olguların çoğu otozomal dominant geçiş göstermektedir. Yarık el-ayak malformasyonlu bazı hastalarda mental retardasyon, ektodermal ve kraniofasial bulgular bulunmaktadır. Biz karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden bir ayrık el-ayak malformasyonu olgusunu literatür eşliğinde sunduk. Araştırmalarımıza göre karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden ilk olgudur.
Split hand-foot malformation is a congenital limb malformation, characterized by a deep median cleft of the hand and/or foot due to the absence of the central rays. Split hand-foot malformation can occur as isolated anomalies or as one component of multisystem syndromes. The majority of the familial cases are inherited in an autosomal dominant manner. Some patients with split handfoot malformation have been found to have mental retardation, ectodermal and craniofacial findings. We presented a split handfoot malformation case with liver and cutaneous hemangioma by the literature. According to our investigations, this is the first case of split hand-foot malformation with existence liver and cutaneous hemangioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mide Ve Kolorektal Kanserli Hastalarda Chitin’in Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonlarına Etkisi
Mehmet Ertuğrul Kafalı, Hüsnü Alptekin, Hüsamettin Vatansev, Fahrettin Acar, Hüseyin Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Mide Ve Kolorektal Kanserli Hastalarda Chitin’in Böbrek Ve Karaciğer Fonksiyonlarına Etkisi
The Effect Of ChItIn On KIdney And LIver FunctIon In PatIents WIth Stomach And Colorectal Cancer
Karın içi yapışıklıkların önlenmesinde kullanılan chitin molekülünün organ fonksiyonlarına olan etkisinin araştırılması. Bu çalışmaya mide kanseri ve kolorektal kanser nedeniyle ameliyat edilen ve rezektabl girişimler yapılan 40 hasta dahil edildi. Operasyon sonrası hastaların kesi hattı altına 15x10 cm. boyutta 2 adet Chitin Suprofilm® konuldu. Hastalarda preoperatif, postoperatif 1.gün ve 5.günlerde AST, Creatinin, BUN değerlerine bakıldı. Her 3 ayrı AST, Creatinin ve BUN değerleri arasında gruplar içi ve gruplar arası değerlendirmede istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (p>0.05). Hastalarda 2 tabaka Chitin kullanımından sonra yeterli hidrasyon sağlanmasıyla karaciğer ve böbrek fonksiyon bozukluğu gelişmemiştir. Chitinin antiadeziv olarak güvenle kullanılabileceği kanaatindeyiz.
The effects of Chitin molecules, used prevention of abdominal adhesions, on organ functions were investigated. 40 patients, underwent surgery for gastric cancer and colorectal cancer and resectable initiatives were included in this study. After surgery, two Chitin Suprofilm ® in size of 15X10 cm were placed under the incision line. AST, Creatinin, BUN levels were measured in patients at preoperative, postoperative 1st and 5th days. There was no statistically significant difference in means of Creatinin, AST, and BUN levels between groups in three measurement. Having used Suprofilm® (Chitin) with adequate hydration, liver and kidney dysfunction was not developed. We think that Suprofilm® (Chitin) can be used safely as antiadhesive.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşanlarda Oluşturulan Deneysel Sepsis Modelinde Düşük Doz N-Asetilsistein Tedavisinin Etkinliği
Arif Duran, Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin, Öznur Köylü, Adil Gökalp, Uğur Arslan, Hatice Toy
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanlarda Oluşturulan Deneysel Sepsis Modelinde Düşük Doz N-Asetilsistein Tedavisinin Etkinliği
EffIcacy Of Low Dose N-AcetylcysteIn Theraphy On ExperImental RabbIt SepsIs Model
Amaç: Deneysel sepsis modelinde N-asetilsistein’in(NAC) serbest oksijen radikalleri ve plazma düzeylerine olan etkilerini, organ fonksiyon bozuklukları ve doku hasarını önlemedeki rolünü belirlemektir. Materyal ve metod: 30 dişi tavşan 10’arlı gruplara ayırdılar. Tavşanlarda çekum ligasyon perforasyon (ÇLP) yöntemiyle sepsis oluşturuldu. Sham grubu, sepsis grubu ve sepsis + NAC (10 mg/kg/gün) şeklinde gruplar oluşturulup, ilaçları ÇLP’den hemen sonra, 12. Ve 24. Saatte verildi. Aynı saatlerde kan gazları, plazma glutatyon (GSH), malondialdehid (MDA), biyokimyasal tetkik için kan örnekleri alındı. Doku örnekleri alındı. Bulgular: Sepsis grubuyla kıyaslandığında NAC grubunda plazma GSH artmış (P<0.05) ve MDA değerleri azalmış bulundu (P<0.05). NAC grubunda karaciğerin histopatolojik incelenmesinde apopitoz derecesi incelemesinde sepsis grubuna göre anlamlı düzeyde azalmış olarak bulundu (P<0.05). Sonuç: Deneysel sepsis modelinde antioksidan bir ajan olan NAC’in düşük doz uygulanmasında plazma MDA, GSH düzeylerine ve akciğer fonksiyonlarına olumlu etkileri mevcuttur. Daha kapsamlı ve yeni çalışmalarla NAC’in değişik dozlarda verilmesiyle sepsis tedavisinde NAC tedavisinin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Purpose: To determine the effect of NAC therapy on plasma levels the protective role of tissue injury and organ dysfunction of free oxygen radicals in experimental sepsis model. Material and method: 30 female rabbits were divided into 3 groups, each composed of 10 rabbits. Sepsis was constituted by caeucum ligation perforation tecnique. Groups named sham, sepsis and sepsis + NAC (10mg/kg/day) were formed and medication was given 12 and 24 hours after caeucum ligation and perforation. At the same time blood samples to measure blood gases, plasma glutathion (GSH), malondialdehyde (MDA) and biochemical diagnosis were collected. Tissue samples were obtained. Findings: Plasma GSH levels were elevated in NAC group with respect to sepsis group (P<0.05). Plasma MDA levels were decreased in sepsis group when compared to NAC group (P<0.05). Liver tissue MDA levels were found to be same in both groups. AST, ALT and creatinine values were elevated significantly in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Apoptosis in liver tissue was significantly decreased in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Degree of mononuclear infiltration in kidneys were decreased in NAC group when compared to sepsis group (P<0.05). Conclusion: Application of low dose NAC an antioxidative agent in experimental sepsis model has beneficial effects on pulmonary functions and plasma MDA, GSH levels. More and comprehensive studies which tests different NAC doses are needed to determine the role for NAC in experimental sepsis model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Ayşenur Akın, Zafer Bağcı, Salih Güler, Derya Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Iron Intoxıcatıon CausIng Troponın ElevatIon: Fırst Case Reported From Our Country
Demir daha çok demir eksikliği anemisinde kullanılan bir ilaçtır. Demirin yüksek dozlarda kullanımı multisistemik bir etkiye neden olabilmektedir. İntoksikasyon gelişen olgularda semptomlar yutulan demirin miktarına bağlıdır. Minimum toksik doz ve ölümcül demir dozları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak hayatı tehdit edebilecek düzeyde olan yan etkileri kalp ve karaciğer üzerinde görülmektedir. Bu makalede 16 yasında suisid amaçlı 720 mg; 12mg/kg/doz ‘unda demir preperatı alan bir olgu sunuldu. Herhangi bir şikâyeti olmayan ancak klinik açıdan takip edilen hastanın taburculuğu planlanırken yapılan kontrol kan tetkiklerinde troponin değerinde yükselme görülmesi üzerine takibine devam edildi. Fizik muayene, Elektrokardiyogram (EKG), Ekokardiyografi (EKO) bulgusu olmayan ve demir şelasyon endikasyonu bulunmayan ve takibinde troponin düzeyinde gerileme saptanan hasta önerilerle taburcu edildi. Nadir görülen bir durum olan kardiyak etkilenme olması ve ülkemizden bildirilen ilk vaka olması nedeniyle ilacın toksisite durumundaki etkileri literatür eşliğinde tartışıldı.
Iron is a medication that is used more in iron deficiency anemia. The use of iron in high doses can cause a multisystemic effect. The toxicity of iron depends upon the amount of elemental iron ingested. The minimum toxic dose and the lethal doses of iron are not firmly established. However, side effects that may be life-threatening are seen on the heart and liver. This paper presents a 16-year-old patient who used 720 mg; 12mg / kg / dose preparation of iron for suicide purposes. The control blood tests performed while planning the discharge of the patient, who had no complaints but were followed up clinically, continued to be followed up because of the increase in the value of troponin. The patient who has no record of physical examination, electrocardiogram (ECG), echocardiography (ECO) and indication for iron chelation and in whose troponin level a decrease was diagnosed in the monitoring was discharged with recommendations. Due to the rare occurrence of cardiac involvement and being the first case reported in our country, the effects of the drug on toxicity were discussed in the light of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
Levent Kart, Muhammed Emin Akkoyunlu, Yasemin Akkoyunlu, Murat Sezer, Hatice Kutbay Özçelik, Fatmanur Karaköse, Turan Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Yoğun Bakım Ünitesindeyatan Son Dönem Hastaların Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of End Stage PatIent In IntensIve Care UnIt
Mevcut teknolojik imkanlar ve bilimsel veriler çerçevesinde iyileşme umudunun kaybedildiği düşünülen hastalara uygulanan tıbbi müdahaleler, hastaya sağladığı yarar ve zarar açısından etik tartışmalara neden olmuştur. Özellikle yoğun bakım gibi ülkemiz için kısıtlı olan kaynaklar açısından değerlendirildiğinde durum yönetimsel bir boyut kazanmaktadır. Çalışmamızda üniversitemiz Göğüs hastalıkları bünyesinde bulunan dahili yoğun bakım ünitemizde takip edilen, tıbben iyileşme ümidi olmayan ve hastalığın son döneminde olduğuna karar verilen hastalar ve sonuçları değerlendirilmiştir. Retrospektif olarak 25 Ekim 2010 ile 30 Nisan 2010 tarihleri arasında yoğun bakım ünitemizde 24 saatten fazla yatmış olan toplam 163 hastanın terminal dönemde olan 17’si incelenmiştir. Hastaların 11’i onkoloji hastasıydı. Bunların 6’sında akciğer, 5’inde ise diğer organ kanserlerine bağlı tedaviye yanıtsız yaygın metastaz mevcuttu. Diğer hastalardan 3’ü miyokart enfarktüsü sonrasında ejeksiyon fraksiyonunun %15’in altında olmasına bağlı genel durum bozukluğu nedeni ile nakil şansı olmayan, 1’i ileri dönem solunum kaslarının da tutulduğu musküler distrofi, 1 olgu ileri solunum yetmezliğinde olan intersitisyel akciğer hastalığı, diğeri ise tedaviye yanıtsız çoklu komplikasyonları olan karaciğer sirozu hastaydı. Onbeş hasta yoğun bakımda yaşamını yitirirken sadece 2 hasta mekanik ventilatör desteğinde taburcu edildi. Hastaların yattığı dönem içinde yapılan tıbbi müdahale maliyeti 208.200,640 TL olarak saptandı. Hastalar toplam 233 yatak/gün boyunca yoğun bakımda takip edildi. Sonuç olarak yoğun bakımımızda terminal dönem hastalarına ayrılan yatak sayısı ve yatak başı maliyet oldukça yüksek olarak saptanmıştır. Gerekli kanuni düzenlemeler ile birlikte palyatif bakım üniteleri yada hospis sistemlerinin kurulması, gerek sınırlı olan kaynakların daha akılcı kullanımı, gerekse hasta ve hasta yakınlarının ve memnuniyeti için önemlidir.
Medical interventions to the patients from whom healing expectations (with the current technological and scientific data) were considered to be lost are being ethically discussed about the benefit and loss to the patient. When it is about the limited sources of the country, particularly like the intensive care units, it becomes an administrative issue. In this study we evaluated the patients in the terminal phase of their diseases with no expectancy of healing, hospitalized in the medical intensive care unit (ICU)of our university hospital. Thirteen terminal phase patients out of 73 patients hospitalized between 25 October 2010 and 30 April 2011 were evaluated retrospectively in ICU. Eleven of the patients had oncological disease (6 lung cancers and 5 other organ cancers). These patients had widespread metastases not responding to therapy. Tree of the other patients had ejection fraction lower than 15% following myocardial infarction with no chance for transplantation due to low health status, one had advanced respiratory muscle involvement due to muscular dystrophy, the another had intersitisyel lung diseases with severe respiratory failure, the other had liver cirrhosis with multiple complications. Fifteen patients died in the intensive care unit, whereas two patient was discharged with home mechanical ventilator support. Medical cost of the patients was 208.200,640/TL. They were hospitalized for 233 bed/days. The number of beds occupied by these terminal phase patients in this period were considered to be high. Foundation of palliative care units or hospice service with necessary law evaluations, is very useful and important not only for optimal use of limited financial sources but also for comfort of patient and relatives.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parkinsonizm-Demans
Zehra Akpınar, Betigül Yürüten, Ali Ulvi Uca, Yahya Paksoy
Olgu sunumu
Özeti
Parkinsonizm-Demans
ParkInsonIsm-DemantIa
Bu yazıda bir yıl önce başlayan ilerleyici konuşma bozukluğu, hareketlerde yavaşlama ve istem dışı hareket yakınmaları ile başvuran 27 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Nörolojik muayenesinde bradikinezi, tüm ekstrem- Itelerinde rijidite ve tremor saptanan olgunun kognitif fonksiyonları da bozulmuştu. Kan sayımı, rutin biokimya sonuçları, serum seruloplazmin ve bakır düzeyi, karaciğer biopsisi normal olan hastanın kranial manyetik rezonans görüntülemede (MRG) T2 ağırlıklı kesitlerde frontotemporal atrofi, globus pallidus ve substansiyanigrasında hiper- intensite mevcuttu. Elektromyografide (EMG) motor ve duysal iletinin normal, servikal ve ekstremite kaslarında motor ünit potansiyellerin (MÜP) uzun süreli olduğu görülen olgunun klinik ve laboratuvar bulguları literatür eşliğinde tartışıldı.
We report a 27 year-old man with a history of one year of Progressive slowing of movements, speech and tremors in extremities. Neurological examination revealed cognitive impairment, bradykinesia, rigidity and tremor in the ali extremities. Routine biochemical tests, blood count, serum ceruloplasmine and copper values, liver biopsy were ali normal. BRain magnetic resonance imaginary (MRI) showed frontotemporal atrophy, hipointensities in globus pallidus and substania nigra in T2 weighted images. Electromyography (EMG) showed normal motor and senso- ry conduction velocities but widespread large motor unit potentials (MUP) in cervical and extremity muscles. These findings have been reviewed in the light of relevant literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Formol Ve Polivinil Prilidon (pvp)'un Skolosidal Etkısı
Nahit Ökesli, Mehmet Metin Belviranlı, Erşan Aygün, Adnan Kaynak, Mustafa Şahin
Araştırma makalesi
Özeti
Formol Ve Polivinil Prilidon (pvp)'un Skolosidal Etkısı
ScolIcIdal Effects Of Form& And PolyvInyl PyrrolIdone
Hidatik kist hastalığının cerrahi tedavisinde skol-osidal ajan olarak çeşitli maddeler kullanılmaktadır. Bunların etkinlik ve yan etkileri çeşitli araştırmalarda ortaya konmuştur. Biz bu çalışmada formül ile polivinil pirolidon (PVP)Iun in vitro ve in vivo skolosidal etkinliğini karşılaştirdık. Yeni kesilmiş koyun karaciğerinden alınan hidatik kist sıvısında skolekslerin mikroskop altında mobil oldukları ve eozin testi ile tümünün canlı oldukları belirlendi. %10'luk formül ve PVP canlı skoleks içeren kist sıvısı ile %10, 20 ve 50 oranlarında ayrı ayrı karşılaştırıldı. 3, 5 ve 10. dakikalarda skolekslerin mikroskop altında hareketliliği izlendi ve eozin ile canlılık testi yapıldı. n vivo çalışmada ise 10Par ratlık 5 grup oluşturuldu. Canlı skoleks içeren 1 Ini kist sıvısinın intraperitoneal inoküle edildiği kontrol grubunun tatnamında 8 hafta sonra peritoneal kavitede hidatik kist görüldü. Deney gruplarında değişik Oran ve sürelerde formül ve PVP kullanıldı. Sonuçta PVP'nin düşük konsantrasyonlarda bile etkili bir skolosidal ajan olduğunu, formülün ise kulanılışlı olmadığı tespit edildi.
Many scolicidal agents are used in surgical treat-ment of hydatid disease. The efficiency and side ef-fects of these agents are known and in this study we compared scolicidal elliciency of formol and polyvin-yl pyrolidone (PVP) in vivo and in vitro. Ilydatid liquid was obtained from sheep liver and living scolex were observed by eosin test and micro-scopically. 10% formül and PVP mixed with hydatid liquid in 10%, 20% and 50% concentrations. The vi-ability of the scolices were determined by eosin test and microscopically after 3, 5, and 10 minutes. In vivo study, we forrned 5 groups each containing 10 rats. The control group was inoculated with ,1 mi of living hydatid liquid intraperitoneally and hydatid cysts were observed in peritoneal cavity of alt rats after 8 weeks. In the study group formül and PVP were used in dijfererıt concentrations and durations. We concluded that PVP is effective as a scolicidal agent even in low concentrations but formül is not useful.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ana Safra Kanalında Bir Yabancı: Fasciola Hepatica
ercp İle Çıkarılması
Sezgin Yılmaz, Bahadır Celep, Mustafa Altındiş, Yüksel Arıkan
Olgu sunumu
Özeti
Ana Safra Kanalında Bir Yabancı: Fasciola Hepatica
ercp İle Çıkarılması
A Stranger In The MaIn BIle Duct: FascIola HepatIca The
extractIon By Ercp
Fasciola hepatica (FH) çoğunlukla veterinerliği ilgilendiren ancak
nadiren de insanı enfekte edebilen bir paraziter hastalıktır. Genellikle
dünyanın gelişmekte olan ülkeleri ya da tropikal bölgelerinde
görülmekle birlikte, kıtalararası transport ve göçün artmasıyla
birlikte sıklığı tüm dünyada her geçen gün artmaktadır. Karaciğer
ve safra ağacı parazit için nihai hedeftir. Klinik görünüm basit biliyer
kolikten sarılık ve hatta ölüme neden olan komplike kolanjite kadar
değişkenlik gösterir. Endemik olmayan bölgelerde hastalıkla ilgili
düşük bilgi düzeyi tanı ve tedaviyi geciktirir. Hastanın değerlendirme
ve tedavisinin hızlı yapılması başarının temel taşıdır. Bu yazıda FH
nedeniyle gelişen biliyer obstruksiyon olgusu klinik görünümden,
ERCP ve kolesistektomiyi içeren tedaviye kadar literatür ışığında
tartışılmıştır.
Fasciola hepatica (FH) is a parasitical disease mostly concerns
the veterinary medicine but sometimes accidentally infests humans.
It’s generally seen in some parts of the world especially in tropical
and developing countries but the incidence is increasing day by
day all over the world due to increased facility of intercontinental
transportation and immigration. Liver and biliary tree is the final
target site for the parasite. The clinical presentation varies from basic
biliary colic to jaundice and even complicated cholangitis leading
death. Low level of knowledge about the disease, especially in the
non-endemic areas, leads delayed diagnosis and therapy. Prompt
evaluation and therapy of the patient is the corner stone of the
success. Herein, we discuss a case of biliary obstruction due to FH
from presentation to therapy including ERCP and cholecystectomy in
the guidance of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
Mustafa Koplay, İhsan Yüce, Mecit Kantarcı
Olgu sunumu
Özeti
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
MultIdedector Ct In Evaluate Of HepatIc Artery Before The TransarterIal ChemoembolIzatIon
Son yıllarda, karaciğer transplantasyonu ve transarteriyel kemoembolizasyon planlanan olgularda hepatik arteriyel varyasyonların değerlendirilmesi oldukça önem kazanmıştır. Hepatik arteriyel anatominin değerlendirilmesinde birçok yöntem kullanılmaktadır. Bu yazımızda transarteriyel kemoembolizasyon planlanan bir olguda, nadir görülen sol hepatik arterden ayrılan gastroduedenal arter varyasyonunun çok kesitli bilgisayarlı tomografi anjiyografi bulgularını tanımladık.
Recently, evaluation of hepatic artery variations has become quite important in cases planned transarterial chemoembolization and liver transplantation. To evaluate hepatic artery anatomy can be used multiple diagnostic methods. In this article, we described multidedector computed tomography angiography findings of a rare variation of gastroduodenal artery, which is originated from left hepatic artery in a case planned transarterial chemoembolization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşanlarda Tc-99m İle İşaretlenmiş Siklofosfamid'ın Intravenöz Anal Submukozal Enjeksiyonunun Karşılaştırılması
Kadir Yılmaz, Mehmet Kılınç, Halim Bozoklu, A. Nuri Sezer
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşanlarda Tc-99m İle İşaretlenmiş Siklofosfamid'ın Intravenöz Anal Submukozal Enjeksiyonunun Karşılaştırılması
A ComparIson Of Intravenous And Anal Submucosal InfectIon Of Tc-99m Labelled CyclophosphamIde In RabbIts
Mesane tümörlerinin tedavisinde kullanılan bazı kemoterapötik ajanların anal submukozal enjeksiyo-nu (AS!) ile vezikoprostatik pleksüste ve mesane dokusunda daha yüksek konsantrasyonda bulunabi-leceği belirtilmektedir. Bu yeni tekniğin değerlendirilmesi amacıyla Tc-99m ile etiketlenmiş siklofosfamid 10 tavşana ili, 10 tavşana da AS! yolu ile uygulandı. Tavşanlar enjeksiyondan 6 saat sonra kesilerek karaciğerleri, böbrekleri ve mesanelerinde welle counter ile sayımlar yapıldı. Sonuçlar Student's T testi ile değerlendirildi. Sonuçların değerlendirilmesinde AS1 li siklofosfamid uygula-masının anlamlı olarak yüksek mesane konsantras-yonu, düşük karaciğer ve böbrek konsantrasyonlart sağladığı görüldü.
Tc-99m labelled cyclophosphlamide was adminis-tred to 10 rabbits intravenous, 10 rabbits by anal submucosal injection. The rabbits were sacrified after 5 hours following injection and radioisotopic counts ıvere made from liver, kidney and bladder tissue by gamma camera scanning. The result were evaluated with student's t test. The drog accurnulation in vesi-coprostatic plexus and bladder tissue following anal submucosal injection was found high were as liver, kidney concentration were low, on the contrary intravenous injection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Etil Alkol Uygulanmasının Serum Lipid Parametreleri Üzerine Etkisi Ve Çeşitli Dokulardaki Histolojik Değişiklikler
Mehmet Gürbilek, Mehmet Aköz, Selçuk Duman, Fatih Gültekin, Hüseyin Uysal, Ender Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Kronik Etil Alkol Uygulanmasının Serum Lipid Parametreleri Üzerine Etkisi Ve Çeşitli Dokulardaki Histolojik Değişiklikler
The AIm Of ThIs Study Was To DetertnIne The BI-OchemIcal And HIstologIcal Effects Of Alcohol On Va-RIous Organs Qf The Rats
Bu çalışma, etil alkolün çeşitli organlar ür.erindeki histolojik etkileri ile serum. lipidleri ıkerindeki biyokimyasal etkilerini araştırmak amacıyla ratlar üzerinde yapıldı. Radar, kontrol grubu, etli alkol verilen grup ve diyetine glukoz ilave edilen eşdeğer- diyet grubu (pair - fed) olarak üçe ayrıldı. Alkol grubuna 12 gün süreyle 4.5 glkglgün etil alkol oral olarak verildi. Eşdeğer diyet grubuna ise etli alkolü!r verdiği kaloriye eşdeğer olarak 7.88 glikgıgün glukoz 12 gün süre ile verildi. 12. günün sonunda her üç grubun serum açlık kan şekerleri, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeyleri ök-iildü.. Alkol grubunda, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeyleri, hem eşdeğer diyet gru-bundan hem de kontrol grubundan daha yüksekti. Glukoz değerleri ise alkol grubu ve eşdeğer diyet grubunun her ikisinde de kontrol grubuna göre daha yüksek olmakla birlikte bu yükseklik an-laınsızdı. Işık ınikroskobik değerlendirmede alkol ve-rilen grupta karaciğerde lobülün perifer zonundaki hepatositlerde 177d0= (erken profaz) artışı ve si-nıızoidal seviyede eritrosit birikimi görülürken böhrekte seıni glomeruler katlama ile in-rertubıtler bölgede infiltre eritrositler ve lenfositler gözlendi. Mide, dalak, akciğer normal histolojik yapıdaydı. Bu gözlemleı-e göre serumda trigliserid, fosfolipid ve serbest yağ asidi düzeylerinin artışına alkolü]] neden olabileceği , bu artışın alkolün verdiği kalorlye bağlı olmayıp alkolün genel me-tcıboliznla üzerine olan etkisinden kay-naklanabileceği kanaatine varıldı.
The study was carried out on thı-ee groups of rats as fallows: Control group, alcohol fed group and pair - fed group. The alcohol group was fed for 12 days with a diet containing 4,5g1kgiday ethyl alcohol. The pair fed group was giren glııco..ve (7.88 glkglgün) whi•h calory level was equal to the ealory level of alcohol giren to the second group. At the end of the jeeding period, fas-ting serum glucose, triglycerid, phospholipid and jree fatty acid leveis were measured in the serum of those three groups. The postınortal histological changes ira liver, kidneys„rtomach, spleen and lung were examined bir light microscopy. Triglycerid, phospholipid and fi-ee faty acid levels of alcohol group were higheı- than those of conwol and pair -feci group. Verv common high mitotic activity (in the' early pro-phase) in the hepatocytes at the peripheral of the elassical lobules, semidiffilse hemorrhagies in the glomerıdes and eıythrocytes infiltrated into the intertubuler area were seen at the light microscopic e_x-amination of the liver and kidney specimen.s of al-cohol giyen group. it concluded that the level of triglycerid, phospholipid and free fatty acid increase in serum due tü alcohol intake. it is supposed that th.e increase is not related with alcohol calory but it may be related with general effect of alcohol on nıe-tabolic activity of human Body.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prostanoidlern Kan Basıncı Regülasyonundaki Rolü
Ayşegül Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Prostanoidlern Kan Basıncı Regülasyonundaki Rolü
The Role Of Prostanoıds In Blood Pressure Regulatıon
Prostanoidler, güçlü biyolojik etkinlik gösteren endojen maddeler olup siklooksijenaz ürünü olan prostaglandinler, prostasiklin, tromboksanlar ve lipooksijenaz ürünü olan lökotrienlcr olarak dört alt grupta toplanabilir (1). Prostoglandinlerin siklopentan hal-kasındaki substituentlerin pozisyonuna göre A, B, C, D, E ve F gibi birçok çeşitleri vardır. Biyolojik yönden en önemli türevler PGE ve PGF grubudur (2). Hemen hemen tüm dokularda sentez edilirler. Sentezlendikleri dokuda bulunan enzimlerle veya kan dolaşımı ile akciğer, karaciğer ve böbrek korteksinden geçerken bu organlardaki enzimler tarafmdan inaktive edilirler (3). Bu hızlı inaktivasyon nedeniyle prostanoidler lokal hormo-n olarak kabul edilirler. PGEI, PGE2 ve PGFlerin inaktivasyonundan sorumlu organ akciğerleri PGI2 (prostasiklin) ve 6-keto PGE1 inaktivasyonundan sorumlu organ ise karaciğerdir (4, 5, 6 )
Prostanoidler, güçlü biyolojik etkinlik gösteren endojen maddeler olup siklooksijenaz ürünü olan prostaglandinler, prostasiklin, tromboksanlar ve lipooksijenaz ürünü olan lökotrienlcr olarak dört alt grupta toplanabilir (1). Prostoglandinlerin siklopentan hal-kasındaki substituentlerin pozisyonuna göre A, B, C, D, E ve F gibi birçok çeşitleri vardır. Biyolojik yönden en önemli türevler PGE ve PGF grubudur (2). Hemen hemen tüm dokularda sentez edilirler. Sentezlendikleri dokuda bulunan enzimlerle veya kan dolaşımı ile akciğer, karaciğer ve böbrek korteksinden geçerken bu organlardaki enzimler tarafmdan inaktive edilirler (3). Bu hızlı inaktivasyon nedeniyle prostanoidler lokal hormo-n olarak kabul edilirler. PGEI, PGE2 ve PGFlerin inaktivasyonundan sorumlu organ akciğerleri PGI2 (prostasiklin) ve 6-keto PGE1 inaktivasyonundan sorumlu organ ise karaciğerdir (4, 5, 6 )
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
Kazım Gezginç, Tuba Korkmaz
Derleme
Özeti
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
The Causes And Treatment Of NonobstetrIc Acute Abdomen
ın Pregnancy
Günümüzde gebelikte akut batın hala tanısı kolay olmayan bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebe bir kadında gebelikte
oluşan fizyolojik ve anatomik değişikliklere bağlı olarak tanı koymak
ve tedaviye karar vermek zorlaşabilir. Ayrıca tanı amaçlı yapılacak
işlemlerin fetus için riskli olması nedeniyle bazı tetiklerden kaçınılır.
Gecikmiş teşhis maternal morbitide, mortalite, fetal kayıp ve erken
doğum riskine sebep olabilir. Cerrahi müdahale gerektirebilir veya
bazı durumlarda cerrahi müdahale zararlı olabilir. Gebelikte akut
batın insidansı 500-635 olguda 1 olarak bildirilmiştir. Gebelikte
nonobstetrik akut batın nedenleri arasında akut apandisit, intestinal
obstrüksiyonlar, akut kolesistit, kolelitiazis, inflamatuar barsak
hastalıkları, peptik ülser, akut pankreatit, hepatik rüptür, intestinal
obstrüksiyon, gebeliğin akut yağlı karaciğeri ve ağır preeklampsi
sayılabilir. Tanı ve tedavide hem fetus hemde anne hayatı önem
taşır. Erken tanı ve tedavinin uygulanması hem anne hemde fetus
açısından oldukça önemlidir.
Diagnosis of acute abdomen in pregnancy is still a difficult
situation. Due to physiological and anatomical changes of a pregnant
woman during pregnancy, the diagnosis and treatment can be difficult
to decide. In addition, some of the procedures used for the diagnosis
are avoided because of risk to the fetus. Delay in the diagnosis may
cause maternal morbidity, mortality, risk of fetal loss and can cause
premature birth. Surgical intervention may be required or surgical
intervention may be harmful in some cases. The incidence of acute
abdomen in pregnancy has been reported as 1 in 500-635. Among
the causes of nonobstetric acute abdomen in pregnancy are: acute
appendicitis, intestinal obstruction, acute cholecystitis, cholelithiasis,
inflammatory bowel disease, peptic ulcer, acute pancreatitis, hepatic
rupture, intestinal obstruction, acute fatty liver of pregnancy and
severe preeclampsia. The life of the mother and fetus are important
in the diagnosis and treatment. Early diagnosis and treatment are
very important for the fetus and the mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Sürrenal Kitle
Serhat Doğan, Adil Kartal, Tevfik Küçükkartallar, Mustafa Şentürk, Yusuf Yavuz, Mehmet Aykut Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Dev Sürrenal Kitle
GIant Surrenal Mass
Kırk bir yaşında kadın ve 64 yaşında bir erkek hasta karın ağrısı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Yapılan tetkiklerinde her iki vakada da karaciğerde dev hemanjiom olduğu raporlandı. Her iki vakada semptomatik olması ve malignite şüphesi olması nedeniyle operasyon kararı alındı. Operasyon esnasında kitlenin karaciğer kaynaklı olmadığı, sağ sürrenal kaynaklı dev adenom olduğu görüldü, ikinci vakada da kitlenin sağ böbrek kaynaklı olduğu görüldü. Rezeksiyon yapıldı. Sürrenal bölgedeki kitlelerin hemanjiomlarla karıştırılabileceği unutulmamalıdır.
\r\n
Fourty one years old female and 64 years old man were admitted to our clinic because of abdominal pain. In investigating the liver was reported with a giant hemangioma. It was symptomatic and look like malignancy for each cases so they were operated. In operation it was not a liver mass , one of them observed right giant adrenal adenoma and the second one is renal cell carsinoma. Resection was performed for each cases. Adrenal mass could be noted that mixed hemangiomas.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit Modeli
Muharrem Keskin
Araştırma makalesi
Özeti
Sıçanlarda Fruktoz Ve Demir Aracılı Steatohepatit Modeli
Fructose- And Iron-MedIated Model Of SteatohepatItIs In Rats
Amaç: Bu çalışmada, sıçanlarda fruktoz ve demir aracılığıyla insan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturulması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 90 adet 1,5-2 aylık Wistar-Albino cinsi dişi sıçanlar randomize bir şekilde 30' lu 3 gruba ayrılmıştır. Ad libitum beslenen kontrol grubu, içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi verilen fruktoz grubu ile içme suyu içinde %60 konsantre fruktoz çözeltisi ve ikişer haftalık aralıklarla parenteral demir uygulanan fruktoz-demir grupları çalışılmıştır. Tüm gruplara günlük eşit miktarda kalori verilmiştir. İkişer haftalık aralıklarla (2., 4., 6., 8. ve 10. haftalarda) tüm gruplardan 5’er sıçana laparotomi uygulandıktan sonra karaciğer ve kan örnekleri alınarak biyokimyasal ve histopatolojik progress değerlendirilmiştir.
Bulgular: On haftalık çalışma sürecinde hiçbir grupta karaciğer yağlanması ve fibrozisi saptanmamıştır. Fruktozla beslenen sıçanlarda hepatosellüler balonlaşma skorları kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur (p<0,001). Fruktoz ve fruktoz-demir gruplarında kontrol grubuna göre serum AST ve ALT değerlerinde yükselme saptanmamıştır. Fruktoz-demir grubunda 10. haftada kontrol ve fruktoz gruplarına göre ferritin düzeyi anlamlı yüksek saptanmıştır (p<0,001). Ayrıca histopatolojik olarak 4. haftadan itibaren fruktoz-demir grubunda karaciğerde demir birikimi de saptanmıştır.
Sonuç: Genç ve dişi sıçanlarda %60 konsantrasyonda fruktozlu içme suyuyla ve demir yüklemeyle 10 haftalık süreçte biyokimyasal ve histopatolojik steatohepatit modeli oluşturulamamıştır. İnsan fenotipine yakın bir steatohepatit modeli oluşturabilmek için en az 16 haftalık bir süreyle yetişkin erkek sıçanlarda çalışılması, yeterli hidrasyon ve beslenmenin sağlanabilmesi için de fruktozun yemle kombine edilerek verilmesi daha uygun görünmektedir.
Background: The aim of this study was to develop a fructose- and iron-mediated model of steatohepatitis, which is similar to the human phenotype.
Methods: We randomly divided ninety 1.5 months old female Wistar-Albino rats into three groups. All three groups contained 30 rats in each group and 5 subgroups per group. While the control group was fed ad libitum, the fructose group’s feed consisted of 60% fructose in drinking water and that of the fructose-iron group consisted of 60% fructose in drinking water along with intraperitoneal administration of iron every 2 weeks. We performed laparotomies at 2-week intervals (at 2, 4, 6, 8, and 10 weeks) in all subgroups.
Results: None of the groups had hepatosteatosis or fibrosis at the end of the 10th week. Hepatocellular ballooning scores were significantly higher in the fructose-fed groups than in the control group (p<0.001). At 10th week serum ferritin levels in the fructose-iron group were significantly higher than those in the control and fructose groups (p<0.001). Iron accumulation in the rat liver was observed in the fructose-iron group histopathologically by the 4th week.
Conclusion: Chemically and histopathologically, a model of steatohepatitis can not be developed in young and female rats with 60% concentrated fructose feeding and administration of iron for 10 weeks. To develop a model of steatohepatitis resembling the human phenotype, it is more advisable and feasible to use adult male rats fed meals combined with fructose in order to maintain adequate hydration and nutrition for at least 16 weeks.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğerde Deneysel Sekonder Hıdatidoz
Mehmet Yeniterzi, Adil Kartal, Mustafa Şahin, Yüksel Arıkan, Ramazan Kadak, Osman Yılmaz, Hasan Solak, Tahir Yüksek, Ömer Karahan
Araştırma makalesi
Özeti
Akciğerde Deneysel Sekonder Hıdatidoz
Experımental Secondary Hydatı‘losıs In Lung
Klinik gözlemlerimizde nüks akciğer kisl hidatiğine pek rastlamadığınız halde, karaciğerde sekonder hidatidoz gelişiminin yüksek bir oranda olduğu dikkati çeknıektedir. Akciğer& deneysel hidatidoz oluşturmak maksadıyla akciğer ve karaciğer ikisi hidatiğindeki kaya suyundan haztrlanan materyaller, tavşanların akciğer parankimlerine ve periton boşluklarına inoküle edildi. Tavşanlar on dördüncü hafta sonunda eksplore edildiklerinde, her iki grup içinde anlamlı olarak akciğer sekonder hidatidozu oluşturulabileceği gösterildi (p<0.01). Bu nedenle hidatidozlu tüm vakalarda, sekonder hidatidozdan korunmaya yönelik cerrahi tedbirlerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamak isteriz.
In our experience, recurrence of lung hydatid cyst is not common, although liver hydatic cysts have high recurrence rale. In order to evolve experimental hydatic cysts in lung, we inoculated the hydatic fluid.s. of liver and lung hydatic cysts ta the lungs and peritoneal cavities of rabbits. The aniınals were sacrıfied at 14'h week and in exploration, there were hydatic cysts in lungs and pleura in boih groups and it was signıficant statistically (p<0.01). conclit.yion, we recomınend that care mut be taken ta prevent the patients with hydatid disease from secondary hydatidosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemorajik Şoku İzleyen İskemireperfüzyon Hasarının Karaciğer Oksidan-Antioksidan Durumuna Etkisi
Volkan Kocabaş, Sadık Büyükbaş, Dursun Ali Şahin, Mustafa Kemal Başaralı
Araştırma makalesi
Özeti
Hemorajik Şoku İzleyen İskemireperfüzyon Hasarının Karaciğer Oksidan-Antioksidan Durumuna Etkisi
The Effect Of IschemIa ReperfusIon Injury After Haemorrhage On LIver OxIdant-AntIoxIdant Status
Amaç: Çeşitli şekillerde oluşan hemoraji hipovolemik şoka neden olabilir. Hemorajik şoku önlemek için uygulanan volüm replasmanı ise reperfüzyona neden olmaktadır. Çalışmamızda 30 dakikalık iskemi sonrası yapılan reperfüzyonun karaciğer dokusu malondialdehit (MDA), ksantin oksidaz (XO), süperoksit dismutaz (SOD) ve antioksidan aktivite (AOA) düzeylerine olası etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Çalışmamızda Spraque-Dawley cinsi 24 adet rat kullanıldı. Ratlar 4 gruba ayrıldı: A grubu kontrol, B, C, ve D grupları iskemi-reperfüzyon grupları olarak planlandı. İskemi-reperfüzyon gruplarında femoral venden kan alınarak 30 dakikalık iskemi oluşturuldu. İskemi süresinin sonunda alınan kan tekrar verilip reperfüzyon oluşturulmasını takiben, B, C ve D gruplarında sırası ile 1, 3 ve 24. saatin sonunda ratlar sakrifiye edilerek karaciğer doku örnekleri çıkarıldı. Kontrol grubunda ise sadece 60 dakika süreli anesteziyi takiben ratlar sakrifiye edilerek karaciğer doku örnekleri çıkarıldı. Karaciğer dokusunda MDA, XO, SOD ve AOA analizleri yapıldı. Bulgular: İskemi-reperfüzyon gruplarında karaciğer doku MDA düzeyleri ve XO aktivitelerinin kontrol grubuna oranla önemli oranda (p
Aim: Various types of haemorrhage can cause hypovolemic shock. Volume replacement for prevention of hypovolemic shock results with reperfusion. The aim of this study was to determine the hepatic tissue MDA, XO, SOD and AOA levels after reperfusion following ischemia with duration of 30 minutes. Method: Twenty four female Spraque-Dawley rats were divided into four groups of six rats in each. Group A was the control group and B, C, and D groups were ischemia-reperfusion groups which were reperfused for 1 hour, 3 hours and 24 hours after 30 minutes hemorrhagic ischemia, respectively. In the ischemia-reperfusion groups at the end of the reperfusion periods, rats were sacrified and the liver tissue samples were collected. In group A rats were only anesthetized for one hour and then they were sacrified and the liver tissue samples were collected. MDA, XO, SOD and AOA analyses were performed in liver tissues. Results: MDA and XO levels were significantly increased in the ischemia- reperfusion groups when compared with the control group (p<0,05). These changes were most obvious in the first hour. Conclusion: Our findings showed that volume replacement therapy after hypovolemic shock was lead to reperfusion injury. Because MDA, XO, SOD ve AOA changes were more significant in the first hour of the reperfusion than the 3th and 24th hours; we suggest maintenance of antioxidant suplements with replacement theraphy to decrease the reperfusion injury. For the supplemental management antioxidants such as alpha tocopherol, ascorbic acid and melathonin can be prefered in the first hour of reperfusion especially.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Rezeksiyonlarında Ligasure Yardımlı Uygulamalarımız
Ahmet Tekin, Adil Kartal, Tevfik Küçükkartallar, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Şakir Tekin, Mehmet Metin Belviranlı, Şakir Tavlı, Mustafa Şahin, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciğer Rezeksiyonlarında Ligasure Yardımlı Uygulamalarımız
Our ExperIences In LIgasure – AssIsted ResectIons In LIver
Amaç: Ligasure’u karaciğerde kitle olan 15 hastada, parankim kesilirken kanamayı azaltmak veya kanamasız rezeksiyon yapmak için kullandık. Ligasure yardımıyla hepatektomi ve perikistektomi uyguladığımız 15 olgunun verilerini preliminer bir çalışma olarak sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2005-2007 yıllarında S.Ü. Meram Tıp fakültesi Genel Cerrahi AD.’da Ligasure yardımlı hepatektomi ve perikistektomi uyguladığımız 15 karaciğer hastasının dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların onu karaciğer tümörü (4’ü hemanjiom, 2’si adenom, 4’ü hepatocellüler Ca), 3’ü karaciğer kist hidatiği, biri safra kesesi tümörü, diğeri ise hepatolitiazisdi. Tüm olgularda Ligasure vessel sealing system (Ligasure Valleylab®) kullanıldı. Olgularda ligasure yardımlı hepatektomi, ve perikistektomi gibi işlemler yapıldı. Bir olguda parenkim transeksiyonda ligasure’a ek olarak büyük damarlar için sütür kullanıldı. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 53.7(32-65) olup kadın/erkek oranı 9/6 idi. Ortalama kan kaybı 217(30-700)cc olup, bir olgu dışında kan transfüzyonu gerekmedi. Transeksiyon zamanı 48,93(25-85)dakikaydı. Biyokimyasal parametrelerde postoperatif dönemde önemli artışlar olmadı. Postoperatif geç dönemde morbidite ile karşılaşılmadı. Sonuç: Ligasure uygulaması, karaciğerin benign ve malign hastalıklarının tedavisinde karaciğer transeksiyonu esnasında kansız bir dönemin öncüsü olarak gözükmektedir.
Aim: We used Ligasure vessel sealing system in order to lessen the bleeding while cutting the parenchyma or to have a non-bleeding resection at 15 patients with mass at the liver. We aimed to present the data of the 15 patients where we applied hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure, as a preliminary study. Material and Method: The records of 15 liver patients for whom we applied hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure at Selcuk University Meram Medical Faculty of General Surgery Department during 2005-2007, were examined retrospectively. 10 of the patients were liver tumors (4 of them were hemangiomas, 2 were an adenoma and 4 were hepatocellular carsinoma), 3 of them were liver cyst hydatid, one of them was gall bladder Ca and the other was hepatolithiazis. Ligasure vessel sealing system (Ligasure Valleylab®) was used for all cases. Hepatectomy and pericystectomy by the help of Ligasure were applied to the patients. During parenchyma transection, sutures were used for great vessels a one patient. Result: The mean age of the patients was 53.7(32-65) and male/female ratio was 15/17. Mean blood loss was 217(30-700)cc and blood transfusion was not needed accept one case. Mean transection time was 48.93(25-85) minutes. There were no significant increases at biochemical parameters at the postoperative period. There was no morbidity at the late postoperative period. Conclusion: Ligasure application seems to be the precursor of a non-bleeding period at liver transection at them treatment of benign and malignant diseases of the liver
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yüksek Doz Florun Sıçan Dokularına Etkisi
Alparslan Gökçimen, Özden Çandır, Mehmet Ali Malas
Araştırma makalesi
Özeti
Yüksek Doz Florun Sıçan Dokularına Etkisi
The Effect Of HIgh Dose FlorId On Rat TIssue
Çalışmamızda, yüksek dozda uzun süreli flor zehirlenmesi oluşturulan sıçanların karaciğer, böbrek, dalak, ovaryum, testis ve pankreas doku örneklerinde görülen etkileri araştırmayı amaçladık. VVistar Albino cinsi 20 adet sıçan eşit olarak deney ve kontrol grubu olarak iki gruba [10 (5 erkek + 5 dişi) + 10 (5 erkek + 5 dişi)] ayrıldı. Kontrol grubunun içme suyunda flor oranı 1 ppm olacak şekilde, deney grubuna ise 150 ppm flor içirecek şekilde 17 hafta süreyle verildi. Karaciğer, böbrek, dalak, ovaryum, testis ve pankreas doku örneklerinden alınan parçalar ışık mikroskobunda değerlendirildi. Deney grubunda; karaciğerde lobul periferinde fokal sinuzoidal dilatasyonlar, por- tal alanda yer yer lenfosit infiltrasyonu, hepatositlerde az miktarda hidropik ve vakuoler dejenerasyon gözlendi. Böbrekte ise, gerek proksimal gerekse distal tubuluslarda hafif hidropik dejenerasyon tespit edildi. Deney grubun daki dalak, ovaryum, testis ve pankreas kesitlerinde ise herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Yüksek doz verilen florun başta karaciğer olmak üzere daha sonra böbrek dokusu üzerinde minimal düzeyde yapısal değişikliklere yol açarken; testis, ovaryum, dalak ve pankreas dokusu üzerine ise önemli bir etkisinin olmadığı sonucuna varıldı.
İn our study, kVe have aimed to search the findings seen on the tissue specimens taken from the liver, kidney, ovary, testis and pancreas of many rats that have been poisoned by long- term high doses of florid. Twenty rats which belong to VVistar Albino species were being eçually separated into two groups, one is as the experimental group, the other as the control group [10 (5 male + 5 female) + 10 (5 male + 5 female)]. For a 17 weeks time, drinking water consisting of 1 ppm florid to control group and consisting of 150 ppm florid to experimental group has been given. Pieces taken from the tissue specimens of the liver, kidney, spleen, ovary, testis and pancreas were being examined under the light microscope. İn the experimental group, the following findings were being obtained: İn peripheral lobule of the liver, focal sinusoidal dilatations, in the portal area, lymphocyte infiltration; in hepatocytes a liftle hydropic and vacuolar degeneration; in the kidney either in proximal or distal tubule, a liftle hydropic degeneration were being determined. There hasn’t been seen any pathology in the spleen, ovary, testis and pancreas sections taken from the experimental group. As a result, it was determined that high doses of florid causes minimal structural changes primarily in the liver tissue and then in the kidneys, besides it has no considerable effect on the testis, ovary, spleen and pancreas tissue.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Torasik Aortasında Ach Gevşeme Cevapları Üzerine Siklosporin A Askorbik Asit Ve Alfa Tokoferol'ün Etkileri
H. İbrahim Karabacak, Hülagü Barışkaner, Aytekin Kaymakçı, Etem Ömeroğlu, Ekrem Çiçek
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Torasik Aortasında Ach Gevşeme Cevapları Üzerine Siklosporin A Askorbik Asit Ve Alfa Tokoferol'ün Etkileri
The Effeets Of EyelosporIne A, AgeorbIc AcId And Tz-Tocopheral On VasodIlatatIon Responses Due To AcetyleholIne (ach) In RabbIt ThoracIc Aorta
Sunulan bu invitro çalışmada tavşan torasik aortasında asetilkolin (Ach) ile oluşan ,t;evşeıne ce-vapları üzerine Siklosporin A (Cs A), askorbik asit (Vit.C) ve ıx-tokoterol Vit.Unin etkileri araşurdnuşur. Ayrıca siklosporin A'nın tavşan ka-raciğer ve böhrekle•inde oluştıtrdun histopatolojik değişiklikler üzerine vitamin C ve vitamin E' nin et-kilerine bakılmıştır. Çalışma Cs A uygulanan (n.6), es A+ vitamin C+ vitamin E uygulanan (n-,Si. vitanrin E+ vitamin C uygulanan (n,-6) ve kontrol grubu (n=6) olmak üzere 4 grupta yapılmıştır. Kontrol grubunun dışındaki diğer griplanı 10 süre ile ilaç uy-gulanmıştır. Tüm deney gruplarında torasik aortalaı-3x10-5 M noradrenalin (NA) ile kasılarak elde edi-len maksimum kasılma cevapları (.4.100 kabul edil-miş ve kümülatif uygulanan ACh (10-9- 104 M) ile kontrol grubunda %94' lük. Cs A+ vitanıin C+ vi-tamin E verilen grupta ilk ve vitamin E+ vi-tamin C verilen grupta %64' lük bir gevş•me cevabı ahnınıştir, Cs A verilen grupta ise ACh' ne gevşeme cevabı alınınamışur. NA ile elde edilen kasıhna ce-vapları ortama 1VG- nitro- L- ar,ginin meril ester (L-NAME, 10-4 ilavesi ile CsA verilen gı-up dışında diğer gruplarda anlamlı olarak artınışur (p<0.05). Ayrıca 10-4 M L-NAME, ACh ile elde edilen gel/gine cevaplarını tüm gruplar-da inlıibe etmiştir. CsA karaciğer ve b(..;brek dokusunda his-topatolojik değişikliklere neden olmuş, vitamin C ve vitamin E ise bu değişikliklere kısmen engel olmuştur. Elde edilen sonuçlar. CsA tavşan torasik aortasında ACh bağlı gevşeme cevaplarını tamamen ortadan kahin-ıl-ken, antioksidan etkili olun askorbik asit ve ct-tokoferol buna tamaınen olmasa da kısmen engel olmaktadır.
in the present in-vitro study, the effeets of Cyclospoı-in A (Cs A), ascorbic acid (vitamin C) and tx-tocopherol (vitamin E) on the acetylcholine (Ach)- induced relayation responses in the rabbit ıhoracic
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Metastazı Taklit Eden Servikal Lenf Nodları: Meme Kanserli Bir Olgu
Buğra Kaya, Oktay Sarı, Orhan Özbek
Olgu sunumu
Özeti
Metastazı Taklit Eden Servikal Lenf Nodları: Meme Kanserli Bir Olgu
CervIcal Lymph Nodes MImIckIng Metastases: A Case WIth Breast Cancer
Meme kanseri nedeniyle takip edilen ve 18F-FDG PET/BT’de servikal bölgede artmış FDG tutulumu olan lenf nodları tespit edilen, biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit gelen vakayı sunmayı amaçladık. Boyun ve sırt bölgesinde ağrısı olması nedeniyle PET/BT önerilen 63 yaşındaki meme kanserli hastanın hastanemizde yapılan PET/BT’sinde bilateral servikal zincirde, sol submandibuler bölgede ve mediastende sol prevertebral bölgede FDG tutulumu artmış lenf nodları izlendi. Hastayı takip eden klinik tarafından bu görünümler geçirilmekte olan bir enfeksiyona sekonder olarak düşünüldü ve kemoterapiye devam edildi. Takip USG’de karaciğerde solid lezyon tespit edilen hastaya ilk çalışmadan 4 ay sonra yapılan PET/BT’de bilateral servikal ve sol submandibuler bölgedeki lenf nodlarının sayı ve SUVmax değerlerinde, sol prevertebral lenf nodunun SUVmax değerinde artış olduğu, sağ aksillada lenf nodu ve karaciğerde FDG tutulumu artmış hipodens lezyon olduğu tespit edildi. Kemoterapi sonrası lenf nodlarının sayısında ve FDG tutulumunda artış olması ve karaciğerde solid lezyon olması nedeniyle biyopsi önerildi. Lenf nodlarının biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit, karaciğer biyopsi sonucu ise meme karsinom metastazı geldi. Tüberkülozun ülkemizde yaygın bir hastalık olması nedeniyle FDG PET çalışmalarında hatalı pozitif sonuçlarla sıklıkla karşılaşılabilmektedir. Atipik bulguların varlığında mutlaka biyopsi yapılmalıdır.
We aimed to present a case with breast cancer which has cervical lymph nodes with increased FDG uptake in 18F-FDG PET/ CT and has biopsy result of tuberculosis lymphadenitis. Sixty-three year-old female patient with breast cancer complaining cervical and thoracal pain was imaged with PET/CT. PET/CT showed increased FDG uptake in bilaterally cervical, left submandibular and left prevertebral lymph nodes. The clinician considered that this image was related to an infectious process and continued to chemotherapy. A solid lesion was determined in follow-up ultrasonography. A PET/CT imaging was done to confirm this lesion. Increasing in quantity and SUVmax values of cervical, submandibular and prevertebral lymph nodes was determined. There was also a right axillary lymph node and a hypodense lesion with increased FDG uptake in liver. Biopsy was recommended because of increasing quantity and FDG uptake of lymph nodes and a new lesion in liver after chemotherapy. Biopsy result was tuberculosis lympadenitis in lymph nodes and metastasis in liver. False positive results in FDG-PET studies should be kept in mind because tuberculosis is a common disease in Turkey. Biopsy should be done in atypical cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
Ahmet Topal, Aybars Tavlan, Atilla Erol, Mehmet Selçuk Uluer, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of GIant LIver HemangIom
Amaç: Dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan bir olguda, anestezi yönetiminin tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Karında kitle nedeniyle takip edilen ve dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan, 66 yaşındaki erkek olguya 5.5 saat süren kitle eksizyonu cerrahisi uygulandı. Postoperatif genel cerrahi servisinde 5 gün takip edilen olgu problemsiz olarak taburcu edildi. Sonuç: Dev karaciğer hemanjiomlarının anestezi yönetiminde; hastanın operasyon öncesi detaylı değerlendirilmesi ve operasyon sırasında ani gelişebilecek hipotansiyona karşı yeterli hazırlığın yapılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz.
Aim: We aimed to present the anesthetic management of a case with giant liver hemangioma. Case Report: An 66 years old man with abdominal mass was diagnosed with giant liver hemangioma. Mass excision surgery continued 5.5 hours. The patient was discharged home 5 days later without any problem from department of general surgery. Conclusion: The patients should be evaluated detailed preoperatively and proper preparations must be planned to prevent intraoperative hypotention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv Pozitifliği
A. Zeki Şengil, Mahmut Baykan, Ayşen Karabayraktar, Mehmet Çerçi, Bülent Baysal, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çeşıtlı Solid Tümörlü Hastalarda Antı-Hcv Pozitifliği
The AntI-Hcv SeroposItIvIty In PatIents WIth DIfferent SolId Tumors
Bu çalışmada yeni tanı konmuş, daha önce kan trasfüzyonu ve herhangi bi cerrahi müdahale öyküsü vermeyen, karaciğer dışı solid tümörlü 46 hastanın serumundan anti-HCV pozitifliği II. kuşak ELISA yöntemi ile değerlendirildi. Hastaların 147i akciğer kanseri (Ca) 7'si lenfoma, 57 meme Ca, hipernef-roma ve 15'i diğer tümörlere sahipti. Toplam hasta-ların 5'inde (%10.8) anti-HCV pozitif bulunduğu; bunların 4'ü akciğer Ca'll, 17 beyin tümörlü hasta-lardan (113) idi. Hastaların hepsinin ALT seviyeleri normal; serum demiri ve demir bağlama kapasiteleri ile %73.9'unda hemoglobin ve hematokrit seviyeleri azalmış bulundu. Ayrıca hastaların 3'ünde (%6.5) HBsAg, 21'inde (%45.6) anti-HBc pozitif bulundu. Sonuç olarak; tesbit edilen anti-HBc pozitifliği Hep-atitis B virüs (HVB)'ün infeksiyonunu gösterirken, benzer buluşma yoluna sahip Hepatitis C virüsü (HCV) infeksiyonu da olasıdır. Kronik infeksiyon yapma niteliği taşıyan HCV'nin bir bulgusu olan anti-HCV pozitifliğinin immün sistemi bozulmuş olan kanser hastalarında normal populasyondan daha fazla görülmesi beklenir. Ancak ilginç olan 5 anti-HCV pozitifliğin 4'ünün akciğer Ca'lı hastalarda tespit edilmesidir.
Tumors In This study, anti-HCV seropozitivity was inves-tigated in 46 new diagnosed patients with different solid tumors without hepatocelluler carcinoma, which they have not received any transfusion or sur-gical operation. The positivity was evaluated using by second generation ELISA system. Patients are consist of 14 lung cancer (Ca), 7 lymphoma, 5 breast Ca, 5 hipernephroma and 15 other tumors. Anti-HCV positivity was in 5 (10.8%) of 46 pa-tients, and 4 of this positive patients were with lung Ca (4114,28.5%), and 1 was with brain Ca (113). ALT levels were normal, serum iron and iron-binding capacily were decrased in all patients, hae-moglobin and haemotocrit were also decreased in 73.9% of patients. In addition, 3 patients (6.5%) HBsAg, 21 patients (45.6%) anti HBc were found to be positive. As a result, the high positivity of anti-HBc while the HBsAg was low positive showed that there was IIBV infection, and the HCV infecton was alsa expected with the same transmission ways. Anti-HCV positivity as a marker of HCV infection-which can produce the chronic carrier state is more expected in cancer patients. They have allected immun status than normal population, but 4 of 5 posi-tivity was in Lung Ca patients is of great interest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Haluk Yavuz, Dursun Odabaş, Ümran Çalışkan, Fatih Avşar
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Portal Hipertansiyon
Portal IlypertensIon In ChIldren
Portal venler karındaki splaknik sahanın venöz kanım, karaciğer (KC) sinüsoidlerine taşıyan damarlardır. Portal venöz sisteme mide, barsak,safra kesesi, dalak, pankreas venle-ri katılırlar. Bu sistemin en büyük damarı vena portadır. Verıa porta v.lierıalis (splenik ven) ile v.mezenterika superiorun, L2 vertebra hizasında ve pankreas başının ırkasında birleşmesi ile meydana gelir. İçinde valv olmayan v.porta, KC e girince dallanarak sinüsoidlere ve santral vene açılır. Santral hepatik venler ise birleşerek v.hepatikayı yaparlar. Bu sistemdeki kan akımını bozan, engelleyen herhangi bir sebep portal venöz sistemdeki kan basıncını artırarak portal hipertansiyona (PH) yol açar. Sinüsoidal sistemin direncini yenmek için, portal sistemdeki basınç normal şartlarda diğer sistemlerdeki venöz basınçtan 5-10 mm Hg daha yüksektir. Bu yüksekliğin artması ile PH oluşur. Portal venöz sistemdeki kan basıncı= 20 mm Hg den (1), bazı yazarlara göre 10-12 mm Hg basıncından (17-20 cm su basıncı) fazla olması PH dur (2).
Portal veins are the veins that carry the venous blood of the splacnic area in the abdomen to the liver (KC) sinusoids. Stomach, intestine, gallbladder, spleen, and pancreatic veins join the portal venous system. The largest vein of this system is the vena portal. It occurs by the union of the veria porta v.lialis (splenic vein) and the v. Mesenterica superior at the level of the L2 vertebra and the race of the pancreatic head. The v.porta, which has no valve inside, branches into the KC and opens to the sinusoids and central vein. Central hepatic veins unite and make v. Hepatic. Any reason that disrupts or prevents the blood flow in this system increases the blood pressure in the portal venous system and leads to portal hypertension (PH). To overcome the resistance of the sinusoidal system, the pressure in the portal system is normally 5-10 mm Hg higher than the venous pressure in other systems. With this increase in height, PH occurs. It is PH when the blood pressure in the portal venous system is higher than = 20 mm Hg (1) and, according to some authors, 10-12 mm Hg (17-20 cm water pressure) (2).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
Hadice Selimoğlu Şen, Ayşe Aydın, Abdurrahman Abakay, Abdulhalim Şenyiğit
Olgu sunumu
Özeti
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
A HydatId Cyst Case WIth Mass LesIon VIew In The Lung
Kist hidatik, Echinococcus granülosus tarafından oluşturulan bir parazitik infestasyondur. Bu çalışmada akciğer kist hidatiğinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan malign kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur. 17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmişti. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde kitle lezyonu saptanan hastaya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmentte mukozal tümseklenme ve üzeri nekrotik doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucu ‘kist hidatik’ olarak raporlandı. Batın ultrasonografisinde epigastriumda karaciğer sol lobunda kistik oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine nakledildi. Orada yapılan operasyonla akciğerdeki kist hidatik çıkarıldı. Akciğer kist hidatiği sıklıkla alt loblarda lokalize olur. Kistin klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadir de olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hidatiği akla getirmek gerekir.
Hydatid cyst is a parasitic infestation caused by Echinococcus granülosus. In this study we present a pulmonary hydatid cyst case that has radiological and bronchoscopic view like a malign mass. A 17 year-old male patient. He has cough, sputum and hemoptysis complaints. He has 10 kg weight loss in last two mounths. Thorax computed tomography showed a consolide lesion in the the right upper lobe. Fiberoptic bronchoscopy was performed in this case. There was an endobronchial hump lesion covered with necrotic tissue, in the right upper lobe anterior segment. The result of bronchoscopic biopsy was reported as ‘hydatid cyst’. We found a cystic lesion at the left liver lobe in abdominal ultsonography. Patient transferred for operation at thoracic surgery department. Hydatid cyst was rejected by operation. Hydatid cyst is usually located in the lower lobes of the lungs. Although cyst has classic radiologic, bronchoscopic findings, we should think hydatid cyst in different radiological and bronchoscopic findings too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Midazolam İnfüzyonu Ve Halotan Anestezisinin Karack;er Fonksiyonları Üzerıne Etkilerinin Karşılıklı Değerlendırılmesı
Yaman Özyurt, Şeref Otelcioğlu, Selmin Ökesli, A. Feyza Ünal
Araştırma makalesi
Özeti
Midazolam İnfüzyonu Ve Halotan Anestezisinin Karack;er Fonksiyonları Üzerıne Etkilerinin Karşılıklı Değerlendırılmesı
The EvaluatIon Of The Effects Of MIdazolam InfusIon And Ilalothane AnesthesIa Ta LIver FunctIons
Çalışmamış. elektif cerrahi girişim tasarlanan 20 kadın, 11 erkek, toplam 31 olgsıyu kapsamak-:acil,. ASA 1-11 sun/Tan:asma uygun olgular, operasyon öncesi gece P.O. Diazepam ve Antistine; 35- 40 dak. önce I.M. Diazepam ve Atropin ile premedike edildiler. Artestezi indüksiyonu 50 mg Peihidin 11C1, 0.2 mg/kg Midazolam ve I mg1kg Süksinil kolin ile gerçekleştirildi. Olguların 18'inde (Grup 1) %50 02, %50 N20 ve 7 rnglsaat Midazolam infüzyonu ile, lründe (Grup Il) %50 02, %50N20 ve %1 Ilalotan ile anestezi idamesi sağlandı. Tüm olgularda kas gevşenzesi arzulandağında 0.1 mgIkg Vercu-ronium bromide kullanıldı. Olgulardan operasyon öncesi ve sonrasında 6. saatte, 2. gün ve 5. günlerde steril şartlarda uygun bir periferik venden kan alınarak SGOT, SGPT ve alkalen fosfataz'ın serum seviyeleri öküldii. Eler iki anestezi uygulanurunın karaciğer fonksiyonları üzerine olan etkileri değerlendirildi. Iki grupta da pre-operatif ve ostoperatif SGOT, SGPT ve alkalen fosfataz dPğerlerinde anlamlı bir fark olmadığı görüldü tp>0_05). Kendi bulgularunız ve literatür sonuçlarına göre Iklotan'ın iyi seçilmiş olgularda rahatlıkla kul-lanılabileceği, Midazolant'ın ise karaciğer üzerine toksik etkisi bulunmadığından, Halotan kullanımı sakıncalı olgularda infüzyortunun tercih edilebileceği kanısına varıldı.
This stiıdy was undertaken in 20 female and 11 mak, a Lola! of 31 patients scheduled for elective surgical procedure. Prentedication was with diazeparn and aniisiine orally the night before and atropin and diazeparn 30 to 45 minutes preoperatively. Anesthesia was induced with Pethidin 11CI (50 mg), Midazolam (0.2 ntglItg) and Succinyl coline (1 mg/kg) and rnainiained using 50% 02, 50% N20 and Mi&zolarn infusion (7 mg1h) in 18 patients (Group o and 50%02, 50% N20 and 1% Ilalotharte in 13 patients (Group 11). In order to produce mucle relaxation, Vercroniunt brornide (0.1 rngikg) was used in etli patients. Ey using steril technique, prepheral venous puncture was perforrnad and blood samples were obtained to determine serum SGOT, SGPT and alkaline phosphatase mlevels preoperatively, 6 hours after operation and on the 2" and 54 posioperative days. The effects of anesthesia technique ta liver functions were evaluated and there was no signıficant difference in preoperative and postopera-live serum SGOT, SGPT and alkaline phosphatase levels in each group (p>0.05). bVe concluded that in certain patients Ilalothan has no hepatolixic effect and Midazolam infusin is preferable in high risc patients if it is desired to avoid using Ilalothane.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
Recep Alanlı, Murat Bülent Küçükay, Kadir Serkan Yalçın
Araştırma makalesi
Özeti
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
RelatIonshIp Between NonalcoholIc Fatty LIver And Non HIgh DensIty LIpoproteIn To HIgh DensIty LIpoproteIn RatIo
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer yağlanması ile hastaların demografik özellikleri, kan değerleri ve özellikle
yüksek dansiteli dışı lipoprotein/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı arasında bir ilişki olup olmadığını
araştırmak hedeflenmiştir.
Hastalar ve Yöntem: Şubat 2020 ile Eylül 2020 tarihleri arasında karaciğer yağlanması düşünülen 329
hastanın laboratuvar ve ultrasonografi sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. Karaciğer yağlanması
saptanan ve saptanmayan hastaların; boy, ağırlık, karaciğer enzimleri, vitamin d düzeyleri ve lipid
değerleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların 164'ünde karaciğer yağlanması saptanırken, 165'inde ise saptanmadı. Karaciğer
yağlanması varlığı ile; yaş, ağırlık, ALT, AST, vücut kitle indeksi, trigliserid, yüksek dansiteli dışı
lipoprotein ve yüksek dansiteli dışı lipoprotein / yüksek dansiteli lipoprotein düzeyleri arasında anlamlı bir
ilişki saptandı. Yağlanma şiddeti ile ağırlık, ALT ve vücut kitle indeksi arasında anlamlı bir ilişki saptandı.
Monosit/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı ve d vitamini düzeyi ile karaciğer yağlanması varlığı arasında
bir ilişki saptanmadı. Non-HDL/HDL oranı ile non-alkolik karaciğer yağlanması arasında ilişki saptanmıştır
(r=0.179). Non-HDL/HDL oranının, non-alkolik karaciğer yağlanması tanısındaki pozitif ve negatif prediktif
değerleri sırasıyla %56,3 ve %60,9 olarak bulunmuştur .
Sonuç: Non-HDL/HDL oranı ile karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Non-HDL/HDL
oranı; karaciğer yağlanmasında kullanılabilecek yeni, kullanışl ı ve kolay ulaşılabilen bir belirteçtir .
Aim: The aim of this study was to investigate the relationship between non-alcoholic fatty liver and
demographic characteristics, laboratory parameters and predictory non-high density lipoprotein to high
density lipoprotein ratio.
Material and Methods: Between February and September 2020, 329 patients with fatty liver prediagnosis
were evaluated prospectively. Laboratory (whole blood counts, transaminases, lipid profiles, 25-oh vitamin
d3 levels) and ultrasonography findings, body height, body weight and body mass index of patients were
compared between fatty liver and control groups.
Results: Fatty liver was diagnosed in 164 patients out of 329 participants. There were significant
relationships between existence of fatty liver and age, body weight, body mass index, triglyceride
levels, non-high density lipoprotein, non-high density lipoprotein to high density lipoprotein ratios. Also
relationships between severity of fatty liver and body weight, alanine aminotransferase and body mass
index were found to be significant. There were no relationship between existence of fatty liver and
monocyte to high density lipoprotein ratio and vitamin D levels. Linear regression analysis for Non-HDL/
HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver, revealed a correlation coefficient as r=0.179. Positive
and negative predictive values for Non-HDL/HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver were, 56.3%
and 60.9%, respectively .
Conclusion: There is a significant relationship between fatty liver and non-high density lipoprotein to
high density lipoprotein ratio. This ratio may be a simple and readily available predictor in patients with
fatty liver.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Neonatal Hemokromatozis
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Rahmi Örs
Derleme
Özeti
Neonatal Hemokromatozis
Neonatal HemochromatosIs
Neonatal hemokromatozis, ekstrahepatik siderozis ile birlikte olan ve klinikte şiddetli neonatal karaciğer hastalığı olarak tanımlanan nadir bir hastalıktır. Neonatal hemokromatozisin etiyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak fetüsta karaciğer hasarına yol açan alloimmun bir bozukluğun neden olduğu kabul edilir. Neonatal hemokromatozisin sonraki gebeliklerde tekrarlama oranı yaklaşık olarak %80’dir. Neonatal hemokromatozis koagülopati, hipoglisemi, hipoalbuminemi, hipofibrinojenemi, trombositopeni, anemi, direkt ve indirekt hiperbilirubinemi ile yaşamın ilk gününde ortaya çıkan hepatosellüler yetmezlik ile karakterizedir. Pozitif aile öyküsü, yüksek serum ferritin düzeyi, yüksek alfa-fetoprotein düzeyleri ve histolojik veya manyetik rezonans görüntüleme ile siderozisin gösterilmesi neonatal hemokromatozis tanısını koymada göz önünde bulundurulan kriterlerdir. Etkili bir medikal tedavisi olmadığı için sıklıkla karaciğer transplantasyonu gerekmektedir. Prognozu genellikle kötüdür. Bu derlemede fetüs ya da yenidoğanda karaciğer yetmezliğine yol açan neonatal hemokromatozis tartışılacaktır.
Neonatal hemochromatosis is a rare disease clinically defined as severe neonatal liver disease in association with extrahepatic siderozis. The etiology of neonatal hemochromatosis is not understood exactly. However, according to a theory neonatal hemochromatosis is accepted to be an alloimmune disorder causing liver injury in fetus. After an effected one in the pregnancy the recurrence rate of neonatal hemochromatosis is ~80%. Hepatocellular failure which occurs in the first days of life with coagulopathy, hypoglycemia, hypoalbuminemia, hypofibrinogenemia, thrombocytopenia, anemia, and direct and indirect hyperbilirubinemia characterizes neonatal hemochromatosis. In order to diagnose neonatal hemochromatosis there are some certain criteria that sould be taken into account such as a positive family history, high serum ferritin levels, high serum alpha-fetoprotein levels and siderozis demonstrated with histology or with magnetic resonance. Since an affective medical treatment has not been found yet, liver transplantation is almost always required. The prognosis of neonatal hemochromatosis is generally poor. This review will discuss neonatal hemochromatosis that leads to liver failure in the fetus or newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Alaaddin Vural, Kemal Ödev, Ahmet Candan Durak, Mehmet Çerçi
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc Features Of PrImary And MetastatIc LIver Cancers
Çalışma kapsamtna aldığımız 15 primer, 18 met-astatik karaciğer kanserli hastada, tümörlerin ultraso-nografik (US) özellikleri incelendi. Ilepatosellüer karsinomların ve gastrointestinal sistemden kaynak-lanan metastatik karaciğer tümörlerinin çoğunluğu hiperekoik iken; hedef yapı bull's-eve pattern meta-statik lezyonlar için spesifiktir. Metastatik karaciğer tümörlerinin büyük kısmı hipoekoik yapı arzetmek-tedir. Bu sonuçlar, primer ve metastatik karaciğer karsinomlarının ayırıcı tanısında US`nin faydalı olduğunu gösterir.
Ultrasonographic features of tumor lesions in 15 patients with hepatocellular carcinoma and 18 with metastatic liver cancer were analyzed. Hepatocellular carcinomas and metastatic liver cancers originating from the gastrointestinal tract were frequently hyper-echoic. Bull's-eye (target sign) pattern was spesific for metastases. Most of metastatic liver cancers showed hypoechoic pattern. These results indicate that ultrasonography is useful for the dillerantial di-agnosis of hepatocellular carcinoma and metastatic liver cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesı Adenokarsınomları
Lema Tavlı, Özden Vural, Şakir Tavlı, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Safra Kesesı Adenokarsınomları
Adenocarcznomas Of The Gallbladder
Bu yaztda, 17 safra kesesi adenokarsinontunun klinikopatolojik ozellikleri sunuldu. Histolojik tipler ile safra taslart, karaciger invazyonu ye lenf nodiilii metastazlan arasindaki iliskiler incelendi. Lenf no-data metastazlanna ye karaciger invazyonuna en sik, az diferansiye adenokarsinomda rastlandi. Safra taslan papiller adenokarsinomda sik bu-lundu.
In this study, the clinicopathologic cha-racteristics of 17 cases of carcinoma of the gall bladder was presented. The relationship between. histological types, gallstones, liver invasion and lymph node metastasis were investigated. Frequent lymph node metastasis and invasion of the liver, was encountered in the poor differentiated ade-nocarcinoma The presence of gallstones were fre-quent in papillary adenocarcinoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
Burhan Apillioğulları, Buğra Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
18f-Fdg Pet/ct FIndIngs In Esophageal Ca StagIng: A RetrospectIve AnalysIs
Amaç: Özofagus kanseri(ca) tanısı alan ve 18F-Florodeoksiglukoz (18F-FDG) Pozitron Emisyon Tomografi /
Bilgisayarlı Tomografi (PET/BT) görüntüleme kullanılarak evrelemesi yapılan hastaların bulgularını retrospektif
olarak analiz etmeyi ve sunmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya Şubat 2015 ile Şubat 2020 tarihleri arasında hastanemizde 18F-FDG PET/
BT ile evrelemesi yapılmış 37 özofagus ca tanılı hasta dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, primer tümörün
lokalizasyonu ve 18F-FDG PET/BT maksimum standardize alım değeri (SUVmax), mediastinal, abdominal
ve servikal lenf nodları, akciğer(AC), karaciğer(KC), kemik ve diğer alanlara olan metastazlarına ait bulgular
retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66,97± 4,54 yıl bulundu. 20 hasta (%54) erkek, 17 hasta (%46) kadındı. 10
hasta (%27) özofagus üst bölge tümörü, 23 hasta (%62) özofagus alt bölge tümörü, 4 hasta özofagus orta bölge
tümörüydü (%11). 23 hastanın patolojik tanısı squamöz hücreli ca, 14 hastanın adeno ca olarak tespit edildi. Tüm
hastalarda primer tümör SUVmax ortalaması 14,09±6,36 olarak ölçüldü. Squamöz ca tanılı hastaların primer tümör
SUVmax ortalaması 14,51±6,63, adeno ca tanılı hastaların primer tümör SUVmax ortalaması 13,40±6,03 olarak
bulundu. 8 hastada hiçbir metastaz bulgusuna rastlanmazken 29 hastada metastaz belirlendi. Ayrıca 3 hastada
ise ikinci bir primer malignite (ikisi kolon ca, birisi nazofarenks ca) saptandı. Tedavi ve takiplerine hastanemizde
devam edilen 9 hastanın 7’ sinde progresyon, 2’sinde ise regresyon izlendi.
Sonuç: Özofagus ca tanısı alan hastaların ilk evrelemesinde, 18F-FDG PET/BT günümüzde kullanım sıklığı
gittikçe artan faydalı bir görüntüleme yöntemidir . Bizim çalışmamızda bunu destekler niteliktedir .
Aim: We aimed to retrospectively analyze and present the findings of patients diagnosed with esophageal
cancer and staged using 18F-Fluorodeoxyglucose (18F-FDG) Positron Emission Tomography/Computed
Tomography (PET/CT) imaging.
Patients and Methods: Thirty-seven patients diagnosed with esophagus who were staged with 18F-FDG
PET/CT in our hospital between February 2015 and February 2020 were included in this study. Patients'
age, gender, localization of the primary tumor and 18F-FDG PET/CT maximum standardized uptake value
(SUVmax), findings of metastases to mediastinal, abdominal and cervical lymph nodes, lung, liver, bone and
other areas were retrospectively evaluated as.
Results: The meanage of the patients was 66,97 ± 14,54 years. 20 patients (54%) were male, 17 patients
(46%) were female. 10 patients (27%) had upper esophagus tumors, 23 patients (62%) had lower esophagus
tumors, 4 patients had middle esophageal tumors (11%). The pathological diagnosis of 23 patients was
squamous cell ca, 14 patients were adeno ca. The mean of primary tumor SUV max was measured as 14,09
± 6,36 in all patients. The mean primary tumor SUVmax of the patients diagnosed with squamous ca was
14,51 ± 6,63, and the mean of primary tumor SUV max of the patients diagnosed with adeno ca was found to
be 13,40 ± 6,03. Progression was observed in 7 of 9 patients whose treatment and follow-ups were continued
in our hospital, and regression was observed in 2 of them.
Conclusion: In the initial staging of patients diagnosed with esophageal ca, 18F-FDG PET/CT is an
increasingly useful imaging method. Our study supports this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Piyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve Tedavısı
Nahit Ökesli, A. Erkan Ünal, Şükrü Bülent Özer, Mehmet Metin Belviranlı
Araştırma makalesi
Özeti
Piyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve Tedavısı
The DIagnosIs And Treatment Of PyogenIc LIver A Bseesses
1984-1991 yılları arasında piyojenik karaciğer ab-sesi tanısıyla tedavi edilen 14 hasta retrospektif ola-rak incelendi. Hastaların şikayetleri, fizik muayene ve laboratuvar bulgular' ie tedavi yöntemleri literatür bilgiferiyle karşılaştırddı. Yüksekce yanılgı oranına rağmen, ultrasonografi-nin tanı ve ayirıct tanıda önemli yeri vurgulandı. Piyojenik karaciğer absesi tanısı yanısıra. etyolojide önemli rol oynayan diş safra yolu hastalıklarının da tanınması ultrasonografiye ait bir üstünlük olarak iz-lendi. Cerrahi drenaj ve antibiyotik tedavisinin özellikle dış safra yolu hastalığı bulunan kişilerde en etkili tedavi olduğu görüldü. Bunun yanı sıra ultrasonografi yardımıyla perkütan abse drenajımn da seçilmiş olgularda etkili bir tedavi yöntemi olabileceği belirtildi.
Between 1984 and 1991. 14patients treated with the diagnosis of pyogenic hepatic abcess were re-viewed retrospectively. The complaints, physical ex-aminations, laboratory results and the treatment methods of these patients were compared with the literature. The importance of U.S. in diagnosis and differan-diagnosis but also the highly incidence of error is implicated. Also the diagnostic value in extrahepatic bile duct diseases which has importance in etiology is the superiority of U.S. Operative drainage and antibiotic therapy is seen ta be the most effective treatment especially in the patients with extra-hepatic bile duet diseases. Also it is deterınined that percutanous abscess drainage under the guidance of U.S. is an effective method in sekcted cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
Hakkı Polat, Hamdi Ekici, Şamil Ecirli, Sabri Keşçi
Araştırma makalesi
Özeti
S.u.tıp Fakültesı İç Hastaliklari Anabilim Dalinda Son 5 Yilda Takip Edilen 200 Kronık Karacığer Olgusunun Analızı
EvaluatIon Of The 200 PatIents' Data Who Had The DIagnosIs Of ChronIc ParachImal LIver DIsease From 1989 To 1994 In The Department Of Internal MedIcIne Of Selçuk UnIversIty School Of MedIcIne
Bu çalışma, ülkemiz ve tüm dünya için önemli bir sağlık sorunu olan Kronik Karaciğer Parakinı Has-talığının (KKPI1) bölgemizdeki etiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerini belirlemek için plan-lanmıştır. Bu maksatla, kliniğimizde 1989-1994 yıl-ları arasında yatarak tetkik ve tedavi edilen ve KKPH bulunan 200 vakanın dosyalarınııı ret-rospektif olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Vakaların I 30'u (%65) erkek, 70'i (%35) kadın olup erkek/ kadın oranı 1,8 bulundu (P<0,001). Vakalann yaş ortalaması erkeklerde 50, kadınlarda 55 idi. Kadın-erkek arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Vakalar etiyolojik olarak de ğerlendirildiğinde ilk üç sırada 1. Hepatit B (HBV), 2. Hepatit C (HCV), 3. Alkol olduğu görüldü. Hastalardaki ilk sıralardaki semptomlar ise sırasıyle I. Halsizlik, 2. Karın şiş-kinliği, 3. iştahsızlık ve kilo kaybı olarak yer al-mıştır. Fizik muayenede en sık hepawmegali, asit ve splenomegali olduğu görüldü. Kornplikasyon olarak en sık özefagus varis kanaması tespit edilmiştir.
This study was performed retrospectively by eı'a-luating the 200 cases. Of cases 130 was male ( 65%, mean ages 50), of them 70 was female (35%, mean ages 55 ). The ratio male/female was 1,8 (p<0,005). In the Ethiologic distribution; HBV(36%) was the striking cause where as HCV (33%) was second and alcohol consumption was the third causal factor. Alt-hough there are some differences in ı-atio, this dist-ribıttion was consistent with the results of other studies in Turkey. On the other hand, while the leading cause of chronic paranchimal liver disease is alcohol con-sumption in Europe and USA, it is HBV, an infectious agent, in developping countries. Weakness and fa-inting, abdominal swelling and loss of appetite and body weight at-e the most prominent svrnptoms. The connnonest abnormality and phvsical exa-mination was hepatomegaly which was followed bı-ascites and splenomegaly. The distribution of symptorns and physical findings were consistent with those in the literature published in Turkeı•. In over study easophagial bleeding to varies was the leading conıplication while hepatic en-cephaloapthy was reported as the comınonest one of chronic liver disease in Istanbul.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta