Tur-M Operasyonu Yapılacak Kalp Transplantasyon Adayı Hastaya Anestezik Yaklaşım
Mustafa Nuri Deniz, Nezih Sertöz
Olgu sunumu
Özeti
Tur-M Operasyonu Yapılacak Kalp Transplantasyon Adayı Hastaya Anestezik Yaklaşım
AnesthetIc Approach To The CandIdate For Heart Transplant To
undergo Tur-M
Saddle blok, özellikle yaşlı ve yüksek kardiyak riskli hastalarda hemodinamik stabiliteyi koruyarak yeterli anestezi sağlanması açısından ideal bir uygulamadır. Transüretral mesane rezeksiyonu (TUR-M) planlanan 52 yaşında mesane tümörü olan erkek hastanın özgeçmişinde HT, DM, ve konjestif kalp yetmezliği mevcuttu. Ekokardiyografisinde: LVEF % 20, RVEF % 28, MY 30, TY 20, biventriküler global hipokinezi, sağ ve sol yapılarda ileri derece dedilatasyon vardı. Hasta, (ASA IV) olarak değerlendirildi. TUR-M Operasyonu saddle blok ile gerçekleştirildi. Mesane tümörü olan yüksek riskli hastada saddle bloğun nöroaksiyel blok ve genel anesteziye oranla daha güvenli ve yeterli bir anestezi yöntemi olduğunu düşünüyoruz.
Saddle block is an ideal procedure that can provide sufficient anesthesia by protecting hemodynamic stability especially in elder patients with high cardiac risk. A 52 years old male patient with bladder tumor who was scheduled for transurethral bladder resection (TUR-B) had history of hypertension, diabetes mellitus and congestive heart failure. Echocardiography showed that LVEF was 20%; RVEF was 28% and there were insufficiency (MVI) of third degree, insufficiency (TVI) of second degree, biventricular global hypokinesia and remarkable dilatation on the right and left structures of the heart. The patient was considered as having ASA class IV. He had TUR-B under saddle block. In conclusion, we considered that saddle blockade was a more safe and efficient anesthetic procedure rather than neuroaxial blockade or general anesthesia for the highrisk patient who had bladder tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Orta Kulak Cerrahisinde Postoperatif Bulantı-Kusmanın Önlenmesinde Ondansetron Ve Haloperidol’ün Etkilerinin Karşılaştırılması
Hale Borazan, Tuba Berra Erdem, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Orta Kulak Cerrahisinde Postoperatif Bulantı-Kusmanın Önlenmesinde Ondansetron Ve Haloperidol’ün Etkilerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of The Effects Of Ondansetron And HaloperIdol On PostoperatIve Nausea And VomItIng In MIddle Ear Surgery
Amaç: Bu çalışmada orta kulak cerrahisinde proşaktik uygulanan ondansetron ve haloperidol’ün postoperatif bulantı-kusma üzerine etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Genel anestezi altında orta kulak cerrahisi geçirecek olan 40 hasta rastgele iki gruba ayrılıp, anestezi indüksiyonundan 5 dakika önce ya intravenöz (IV) 2 mg haloperidol (Grup I) ya da IV 4 mg ondansetron (Grup II) verildi. Anestezi indüksiyonunda standart genel anestezi uygulandı. Postoperatif dönemde ilk 24 saat içinde bulantı-kusma verbal deskriptif skala ile değerlendirildi. Bulgular: Bulantı-kusma skoru açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Bulantı-kusma görülme sıklığı ve ek antiemetik gereksinimi her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Yan etki açısından da gruplar arasında fark yoktu (p>0.05). Sonuç: Orta kulak cerrahisi geçirecek hastalarda postoperatif bulantı-kusmayı önlemede 2 mg haloperidol’ün, 4 mg ondansetron kadar etkili olduğu gösterilmiştir.
Aim: The aim of this study is to compare the prophylactic administration of ondansetron with haloperidol to determine its effects in reducing postoperative nausea and vomiting after middle ear surgery. Material and Method: Forty patients scheduled for middle ear surgery under general anesthesia were randomly allocated in two groups to receive either haloperidol IV 2 mg (Group I) or ondansetron IV 4 mg (Group II) 5 minutes before induction of anesthesia. Standart general anesthesia was applied. During postoperative 24 hours nausea-vomiting was evaluated by using verbal descriptive scala. Results: The nausea-vomiting score was not statistically different between the groups (p>0.05). The incidence of nausea-vomiting and the need for rescue antiemetics were not statistically significant (p>0.05). There was no difference of side effects between the groups (p>0.05). Conclusion: It was concluded that haloperidol 2 mg is as effective as ondansetron 4 mg for the prevention of postoperative nausea and vomiting in patients undergoing middle ear surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğuştan Kalça Çıkığının Konservatif Tedavisi 35 Vakanın Tedavı Sonuçları
Abdurrahman Kutlu
Araştırma makalesi
Özeti
Doğuştan Kalça Çıkığının Konservatif Tedavisi 35 Vakanın Tedavı Sonuçları
The ConservatIve Treatment Of The Congenıtal Dıslocatıon Of The Hıp - The Results Of The Treatment Of 35 Cases -
35 Doğuştan kalça çıkığı (55 kalça) konservatif metodlarla tedavi edildi. Yaşları 2 - 24 arasında olan (art 7.5 ay) vakaların 7 si erkek (%20), 28 i kız (%80) idi. 20 sinde bilateral (%57), 8 inde sol (%23), 7 sinde sağ (%20) kalça çıkığı mevcuttu. 14 yaka Van Rosen cihazı ile tedavi edildi. Diğerlerine önce cilt traksiyonu sonra genel anestezi altında kapalı redüksiyon ve alçı tespiti (19 yakaya), açık redüksiyon (2 yakaya) işlemleri uygulandı. 7 vakada adduktor tenetomi (10 kalça) gerekli oldu. Ortalama 6.5 ay takip edilen vakalarda avaskuler nekroz tespit edilmedi. 2 vakada konservatif tedavi yeterli olmada.
35 cases with congenital dislocation of the hip were treated conser-vatively. 7 of the cases (20 per cent) were boys and 28 (80 per cent) were girls. The average age of the cases was 7.5 months (range, 2 to 24 months). The left hip was dislocated in 8 (23 per cent), the right in 7 (20 per cent) and both in 20 (57 per cent) patients. 14 cases were treated with von Rosen splint. In the other cases, skin traction was applied first. Then closed reduction and hip spica cast was applied ender general anesthesia in 19 cases, open reduction was applied in two cases. Adductor tenetorny was nessary in 7 patients (ten hips). The patients were followed average 6.5 months and avascular necro-sis was not determined. The conservative treatment was not sufficient in 2 patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hurler Sendromunda Anestezik Yaklaşım
Aybars Tavlan, Hatice Köstekçi, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Hurler Sendromunda Anestezik Yaklaşım
AnaesthetIc Approach To Hurler Syndrome
Amaç: Hurler sendromu teşhisi konmuş 6 yaşındaki kız çocuğunda, umbilikal herni ve adenoid vejetasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişim sırasındaki anestezik yaklaşımı, literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Premedikasyon uygulanmadan operasyona alınan olguya EKG, noninvaziv arter basıncı, periferik oksijen satürasyonu (SpO2) monitorizasyonu uygulandı. Olgunun anatomik özellikleri nedeni ile endotrakeal entübasyonunun zor olabileceği düşünülerek trakeostomi ve zor entübasyon için gerekli hazırlıklar yapıldı. İndüksiyon öncesi maske ile 3L/dk %100 o2 inhale ettirilerek preoksijenasyon uygulandı. %100 oksijen ve artan konsantrasyonlarda sevofluran ile anestezi indüksiyonunu takiben 1µg/kg fentanil uygulandı. Nöromüsküler blok için 1.5 mg/kg (iv) süksinilkolin verildi. Macintosh 2 numaralı bleyt kullanılarak 18 mm çapında trakeal tüp üçüncü denemede trakeaya yerleştirildi. Anestezinin idamesi %50 O2-%50 N2O ve %2 sevofluran ile sağlandı. Olgu cerrahi sonunda komplikasyonsuz olarak ekstübe edildi. Sonuç: Hurler sendromlu olguların operasyon öncesinde dikkatli bir şekilde değerlendirilmeleri gerekir. Anestezi esnasında ve sonrasındakimonitorizasyon hayati önem taşır.
Aim: We aimed to evaluate the anesthetic approach to a 6 years old female child, clinically diagnosed as Hurler syndrome, undergoing umbilical hernia repair and adenoidectomy operation, under the light of literatüre data. Case Report: Premedication was omitted. The case monitorised with EKG, non invasive arterial pressure, peripheric oxygen saturation (SpO2) and taken under operation. It is assumed to be a difficult airway case bacause of anatomical features of Hurler Syndrome, tracheostomy and difficult airway algorithm prepared. Preoxygenation via face mask with 3L/min 100% O2 inhalation applied to the case before induction. Anesthesia induced with increasing sevoflurane concentrations in 100% oxygen and fentanyl 1µg/kg. Neuromuscular blockage was maintained with 1.5 mg/kg iv succinylcholine. 18 mm diameter endotracheal tube was placed into trachea by using Macintosh blade (No:2) at third attempt. Anesthesia was maintained with 2% sevofluran in 50% O2-50% N2O. The patient was extubated without any complication at the end of the surgery. Conclusion: In Hurler’s sydrome; patients should be evaluated carrefully prior to operation. It is vital to monitor the patient in peroperative and postoperative period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliği Sırasında Miyokard İnfarktüsü Geçiren Hastada Sezaryen İçin Anestezi Yönetimi
Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Emine Vural Yalçın, Aybars Tavlan, Sema Tuncer
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliği Sırasında Miyokard İnfarktüsü Geçiren Hastada Sezaryen İçin Anestezi Yönetimi
Anesthesıa Management For Cesarean In Patıent Wıth Myocardıal Infarctıon In Pregnancy
Gebelikte kalp hastalığı varlığı anne ölümlerinin halen en önemli sebeplerinden biridir. Gebelik sürecinde akut koroner sendrom gelişme riski artar. Sezaryen ile doğum kalp hastalığı olan gebelerde uygun hemodinamik izlem ve yönetim sağlar. Kalp hastalığı olan gebede uygulanacak ideal anestezi yöntemi ise tartışmalıdır. Rejyonel anestezi genellikle tercih edilen yöntem olmasına rağmen bazı özel durumlarda genel anestezi uygulanabilir. İnvaziv monitörizasyon genel anestezi uygulanan kalp hastalarında mortalite ve morbiditeyi azaltır. Opioid kullanımı cerrahi ve entübasyona stres cevabı azaltır. Opioidin doğumdan önce uygulanması gerekiyorsa remifentanil hızlı etki başlangıcı ve metabolizması ile tercih edilecek ajandır. Bu olguda, antikoagülan kullanımı nedeni ile rejyonel anestezinin kontrendike olduğu yüksek kardiyak riskli gebede genel anestezi deneyimimizi sunmayı amaçladık.
The presence of cardiac disease in pregnancy is still one of the most important reason of maternal mortality. The possibility of acute coronary syndrome increases in pregnancy. Birth with caesarean section provides proper hemodynamic monitoring and management in parturients with cardiac disease. However the ideal anesthetic to be applied to parturient with cardiac disease is controversial. Although regional anesthesia is usually preferred method, general anesthesia may be applied in some special cases. Invasive monitoring reduces mortality and morbidity in cardiac patients undergoing general anesthesia. Opioid use reduces the stress response to surgery and intubation. If the use of opioid is required before birth, remifentanil is the ideal agent because of its rapid onset of action and metabolism. In this case, we aimed to present our general anesthesia experience on a parturient with high cardiac risk where regional anesthesia is contraindicated because of the use of anticoagulation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anestezi İdamesinde Midazolamın İki Farklı Yöntemle Kullanımı Ve Flumazenilin Uyanmaya Etkileri
Ali Borazan, Selmin Ökesli, Ateş Duman, Cemile Öztin Öğün
Araştırma makalesi
Özeti
Anestezi İdamesinde Midazolamın İki Farklı Yöntemle Kullanımı Ve Flumazenilin Uyanmaya Etkileri
MIdazolam For MaIntenance Of AnaesthesIa: Two DIfferent Methods And The Effects Of FlumazenIl On Emergence
Çalışmaya batın cerrahısı ameliyatı geçirecek ASA 1-Il 40 hasta alındı. Hastalar rasgele iki gruba ayrıldı. Anestezi idamesinde midazolam 0.1mg/kg bolus (grup 1) (n=20) ve 0.1mg/kg/saat sürekli infüzyon şeklinde (grup 10 (n=20) iki farklı yöntemle uygulanarak hemodinamik parametrelere etkileri araştırıldı. Postoperatif kullanılan flu-mazenilin her iki gruptaki uyanma ve hemodinarniye etkileri de karşılaştırıldı. Tüm algulara 1M 0.07mg/kg mi-dazolam+0.5rrıg atropin ile premedikasyon uygulandı. İndüksiyonda iv 0.3mg/kg midazolam, 0.5mg/kg atracurium, idamede her iki grupta %50N20+%502 ve iv lmg/kg meperidin kullanıldı.İndüksyondan 1 dakika sonra, entübasyon sonrası, cerrahi insizyon ve peroperatif 10 dak. ara ile SAB, DAB, KAH kaydedildi. Sp02 sürekli iz-lendi. Ekstübasyondan 1 dakika sonra Uyanıklık/Sedasyon Değerlendirme Skalası ile uyanma skorlan saptandı. İl/ 0.2mg flumazenil verildi. Daha sonra 1 'er dakika ara ile skor 1 oluncaya dek 0.1mg dozda flumazenil tek-rarlandı. istatistiksel değerlendirmede Student's t testi kullanıldı (p<0.05 anlamlı kabul edildi). Hemodinarnik bul-gular her iki grupta stabil seyretti, Grup Ilide kullanılan total midazolam dozu anlamlı düşük bulundu ve hastalar daha hızlı uyandılar. Genel anestezi idamesinde fraksiyone bolus veya sürekli infüzyon midazolam yeterli ve stabil anestezi sağlamaktadır. Liyarırrıanın daha hızlı gerçekleşmesi ve midazolam total dozunun anlamlı düşük olması nedeniyle anestezi idamesi için infüzyon midazolam yönteminin tercih edilmesini önermekteyiz.
40 ASA I-II patients undergoing abdominal surgery were included in the study. They were randomly allocated into two groups. Midazolam was used for maintenance. Group 1 (n=20) recieved iv 0.1mg/kg bahis increments as needed while group Il (n=20) recieved 0.1mg/kg/hr continious infusion. The effects on hemodynamics was stu-died. The effects of postoperative flumazenil on emergence and hemodynamics were alsa evaluated. Ali patients were premedicated with 1M 0.07mg/kg midazolam+0.5mg/kg atropine. 0.3mg/kg midazolam, 0.5mg/kg atracurium was used for induction. Maintenance was supplemented with 50%02+50%N20 and iv 1mg/kg meperidine in both groups. The SAB,DAP,HR were recorded at the first minute after induction, intubation, incision and every 10 mi-nutes perioperatively. Sp02 was monitored continiously. One minute after extubation the alertness was assesed with the Alertnes-Sedation Scale and iv 0.2mg flumazenil was giyen. Flumazenil was repeated every minute until the score became 1. Student's t test was used for analysis (p<0.05 was considered as significant). The he-modynamic parameters were stable in both groups. The total midazolam dose was sigificantly lower and emer-gence was more rapid in group Il. Either incremental bahis or infusion midazolam provides stable and sa-tisfactory anaesthesia maintenance. Because of lower midazolam dosage and more rapid emergence, the infusion method is more preferable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
Emre Korkut, Onur Gezgin, Hazal Özer, Raif Alan, Yağmur Şener
Araştırma makalesi
Özeti
Genel Anestezi Altında Yapılan Diş Tedavilerinin Çocukların Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
QualIty Of LIfe Effects In ChIldren UndergoIng Dental Treatment
under General AnesthesIa
Erken çocukluk çürüğü bulunan 0-72 ay aralığındaki çocuklarda,
dental işlemlerin uygulanması sırasında yaşa bağlı kooperasyon
bozukluğu, anksiyete gelişmesi, işlem seanslarının uzun olması
gibi sebeplerden dolayı genel anestezi yöntemi sıklıkla tercih
edilmektedir. Erken çocukluk çürüklerinin, çocuk hastaların ve
ailelerinin yaşam kalitelerini önemli düzeyde etkilediği bilinmektedir.
Yaşam kalitesi değerlendirmelerinde çocuklar ve ebeveynleri için
günümüze kadar birçok farklı anket geliştirilmiştir. Günümüzde 6
yaş altındaki çocuklar için Ebeveyn Algı Anketi ve Aile Etki Ölçeği
olmak üzere iki kısımdan oluşan Erken Çocukluk Çürüğü Ağız Sağlığı
Ölçeği kullanılmaktadır. Çalışmaya, Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Pedodonti Anabilim Dalında genel anestezi
altında dental tedavileri gerçekleştirilen 158 hasta ve ebeveynleri
dahil edildi. İşlem öncesi hastaların demografik bilgileri ve dmft
değerleri kaydedildi. İşlem öncesinde ve işlemi takip eden 2. ve 4.
haftalarda ebeveynlerden ilgili anketi doldurmaları istendi. Veriler
SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Etki boyutu
0.7’den büyükse, veride meydana gelen değişim büyük bir değişim
olarak kabul edildi. Verilerin değerlendirilmesi sonucu genel anestezi
altında yapılan tedaviler sonrasında tüm değerlerde istatistiksel
olarak anlamlı bir azalma gözlendi. Çocuğun oral semptomları ve
fonksiyonel durumuna ait bölümlerdeki azalmanın diğer bölümlere
kıyasla daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç olarak erken çocukluk
çürüğü gözlenen çocuklarda genel anestezi altında gerçekleştirilen
dental işlemlerin hastalar ve ailelerinin yaşam kalitelerini arttıracak
yönde etki ettiği görülmektedir.
In 0-72 months aging children with early childhood caries,
general anesthesia is often preferred due to the following reasons;
the non-cooperation based on age, anxiety development during the
dental procedures and long treatment sessions. It is known that early
childhood caries have a significant impact on the quality of life of
child patients’ and their families’. In the assessment of quality of life
scores, different questionnaires were developed for children and their
parents. Today, Parental Perception Questionnaire and Family Impact
Scale, which are composed of two parts including Early Childhood
Oral Health Impact Scale, is used for children under 6 years old
age. This study included 158 patients who received comprehensive
oral rehabilitation under general anesthesia in Necmettin Erbakan
University, Department of Pediatric Dentistry and their parents.
Demographic information and dmft values of the patients were
recorded before the procedure. Parents were asked to complete
the relevant questionnaire at the beginning of the procedure and
at the 2nd and 4th weeks following the procedure. The data were
statistically analyzed by the SPSS program. It was considered that
if the effect size was greater than 0.7, a major change occurring in
the data exchange. A statistically significant decrease in all values
was observed after the treatments performed under the general
anesthesia. The greatest reduction was found in the oral symptoms
and functional status of the child. In conclusion, dental procedures
performed under general anesthesia in children with early childhood
caries appear to have a positive impact on the quality of life of
patients and their families.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Propofol Enjeksiyon Ağrısının Önlenmesinde Sufentanilin Etkinliğinin Saptanması
Tuba Berra Erdem, Hale Borazan, Sema Tuncer, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Propofol Enjeksiyon Ağrısının Önlenmesinde Sufentanilin Etkinliğinin Saptanması
DetermInIng The Effect Of SufentanIl On Propofol InjectIon PaIn
Amaç: Propofol günübirlik anestezide indüksiyon ve sedasyon amaçlı oldukça sık kullanılan bir anesteziktir, enjeksiyon ağrısı problemiyle sıkça karşılaşılmaktadır. Propofol enjeksiyon ağrısını önlemede opioidler etkili bulunmuştur. Bu çalışmada selektif bir μ reseptör agonisti olan ve analjezik etkinliği fentanilin 5-10 katı kadar olan sufentanilin, propofol ağrısına etkisini gösteren bir çalışmaya literatürde rastlanamadığından bunun belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Genel anestezi altında elektif cerrahi geçirecek olan 60 hasta etik kurul onayını takiben rastgele iki gruba ayrılıp, propofol enjeksiyonundan önce ilk gruba 2ml serum fizyolojik , ikinci gruba 5μg (2ml) sufentanil verildi. Bu ajanlar, her hastaya el sırtından açılan 20 G kanülden intravenöz yolla 10-20 saniyede yapıldı. Daha sonra oda ısısındaki propofolden 5 ml verildi. Ağrı sözlü olarak dört puanlı skala ile, ağrı yok (0), hafif (1), orta (2), şiddetli (3), değerlendirildi. Bulgular: Demografik verilerde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Serum fizyolojik grubunda ağrı insidansı (%80), sufentanil (%46,7) grubundan yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p< 0,05). Sonuç: Propofol enjeksiyonu öncesinde yapılan 5μg sufentanilin enjeksiyon ağrısını azaltmaktadır. Bu nedenle sufentanilin propofol enjeksiyonu öncesi kullanımının faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Aim: Propofol is a frequently used anesthetic in outpatient anesthesia and pain is often experienced when propofol is injected. Opioids are effective in preventing the propofol pain injection. In this study it’s aimed to evaluate effectivity of sufentanil, a selective μ receptor agonist 5-10 times more effective analgesic than fentanyl, in propofol injection pain. Material and method: Sixty patients scheduled for elective surgery under general anesthesia were randomly allocated to one of two groups to receive either saline 2 ml or 5μg sufentanil before propofol was injected. Each patient was given one of these agents intavenous via 20 G cannula on the dorsum of the hand in 10-20 second. Then 5 ml propofol at room temperature was injected. Pain was assesed verbally and scored none (0), mild (1), moderate (2), severe (3). Results: There was no statistically difference in demographic datas between two groups. In saline group, the incidence of pain (% 80) was higher than in the flidsufentanil group (%46,7) the result was statistically significant (p< 0,05). Conclusion: Pretreatment with 5μg sufentanil was effective in reducing the propofol injection pain. So, we thought that sufentanil can be useful for preventing propofol injection pain.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
Hale Borazan, Elmas Kartal, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of A PatIent WIth MultIple SclerosIs
Amaç: Multiple skleroz (MS), beyin ve spinal kordon farklı bölümlerinin demyelinizasyonu ve epizodik nörolojik semptomlarla karakterize bir hastalıktır. Bu olguda, literatürler yardımıyla anestezik yöntemimizi anlatmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Nörojenik mesanesi olan ve mesane taşı için opere edilen primer progresif multiple sklerozlu 42 yaşındaki erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Cerrahi ya da genel anestezi gibi stres durumları hastalığı alevlendirebilmektedir. Bu olgunun anestezisinde uyguladığımız desşuran ve remifentanil kombinasyonunu MS’da güvenle kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Aim: Multiple sclerosis (MS), is characterized by demyelination of different parts of brain and spinal cord and episodic neurologic symptoms. In this case report we aimed to present a patient, and highlighting anesthetic management for these patients. Case Report: A 42 year old man who had neurogenic bladder with primer progressive multiple sclerosis undergoing bladder stone operation is discussed. Conclusion: Stress such as surgery or general anesthesia may be associated with an exacerbation of the disease. We thought that to carry out desflurane and remifentanil combination used safely in anesthetic management for MS.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transuretral Rezeksiyonda Kanama Ve Kanaaıa Üzerıne Etkili Faktörler
Mehmet Arslan, Celal Sönmez, Mehmet Kılınç, Recai Gürbüz, Kadir Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Transuretral Rezeksiyonda Kanama Ve Kanaaıa Üzerıne Etkili Faktörler
Factors Affectıng Bleedıng And Kanaaıa In Transuretral Resectıon
1984 - 1987 yılları arasında benign prostat hiperplazisi, rnesane boynu darlığı, prostat kanseri ve mesane tümörü teşhis edilen 57 hastaya transürethral rezeksiyon yapıldı. 45 hastaya genel, 12 hastaya spinal anestezi verildi. Bu hastalarda, genel - spinal anestezinin, çıkarılan doku miktarının, operasyon süresinin ve irrigasyon sıvısının kanama ile ilgisi araştırıldı. Operasyon süresinin kanama ile ilişkisi hem spinalde hem de genelde vardı. Çıkarılan doku miktarı ile kanama arasındaki ilişki çok önemli olarak bulundu. irrigasyon sıvısının kanama ile ilişkisi spinal anestezide önemli bulundu. Spinal anestezide kanama genel anesteziden daha az bulundu.
Transturethraltresection was carried ovt succesfully in the fifty-seven patient with benign prostatic hyperpiasie, bladder neck obstruction, cancer of the prostate and b7adcler betwen 1984 and 1987 spinal anesthesia wa2 giyen to eleyen patiens and general anesthesia forty-five patiens. T ype of anesthesia (spirıal and general), tissue size removed, operation time and irrigation fluid have been investigated cor;.e?ation with hemorraghie. There was correlation betwen operation time and hemor-raghie in both the spinal and general anesthesia. Correlation, between tissue size removed and hemorraghim was found ver} important in both. Correlati.on with hemorraghi.e of irrigation fluid was important in ()nin spinal anesthesie. The hemorraghie in the spinal anesthesia was much lessthan general anesthesia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Olgu Nedeniyle Negatif Basınçlı Akciğer Ödemi
İnci Kara, Jale Bengi Çelik, Seza Apilioğulları, Derya Kandemir
Olgu sunumu
Özeti
Bir Olgu Nedeniyle Negatif Basınçlı Akciğer Ödemi
NegatIve Pressure Pulmonary Edema
Üst hava yolu tıkanıklığı sonrası gelişen akciğer ödemi önceden tahmin edilemeyen nadir bir klinik durumdur. Bu çalışmada bir olgu nedeniyle negatif basınçlı akciğer ödeminde (NBAÖ) etyoloji, patofizyoloji, teşhis ve tedavi yöntemlerinin tartışılması amaçlandı. Genel anestezi altında jinekolojik cerrahi geçiren bir hastada, ekstübasyon sonrası oluşan laringospazmın çözülmesinin ardından NBAÖ gelişmiştir. NBAÖ’ de erken teşhis ve tedavi, mortalite ve morbiditeyi etkileyebilmektedir.
Pulmonary edema following the obstruction of an upper airway is an uncomman and unpredictable clinical situation. In this case report, it was aimed to discuss the ethiology, pathophsiology, diagnosis and treatment methods of negative pressure pulmonary edema (NPPE) that developed just after the resolution of laringopasm in the patient who underwent to gynecologic operation. Early diagnosis and treatment can affect the mortality and morbidity in NPPE.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Artrogripozis Multipleks Konjenita’lı Bir Olguda Anestezi Yönetimi
Uğur Göktaş, Hacı Yusuf Güneş, İsmail Katı, Lokman Soyoral, Hasan Hüsnü Yüce, Abdulmenap Güzel
Olgu sunumu
Özeti
Artrogripozis Multipleks Konjenita’lı Bir Olguda Anestezi Yönetimi
AnaesthesIa Management In A Case Of ArthrogryposIs MultIplex CongenIta
Artrogripozis Multipleks Konjenita eklemlerde kontraktürlerle karakterize konjenital bir hastalıktır. Bu hastaların eklemlerinde kontraktür nedeniyle sık olarak ortopedik girişimler geçirmesi gerekmektedir. Kısa boyun, mikrognati ve eklem kontraktürleri boyunda ve çene hareketlerinde kısıtlılığa yol açarak entübasyonda güçlüğe neden olabilir. Bu sunuda Artrogripozis Multipleks Konjenitalı bir olguda tekrarlayan operasyonlar nedeniyle anestezi yönetimi irdelendi.
Arthrogryposis Multiplex Congenita is a congenital disorder characterized by joint contractures. This is often due to contractures of joints in patients undergoing orthopedic procedures is required. Short neck, micrognathia and joint contractures, causing the neck and jaw movement limitations may cause difficulty in intubation. In this presentation anesthesia management in a case of Arthrogryposis multiplex congenita were evaluated because of recurrent operations
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rekürren Eosinofilik Sistitin Oluşturduğu Mesane Yassı Hücreli Metaplazisi
Talat Yurdakul, Mehmet Mesut Pişkin, Mustafa Cihat Avunduk
Olgu sunumu
Özeti
Rekürren Eosinofilik Sistitin Oluşturduğu Mesane Yassı Hücreli Metaplazisi
Squamous Cell MetaplasIa Of Bladder Induced By Recurrent EosInophIlIc CystItIs
Amaç: Nadir görülen bir patoloji olan mesanenin rekürren eozinofilik sistit olgusuna bağlı gelişen mesane yassı hücre metaplazisini sunmak. Olgu sunumu: Yirmi dört yaşında kadın olgu sık idrar yapma, supra pubik ağrı ve dizüri şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. idrar mikroskopisinde hematüri saptandı. idrar kültürü steril idi. Genel anestezi altında yapılan sistoskopide mesane trigonunda yerleşmiş ödemli, ülsere lezyon görüldü. Transüretral yolla lezyon rezeke edildi, patolojik değerlendirme ile eozinofilik sistit tanısı konuldu. Sonrasında antihistaminik ve antikolinerjik medikal tedaviye başlandı. Tedavi bitiminden iki ay sonra şikayetleri tekrarlayan hasta yapılan Sistoskopide farklı bir alanda lezyon izlendi. Lezyona transüretral rezeksiyon yapıldı. Biyopside epitelde yassı hücreli metaplazi ile birlikte eozinofilik hücre infiltrasyonu izlendi. Hastaya ek olarak steroid ve antihistaminik kombinasyon tedavisi başlandı. ilaçların kesilmesini takiben 6. ayında hasta semptomsuz izlenmektedir. Sonuç: Eozinofilik sistit rekürensleri medikal tedavi ile etkili bir şekilde kontrol altına alınabilir. Rekürren eozinofilik sistit, mesane mukazasında yassı hücreli metaplaziye yol açabilir.
Aim: To present a squamous cell metaplasia of bladder which is induced by a rarely seen pathology called recurrent eosinophilic cystitis. Case report: Twenty four years old female patient, admitted to our clinic with frequent urination, suprapubic pain and dysuria. Microscopic hematuria was found in urine analysis. We performed cystoscopy under general anestesia and an edematous, ulcerative lesion located at the trigone was found. The lesion was resected transuretrally. Pathology revealed eosinophilic cystisis. The patient began antihystaminics and aniticholinergics. The symptoms of the patient relapsed 2 months after medical treatment. This time the cystoscopy revealed a similiar lesion in a different area than the first one. The lesion was resected transurethrally. The biopsy revealed squamous cell metaplasia of epithelium and eosinophilic cell infiltration. Patient began steroid and antihistaminic combination postoperstively. The patients has been followed up to 6 months without any symptom. Result: Medical treatment is effective in the control of reccurencies of eosinophilic cystitits. Recurrent eosinophilic cystitis might cause squamous cell metaplasia in the bladder mucosa.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rokuronyum Enjeksiyon Ağrısını Önlemede Difenhidramin Kullanımı
Alper Kılıçaslan, Ahmet Topal, Atilla Erol, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Rokuronyum Enjeksiyon Ağrısını Önlemede Difenhidramin Kullanımı
The PreventIon Of PaIn From InjectIon Of RocuronIum By DIphenhydramIne
İntravenöz rokuronyum uygulaması sıklıkla enjeksiyon ağrısına yol açmaktadır. Bu çalışmada rokuronyum enjeksiyon ağrısını önlemede difenhidraminin etkisini araştırmayı amaçladık. ASA Ι- ΙΙ grubu, erişkin elektif genel anestezi planlanan 60 hasta rastgele olarak iki gruba ayrıldı. Grup S (n=30)’ye 2 ml serum fizyolojik, Grup D (n=30)’ye 2ml (20 mg) difenhidramin i.v enjeksiyonu 10 saniye sürede verilirken aynı anda tansiyon manşonu 30 saniye süre ile 70 mmHg basınçla şişirildi. Manşon indirildikten sonra 10 mg rokuronyum 10 saniyede i.v. yol ile uygulandı. Hastalardan ağrılarının şiddetini 4 puanlı ağrı skalası ile değerlendirmeleri istendi. Hiç ağrı olmayan ve hafif ağrı tanımlayan olgu sayıları bakımından gruplar arasında fark yok iken (p>0.05), orta ve şiddetli ağrı tanımlayan hastaların sayısı Grup S’de Grup D’ye göre anlamlı olarak yüksekti (р
Intravenous administration of rocuronium often leads to injection pain. We investigated the effect of diphenhydramine pretreatment, reducing the incidence of pain on rocuronium injection. This randomized study was carried out on ASA I-II, 60 adult patients for elective surgery under general anesthesia. Patients were divided into two groups, thirty patients in each. After tournique application on forearm and inflation to 70 mmHg, 2 ml saline, 2 ml (20 mg) diphenhydramine were given in Group S (n=30) and Group D (n=30) respectively. 30 seconds after the pretreatment, tournique was deflated and 10 mg rocuronium was injected over 10 seconds. The patients were asked immediately to assess pain with 4 point pain scale. No significant differences were noted in the number of patiens who had no pain and mild pain in group S and D (p>0.05). Number of patients who had moderate and severe pain was higher in Group S than Group D (p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Anestezisinde Ketamin-Tiyopental Ve Ketamin-Midazolam Kombinasyonlarının Karşılaştırılması
Selmin Ökesli, Alper Yosunkaya, Ateş Duman, Ali Borazan, Sema Tuncer, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Sezaryen Anestezisinde Ketamin-Tiyopental Ve Ketamin-Midazolam Kombinasyonlarının Karşılaştırılması
The ComparIson Of KetamIne-ThIopental And KetamIne-MIdazolam CombInatIons For Ceasarean SectIon AnaesthesIa
Sezaryen ameliyatlarında kullanılan genel anesteziklerin anne ile birlikte yenidoğanı da etkilemesi anestetik ajan seçimini daha da önemli kılar. Sadece ketamin kullanılan olgularda özellikle eksitatör fenomen (EF) gibi is tenmeyen etkiler yüksek oranda görülmektedir. Bu etkilerin, düşük dozlarda azaldığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, elektif sezaryen olgularında, indüksiyonda düşük doz ketamine tiyopental veya midazolam eklenerek, anneye ve yenidoğan APGAR skoru üzerine olan etkileri karşılaştırıldı. Elektif sezaryen operasyonu geçirecek ASA-I kla- sifikasyonuna giren 42 kadın hasta randomize olarak eşit iki gruba ayrıldı. Hastalara premedikasyon yapılmadı. İndüksiyonda; I.Gruba İV 1mg/kg ketamin+ 3 mg/kg tiyopental, II. Gruba İV 1mg/kg ketamin+0.2mg/kg mi dazolam uygulandı. Her iki gruba IV 1-1.5 mg/kg süksinil kolin verilerek entübasyon yapıldı. Bebek çıkana kadar hastalar %100O2 ile solutuldu. Doğumdan sonra idame; %50 02 +%50 N2 O+%1-1.5 ısofluran ve atrakuryum ile sağlandı. Operasyondan önce, indüksiyondan, cilt insizyonundan, bebek çıktıktan sonra kan basıncı ve kalp atım hızları kaydedildi. Yenidoğan APGAR skorları 1 ve 5. dakikalarda değerlendirildi. Operasyondan sonra an nede farkında olma ve ketamine ait yan etkiler araştırıldı. Bulgular student's t testi ile değerlendirildi. Hemodinamik parametreler açısından her iki grup arasında fark yoktu (P>0.05). I. Gruptan 2 hastada postoperatif EF gözlendi. 1. ve 5. dakikalarda kaydedilen APGAR skorlar karşılaştırıldığında gruplar arası fark tespit edilmedi (P>0.05). Se zaryen operasyonlarında kullanılan her iki yöntemin gerek annede meydana getirdiği yeterli derinlikte anestezide, gerekse yenidoğan APGAR skorları açısından birbirlerine herhangi bir üstünlüğünün olmadığı gözlendi. Fakat ke tamine midazolam ilavesinin, postoperatif ketaminin istenmeyen etkilerini azaltığı için daha uygun bir yöntem olacağı kanısına varıldı.
The choice of anaesthetics for ceasarean sections is important for both the nevvborn and the mother. Emergence phenomena (EP) is observed with clinical doses of ketamine that can be avoided with lower doses. Ketamine- thiopentone or ketamine-midazolam combinations were used for ceasarean section anaesthesia induction. Side effects and newborn APGAR scores were evaluated. After institutional approval and informed consent 42 women (ASA I) were randomly allocated to two groups . Group I (n=21) recieved induction doses of IV ketamine 1mg/ kg+thiopentone 3mg/kg, group II (n=21) recieved ketamine 1 mg/kg+midazolam 0.2mg/kg. Both groups were in- tubated with IV1-1.5mg/kg succinylcholine. The patients were ventilated with 100% 02 until the umblical cord was clamped. Anaesthesia was maintained with 50%02+50%N20, 1-1.5% isoflurane and atracurium. Heart rate, ar- terial pressures were recorded before the operation, induction, skin incision and perioperatively. The APGAR sco res were evaluated at the first and 5th minutes. The patients were intervieved 12 hours postoperatively for EP. The data was analysed with Student's t test. The two groups were hemodynamicaly comparable (p>0.05). EP was observed in 2 patients of group I. The APGAR scores were similar in both groups (p>0.05). Both anaesthetic combinations shovved similarity in APGAR scores and anaesthesia. Because of its fewer side effects ke- tamine+midazolam combination is more favourable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
Sadık Özmen, Lütfi Yavuz, Alper Yosunkaya, Alaaddin Dilsiz, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Pedıyatrik Anestezıde Intraosseoz Ketamın Uygulamasının Intravenoz Ye İntramuskuler Yol Ile Karsılastırılması
The ComparIson Of Intraosseous KetamIne WIth Intravenous And Intramuscular Routes In Pe-DIatrIc AnesthesIa
Bu çalışmada genel anestezi planlanan damar yolu bulamadtgunt: pediyatrik vakalarda, snit-elektrolit tedavisi ye anestezi indiiksiyonu icin int-raosseoz yolun etkinligini degerlendirmeyi amaçladık. 1-6 yac grubtindan 48 pasta 3 gruba ayrtldt. In-diiksiyonda; I. gruba intraosseoz (10) 2 mglkg ket-min; 11. gruba intrayeitoz (117) 2 mg/kg ketamin; grubs- ise intramuskiiler (iM ) 6 mg/kg ketamin uy-gadandt.. :Name; her iii' grupta da % 1.5 isoflurane ye N20 ile saglandi. indiiksiyonda ketaminin etki baclama siiresi, nistagmus baylama siiresi olarak kabul edilip kaydedildi. Operasyon suresince Kalp Awn Hut (K II). Sistolik Arter Basznct (SAB) ye Di-aStolik Arter Bastnct (DAB) degerleri tespit edildi. Operasyon saresince SAB, DAB ye KAH de-gerleri her iic grupta karplavirtldiginda, ara-larinda istatistiksel bir fark tespit edilmedi. Post-operatif herhangi bir komplikasyima rastlanilmadt. Sow olarak, genel anestezi alacak pediyatrik vakalarda damar yolu bulunamadtgt takdirde, gerek sivi-elektrolik tedayisi gerekse de anestezi in-diiksiyonu ye idamesi icin ketamin uygularken, 16 yolun gavenilir Ye alternatif bir yontem oldugu ka-ntsina vardik.
In our study; we tried to evaluate the int-raosseous route for water-electrolyte replacement and anesthetic induction with ketamine in children. 48 patients whose ages are between I and 6 years, were divided into three groups. 2 mg/kg ke-tamine intraosseous (10) in group 1; 2 mglkg ke-tamine intravenous (IV) in group II, and 6 mgike ke-tamine intramuscular (IM) in group II was used for induction. The maintenance of anesthesia in all three groups were administered with 1.5 % tsof lurane and N20. Nystagmus was considered as the begining time of induction for ketamine. During the operation the heard rate (HR), systolic arterial blood pressure (SABP) and diastolic arterial blood pressure (DABP) was recorded and the comp-lications of the intraosseous route were evaluated. When we have compaired the SABP, DABP and HR values of each group recorded during operation, it was found that there were no significant sta-tistically difference among them. As a conclusion; if the intravenous approach is impossible, the intraosseous route is a safe al-ternative for water-electrolyte replacement and in-duction with ketamine.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Esmolol Ve Lidokainin Propofol Enjeksiyon Ağrısı Üzerine Etkisinin Karşılaştırılması
Hale Borazan, Tuba Berra Erdem, Ruhiye Reisli, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Esmolol Ve Lidokainin Propofol Enjeksiyon Ağrısı Üzerine Etkisinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of The Effects Of Esmolol And LIdocaIne On Propofol InjectIon PaIn
Amaç: Propofol enjeksiyon ağrısı ile sıkça karşılaşılmaktadır. Propofol enjeksiyon ağrısını önlemek için en sık kullanılan ve en etkili ajan lidokaindir. Bu çalışmada propofol enjeksiyonu öncesinde verilen esmololün ağrı insidansını azaltmada lidokain kadar etkili olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Genel anestezi altında elektif cerrahi geçirecek olan 93 hasta rastgele üç gruba ayrılıp, propofol enjeksiyonundan önce ilk gruba 20 mg esmolol, ikinci gruba 20 mg lidokain ve son gruba 2 ml salin intravenöz olarak verildi. Daha sonra oda ısısındaki propofolden 2 mg/kg olacak şekilde her 4 saniyede 2 ml verildi. Ağrı sözlü olarak dört puanlı skala ile, ağrı yok (0), hafif (1), orta (2), şiddetli (3), olarak değerlendirildi. Bulgular: Demografik verilerde üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Kontrol grubunda ağrı insidansı (% 77,42) esmolol grubu (%32,26) ve lidokain grubundan (% 38,71) daha yüksekti ve sonuçlar istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Esmolol ve lidokain gruplarındaki ağrı insidansı benzerdi ve sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Sonuç: Propofol enjeksiyonu öncesinde yapılan esmololün enjeksiyon ağrısını lidokain kadar azalttığı sonucuna vardık. Ağrı üzerindeki bu olumlu etkisi nedeniyle, uygun hastalarda propofol enjeksiyonundan önce esmolol kullanımının faydalı olacağını düşünüyoruz.
Aim: Pain is often experienced when propofol is injected. Lidocaine is often used and most effective agent in preventing the propofol pain injection. In this study we aimed to assess if esmolol given before propofol is as effective as lidocaine in reducing the incidence of the pain. Material and method: Ninety three patients scheduled for elective surgery under general anesthesia were randomly allocated to three groups to receive either esmolol 20 mg, 0< or lidocaine 20 mg or saline 2ml intravenously before propofol was injected. Then 2 mg/kg propofol at room temperature was injected as 2 ml every 4 seconds. Pain was assessed verbally and scored as none (0), mild (1), moderate (2), severe (3). Results: There was no statistically difference in demographic datas between three groups. In the control group, the incidence of pain (% 77,42) was higher than in the esmolol group (% 32,26) and lidocaine group (% 38,71), and the results were statistically significant (p<0,05). The incidence of pain in the esmolol and lidocaine groups were similar and there was no statistically difference between these two groups (p>0,05). Conclusion: Pretreatment with esmololwas equally as effective as lidocaine in reducing the propofol injection pain. Because of this effect, we thought that esmolol can be used for preventing propofol injection pain in appropriate patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bulantı-Kusma Profilaksisinde Kullanılan Farklı Deksametazon Dozlarının Serum Kortizol Düzeyine Etkisi
Tuba Berra Erdem, Hüseyin İlksen Toprak, Mahmut Durmuş, Hale Borazan, Mehmet Özcan Ersoy
Araştırma makalesi
Özeti
Bulantı-Kusma Profilaksisinde Kullanılan Farklı Deksametazon Dozlarının Serum Kortizol Düzeyine Etkisi
The Effect Of DIfferent Dexamethasone Doses Used For ProphylaxIs AgaInst Nausea-VomItIng On Serum CortIsol Level
Amaç: Deksametazon postoperatif bulantı ve kusmanın önlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Steroid kullanımının en önemli yan etkisi adrenal supresyondur. Bu çalışmada 2, 4, 8 mg intravenöz tek doz olarak kullanılan deksametazonun postoperatif bulantı ve kusmayı önleme (POBK) ve serum kortizol seviyesine bakarak adrenal bez üzerine etkisini izlemek amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Genel anestezi altında total nazal rekonstrüksiyon planlanan 40 olgu çalışmaya alındı. Olgular randomize ve çift kör olarak 4 gruba ayrıldı. ‹ndüksiyondan hemen önce toplam 2 mL olacak şekilde, grup S’e intravenöz serum fizyolojik, grup D2’ye 2 mg deksametazon, grup D4’e 4 mg deksametazon, grup D8’e 8 mg deksametazon yapıldı. Olgulardan bazal değer için operasyondan bir gün önce preoperatif vizit sırasında (t0), indüksiyondan ve deksametazon enjeksiyonundan hemen önce (t1), indüksiyon sonrası 2. (t2), 6. (t3), 9. (t4), 12. (t5), 18. (t6), 24. (t7) ve 72. (t8) saatlerde serum kortizol düzeyleri için kan alındı. Bulgular: Demografik özellikler; anestezi ve cerrahi süreler açısından gruplar benzerdi. POBK açısından 4 mg ve 8 mg deksametazon, kontrol ve 2 mg’a göre daha etkili bulundu. Dört ve 8 mg verilen gruplarda serum kortizol düzeyinde yükselmeler görülmedi. 8 mg verilen grupta indüksiyonun 9.-24. saatleri arasında serum kortizol düzeyi belirgin baskılandı. Sonuç: Deksametazonun 4 ve 8 mglık dozları POBK profilaksisinde etkilidir. Ancak 8 mg, kortizol düzeylerinde baskılanmaya yol açtığı için 4 mg’lık dozun daha güvenilir olduğu kanısındayız.
Aim: Dexamethasone is used for prevention of postoperative nausea and vomiting (PONV). Most important side effect of steroid use is adrenal suppression. In this study we aimed to evaluate the effects of single dose of 2, 4, 8 mg dexamethasone on adrenal glands by measuring serum cortisol levels, and also in preventing postoperative nausea and vomiting. Material and Method: Forty patients scheduled for elective total nasal reconstruction under general anesthesia were included to the study. Patients were randomly divided into four groups. Immediately before the induction of anesthesia 2 ml intravenous serum physiologic to group S, 2 mg dexamethasone to group D2, 4 mg dexamethasone to group D4, 8 mg dexamethasone to group D8 were applied. Blood sampling was done from the patients at preoperative visit day (t0), preinduction and before dexamethasone injection (t1), after induction at 2. (t2), 6.(t3), 9. (t4),12. (t5),18.(t6), 24.(t7) and 72. (t8) hours for measurement of serum cortisol levels. Results: Demographic data, anesthetic and surgical times were similar in the groups. The 8 mg and 4 mg dexamethasone doses were found to be more effective than the control and D2 groups in prevention of PONV. In 4 and 8 mg groups no increase was observed in the cortisol levels. In 8 mg group there was significant suppression in cortisol levels between 9.and 24.hours of induction. Conclusion: Both 4 and 8 mg dexamethasone doses are effective for prevention of PONV. Because 8 mg dexamethasone causes suppression of serum cortisol levels, we think that the application of 4 mg dexamethasone is safer than 8 mg.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Hüsnü Alptekin
Araştırma makalesi
Özeti
Kasık Fıtığı Ameliyatlarında Lokal Anestezinin Yeri
Local AnesthesIa Usage At InguInal HernIa RepaIr
Amaç: Kasık fıtığı ameliyatlarının lokal anestezi altında yapılmasının olguların hastanede kalma süreleri, postoperatif ağrı skorları ve gelişen komplikasyonlar üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Ekim 2000-Aralık 2005 tarihlerinde tek taraşı kasık fıtığı nedeniyle lokal ve genel anestezi ile ameliyat edilen tek taraşı kasık fıtığı olan 193 hastada gerçekleştirilmiştir. Lokal anestezik madde olarak 0.5 cc/kg %1’lik prilokain solüsyonu kullanıldı. Genel anestezi için thiopentone sodium (6 mgr/kg), sucsinilycholine chloride (1 mgr/kg), atracurium besylate (0.4 mgr/kg), isoşurane kombinasyonu kullanıldı. Postoperatif dönemde analjezi, diklofenak sodyum (75 mgrx2/gün i.m.) kullanılarak sağlandı. Olgularda kullanılan anestezi yöntemi ile hastanede kalış süresi, postoperatif dönemde hissedilen ağrı, postoperatif komplikasyonlar ve hasta memnuniyeti arasındaki ilişki araştırıldı. Elde edilen sonuçlar karşılaştırıldı. Bulgular: 193 hastanın %81.87’si lokal anestezi, %18.13’ü genel anestezi altında ameliyat edildi. Lokal anestezi ile ameliyat edilen hastaların %69.7’si postoperatif birinci günde taburcu edilirken, genel anestezi ile ameliyat edilen hastaların ancak %20’si postoperatif ikinci günde taburcu edilebildi. Postoperatif 6. saatteki ağrı skoru ortalaması lokal anestezi ile ameliyat edilen hasta grubunda 2.82±0.93 iken, bu skor genel anestezi ile ameliyat edilen grupta 6.62±1.57 olarak bulundu (p<0.05). Genel anestezi ile ameliyat edilen grupta, postoperatif dönemde üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonlar daha sık görüldü. Sonuç: Kasık fıtığı onarımlarının, kolaylıkla uygulanabilen lokal anestezi altında yapılması; hastanede kalış süresini kısaltmakta, postoperatif dönemde daha az ağrı hissedilmesini sağlamakta ve üriner retansiyon ve bulantı gibi komplikasyonları azaltmaktadır.
Aim: We aimed to investigate probable effects of inguinal hernia repairing under local anesthesia on duration of hospital stay, postoperative complications and pain. Material and Method: This prospective study was conducted between October 2000 and December 2005. In 193 patients with unilateral inguinal hernia. Prilocain 1% solution was used as local anesthetic maretial. Thiopentone sodium (6 mg/kg), sucsinilycholine chloride (1 mg/kg), atracurium besylate (0.4 mg/kg), isoflurane olumcombination was used for general anesthesia. Analgesia was obtained with diclofenac sodium (75 mg x 2 per day) in postoperative period. The length of hospital stay, postoperative pain, postoperative complications, satisfaction were recorded and relation between used anesthesia method was investigated. The results obtained were compared. Results: A total 193 patients were operated under general or local anesthesia (respectively 18.13%-81.87%). Sixty-nine point seven percent of patients were discharged postoperative first day in operated under local anesthesia group but only 20% of patients were discharged postoperative second day in operated under general anesthesia group. Postoperative pain scores at sixth hour was 2.82±0.93 in local anesthesia group and 6.62±1.57 in general anesthesia group (p<0.05). In the group oparetod under general anesthesia, the postoperative complicaties such as urinery retantion and nausea were recorded more often. Conclusion: Inguinal hernia repairment under local anesthesia is suitable with less length of hospital stay, reduced postoperative pain scor and less complications such as urinary retantion and nausea.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Cemile Öztin Öğün, Ateş Duman, Esma Nur Kırgız, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Lomber Ve Torakal Epidural Anestezi-Analjezi Deneyimlerimiz
Our ExperIences On ThoracIc And Lumbar EpIdural AnesthesIa In ChIldren
Bu çalışmada, okul çağı çocuklarında sedasyon altında gerçekleştirilen lomber ve torakal epidural uygulamaları sunuldu. Torakal epidural kateterler elektif torakotomi operasyonlarından önce yerleştirilip genel anestezi ile kom bine edildiler. Lomber epidural kateterler genel anestezi kontrendikasyonu mevcut olan, acil ortopedik vakalara yerleştirilip sedasyon ile kombine edildiler.
İn this study; lumbar and thoracic epidural applications under sedation in school age children were presented. Thoracic epidural catheters were inserted before elective thoracotomies and were combined with general anes thesia. Lumbar epidural catheters were inserted in the emergency orthopedic cases that had contraindication for general anesthesia and were combined with sedation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
Sinan Kızılkaya, Aybars Tavlan, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Sema Tuncer
Araştırma makalesi
Özeti
Elektif Sezaryende Kullanılan Anestezi Yönteminin Ağrı Anksiyete Ve Hasta Memnuniyeti Üzerine Etkisi
The Effect Of AnaesthetIc Method Used In The ElectIve Cesarean SectIon On PaIn, AnxIety And PatIent SatIsfactIon
Amaç:Çalışmada, primer olarak elektif sezaryen operasyonlarında seçilen anestezi yönteminin anksiyete, hasta memnuniyeti ve ağrı düzeyine etkisinin araştırılması sekonder olarak da hizmet kalitesi hakkında bilgi edinmek amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışma; Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda, Haziran 2017-Ağustos 2017 tarihleri arasında, Genel Anestezi (GA) veya Spinal Anestezi (SA) ile elektif sezaryen planlanan 18-45 yaş arasında 160 gönüllüde prospektifanket uygulaması şeklinde gerçekleştirildi. Hastaların yaşı, yaşadığı yer, eğitim düzeyi, çocuk sayısı gibi demografik verileri ve sezaryen deneyimleri kaydedildi. Preoperatif ve postoperatif dönemde anksiyete düzeyleri DurumlulukAnksiyete Ölçeği (STAI-D) anketi ile, ağrı düzeyleri postoperatif6 ve 24. saatteVizüel Analog Skala(VAS) skorları ile, memnuniyet düzeyleri ise postoperatif 24. saatte Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (Quality of Recovery: QoR 40 T) anketi ile değerlendirildi.
Bulgular:Hastaların preoperatif ve postoperatif dönemdeki anksiyete skorları ile demografik verileri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Daha önce sezaryen deneyimi olan hastaların preoperatifanksiyete düzeyi daha düşüktü (p<0,05). GA ve SA gruplarındaki STAI-D skorları ve anksiyetesi olan hasta sayıları benzerdi (p>0,05).Her iki grupta dapostoperatifanksiyete düzeyleri preoperatif döneme göre anlamlı derecede düşüktü (p<0,05). SA uygulanan grubun 6. ve 24. saat VAS değerleri, GA uygulanan gruba göre anlamlı derecede yüksekti(p<0,05). SA uygulanan grubun 24. saat VAS değerleri 6. saat VAS değerlerinden yüksekti (p<0,05). GA uygulanan grupta ise 24. saat VAS değerleri 6. Saat VAS değerlerinden düşüktü (p<0,05). Postoperatif dönemde genel anestezi ve spinal anestezideki memnuniyet düzeyleri benzerdi (p>0,05). Baş ağrısı şikayetiSA grubunda, boğaz ağrısı şikayeti GA grubunda yüksekti(p<0,05). Anksiyete düzeyi, VAS değerleri ve memnuniyet düzeyi arasında korelasyon yok iken (p>0,05), her iki grupta da VAS değerleri ile memnuniyet anketinin alt grubu olan ağrı parametrelerinde ise negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0,05).
Sonuç:Elektif sezaryen operasyonlarında tercih edilen anestezi yönteminin anksiyete ve memnuniyet üzerine etkisinin olmadığı ve postoperatif ağrı algoritmamızın gözden geçirilerek etkin analjezi sağlanmasıyla hasta memnuniyet düzeyi ve hizmet kalitesinin artırılacağı kanısına varıldı.
Aim: The aim of this study was to primarily investigate the effects of selected anesthesia method on anxiety, patient satisfaction and pain level in elective caesarean section, and secondarily obtain information about quality of service.
Materials and Methods: The study was carried out as a prospective questionnaire in the Department of Anaesthesiology and Reanimation the Meram Medical Faculty Hospital of Necmettin Erbakan University between June 2017 and August 2017, on 160 volunteers aged between 18 and 45 years for whom elective cesarean section under General Anesthesia (GA) or Spinal Anesthesia (SA) was planned. Demographic data of the patients such as age, place of residence, education level, number of children, and cesarean experiences were recorded. In the preoperative and postoperative period, anxiety levels were measured by State-Trait Anxiety Inventory (STAI-D), pain levels were measured by Visual Analog Scale (VAS) scores and satisfaction levels were evaluated at postoperative 6th and 24th hours by (Quality of Recovery: QoR 40 T) questionnaire.
Results: There was no statistically significant difference between the patients' preoperative and postoperative anxiety scores and demographic data (p> 0.05). Patients with previous cesarean experience had lower preoperative anxiety levels (p <0.05). The STAI-D scores and the numbers of patients with anxiety in the GA and SA groups were similar (p> 0.05).Postoperative anxiety levels were significantly lower in both groups than in the preoperative period (p <0.05). VAS values of the SA group at the 6th and 24th hours were significantly higher than the group treated with GA.(p<0.05). The 24th hour VAS values of the SA group were higher than the VAS values at the 6th hour (p <0.05). In the GA group, VAS values at 24th hour were lower than the VAS values at 6th hour (p <0.05). The satisfaction levels of general anesthesia and spinal anesthesia were similar in the postoperative period (p> 0.05). Complaint of headache was high in SA group while complaint of sore throat was high in GA group(p<0.05). While there was no correlation between anxiety level, VAS values and satisfaction level (p> 0.05), there was a negative correlation between VAS values and pain parameters, which are the subgroup of satisfaction questionnaire, in both groups (p <0.05).
Conclusion: It is concluded that the preferred anesthesia method in elective cesarean section has no effect on anxiety and satisfaction, and the patient satisfaction level and service quality will be improved by providing effective analgesia by reviewing our postoperative pain algorithm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hasta Kontrollü Analjeziye Ondansetron Veya Metoklopramid Eklenmesi
Remziye Gül, Nurettin Lüleci, Tuna Erniçler, Cüneyt Aksakal, Ahmet Tutan
Araştırma makalesi
Özeti
Hasta Kontrollü Analjeziye Ondansetron Veya Metoklopramid Eklenmesi
AddItIon Of Ondansetron Ot RnetoclopramIde To PatIent Controlled AnalgesIa
Bu çalışmada genel anestezi altında jinekolojik ameliyat veya laparoskopi yapılmış 60 kadın hasta rastgele 20şerlik üç gruba ayrılarak kendilerine ya sadece meperidin (plasebo)J veya meperidin + antlemetik kombinasyonu (1. ve Il. gruplar) ile hasta kontrollu analjezi uygulanmış, antiemetik olarak I. grupta ondansetron, Il. grupta metoklopramid kul-lanılmıştır. Meperidinin bolus dozları 20 mg, on-dansetron ve nıetoklopramidinkiler ise sırasıyla 0,5 ve 2,7 mg ve "lockout" 5 dakika olmak üzere ayar-lanmıştır_ Ameliyatta] sonraki ilk 24 saat zaıfinda kullanılmış olan otıdansetron dozlarmın 2,9 ± 0,9 mg ve nıetoklopramid dozlarının 14,5 ± 4,3 mg okhığu izlenmiştir (ortalama ve standart sapma). Antiemetik gruplarında hulantıdan şikayet eden hasta sayısının önemli derecede daha az olduğu (ondansetron grubtıncla P <0,01 ; metoklopramid grubunda p<0.05 plasebo ile karıştırma) sap-tannuştır. Hastalarda yan etkiler izlenmemiştir. Has-taların ifadelerine göre, hasta kontrollü analjezi ile antiemetiklerin kombinasyon U halinde daha mükemmel bir analjezi sağlanabildiği kanısma vaı-ilmıştir.
In this study, 60 women who had undergone gynecologic operations or laparo~ies ımder ge-neral anaesthesia allocated randonly into three groups (which had 20 patients each) ta receive patient-controlled analgesia with either meperidine combined 141th antiemetics (in group one with on-dansetron and group two with metoclopramide) m-meperidine alone (group 3-placebo). Bolus doses of meperidine 20 mg, and ondansetron 0,5 nig or me-toclopramide 2,7 mg ?vere used with a lockout time of 5 min. During the first 24 h after surgery the mean (range) dose of ondansetron in the on-dansetron group was 2,9 ± 0,9 nıg and me-toclopramide in the metoclopramide group 14,5 ± 4,3 mg. Signıficantly ftwer patients in ondansetron and mewclopramide groups had nausea (P<0,01 and 0,05 respectively). Side effects were not ob-served in any patient. Significantly More patient had the opinion that patient controlled analgesia had provided excellent analgesia when antiemetics were used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
Aybars Tavlan, Mehmet Erkan Üstün, Alper Yosunkaya, Ahmet ak, Aysel Kıyıcı, Handan Kozan Bardakçı, Funda Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
The RelatIonshIp Of DexmedetomIdIne WIth BIochemIcal Parameters And Intraparenchymal Pressure
Deksmedetomidinin intraparankimal basıncı düşürme mekanizmasına ışık tutabilmek için, tavşanlarda geçici global serebral iskemi modelinde kan ve beyin omurilik sıvısında vazokonstriktör olan Endotelin-1 (ET-1) ve vazodilatör olan Prostaglandin I2 (PGI2), düzeyleri üzerine 80 ve 320 µg kg-1 farklı iki dozunun etkisi araştırıldı. Bu çalışma, Haziran 2005-Ocak 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Merkezi’nde etik komite onayıyla yapıldı. Tavşanlar rastgele biçimde her grupta 6 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı: Grup 1’de kraniotomi uygulandı ve iskemi oluşturulmadı. Grup 2’de sadece iskemi-reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyon sırasında Grup 3’de 80 µg kg-1, Grup 4’de 320 µg kg-1 deksmedetomidin intravenöz olarak verildi. Grup 2, 3, 4’deki tavşanlara kraniotomi ve servikal boyun diseksiyonu sonrası, bilateral karotis arterlere klemp konarak bir saat boyunca iskemi ve daha sonrasında klempler açılarak bir saat süresince reperfüzyon uygulandı. İntraparankimal basınç değerleri ise kraniyotomi ve iskemi-reperfüzyon sonrası kaydedildi. Tavşanlardan ET-1 ve PG I2 düzeylerini tesbit etmek için Grup 1’de kraniyotomi sonrası, Grup 2, 3 ve 4’de ise reperfüzyon sonrası kan ve beyin omurilik sıvısı (BOS) örnekleri alındı. Reperfüzyon sonrası intraparankimal basınç Grup 2 ve 4’de, Grup 1’e göre anlamlı olarak yükseldi (p0.05). ET-1 seviyeleri hem kan hem de BOS da, iskemi ve reperfüzyon uygulanan fakat tedavi uygulamadığımız grupta (Grup 2) arttı. Düşük doz deksmedetomidine uygulanan grupta (Grup III) ise sham grubuna benzerdi (p>0.05). PGI2 seviyeleri ise, düşük doz dexmedetomidin uygulanan grupta sadece BOS’ da anlamlı olarak düşük bulundu (p
Introduction: In this study, in order to shed light on the intraparenchymal pressure reduction mechanism of dexmedetomidine, the effect of two different doses of 80 and 320 µg kg-1 on the levels of vasoconstrictor Endothelin-1(ET-1) and vasodilator prostaglandin I2 (PGI2) in blood and cerebrospinal fluid (CSF) in transient global cerebral ischemia model in rabbits was examined. This study was conducted in the Selcuk University Experimental Medicine Research Center between June 2005 and January 2006 and approved by an ethical committee. All rabbits were randomly divided into four groups; six rabbits in each group. In Group 1, a craniotomy was performed and the ischemia was not created. In Group 2, only an ischemia-reperfusion was performed. During reperfusion, 80 µg kg-1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 3, and 320 µg kg -1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 4. After the application of craniotomy and cervical neck dissection of the rabbits in Groups 2, 3 and 4, the bilateral carotid arteries were clamped and an ischemia was performed for one hour. Then, the clamps were removed and reperfusion was performed for one hour. In addition, ıntraparenchymal pressure were recorded after craniotomy and reperfusion. Blood and CSF samples were collected from rabbits after craniotomy in Group 1 and reperfusion in Groups 2,3 and 4 to determine levels of ET-1 and PGI2. Intraparenchymal pressure values after the reperfusion in Group II and IV were significantly higher than Group I( p< 0.05), but any significant increase in Group III (p>0.05). ET-1 levels of both blood and CSF were increased in the group performed ischemia and reperfusion and no treatment (Group II) and the group administered low dose dexmedetomidine (Group III) were similar with the sham group (p>0.05). However, PGI2 levels of CSF were significantly decreased in the group administered low dose dexmedetomidine (p< 0.05). Dexmedetomidine can reduce the intraparenchymal pressure by reducing the level of ET-1 in the transient global cerebral ischemia model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
Ahmet Topal, Aybars Tavlan, Atilla Erol, Mehmet Selçuk Uluer, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Dev Karaciğer Hemanjiomunda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of GIant LIver HemangIom
Amaç: Dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan bir olguda, anestezi yönetiminin tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Karında kitle nedeniyle takip edilen ve dev karaciğer hemanjiomu tanısı alan, 66 yaşındaki erkek olguya 5.5 saat süren kitle eksizyonu cerrahisi uygulandı. Postoperatif genel cerrahi servisinde 5 gün takip edilen olgu problemsiz olarak taburcu edildi. Sonuç: Dev karaciğer hemanjiomlarının anestezi yönetiminde; hastanın operasyon öncesi detaylı değerlendirilmesi ve operasyon sırasında ani gelişebilecek hipotansiyona karşı yeterli hazırlığın yapılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz.
Aim: We aimed to present the anesthetic management of a case with giant liver hemangioma. Case Report: An 66 years old man with abdominal mass was diagnosed with giant liver hemangioma. Mass excision surgery continued 5.5 hours. The patient was discharged home 5 days later without any problem from department of general surgery. Conclusion: The patients should be evaluated detailed preoperatively and proper preparations must be planned to prevent intraoperative hypotention.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Doz Morfin Hidroklorünün Rat Böbrekleri Üzerindeki Histolojik Etkisi * *
Ahmet Öztürk, Ahmet Salbacak, İlhami Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Düşük Doz Morfin Hidroklorünün Rat Böbrekleri Üzerindeki Histolojik Etkisi * *
HIstologIcal Influences Of Low-Dose-Morphlne Hydrochlorur On Rat KIdneys
Bu çalışmada, düşük doz morfin hidroklorür'ün rat böbreği üzerindeki etkileri ışık mikroskobik seviyede belirlendi. Çalışmada 15'i erkek ve 15'i dişi olmak üzere 30 adet Sprague Davvley ırkı rat kullanıldı. Her iki cinsten 5'er adedi kontrol grubu, 10'ar adedi ise deney grubu olarak ayrıldı. Kontrol grubu hayvanlara günaşırı derialtı yoluyla serum fizyolojik (5mg/kg dozunda), deney grubu hayvanlara ise 5 mg/kg dozunda morfin hidroklorür verildi. Deney sonunda hayvanlar genel anestezi altında tamponlu formolle (pH=7.4) perfüze edildi ve böbrekler çıkarılarak morfometrik ölçümleri (en, boy, kalınlık) yapıldı. Takiben, böbrek dokusu örneklerinden rutin histolojik tekniklerle preparatlar hazırlanarak 7pm kalınlığında kesitler alındı ve boyandı. Preparatlar ışık mikroskobuyla incelendi. Yapılan incelemelerde, düşük dozda verilen morfin hidroklorürün glomerüler yıkımlanma, proksimal ve distal tubuluslarda epitel nekrozu ve deskuamasyonuna, damarlarda hiperemi ve hemorajilere neden olduğu tespit edildi. Tespit edilen bozuklukların, böbrek tubulus epitel hücrelerinde detoksifikasyon enzimlerine sahip olmayan ratlara özgü olabileceği ve metabolizması insana yakın olan bir türde benzer bir çalışmanın yapılmasının yararlı olacağı sonucuna varıldı.
İn this study the effects of low-dose morphine hydrochlorur on rat kidney vvere determined at light microscopical level. A total of 30 Sprague Davvley rats from both sexes (15 male and 15 female) vvere used. Five rats from both sexes vvere served as Controls, vvhereas 10 rats from each sex vvere used as experimental group. Control animals vvere injected subcutaneously vvith physiological şaline (5mg/kg), the animals of experimental group vvere given morphine hydrochlorur at a dose of 5 mg/kg in every other day. At the end of the experiment, the animals vvere perfused vvith buffered formaline (pH=7.4) under anaesthesia, and kidneys vvere extirpated, and morphometrical measurements (thickness, height, length) vvere taken. Follovving, kidney samples vvere processed by means of routine histological techniques and the sections vvere taken at 7pm thickness, and stained. Slides vvere then examined using light microscope. The investigations have revealed that the low-dose-morphine hydrochlorur caused to glomerular destruction, epithelial necrosis and desquamation in both proximal and distal tubuli, vascular hyperemia and hemorrhagies. Based on the findings, it was concluded that the results of this study might be specific to the rat kidney vvhich is devoid of detoxification enzymes in tubuler epithelial cells and a study should be performed on an animal having similar metabolism with human.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Ali Bal
Olgu sunumu
Özeti
Lokal Anestezi İle İnkarsere Skrotal Dev İnguinal Herni Onarımı
Local AnesthesIa WIth GIant Incarcerated Scrotal InguInal HernIa RepaIr
İnguinal herni operasyonları, genel cerrahi kliniklerinde sıkça uygulanan operasyonlardandır. Bu operasyonlar genel anestezi dışında spinal anestezi, epidural anestezi ve lokal anestezi gibi yöntemlerle de uygulanabilmektedir. Özellikle yaşlı, komorbiditesi ve ciddi anestezi riski olan hastalarda lokal anestezi ile fıtık onarımı başarıyla uygulanabilir. Literatürde lokal anestezi ile yapılan fıtık onarımlarının sonuçlarının genel anestezi ile yapılan onarımlardan farklı olmadığı bir çok çalışmada vurgulanmıştır. Bu sunumda redükte edilemeyen inguinal herni beraberinde hipertansiyon, diyabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği gibi komorbid hastalıkları olan 87 yaşında erkek hastaya acil şartlarda lokal anestezi altında yapılan fıtık onarımı tartışılmıştır. Lokal anestezi ile inguinal herni onarımı literatürde tüm yönleriyle değerlendirilmiş olmasına karşın inkarsere inguinal hernilerin lokal anestezi ile onarımı hakkında bilgi oldukça kısıtlıdır. Sonuç olarak strangülasyon riski düşük olan sıkışmış fıtıkların cerrahi tedavisinin lokal anestezi ile özellikle yaşlı ve komorbid hastalarda başarıyla uygulanabileceğini düşünüyoruz. Ancak lokal anestezi ve genel anestezi altında yapılan acil fıtık operasyonları arasında karşılaştırmalı bir çalışma yapılmasının bu konuda öneri yapabilmek adına faydalı olacağı kanısındayız.
Inguinal hernia operations are frequently performed at general surgery clinics. These procedures can be performed not only under general anesthesia but also with methods like spinal anesthesia, epidural anesthesia, and local anesthesia. Inguinal reparations can be successfully performed with local anesthesia especially on older patients, those with comorbidity and significant risk of anesthesia. An ample amount of studies in literature underline the fact that the results of hernia reparations performed under local anesthesia are no different than the results of hernia reparations done under general anesthesia. This report discusses the case of an 87-yearold male patient with comordid diseases like hypertension, diabetes mellitus, congestive heart failure, and chronic kidney failure as well as irreducible inguinal hernia who had to undergo emergency hernia reparation under local anesthesia. Although inguinal hernia reparation under local anesthesia has been comprehensively evaluated in literature, there is very limited information on the reparation of incarcerated inguinal hernias under local anesthesia. Consequently, we think that it is possible to use local anesthesia successfully to surgically treat incarcerated hernias with low risk of strangulation especially on senior and comorbid patients. However, we also believe that it would be of utmost significance to conduct a comparative study between emergency hernia operations performed under local anesthesia and general anesthesia in order to be able to recommend a safer solution on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın İçi Basınç Artışı İle Alt Ekstremite Transkutan Oksijen Saturasyonu Arasındaki İlişki
Mikdat Bozer, Şükrü Aydın Düzgün, Ali Coşkun, Ali Uzunköy, Ömer Faruk Akıncı, Bahattin Canbeyli
Araştırma makalesi
Özeti
Karın İçi Basınç Artışı İle Alt Ekstremite Transkutan Oksijen Saturasyonu Arasındaki İlişki
The RelatIonshIp Betvveen IncreasIng Of IntraabdomInal Pressure And Transcutenous Oxygen SaturatIon Of Lower ExtremIty.
Karın içi basınç artışı ile V. Cava inferior(VCI)'un baskı lan ması sonucu venöz dönüş azalır. Bu hemodinamik değişimden vücudun alt yarısının, özellikle alt ekstremite mikrosirkülasyonunun fazla etkilenmesi ve bu bölgede oksijen saturasyonunun etkilenmesi beklenir. Pulse oksimetre ile ölçülen alt ekstremite transkutan oksijen saturasyonu(Tc-Sa02 ) ile karın içi basınç artışı arasında bir ilişki olup olmadığını, bu ilişkinin artmış karın içi basıncının bir göstergesi olup olmadığını araştırdık. Bu deneysel çalışmada ortalama ağırlıkları 14.2 kg olan 5 adet köpek endotrakeal entubasyonlu genel anestezi altında Veres iğnesi ile intraabdominal mesafeye girilerek her denekte 0-50 mmHg arasında değişen 6 farklı basınç düzeyinde 3 değişik sürede beklendi ve bu sırada alt ekstremite transkutan oksijen saturasyon değerleri kaydedildi. Bulunan değerler "bivariate correlation" bağıntı analiz yöntemiyle değerlendirildi. Karın içi basınç arttıkça ve yüksek basınçta kalma süresi arttıkça alt ekstremite Tc-SAO2 değerinde azalma anlamlı düzeylerde idi (p=0.001, r=0.97). Sonuç olarak alt ekstremite Tc-SaO2 değerleri karın içi basınç artışının bir göstergesi olarak monitörizasyonda kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Pratik kullanıma girmesi için ilave klinik ve deneysel çalışmalara gerek vardır.
Increased intraabdominal pressure decreases the venous return due to compression of vena cava inferior. Lower part of body is supposed to be affected mostly from this hemodynamic changes, especially microcirculation and aftervvard oxygen saturation in lower extremities. We investigated the relationship betvveen intraabdominal pressure and oxygen saturation of lovver extremity measured by pulse oxymetry and vvhether oxygen saturation of leg is an indicator for intraabdominal pressure. VVe employed on 5 dogs vveighing mean 14.2 kg. Under general anaesthesia, pneumoperitoneum was established via Veres cannula and normal air insufflation at 6 different pressure levels ranging 0-50 mmHg and 3 different time intervals. Measured lovver extremity oxygen saturations vvere analysed by bivariate correlation. İntraabdominal pressure shovved a significant negative correlation with lovver extremity oxygen saturation(p=0.001, r=0.97). As a conclusion, lovver extremity oxygen saturation seems tobea reliable indicator for increased intraabdominal pressure. Further clinical and experimental studies are necessary in this subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postoperatif Bulantı Ve Kusmaların Önlenmesinde Droperidol, Metoclopramide Ve Dramamine'in Etkılerının Karşılaştırılması
A. Feyza Ünal, A. Erkan Ünal, Sadık Özmen, Sema Tuncer, Selmin Ökesli
Araştırma makalesi
Özeti
Postoperatif Bulantı Ve Kusmaların Önlenmesinde Droperidol, Metoclopramide Ve Dramamine'in Etkılerının Karşılaştırılması
PostoperatIve PreventIon Of Nausea And VomItIng: A ComperatIve Study Of DroperIdol, MemelopranzIde And DramamIne
Çeşitli nedenlerle genel anestezi altında ameliyat edilen 100 ardışık hastaya, postoperatif bulantı ve kusmaya karşı, rastgele çift-kör sistemle: 1.25 mg. Droperidol, 10 mg. Metoclopramide, 100 mg. Dra-mamine ve serwnfizyolojik; anestezi bitiminden 5 dakika önce intravenöz olarak verildi. Hastalar postoperatif ilk 24 saatte bulantı ve kusma yönünden gözlendiler. Droperidol verilen hastaların bulantı ve kusma yüzdesi serum fizyolojik Yerilenlerle karşılaştırılınca(%6.6 ), ileri derecede bir azalma olduğu gözlendi (p< 0.01). Metoelopramide,Dranzamine ve serwrzfi4.7ololik verilen havalarda ise bulantı ve kusma insidanslan birbirine benzemekteydi( p> 0.05). Burada çıkan sonuca göre: genel anestezi sonrası görülen postoperatif bulantı ve kusmalann önlenmesi ve tedavisinde Droperidol'un etkili bir drog olduğu, Metoclopranzide ve Drarnamine'in ise aynı eskiye sahip olmadığı anlaşıldı.
A hundred consecutive patients undergoing various surgery ender general anesthesia were giyen 1.25 mg. Droperidol, 10 ıng. Metoclopramide , 100 mg. Dra-mamine or a sahne placebo intravenously in a doubly - blind random fashion 5 minutes before the end of anesthesia to prevent postoperatiw nausea and vomiting during the first 24 hours postoperativei y. Significantly (p< 0.01 ), fewer of patients giyen droperidol were nauseated and vomited (6.6 %) in comparison with patient giyen saline (incidence of nausea and vomiting was 46 %).1ncidences of nausea and vomiting were sirnilar in patients giyen Metocloprarnide,Dramamine or h is concluded that Droperidol is effectiye in the prevetion and treatment of postoperative nausea and vomiting after general anesthesia but that Metoclopramide or Dramaınine are not.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vekuronyum'un Kardiyovasküler Sıstem Üzerıne Ve Serum Potasyum Düzeyıne Etkılerı
Selmin Ökesli, Şeref Otelcioğlu, Nedim Gökçeler, Sadık Özmen, A. Feyza Ünal
Araştırma makalesi
Özeti
Vekuronyum'un Kardiyovasküler Sıstem Üzerıne Ve Serum Potasyum Düzeyıne Etkılerı
The Effects Of VecuronIum On CardIovascular System And Serum P O TassIum Levels
ASA-1 Grubuna giren 30 olguya 10 mg diazepam ve 12 mg atropin (İNI) ile premedikasyon yapıldı. Dolantin+tiopental sodyum + %50 IV20 + %5002 ile genel anestezi uygulandı. Kas gevşeticisi olarak 0.1 mg/kg vekuronyum (IV) kullanıldı. Bu esnada vekuronyumun kalp atım hızına, kan basıncına ve serum potasyum düzeyine etkileri ile EKG'deki değişiklikler saptandı. Vekuronyum uygulanması sonucu kan basıncında önemli bir değişiklik olmadı. Kalp atım hızında da vekuronyum sonrası 2. ve 5. dakikalarda önemli bir değişiklik olmazken operasyonun başlamasından sonra saptanan bradikardi istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). EKG kayıtlarında ise bradikardi ile birlikte QRS ve QT sürelerinde uzama görüldü. Vekuronyum verilişinden 5 dakika sonra alınan kan örneklerinde serum potasyum düzeyi anlamlı şekilde düşük bulundu (p<0.01). Bu bulgularla vekuronyumun kardiyovasküler sistem üzerinde istenmeyen etkilerinin olmadığı sonucuna varlıdı
Thirty patients in ASA-1 group were premedicated with diazepam (10 mg) and atropine (112 mg) and anesthetized with Dolantin, thiopentone sodium, 50% N20, 50% 02 . Vecuronium (0.1 mgfkg) was applied intravenously as muscle relaxant. The effects of vecuronium on heart rale, blood pressure, serum potassium levels and elecirocardiographic changes were evaluated. Blood pressure was not changed and there were not significant changes in heart rate at 2 nd and 5th minutes but the bradycardia following initiation of the surgical intervention was statistically significant (p<0.05). Prolongation of QRS and QT intervals observed in ECG as well as bradycardia. Serum potassium levels were decreased significantly in blood sarnples obtaincd 5 minutes after administration of vecuronium (p<0.01). With regard to our findings, we concluded that vecuronium has no side effects on cardiovascular system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta