Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
Muzaffer Haldun Çolak, Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Halil İbrahim Taşcı, Ramazan Atalay
Özeti
Konjenital Fibröz Banda Bağlı Meckel Divertikül Torsiyonu
TorsIon Of Meckel's DIvertIculum Caused By CongenItal FIbrous Band
Meckel divertikülü, gastrointestinal traktın en sık görülen konjenital anomalisidir. Vakaların çoğu asemptomatiktir. Genel olarak cerrahi ve otopsiler esnasında rastlantısal olarak bulunur. Ani gelişen karın ağrısı ve akabinde hayatı tehdit edici komplikasyonlarla karşımıza çıkabilir. Komplikasyon gelişmiş bir Meckel divertikülünde tanı, genel olarak tanısal laparotomiler sonrasında konulmaktadır. Biz bu makalemizde, akut apandisit (a.apandisit) ön tanısı ile operasyona alınan ve cerrahisi laparoskopik olarak tamamlanan, literatürde ender bir komplikasyon olarak belirtilen fibrotik banta bağlı torsiyona uğrayarak gangrene olmuş meckel divertikülü olgumuzu sunmak istedik.
Meckel’s diverticulum is the most frequently seen congenital anomaly of the gastrointestinal tract. Most of the cases are asymptomatic. Generally they are found randomly during surgical procedures and autopsies. They can be seen following fulminant abdominal pain and subsequently life-threatening complications. A Meckel’s diverticulum with complications is generally diagnosed following diagnostic laparotomy procedures. In our study, we present the case of a gangrened Meckel’s diverticulum case twisted and attached to the fibrotic band, which is reported to be a rare complication in literature. The patient was taken into surgery with the pre-diagnosis of acute appendicitis and the procedure was completed laparoscopically.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Düşük (50 Hz) Frekanslı Manyetik Alanın Farelerin Serum Kortizol Ve Testosteron Düzeyleri İle Testis Histolojisi Üzerindeki Etkilerinin Belirlenmesi
Nilsel Okudan, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Mustafa Büyükmumcu, İlhami Çelik, Hakkı Gökbel, Ahmet Salbacak, Tuğba Telatar
Araştırma makalesi
Özeti
Çok Düşük (50 Hz) Frekanslı Manyetik Alanın Farelerin Serum Kortizol Ve Testosteron Düzeyleri İle Testis Histolojisi Üzerindeki Etkilerinin Belirlenmesi
Effects Of Extremely Low Frequency (50 Hz) MagnetIc FIeld On Serum CortIsol And Testosterone Levels And Testes HIstology Of The MIce
Amaç: Endüstriyel ülkelerde, 50 Hz’lik çok düşük frekanslı manyetik alanlara (ÇDF-MA) giderek daha fazla maruz kalındığından, bu alanların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin belirlenmesine yönelik araştırmalar yoğunluk kazanmıştır. Bu çalışmada, farelerde farklı şiddetlerdeki ÇDF-MA’nın serum kortizol ve testosteron düzeylerine etkisinin ve testislerde oluşan histolojik değişikliklerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden temin edilen 64 fındık faresi (Swiss albino fare) kullanıldı. Uygulama gruplarındaki hayvanlar 40 gün süreyle 50 Hz’lik farklı şiddetlerdeki (10, 30 ve 50 mG) manyetik alana maruz bırakıldı. Bulgular: Erkek farelerin serum kortizol düzeyleri alan etkisiyle önemli derecede düşerken, dişilerin serum kortizol düzeyleri etkilenmedi. Erkek ve dişi farelerin serum kortizol düzeyleri birlikte değerlendirildiğinde, gruplar arasında fark yoktu. Serum testosteron düzeyleri, 50 mG manyetik alana maruz bırakılan erkek hayvanlarda diğer gruplardakinden önemli derecede yüksekti. Hem kontrol grubunda hem de çalışma gruplarında testislerde önemli bir histolojik değişikliğe rastlanmadı. Sonuç: Farelerin farklı şiddetlerdeki ÇDF-MA’na maruz bırakılmasıyla serum kortizol ve testosteron düzeyleri arasında doğrusal bir ilişkinin bulunmadığı ve testislerde histolojik değişiklik oluşmadığı sonucuna varıldı.
Aim: Since public exposure to extremely low frequency (50 Hz) magnetic fields (ELF-MF) is gradually increasing in industrialized countries, research efforts have focused on the possible effects of the ELF-MF fields on the human health. In this study, it was aimed to find out the effects of ELF-MF at various intensities on serum cortisol and testosterone levels and to determine histological changes in the testes of the ELF-MF-exposed mice. Material and method: Sixty four mice (Swiss albino mice) obtained from Selçuk University Experimental Medicine Research and Application Center were used in the sudy. The experimental groups were exposed to 50 Hz MF at different intensities (10, 30 and 50 mG) for 40 days. Results: The serum cortisol levels of the male mice decreased by field effect but in female mice no significant differences were found between control and exposure groups. However, the differences between the control and exposure groups were not significant when the serum cortisol levels of male and female mice were regarded as awholes. Serum testosterone level of the 50 mG group was significantly higher than those of the other groups. No significant histological changes were determined in the testes in both control and any exposure groups. Conclusion: There is no direct correlation between the ELF-MF intensity and serum cortisol and testosterone levels, and ELF-mf does not cause histological changes in testes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Farelerde Uvabain Toksisitesine Karşı Etilendiamin Tetraasetik Asid Disodyurnun Protektif Etkisi
İlhan Gültekin, Şerare Atçı, Yusuf Karataş, Ergin Şingirik, Firuz Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Farelerde Uvabain Toksisitesine Karşı Etilendiamin Tetraasetik Asid Disodyurnun Protektif Etkisi
The ProtectIve ActIon Of EthylenedIamIne Tet-RaacetIc AcId DIsodIum Salt AgaInst OuabaIn ToxIcIty In MIce.
Bu çalışmada, sağlıklı farelerde uvahainin oluşturduğu toksik etkilere karşı etilendiamin tet-raasetik asid disodyunıun (Na2 EDTA) protektif et-kisi incelendi. 5 ve 15 mglkg dozlarda uvabain doza bağımlı olarak toksik etkiler oluşturdu. 10. 20, 4 0 ve 8() mglkg dozlarda verilen Na2 EDTA tek başına herhangi bir etki yapmadı_ Ancak 5 mglkg dozda uvahainle oluşan toksik etkiler 40 ve 80 mglkg doz-larda Na2 EDTA tarufindan tamamen ortadan kaldırıldı. 15 mglkg dozda uvahainin toksik etkileri de kullanılan en yüksek Na-, EDTA dozu (80 mglkg) tarafindan anlamlı şekilde inhibe oldu. Bu sonuçlar, uvahainin oluşturduğu toksik etkilere karşı NA2EDTA'nın protektif etkisi olduğunu göstermektedir.
In this study, the protective action of the •he-lating agent ethylenediamine tetraac:etic acid di-sodium (Na2 EDTA) against ouabain intoxication in healthy mice was investigated_ Although Na, EDTA, at the concentrations tested (10. 20. 40 and 80 mgl kg) had no effects alone. it abolished the toxic elfect induced hy 5 mglkg ouabain at the doges of 40 ad 80 mgikg. The toxic elfect of 15mgikg ouabain was also significantly inhihited hy the highest dose of Nal EDTA (80 mglkg). These results suggest that Na2 EDTA has protective action against ouabain to-xicitiy due ta chelation of calcium.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Streptokoksik Farenjitte Breese Skorlama Sisteminin Etkinliği
Meltem Energin, Ekrem Ünal, Özgür Pirgon, Tamer Baysal, İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Araştırma makalesi
Özeti
Streptokoksik Farenjitte Breese Skorlama Sisteminin Etkinliği
EffIcacy Of Breese ScorIng System In Streptococcal PharyngItIs
Amaç: Streptokoksik farenjit tanısında Breese skorlama sisteminin etkinliğini araştırmak ve bu skorlama sisteminin tanısal değerini tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma sırasında akut tonsillofarenjiti olan hastalar, A grubu beta hemolitik Streptokok (AGBHS) üreme durumuna göre 2 gruba ayrıldı (Grup I: üreme olanlar; Grup II: üreme olmayanlar). Her iki grupta da beyaz küre, Creaktif protein (CRP) ve eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) değerleri kaydedildi. Bulgular: Breese skorları Grup I’ de, Grup II’den daha yüksekti, ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Breese skorlama sistemi için duyarlılık %31, özgüllük %74, pozitif tanımlama oranı %29, negatif tanımlama oranı %24, doğruluk oranı ise %63 olarak tespit edildi. C-reaktif proteini pozitif olan hastalarda Breese skorlama sistemi için duyarlılık %56, özgüllük %41, pozitif tanımlama oranı %43, negatif tanımlama oranı %45, doğruluk oranı ise %48 olarak tespit edilirken; eritrosit sedimantasyon hızı yüksek olan hastalarda ise Breese skorlama sistemi için duyarlılık %50, özgüllük %48, pozitif tanımlama oranı %43, negatif tanımlama oranı %44, doğruluk oranı %49 olarak tespit edildi. Sonuç: Breese skorlama sisteminin yanı sıra CRP ve ESH gibi akut faz reaktanlarının kullanılması, AGBHS’ların neden olduğu farenjitin tanısının doğruluğunu artırmaktadır.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Opopanax Hispidus Bitkisinin Gövde Ekstresinin Fare Overi Üzerine Etkileri
Neşe Çölçimen, Safa Gümüşok, Ceyda Sibel Kılıç, Okan Arıhan
Araştırma makalesi
Özeti
Opopanax Hispidus Bitkisinin Gövde Ekstresinin Fare Overi Üzerine Etkileri
Effect Of The Opopanax HIspIdus Plant's AerIal Parts Extract On MIce Ovary
Amaç: Opopanax hispidus bitkisi Apiaceae familyasındandır. Tedavi amaçlı yaygın olarak hemoroid, kadın infertilitesi ve kanın temizlenmesinde kullanılmaktadır. Çalışmamızda Opopanax hispidus gövde kısımlarının methanol ekstresini farelere vererek over dokusu üzerinde oluşturduğu histolojik değişiklikleri incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: 12 adet erişkin, dişi, Swiss-Albino fare alındı, randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Kontrol grubu: Herhangi bir uygulama yapılmadı. Opopanax hispidus grubu: Opopanax hispidus metanolik ekstresi (200 mg/kg/gün) 5 gün oral gavajla uygulandı. Deneyin sonunda, sağ over dokusu eksize edilerek çıkarıldı. Dokular %10’luk tamponlu formaldehit içinde fiske edildi, rutin histolojik inceleme için takip metodları uygulandı ve akabinde 5 µm kalınlığında kesitler alındı. Kesitler hematoksilen-eozin ile boyandı ve ışık mikroskopik incelemeye tabii tutuldu. Stereolojik ölçümde Cavalieri prensibinin modifiye metodu kullanıldı. Total doku volüm oranları, Shtereom 1.5 version paket programında verilmiş noktalı alan cetveliyle ölçüldü. Grupların karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanıldı. Hesaplamalarda, istatistik anlamlılık düzeyi %5 alındı. Tüm hesaplamalar için SPSS (ver:20) istatistik paket programı kullanıldı.
Bulgular: Antral follikül sayısı açısından değerlendirildiğinde istatistiki olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Gruplar arasında over volümü değerlendirildiğinde Opopanax hispidus grubunda kontrol grubuna göre azalma olduğu ve istatistiki olarak anlamlı olduğu tesbit edildi (p<0.05).
Sonuç: Opopanax hispidus’ un over dokusunda olumlu etkiler oluşturarak antral follikül sayısını arttırdığını tesbit ettik ve bununda muhtemelen antioksidan etkisinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Aim: Opopanax hispidus (Friv.) Griseb plant belongs to the Apiaceae family. It is traditionally used for the treatment of hemorrhoids, female infertility, and purification of blood. We aimed to examine the histological changes in the murine ovarian tissue following the administration of a methanolic extract of the aerial parts of the Opopanax hispidus (Friv.) Griseb plant.
Materials and methods: Twelve adult female Swiss-Albino mice were randomly allocated into 2 groups. Control group received no administration. In the Opopanax hispidus group the methanolic extract (200 mg/kg/day) was administered via oral gavage for 5 days. At the end of the experiment right ovarian tissue of each subject was excised. Routine histological processing of tissue samples fixed in 10% formalin were then sectioned at a thickness of 5 µm. The sections were stained with hematoxylin and eosin and examined with a light microscope. The modified method of Cavalieri principle was used in the stereological measurement. The total tissue volume ratio was measured with a point counting grid provided by the Shtereom version 1.5 software package. Mann-Whitney U test was used to compare the groups.The significance level was set at 5%. All statistical analyses were performed using SPSS (ver: 20) software package.
Results: A significant difference was observed with respect to the number of antral follicles (p<0.05). A comparison of ovarian volumes between the groups revealed a significant decrease in the Opopanax hispidus group (p<0.05).
Conclusion: We demonstrated that Opopanax hispidus exerted positive effects on the ovarian tissue and increased the number of antral follicles, probably due to its antioxidant effect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
St Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsünün Trombüs Aspirasyonuyla Tedavisi
Ahmet Lütfü Sertdemir, Abdullah İçli, Sümeyye Fatma Özer
Olgu sunumu
Özeti
St Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsünün Trombüs Aspirasyonuyla Tedavisi
Treatment Of St ElevatIon MyocardIal InfarctIon WIth Thrombus AspIratIon
The most seen pathophysiological mechanism of acute coronary syndrome is intracoronary thrombus after plaque rupture. ST elevation myocardial infarction is caused by occlusion of coronary arteries. The treatment is based on fibrinolytic treatment or coronary intervention. If there is massive thrombus burden in coronary artery we can use manuel thrombus aspiration. In our case, we treated patient, who referred to hospital with ST elevation myocardial infarction, by manual thrombus aspiration without using stent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Kolorektal kanserlerin büyük çoğunluğu poliplerden gelişir. Beklenmedik bir klinikle ortaya çıkan ve tanıda yanılmaya neden olan karmaşık dev rektal polipli bir olguyu literatür eşliğinde tartışmak istedik. Olgu: Otuz altı yaşında erkek hasta. Yaklaşık 1 yıldır olan kramp tarzı karın ağrısı ve barsak alışkanlığında değişme mevcut. Kolonoskopide çekumda malign kitle ve rektumda dev villöz adenom tespit edildi. Çekumdaki kitle laparoskopik cerrahi ile çıkarıldı. Rektumdaki kitle lokal eksizyonla polipektomi yapıldı. Polipte kanser görülmesine rağmen cerrahi sınır ve kabul edilebilir histolojik özellikler nedeniyle yapılan işlem yeterli kabul edildi. Kolorektal polipler kanser riski taşıyan lezyonlar olduğu için detaylı histopatolojik inceleme yapılmalı ve cerrahi karar titizlikle verilmelidir
\r\n
Many of the colorectal cancers originales from polips.We wanted to discuss a case accompanied with literature who has a complicated giant rectal polip which presented with an unusual clinic and confusion in diagnosis. 36 years old male patient.He has cramp like stomache and changing in volonic habits for about a year.During colonoscopy a malign mass in caecum and a giant villous adenoma in rectum is identified.The mass in caecum is excised via laparoscopic surgery.The mass in rectum received polipectomy via local excision.Altough a cancer has seen in the polip the surgery is considered opprepriote because of the surgical frontier and acceptable histologic properties. Colorectal polips are lesions which has the risk to turn into cancers thus, detoiled histopatologic examination and gently decission of surgery is needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Tarafta Zenker Divertikülü
Tuğrul Çakır, Cemal Özben Ensari, Arif Aslaner, Burhan Mayir, Mehmet Tahir Oruç
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Tarafta Zenker Divertikülü
RIght SIded Zenker DIvertIculum
Zenker’in divertikülü (Faringeal poş) krikofaringeal kas üstündeki
farenks mukozasının nadir görülen bir pulsiyon divertikülüdür.
Sıklıkla sol tarafta ve yaşlı hastalarda görülür. Başlıca tipik belirtileri
disfaji, regürgitasyon, kronik öksürük, aspirasyon ve kilo kaybıdır.
Semptomatik büyük divertikülü olan olguların cerrahi olarak tedavi
edilmesi gerekmektedir. Son yıllarda endoskopik tedaviler ile başarılı
sonuçlar bildirilse de divertikülektomi ve myotomi halen en iyi tedavi
yöntemi olarak gözükmektedir. Bu çalışmada 36 yaşında kadın
hastada sağ taraf yerleşimli bir Zenker divertikül olgusu, kliniği ve
tedavi yönetimi literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
The Zenker’s diverticulum (pharyngeal pouch) is a rare
pulsion diverticulum of the mucosa of the pharynx just above the
cricopharyngeal muscle. It occurs at the left side and was commonly
seen in elderly patients. Maintypical symptoms include dysphagia,
regurgitation, chronic cough, aspiration and weight loss. Symptomatic
patients with large diverticulum should be treated surgically. Although
in recent years successful results with endoscopic therapy has been
reported, diverticulectomy and myotomy are still seems to be the best
treatment. In this study, a case of 36 years old woman with rightsided
Zenker’s diverticulum, clinical presentation, and management
are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Farelerde Acetamınophen Zehirlenmesinin Cımetıdıne İle Tedavisi
Murat Yurdakök, Melda Çağlar, Kadriye Yurdakök
Araştırma makalesi
Özeti
Farelerde Acetamınophen Zehirlenmesinin Cımetıdıne İle Tedavisi
Treatment Of AcetamInophen PoIsonIng WIth CImetIdIne In MIce
Fareler üzerinde yapılan bu çalışmada acetaminophen'in hepatotoksik etkilerine karşı cimetidin'in etkileri incelendi. Cimetidin'in aceta minophen hepatotoksisitesine karşı koruyucu olduğu bulundu. intraperitoneal yoldan acetaminophen verilen hayvanlara aynı yoldan cimetidine verildiğinde gerek serum transaminaz düzeylerindeki yükselmenin, gerekse karaciğerde meydana gelen zedelenmenin daha az düzeyde olduğu bulundu.
This study was carried out to examine the possible protective effects of cimetidine administration on acetaminophen induced hepatic necrosis in mice. We h.ave observed a drometic protection effect against aceta-'nıinophen hepatotoxicity in cimetidine - treated mice. Cimetidine-treated animals had lower serum transaminases levels and they had less histologicol liver da.mage than those treated with acetaminophen aione.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Velofarengeal Yetmezlik Sebebiyle Opere Edilen Hastaların Dinamik Manyetik Rezonans Görüntüleme İle Değerlendirilmesi
Tuğba Gün Koplay, Osman Akdağ, Mustafa Sütçü, Mustafa Koplay
Araştırma makalesi
Özeti
Velofarengeal Yetmezlik Sebebiyle Opere Edilen Hastaların Dinamik Manyetik Rezonans Görüntüleme İle Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of PatIents Operated Because Of Velopharyngeal InsuffIcIency WIth DynamIc MagnetIc Resonance ImagIng
Amaç: Yarık damak sebebiyle ameliyat edilen hastaların yaklaşık %30’u velofarengeal yetmezlik(VFY)
sebebiyle ek müdahelelere ihtiyaç duyarlar. Ameliyat öncesi planlama için radyolojik değerlendirme kesinlikle
gerekirken ameliyat sonrası değerlendirmede de oldukça faydalıdır. Bu çalışmada, velofaringeal yetmezlik
sebebiyle opere edilen hastalarda velofarinksin dinamik manyetik rezonans(MR) ile değerlendirilmesi ile ilgili
tecrübelerimizi paylaşmayı planladık.
Hastalar ve Yöntem: Nisan 2014- Mayıs 2020 tarihleri arasında VFY ile başvuran ve postoperatif dinamik
MR ile değerlendirilen 17 hasta çalışmaya dahil edildi. 7 hastaya faringeal flep, 7 hastaya posterior duvar
augmentasyonu (2 kıkırdak, 5 yağ grefti) ve submukoz yarık mevcut 3 hastaya myomukozal onarım yapıldı.
Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 3. ayda tüm hastalara dinamik MRG yapıldı. Ameliyat sonrası sonuçlar
dinamik MR ile değerlendirildi.
Bulgular: Bu çalışmaya ortalama yaşı 13± 2.5 (9-29) olan, 11 (%65) kadın ve 6 (%35) erkek hasta dahil edildi.
Posterior duvar yerleşimli greftlerin ikinci servikal vertebra seviyesinde ve yaşayabilir oldukları görüldü.
Posterior faringeal fleple onarım yapılan hastalarda sagital planda nazal hava kaçağı görülmezken, aksiyel
dinamik görüntülerde hava yolu için gerekli açıklık gözlendi. Submuköz kleftli hastalarda levator kas seyrinin
normal düzleme geldiği gözlendi. Nazal hava kaçak alanı tüm tekniklerde preoperatif ölçümlere göre belirgin
azalmıştı(p<0.05).
Sonuç: Velofarinks 3-boyutlu ve dinamik yapısı sebebi ile tüm planlarda ve dinamik olarak değerlendirilmelidir.
Bu amaçla kullanılan pekçok teknik olmakla birlikte hiçbiri ideal ve objektif değildir. Dinamik MRG planlamada
olduğu gibi postoperatif takipte de kullanılabilir. Farengeal flep atrofisi, greftlerin ve velofarengeal açıklığın
kalitatif veriler ile değerlendirlmesi sağlanır .
Aim: Nearly 30% of the patients with cleft palate need another surgery for velopharyngeal insufficiency. While
preoperative radiologic evaluation is necessary for planning, postoperative evaluation is also so important. In
this study, we plan to share our experience about evaluation of the velopharynx with dynamic MRI at patients
who were operated oving for velopharyngeal insuf ficiency.
Patients and Methods: The study included seventeen patients who were presented with velopharyngeal
insufficieny and we applied dynamic MRI for postoperative evaluation between April 2014 and May 2020.
Pharyngeal flap was applied for 7, posterior augmentation was performed for 7 (2 costal cartilaginous, 5 fat
graft) and myomucosal repair was done for 3 patients with submucosal cleft. Dynamic MRI were obtained
preoperatively and postoperatively at 3rd month. Postoperative results were evaluated with dynamic MRI.
Results: The study included seventeen patients, with an age range of 9-29 (mean 13± 2.5), 11 women (65%),
and 6 men (35%). Posterior wall located grafts were found at the second cervical vertebra and viable. While
there was no nasal air escape in superior pharyngeal flap applied patients at sagittal plane, in axial dynamic
images, gap was detected which is all essential for airway and must be obtained. The levator muscle direction
was observe normal postoperatively at patients with submucous clef. Nasal air escape area was decreased
in both methods significantly comparing with preoperative measu rement (p<0.05)
Conclusion: Because of the three-dimensional and dynamic structure of the velopharynx, it must be evaluated
in both planes and dynamic. Although there are many techniques for this purpose, none of them is ideal or
objective. Dynamic MRI can be used for postoperative follow-up as it is used for preoperative planning.
Evaluation of the pharyngeal flap atrophy , grafts and also gap size are provided with qualitative values .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
İsa Yılmaz, Osman Güvenç, Fatma Hilal Yılmaz, Derya Çimen, Derya Arslan, Bülent Oran
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Romatizmal Ateş Tanısı Konulan Hastaların Klinik
özellikleri Ve Ekokardiyografik Bulguları
ClInIcal CharacterIstIcs And EchocardIographIc FIndIngs Of PatIents
dIagnosed WIth Acute RheumatIc Fever
A grubu beta hemolitik streptokokların neden olduğu farenjit veya
tonsillitin non-süpüratif geç komplikasyonu sonucunda oluşan akut
romatizmal ateş, gelişmiş ülkelerde az sıklıkta görülmesine karşın
gelişmekte olan ülkelerde hala önemini koruyan edinsel bir kalp
hastalığıdır. Bu çalışmadaki amaç, merkezimizde akut romatizmal
ateş tanısı almış hastaların değerlendirilmesi ve ülkemizde önemli
bir sağlık sorunu olan bu nedenin son literatür bilgileri eşliğinde
tartışılmasıdır. Ocak 2010-Mayıs 2014 yılları arasında Selçuk
Üniversitesi Tıp Fakültesine müracaat eden ve akut romatizmal
ateş tanısı konulmuş olan hastaların dosyaları geriyedönük olarak
incelendi ve demografik verileri, klinik ve ekokardiyografik özellikleri,
uygulanan tedaviye verilen yanıtları tespit edildi. Akut romatizmal
ateş tanısı konulan, tanı anındaki yaş ortalaması 11.6 yıl (5-17 yıl)
olan 26 (%40) kız, 39 (%60) erkek olmak üzere toplam 65 hastadan,
16 (%24.6) hastaya kardit, 11 (%16.9) hastaya artrit, 5 (%7.7) hastaya
kardit + artrit, 33 (%50.8) hastaya sessiz kardit tanısı konuldu.
Hastalar en sık % 59 oranında artrit ve artralji belirtileri başvurdu.
Fizik muayenede 25 (%38.4) hastada patolojik, 21 (%32.3) hastada
masum üfürüm duyuldu, 19 (% 29.2) hastada üfürüm duyulmadı.
Ekokardiyografik değerlendirmede mitral yetmezlik 14 (%21.5)
hastada, aort yetmezliği 10 (%15.4) hastada, birlikte mitral ve aort
kapak tutulumu 22 (% 33.9) hastada tespit edildi. Akut romatizmal
ateş ülkemizde hala insan sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir.
Artriti olan veya artralji şikayetleriyle başvurup akut faz belirteçleri
normalden yüksek olan hastalarda fizik muayenede patolojik üfürüm
duyulmasa bile ekokardiyografik inceleme yapılması gerektiği
vurgulandı.
Acute rheumatic fever (ARF) is an acquired cardiac disease,
that may develop as a non-supurative, late-onset complication of an
infection with group A β-hemolytic Streptococcus, such as pharyngitis
or tonsillitis, continues to maintain its importance in developing
countries, despite it is relatively rare in developed countries. The
aim of this study was to review patients, diagnosed with acute
rheumatic fever at our center, and to discuss this disease, which is
a major health problem in our country, in the light of recent literature
data. Files of patients, who referred to Selçuk University Medical
Faculty Hospital, and diagnosed with ARF between January 2010
and February 2014, were assessed, retrospectively, and patient
demographic data, clinical and echocardiographic (ECHO) features,
treatment responses were identified. A total of 65 patients, including
26 (40%) girls and 39 (60%) boys, diagnosed with ARF, with an
average age of 11,6 years (5-17 years) at the time of diagnosis, 16
(24.6%), 11 (16.9%), 5 (7.7%) and 33 (50.8%) of 65 patients has also
been diagnosed with carditis, arthritis, carditis and (+) arthritis, and
silent carditis, respectively. The most frequently referred symptoms
are arthritis and arthralgia, with a 59% rate. Although pathological
murmurs and innocent murmurs were identified during physical
examination in 25 (38.4%) and 21 (32.3%) patients, respectively; 19
(29.2%) patients had no evidence of heart murmur. The most common
findings in echocardiographic assessment are mitral insufficiency
(MI), aortic insufficiency (AI), and mitral and aortic valve involvement
in 14 (21.5%), 10 (15.4%) and 22 (33.9%) patients, respectively.
Acute rheumatic fever continues to be a health-threatining condition
in our country. Even if there are no pathological murmur in patients
referred with arthritis or arthralgia, with an increased level of acute
phase reactants; echocardiographic assessment should be taken.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Zona Zoster Nevraljisinde Tens İle Diadinamik Akımların Etkilerinin Karşılaştırılması
Osman Cem Türeli, Hasan Oğuz, Önder Kayhan
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Zona Zoster Nevraljisinde Tens İle Diadinamik Akımların Etkilerinin Karşılaştırılması
The TherepeutIcal Effec TIveness Of Tens And DIadynamIc CurrIents On Aeute HerpetIc NeuralgIa
Akut dönemde, TENS ve diadinarnik (DD) akımların etkinliğini değerlendirmek amacıyla, bu çalışmaya 30 zona zoster nevraljili hasta alındı. Olgular rastgele yöntemle, TENS ve DD ile tedavi edilenler olıwk üzere haftada beş, toplam on seans tedavi yapıldı. Ilk gruba her seansda 30 dakika konvansiyonel tipte TENS, DD grubuna ise üçer dakika difaze fiks ve long period modülasyonları uy-gulandı. Ağrı düzeyleri vizüel sayısal skala, ve yüz skalası kullanılarak değerlendirildi,. Her iki tedavi yöntemi de üçüncü seansdan itibaren ağrı üzerine ileri derecede etkili oldu (p<0.001). Vizüel sayısal skalaya göre gruplar arasında anlamlı bir farklılık olmadığı halde, yüz skalaszna göre iki grup karşılaştırıldığında, tedaviden sonra üç ay süreyle yapılan kontrollerde, TENS diğerine istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde üstünlük gösterdi. iki grupta da istenmeyen yan eskiye rastlanmadı.
Thirty patients having acute herpetic neuralgia were admitted to this stucly. The patients were divided inio iwo groups randomly. One of the group was ireated with TENS while the other was treated with diadynamic (DD) currents. Both groups were received their treatments once a day or 5 times a week for two weeks. One group received convenlional type TENS for 30 minutes a day. The other group received diphase fix and long period modulations at 3 minutes intervals totalling 6 minutes a day. Roth therapeutical procedures started ta be effective significantly after their third session (p<0.001). Roth therapy found to be equally effective al the end of tenth session. Ilowever, during 3 months follow-up period TENS was found to be significanily rnore effective than DD current (p<0.05) according to fare scale. This difference observed between the groups weren't clear in visual analogy scale. The side effectes of both t•eatment weren't observed arnong the patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde Rolü
Ahmet Eyibilen, Ziya Cenik
Araştırma makalesi
Özeti
Adenoid Hiperplazisinin Seröz Otitis Media Etyolojisinde Rolü
The Role Of AdenoId HyperplasIa In EtIology Of Serous OtItIs MedIa.
Adenoid hiperplazisinin seröz otitis media(SOM) oluşumundaki etkisi yıllardır tartışılmakta olan bir konudur. Önceleri adenoidin kitlesel özelliğinin SOM' a yol açtığı söylenirken, son zamanlarda enfektif özelliğinin etkisinden bahsedilmektedir. Bu çalışmada adenoidektomi uygulanan 100 çocukta ortalama adenoidal- nazofarengeal oran (0.74±0.08) bulundu ve adenoidal-nazofarengeal oranın (A NO) SOM ile ilişkisi araştırıldı. A NO ile SOM arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (t=0.06, P>0.5). Aynı şekilde ANO ile negatif orta kulak basıncı arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı(t=0,06, P>0,05).
The influence of adenoid hyperplasia on occurence of serous otitis media(SOM) has been discussed for many years. Previously, it was thouhgt that the size of adenoid lead to serous otitis media, but recently its infective property is accussed. İn this study, Adenoidal-nasopharyngeal ratio(ANR) was found (means 0.74+0.08) in 100 children who undergone adenoidectomy operation, and also the relationship between ANR and SOM was investigated. There vvas not any statistically significant relationship betvveen ANR and SOM(t=0.06, P>0.5). At same time, there was not any statisticallysignificant relationship betvveen ANR and meadle ear pressure(t=0,06, P>0,05).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal Apse
Nurdoğan Ata, Selçuk Kılıç, Enver Ferruh İnan
Olgu sunumu
Özeti
Rothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal Apse
Parapharyngeal Abscess Caused By RothIa DentocarIosa
\r\n Rothia dentocariosa oral kavite ve solunum yolu normal florasında bulunan gram-pozitif, aerobik bir bakteridir. Baş-boyun bölgesinde nadiren enfeksiyona neden olmalarına rağmen immun supresif bireylerde enfeksiyon etkeni olabilir. Bu makalede akut tonsillit sonrası Rothia dentocariosa’nın etken olduğu parafarengeal apse gelişen 33 yaşında erkek hasta sunulmuştur.Bu olgu literatürde R. dentocariosa’nın etken olduğu ilk parafarengeal apse bildirimidir.
\r\n
\r\n Rothia dentocariosa is a gram-positive, aerobic bacteria that is a part of the normal flora in the oral cavity and respiratory tract. Although it is a rare cause of head and neck region infection, it may be observed in immunosuppressed individuals. Here we report the case of an 33-year old man who developed parapharyngeal abscess that was caused by R. dentocariosa after acute tonsillitis. This is the first case report of a parapharyngeal abscess caused by R. dentocariosa in the literature.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazofarenkste Ekstramedüller Plasmasitom
Ömer Erdur, Mehmet Şentürk, Nurdoğan Ata, Ersen Koç, Gültekin Övet, Necat Alataş
Olgu sunumu
Özeti
Nazofarenkste Ekstramedüller Plasmasitom
Extramedullary Plasmacytoma In The Nasopharynx
Seksen yaşında erkek hasta kliniğimize, burundan nefes
alma güçlüğü, burun kanaması ve nadiren ağızdan kan gelmesi
şikayetleri ile başvurdu. Hastanın oral, anterior rinoskopik ve
otoskopik muayenelerinde özellik saptanmazken yapılan fiberoptik
nazofaringoskopik incelemede nazofarinkste kitle gözlendi. Alınan
derin nasofarinks biyopsisi ile hastaya ekstramedüller plazmasitom
tanısı konuldu. Plazmasitomalar plazma hücresi tümörleri olup
soliter olarak kemik iliği dışında ortaya çıkarlar ve multipl myelom ile
ilişkili olabilirler. Baş boyun bölgesinde ekstramedüller plazmasitom
(EMP) olguları nadiren gözlenir. Nazofarinksin malign tümörleri
cerrahi ve/veya radyoterapi ile tedavi edilirler. Ekstramedüller
plazmasitomlar radyosensitif olarak bilinmelerine rağmen birçok
yazar tarafından kombine cerrahi ve radyoterapi önerir. Hasta ile
tüm tedavi seçenekleri paylaşıldığında hasta cerrahiyi kabul etmedi.
Bunun üzerine radyoterapiye yönlendirilen hastanın yirmidokuz aylık
kontrollerinde nüks saptanmadı. Burun tıkanıklığı, epistaksis gibi
şikayetlerle başvurun ileri yaş hastalarda daha dikkatli olunmalı ve
mutlaka nazofarinks ve nazal kavite endoskopik olarak detaylı bir
şekilde değerlendirilmeli.
Eighty year old, male patient presented to our clinic with
symptoms of difficult nose breathing, epistaxis and rarely
hemoptysis. No abnormalities were seen during oral, anterior nasal
and ear examination of the patient. A mass in the nasopharynx was
observed during the fiberoptic nasopharyngoscopic examination. The
patient was diagnosed as extramedullary plasmacytoma based on the
deep biopsy from nasopharynx. Plasmacytomas are tumors of plasma
cells, develop outside the bone marrow as solitary masses and they
may be associated with multiple myeloma. Cases of extramedullary
plasmacytoma (EMP) in the head-neck area develops rarely.
Malignant tumors of the nasopharynx are treated surgically and/or via
radiotherapy. Extramedullary plasmacytomas are known to be radiosensitive,
however, many authors recommend a combined therapy of
surgery and radiotherapy. All the treatment options were explained to
the patient, however, the patient did not accept surgery. Therefore,
the patient was started on radiotherapy and no recurrences were
observed during the twenty-nine-month follow-up period. More
caution should be exercised for elderly patients presenting with nasal
obstruction, epistaxis, and their nasopharynx as well as nasal cavity
should be endoscopically assessed in detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Juvenil Nazal Anjiofibrom
Levent Soley, Özden Vural, Serdar Karaköse, Mehmet Akif Eryılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Juvenil Nazal Anjiofibrom
JuvenIle Nasal AngIofIbroma
Nazal kavitede anjiofibromlar genelde burun tavanı arka yan duvarından gelişen juvenil na-zofarengeal anjifibromların kavite içerisine yayıhmı sonucu görülmektedir. Burun tabanı ve septumun ön bölümünden köken alan, siiperior labial arterden kanlanan, emholizasyon ve cerrahi ek-sizyonla tedavi ettiğimiz sağ nazal kavitede lokalize bir nazal an-jiofibrom vakası sunularak literatür gözden geçirildi.
Nasal angiofihromas are usually seen as an ea.-- tensinıı of the juvenile nasofaringeal angiofibroma originating fi-onı the posterolateral nasal roof irr ta the nasal cavity. We are presenting a nasal an-giofibroma case originating fi-om the 17oor and sep-tum of the anterior nasal cavity and supplied hy the superior lahial artery and located in the right nasal cavity Ilke a polyp
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
Hayrettin Temel, Mehmet Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Enfeksiyöz Mononükleoz Tanısı Alan Çocuk Hastaların Klinik Ve Laboratuvar Verilerinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcal And Laboratory Data Of PedIatrIc PatIents DIagnosed WIth InfectIous MononucleosIs
Amaç: Çocukluk döneminde Epstein-Barr virüsüne (EBV) nedenli enfeksiyöz mononükleoz olguları yüksek sıklıkta görülmektedir. Akut EBV enfeksiyonu belirti ve bulguları farklı klinik tablolarla kendini gösterebilmektedir. Çalışmamızda çocuklar arasında yaş ve yüksek riskli yaş gruplarına göre akut EBV enfeksiyonlarının klinik sunumunun incelenmesi amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2013-2020 yıllarında üçüncü basamak hastanemize başvuran ve enfeksiyöz mononükleoz tanılı toplam 337 çocuk hasta dahil edildi. EBV VCA IgM ve IgG antikorları ELISA yöntemiyle (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Almanya) firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. Hasta bilgileri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 5.1±3.4 yıl idi. Hastaların %22.8’si 0-2, %43.0’i 3-5, %29.7’si 6-12, %4.5’i ise 12 yaş ve üzeri gruptaydı. Akut EBV enfeksiyonu tanısı konulan çocuklarda en sık görülen belirti veya bulgular lenfadenopati (%59.6), lenfositoz (%45.1), ateş (%40.9), boğazda şişlik (%39.2) ve farenjit (%30.0) idi. Ateş şikayeti, 3-5 yaş arasında diğer yaş gruplarına göre anlamlı yüksekti (p=0.003). Olguların mevsimsel dağılımı benzerdi. Olguların yıllara göre artış içinde olduğu, en çok olgunun 2019 yılında görüldüğü (%23.4) belirlendi. Şikayetlerin başlamasından hastaneye başvuru yapılana kadar geçen sürenin yaş grupları ile doğru orantılı olarak arttığı görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda akut EBV enfeksiyonunda çocukluk dönemi yaş grupları arasında belirti ve bulgular açısından farklılık olmadığı, yıllara göre olgu sayılarının hafif bir artış içinde olduğu, özellikle lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali görülen çocuklarda EBV enfeksiyonundan şüphe etmek gerektiği sonucna varıldı.
Aim: In childhood, infectious mononucleosis cases caused by Epstein-Barr virus (EBV) are seen with high frequency. The signs and symptoms of acute EBV infection can manifest with different clinical pictures. Care should be taken in differential diagnosis for correct treatment. In our study, it was aimed to examine the clinical presentation of acute EBV infections by age and high-risk age groups among children.
Patients and Methods: A total of 337 pediatric patients with infectious mononucleosis who applied to our tertiary hospital in 2013-2020 were included in the study. EBV VCA IgM and IgG antibodies were studied by ELISA method (quantitative microplate ELISA, Euroimmun®, Germany) in accordance with company recommendations. Patient information and results were evaluated retrospectively.
Results: The mean age of the patients was 5.1 ± 3.4 years. 22.8% of the patients were in the group of 0-2, 43.0% of them were 3-5, 29.7% of them were 6-12, and 4.5% of them were 12 years old and above. The most common signs or symptoms in children diagnosed with acute EBV infection were lymphadenopathy (59.6%), lymphocytosis (45.1%), fever (40.9%), swelling in the throat (39.2%) and pharyngitis (30.0%). Fever complaints were significantly higher between the ages of 3-5 compared to other age groups. The seasonal distribution of the cases was similar. It was determined that the cases increased over the years and the most cases were seen in 2019 (23.4%). It was observed that the time between the start of complaints and the application to the hospital increased directly proportional to age groups.
Conclusion: In our study, it was concluded that there was no difference in acute EBV infection in childhood age groups in terms of signs and symptoms, and the number of cases increased slightly over the years, especially in children with lymphadenopathy, splenomegaly and hepatomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Insanlarda Nervus Alveolars İnferior Ve Foramen Mandibulae Üzerine Çalışma
Ahmet Salbacak, Taner Ziylan, Aydan Canbilen, Ali İhsan Kalkan, Mustafa Büyükmumcu
Araştırma makalesi
Özeti
Insanlarda Nervus Alveolars İnferior Ve Foramen Mandibulae Üzerine Çalışma
A Study On InferIor AIveolar Nerve And Man-DIbular Foramen Of Human
Bu çalışma, 8 kadavra ve 36 mandibula olmak üzere toplam 44 örnek üzerinde yapıldı. Kadavralar üzerinde n. alveolaris inferior'un foramen man-dibulae'ya giriş noktası araştırıldı ve lingula man-dibulae'ntn foramen mandibulae ile birleştiği ön-alt köşe olduğu tesbit edildi_ Tesbit edilen n. alveolaris inferior'un foramen mandibulae'ya giriş noktasının, namus mandibulaetnın iç yüzü üzerindeki po-zisyonunu tesbit etmek amacıyla mandibulae 'nın de-ğişik noktaları arasında ölçümler yapıldı. Foramen mandibulae genellikle ramus mandibulae`nın iç yü-zünün orta kısmında, incisura madibulae ile man-dibula alı kenarı arasında orta noktada, ve pro-cessus coronoideus'ian angultıs mandibulae ya aşağı doğru uzanan çizginin 213 kısmında yer-leşmiştir. Bu çalışmada, foramen mandibulae'ıtın ge-nellikle molar dişlerin occlusial yüzlerini,: alt kıs-mında yerleşmiş olmasına rağmen. bazı vakalarda occlusial yüzle aynı seviyede, ve daha yukarı se-viyedeki bir noktada bulunabildigi tesbit edilmiştir. N. alveolaris inferior'un anestezilerinde başarısız gi-rişimlerin ortadan kaldtrılabilmesi için belirgin varyasyonların göz önünde bulundurulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
This study was performed on 44 material whi•h consist of 8 radavers and 36 dry mandibles. The eni-ranee point of inferior alveolar nerve into man-dibular foramen was searched and it was found that the entrance point of inferior alveolar nerve is si-tuated at the junction of the front lower angle of mandibular lingula and ınadibular foramen. To determine the position of entrance point of in-ferior alveolar nerve into the mandibular foramen on the inside surface of mandibular ramus, me-asurements were made between the different points of mandibula. Mandibular foramen is generally lo-cated on the middle of inside surface of mandibular ramus between the standard basal plane of mandible and mandibular noir,: and on the partial 213 line that extends down from coronoid process to the angle of mandible. On this study, despite the fact that the man-dihular foramen was genarally found to be below the <>ulusal sur fare of the lower molar teeth, in some cases it was found ta be at the same level or higher level of molar teeih. It has been roncluded that certain variations most be taken Info consideration to rernove un-successful inteıferences on anaesthetics of illerior alveolar nerve.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
Burhan Apillioğulları, Buğra Kaya
Araştırma makalesi
Özeti
Özofagus Ca Evrelemede 18f-Fdg Pet/bt Bulgularımız: Bir Retrospektif Analiz
18f-Fdg Pet/ct FIndIngs In Esophageal Ca StagIng: A RetrospectIve AnalysIs
Amaç: Özofagus kanseri(ca) tanısı alan ve 18F-Florodeoksiglukoz (18F-FDG) Pozitron Emisyon Tomografi /
Bilgisayarlı Tomografi (PET/BT) görüntüleme kullanılarak evrelemesi yapılan hastaların bulgularını retrospektif
olarak analiz etmeyi ve sunmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya Şubat 2015 ile Şubat 2020 tarihleri arasında hastanemizde 18F-FDG PET/
BT ile evrelemesi yapılmış 37 özofagus ca tanılı hasta dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, primer tümörün
lokalizasyonu ve 18F-FDG PET/BT maksimum standardize alım değeri (SUVmax), mediastinal, abdominal
ve servikal lenf nodları, akciğer(AC), karaciğer(KC), kemik ve diğer alanlara olan metastazlarına ait bulgular
retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66,97± 4,54 yıl bulundu. 20 hasta (%54) erkek, 17 hasta (%46) kadındı. 10
hasta (%27) özofagus üst bölge tümörü, 23 hasta (%62) özofagus alt bölge tümörü, 4 hasta özofagus orta bölge
tümörüydü (%11). 23 hastanın patolojik tanısı squamöz hücreli ca, 14 hastanın adeno ca olarak tespit edildi. Tüm
hastalarda primer tümör SUVmax ortalaması 14,09±6,36 olarak ölçüldü. Squamöz ca tanılı hastaların primer tümör
SUVmax ortalaması 14,51±6,63, adeno ca tanılı hastaların primer tümör SUVmax ortalaması 13,40±6,03 olarak
bulundu. 8 hastada hiçbir metastaz bulgusuna rastlanmazken 29 hastada metastaz belirlendi. Ayrıca 3 hastada
ise ikinci bir primer malignite (ikisi kolon ca, birisi nazofarenks ca) saptandı. Tedavi ve takiplerine hastanemizde
devam edilen 9 hastanın 7’ sinde progresyon, 2’sinde ise regresyon izlendi.
Sonuç: Özofagus ca tanısı alan hastaların ilk evrelemesinde, 18F-FDG PET/BT günümüzde kullanım sıklığı
gittikçe artan faydalı bir görüntüleme yöntemidir . Bizim çalışmamızda bunu destekler niteliktedir .
Aim: We aimed to retrospectively analyze and present the findings of patients diagnosed with esophageal
cancer and staged using 18F-Fluorodeoxyglucose (18F-FDG) Positron Emission Tomography/Computed
Tomography (PET/CT) imaging.
Patients and Methods: Thirty-seven patients diagnosed with esophagus who were staged with 18F-FDG
PET/CT in our hospital between February 2015 and February 2020 were included in this study. Patients'
age, gender, localization of the primary tumor and 18F-FDG PET/CT maximum standardized uptake value
(SUVmax), findings of metastases to mediastinal, abdominal and cervical lymph nodes, lung, liver, bone and
other areas were retrospectively evaluated as.
Results: The meanage of the patients was 66,97 ± 14,54 years. 20 patients (54%) were male, 17 patients
(46%) were female. 10 patients (27%) had upper esophagus tumors, 23 patients (62%) had lower esophagus
tumors, 4 patients had middle esophageal tumors (11%). The pathological diagnosis of 23 patients was
squamous cell ca, 14 patients were adeno ca. The mean of primary tumor SUV max was measured as 14,09
± 6,36 in all patients. The mean primary tumor SUVmax of the patients diagnosed with squamous ca was
14,51 ± 6,63, and the mean of primary tumor SUV max of the patients diagnosed with adeno ca was found to
be 13,40 ± 6,03. Progression was observed in 7 of 9 patients whose treatment and follow-ups were continued
in our hospital, and regression was observed in 2 of them.
Conclusion: In the initial staging of patients diagnosed with esophageal ca, 18F-FDG PET/CT is an
increasingly useful imaging method. Our study supports this.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lumbal Epidural Analjezinin Travay Süresine Etkısı
Hikmet Karabacak, Sema Soysal, Sadık Özmen, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Lumbal Epidural Analjezinin Travay Süresine Etkısı
The Effect Of Lumbar EpIdural AnalgesIa On The DuratIon Of Labor
Bu çalışmada 20 olguya %0.250'lik bupivacain, 20 olguya %0.125'l1k bupivacain ve 50 mikrogram fentanyl kombinasyonu verilerek travayda lumhal epidural analjezi. uygulandı. Analjezi tatbik edil-meden doğum yapan 20 olgu ise kontrol grubunu oluşturdu. Lumbal epidural analjezinin travay 1. ve 2. dönem sürelerine ve doğum şekline etkileri araş-tırıldı. Düşük dozlarda verilen % bupivacain ve 50 mikrogram fentanyl kombinasyonu ile do-ğumun daha iyi şartlarda gerçekleştiği ve klinikte rutin olarak uygulanmasının uygun olduğu kanaatine varıldı.
In this study, lumbar epidural analgesia was applied during the labor by giving 0.25% of bu-pivacain to 20 cases and 0.125% bupivacain +50 microgram fentanyl to other 20 cases. A control group consisted of 20 cases had no analgesia be-fare labor. The effect of lumbar epidural analgesia on the first and second stage of labor and kind of the delivery were irıvestigated. It was believed that the delivery could be at a better condition when the low concentration 0.125%bupivacain + 50 microgram fentanyl were administered during the labor and it would be app-ropriate to use it routinely in clinics.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lerıche Sendromu İle Birlikte Görülen Sol Subklavian Arter Darlığı
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Zerrin Uzun, Hakan Filizlioğlu, Yaşar Güven, Hasan Dinç, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Lerıche Sendromu İle Birlikte Görülen Sol Subklavian Arter Darlığı
LerIch Syndrome AccompanIed WIth The Left SubclavIan Artery StenosIs
Bu yazıda Leriche Sendromu ile birlikte sol subk-lavian arter darlığı olan hasta tartışıldı. Bu tip lez-yonların çok seyrek olarak görülmesi nedeniyle olgu takdimine gerek duyuldu. Claudication intermittent ve impotans şikayetleri ön planda olmasına karşın, sol subklavian arter stenozuna ait bulgular çok be-lirgin değildi. Bu nedenle hastaya Leriche Sendromu bulgularına yönelik ameliyat yapıldı. Sol subklavian arter stenozu takibe alındı. ileriki dönemlerde an-gioplasti veya ameliyat yapılması planlandı.
In Mis report. a case with a Leriche Syndrome accompanied with the left suhclavian artery stenosis is discussed. The case is pı-esented due to the Fare incidence of such lesions. Although intermittent cla-udication and sexuel impotance complains were pro-minent, the signs of the left suhclavian artery ste-nosis were not evident. Thus the surgical intervention was directed to solve the Leriche Syndrome symptoms. The left suhclavian artery ste-nosis was taken to follow up. Angioplasty and ope-ration was planned in the future.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta