Solid Meme Kitlelerinde Ultrasonografi: Benign Mi, Malign Mi?
Seda Özbek, Ali Sami Kıvrak, Alaaddin Nayman, Hasan Erdoğan, Mesut Sivri
Derleme
Özeti
Solid Meme Kitlelerinde Ultrasonografi: Benign Mi, Malign Mi?
Ultrasound In SolId Breast Masses: BenIgn Versus MalIgn
Son yıllarda ulaşılan teknik gelişmeler sayesinde ultrasonografi (US), sadece kistik-solid lezyon ayrımında kullanılan bir inceleme yöntemi olmaktan çıkmış, hem mamografi ve manyetik rezonans görüntüleme (MR) gibi diğer inceleme yöntemlerine tamamlayıcı, hem tanısal açıdan etkin, hem de girişimlerde rehber bir modalite haline gelmiştir. Bu gelişmeler raporlamada uluslararası ortak bir yaklaşım ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Amerikan Radyoloji Derneği tarafında geliştirilen “The Breast Imaging Reporting and Data System” (BIRADS) sözlüğü, ultrasonografide kullanılan terminolojiyi standardize etmeyi, bulguları malignite risklerine göre kategorize etmeyi ve uygun klinik yaklaşımları önermeyi amaçlamaktadır. Bu sözlükte solid meme kitleleri için altı ultrasonografik morfolojik özellik tanımlanmıştır: şekil, yerleşim, kenar, sınır, eko paterni, arka akustik özellik. Benign ve malign US özelliklerinde çakışma olsa da oval şekil, üçten az yumuşak lobülasyon, homojen hiperekojenite, paralel yerleşim benignite; düzensiz şekil, antiparalel yerleşim, keskin olmayan kenar, ekojenik halo, arka akustik gölgelenme ise malignite için daha anlamlı özelliklerdir. Bu yazıda, BIRADS sözlüğünde solid kitleler için tanımlanan morfolojik US özelliklerinin, benignite ve malignite açısından etkinlikleri literatür bilgileri ışığında gözden geçirilmektedir.
With the rapid technological advances, ultrasonography (US) has become an important breast imaging procedure in the last decade. In addition to the complementary role to mammography and magnetic resonance imaging, today it has an important place in interventional situations such as guiding needle aspiration, core needle biopsy and presurgery needle localization. American College of Radiology has developed “The Breast Imaging Reporting and Data System” (BIRADS) lexicon to standardize the terminology in the US reports. This lexicon includes the descriptors from several feature categories, the assessment of findings and the recommendation of the action to be taken. Six morphologic features were described for solid breast masses: shape, orientation, margin, lesion boundary, internal echo pattern and posterior acoustic features. Despite the known overlap between benign and malignant features, typical signs of benignity were oval shape, gently lobulation, homogenous hyperechogenity, parallel orientation; typical signs of malignity were irregular shape, antiparallel orientation, noncircumscribed margin, echogenic halo, decreased sound transmission. The purpose of this article was to discuss reliability of these BIRADS US lexicon descriptors in the differentiation of benign from malignant solid masses of the breast.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
Mehmet Ali Eryılmaz, Süleyman Baktık, Serden ay, Ömer Karahan, İsmet Tolu, Ahmet Okuş, Hakan Yılmaz, Selman Cevheroglu
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ultrasonografi Taraması İle Tespit Edilebilen Hastalıkların
sıklıkları
IncIdence Of PathologIes Detected By AbdomInal
ultrasonography ScreenIng
Konya il sınırları içinde ultrasonografi ile tespit edilebilen
karın hastalıklarının sıklığını belirlemek. Çalışmaya katılacak
kişi sayısını ve hedef kitleyi çalışmada yer alan istatistik uzmanı
belirledi. Katılımcıların kimlik bilgileri, özgeçmiş ve soygeçmişini
içeren kısa bir form dolduruldu. Karın ultrasonografisi hastalar
sırt üstü yatar pozisyonda yapıldı. Ultrasonografi ile hepatobiliyer
sistem, genitoüriner sistem, dalak, orta hat ana vasküler yapılar
karın ön duvarı değerlendirildi. Ultrasonografi ile tarama yapılan
2010 kişinin yaş ortalaması 46 (18-94), 1071 (%53,3)’ ü kadın, 939
(%46,7)’ si erkekti. Yapılan karın USG’ sinde, 371 (%18,5) kişide
hepatosteatoz, 14 (%0,7) kişide karaciğerde hemanjiom, 11 (%0,5)
kişide karaciğerde kisthidatik, 60 (%3,0) kişide safra taşı, 13 (%0,6)
kişide splenomegali, 3 (%0,1) kişide dalakta basit kist, 4 (%0,2)
kişide aort anevrizmasına rastlandı. Üriner sistemin incelenmesinde,
34 (%1,7) kişide taş, 145 (%7,2) kişide basit kist tespit edildi.
Genital organların incelenmesinde 8 (%0,7) kadında myoma uteri,
4 (%0,4) erkekte prostat hipertrofisi tespit edildi. Konya toplumunda
karın ultrasonografisinde sık rastlanan patolojik bulgular sırasıyla
hepatosteatoz, böbrek kisti, safra kesesi taşı, böbrek taşı idi.
The aim of the study is determine the incidence of pathologies
detected by abdominal ultrasonography in Konya. Screening has
begun in 2011 after the necessary permissions from local ethical
committee. Participators’ identity, age, gender, history and family
history has been recorded. Abdominal ultrasonography has been
performed in supine position. Hepatobiliary, genitourinary systems,
spleen, midline structures and anterior abdominal wall has been
evaluated. The mean age of 2010 participants was 46 (18-94). There
were 1071 (53.3%) female and 939 (46.7%) male. In abdominal
ultrasonography; hepatosteatosis in 371 (18.5%), liver hemangioma
in 14 (0.7%), hidatic cyst of liver in 11 (0.5%), cholelithiasis in 60 (3%),
splenomegaly in 13 (0.6%), simple cyst of spleen in 3 (0.1%), aortic
aneurism in 4 (0.2%) participants were detected. In renal evaluation;
nephrolithiasis in 34 (1.7%) and simple cyst in 145 (7.2%) participants
were detected. In pelvic evaluation; prostatic hypertrophy in 4 (0.4%)
males and myoma uteri in 8 (0.7%) females were detected. In Konya
population most common pathologies at abdominal ultrasonography
were hepatosteatosis, renal cyst, cholelithiasis and nephrolithiasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözde Görülen Hemodinamik Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
Hasan Horoz, Esma Duru, Oğuz Bülent Erol, Hasan Erbil
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözde Görülen Hemodinamik Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
The InvestIgatIon Of The HemodynamIc Changes In The Eye Before And After Trabeculectomy OperatIon In PrImary Open Angle Glaucoma By Color Doppler Ultrasonography
Primer Açık Açılı Glokomu olan hastalarda glokom cerrahisinin etkinliğinin hemodinamik olarak gösterilmesi ve glokom fizyopatolojisine ışık tutmak. Gereç ve Yöntem: İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde takipte olan Primer Açık Açılı Glokom tanısı almış 45 hastanın 45 gözü çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilme kriteri olarak trabekülektomiye ihtiyaç göstermiş olmaları ve daha evvel göz ameliyatı geçirmemiş olma şartı arandı. Tüm hastalara trabekülektomi ameliyatı yapıldı. Olguların ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. Günlerdeki muayenesinde görme keskinliği değerlendirilmesi, refraksiyon muayenesi, biyomikroskopi ile ön segment muayenesi, Goldman üç aynalı lens ile gonioskopik muayene ve +90 D lensle fundus muayenesi yapıldı. Renkli doppler ultrasonografi ile oftalmik arter, nasal posterior silier arter, temporal posterior silier arterlerin hemodinamik özellikleri incelendi. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen olguların ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. Gün dakikadaki ortalama nabız sayısı ve ortalama kan basıncı değerleri kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı bir değişme saptandı. Ameliyat yapılan gözlerde göz içi basıncı değerleri ameliyat öncesi ve sonrası 15. ve 60. gün; değerleriyle kıyaslandığında istatiksel olarak anlamlı azalma olduğu gözlendi. Oftalmik arterin ameliyat öncesi ve sonrası ölçüm değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Santral retinal arter ameliyat önce ve sonrası 15. ve sonrası 15. ve 60. gün hemodinamik değerleri kıyaslandığında sistolik maksimum hızda diyastol sonu hızda, ve ortalama hızda istatiksel olarak anlamlı artma ve resisitif indekste anlamlı azalma olduğu gözlendi. Sonuçlar: Glokom tedavisinde glokom cerrahisi sonrası göz içi basıncının düşürülmesi sonucunda kan akımının pozitif yönde etkilenmesi primer açık açılı glokomun fizyopatolojisinde mekanik teoriyle vasküler teorinin birlikte rol aldığını göstermektedir.
Aim: The aim of this paper is to demonstrate hemodynamically the efficacy of glaucoma surgery in patients with primary open angle glaucoma and to elucidate the pathopysiology of glaucoma. Material and method: 45 eyes from 45 patients who were diagnosed with primary open angle glaucoma in Istanbul Goztepe Training and Investigation Hospital were included into the study . The inclusion criteria were the need for trabeculectomy and no previous eye operation. All patients have undergone trabeculectomy. In the examinations before and 15 and 60 days after the operation, visual acuity evaluation, refraction examination, anterior segment examination with +90 lens were carried out. Hemodynamic characteristics of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal posterior ciliary artery and temporal posterior ciliary artery have been investigated by color doppler ultrasonography. Results: No statistically significant change was found in mean pulse per minute and mean blood pressure of the cases between before and 15 and 60 days after the operation. In operated eyes, intraocular pressure was found to be reduced significantly 15 and 60 days after the operation compared top re operation levels. No significant difference was observed in ophthalmic artery in terms of the values before and 15 and 60 days after the operation. In the comparison of the hemodynamic values of central artery before operation and 15 and 60 days after operation, significant increase was observed in systolic maximum velocity, end diastolic velocity and mean velocity and significant decrease in resistive index. Conclusion: Positive effect on blood flow after the reduction of intraocular pressure following glaucoma operation indicates that mechanical theory and vascular theory are compatible in the pathophysiology of primary open angle glaucoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık, Rıfat Yalın, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Safra Kesesi Ve Safra Yolları Taşlarının Tanısında Us Ve Bt'nin Yerı
The Value Of Ultrasonography And Compuled Tonıography In The DIagnosIs Of The GallsIones And Common BIle Duct
Preoperatif dönemde ultrasonografi (US) ve bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesi yapılan 19 hastanın 19 (%100) unda US ile, 14(%73,6) önde BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlardan tıkanma ikteri olan 4 hastada BT ile safra kesesi taşı tespit edildi. Bunlarda tıkanma ikteri olan 4 hastanın BT ile 3'iinde, US ile 1 inde koledok taşı gösterildi. Safra kesesi taşlarının tanısında US, BT ye göre daha duyarlı sonuç verdi. Koledok taşları tanısında ise BT, US den daha duyarlı sonuç verdi.
Nineteen cases were exarnined by computed tomography (CT) and ultrasonography (US). Gallstones were diagnosed in all of the cases (%100) with US. 14 oul of nineteen cases. were ,diagnosed by CT (%73,6). Common bile duci stone was diagnosed in three cases with CT and in one case with US. All of the cases had obstructive jaundiced. As a result, US is more sensitive !han CT in the diagnosis of the gallbladder stones. However, CT is more effective method than US in the diagnosis of the comrnon bile duct stones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
Kemal Ödev, Bilge Çakır, Saim Açıkgözoğlu, Adil Kartal, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Sarılığın Nadır Sebebı: Karacığer Kist Hıdatiğinin Safra Yollarına Perfore Olması
A Rare Cause Of JaundIce: Rupture Into The BIlIary Tree Of The LIver HydatId Cyst
Karaciğer kist hidatiği karaciğerde küçük safra yollarına, birleşik kanala ya da koledok kanalına perfore olabilir. Kist hidatiğin kompiikasyonu olarak sarılık semptomu gösteren 2 olguda sonogramda kar aciğerde iç ve dış safra yollarında genişleme tespit edildi. Bir olguda yapılan ultrasonografi (US) ve perkütan transhepatik kolanjiografi (PTK) ile, 1 olguda da uhrasonografi ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile karaciğer sol lob medial segmentinden porta hepatise kadar uzanan kistik kitlenin dış safra yollarına bas: yaptığı tespit edildi. Dört olguda da cerrahi girişimden önceki radyolojik bulgular cerrahi girişim bulguları ile verifiye edildi.
Hepatic hydatid cyst perforation into the biliary tree may involve the small intrahepatic bile dutcs, common hepatic duct or common bile dutc. On sonogram, dilatation of intra and extrahepatic biliary tract was demonstrawd in two cases with jaıındice that is a compiication of hydatid cyst. Ultra-sonography (US) and percutaneus transhepatic cho-langiography (PTC) showed that hydatid cyst foud at porta hepatis causes to compression to the extra-hepatic biliary tract in one case. Ultrasonography (US) and computed tomography (CT) disclosed that cystic mass localized in medial segment of the left liver lobe and porta hepatis caus-es to the same finding as well as in one case. Preop-erative radiologicfindings vere confirmed surgically in 4 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tiroid Dışı Baş Ve Boyun Kıtlelerinde Ultrasonografık Incelemelerının Cerrahı Bulgular İle Karşılaştırılması
Ziya Cenik, Harun Doğmuş, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Tiroid Dışı Baş Ve Boyun Kıtlelerinde Ultrasonografık Incelemelerının Cerrahı Bulgular İle Karşılaştırılması
EvaluatIon Of ExtrathyroId Masses Of The Head And Neck WIIh DIagnostIc Ultrasound, CorrelatIng WIth SurgIcal FIndIns
Kliniğimizde baş ve boyun bölgesinde kitle şikayeti ile müracaat eden ve cerrahi endikasyon konulan 50 hasta ultrasonografik olarak değerlendirilmiş, elde edilen sonuçlar ameliyat bulguları ile karşılaştırılmıştır. Yapılan çalışmada ultrasonografinin, baş ve boyun bölgesi kitlelerini değerlendirmede %94 oranında başarılı olduğu görülmüştür.
In ENT department 50 patient with head and neck swelling esere hospitalized and investigated with ultrasonography. The results cornpared with surgical findings. In this study we found the value of ultrasonograhy in the head and neck swelling was %94.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kist Aspirasyonu Ve Iophendylate Uygulaması
Recai Gürbüz, Ali Acar, Esat M. Arslan, Şükrü Çelik, Kadir Ceylan
Araştırma makalesi
Özeti
Kist Aspirasyonu Ve Iophendylate Uygulaması
Cyst AspIratIon And Iophendylate ApplIcatIon
Ocak 1990`dan Ağustos 1992'ye kadar kli-niğimizde insidental bir bulgu olarak belirlenmiş basit kistli 19 yakaya perkütan kist aspirasyonu ve iophendylate uygulaması yapıldı. Uygulamalar ultrasonografik kontrol altında ve lokal anestezi ile gerçekleştirildi. Kist mayisinin şitnik, sitolojik ve bakteriyolojik t etkiki yapıldı. Sonuçlar, peroperatıf basit kist teşhisini doğ-ruladı.Postoperatif belirli aralıklarla yapılan kontrol-larda iophendylate'ın kist cidarına sklerozan etki yaptigı Uygulamanın kistin natürünü belirlemede, kist volümünün azalmasında ve böylece büyük kistik kit-lenin parankim ve kollektör sisteme yapacağı olum-suz etkilerin önlenmesinde önemli katkıları olduğu kanısına varılmıştır.
Percutaneous cyst aspiration and iophendylate application were performed tü 19 patients who were evaluated as having a simple cyst when they applied to our clinic between the dates of January 1990 and August 1992. The applications were carried out under ultrasonographic control and local anesthesia. The cytologic and bacteriologic examination of the cyst liquid were performed. The results proved the preoperative simple cyst diagnose. lt was understood that iophendylate had a sclerosant effect on the cyst in the periodic post operation examinations. Also it was understood that this application had an important support on preventing the negative effects of great cystic mass on the paranchima and collector system and also it had an importance on deciding the nature of the cyst and in the reductions of cyst volume.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
Serdar Karaköse, Turhan Cumhur, Tülay Ölçer, Ahmet Maviş, Ensar Özdemir, Bedrettin Selçuk
Araştırma makalesi
Özeti
Karacmer Lezyonlarının Tanısında Anjıografinin Etkinligi
The EffectIveness Of AngIography In The DIagnosIs Of HepatIc LesIons
Karaciger lezyonlart olan 68 hastanin karaciger, ultrasonografi (US) ye atzjiogrqi, 15 `inde ise bilgisayarlt tomografi (BT) ile incelenerek sonuclar degerlendirilmiltir. Lezyonlarin taw-aril US ile %88, BT ile %87, anjiografi ile % 68 oramnda dogru olarak tammlannaitzr. Anjiografinin karaciger lezyonlarznz belirleinede tam degeri US ye BT ye gore daha duciik buluninuour. caltpnanuzda malign proceslerin ancak % 421si anjiografi ile Ancak an-jiografinin hemangiont tantsinda dogrulugu % 85 bulunmtq olup; Ozellikle karacigerde vaskiiler anatomiyi, lezyonlartn lokalizasyonu ye portal venin oak oldugunu gOstermede etkindir. Anjiografi, ayrtca operasyon sottrast hepatik arterden olu§an eks-travazasyonlartn saptanmastnda da kullantlan deg erli bir tam yOntemidir. Sonuc olarak invaziv bir yontem olan anjiografinin bozo lezyonlartn tanzsanda onenzli bulgular sag-layabikcegini dii§iinmekteyiz.
Radiologic examinations were revieved in 68 patients with liver lesions. Fifteen patient had computed tomography (CT) examination, 68 of them also had ultrasonograpy (US) and angiography in analysis of lesions true positive findings were observed at CT, US and angiography in 87 per cent, 88 per cent and 66 per cent respectively. Angiography, mainly performed to show the vascular anatomy, localization of lesion, patency of the portal vein and not to optimize in tornor detection. Angiography was showed 42 per cent of the malign lesions. Angiograpy was effective in the diagnosis of hemangiornas (%85). It was also diagnotic to show the ekstravasation from the hepatic artery after an operation. Finally, we think- that angiography was an invasive examination method but it was also very effective in the diagnosis of the some liver lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
Zeliha Esin Çelik, Mehmet Güzelgül
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
BenIgn UterIne MullerIan Cyst Operated WIth PreoperatIve DIagnosIs
of RIght OvarIan Cyst
Müllerien tip benign retroperitoneal kistler; perimenopozal ve
postmenopozal kadınlarda pelvik kitle olarak ortaya çıkar ve klinik
olarak ovaryan maligniteleri taklit edebilir. Burada; medikal tedaviye
dirençli postmenopozal kanaması olan ve sağ ovaryan basit kist
ön tanısıyla opere edilen kadın hastada tespit edilen benign uterin
müllerien kist olgusu sunulmuş, ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken
diğer lezyonlara dikkat çekilmiştir. Karın ağrısı ve vaginal kanama
şikayetleriyle başvuran 62 yaşında postmenopozal kadın hastanın
pelvik ultrasonografisinde sağ adneksiyel bölgede 4x3 cm ölçülerinde
sağ overden kaynaklandığı düşünülen kistik kitle tespit edildi. Daha
önce uygulanan 6 aylık medikal tedaviyle düzelmeyen postmenopozal
kanaması da olan hastaya sağ ovaryan basit kist ön tanısıyla
laparotomi uygulandı. Histopatolojik bulgularla olguya benign uterin
müllerien kist tanısı konuldu.
Benign cysts of Mullerian type present as pelvic mass in
perimenopausal and postmenopausal women mimicking ovarian
malignancy. Herein, a case of benign uterine mullerien cyst detected
in a woman with postmenopausal uterine bleeding resistant to
medical treatment and operated with a preoperative diagnosis of
right ovarian simple cyst is presented. Differential diagnosis is also
discussed. Sixty two years old postmenopausal woman presented
with complaint of abdominal pain and vaginal bleeding. A cystic mass
of 4x3 cms thougth to be originated from right ovary was determined
on pelvic ultrasound. The patient with postmenopausal uterine
bleeding resistant to medical treatment of 6 months given before
went to surgery with a preoperative diagnosis of right ovarian simple
cyst. After pathologic examination, the cyst was diagnosed as benign
uterine mullerien cyst.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Venöz İmpotansların Teşhisinde Penil Renkli Doppler Ultrasonografi İle Farmakokavernozometrinin Karşılaştırılması
Talat Yurdakul, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Mehmet Özeroğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Venöz İmpotansların Teşhisinde Penil Renkli Doppler Ultrasonografi İle Farmakokavernozometrinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of PenIle Colour Doppler Ultrasonography And Pharmacocavernosometry In T He DI- AgnosIs Of Venous Impotence
İmpotans, vajinal penetrasyonu sağlayacak düzeyde rijit ereksiyonu oluşturamama veya devam ettirememe ha lidir. Günümüzde impotanson % 50-90'ının nedeninin organik olduğu kabul edilmektedir. Organik nedenlerin büyük bir bölümünü oluşturan vasküler patolojilerden biri olan venöz impotansın tanısında kullanılan en güvenilir yöntemler; farmakokavernozometri ve farmakokavernozografidir. Bu çalışmada venöz impotans teşhisinde penil renkli Doppler ultrasonografi ile farmakokavernozometri bulguları karşılaştırıldı. Erektil disfonksiyon yakınması ile başvuran ve farmakokavernozometri ile venöz impotans olduğu saptanan 30 vakanın penil renkli Doopler ult rasonografi ve farmakokavernozometri bulguları karşılaştırıldı. Yedi sağlıklı erkek kontrol grubunu oluşturdu. Penil renkli Doopler ultrasonografide venöz impotans bulguları olan 30 vakadan 27'sinde farmakokavernozometri ile teşhis doğrulanırken, 3 vakada venöz patoloji olmadığı belirlendi. Tüm vakalar farmakokavernozografi ile teyid edildi. Venöz impotans teşhisinde penil renkli Doopler ultrasonografinin sensivitesi % 100, spesifitesi % 70 ve doğruluk oranı % 91.89 olarak bulundu. Sonuç olarak; penil renkli Doopler ultrasonografi venöz impotans tanısında kolay uygulanabilen, ilaç enjeksiyonuna bağlı koplikasyonlar dışında koplikasyonu olmayan far makokavernozometri gibi invaziv ve sıvı yüklemeyi gerektirmeyen, tanı değeri yüksek semi-invaziv bir teşhis yöntemidir.
Erectile dysfunction is the inability to achieve and maintain a firm erection for vaginal penetration. İt is shovvn that 50-90 % of the impotent men have organic causes. Main source of organic causes are vascular. Venous in- sufficiency is one of the vasculogenic disorders which is diagnosed by pharmacocavernosometry and phar- macocavernosography. Thirty men who complain from erectile dysfunction were diagnosed as venous impotence using pharmacocavernosometry. Penile colour Doopler ultrasonography was also carried out to evaluate the ve nous insufficiency. Using the results, diagnostic value of pharmacocavernosometry and colour Doppler ult rasonography were compared. Seven healty and potent men formed the control group. Colour Doppler ult rasonography confirmed the diagnosis of venous insufficiency in ali except three cases. Pharmacocavernosography shovved the localization of the venous leakes. The sensitivity of colour Doopler ult rasonography was 100 %, the specifity was 70 % and the accuracy rate was 91.89 %. As a result colour Doppler ultrasonography is an easy method which does not have complications except those resulting from drug injection. İt is a highly accurate method that does not necessitate volüme loading as in pharmacocavernosometry.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Halil İbrahim Taşcı, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Murat Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Male Occult Breast Cancer ManIfestIng As AxIllary Lymph Node
metastasIs
Okult meme kanseri memede herhangi bir fizik muayene
bulgusunun olmadığı; ya da radyolojik olarak gösterilemeyen bir
kanser türüdür. Genelde primeri belli olmayan aksiller metastazla
kendini gösterir. Erkeklerde meme kanseri nadir görülen bir kanser
türüdür. Okult meme kanseri ise çok daha nadirdir ve literatürde
ancak olgu sunumu şeklinde vakalar bildirilmiştir. 46 yaşında erkek
hasta, 3 aydır olan sağ koltuk altında ele gelen kitle nedeni ile
başka bir sağlık kurumunda eksizyonel biyopsi yapılmış. Patolojik
tanısı, memenin infiltratif duktal karsinom metastazını düşündürür
bulguların ön planda olduğu adenokarsinom metastazı şeklinde
raporlanmış. Hastaya primer odak araştırması açısından batın ve
toraks tomografisi, üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopileri
yapıldı. Meme ultrasonografisi, meme manyetik rezonans
görüntülemesi ve pozitron emisyon tomografi çekildi. Bunlarda primer
odak açısından pozitif bir bulguya rastlanmaması üzerine hasta okült
meme karsinomu olarak kabul edildi ve modifiye radikal mastektomi
yapıldı. Sonuç olarak aksillada primeri belli olmayan metastatik lenf
nodu varlığında, hasta erkek olsa bile, okult meme kanseri hatırda
tutulmalıdır.
Occult breast cancer is a type of cancer with no symptoms found upon physical examination on the breasts or which can not be radiologically shown. It generally manifests itself with axillary metastasis with no known primary tumor. Breast cancer in males is rarely seen. Occult breast cancer, on the other hand, is even rarer and only case reports were found in literature. A 46-year-old male patient had excisional biopsy at another medical facility because of a palpable mass on his right armpit. The pathological diagnosis had stated that the patient had adenocarcinoma metastasis with symptoms implying an infiltrative ductal carcinoma metastasis of the breast. Abdominal and thoracic tomography, upper and lower gastrointestinal system endoscopy procedures were performed on the patient in order to determine the primary focus. Breast ultrasonography, breast magnetic resonance imaging and positron emission tomography were also performed. Upon not being able to detect any positive findings, the patient was considered to have occult breast carcinoma and modified radical mastectomy was performed. In conclusion, in the presence of metastatic lymph node with no known primary tumor in the axillary, the possibility of occult breast cancer should be taken into consideration even if the patient is male.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Plorezılerın Ayırıcı Tanısında Ultrasonografı
Faruk Özer, Oktay İmecik, Kemal Ödev, Alaaddin Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Plorezılerın Ayırıcı Tanısında Ultrasonografı
Ultrasonography In The DIfferentIal DIagnosIs Of Pleural EffusIons
Bu calısmada 35 plorezili hastada US bul-gularmin aravirilmast ye aytrict tang(' katkilartrun degerlendirilmesi arnaclanmor. cahlmaya alman hastalarin 25'i erkek ye 101u kadin olup ya4lart 18 ile 66 arasznda deg4mekteydi (ortalama 41). Pleura sivist hastalarm 21'inde sagda ye 137inde sol ta-rafta ve bir olguda ise bilateral yerlevimliydi. Pleura siva' eksiida niteliginde elan olgularin to monde (34 olgu) plevra kahnlapnast saptandt. Plevra kalaralaga tiiberkiiloz plO•ezili olgularda(13 olgu) 3-11 mm (ortalarna 5 mm), maligniteli olgularda (11 olgu) 6-19 mm (ortalama 11 mm) ye pnomonili olgularda (8 olgu) 4-17mm (ortalama 7 mm) arasinda de-giymekteydi. Tiiberkiiloz plorezili olgularin 12'sinde (%92) plevra ditzenli ve diffiiz Sekilde kaltrilaqmzot. Ayrica tiiberkiiloz plorezili olgularin 101unda (%77) pant tarzinda ekojenik fibriler yapilartn varhgt dik-kat cekiciydi. Bu calt,cma tiiherkulaz plorezili al-gularin aylrzcz tamsznda ultrasonografinin yararlz olabilecegini gOstermi,stir.
In this study, we investigated ultrasonographic findings of pleural effusion in 35 patients with ple-urisy as an aid to differential diagnosis. 25 of the patients were male amd 10 female. The mean age was 41 (range 18 tO 66). All the cases except one with transudate had pleural thickening. The mean thickness of pleura was 5 mm (range 3-11 mm) in cases with tuberculous effusion, 11 mm (range 6-19 mm) in cases with malignant effusion and 7mm (range 4-17 mm) in cases with pneumonic effusions. In cases with tuberculous effusion pleural thickening was diffuse and regular in 12 of 13 cases (%92). It was also determined mobile echogenic fibrils on the surface of pleura in 10 (%77) of the tuberculous ef-fusions. This study suggests that ultrasonography may he useful in the differential diagnosis of tu-berculous pleural effitsions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klınigimızde Ultrasonografı Rehberlıgınde Uygulanan Perkutan Nefrostomıler
Talat Yurdakul, Giray Karalezli, Şenol Ergüney, Ali Acar, Saim Açıkgözoğlu, İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Klınigimızde Ultrasonografı Rehberlıgınde Uygulanan Perkutan Nefrostomıler
Percutaneous NephrostomIes ApplIed In Our ClInIcs.
10 hastaya uygulanan 18 perkiitannefrostomi i§lerni sunuldu. Giri§imier 2 vaka hark lokal anestezi alunda ye turn olguarda ultrasonografi e§liginde Turn vakalarda bobreg in yeterli drenajl saglandi. Hid komplikasyonla karpla§ilmadz.
Experience with 18 percutaneous nephrostomy performed in 10 cases is presented. Interventions were performed under local anesthesia except 2 cases and guided ultrasonography. Adequate drainage of the kidney was obtained in all patients. No complications were encountered.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
The Comparision Of Esvvl And Ureteroscopy İn The Treatment Of Distal Ureteral Stones.
Giray Karalezli, Talat Yurdakul
Araştırma makalesi
Özeti
The Comparision Of Esvvl And Ureteroscopy İn The Treatment Of Distal Ureteral Stones.
The ComparIsIon Of Esvvl And Ureteroscopy In The Treatment Of DIstal Ureteral Stones.
Alt üreter taşlarında ilk tedavi seçeneğinin ESWL (Ekstrakorporel şok dalgaları ile litotripsi) mi, yoksa Üreteroskopi mi olması halen tartışmalıdır. Alt üreter taşı nedeniyle 321 hastaya ESVVL uygulandı. 131 olguda lokalizasyon ultrasonografi (Grup I), 186 olguda da floroskopi(Grup II) ile yapıldı. 121 hasta ise üreteroskopik girişimle ile tedavi edildi. (Grup III). ESVVL grubunda total başarı oranı %85 iken bu oran üreteroskopik girişim grubunda %94.2 olarak bulundu.(P=0.015) Grup İde % 91.1, grup II de ise % 80.6, başarı oranları vardı. (P=0.015) Grup I de tekrarlanan tedavi oranı (%11.8), grup ll’yegöre belirgin olarak düşük (%26.3) bulundu. (P-0.001) ESVVL gruplarındaki başarı üreteroskopik girişimdeki başarı ile karşılaştırıldığında üretroskopik girişim Grup I ile anlamlı farklılık göstermez iken (P=0.48), Grup ll'ye göre daha başarılı bulundu. (P=0.001) Üreteroskopik girişim grubunda (%13.2), ESVVL grubuna (%3.7) göre daha yüksek oranda komplikasyon görüldü. (P=0.004). Ultrasonografi ile görüntülenebilen alt üreter taşlarında ESVVL’nin tatminkar başarı oranları ve komplikasyon oranının düşüklüğü nedeni ile ilk tercih edilmesi gereken tedavi yöntemi olduğu sonucuna varıldı.
Selection of primary mode of therapy for lower ureteral stones is stili controversial, should it be ESVVL (Extracorporeal shock wave lithotripsy) or ureteroscopic approach? ESVVL therapies were applied to 321 patients. Ultrasonographic targetings were used when stones could be localised by ultrasound in 131 patients (Group I), fluoroscopic targetings were used in 186 patients (Group II) during ESVVL treatment. Uretroscopic approach was selected in 121 patients as a primary treatment of lower ureteral stones. (Group III) Total success rates were 85% for ESVVL treatment and 94.4% for ureteroscopic approach. (P=0.015) Success rates were 91.1% and 80.6% in Group 1 and 2 subsequently. (P=0.015) Retreatment rate was clearly lower in group I (11.8%)than the group II (26.3%). (P=0.001) Success rate of ureteroscopic approach was compared to ESVVL groups, vvhile there was no d if ference with group I, (P=0.048) success rate of grup III was higher than group ll.(P=0.002) Complication rates showed significant difference between ESVVL and ureteroscopy groups.(13.2% versus 3.7%)(P=0.004) VVe concluded that ESVVL should be selected as a primary therapy of lower ureteral stones that can be seen by ultrasound due to its the higher success and lower complication rates than the ureteroscopic approach.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz.
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
Adil Kartal, Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Mustafa Şahin, İrfan Tunç, Yüksel Arıkan, Mustafa Erken
Araştırma makalesi
Özeti
Künt Karın Travmasında Hangısı Daha Üstündür -Ultrasonografi Mi- Periton Lavajı Mı?
WhIch One Is Beller In DIagnosIs Of ManI AbdomInal Trauma-Ultrasonography Or PerIğoneal Lavage?
BU çalışma künt karın travması nedeniyle acil servise başvuran 30 hastada ultrasonografi ve peritoneal lavaj sonuçlarını karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Hastalara önce ultrasonografi, daha sonra peritoneal lavaj yapıldı. Periton lavajını yapan hekim ultrasonografi sonucundan habersizdi. Ultrasonografi ve periton lavajı sonuçları pozitif olan 16 hasta ameliyat edildi. Ultrasonografi sonuçları 30 hastanın 14'ünde hakiki pozitif, birinde yanlış pozitif, 13'ünde hakiki negatif ve 2'sinde belirsizdi. Ultrasonografi ve periton lavajında 14 hakiki pozitiflik (her ikisinde de eşit, %93) mevcuttu. Hakiki negatifliğin doğruluk oranı ultrasonografide %86, periton lavajında %100 idi. Bu çalışmanın sonucu olarak biz künt karın travmalı hastalarda teknik olarak gelişmiş yeni cihazlar ile ve tecrübeli hekimler tarafından uygulandığında ultrasonografinin periton lavajı kadar yararlı olduğuna inanıyoruz
This prospective study was undertaken to cornpare the results of peritoneal lavage and ultrasonography in 30 patients with blunt abdorninal trauma admitted to etnergency room in two years. We performed ultrasonography and peritoneal lavage respectively. The physicians who evaluated peritoneal lavage were unaware of ultrasonographic results. Sixteen patients whose results of ultrasonography and peritoneal lavage were positive were operated on. Of 30 cases, 14 were true positive, one falso positive, 13 true negative and tıvo incleterminate in ultrasonography. There were 14 true positive tesis in ultrasonography and peritoneal lavage, equal to each other (93%). The accuracy raie of true negative patients was 86% in ultrasonography and 100% in peritoneal lavage. We believe that ultrasonography is as useful as peritoneal lavage in patients with blunt abdorninal trautn.a ı-vhen it is perfortned by experienced physicians and with new technical development in the field of ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Hatice Toy, Kazım Gezginç, Lema Tavlı, Mustafa Cihat Avunduk, Serra Kayaçetin, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Immature Teratoma And Its DIfferentIal DIagnosIs
Amaç: Matür teratomdan ayırıcı tanısı yapılan bir Immatür teratom vakasının sunulması. Olgu sunumu: 29 ya şındaki bayan hasta kasık ağrısı şikayeti ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvurdu. Hastanın anamne- zinden 13 yaşında iken sol ovarial kist nedeniyle sol ooferektomi geçirdiği öğrenildi. O dönemde sol överin pato lojik incelemesinin normal olduğu söylenmiş. Hastanın yapılan pelvik muayenesinde uterustan net ayrılamayan pelvik kitlesinin olduğu saptandı. Hastanın pelvik ultrasonografisinde ise sağ ovarial bölgede 11x11 cm lik solid, kistik yapıları olan kalsifik alanlar içeren düzgün sınırlı heterojen kitle izlendi. Labaratuvar bulgularından AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 : 24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 olarak bulundu. Hastaya sağ ovarial kitle ekstirpasyonu ve sağ ooferektomi yapıldı. Operasyon sonrası histopatolojik in celemede immatür teratom grade-l tanısı verildi. Sonuç: Teratomlarda immatür komponentin atlanmaması için çok sayıda parça alınması ve nöral elemanların immünohistokimyasal çalışma ile gösterilmesi gerekmektedir.
Aim: To report an immature teratoma case that was differentiated from mature teratoma. Case report: A 29 year old woman consulted to Gynecology and Obsterics clinic vvith pelvic pain. İn the histoıy of the patient, it was un- derstood that she had left sided ooferectomy due to left ovarial cyst. At that time the ovarial pathologyhad been reported as normal. İn the pelvic examination of the patient a pelvic mass that can not be differentiated from ute- rus was detected. İn the pelvic ultrasonography of the patient, at the right ovarial area a smooth bordered hete- rogenous mass that had calcified areas vvith in the body, and that was measured as to be 11x11 cm and found to have solid and cystic components was detected.İn the laboratory finding AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA 125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 :24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 was found. The patient had been operated, the right ovarial mass extirpation and right ooferectomy had been done. The diagnosis vvith the histopathological examination of the mass was defined as immature teratoma grade-l. Conclusion: İt is needed to get several biop- sies of the pathological spesimen in order not to skip. The immature components of the teratomas and neural com ponents should be shown vvith immunohistochemical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
Müslim Yurtçu, Hüseyin Tokgöz, Hatice Toy
Olgu sunumu
Özeti
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
A Rare PresentatIon Of DysgermInoma: A GIant AbdomInal Mass
14 yaşında bir kız çocuğunda dev over tümörü nedeniyle karında kitleye neden olan nadir bir olguyu sunmaktayız. Fizik muayenede karında distansiyon ve sert kıvamda palpabl kitle saptandı. Abdominal ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)’de sol over kaynaklı, karnı tümüyle dolduran dev kitle tespit edildi. Tetkikleri tamamlanan hastanın elektif şartlarda laparatomisi yapılıp, overleri ve her iki tubası izlenerek sol over kaynaklı solid kıvamdaki kitleye ulaşıldı. Sol salpingoooferektomi yapılarak kitle total olarak çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik muayenesinde disgerminom tanısı konuldu. Hasta kemoterapi almak üzere Çocuk Hematoloji-Onkoloji Polikliniği’ne başvurmak üzere taburcu edildi. Disgerminom, adolesan döneminde karın içi dev kitle ile başvuran kızların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
We aimed to present a rare case with giant ovarian tumor which causes intraabdominal mass in a 14-year-old girl. On examination, there were abdominal distension and a palpable solid mass in abdomen. On abdominal ultrasonography (US) and computed tomography (CT) examination, a giant mass, which covers all intraabdominal cavity, was identified in the abdomen. Laparatomy was carried out in elective conditions after all tests had been performed. The mass originated from left ovary was excised totally via left salpingoooferectomy, following both ovaries and both tuba uterinas. The operative diagnosis of dysgerminoma was confirmed with histopathologic examination. Chemotherapy was scheduled by Hematology-Oncology Department. Dysgerminoma should be considered in the differential diagnosis of the girls who are admitted with the intraabdominal giant masses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Koray Tekin, Faruk Ö. Aytekin, Ergün Erdem, Atilla Özer, Burhan Kabay
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Kitlelerinde Eksizyonel Biyopsiden Sonra Drenaj Gerekli Midir?
Is DraInage Necessary After ExcIsIonal BIopsy For Breast Masses?
Eksizyonel meme biyopsisi sonrasında penrose dren kullanımının postoperatif hematom, yara enfeksiyonu ve hastanede kalış süresine etkisini araştırmak amacıyla Aralık 1999 - Şubat 2001 tarihleri arasında eksizyonel meme biyopsisi yapılan 93 hasta, kontrollü randomize çalışmaya alındı. Hastaların 45’inde dren kullanılmazken (Grup I), 48’inde drenaj uygulandı (Grup II). Tüm hastalarda biyopsi kavitesi koleksiyon açısından ameliyat sonrası yedinci günde ultrasonografiyle değerlendirildi. Drene edilmeyen grupta 41 hastada (%91.1), drene edilen grupta 39 hastada (% 81) seroma tespit edildi. Ortalama seroma volümü drenaj uygulanmayan grupta 30.67 mİ ± 24.87 (standart sapma) (0 - 140 mİ), drene edilen grupta 25.00±16.47 mİ (standart sapma) (0 - 80 mİ) idi. Drene edilmeyen grupta 1 (% 2.2), diğer grupta 2 (% 4.1) yara enfeksiyonu vardı. Gruplar arasında yara enfek siyonu ve rezidüel kavitede kolelksiyon gelişimi açısından anlamlı fark bulunmazken (p>0.05), drenaj uygulanan grupta hastanede kalış süresi anlamlı olarak uzundu (p<0.01). Çalışmanın sonucunda meme biyopsilerinde, pen rose dren kullanımının, yara enfeksiyonu ve seroma gelişimini engellemediği kanaatine varıldı.
Betvveen the period December 1999 and February 2001, 93 women who undervvent excision biopsy of the breast were included into a controlled randomized trial to determine the effect on postoperative morbidity and hospital stay of drainage of the biopsy cavity. Among the 93 patients, drain was used in 45 (group I) and 48 (group II) had no drain. The vvounds were examined seven days after operation vvith ultrasonography. Collections such us haematoma or seroma were present in 41 (%91.1) patients with undrained vvounds compared with 39 (%81) patients wuth drained vvounds. Median collection volüme was 30.67 ml±24.87 (SD) (range 0-140) in the undrained group and 25.00±16.47 mİ (SD) (range 0-80) in the drained group. There vvas one infection (% 2.2) in undrained group and two (% 4.1) in drained group. While there vvas no significant difference betvveen two groups in terms of vvound infection and seroma (p>0.05), the length of hospital stay vvas statistically longer in drainage group (p<0.01). We conclude that breast biopsy cavity drainage with penrose drain, does notprevents vvound collections and infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
Abdülkadir Kandemir, Mahmud Zahid Ünlü, Mehmet Balasar, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
GIant SImple Renal Cyst AssocIated WIth Dyspnea
Basit böbrek kistleri; genellikle tedavi gerektirmeyen, yaygın,
benign, asemptomatik kitlelerdir. Ancak zamanla bu basit kistler
büyüyebilir, semptomatik hale gelebilir ve komplikasyonlar geliştirip
tedavi gerektirebilir. Çalışmamızda, nefes darlığı, karın ağrısı ve
asimetrik karın şişliği kliniği ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastayı
sunmayı amaçladık. Abdominal ultrasonografi (USG) görüntülemede
195x180 mm boyutuna ulaşmış ekzofitik böbrek kisti saptandı.
Hastaya devamlı perkütan drenaj eşliğinde sklerozan madde
uygulandı ve takibinde nefes darlığı geriledi. Altı ay sonraki USG
takibinde kistin kaybolduğu gözlendi.
Simple kidney cysts are common, benign and asymptomatic
masses and usually unrequire any treatment. However, this simple
cyst can grow over time, may become symptomatic and develop
complications they may require treatment. In our study, we aim to
present, the 63 -years-old male patient admitted to our clinic with
dyspnea, abdominal pain and asymmetric abdominal distension.
Abdominal ultrasonography (USG) showed that exophytic renal
cyst reached 195x180 mm. We underwent sclerosing agents in the
presence of continuous percutaneous catheter drainage and dyspnea
decreased at the follow-up. Subsequent USG after six months
revealed disparition of the cysts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
Lema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ergün Deniz, Ayşe Yüceaktaş, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Delayed DIagnosIs Of Subcapsular Hematoma Of The Spleen
Günümüzde künt karın travması olan hastalarda batın ultrasonografik incelemesi rutin olarak yapılmaktadır. Batın içinde serbest sıvı saptanmaması, ultrasonografik incelemenin suboptimal şartlarda yapılması ve travma son rasında dikkatin santral sinir sistemi yaralanmalarına yöneltilmesi nedeniyle dalakta subkapsüler kanaması olan olgular kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Travmadan hemen sonra rutin batın ultrasonografik incelemeleri yapılan ve dalakta patolojik bulgu saptanmayan, 3 olgunun farklı zamanlarda (1 hafta-1 yıl), değişik şikayetleri ne deniyle yapılan üst abdominal bilgisayarlı tomografik incelemelerinde dalakta subkapsüler hematom saptandı. Da lakta subkapsüler hematom tanısı gecikmiş olgularda, geç dönemlerde rüptür olabileceğinden dolayı künt karın travması ile başvuran hastaların kontrol radyolojik incelemelerinin uygun olacağı kanısındayız.
Novvadays, patients suffering from blunt abdominal trauma are examined by abdominal ultrasonography, routinly. Subcapsular bleeding of the spleen in these patients can be overlooked if there isn't free fluid in the abdominal cavity, ultrasonographic examination carried out in suboptimal contitions and after the trauma attention was in- tensified on the Central nervous system injury. İn 3 cases who have been examined by abdominal ult rasonography just after the trauma, any pathological finding was not been determined related with their spleen also examined by upper abdominal computed tomography because of their some complaints after the trauma (1 wk-1 yr) and splenic subcapsular hematomas were establised in these patients. İn patients with delayed de- velopment of splenic subcapsular hematoma following abdominal trauma can cause late rupture of the spleen, so we think that the patients suffering from blunt abdominal trauma must be examined by the control radiological methods after the trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Akut Apandisit Tanısı
Erdal Göçmen, İsmail Bilgiç, Tamer Ertan, Ömer Yoldaş, Aydın Bilgin, Mehmet Kılıç, Mesut Tez, Mahmut Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelikte Akut Apandisit Tanısı
DIagnosIs Of Acute AppendIcItIs DurIng Pregnancy
Giriş: Gebelikte, obstetrik olaylar dışında en sık cerrahi girişim nedeni akut apandisittir. Bu çalışmada akut apandisit ön tanısıyla ameliyat edilen gebe hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ocak 2001 ile Aralık 2003 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısıyla opere edilen 24 gebe hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Sonuçlar: Yirmidört hastanın 19’unda patoloji sonucu akut apandisit tanısı ile uyumlu idi (%79.2). Diğer 5 hastanın 2’sinde over kist rupturü, 1’ inde paratubal torsiyone over kisti diğer 2’sinde ise negatif laparatomi mevcuttu. 1., 2., ve 3. Trimesterdeki hasta sayısı sırasıyla 2. 16 ve 6 idi. 2 hastada preterm eylem gelişti ve vakaların birinde fetüs kaybedildi. 12 hastada preoperatif dönemde yapılan ultrasonografi peroperatif bulgularla benzerdi. Tartışma: Gebelikte akut apandisit tanısı oldukça güç olup fizik muayene anamnez, halen en önemli tanı yöntemleridir ve normal popülasyona göre gebelerde perforasyon riski artmaktadır.
Background: Acute appendicitis is the mostcommon surgical problem in pregnancy after obstetric reasons. Pregnant patients operated with diagnosis of acute appendicitis were reviewed retrospectively in this study. Patients and Methods: 24 pregnant patients operated with diagnosis of acute appendicitis in Ankara Numune Training and Research Hospital between January and December 2003 were included in this study. Results: 19 out of 24 patients (%79.2) were pathologically diagnosed as acute appendicitis. Out of other 5 patients, 2 patients had ovarian cystrupture, 1 had ovarian cyst torsion and 2 had negative laparatomies. Distribution of patients was 2, 16 and 6 patients respectively, for 1st, 2nd and 3rd trimester. 2 patients had pretermlabour and 1 fetus resulted with exitus. Preoperative ultrasonography showed similarity to peroperative findings in 12 of 24 patients. Discussion: Diagnosis of acute appendicitis in pregnancy is quite difficult and physical examination and patient history are still most important diagnostic tools. Perforation risk in pregnant patients higher than normal population.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tiroid Kistlerınin Ultrasonografi Ve Bilgisayarlı Tomografi Özellıklerı
Bilge Çakır, Kemal Ödev, Oktay Esen
Araştırma makalesi
Özeti
Tiroid Kistlerınin Ultrasonografi Ve Bilgisayarlı Tomografi Özellıklerı
UltrasonographIc And Computed TomographIe CharacterIstIcs Of The ThyroId Cysts
Biz bu çalışmamızda, tiroidde sintigrafi de hipoaktif nodül saptanan ve ultrasonografide (US) kistik özellik gösteren 13 olguyu inceledik. Olgularımızdan 4'üne bilgisayarlı tomografi (BT) uyguladık. Bu üç inceleme yönteminin verilmesini histopatolojik tanı ile karşılaştırdık. Ayrı ayrı ve birlikte olduklarında kimya olan katkılarını tartıştık.
in this study, 13 cases were examined with hypoactive nodule by Scintigraphy and are cystic sonographically. Of 13 cases, 4 were examined by CT. in conclu.vion, the results were cornpanecl with hystopathologic findings. We discussed contrubition of three imaging modalities in the differantial diagnosis of these lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden Geçirilmesi
Alper Kılıçaslan, Feride Karakuş, Ruhiye Reisli, Esra Goger
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden Geçirilmesi
BIlevel-BIlateral Sacral Erector SpInae Plane Block For ChronIc PaIn Management: A Case Report And Short LIterature RevIew
Son yılların popüler rejyonel anestezi tekniklerinden biri olan erektor spina plan bloğu (ESPB), ilk olarak üst torasik nöropatik ağrı için kullanılmıştır. Daha sonra birçok farklı endikasyonda, farklı seviyelerden (alt torasik ve lomber) hem akut hem kronik ağrı tedavisinde, kullanılmıştır.
Sınırlı deneyimimiz, bilevel biletaral uygulanan sakral ESPB'nun, perianal kronik intermittan (aralıklı) ağrının tedavisinde kolay ve etkili bir teknik olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, uygulama noktası, lokal anestezik volümü, duyusal blokaj alanı gibi araştırılması gereken birçok konu mevcuttur. Klinik araştırmaların yetersizliği nedeniyle, bu inceleme şu anda sakral ESPB blok etkinliğinin kanıtını ve rutin kullanımını destekleyememektedir. Sakral ESPB bloğunun etkinliği ve etki mekanizmasını açıklığa kavuşturmak için anatomik radyolojik ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Erector spinae plane block (ESPB), one of the popular regional anesthesia techniques in recent years, has first been used for upper thoracic neuropathic pain. Later, it has been used in many different indications for both acute and chronic pain treatment at different lower thoracic and lumbar levels. Our limited experience demonstrates that bilevel bilateral sacral ESPB is an easy and effective method in the treatment of perianal chronic intermittent pain. However, many issues, such as the application site, the volume of local anesthetics and the sensory blockade, still remain being investigated. Due to the lack of clinical research, our review is currently unable to support the evidence and routine use of sacral ESPB. We consider that anatomical radiological and clinical studies are needed to elucidate the efficacy and mechanism of action of sacral ESPB
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
Sinan Tan, Mehmet Gümüş, Ali İpek, Osman Ersoy, Mustafa Karaoğlanoğlu, Hasan Öztürk, Mehmet Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
HepatIc Artery Aneurysm: Us FIndIngs
Hepatik arter anevrizmaları nadir ancak klinik olarak önemli bir durumdur. Hastaların çoğu asemptomatik olduğu için tanı genellikle radyolojik incelemeler sırasında rastlantısal olarak konulur. Rüptür ana komplikasyon olup vakaların %60-80’inde görülür. Biz bu vakada, hepatik arter anevrizmasının ultrasonografi bulgularını sunmayı amaçladık.
Hepatic artery aneurysms are a rare but a clinically significant phenomenon. Because most patients are asymptomatic, the diagnosis is usually made as an incidental finding during radiological examinations. Rupture is the main complication that occurs in 60%- 80% of the cases. In this case we aim to present ultrasonography findings of a hepatic artery aneurysm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
Kemal Ödev, Mustafa Güleç, Ahmet Bilge, Adil Kartal
Araştırma makalesi
Özeti
Karaciger Hastalıklarında Ultrasonografinin Değeri
The Value Of Ultrasonography In The LIver DIseases
25.5.1985 - 30.12.1985 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Radyoloji Anabilim Dalında 391 hasta US (Ultrasonografi) ile incelenmiştir. Yirmi üç hastada karaciğerde, 1 hastada karaciğer ve karında, 1 hastada karaciğer ve sol böbrekte lokalize olmuş kist hidatik, 20 hastada karaciğerde bağ dokusu artışı, asit ve spnomegali ile karakterize karaciğer sirozu ve 8 hastada karaciğerde solid (tümöral) lezyon tespit edildi. Bu çalışmada US bulguları ile ameliyat bulguları karşılaştırıldı. Kist hidatik tanısı konularak ameliyat yapı/an hastalarda US'nin teşhis doğruluğu %100 dür. Diğer hastalarda US, klinik teşhis çalışmalarına ve ameliyat endikasyonu koymada rehberlik etmiştir.
391 cases were examined by US (Ultrasonography) at the department of Radiology of Medical Faculty of Selçuk University, between May 25, 1985 and December 30, 1985. Hydatid csyt to have localized in the liver in twenty three cases, in the liver and abdomen in one case, in the liver and left kidney in one case, liver ci.rrhose characteriezd by splenomegaly, acsites and the increase of connective tissue in twenty cases and solid (tumour) lesion in eight cases were determined in the liver. US findings were compared wi.th operation findigns. The diagnosed csyt. US has become a guide for clinical diagnostic studies and to determine operation indication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Laparoskopi İle Tedavi Edilen Ektopik Gebeliklerin Değerlendirilmesi
Osman Balcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Araştırma makalesi
Özeti
Laparoskopi İle Tedavi Edilen Ektopik Gebeliklerin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of The LaparoscopIcally Treated EctopIc PregnancIes
Bu çalışmada kliniğimizde laparoskopik yaklaşımla tedavi ettiğimiz ektopik gebelik olgularımızın değerlendirilmesini amaçladık. Ocak 2007 – Aralık 2009 yılları arasında kliniğimizde ektopik gebelik tanısı konulan ve laparoskopik yaklaşımla tedavisi yapılan 56 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular yaş, gravida, parite, başvuru şikâyetleri, başvuru anındaki gebelik haftaları, transvajinal ultrasonografi (TVUSG) bulguları, tedavi öncesi ve sonrası ß-human chorionic gonadotropin (ß-hCG) değerleri, tedavi öncesi ve sonrası hemoglobin (Hb) değerleri, uygulanan laparoskopik yöntemler, transfüzyon yapılıp yapılmadığı ve ek tedavi uygulanıp uygulanmadığı açısından incelendi. Hastaların ortalama yaşı 30.4±4.2 ve ortalama gebelik haftaları 6.6±1.4 hafta idi. Başvuru sırasında ortalama ß-hCG değerleri 2932.4±2276.8 IU/L idi. Hastalar sıklıkla kasık ağrısı ve vajinal kanama ile başvurmuşlardır. Hastalarda TVUSG bulguları olarak sıklıkla adneksiyal kitle ve hemoperitoneum gözlenmiştir. En sık ampuller gebelik tanısı konmuştur. Hastaların çoğuna tuba koruyucu cerrahi tedavi uygulanırken, sadece %10.7’sine salpenjektomi uygulanmıştır. Post-operatif kanama nedeniyle 2 hasta yeniden laparoskopiye alınırken, 10 hastaya da kan transfüzyonu yapılmıştır. Hastaların tamamında 1. ayın sonunda ß-hCG değerlerinin normal sınırlara döndüğü görülmüştür. Sonuç olarak hemodinamik açıdan stabil ve laparoskopik tedaviye uygun özellikle de genç ve fertilite isteği olan ektopik gebelik hastalarında, en iyi tedavi yaklaşımının konservatif laparoskopi olduğunu düşünmekteyiz.
In this study, we aimed the evaluation of the laparoscopically treated ectopic pregnancy cases in our clinic. This retrospective study included 56 cases that were diagnosed to have ectopic pregnancy and treated by laparoscopy between January 2007 and December 2009. Patients characteristics such as age, gravidity, parity, symptoms, gestational age at the time of diagnosis, sonographic findings, preoperative and post-operative serum ß-human chorionic gonadotropin (ß-hCG) and hemoglobin levels, type of laparoscopic surgery, blood transfusion and additional treatments were recorded. The average age of the patients was 30.4±4.2 years, the average gestational age was 6.6±1.4 weeks, and the average ß-hCG value at presentation was 2932.4±2276.8 IU/L. The patients presented usually with pelvic pain and abnormal vaginal bleeding. Adnexal mass and hemoperitoneum were mostly seen by sonographic evaluation. Ampuller pregnancy was the most common. Most of patients had conservative surgery; salpingectomy was applied to 10.7% of patients. Ten patients received blood transfusion and 2 patients underwent re-laparoscopy because of postoperative bleeding. Serum ß-hCG levels returned to normal at the end of the 1st month after surgery in all patients. According to these findings, laparoscopic surgery is the most appropriate treatment for young patients with ectopic pregnancy who are hemodynamically stable and wish to preserve their fertility
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kayıp Tiroid Nerede?
lingual Tiroid
Orkide Kutlu, Şamil Ecirli, Abdullah Sakin, Mustafa Çaycı
Olgu sunumu
Özeti
Kayıp Tiroid Nerede?
lingual Tiroid
Where Is The Lost ThyroId?
lIngual ThyroId
Tiroid dokusunun embriyolojik gelişimi esnasında tiroglossal
kanal boyunca migrasyonunda yetersizlik ektopik tiroid ile sonuçlanır.
Lingual tiroid en sık ektopik yerleşimdir. Genellikle asemptomatik
olmakla birlikte normal tiroid dokusunda görülen adenom, hiperplazi,
inflamasyon ve malignite gibi durumlar ektopik doku için de söz
konusu olabilir. Bu yazıda ultrasonografik olarak normal yerleşimde
tiroid dokusu saptanmayan, sintigrafi ile dil kökü yerleşimli tiroidi
olduğunu tespit edip, hipotiroidi sebebi ile replasman tedavisi
başladığımız ve takibe aldığımız bir hastamızı nadir görülmesi sebebi
ile bildirmek istedik.
Thyroid ectopy is caused by failure of the descent of thyroid tissue
through thyroglossal duct during embryological development. Base of
the tongue is the most common ectopic localisation of thyroid gland.
It is usually asympthomatic. Adenoma, hyperplasia, inflammation,
malignancy similarly can be seen in ectopic thyroid tissue, as may
occur in normal thyroid tissue. In this report, we present the case who
has no thyroid tissue on normal localisation, searched for ectopic
localisation with scintigraphycally; treated for hypothyroidism and
followed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tıroid Hastalıklarında Ultrasonografi Ve Sintigrafinin Tanı Değerı
A. Galip Könençoğlu, Serdar Karaköse, Fevzi Karslı, Taner Kaya, Nahit Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Tıroid Hastalıklarında Ultrasonografi Ve Sintigrafinin Tanı Değerı
The DIagnostIc EffIcIency Of The VscInfIgraphy And Ultrasonography Of ThyroId DIseases
Toplumumuzda oldukça yaygın olan tiroid bezi hastalıklarının tamamına yakınının tedavi edilebilir hastalıklar olması, erken, kolay, zararsız ve ekonomik olan tanı yöntemlerinin gerekliliğini ön plana çıkarmaktadır. Yüksek rezolüsyonlu real-time ultrasonografinin yüzeyel organ ve dokuların tetkikinde kullanılmaya başlanması ile tiroid hastalıklarının tanı ve tedavisi yeni bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmamtzda, sintigrafi ve ultrasonografi uygulanan, operasyon ile histopatolojik neticeleri kanıtlanınış olan 57 olgunun sintigrafi ve ultrasonografi bulguları operasyon bulgulaarı ile karşılaştırıldı. Ultrasonografide 2 yanlış negatif olguya karşılık sintigrafide 18 yanlış negatif olgu saptandı. Ultrasonografinin duyarlığı %96, sintigrafinin dayadığı %68 bulundu. Her iki yöntemde de yanlış pozitif olgu saptanmadı. Daha önce yapılan araştırmalar ve bizim neticelerimiz, tiroid hastalıklarının tanısında, zararsız, ucuz, non-invasiv, non-iyonize, tatbiki kolay ve duyarlılığı fazla olan ultrasonografinin, ilk ve rutin olarak kullanılması gerekli bir radyolojik tanı yöntemi olduğunu düşündürmektedir.
Almost all of the thyroid diseases, which are rather common in our society, are curable, therefore it brings the necessity of early, east, not harmful and economic methods for the diagnosis. The diagnosis and treatment of thyroid diseases have gained a new perspective with use of high-resolution realtime ultrasonography in superficial organs and tissue. In this study, scintigraphic and ultrasonographic findings of 57 cases, in which scintigraphy and ultrasonography was used and histopathological results which were proven with surgery were compared with surgery findings. Although 2 false negative cases were been in ultrasonography, 18 false negative cases were observed in scintigraphy. It was found that the sensitivity of ultrasonography was 96%, while it was found 68% in scintigraphy. In both methods no false positive cases were observed The studies which have been done formerly and our' results give the impression that in diagnosis of thyroid diseases, ultrasonography which is not harmful, cheap, noninvasive, nonionized, easily applicable and highly sensitive, is a radiologic-rnethod of diagnosis which is necessary to be used firstly and routinely.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözün Hemodinamiğindeki Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
Yaşar Sakarya, Nevbahar Tamçelik, Canan Akman
Araştırma makalesi
Özeti
Açık Açılı Glokomda Trabekülektomi Ameliyatı Öncesi Ve Sonrası Gözün Hemodinamiğindeki Değişikliklerin Renkli Doppler Ultrasonografi İle İncelenmesi
InvestIgatIon Of Changes In Ocular HemodynamIcs WIth Color Doppler Ultrasounography Before And After Trabeculectomy OperatIon In Open Angle Glaucoma
Açık açılı glokomda trabekülektomi ameliyatı sonrası santral retina arter, oftalmik arter ve posterior silier arterin akım özelliklerinde ortaya çıkabilecek hemodinamik değişikliklerin renkli doppler ultrasonografi ile belirlemek. On beş hastanın 15 gözü çalışma gurubuna dahil edildi. Ameliyattan önce ve ameliyattan 2. ve 10. hafta sonra oküler hemodinamik özellikler renkli doppler ultrasonografi (RDU) ile incelendi. Çalışma gurubunu ameliyat olan gözler oluştururken, ameliyat olmayan gözler kontrol grubunu oluşturdu. Oftalmik arter, santral retinal arter, nazal ve temporal posterior silier arterlerin sistolik maksimum hızı, diastol sonu hızı, ortalama hızı ve resisitif indeks değerleri ameliyat öncesi ve sonrası değerleri karşılaştırıldı. Oftalmik arterin ölçüm değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı hiçbir değişiklik izlenmedi. Santral retinal arterin, temporal ve nazal silier arterlerin ameliyat öncesi ve sonrası 2. ve 10. haftadaki ölçüm değerleri karşılaştırıldığında, diastol sonu hız ve ortalama hızda istatistiksel olarak anlamlı artma izlenirken, resisitif indekste istatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi. RDU glokom patofizyolojisinde vasküler yapıların incelenmesinde ve glokom takibinde alternatif bir ölçüm metodu olarak kullanılabilir.
To evaluate changes in flow characteristics of central retinal artery, ophthalmic artery, and posterior ciliary arteries with color Doppler ultrasounography (CDU) before and after trabeculectomy surgery in open angle glaucoma. Fifteen eyes of 15 patients included in this prospective study and ocular haemodynamic characteristics were investigated with CDU preoperatively and at postoperative 2.nd and 10.th weeks. Operated eyes were included in study group while unoperated eyes in the control group. Preoperatively and postoperative values of systolic maximum velocity, end diastolic velocity, mean velocity, and resistive index values of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal and temporal ciliary artery were compared. No statistical change was observed in ophthalmic artery measurement parameters. However, when compared preoperative values, there were statistically significant increase in end diastolic velocity, mean velocity values and decrease in resistive index values of ophthalmic artery, central retinal artery, nasal and temporal ciliary artery at postoperative 2.nd and 10.th weeks. CDU can be used in investigation of vascular structures in glaucoma pathophysiology and for follow up of glaucoma as an alternative measurement method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
Hakan İbrahim Boyar
Olgu sunumu
Özeti
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
PreoperatIvely DIagnosed Isolated FallopIan Tubal TorsIon
Over torsiyonu olmadan izole tuba torsiyonu literatürde az sayıda
rapor edilmiştir. Özellikle overlerin normal görüldüğü ve adneksiyel
torsiyon ile ilişkili akut batın tablosu olduğunda bu hastalıktan
şüphelenmek gerekir. Bu olgu sunumunda preoperatif ultrasonografi
ve bilgisayarlı tomografi ile tanısı konmuş ve izole tuba torsiyonu
hastasını sunulmuş ve tedavideki gecikme durumunda oluşabilecek
durumlar tartışılmıştır.
Isolated tubal torsion other than combination with ovarian torsion
is reported in few articles in the literature. Especially in cases with
normal appearing ovaries and having acute abdomen clinic as like
usual torsion, this disease should be kept in mind. In this report
a case of isolated tubal torsion is presented which is diagnosed
preoperatively with ultrasonography and computed tomography and
possible results of the delay in the treatment is discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
Ali Ayçiçek
Olgu sunumu
Özeti
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Ramazan Büyükkaya, İbak Gönen, Ayla Büyükkaya, Kürşat Oğuz Yaykaşlı, Fahri Halit Beşir, Beyhan Öztürk, Davut Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Fever Of Unknown OrIgIn, WIth Mtfhr-C677t Gene PolymorphIsms And Portal VeIn Thrombus
Nedeni bilinmeyen ateş (NBA), üç haftadan beri devam eden, 38.3ºC’ nin üzerinde seyreden ve hastanın yatışıyla birlikte yapılan bir haftalık incelemelerde etiyolojinin aydınlatılamadığı ateş olarak tanımlanır. NBA’lı hastaların değerlendirilmesi komplekstir çünkü etiyolojide birçok neden bulunmakta ve literatüre her geçen gün yeni sebepler eklenmektedir. 24 yaşında erkek hastanın NBA ve karın ağrısı nedeniyle yapılan kontrastlı bilgisayarlı tomografi incelemesinde portal ven ve süperior mezenterik vende trombüs görüldü. Trombüs etiyolojisi araştırıldığında Metiltetrahidrofolat redüktaz C677T (MTFHR-C677T) gen polimorfizmi saptandı. Hastanın verilen Clexane 0,8 ml 2x1 tedavisinin 5. gününde ateşlerinin düşme eğilimine girdiği, karın ağrısının azaldığı, eş zamanlı takip doppler ultrasonografisinde trombüs görünümünde kısmen regresyon olduğu görüldü. Biz bu makalede NBA’ in nadir bir sebebi olan ve literatürde rastlamadığımız MTFHR-C677T gen polimorfizminin eşlik ettiği portal ve süperior mezenterik ven trombüsünün klinik ve radyolojik görüntüleme bulgularını sunmayı amaçladık..
Fever of unknown origin is defined as the following a temperature greater than 38.3°C (101°F) on several occasions, more than 3 weeks’ duration of illness, and failure to reach a diagnosis despite 1 week of inpatient investigation. Evaluation of patients with FUO is complicated because there are multiple etiologic factors and new ones are adding in literature every day. A 24years old man was performed contrast enhanced CT for FUO and abdominal pain, show trombus in portal vein and superior mezenteric vein. On examination, metiltetrahidrofolate reductase gene polimorphism is detected in the etiology of trombus. The patient’s fever and abdominal pain improved after 5 day treatment of Clexane 0,8 ml. A further doppler sonography show partial regression in trombus by which time the patient’s symptoms resolved. We aimed to present clinical and radiologic imaging findings in a case of portal and superior mesenteric vein trombus associated with MTFHR-C677T gene polimorphism which is a rare cause of FUO and we didn’t meet in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Saim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kas-İskelet Sistem Uygulamalarında Ultrason Elastografi
Zeynep İlerisoy Yakut, Aynur Turan, Mehmet Akif Teber
Derleme
Özeti
Kas-İskelet Sistem Uygulamalarında Ultrason Elastografi
Ultrasound Elastography For Musculoskeletal ApplIcatIons
Ultrason Elastografi (UE), dokunun mekanik özelliklerini
değerlendiren bir metod olup, dokudaki yer değiştirmenin
ultrasonografi (US) ile belirlenmesi esasına dayanır. Pek çok UE
metodu olmakla birlikte klinik uygulamada gerilim elastografi (GE) en
sık kullanılanıdır ve dokunun gerçek zamanlı incelenmesine imkan
sağlar. UE’nin kas-iskelet sisteminin(KİS) değerlendirilmesindeki
önemi, patolojilerin erken teşhisine yardımcı olması ve tedaviyi
yönlendirmesi açısından giderek artmaktadır. Bu derleme, klinikte
kullanılan UE teknikleri, UE’nin kas-iskelet sisteminde kullanımlarına
ilişkin yayınlanmış makaleler, teknik ile ilgili sınırlılıklar ve gelecek
ile ilgili görüşleri içermektedir.
Ultrasound elastography (EUS) is a method to assess the
mechanical properties of tissue, by applying stress and detecting
tissue displacement using ultrasound. There are several EUS
techniques used in clinical practice; strain (compression) EUS is
the most common technique that allows real-time visualisation of
the tissue. The importance of EUS in evaluation of musculoskeletal
system is increasing since it helps out early diagnosis of diseases
and guide the theraphy. This review includes the various EUS
techniques available for clinical use, presents the published reports
on musculoskeletal applications of EUS and discusses the technical
limitations and future perspectives of this method in the assessment
of the musculoskeletal system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Havayolu Anatomisinin Ultrasonografik Olarak İncelenmesi Ve Klinik Kullanımı
Alper Kılıçaslan, Ahmet Topal, Atilla Erol, Funda Gök
Derleme
Özeti
Havayolu Anatomisinin Ultrasonografik Olarak İncelenmesi Ve Klinik Kullanımı
UltrasonographIc Assessment Of The AIrway Anatomy
and ClInIcal Use
Havayolu anatomisinin ve ilgili patolojik yapıların tanınması
özellikle anestezi, yoğun bakım, acil tıp, göğüs hastalıkları ve
KBB uzmanları için temel klinik becerilerdir. Havayolu yönetimini
etkileyen birçok anatomik yapı bulunmaktadır ve en iyi şartlarda
bile eksternal anatomik mihenk noktaları bu yapıların tam olarak
değerlendirilebilmesi için yetersizdir. Özellikle vasküler girişimler
ve rejyonel anestezi uygulamalarında yaygın olarak olarak
kullanılan yatak başı ultrasonografi (USG), havayolu yapılarının
görüntülenmesinde de faydalı olabilir. Bu yazıda havayolu
yapılarının USG ile nasıl görüntülenebileceği ve klinik pratikte nasıl
kullanılabileceği literatür eşliğinde tanımlanmaktadır.
The identification of the airway anatomy and associated
pathological structures are the basic clinical skills for the especially
specialists of anesthesiology, intensive care, emergency medicine,
chest diseases and ENT. There are a lot of anatomical structures,
which affect the airway management and external anatomical
landmarks are insufficient for the complete evaluation of these
structures, even in the best conditions. Bedside ultrasonography,
which is used especially in the vascular interventions and regional
anesthesia applications extensively, can also be useful in the
visualization of the airway structures. In this paper, these two issues
of how the airway structures can be visualized by USG and of how
this information can be used in clinics are defined together with the
literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toraks Hıdatık Kıst Hastalıgında Radyolojık Bulgular
Rıdvan Aktitiz, Faruk Özer, Mehmet Gök, Kemal Ödev, Adnan Tekin, Adil Zamani
Araştırma makalesi
Özeti
Toraks Hıdatık Kıst Hastalıgında Radyolojık Bulgular
Radıologıcal Fındıngs In Thoracıc Hydatıc Cıst Dısease
63 olguda toraksta lokalize hidatik kistlerin radyografi, ultrasonografi (US) ve bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları değerlendirildi. Basit, komplike veya rüptüre hidatik kistler düz röntgenogramlara göre BT ile daha iyi görüntülendi.
Radiography, ultrasonography (US) and computed tomography (CT) findings of hydatid cysts localized in the thorax were evaluated in 63 cases. Simple, complicated, or ruptured hydatid cysts were better visualized with CT than plain roentgenograms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperbarik Oksijen Tedavisi Uygulanan Hastalarda Solunum Sistemi Fonksiyonları Ve Diyafram Üzerine Etkisi Nedir?
Selin Gamze Sümen, Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan
Araştırma makalesi
Özeti
Hiperbarik Oksijen Tedavisi Uygulanan Hastalarda Solunum Sistemi Fonksiyonları Ve Diyafram Üzerine Etkisi Nedir?
How Can HyperbarIc Oxygen Therapy Affect The DIaphragm And RespIratory FunctIons Of PatIents?
Amaç
Bu çalışmada, hiperbarik oksijen tedavisinin ardışık uygulamalarda hastaların solunum fonksiyonları ve diyafragma hareketleri üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntemler:
Çalışma grubu, Haziran 2019-Aralık 20219 tarihleri arasında hiperbarik oksijen tedavisi uygulanan çeşitli hastalık tanısı alan 22 hastadan oluşuyordu. Dinamik ve statik akciğer hacimleri, difüzyon kapasitesi, maksimum inspiratuar ve ekspiratuar basınçlar gibi solunum fonksiyonları tedavi seanslarının başlamasından ve bitiminden önce değerlendirildi. Ayrıca torasik ultrasonografi ile diyafram kalınlığı, gelgit volümü ve derin inspirasyon sırasındaki diyafram hareketleri ölçüldü.
Bulgular:
Çalışmaya yaş ortalaması 53.3±10.0 yıl olan yirmi iki hasta (16 erkek;6 kadın) dahil edildi. Hastaların hiperbarik oksijen tedavilerinin sonunda yapılan total akciğer kapasitesi, vital kapasite ve rezidüel volüm de artış görüldü (p<0.05). Diğer statik akciğer hacimleri, maksimum inspiratuar ve ekspiratuar basınçlar, akciğer karbon monoksit difüzyon kapasitesinde değişiklik gözlenmedi. Tidal volümü hareketi ve vital kapasite sırasında diyafram kalınlığı ve diyafram hareketi artmıştır (p<0.05).
Sonuç:
Çalışmamızda hiperbarik oksijen tedavisinin diyafragma ve solunum fonksiyonları üzerindeki etkisini, spirometri, diyafragma görüntüleme teknikleri ve difüzyon kapasitesi yöntemleri ile değerlendirdik. Sonuç olarak, hiperbarik oksijen tedavisi pulmoner ve diyafragma fonksiyonlarında anlamlı bir değişikliğe yol açmıştır.
Anahtar kelimeler: Akciğer, Difüzyon kapasitesi, Diyafram, Hiperbarik oksijen, Toksisite
Aim:
In this study, we aimed to evaluate the repetitive effects of hyperbaric oxygen treatment on patients’ pulmonary functions and diaphragmatic movement.
Patients and Methods:
The study group consisted of 22 patients diagnosed with various diseases who were administered hyperbaric oxygen treatment between June 2019 and December 2019. Respiratory functions such as dynamic and static lung volumes, diffusion capacity, and maximum inspiratory and expiratory pressures were evaluated before the start and end of the treatment sessions. Besides, the diaphragm thickness and the diaphragm movements during tidal volume and deep inspiration were measured with thoracic ultrasonography.
Results:
Twenty-two patients (16 male;6 female) with a mean age of 53.3±10.0 years were included. At the end of hyperbaric oxygen therapy total lung capacity, vital capacity, and residual volume were significantly increased (p<0.05). The other static lung volumes, maximum inspiratory and expiratory pressures, and diffusing capacity of the lungs for carbon monoxide did not change. The thickness of the diaphragm and diaphragmatic movement during tidal volume and vital capacity were also increased (p<0.05).
Conclusion: In our study, we evaluated the effect of hyperbaric oxygen therapy on diaphragmatic and respiratory functions by using, diffusing capacity, as well as spirometry and diaphragmatic imaging techniques. As a result, hyperbaric oxygen treatment led to a significant change in pulmonary and diaphragmatic functions.
Keywords: Diaphragm, Diffusing capacity, Hyperbaric oxygen, Lung, Toxicity
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postoperatif Karaciğer Kist Hıdatıklerinın Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Postoperatif Karaciğer Kist Hıdatıklerinın Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc ScreenIng Of PostoperatIve LIver HydatId Cysts
Kist hidatik tanısıyla opere olan 32 hastaya ultrasonografik (US) inceleme yapıldı. 10 hastaya yeni kist hidatik gelişimi raporu verildi. Bunların 651 tekrar opere oldu ve US tanımıs doğrulandı. Yeni kist hidatik gelişimi olan hastalarda ultrasonografi ile homojen kist, kız veziküllü kist, omentumlu kist ve batında yeni odakta kist hidatik özellikleri bulduk. incelediğimiz hastalarda saptadığımız ultrasonografik özellikleri literatüre ışığında değerlendirdim.
Previously, patients who were diagnosed and operated for cyst hydatid, were recalled and 32 of them were screened again ultrasonographycly. Arnong them 10 patients showed recurrence of new hydatid cyst development, Further examinations have shown that these cysts were, homogen cyst, daughter vesicul#e cyst, and abdorninal cyst, respectively. Six of the 10 patenti were reoperated for this diagnosis. Ultrasonographic exarninations and peculiarities were discussed further in this study.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
Sami Ceran, Ufuk Tütün, Güven Sadi Sunam, Kazım Gürol Akyol, Tunç Solak, Sadık Özmen, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatık Sag Dıafragma Yırtıgı Ye Total Hepatık Hernıasyon
TraumatIc Total HepatIc HernIa To The RIght Thorax
Konya Devkt Hastanesinden sag 8. interkostal araliktan kapalt su aft' drenajt uygulanarak seek edilen 14 yamda erkek hastantn takibinde ani so-lunum stlantzstntn baylamast uterine yaptlan tet-kiklerinde sag torakstn alt ve orta zorunun ka-panchgt gozlendi. Yap'Ian acil posterolateral sag torakotomi sonrasznda toraks i•ine herniye olufmul karaciger ve kolonun hepatik fleksurast ve bu barsak anst uzerinde daha once uygulanan kapalr tip dre-najina baglz iki perforasyon gozlendi. Yaptlan ult-rasonografi ye akciger grafisinin herni wrist kin yeterli olmayacagt kantszna varildr. To-rakoabdominal kiint travmalar sonrast intratorasik herni olabileceginden miidahale etmeden once blintz'? ekarte edilmesi gerekmektedir.
A 14 - year-old boy was admitted to the in-tensive care unit (ICU) of the Seljuk University Hos-pital because of a traffic accident. He had a chest tube in the middle axiller line of his right thorax on the 8 th. intercostal space. Pulmonary parenchym of the right lung had closed at his chest roentgenogram and ultrasonografi. This patient required an emer-gency operation with his symptoms and laboratory findings. Emergency thoracotomy was performed in the patient which had led to a tear in the right side of diaphragm and intrathoracic migration of the liver, hepatic filexura of the colon and the omentum were seen. Hepatic flexura of the colon had got two perforations. They have to he attentive for diagnosis and treatment after thoracoabdominal blunt trauma. Never forget that some manipulations to diagnosis or treatment may make abdominal viscera destroy in the chest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Batında Yerleşen Kist Hidatiklerin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Batında Yerleşen Kist Hidatiklerin Ultrasonografik Özellıklerı
The UltrasonographIc Features Of AbdomInal Cyst HydatIcs
1986-Kasıtn 1987 tarihleri arasında Cumhuriyet Üniversitesi Tip Fakültesi Radyoloji dalı'na batan ultrasonografisi için gelen hastalardan kist hidatik tanısı koyduğumuz 37 olguda ulstaronografik (US) bulgularımızı postoperatif bulgularla karşılaştırdık. Sonuçlarınızı literatür ışığında tartışarak batın kist hidatiklerinin US özelliklerini ve tanı kriterlerini değerlendirdik
Hydatid cyst was diagnosed in thirty seven cases exatnined by sonography at the Department of Radiology, Medical School of Republic University, Sivas between March, 1986 and November, 1987. Sonographic findins were compared with surgical findings. Ultrasonographic criteria of abdominal cyst hydatides were represented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ultrasonografik Servikal Uzunluk Ölçümünün Asemptomatik Kadınlarda Preterm Doğumu Tahmin Etmedeki Rolü Nedir?
Deniz Hızlı, Saynur Sarıcı Yılmaz, Serdar Yalvaç, Ömer Kandemir
Araştırma makalesi
Özeti
Ultrasonografik Servikal Uzunluk Ölçümünün Asemptomatik Kadınlarda Preterm Doğumu Tahmin Etmedeki Rolü Nedir?
What Is The Value Of UltrasonographIc CervIcal Length Measurement For PredIctIng Preterm BIrth In AsymptomatIc Women?
Neonatal morbidite ve mortaliteyi azaltmak için prematür doğum riski olan hastaların belirlenmesi oldukça önemlidir. Bu çalışmanın amacı, asemptomatik düşük risk grubundaki hastalarda servikal uzunluk ölçümünün preterm doğumu tahmin etmedeki rolünün belirlenmesi idi. Onaltı-yirmiiki gebelik haftasında olan ve preterm doğum öyküsü olmayan toplam 200 hasta bu prospektif çalışmaya dahil edildi. Servikal uzunluk transvajinal ultrasonografi ile ölçüldü ve servikal uzunluk ölçümünün düşük riskli populasyonda preterm doğumu tahmin etmedeki rolü istatistiksel olarak değerlendirildi. Preterm doğum insidansı %4.5 (9/200) idi. Term ve preterm grupların ortalama yaşları (±S.D.) sırasıyla 27.7±6.98 ve 24.9±4.47 idi (p=0.222). Term grupdaki hastaların ortalama servikal uzunluk ölçümü (35.0±4.57 mm) ile preterm grupdaki hastaların ortalama servikal uzunluk ölçümü (36.5±6.93 mm) arasında istatistiksel fark tespit edilmedi (p=0.887). Sezaryen doğum oranı preterm grupta anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.04). Düşük risk grubundaki asemptomatik populasyonda tek başına ultrasonografik servikal uzunluk ölçümünün preterm doğumu tahmin etmedeki rolü sınırlıdır. Bu hastalarda servikal uzunluk taraması yapılmasının önerilebilmesi için kanıtlar yetersizdir. Bu nedenle taramadan fayda görecek hastaların belirlenebilmesi için prospektif geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
Identification of patients who will deliver prematurely is extremely important to decrease neonatal and maternal morbidity and mortality. The aim of this study was to evaluate the value of cervical length (CL) measurement in predicting preterm birth (PTB) in asymptomatic low risk women. A total of 200 consecutive asymptomatic patients between 16-22 gestational age who had no history of PTB previously were included in this prospective study. CL was measured by transvaginal ultrasonography and the predictive value of CL for PTB was evaluated in this low risk population. The incidence of PTB was 4.5% (9/200). The mean age (±S.D.) of the preterm and term groups was 27.7±6.98 and 24.9±4.47 years, respectively (p=0.222). The CLs at 16-22 weeks were not statistically different between the term group (35.0±4.57 mm) and the preterm group (36.5±6.93 mm) (p=0.887). Cesarean delivery rate was significantly higher in preterm group (p=0.04). Ultrasonographic CL measurement alone has limited value in prediction of preterm delivery in a low risk asymptomatic population. Also there is insufficient evidence to recommend routine CL screening in this subpopulation. Further larger prospective studies are needed to identify patients that may benefit most from such screening.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
PozItIve PredIctIve Value Of UterIne Masses: Us, Bt And Mrı
Amaç: Uterus lezyonlarının ayırıcı tanısında kesitsel radyolojik incelemeler yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda US, BT ve MRG’nin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya olumlu katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 15 uterus lezyonu alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1 ağırlıklı, T2 ağırlıklı, fat saturasyonlu ve Intravenöz kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalite ile konulan ayırıcı tanılarımızı patolojik tanılar ile karşılaştırdık. Bulgular: Olgularımızın 7'si myom, 3'ü adenomyozis, 3'ü endometrial karsinom ve 2'si servikal karsinomdu. Ultrasonografi İle 15 olgunun 11'ine(%73), bilgisayarlı tomografi İle 12'sine (%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 13'üne (%87) ayırıcı tanı konuldu. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of uterine lesions. We discussed the primary contribution of US, CT, and MRI methods in the diferential diagnosis of uterine masses. Materials and methods: We evaluated the spectrum of US, CT, and MRI findings of the 15 uterine masses. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover, sagittal and axlal T1 weighted as well as T2 weighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium-enhanced MR images of the pelvic region. We compared our radiologic diferential diagnosis with pathologic diagnosis. Results: Seven of 15 cases had myoma, 3 had adenomyosis, 3 had endometrial carsinoma, and 2 had servix carcinoma. Correct diferential diagnosis was established in 11 (73%) out of 15 cases with US, in 12 (80%) with CT, and in 13 (87%) with MRI. Conclusion: MRI is the imaging method best suited for evaluation of uterine lesion than other imaging technigues. Since ultrasonography allows deiiation of the uterine masses in at least two scanning planes, this method should be preferred as the first method of searehing for uterine lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Karsinomunun Radyoterapiye Cevabının Ultrasonografi İle Değerlendirilmesi: Manyetik Rezonans Bulguları İle Rezistiv İndeks Korelasyonu
Ülkü Kerimoğlu, Deniz Akata, Tuncay Hazırolan, Faruk Köse, Enis Özyar, Lale Atahan
Araştırma makalesi
Özeti
Serviks Karsinomunun Radyoterapiye Cevabının Ultrasonografi İle Değerlendirilmesi: Manyetik Rezonans Bulguları İle Rezistiv İndeks Korelasyonu
SonographIc EvaluatIon Of RadIotherapy Response In CervIcal Cancer: CorrelatIon Of Mrı FIndIngs WIth ResIstIve IndIces
Amaç: Bu prospektif çalışmada serviks karsinomunun radyoterapiye cevabının değerlendirilmesinde transvajinal renkli doppler ultrasonografi ile ölçülen rezistiv indeksin rolünü incelemek ve manyetik rezonans bulguları ile karşılaştırmak amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: İleri evre (>IIA) serviks kanseri histopatolojik tanı alan 13 hastaya radyoterapi öncesi ve 6 ay sonrası MRG ve TVRDUS yapıldı. Tümör santral ve perifer kesiminden ölçülerek ortalaması alınan rezistiv indeks tedavi öncesi ve sonrası değerleri karşılaştırıldı. Bu değerler MRG bulguları ve kontrol grubunun rezistiv indeks değerleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: B-mod transvajinal ultrasonografi (TVUS) ile tedavi öncesi tüm hastalarda tümöral kitle görüntülenebildi.Tedavi öncesi ve sonrası rezistiv indeks değerleri sırasıyla 0.20-0.82(ortalama: 0.52), 0.70-0.99 (ortalama:0.81) olarak ölçüldü. 13 hastadan 11’i tedaviye tam cevap verdi ve MR tetkikinde hiçbir kitle saptanmadı. TVUS ile yapılan incelemede servikste kitle gözlenmedi. 2 hastada ise MR tetkiki ve ultrasonografi ile rezidüel kitle izlendi. Tedaviye tam cevabı olanlarda radyoterapiye bağlı rezistiv indeks değerindeki artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.001). Rezidüsü olan 2 hastada ise rezistiv indeksler artmadı. Kontrol grubunun rezistiv indeks ortalaması 0.65 olarak ölçüldü ve hastaların tedavi öncesi rezistiv indeks değerinden istatistiksel olarak anlamlı olarak yüksekti. Sonuç: TVRDUS ile elde edilen spektral değerler serviks karsinomunun tedaviye cevabının değerlendirilmesinde MRG’ye iyi bir alternatif olabilir çünkü MRG bulguları ile rezistif indeks değerleri anlamlı korelasyon göstermektedir.
Aim: To assess prospectively the role of resistive indicies (RI) in determining the response to radiotherapy by transvaginal color doppler ultrasound (TVCDUS) and to correlate the results with MRI findings. Material and Method: 13 patients with advanced stage (>stage IIA) cervical cancer evaluated by MRI of the pelvis and TVUS before and 6 months after radiotherapy treatment. The mean resistive indicies before and after daiotherapy were measured from the periphery and the center of the tumor and were compared. These values were further correlated with both MR findings and RI values of the control group. Results: B mode TVUS identified the mass of all patients before therapy. RI measured 0.20-0.82 (mean=0.52) and 0.70-0.99 (mean=0.81) before and after the radiotherapy respectively in 13 patients. 11 showed full response clinically and accordingly, MR showed no residual tumor. MR examination and US showed residual tumor in two patients. The increase in RI before and after the radiotherapy was statistically significant (p=0.001) in the full response group. RI did not increase in two patients with residua. The mean RI measured from the control group was 0.65 and was significantly higher than the RI of the patients measured before therapy. Conclusion: Spectral features of TVCDUS can be a good alternative in the follow up response of cervix carcinoma to therapy, since a significant correlation between MRI findings and RI measurements are found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Suna Özdemir, Osman Balcı, Halime Göktepe, İsmet Tolu
Olgu sunumu
Özeti
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Fetal GermInal MatrIx Hemorrhage DIagnosed By MrI DurIng IntrauterIne PerIod
İntraventriküler kanama (İVK) preterm doğumun önemli komplikasyonlarından biridir. Lateral ventriküllerin subepandimal tabakasını oluşturan germinal matriks intraventriküler kanamanın en sık olarak görüldüğü alandır. İVK fetüste ultrasonografi ile ventrikülomegali ve hiperekojenik alan olarak yansırken, fetal manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile daha kolay saptanır. Fakat fetüste bunu gözlemlemek kolay değildir. Bizim burada sunduğumuz olgu, 30’uncu gebelik haftasında dış merkezden ventrikülomegali ön tanısıyla tarafımıza gönderildi. Kliniğimizde yaptığımız ultrasonografi ve MRI’da fetal kraniumda germinal matrix kanaması tespit edildi. Otuz ikinci gebelik haftasında annede ağır preeklampsi gelişti ve bu nedenle gebelik sezaryen ile sonlandırıldı. Şüpheli ventrikülomegalide teşhisi doğrulamada fetal MRI yapılmalıdır.
Intraventricular hemorrhage (IVH) is a common complication associated with delivery in preterm neonates. Germinal matrix, subependymal layer of lateral ventricle is the most occurring site of intraventricular hemorrhage. IVH is imaged as a hyperechogenic area and ventriculomegaly on ultrasonography, but it is detected easily by fetal magnetic resonance imaging (MRI). The present case was referred to our clinic due to ventriculomegaly on ultrasonography. Germinal matrix was determined on the fetal cranium with ultrasonography and intrauterine MRI at 30th weeks of gestation. The pregnancy was terminated by cesarean section due to severe preclampsia. Fetal MRI should be performed to confirm the diagnosis on the cases with suspect ventriculomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
Ersen Eraydın, Ahmet Karataş, Seyhan Sönmez, Şevki Göksun Gökulu, Ömer Başoğul
Olgu sunumu
Özeti
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
16 Weeks Pregnancy WIth NoncommunIcatIng RudImentary Horn
Rudimenter hornlu unikornuat uterus tanı konulup uygun tedavi edilmez ise jinekolojik ve obstetrik açıdan morbidite ve mortalite riski taşıyan, müllerian kanalın yetersiz gelişimi sonucu oluşan kadın genital sisteminin en nadir görülen anomalilerindendir. Bu vaka sunumunda 31 yaşında, 4 aylık amenore sonrası karın ağrısı şikayeti ile başvuran ve yapılan abdominal ultrasonografi (USG) sonrası rudimenter horn içerisinde 16 haftalık kardiak aktivitesi olmayan fetus tespit edilen, laparotomi ve eksizyon yapılan rudimenter horn gebelik olgusu sunulmuştur. Erken ve doğru tanı için hastalıktan şüphelenmek ve ultrasonografi kullanımı kilit rol oynamaktadır.
Unicornuate uterus with rudimentary horn is the rarest congenital anatomic anomaly of women genital system and usually develops following insufficient development of Mullerian ducts causing many life threatening obstetrical and gynecologic complications unless diagnosed and managed properly. We present a 31 years old patient applied to our clinic with a his-tory of 4 months amenorrhea and progressively incerasing low abdominal pelvic pain. Abdominal sonographic examination revealed a nonviable fetus at 16 weeks of gestation, lying in a rudimentary horn. Elective laparotomy was performed and the unrupture rudimentary horn with a nonviable fetus was totally excised by laparatomy. Post-operative recovery was uneventful. The need for a high index of suspicion and the role of ultrasonography in the accurate diagnosis is highlighted.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
Ganime Dilek Emlik, Ali Erbay, Demet Kıreşi, Orhan Demir, Serdar Karaköse
Araştırma makalesi
Özeti
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
EffectIvIeness Of The RadIologIc ImagIng Methods In The DIagnosIs Of The VertebrobasIllar InsuffIcIency
Amaç: Vertebrobasiller yetmezlik (VBY), özellikle ileri yaş grubunda görülen, nonspesiŞk semptomlara sahip klinik bir sendromdur. Amacımız VBY tanısında yüksek duyarlılık ve seçiciliğe sahip, maliyeti uygun, hastaya mümkün olduğunca zarar vermeyen radyolojik yöntemleri belirlemek ve bunların etkinliğini tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda VBY semptom ve bulguları bulunan, yaşları 18-79 yaş arasında değişen 40 hasta grubu ile yaşları 25-72 yaş arasında değişen 20 kontrol grup vakası değerlendirildi. Hasta ve kontrol grubundaki olgulara RDUS, boyun MRA, kranial MR tetkikleri yapıldı. RDUS ile vertebral arterlerin (VA) sadece ekstrakranial segmentleri ( V1-V2 ) incelendi. Bulgular: RDUS ile her iki VA çapları ve sistolik- diastolik hızları hasta ve kontrol grubunda ayrı ayrı karşılaştırıldı. Her iki grupta da sol VA ortalama çapı, sağa göre daha geniş izlendi. Hızlar karşılaştırıldığında, hasta grubundaki sol VA sistolik ve diastolik hız ortalamaları kontrol grubuna göre daha yüksekti. RDUS ile 9 hastaya oklüzyon, 5 hastaya kink veya stenoz, 6 hastaya sadece hipoplazi, 2 hastaya yetersiz akım tanıları kondu. Ayrıca distal segmentlerde oklüzyon veya stenozu bulunan 3 olguda, RDUS’de indirekt bulgular izlendi. MRA ile 14 hastaya oklüzyon, 4 hastaya stenoz, 6 hastaya kink, 6 hastaya sadece hipoplazi, 4 hastaya sadece tortiozite, 1 hastaya fenestrasyon tanısı kondu. 5 hastanın MRA’sı normaldi. Posterior dolaşım iskemisini ortaya koymak için, kranial MR tetkikleri yapıldı ve 7 hastada iskemi- infarkt izlendi. Sonuç: VA’ların sadece ekstrakranial patolojileri değerlendirildiğinde, RDUS’nin MRA’ya göre duyarlılığını yaklaşık % 81.5, seçiciliğini yaklaşık % 84.6 olarak bulduk. Tüm VBS patolojileri yönünde değerlendirildiğinde MRA’ya göre RDUS’nin duyarlılığını % 57.1, seçiciliğini % 60 olarak bulduk.
Aim: Vertebrobasillar insufficiency (VBI) is a common problem of elderly patients. However, diagnosis of VBI is generally difficult. The aim of this study was to determine the findings and efficiencies of MRA and CDUS in the diagnosis of VBI. Material and Method: We examined 40 patients (20 men, 20 women, mean age: 54.83±14.36 years) having signs and symptoms of VBI and 20 controls of the same age and sex. All of the patients, underwent cervical MRA, CDUS, cranial MRI. The diameter measurements and systolic and diastolic flow velocities of the vertebral arteries were compared between study and control group. Posterior circulation was also evaluated by cranial MRI in patients with VBI. Results: By CDUS, 9 patients with oclusion, 5 patients with kink or stenosis and 6 patients with only hypoplasia, and 2 patients with insufficient flow were diagnosed. MRA showed occlusion in 14 patients, stenosis in 4 patients, kink in 6 patients, tortuosity in 6 patients, and fenestration in one patient. MRA of the remaining 5 patients were normal. Cranial MRI of 7 patients was abnormal. On MRA, there was distal oclusion in five out of 14 patients having oclusion. CDUS showed low velocity and high resistance in the extracranial segment of these vessels. Conclusion: When only the extracranial pathologies of vertebral arteries were in concern, CDUS specifity was 81,5% and sensitivity was 84,6% according to MRA. If all the vertebrobasillary system pathologies were in concern CDUS sensitivity and specifity according to MRA were 57,1% and 60%, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meme Fibroadenom Ve Karsinolarının Tanısında Ultrasonografi
Bilge Çakır, Şakir Tavlı, Metin Çapar, Nazihat Argon, Adnan Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Meme Fibroadenom Ve Karsinolarının Tanısında Ultrasonografi
Ultrasonography Iır DIagnosIs Of Breast FIbroadenomas And CarcInomas
67 fibroaderzom ve 40 meme karsinomunun (duk-tal karsinom) sonografik patternleri incelendi. Lezyonların tümü düşük intensitede idi. Fibroadenom-ların %89.6'sında homojen iç eko dağılımı, %91'inde düzgün kontur, %81'inde en az orta derecede posterior akustik şiddetlenme saptandı. Malign lezyonlarin %85'inde heterojen iç çapı, %80'inde düzensiz kon-tur, %90'ında en az orta derecede akustik gölge mevcuttu. Kitlelerin geometrik analizinde, lezyonların meme dokusu planına uygun elongasyonunu gösteren uzunluğun ön-arka çapa oranifibroadenomlarda ortalama 1.89 ± 0.52, karsinomlarda 1.03 ± 0.21 bulundu ve her iki değer arasında istatistiksel olarak anlamı! farklılık belirlendi.
The sonographic patterns of 67 fibroadenotnas and 40 breast carcinomas were studied. All lesions exhibited low-intensity. Fibroadenomas had homogeneus internal echoe distribution in 89.6% of cases, smooth contours in 91% of cases, at least moderately acoustic enhacement in 81% of cases. Malignam lesions had heterogeneus echotexture in 85% of cases, irregular contours in 80% of cases, at least moderately acoustic shadow in 90% of cases. In geometric analysis of tumors, the mean ratio of the length to the anıeroposterior diameter of fibroadenomas was 1.89 ± 0.52, of carcinomas 1.03 ± 0.21, indicating an elongation along the general orientation of the breast tissue planes and statistically signıficant difference between both values were determined.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Vaka Nedenıyle Prune Belly Sendromu
Sevim Karaaslan, İbrahim Erkul, Ahmet Bozkır, Saim Açıkgözoğlu, Kenan Şen
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Vaka Nedenıyle Prune Belly Sendromu
Prune Belly Syndrome: A Case Report
Prune belly sendromunun klasik bulgularına sahip 5 aylık bir erkek bebek, sendromun nadir rast-landrnast nedeniyle takdim edilmiştir. Kann duvart ultrasonografik inceletnesinin, tipik olmayan prune belly sendromlu hastalarda tarımın konulmasında yardımcı olacağı üzerinde durulmuştur.
We are reporting a 5 rnonths old infani with prune beliy syndrome. Ultrasonographic investigation of the abdorninal wall will be helphul for diagnosing nontypical prune belly syndrome cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenı Doğan Normal Kalçal A Izının Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Koç, Mustafa Erken, Recep Memik, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Yenı Doğan Normal Kalçal A Izının Ultrasonografik Değerlendirilmesi
Ultrasou Nd ExamInatIon Of The Neonatal Normal HIps
Yenidoğanda kalça pozisyonumt değerlendirmede real time ultrasonografi US başarılı olarak kullanılmaktadır. US aynı zamanda asetabuler gelişimi değerlendirmede de bir alternatiftir. Normal klinik kalça bulgulu 55 yeni doğan US ile muayene edildi. Koronal lateral US kesitleri asetabuler, labrioasetabuler ve labrioperkins açıları ölçüldü. Asetabuler açı erkeklerde 32.67 ± 3.67, kızlarda 31.8 ± 3.99, labrioperkins açısı 38.18 ± 4.40 bulundu. Ortalama kemik kenar yüzdesi -Asetabuler çap yüzdesi- %57.95 hesaplandı.
Real dine ultrasonography is succesfully employed to determine hip position in infancy. It also offers an alternative method for evaluating ac.-etabular depelopınent. The hips of 55 infant with normal clinical hip signs were examined by U.S. in the coronal lateral US scan. acetabular, labrioacetabular, labrioperkins angles were measured. Acetabular angle was 32.67 ± 3.67 in hoys, 31.8 ± 4.08 in girls, and 31.91 ± 3.82 in the total infants. Labrioacetabular angle was 96.32 J- 3.99, labrioperkins angle was 38.18 ± 4.40. The mean bony rim percentage -diameter percentage of cleetabuluın- was %57.95.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Adil Kartal
Olgu sunumu
Özeti
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Gallbladder AgenesIs, A Rare CongenItal DIsorder
Safra kesesi agenezisi toplumda 10000’de 1-2 arasında görülen
nadir konjenital anomalidir. Olgular üst karın ağrısı gibi biliyer tip
bulgularla karşımıza çıkabilirler. Ultrason biliyer semptomlar için
ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. Ancak ultrasonografi ile
safra kesesi agenezisini sıklıkla yanlış yorumlanır. Laparoskopik
cerrahi esnasında teşhis edilen safra kesesi agenezisi ve safra
yolları amomalisini olan olguyu sunduk. Sonuç olarak birçok hastanın
tanısı laparoskopi sonrası açık cerrahi kolesistektomi esnasında
safra kesesinin olmaması ile teşhis edilir. Laparoskopi esnasında
safra kesesi agenezisinden şüphelenildiğinde açık cerrahi prosedüre
geçmek gereksizdir. Aksi halde biliyer kanal yaralanması ile birlikte
artmış mortalite ve morbititeye neden olunabilir.
Agenesis of the gallbladder is a rare congenital anomaly occurring
in 1 to 4 people of a population of 10000. It may present with biliary
type symptoms such as upper abdominal pain requiring further
investigation. Ultrasound is the first choice of imaging for biliary
symptoms but is frequently misleading in the context of Gallbladder
Agenesis. We report a case of congenital Gallbladder Agenesis and a
biliary tract abnormality diagnosed by laparoscopy. As a result most
patients are diagnosed following conversion of laparoscopic to open
cholecystectomy and subsequent failure to identify the gallbladder.
Failure to suspect Gallbladder Agenesis at laparoscopy can result in
unnecessary open surgery and a high risk of bile duct damage with
corresponding postoperative morbidity and mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
Bartu Badak, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
AsymptomatIc Huge OverIal BenIgn MucInous Cystadenoma
Overin benign müsinöz kistadenomu büyük boyutlara ulaşabilir.
Abdominal kistik kitleler büyük boyutlara ulaşmadan genellikle belirti
vermemektedir. Olgumuzda olduğu gibi büyük boyutlara ulaşan
bir abdominal kistin asemptomatik bir klinik seyir izlemesi nadir
karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede asemptomatik dev overial
benign müsinöz kistadenom olgusunu sunarak abdominal kistlere
yaklaşımı değerlendirmek istedik. Abdominal kistlerin tanısında
ultrasonografi yararlı bir tetkiktir. Ayırıcı tanı için ileri görüntüleme
yöntemi olarak abdominal tomografi veya manyetik rezonans tercih
edilmelidir. Cerrahi tedavide genellikle orta hat insizyon ile açık
cerrahi müdehale tercih edilmektedir. Açık cerrahi konvansiyonel
bir yöntem olarak önemini korumaktaysa da laparoskopik cerrahi
yöntemler giderek yaygınlaşmaktadır.
Asymptomatic huge overial benign mucinous cystadenoma:
A case report. Overial benign mucinous cystadenoma can grove
huge sizes. Abdominal cysts are usually asymptomatic unless
they have huge sizes. It is a rare condition asymptomatic clinical
course of a huge abdominal cyst as like in our case. We aim to
examine abdominal cysts by presenting a case of huge overial
benign mucinous cystadenoma in this article. Abdominal ultrasound
imaging is a useful exemination in diagnosis of abdominal cysts.
For differential diagnosis abdominal tomography and magnetic
resonance must perform as a advenced imaging method. Surgical
treatment is usually open surgery performed by a median incision.
Although open surgical tecniques are protecting importance as a
convential prosedure laparoscopic surgical methods are increasingly
having popularization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Nazmi Zengin, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse
Olgu sunumu
Özeti
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
ChoroIdal Meta S Ta SI S: Us, Doppler Us, Mrı
Nadir görülen koroideal metastazlı üç olgunun ultrasonografi, renkli Doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme bulgulan değerlendirildi. İkisi kadın, biri erkek üç olguda sırasıyla pankreas, meme ve bronkoalveolar Ca ve bunlara bağlı göz metastazları mevcuttu. Olguların ikisi görme azalması şikayeti ile incelemeye alındı. Bronkoalveolar Ca’lı olguda beyin metastazı için manyetik rezonans incelemesi sırasında göz metastazı saptandı. Ultrasonografide glob posterior duvarında, glob içine protrüze olan lezyonlar olguların 2 ’sinde hiperekoik, Tinde kısmen hipoekoik kitleler şeklindeydi. Renkli doppler ultrasonografide tarif edilen lezyonlarda kanlanma bulguları tespit edildi. Lezyonların manyetik rezonans incelemelerinde ise TTde Tinde izointens 2 ’sinde ise hiperintens; T2de tüm olgularda hipointens görünüm mevcuttu. Göz şikayetleri olan primer maligniteli olgularda göz metastazlarının ayırdedici tanısında radyoloijk görüntüleme faydalı olacaktır.
Ultrasonography, Doppler ultrasonography and magnetic resonance imaging findings of three cases with choroidal metastasis were evaluated. Two of the cases were women, and one was man. They had pancreas, breast and bronchoalveolar carcinomas, respectively. Two cases presented with blurred Vision. The case with bronchoalveolar carcinoma was detected during the magnetic resonance imaging procedure for cerebral metastasis. İn one of the three patients immediate hypoechogenic, in the remaining two patients hyperechogenic lesions vvhich were protrused to the posterior wall of the globe determined by ultrasography. Doppler ultranography demonstrated that the lesions were vascularised. The lesions were hyperintense in two, and isointense in one case; ali of them were hypointense on T2- vveighted images. İn cases of primary malignancy with eye complaints, radiologic evaluation can be helpful in the elimination of eye metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Esnasında Adneksiyal Kitlelere Laparoskopik Yaklaşım
Osman Balcı, Metin Çapar
Araştırma makalesi
Özeti
Gebelik Esnasında Adneksiyal Kitlelere Laparoskopik Yaklaşım
LaparoscopIc Management Of Adnexal Masses DurIng Pregnancy
Bu çalışmada amacımız kliniğimizde gebelik esnasında adneksiyal kitle saptanan ve laparoskopik cerrahi yaklaşımla tedavi edilen olgularımızın değerlendirilmesidir. Ocak 2005 ile Aralık 2009 yılları arasında, kliniğimizde gebelik esnasında adneksiyal kitle tespit edilen veya dış merkezlerden kliniğimize gebelik+adneksiyal kitle tanısıyla sevk edilen ve laparoskopik yaklaşımla tedavisi yapılan 18 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular yaş, gravida, parite, başvuru şikâyetleri, başvuru anındaki gebelik haftaları, ultrasonografi (USG) bulguları, uygulanan laparoskopik yöntemler ile operasyon ve hospitalizasyon süreleri açısından incelendi. Çalışmamız 18 olgudan oluşmaktaydı. Hastaların ortalama yaşı 28.5±4.3 (20–37) ve ortalama gebelik haftaları 13.1±3.3 (8–20) hafta idi. Hastalar sıklıkla kasık ağrısı şikayeti ile başvurmuşlardır. Hastalarda USG bulguları olarak gebelik ve sıklıkla adneksiyal bölgede kist tespit edilmiştir. 8 hastada aynı zamanda adneksiyal torsiyon saptanmıştır. Hastalarımızın 9’u 1. trimesterde, 9’u ise 2. trimesterde idi. Laparoskopik olarak 10 olguya kistektomi, 6 olguya detorsiyon ve kistektomi ve 2 olguya da salpingo-ooferktomi yapılmıştır. Ortalama adneksiyal kitle çapı 7.8±2.3 (5–15) cm idi. Ortalama operasyon süresi 37.2±7.1 (25– 50) dakika ve ortalama hastanede kalış süresi 1.8±0.6 (1–3) gün idi. Hiçbir olgumuzda abortus gelişmemiştir. Gebelik esnasında adneksiyal kitlelere cerrahi yaklaşımda uygun hastalarda ve deneyimli laparoskopistlerin varlığında en uygun yöntem laparoskopik cerrahi yapılmasıdır. Uzman bir kadro tarafından yapıldığında laparoskopik cerrahi anne ve bebek açısından güvenli ve avantajlı görülmektedir.
The aim of this study was to evaluatie of adnexal masses cases that were diagnosed and laparoscopically treated during pregnancy in our clinic. This retrospective study included 18 cases that were diagnosed to have adnexal masses during pregnancy or referred from other clinics to our clinic and treated by laparoscopy between January 2005 and December 2009. Patient’s characteristics such as age, gravidity, parity, symptoms, gestational age at the time of diagnosis, sonographic findings, and type of laparoscopic surgery, operation time and hospitalization time were recorded. Eighteen women with adnexal masses during pregnancy who underwent laparoscopic surgery were included in this study. The average age of the patients was 28.5±4.3 (range 20–37) years and the average gestational age was 13.1±3.3 (range 8–20) weeks. The patients presented usually with pelvic pain. Adnexal cyst was mostly seen by ultrasonographic evaluation. Adnexal torsion was detected in 8 patients. Nine patients were in first trimester, other 9 patients were in second trimester. We performed laparoscopic cystectomy in 10 patients, detorsion and cystectomy in 6 patients and salpingoooferectomy in 2 patient’s. Mean adnexal mass size was 7.8±2.3 (range 5–15) cm. Mean operation time was 37.2±7.1 (25–50) minutes and mean hospitalization time was 1.8±0.6 (1–3) days. Abortion was not detected in our cases. According to these findings, laparoscopic surgery is the most appropriate treatment for patients with adnexal masses during pregnancy in the presence of expert surgeons. Laparoscopic surgery if performed by experienced surgeons seems to be safe and better management method for maternal-fetal health.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
Fedi Ercan, Melike Bayman, Osman Balcı, Mehmet Aykut Yıldırım, Teyfik Küçükkartallar
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
FallopIan Tube TorsIon Due To MorgagnI Cyst In Second TrImester Pregnancy: A Case Report.
\r\n Tubal torsiyon, özellikle gebelikte çok nadir bir durumdur. Burada gebeliği 24 haftasında akut karın kliniği ile kliniğimize başvuran bir olguyu sunmaktayız. Radyolojik ve biyokimyasal araştırmalar karın ağrısının nedenini açıklamadı ve laparatomi uygulandı. Ameliyat sırasında, daha önce ultrasonografik muayene ile görülen Morgagni kisti nedeniyle sağ fallopian tüpün torsiyone olduğu görüldü. Sırasıyla Morgagni kistine kistektomi ve fallopin tüpe de detorsiyon uygulandı.
\r\n
\r\n Tubal torsion is a very rare case, especially in pregnancy. We present a case of a patient of 24 weeks gestation that was admitted to our clinic with acute abdomen. Radiological and biochemical investigations did not reveal the cause of abdominal pain which resulted in laparatomic exploration. During the operation, the Morgagni cyst, previously explored by ultrasonographic examination, and the right fallopian tube were found twisted among themselves. Cystectomy and detorsion was performed of the Morgagni cyst and the fallopian tube, respectively.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrahepatik Kolestaz
Ömer Karahan, Adnan Kaynak, Adil Kartal, Mustafa Şahin, Şakir Tekin, Serdar Yol, Ahmet Candan Durak
Araştırma makalesi
Özeti
İntrahepatik Kolestaz
IntrahepatIc CholestasIs
Kliniğimizde intrahepatik kolestazlı 11 hasta tedavi edildi. 6'st bayan, 5"i erk.ekti ve yaş orialam-alan 46.1 (23 ile 69 arasında) idi. Bu hastaların şikayet ve fizik muayene bulgulan ekstrahepatik tıkanma sarılığını anderıyordu. Hastaların hepsinde özellikle direkt bilirubin olmak üzere toial bilirubin değerleri yüksekti. Alkalen fosfataz 11 hastanın 10'unda yüksekti. SGOT 7 hastada, SGPT 8 hastada yüksekti. Hastaların ultrasonografik incelemesinde, hepsinde intrahepatik safra yolları normaldi. 10 hastada ekstrahepatik safra yolları normal, birinde ise şüpheli safra taşı imajı elde edildi. Perkutan transhepatik kolanjiografi (PTK) 8 hastaya uygulandı, 6'sında uygulama başardı idi. 6 hastanın Tinde ekstrahepalik safra yolları ve duodenwrıa safra akışı norınaldi. Bir hastada ise fonk-siyon gösteren koledokoduodettostorni saptandı. Hastaların hepsine medikal tedavi uygulandı, biri hepatorenal sendromdan öldü. • Intrahepatik kolestaz ekstrahepatik kolestaıla kanşabilir ve gereksiz operasyona gidilebilir. Oysa ultrasonografi ve PTK gibi görüntüleme yöntemlerinin kullanılması ile intrahepatik kolestazı teşhis etmek kolaydir.
Eleven patients with ıntrahepatic c:holestasis were treated in our clinic. Sir patıents were female and 5 mala, the mean age was 46.1 (23 to 69). The complainis and physical findings of patients 'vere compatable with obstructive jaundica. To-laf bilirubin was high lt al! patients, especially direci bilirubin levefs. Alkaline phosphatase was high in 10 patients and normal in 1 patient. SGOT was high in 7 patients and SGPT was high in 8 patients. Ultrasonographic examination revealed that intrahepaiic bile ducts were normal in all patients and extrahepatic bile ducts were normal in 10 patients and suspicious bile stone iınage was obtained in 1 patient. Percutaneous transhepatic cholangiography (PTC) was performed in 8 patıents and we were suc-cessful in 6 of (hem. In 5 of 6 patients, extrahepatic bile ducts and bile flow to duodenum was nor-mal. In 1 patient, functional chaledochoduodenosiomy was determined. Ali pıotisıtts received rnedical therapy and one patient died due to hepatoremal syndrome. In‘rakepasic cholestasis olay be confu.sed with extrahepatic cholestasis and resmit in unnecessary operation. It is easy to diagmose intrahepatic cholestasis if imaging technıcs such as ultrasonography and PTC tire used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
Oğuzhan Güven Gümüştaş, İbrahim Akdağ, Yurtkuran Sadıkoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
RadIologIcal And ClInIcal Fallow Up Results Of Renal Artery StentIng Or Ballon AngIoplasty In PatIents WIth Renal Artery StenosIs
Amaç: Renal arter darlıklı hastalarda renal yetmezlik ve renovasküler hipertansiyonun kontrolünde balon anjioplasti veya renal artere stent uygulaması sonuçlarının takibi ve primer başarı oranını saptamak.Yöntem: Olguların renal anjioplasti ve stent uygulaması öncesi renal anjio bulguları, Doppler ultrasonografi bulguları ve varsa MR anjio bulguları değerlendirildi. Olguların klinik değerlendirilmesi renal fonksiyonları, tansiyon değerleri ve kullanılan ilaç sayısındaki değişikliklere göre yapıldı. Bulgular: Otuz yedi (22 erkek, 15 kadın; ortalama yaş 50.24) hastanın 32 renal arterine balon ile genişleyen stent yerleştirildi. 37 hastanın 7 renal arterine balon anjioplasti uygulandı. Tüm hastalarda hipertansiyon, 12 hastada böbrek disfonksiyonu bulunmaktaydı. Hastalar tedavinin etkinliğini belirlemek için, işlem öncesi ve sonrası kan basıncı ve serum kreatinin düzeyleri ile takip edildiler. Darlık oranı %30-%100 idi (ort %74.15). On beş hastada lezyonlar ostialdi. Yirmi dört hastada trunkaldi. Takip süresi ortalama 21.2 (3-84 ay) aydı. Hipertansiyon 9 (%24.33) hastada iyileşti. 19 hastada düzeldi. 9 hastada ise yanıt alınamadı. Böbrek fonksiyonu bozuk olan 12 hastanın da 8’inde (%22.22) düzelme görülürken, 4’ünde kötüleşme görüldü. 4 (%11.10)’ünde ise değişiklik izlenmedi. Sonuç: Renal arter darlıklarının stent ve perkütan transluminal anjioplasti ile revaskülarizasyonu, basit etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemidir. İlerleyici böbrek yetmezliği ve kontrol edilemeyen hipertansiyonlu hastalarda perkutan transluminal anjioplasti ve stent ile renal arter darlıklarının revaskülarizasyonu önemli klinik yarar sağlamaktadır.
Aim: To determine the primary success rate and follow up results of renal artery stenting or balloon angioplasty in controlling renovascular hypertension and renal failure in patients with renal artery stenosis. Method: Before balloon angioplasty and stenting; renal angiography and Doppler ultrasonography findings were evaluated and also findings of MRA were estimated if present.The clinical estimation of the cases were made upon to renal functions, hypertension values and the changes of the number of medicines used. Results: Balloon expandable stents were placed in 32 renal arteries of 37 patients. Balloon angioplasty were used in 7 renal arteries of 37 patients (22 men, 15 women; mean age 50.24). There were hypertension in all of the patients. In 12 patients; there were disturbed renal functions. In order to determine the activity of the cure of the disease, the patients are followed by measuring blood pressures and serum creatinin levels before and after the stenting and balloon angioplasty. Stenosis rate was 30-100% (mean 74.15%).The lesions were ostial in 15 patients, truncal in 24 patients. Mean follow up time was 21.2 months (3-84 months). Hypertension was cured in 9 (24.33%) patients, improved in 19 (51.35%).patients In 9 (24.33%) patients there was no respond. In 12 patients with disturbed renal function, 8 (22.22%) patients showed improvement, 4 (11.10%) patients showed deterioration and 4 (11.10%) patients were stable. Conclusion: Revascularization of renal artery stenosis with stenting and balloon angioplasty is a simple, efficient and safe procedure. In patients with uncontrolled hypertension and progressive renal failure; revascularization of renal ar tery stenosis with stenting and baloon angioplasty pointed out impor tant clinical benefit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Ali Gökalp, Yener Gültekin, Oktay Işık, Bülent Özdeşlik
Araştırma makalesi
Özeti
Skrotal Patolojilerin Ve İnmemiş Testislerin Ultrasonografik Değerlendırilmesi
UltrasonIe IdentIfIcatIon Of Scrotal L'oıhologIes And Undescended TestIs
İnmemiş testis ve skrotal patoloji düşünülen 207 olgunun ultrasonografik (US) incelenmesi öncesi ve sonrası klinik ve operasyon sonuçları karşılaştırıldı. Ultranosografinin inmemiş testis, klinik ve subklinik verikosel sapltanmasında ve intraskrotal kitlerinin ayırıcı tanısında olumlu katkısı tartışıldı.
It was examined iwo hundreci and seven cases havıng the unders-cended iestis and scrotal patholo-gy by ultrasonography. Ultrasonographic findings were discussed in association with clinical and op-eration findings. It was discussed that, ultrasonography coıdd give US positive chıes in Ille investiga. tion of dillerential diagnosis of clinic and subclinic varicocele and undescended testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğuştan Kalça Çıkıklarında Dırek Grafık Ve Ultrasonografik Tanı
Saim Açıkgözoğlu, Recep Memik, Mustafa Erken, Hasan Koç
Araştırma makalesi
Özeti
Doğuştan Kalça Çıkıklarında Dırek Grafık Ve Ultrasonografik Tanı
RadIographIc SonographIc FIndIngs In The DIagnosIs Of CongenItal DIslocatIon Of The HIp JoInt
Klinik olarak doğuştan kalça çıkığı (DKÇ) olan 34 hastada, direk grafi ve ultrasorıografi (US) tanıtan karşılaştırıldı. 68 kalçanın 43'ünde (%63) grafi ile, 48'inde (%71) US ile doğru tanı konuldu. Ilk aylarda DKÇ tanısında US, direk grafiye göre daha duyarlı bulundu. Ultrasonografik asetabuler açının, direk grafiler asetabuler açıdan %80 büyük olduğu belirlendi. US ile DKÇ tanısı da, labrioasetabuler açı %77 oranında 99-116 derece arasında saptandı.
Radiographic and ultrasonographic findings were discussed in 34 cases that were congenitaly dislocation of the hip joint. In 43 (%63) of 68 hips, correct diagnosis was determined by radiography and was determined by ultrasonography in 48 (%71). Ultrasonography is more accuracy than radiography during the early periods. It was obserwed that sonographically acetabular angle ıvas eighty percent larger than radiography. Labrioacetabular angle was found between 99 and 116 degree in 37 (%77) hips that congenital hip joint dislocation was diagnosed by ultrasonography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Feokromositoma
Ahmet Kaya, Serdar Karaköse, Şakir Tavlı, Ali Koşar
Araştırma makalesi
Özeti
Asemptomatik Feokromositoma
AsymptomatIc Pheochromocytoma
Klinik olarak sessiz seyreden; normotensif, asemptomati feokromositoma tanısı alan bir kadm hasta takdim edilmiştir. Sağ adrenal kitle rastlantı sonucu ubdominal ulirasonografi ve bilgisayarlı tom-ografi ile tesbit edildi. İdrarkı atılan serbest katekolanıin ve katekolamin metabolitleri normal değerlerden yüksek bulundu. Kitle cerrahi olarak cıkartıldı. Pa-tolojik inceleme de tanıyı doğruladı. Modern görüntüleme yöntemlerinin rutin kullanıma girmesi ile asemptomatik feokronıositoma tanısı alan olgu sayısının artacağının, beklenilmesi doğaldır.
A case of clinically silent pheochromocytoma is presented.7lıe right adı-enal mass incidentally found by abdominal ultrasonography and computed tomog-raphy. The patient was normotansive and asympio-matic. Urinary levels of catecholamine and metabol-its vere elevated than expected normal levels. Mass was excised surgically. Palhological examination verified that ille nıass was a pheochromocytoma. The diagnosis of silent pheochromocytoma can be re-vealed by usiııg modern imaging techniques such as ulfi-asonograplıy and computed tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lomber Aksiyel Veya Radiküler Ağrılı Hastalarda Ultrason Kılavuzluğunda Kaudal Epidural Steroid Enjeksiyonunun Etkinliği: Retrospektif Kesitsel Bir Çalışma
Ramazan Yılmaz, Hamit Göksu, Savaş Karpuz, Levent Tekin, Halim Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Lomber Aksiyel Veya Radiküler Ağrılı Hastalarda Ultrason Kılavuzluğunda Kaudal Epidural Steroid Enjeksiyonunun Etkinliği: Retrospektif Kesitsel Bir Çalışma
EffIcacy Of Ultrasound-GuIded Caudal EpIdural SteroId InjectIon For AxIal Or RadIcular Low Back PaIn: A RetrospectIve Cross-SectIonal Study
Arka plan ve amaç: Ultrason (USG) kılavuzluğunda kaudal steroid enjeksiyonları (KSE), radyasyon maruziyeti olmaksızın daha kolay uygulanabilme avantajına sahiptir. Bununla birlikte, lomber disk hernisinin tedavisinde kullanımlarına yönelik sınırlı kanıt bulunmaktadır ve hasta memnuniyet düzeyleri ile ilgili veri yoktur. Bu çalışmanın amacı, USG kılavuzluğunda yapılan CESI'nin diskojenik veya radiküler bel ağrısı üzerindeki etkisini değerlendirmektir.
Gereçler ve yöntem: Bu çalışma, üçüncü basamak bir rehabilitasyon kliniğinde, poliklinik hastaları üzerinde yapılan retrospektif kesitsel bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Çalışmaya, diskojenik veya radiküler karekterde kronik bel ağrısı olan ve USG eşliğinde kaudal epidural steroid enjeksiyonu yapılan 21 hasta alındı. Aralık 2022- Mayıs 2023 tarihleri arasında yapılmış işlemler hasta dosyaları veya elektronik veri tabanından taranarak veriler kaydedildi. Çalışmaya işlemden 2 ve 6 hafta sonra kontrol muayenesi olan hastalar dahil edildi. Hastaların vizüel analog skala (VAS-ağrı), hasta memnuniyet ölçeği, uyku kalitesi düzeyi ve Roland Morris Özürlülük Anketi (RMÖA) düzeyleri incelendi.
Bulgular: Tedavi öncesi düzeylere göre, ikinci hafta ve altıncı hafta kontrollerde VAS-ağrı skorlarında anlamlı düzeyde gerileme saptandı (p<0.001). Anlamlı ağrı azalması olarak kabul edilen, %50'den fazla ağrı rahatlaması oranı ikinci haftada %57,1, altıncı haftada ise %38,1’idi. RMÖA skorlarında, benzer şekilde 2. haftada ve 6. haftada anlamlı iyileşmeler gözlendi (p<0.001) ancak; 2. hafta ile 6. hafta arasında anlamlı fark gözlenmedi (p=0.447). Hastaların %71,4'ü başvuruda uyku kalitesini kötü olarak bildirirken, bu oran 2. ve 6. haftalarda sırasıyla %19,0 ve %23,8'e düşmüştü. Tedavi memnuniyeti açısından, hastaların %91,5'i 2. haftada daha iyi olduklarını belirtirken, %71,4'ü 6. haftada daha iyi olduklarını bildirmiştir.
Sonuç: USG kılavuzluğunda yapılan KSE, primer konservatif tedaviye dirençli diskojenik-radiküler bel ağrısı olan hastalarda ağrıyı, uyku kalitesini ve dizabiliteyi iyileştirmek ve aynı zamanda yüksek hasta memnuniyetini sağlamak için kısa-orta süreli takipte oldukça etkili ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.
Background and objective: Ultrasound (USG)-guided caudal epidural steroid injections (CESI) have the advantage of being more easily applicable without radiation exposure. However, there is limited evidence regarding their use in the treatment of lumbar disc herniation, and no data is available regarding patient satisfaction. The aim of this study is to evaluate the effect of USG-guided CESI on axial or radicular low back pain.
Methods: This study was designed as a retrospective case-control study conducted in an outpatient setting at a tertiary care hospital. Records of the 21 patients who underwent USG-guided CESI due to axial or radicular low back pain and had an assessment with a visual analog scale (VAS pain), degree of pain relief, patient satisfaction scale, sleep quality, and Roland Morris Disability Questionnaire (RMDQ) in the patient files or electronic database were included in the study between December 2022 and May 2023.
Results: There was a significant difference in VAS pain scores between admission and the 2nd week and between admission and the 6th week (p<0.001). The frequency of meaningful pain reduction accepted as more than 50% pain relief was 57.1% and 38.1% at the 2nd and 6th weeks, respectively. A significant difference was found in RMDQ scores between admission and the 2nd week, between admission and the 6th week (p<0.001), and between the 2nd week and the 6th week (p = 0.447). While 71.4% of the patients described poor sleep at presentation, this ratio was 19.0% and 23.8% at the 2nd and 6th weeks, respectively. While 91.5% of the patients declared that they were better in the 2nd week, 71.4% reported that they were better in the 6th week.
Conclusion: Ultrasonography-guided CESI is an effective treatment method for improving pain, sleep quality, and disability by ensuring high patient satisfaction in individuals with axial or radicular low back pain in a short-to-moderate-term follow-up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Duvarı Fıematomları
Yalçın Kekeç, Erol Aksungur, Mahmut Oğuz, Erol Atilla, Mehmet Altay
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Duvarı Fıematomları
AnterIor AbdomInal Wall Hematomas
Şiddetli karın ağrısı ve palpahl hassas abdominal kitle bulgular, vererek, akut karını taklit edebilen karın ön duvar hematomlart oldukça nadir görülen palolojilerdir. Akut karın veya şüpheli abdominal kitle ön tatlılar-0,1a ultrasonografi (USG) veya bilgi-sayarlı (BT) tomografi tetkikleri istenilen altı hastada karın ön duvarı hematomu saptanmıştır. USG ile tam konan hastalarda hematomun kesin lokalizasyo-ııu, ekstansiyonu ve eşlik eden ilave patolojilerin araştırılması için bilgisayarlı tomografi incelemesi yapılmıştır. Bu çalştmada oldukça nadir görülen karın ön duvarı hematomlarının USG ve BT ile akut karın tanısında,' kolayca ayırdedildigi görülmektedir.
Anterior abdominal wall hematoma is a rare pat-hological condition.It may simulate the acute surgi-cal abdomen. Ilematoma was diagnosed by utilizing ultrasonography (USG) and computerized tomogra-phy (ST) in six patients who vere thouht to have acute abdomen orland abdominal mass. Although the diagnosis was made by USG, CT had been used to investigate localization, extension and associated pathological conditions of the hematoma. In !his article,differential diagnosis of andominal wall hematomas from acute surgical abdomen in six patients by using USG and CT are presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden Parametreler
Ahmet Midhat Elmacı, Muhammet Irfan Donmez
Araştırma makalesi
Özeti
İkinci Işeme Sistoüretrografisinde Dilate Reflüyü İşaret Eden Parametreler
Factors That Would IndIcate The DIagnosIs Of DIlatIng Vur In The Second Vcug
\r\n AMAÇ
\r\n
\r\n Bu çalışmanın amacı ilk işeme sistoüretrografisi (İSUG) normal olup ikinci bir işeme sistografisine gerek duyulan hastalarda dilate vezikoüreteral reflü (VUR) tanısına işaret edebilecek faktörleri tanımlamaktır.
\r\n
\r\n MATERYAL VE METOT
\r\n
\r\n Hastanemizde takipli hastalardan 2012 – 2017 yılları arasında işeme sistouretrografisi çekilmiş olanlar geriye dönük olarak tarandı. Birden fazla İSUG çekilen hastalar belirlendi. Bu hastalar içinden ilk İSUG sonucu normal olup da takipte tekrar İSUG çekilen hastalar çalışmaya dahil edildi. İlk İSUG sonucu normal olmayanlar (vezikoüreteral reflü, posterior uretral valv, divertikül vb.) dışlandı. Dahil edilen gruptaki hastalar yaş, cinsiyet, alt üriner sistem bozukluğu (AÜSB), renal skar varlığı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığı, anormal ultrasonografi bulguları (mesane anormallikleri, hidronefroz) ve teknik problem faktörleri (işeme fazı yokluğu vb.) açısından değerlendirildi. İkinci İSUG çekilmesini işaret eden faktörü belirlemek için Mann-Whitney U (sürekli veriler için) ve ki kare (kategorik veriler için) kullanıldı.
\r\n
\r\n BULGULAR
\r\n
\r\n Çalışmamızda toplamda 25 hastaya ikinci kez İSUG yapıldığı saptandı (19 kız, 6 erkek; ortalama yaş 6 ± 3 yıl). İki İSUG arasında gecen medyan zaman 12 ay (1-72 ay) olarak bulundu. Hastaların 11’inde ikinci İSUG’da VUR saptanırken bunların 7 tanesi (%28) dilate VUR (≥ grade 3) idi. Ayrıca bu 7 hastanın 6’sinda VUR çift taraflıydı. Bakılan faktörler arasından yalnızca tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu dilate VUR saptanması açısından anlamlıydı (p=0,049). Teknik problemlere bağlı ikinci İSUG çekilmiş olan hastaların hiçbirinde VUR saptanmadı.
\r\n
\r\n SONUÇ
\r\n
\r\n İlk İSUG sonucu normal olmasına rağmen ikinci ISUG çekilmesi gereken vakaların %28’inde dilate VUR saptanabilmektedir. İdrar yolu enfeksiyonu, dilate vezikoüreteral reflüyü işaret edebilecek tek faktör olarak bulunmuştur. İlk İSUG sonucu normal bulunan hastalarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu varlığında tekrar İSUG çekilmesi önerilmektedir.
\r\n
\r\n PURPOSE
\r\n The aim of this study is to analyze if there were any factors that would indicate the diagnosis of dilating vesicoureteric reflux (VUR) (≥ grade 3) in the second voiding cystourethrogam (VCUG) of children with a normal first VCUG.
\r\n
\r\n MATERIAL AND METHODS
\r\n Patients who underwent VCUG between 2012 and 2017 were retrospectively reviewed. Within the cohort, patients who required more than one VCUG were abstracted and those with an abnormal first VCUG (VUR, posterior urethral valve, etc.) were excluded. Factors such as; age, gender, lower urinary tract dysfunction (LUTD), renal scarring, recurrent urinary tract infection, abnormal ultrasonography findings (bladder abnormalities/variable degrees of hydronephrosis), and technical problems (absence of voiding phase) were noted. Mann-Whitney U test was used for continuous variables whereas Chi Square test was used for categorical values.
\r\n
\r\n RESULTS
\r\n A total of 25 patients were found to have undergone more than 1 VCUG (19 girls, 6 boys; mean age 6 ± 3 years). Median time period between the two VCUGs were 12 months (range 1 – 72 months). VUR was detected in 11 patients, while dilating VUR was discovered in 7 patients. Among those, 6 patients were diagnosed with bilateral VUR. Recurrent UTI was found to be the only factor that would indicate dilating VUR in the second VCUG (p=0,049). Interestingly, no VUR was detected in cases that were performed after a first VCUG with inadequate technique.
\r\n
\r\n
\r\n CONCLUSION
\r\n
\r\n Recurrent UTI was shown to be the sole factor that would indicate the diagnosis of dilating VUR in the second VCUG. In our study, 28% patients with a normal first VCUG were shown to have dilating VUR in the second study. Therefore, in recurrent febrile UTI, second VCUG should be considered in patients with a normal previous imaging.
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
Müslim Yurtçu, Ayşe Adam, Adnan Abasıyanık
Araştırma makalesi
Özeti
Karın Ağrısı Olan Hastaların Cerrahi Tanısında Bazı Parametrelerin Etkinliği
EffectIveness Of Some Parameters In The PatIents WIth AbdomInal PaIn In SurgIcal DecIsIon MakIng
Amaç: Karın ağrısı olan hastalarda preoperatif dönemde bazı parametrelerin cerrahi endikasyon açısından etkili olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı, bu parametrelerden hangilerinin cerrahiye karar vermede etkin olduğunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Karın ağrısı olan 56’sı (%64) erkek ve 31’i (%36) kız [ortalama yaş: 8.18±1.25 (1-16 arası)]; toplam 87 hasta üzerinde çalışıldı. 1. Grubu opere edilen 76 hasta ve 2. grubu da opere edilmeyen 11 hasta oluşturdu. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, preoperatif ateş (°C), kanda lökosit sayısı (LS) ve tam idrar tetkiki (T‹T) nde lökosit, ayakta direkt karın grafisi (ADKG), karın ultrasonografisi (USG), nazogastrik drenaj (NGD), preoperatif tanı ve tedavi değerlendirildi. Bulgular: Preoperatif dönemde ateş, diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında sadece perfore apandisitte anlamlı olarak yüksekti (P=0.028). Yine ADKG’sinde perfore apandisitte gaz-sıvı seviyesi ve akut apandisitte de gaz görüntüsü diğer karın ağrısı nedenlerine göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P=0.001). USG preoperatif dönemde diğer karın ağrısı nedenleri ile karşılaştırıldığında, invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında anlamlı olup hastaların cerrahiye gitmesinde karar verme açısından değerli bulundu (P=0.000). BK (P=0.346), TİT (P=0.131) ve NGD (P=0.205)’ın, hastaların cerrahiye gitmesine karar verme açısından anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç: Karın ağrısı olan hastalardan perfore apandisitte preoperatif dönemde ateş yükselmekte ve ADKG’sinde gaz-sıvı seviyesi saptanmaktadır. Ayrıca karın ultrasonografisinin gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için preoperatif dönemde, özellikle invajinasyon ve mezenter lenfadenitin ayırıcı tanısında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aim: This study aimed to determine which of these parameters is effective in surgical decision making. Material and Method: The study population consisted of 87 patients, 56 (64%) male and 31 (36%) female [mean age, 8.18±1.25 years (±SD); range, 1 to 16 years], who were examined and investigated in our department. Two groups were studied: Operated group (O group) who underwent surgery and included 76 children and nonoperated group (NO group) who did not undergone surgery and included 11 children. In both groups age, gender, preoperative temperature, leukocyte count in blood and urine, the plain XRay film of the abdomen, abdominal ultrasonography (USG), nasogastric drenage (NGD), preoperative diagnosis and treatment were identified. Results: In preoperative period temperature were significantly high in only perforated appendicitis compared with other causes of abdominal pain (P=0.028). Gase-liquid level in perforated appendicitis and gase image in acute appendicitis were significantly high compared with other causes of abdominal pain in plain graphy (P=0.001). USG was rather significant in the differential diagnosis of intussuception and mesenteric lymphadenopathy compared with other causes of abdominal pain in this period (P=0.000). In addition, USG was found as a valuable parameter in surgical decision making. Leukocyte count in blood (P=0.346), the leucocyte in urine (P=0.131), NGD (P=0.205) were not significant in surgical making decision. Conclusion: It was shown that temperature were significantly high and gase-liquid level in the patients who are suspected to be perforated appendicitis of the patients who have abdominal pain in preoperative period. We may say that abdominal USG is effective especially in the differential diagnosis of intussuception and mesenter lymphadenitis to avoid unnecessary surgical procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Persitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri Yerleştirilmesi
Muhammed Bilal Çeğin
Olgu sunumu
Özeti
Persitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri Yerleştirilmesi
ImplantatIon Of TransIent HemodIlysIs Catheter In PatIent WIth PersIstent Left SuperIor Vena Cava
Üç yıldır hemodiyalize giren 44 yaşında kadın hastanın fistül yerinde ağrı şikâyeti olması üzerine fistül yeri yüzeysel ultrasonografi ile kontrol edildi. Renkli doppler ile fistül yerinde akım olmadığı saptandı. Hastanın geçici diyaliz kateteri ile diyalize girmesine karar verildi. Sol juguler venden kateter ilerletildi. Kontrol telekardiyografisinde kateter mal pozisyonu olduğu saptandı. Negatif basınç ile venöz vasıfta kan geldiği gözlendi. Kateterin yerinin kontrolü için yapılan anjiyografide, kateterin persistan sol süperiyor vena kava aracılığı ile koroner sinüse ulaştığı gözlendi.
A 44 years old woman who having hemodialysis for three years had a complaint of pain in the fistular area. Ultrasonographic examination was done to the fistular area. There was no flow by color doppler imagings. Transient dialysis catheter for hemodialysis was suggested to the patient. Catheter was advanced to the left jugular vein. When control telecardiography examination was done, catheter malposition was detected. Venous type blood was seen when negative pressure applied. Anjiography was applied to detect the catheter localisation. Caheter was seen in coronary sinus via the route of persistant left superior vena cava.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
Mehmet Kılınç, Demet Kıreşi, Kemal Ödev, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Solid Kitle Tanısında Ultrasonografi Ve Renkli Doppler Ultrasonografinin Mammografiye Katkısı
The Gray Scale Ultrasonography And Color Doppler Sonography In DIagnosIs Of Breast Masses Help To Mammography
Amaç: Mammografide saptanan kitlelerin ayırıcı tanısında gri skala ultrasonografi ve renkli Doppler ultrasonografinin tanıya katkılarını araştırmak. Gereç ve Yöntem: Mammografi ve sonografide kitle bulunan 68 olgu çalışmaya alındı. Lezyonların 31 ’i benign, 8’i enflamatuvar ve 29’u malign olan olguların tümü kadın olup yaşları 25 ile 85 (ort:44,0) arasında değişmekte idi. Renkli Doppler ultrasonografide vasküleritenin ”varlığı"-"yokluğu", kanlanmanın "santral” veya "periferik” olduğu incelendi. Bulgular: Mammografide malign lezyonların %48’inde düzensiz spiküler kenar özelliği, %17’sinde mikrokalsifikasyon saptandı. Sonografide malign lezyonlarda transvers uzunluk/sagittal uzunluk oranı bire yakın iken benignlerde bu oranın büyüdüğü görüldü. Renkli Doppler ultrasonografide malignlerin % 75’i, enflamatuvar lezyonların % 100’ü kanlanırken benignlerin % 11'inde kanlanma bulundu. Malignlerde periferik kanlanma daha sıktı. Sonuç: Mammografi memedeki kitle lezyonlarının tanısında ilk tercihtir. Gri skala ultrasonografi tecrübeli ellerde etkili bir tanı yöntemidir. Mammografi ve gri skala ultrasonografide solid kitle saptanandığında doğru tanı yüzdeleri renkli Doppler ultrasonografi ile artabilir.
Purpose: The role of gray-scale ultrasonography and color Doppler ultrasonography in the differential diagnosis of breast masses detected on mammography. Materials and Methods: Sixty-eight patients were included with breast masses in mammographic and sonographic examinations. The average age of presentation was 44,0 years. On color Doppler sonogram, vascularity of the lesions, the vascular patterns such as Central, peripheral were also evaluated. Results: There were 31 bening, 8 enflamatory and 29 malignant masses. By mammographic examination 48% of malignant lesions determined irregular spicular contour, 17% determined microcalcification. 75% of malign lesions and 100% of infection lesions shovved vascular flow in color Doppler imaging. 11% of benign lesions only shovved vascular flovv. Conlusion: Mammography is the primary method in the diagnosis of breast masses. Gray scale ultrasonography is a effectual method, particulary by experienced physician. The best use of color Doppler imaging as the combination with conventional sonography and mammography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Olgu sunumu
Özeti
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
A Case Of Uterus DIdelphys WIth UnIlateral Renal AgenesIs And UnIlateral Hematometra
12 yaşında virgo hasta 1 yıldır düzenli adet görmekte olup, kliniğimize 1 yıldır adet dönemlerinde olan şiddetli pelvik ağrı sebebi ile başvurdu. Öz geçmişinde 4 ay önce tespit edilen sağ renal agenezisi mevcut idi. Aile hikâyesinde özellik yoktu. Pelvik muayenede hymen anuler ve eksternal genital organlar normal olarak izlendi. Vajen derinliği yaklaşık 6 cm ölçüldü. Pelvik ultrasonografisinde, sol tarafta endometrial kalınlığı 8 mm olan uterus, sağ tarafta 8x10 cm hematometra görüntüsü mevcuttu. Hastaya laparatomi planlandı. Operasyonda orta hatta füzyonu olan çift uterus ve çift endometrial kavite olduğu gözlendi, elle çift serviks palpe edildi. Sağ tarafta hematometra hali gözlendi. Bilateral overler doğal olarak görüldü. Uterusa orta hattan inzisyon yapıldı, aradaki fibröz doku çıkarıldı, hematom boşaltıldı. Her iki kavite birleştirildi. Hasta postoperatif 2. gününde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastaya 2 hafta sonra şiddetli vajinal kanamasının olması nedeniyle tekrar laparatomi yapıldı. Metroplasti hattı yeniden açıldı. İnsizyon hattı ile ilişkili olmayan istmus sol yan duvardan kaynaklanan açılmış arter ucu gözlendi. Damar sütüre edildi. Hasta komplikasyonsuz olarak postoperatif 4. gününde taburcu edildi.
A twelve years old virgin patient who was menstruating regularly for one year presented with severe pelvic pain associating with her menstruation. She was diagnosed to have right renal agenesis before 4 months. In her physical examination she had annular hymen and normal external genital organs. Vaginal depth was 6 cm. In her pelvic ultrasonography, the endometrial thickness was 8 mm on left side uterus and 8x10 cm hematometra appearance was seen on right side. Laparotomy was planned for the patient. During the operation double uterus and double endometrial cavities were seen with fusion line in the middle. Double cervices were palpated by hand. Hematometra was seen on right side. Bilateral ovaries were normal. Uterus was incised from the middle the separating fibrous tissue was removed, hematoma was evacuated and the two cavities united. The patient was discharged on the 2nd postoperative day without complications. After two weeks she presented with severe vaginal bleeding for which laparotomy was done. The metroplasty line was opened. A bleeding arterial end was noticed on left lateral isthmic wall and it was not related to the incision line. The vessel was sutured and the patient was discharged on the 4th postoperative day without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle Karşılaştırılması
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Kemal Balcı, Mustafa Erken, Ahmet Candan Durak, Alaattin Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Perıferık Akciger Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Ultrasonografik Bulguların Dırek Akcığer Radyogramları İle Karşılaştırılması
ComparIson Of UltrasonographIc FIndIngs WIth Together Chest Roentgenograms In The DIfferentIal DIagnosIs Of The PerIpherIc Lungs DIseases
Periferik komşuluğu olan akciğer lezyonlarım ultrasonografi (US) ile incelemek mümkündür. US bu lezyonlarını kistik ve solid oluşlarını ayırmada ve plevral sıvı ile beraber olan solid yapıyı görüntüIemede başarılıdır. Çalışma kapsamına alınan 57 hastanın 49(%86) unda kesin klinik sonuç alındı. 49 hastadan 25 (%51) inde akciğer tümörü, 6(%12) sında pnömoni, 6 (%12) sında kist hidatik, 3(%6) önde enkapsule sıvı, 2(%4) Binde abse, 1 (%2) inde sol ventrikül anevrizması ve 1 (%2) inde perikardial kist hidatik saptandı. Konsolidasyonlar, hipoekojen ve içinde dallanan hiperekojen tübüler yapılar içeren solid kitleler şeklinde görüntülendi. Tümoral yapılar ise daha ekojen ve homojen solid olarak göründilendi. Atelektaziler tümörlerden daha hipoekojen, içinde yer yer vasküler ekolar olan oluşumlar şeklinde görüntülendi.
Lesions in the peripheral lung area chest roentgenograms may be examined by ultrasonography. Solid and cystic lesions may be differentiated with ultrasonography (Us). ln 49 of 57 patients the US diagnosi.s of cases was correct. In 25(%51) of 49 patients lung !umar was diagnosed. In 6(%12) cases pneumonia, in 6(%12) cases hydatid cyst, in '" 5(%6) cases empyerna. in 3 (%6) cases encapsuie fluid collection, in 2(%4) cases absces5', in 1(%2) cases left ventrikül anevriysm and in 1(%2) case pericardial hydatid cyst were diagnosed. Consolidations were imagined in solid structures that include hypoechoic and branching sutructures. Tumors were imagined ta be more echogenic and homogeneus solid maseses. Atelectasis waüs imagined in structures consist of hypoechois bronchial and vascular echoes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Apendisit Tanısında Ultrasonografinin Tanı Değeri
Adil Kartal, Kemal Ödev, Bilge Çakır, Mustafa Erken, Saim Açıkgözoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Apendisit Tanısında Ultrasonografinin Tanı Değeri
Value Of The Ultrosonography In The DIagnosIs Of Acule AppendIcItes
Akut apendisit öntanısı alan 19 hastaya ultrasonografik (US) inceleme yapıldı. Bir hastada kesin tanıya gidilemedi. 2 hastada postoperatif over torsiyonu bulundu. 17 hastada US tandart klinik bulgularla doğrulandı. US ile %89 oranında doğru sonuç elde edildi. Periapendiküler absesi olmayan hasialarda apendiks normalden büyük, hedef şeklinde görüldü. Periapendiküler abse gelişen olgularda hedef şekli bütünlüğünün bozulduğu görüldü.
19 patients suspected of the diagnosis of acute appendicitis were examined with ulirasonography (US). Definitive diagnosis was not reported in one case. in 2 patients, postoperative °Yarkın torsion was reported. in 17 patients, the US diagnosis was provided with cilinical findings. The US diagnosis (%89) was correct. Appendix is seen in target configuration and greater !han normal in patients not having preappendicülar abscess. Target configuration is not seen in patients occurence periappendicüler abscess.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
Harun Peru, Ahmet Midhat Elmacı, Cüneyt Karagöl, Fatih Kara
Araştırma makalesi
Özeti
Perkütan Böbrek Biyopsisi Uygulanan 78 Olgunun Klinikopatolojik Açıdan Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of ClInIcopathologIcal FIndIngs Of 78 Percutal Renal BIopsy
Amaç: Böbrek biyopsisi, böbreğin parankimal hastalıklarının tanısında ve tedavisinin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada böbrek biyopsisi uygulanan olguların klinik ve histopatolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ocak 2000 ile Aralık 2006 tarihleri arasında Çocuk Nefroloji ünitemizde ultrasonografi eşliğinde gerçekleştirilen 78 perkütan böbrek biyopsisi değerlendirilmeye alınmıştır. Bulgular: Klinik açıdan en sık biyopsi endikasyonumuz nefrotik sendrom (n:39, %50) idi. Bunu nefritik ve nefrotik sendrom birlikteliği (n:14, %18) ve nefritik sendromu olan (n:7, %9) olgular izlemekteydi. Histopatolojik tanı olarak en sık mezenjiyal proliferatif glomerulonefrit (n:15, %19) gözlenirken bunu sırası ile Henoch Schonlein purpurası nefriti (n:14, %18), fokal segmental glomeruloskleroz (n:8, %10) ve lupus nefriti (n:8, %10) izlemekteydi. Primer glomeruler hastalıklar (n:48, %62), sekonder glomeruler hastalıklardan (n:30, %38) daha fazla saptandı. Sonuç: Biyopsi serimizde en sık biyopsi endikasyonunun nefrotik sendrom kliniğinin olduğu, mezenjiyal proliferatif glomerulonefritin de en sık histopatolojik tanı olduğu dikkati çekmiştir. Bu sonuçlar çocuklardaki böbrek biyopsi sonuçlarının, bölgesel farklılıklar gösterdiği ve erişkinlerinkinden oldukça farklı dağılım gösterdiğini düşündürmektedir.
Aim: Renal biopsy is performed for the diagnosis and the decision of treatment of renal parenchymal diseases. The aim of this study was to evauate the clinicopathological findings of kidney biopsies. Material and Method: 78 percutan renal biopsies were performed by ultrasonography in our institution during the period between January 2000 and December 2006. Results: The most common renal biopsy indication was nephrotic syndrome (n:39, 50%). Other indications were association of nephrotic and nephritic syndrome (n:14, 18%) and nephritic syndrome (n:7, 9%). The most mikroskocommon nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis (n:15, 19%) which was followed by Henoch Schonlein purpura nephritis (n:14, 18%), focal segmental glomerulosclerosis (n:8, 10%) and lupus nephritis (n:8, 10%). Primary glomerular diseases (n:48, 62%) is more frequent than secondary glomeruler diseases (n:30, 38%). Conclusion: The present study which evaluated 78 renal biopsies showed that nephrotic syndrome was the most common indication for renal biopsy. Histopathologically, the most frequent nephropathy was mesangial proliferative glomerulonephritis. These results suggest that renal biyopsy results in children can show regional variances and have a fairly different distrubition from those of the adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Jinekolojik Pelvik Patolojilerde Us Ve Bt Nin Tanı Değerı
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Oktay Işık
Araştırma makalesi
Özeti
Jinekolojik Pelvik Patolojilerde Us Ve Bt Nin Tanı Değerı
The DIagnostIc Values Of Us And Ct In GynecologIcal PelvIc PathologIes
Pelvik kitle tanısı ile pelvik ultrasonografi (US) yapılan olgulardan 41'inde hastaya US ile pelvik patoloji tanısı konuldu. Bu olgulara pelvik bilgisayarlı tomografik (BT) inceleme yapılarak US ve BT nin bulgu ve tanılarını literatür ışığında tanıştık.
Definitive diagnosis was made on 41 female patienıs diagnosed to suffer from pelvic ınassa and subjected to US. CT examination of these cases were ıncıde and the US CT findings obtained discussed lin the light of literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bılateral Testıkuler Germ Hucrelı Tumorler
Ferhat Berkmen
Araştırma makalesi
Özeti
Bılateral Testıkuler Germ Hucrelı Tumorler
BIlateral TestIcular Germ Cell Tumors
Ankara Onkoloji Hastanesinde 1985-1994 yillart arasmda tedavi edilen testikiiler germ hiicre turnorlii 789 olgunun dokuzunda bilateral tutulurn sap-tanm►vir. DOrt hastada senkron (2 seminom, 2 non-seminorn) bilateral tumor, belinde ise 8 ay ile 8 yil 11 ay arasinda de,14en siirelerde metakron tumor (4 seminom, 1 seminom ye nonseminorn) telhis edil-mi§tir. Dokuz olgunun oykiilerinden inmem4 testis nedeniyle operasyon gecirdikleri agrenilmivir. Bilateral testis tiimiirlerinin insidansi, histolojik bulgulari. tedavi ve prognozlart literatiir eViginde tartiplmivir. Bu calurna ile kontrlateral testis gelicme riskinin olmasma karpn kesin Inevaidiyeti, ikinci tumor gelicimine karp hastalarm kontrollerinin uzun yillar siirdt7rulmesr geregi, ay-rwa erken-lantda ultrasonografinin onemi actga ct-kartlmtvir.
The phenomenon of bilateral involvement of the testicles was observed nine times in a series of 789 patients with testicular germ cell tumors which were treated in Ankara Oncology Hospital from 1984 to 1994, Four patients evidenced a synchronous bi-lateral tumor (two seminomas, two non-seminomas) and in five others (4 bilateral seminomas, 1 se-minoma and nonseminoma), a second tumor oc-cured after an interval ranging between eight months and eight years eleven months. Three of nine patients had a history of undescended testes. The incidence, histologic findings, therapy and prognosis of bilateral testis tumors are discussed on the basis of a review of the literature. This study emphasizes the small but definite risk for a development of the second testicular tumor and suggests not only the significance of long-term fol-low-up period but also the importance of ult-rasorzography in the early diagnosis of a cont-rlateral tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Serdar Karaköse, Aydın Karabacakoğlu, Talat Yurdakul, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Prostatizm Bulguları Olan Hastalarda Rezidüv İdrar Miktarı Tayininde Ultrasonografi Ve Transüretral Kateterizasyonun Karşılaştırılması
Accuracy Of ResIdual UrIne Measurement In ProstatIsm: ComparIson Betvveen Ultrasonography And Tran- Surethral CatheterIzatIon
Rezidüv idrar miktarının tayininde rutin olarak kullanılan ultrasonografi ve transüretral kateterizasyon yöntemlerinin etkinliği karşılaştırıldı. Prostatizm bulguları olan 58 erkek hasta çalışma kapsamına alındı. Ult rasonografi ile miksiyon öncesi ve sonrası mesane volümleri Simpson metoduna göre elips formülü (n/6 x W x D x H) kullanılarak hesaplandı. Ultrasonografi incelemeleri sonrasında transüretral yaklaşımla 10F kateter yoluyla rezidüv idrar mesaneden drene edildi. Miksiyon sonrası rezidüv idrar miktarları; ultrasonografi ile 0-367 mİ (ort.62.6 mİ), transüretral kateterizasyon ile 0-500 mİ (ort. 70.7 mİ) arasında değişmekte olup iki yöntem arasında an lamlı bir farklılık saptanmadı. Non-invaziv, kolay uygulanabilir, hiç bir komplikasyon riski taşımayan, ayrıca mesane ve prostat morfolojisi hakkında önemli bilgiler verebilen bir yöntem olan ultrasonografinin ; üriner enfeksiyon ve/ veya üretral striktür gibi komplikasyonlara neden olabilen, invaziv bir yöntem olan kateterizasyona göre öncelikle tercih edilmesi gerektiği kanısındayız.
The effectiveness of ultrasonography which is used for routine determination of postvoiding residual urine volüme was compared vvith transurethral catheterization. İn 58 male patients who had prostate disease and bladder emp- tying difficulty, pre-postvoiding bladder volumes vvere measured ultrasonographically using Simpson’s method (iti 6 x W x D x H). After ultrasonographic examination, residual urine volüme was determined by postvoiding 10F catheterization. Postvoid residual bladder urine volumes measured by ultrasonography and transurethral cat heterization vvere between 0-367 mİ (mean 62.2) and 0-500 mİ (mean 70.7) respectively. A high correlation was demostrated betvveen the catheterized volüme and ultrasound estimation. There was no statistically significant dif- ference betvveen them. Ultrasonography is a noninvasive. practical method vvithout a complication risk and an ef- fective method to evaluate bladder and prostate morphology. Catheterization has risk of urinary infection and urethral stricture secondary to the procedure, also this is an invasive method. l/Ve think that bladder ult rasonography techniçue, vvhich does not carry the risk of urinary tract infection or trauma must be preferred in ac- curate determination of postvoiding residual urine volüme.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fetal Anomalilerin Ultrasonografik Ozellikleri
Saim Açıkgözoğlu, Kemal Ödev, Cemalettin Akyürek, Mustafa Erken, Sema Soysal
Araştırma makalesi
Özeti
Fetal Anomalilerin Ultrasonografik Ozellikleri
Ultrasound Propertıes Of Fetal Anomalıes
Bu çalışmada ultrasonografi (US) ile intrauterin olarak tespit edilen 8 fetal anomali olgusu nedeni ile elde edilebilen literatürler ışığında US ile tespit edilebilen fetal anomaliler değerlendirildi.
in Mis article, it was diagnosed with ultrasonography eight fetal abnorrnalities observed during intrauterine period. Moreaver, literature knowledges were reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Ekstremitelerin Kronik Venöz Yetmezliğinde İnvaziv Ve Noninvaziv Metodların Tanı Değerlerinin Karşılaştırılması
Fatih Mehmet Avşar, Erdal Göçmen, Erdal Anadol, Salim Demirci, İbrahim Ceylan
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Ekstremitelerin Kronik Venöz Yetmezliğinde İnvaziv Ve Noninvaziv Metodların Tanı Değerlerinin Karşılaştırılması
The ComparIson Of The DIagnostIc Value Of In VasI Ve And Non-InvasIve Methods In ChronIc Venous In SuffIcIency Of Lovver ExtremIty
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Eylül 1992-Kasım 1992 tarihleri arasında kronik venöz yetmezlik öntanısı konan 30 hasta ve 15 olgudan oluşan kontrol grubu renkli doppler ultrasonografi ile değerlendirilmiş, sonuçlar venografik inceleme bulguları ile karşılaştırılmıştır. Kronik venöz yetmezlik tanısında renkli doppler'in duyarlılığı % 87, özgüllüğü % 80, doğruluğu % 85, pozitif belirleyicik değeri % 80, negatif be lirleyicilik değeri % 87 olarak hesaplanmıştır. Renkli doppler ultrasonografi kronik venöz yetmezlik tanısında primer inceleme yöntemi olabilecek güvenilir, ucuz ve noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir.
This study was performed in the deparment of general surgery of Ankara Universitiy Medical Faculty, betvveen September 1992-December 1992. Thirty patients were diagnosed chronic venous insufficiency and 15 healty per- son were evaluated by colour doppler ultrasonography and the results were compared with venography findings. İn the diagnosis of chronic venous insufficiency, colour doppler shovved 87 % sensitivity, 80 % spesifity, 85 % ac- curacy, % 80 pozitive predictive value, % 87 negatif predictive value, As a conclusion in the diagnosis of chronic venous insufficiency coloured doopler USG can be considered as the primary diagnostic method. İt is also a cheep and non in vasi ve scanning method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Risk Faktörü Olmadan Oluşan Bilateral Spontan Aşil Tendon Rüptürü
İsmail Hakkı Korucu, Recep Gani Göncü, Mustafa Özer, Burkay Kutluhan Kaçıra, Faik Türkmen
Olgu sunumu
Özeti
Risk Faktörü Olmadan Oluşan Bilateral Spontan Aşil Tendon Rüptürü
BIlateral Spontaneous Rupture Of AchIlles Tendons In Absence Of RIsk Factors
Aşiltendon rüptürleri yaygın kas-iskelet sistemi yaralanmalarıdır. Genellikle tek taraflı olarak aktif orta yaş bireylerde meydana gelir. Herhangi bir yatkınlık oluşturan risk faktörü olmadan oluşan spontan rüptürler nadirdir ve bunun da bilateral olması oldukça nadirdir. Biz, herhangi bir risk faktörü olmayan spontan bilateralaşiltendonrüptürü olan 32 yaşındaki erkek olguyu sunuyoruz. Rüptür halter kaldırma sonrası ağırlığa bağlı olarak bilateralgastroknemiuskompleksinde meydana gelen aşırı stres ve uzamaya bağlı olarak meydana gelmişti. Klinik tanı konduktan sonra ultrasonografi ile bilateralrüptür gösterildi. Hastaya bilateral cerrahi tamir uygulandı. Rehabilitasyon 6 hafta sonra başlandı. Ameliyattan 8 hafta sonra kısmi, 12 hafta sonra tam yük vererek mobilize olan hasta yaralanma öncesi iş ve sosyal yaşantısına sorunsuz döndü. Bilateralaşiltendonrüptürleri çok nadirdir fakat yüksek farkındalık karşı taraf rüptürlerinin gözden kaçmasını önleyebilecektir.
\r\n
Achillestendonrupture is a commonmusculoskeletalinjury. Itusuallyoccursunilaterally in activemiddle-agedindividuals. Spontaneousruptureswithoutany risk factorspredisposingthepatient is uncommonandfor it tooccurbilaterally is veryuncommon. Wereport a case of bilateralspontaneousAchillestendonrupture in a 32- year-oldmanwithnocertainpreviousandcurrentrisk factors. Therupturesoccurredafterliftingbarbell in whichtheweightcaused a severe stressandelongation of thebilaterallygastrocnemiuscomplex.After a clinicalexaminationconfirmedthediagnosis, ultrasonographyof theAchillestendonsrevealedbilateralruptures. Thepatientunderwentbilateralprimarysurgicalrepair. Rehabilitationwasbegun 6weekslater. Weallowedtheweightbearingpartially at 8 weeksaftersurgery, fully at 12 weeksaftersurgery.Thepatient'sreturntopremorbidworkandsocial life wasuneventful.BilateralAchillestendonrupturesareveryrare but increasedawarenesswouldhelpavoid a rupture of thecontralateralsidebeingmissed.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Femur Boyu Ve Distal Femur Epifiz Sekonder Ossıfıkasyon Merkezının Sonografık Ölçumlerinin Karşılaştırılması
Sema Soysal, Ali Acar, Kemal Ödev, Ergün Onur
Araştırma makalesi
Özeti
Femur Boyu Ve Distal Femur Epifiz Sekonder Ossıfıkasyon Merkezının Sonografık Ölçumlerinin Karşılaştırılması
ComparIson Of SonographIc Measurements Of The DIstal Femoral EpIphyseal Secondary OssıfIcatIon Center And The Femur Length
Gebeliğin 36. haftasından itibaren ultrasonografi ile femur boyu (FL) ve distal femur epifiz sekonder ossifikasyon merkezinin (DFE) milimetrik ölçümleri karşılaştırıldı. DEE25 mm ölçüldügünde FL ortala-ması 71.14 mm ve <5 mm ölçüldügünde ise 66.95 mm bulunmuştur. Çalışmada DFE ile Elinin milimetrik ölçümleri arasında lineer bir ilişki olduğu gösterildi. Böylece DFE'nin sonografik takibi ile FL hakkında bilgi sa-hibi olunabilecegi kanısına varıldı.
Comparison of Sonographic Measurements of the Distal Femoral Epiphyseal Secondary Ossıfication Center and the Femur Length From the 36 th week gestation milimetric measure of the femur length (FL) and the distal femoral epiphyseal secondary ossification center (DFE) determined by ultrasound was compared. When the DFE measure mm mean of the FL 71.14 mm and as for one measured <5 mm mean of the FL 66.95 mm were founded. in (his study was indicated on the lineer relation between the DEE and FL. We decided that assessment of the DFE by ultrasound can be information about the FL.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
Ömer Şatıroğlu, Mehmet Bostan, Yüksel Çiçek, Mustafa Çetin, Engin Bozkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
The RelatIonshIp Between PerIpheral Artery DIsease Prevalence And AtherosclerotIc RIsk Factors
Bu çalışmada ülkemizde periferik arter hastalığı tanısı almış hastalarda, aterosklerotik risk faktörleri ile ilişkilerini belirlemek amaçlanmıştır. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi modifiye edilebilir olanlara karşı gerekli önlemlerin alınmasını, erken tanı ve tedaviyi mümkün kılacaktır. Klinik olarak veya ultrasonografi ile periferik arter hastalığı (PAH) tanısı almış olan hastalara alt ekstremite arterleri için periferik anjiyografi yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet ve ateroskleroz risk faktörleri sorgulandı. Çalışmaya alınan 408 hastanın %78.4’i erkek olup, hastaların yaş ortalaması 61.5±9.5 idi. Hastaların %58.3’ünde hipertansiyon (HT), %26.7’sinde diyabetes mellitus (DM), %15.9’unda ailede koroner arter hastalığı (KAH) öyküsü mevcuttu. Hastaların %48.2’i sigara kullanıyordu, %49.7’sinde hiperkolesterolemi vardı. Periferik alt ekstremite anjiyografisinde saptanan periferik arter hastalığı yaygınlığının derecesi ile aterosklerotik risk faktörleri arasında ilişki vardır. Risk grubundaki hastalarda morbidite ve mortaliteyi azaltmak için periferik arter hastalığı açısından dikkatli olunmalı ve erken tanı için noninvaziv testler ve gerekirse invaziv testler yapılmalıdır.
The current study aimed to determine the in our country patients diagnosed peripheral arterial disease (PAD), the relationship with the atherosclerotic risk factors. A better understanding of the risk factors will make it possible to take precautions against the modifiable risk factors, and will facilitate the early diagnosis and implementation of effective therapy. The patients who had been diagnosed with PAD either clinically or by using ultrasonography underwent peripheral angiography for the arteries of the lower extremities. The patients were evaluated in terms of age, gender, and atherosclerotic risk factors. Of the 408 patients, 78.4% were males, and the mean age was 61.5±9.5 years. The patients had the following risk factors: hypertension (HT), 58.3%; diabetes mellitus (DM), 26.7%; a family history of CAD (Coronary artery disease), 15.9%; smokers, 48.2%; hypercholesterolemia, 49.7%. The extent of PAD observed during peripheral lower extremity angiography was associated with atherosclerotic risk factors. Particular attention should be focused on the co-morbidities of PAD. Non-invasive, as well as invasive tests, should be performed when indicated to decrease morbidity and mortality in patients at risk for PAD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
Osman Balcı, Suna Özdemir, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu
Özeti
İhmal Edilmiş Bir Kayıp Rahim İçi Araç Sonrası Oluşan Ve Miadında Doğan Gebelik
A Full Term Pregnancy And DelIvery That Occurred After A Neglected Lost IntrauterIne DevIce
Rahim içi araçlar (RİA), tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde sık kullanılan bir kontraseptif yöntemdir. Uterin perforasyon, RİA’ların yerleştirilmesi sırasında oluşan nadir fakat önemli bir komplikasyondur. Bu olgu sunumunda; RİA takılan bir hastanın yapılan kontrollerinde, RİA ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylenen, daha sonra gebe kalıp miadında doğum yapan ihmal edilmiş bir kayıp RİA olgusu sunulmuştur. Otuz sekiz yaşında, 4 gebelik ve 4 vajinal doğum öyküsü olan hasta kayıp RİA nedeniyle kliniğimize sevk edildi. Hastaya 2 yıl önce normal vajinal doğumundan 6 hafta sonra bir klinikte RİA takıldığı, sonrasında ağrı şikayeti ile başvurduğu klinikte yapılan muayenesinde RİA’nın ipinin görülmediği fakat gebelikten koruyacağı söylendiği, sonrasında gebe kalıp miadında vajinal doğum yaptığı öğrenildi. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesi normaldi. Ultrasonografide uterus ve adneksler normal, Douglasta RİA ekosu izlenmekte idi. RİA laparoskopik olarak çıkarıldı. RİA’nın takılma esnasında uterus perforasyonu olup Douglasa yerleşitirildiği düşünüldü. RİA taktırma öyküsü olan ve muayenede RİA ipleri görülmeyen hastalarda mutlaka RİA lokalizasyonu belirlenmelidir. Uterus kavitesinin boş olduğu hastalarda uterus perforasyonu akılda tutulmalıdır.
Intrauterine devices (IUDs) are the most commonly used method of contraception, worldwide, especially in developing countries. Uterine perforation by an IUD is a rare but an important complication of IUD insertion. In this case report; we present, a patient who had “a neglected lost IUD”, in whom string of IUD was not seen in her follow up examination. The patient was told that in spite of the absence of the string; it will reserve its contraceptive effect. The patient had uneventful pregnancy and delivered at term. Thirty eight years old patient who had gravida 4, parity 4 was referred to our clinic because of lost IUD. In her history she had normal vaginal delivery before 2 years, after 6 weeks IUD was introduced in a health centre. She had pelvic pain and consulted the same health centre where she was told that the string was not seen but it will reserve its contraceptive effect. The patient got pregnant and delivered a full term baby. She had normal gynecological examination uterus and adnexa were normal in ultrasonographic examination but an echo of IUD was seen in Douglas. The IUD was extracted laparoscopically. We think that uterine perforation occurred during insertion of the IUD and it passed to Douglas pouch. For patients who have IUDs with lost string we should determine the location of the IUD. Uterine perforation should be thought of when empty uterine cavity is seen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sıroz Vakalarında Ultrasonografık Portal Yen' Capı İle Ozefagus Varısı Ve Varıs Kanaması Arasındakı Ilıksı
Hakkı Polat, Hamdi Ekici, Şamil Ecirli
Araştırma makalesi
Özeti
Sıroz Vakalarında Ultrasonografık Portal Yen' Capı İle Ozefagus Varısı Ve Varıs Kanaması Arasındakı Ilıksı
RelatIon Hetween UltrasonographIc Portal VeIn DIameter And EndoscopIc EasophagIal VarIcess And VarIcess BleedIng In CronIc ParanchImal LIver DIsease.
SeIc•uk Oniversitesi Tip Fakiihesi Anabilim Dali kiliniginde 1984-1994 ydlan arasmda yatan ye siroz teltisi alan hastalar arasmda ultrasonografik ola-rak portal ►en rapt olriihniii endoskopik olarak ifize-fagus varisi ve vans kanamast tespit edilnu4 vakalar retrospektif olarak incelenmi ciir. Vakalar, 1- Ozefagus varisi ve varis kanamast olanlar, 2- Ozefagus varisi olanlar ve fakat kanamasi ol-mayanlar, 3- Ozefagus varisi ye kanamasr olmavanlar, ohnak fizere 3 gruba ayrildt. Her grub kin 17 vaka ineelendi. Vena porta rapt ile ozefagus varisi ye varis kanamast arastridaki iliFkiler aragtrtldt. tilt-rasonografik olarak Venn porta cape ne kadar genii ire lizaefagus varisi bulimmast ve varis kan.ama ris-kinin artabilecegi sonucuna vartldt. Bu sonurlar Tiirkiye'de diger raltimalarla uyumlu buluninuFtur. Ancak, yaptlan yurt chit raltpnalarda bit kadar stk bir ilivki tespit edilmenziitir. Bet da, buralarda has-talann rok daha erken hastaneye baivunnalart ile artklanabilir.
This study was performed retrospectively by eva-luating the 51 patient's data who had chronic pa-ranchimal liver disease and who had ultrasonographic portal vein diameter from 1989 to 1994 in Internal Me-dicine Department of Selruk University School of Me-dicine. The cases were divided into three categories: the first who has easophagial varicess and varicess bleeding, the second who has easophagial varicess and not varicess bleeding. 17 cases was evaluated in each groubs. The finding of endoscopic and ult-rasonographic examinations was also consistent with other studies which performed in Turkey that implies the wider Vena porta diameter, the more common ea-sophagial varicess and varicess bleeding. Lack of such a strong correlation about this topic in France and Austria might be due to more earlier seeking medical advise of the patients in these countries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
Nahit Ökesli, Yüksel Tatkan, Şakir Tavlı
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Dıyafragnıa Rüptürleri
TraumatIc Ruptures Of The DIaphragm
Travmatik diyafragma rüptürü tanısı güç bir hastalıktır. Bu yazıda barsak obstrüksiyonu, mide volvulusu, dispeptik bulgular ve karın içi kanama bulgularıyla başvuran dört diyafragma rüptürü olgusu reirospekiif incelenrniştir. Kesin tanı iki olguda preoperatif konabilmiş, diğer iki olguya ameliyat-ta tanı konmuştur. Tanı için öncelikle hastalıktan şüphe etmek gerekir. PA akciğer grafisi ve diğer yardımcı muayene yöntemleri tanıya yardımcı olur. Ultrasonografi, diyafrnagmaya yönelik ve dikkatli yapıldığı tak-dirde önemli yeri olan bir yöntemdir
Traurnatic diaphragmatic rupture is a condition which the diagnosis is difficıdt. in Mis article 4 cases with traumatic diaphragmatic rupture which presented intestinal obstruction, volvulus of the dyspepsia and intraabdominal haemorhagea were evaluated retrospectively. Two cases were diagnosed prooperatively and the athers during operation. Unless probabilitiy is thought the diagnosis could easily be ınissed. Chest X-rays and other routine diagnostic ınethods were our diagnostic criteria in Mese cases. ff ultrasonographic exarnination is available diagnosing of such cases becomes accurate and easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi Bulguları
Gülperi Çelik, Nurullah Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Arteriyovenöz Fistül Disfonksiyonunun Renkli Doppler Ultrasonografi Bulguları
Color Doppler Ultrasonography FIndIngs Of ArterIovenous FIstula DysfunctIon In HemodIalysIs PatIents
Çalışmada arteriyovenöz fistül (AVF) disfonksiyonu/afonksiyonu bulunan olgularda renkli doppler ultrasonografi (RDUS) bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı. Yetersiz diyaliz nedeniyle RDUS incelemesi yapılmış olan 45 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Elde edilen bulgular literatür verileri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Olguların 27(%60)’ si kadın, 18 (%40)’ i erkek olup, yaş ortalamaları 55.15±15.03 (16-87) idi. 45 olgunun, 28 (%62.22)’ inin radiosefalik, 17 (%37.78)’ sinin antekübital fossada yerleşim gösteren nativ AVF (brakiyosefalik ve brakiyobasilik AVF) mevcuttu. 36 (%80) AVF’de stenoz saptanmış olup, bunların 2 (%4) besleyici arterde, 5 (%11) anostomoz düzeyinde, 19 (%42) anostomozdan sonraki ilk segmentte, 10 (%22) olguda ise ilk segment distalinde yerleşim gösteriyordu. 4 (%8.9) AVF’de santral venöz oklüzyon, 6 (%13.3) AVF’de ise anevrizmatik dilatasyon bulundu. RDUS’da trombüs saptanan 13 (%28.9) AVF’nin, 7(%53.9)’ sinde fistül afonksiyone olup trombüsün lümeni oklüde ettiği saptandı. Diğer olgularda ise trombüs anevrizmatik dilatasyon içerisinde yerleşim göstermekteydi. Kronik hemodiyaliz (HD) programına alınmış hastaların arteriyovenöz fistül disfonksiyonlarının saptanmasında RDUS etkili bir yöntemdir.
The purpose of this study is to assess the color doppler ultrasound findings in the hemodialysis patients with arteriovenous fistula dysfunction/afunction. In this retrospective study, we searched the dossier of forty- five patients underwent to color doppler ultrasound examination because of inadequate dialysis. This color doppler ultrasound findings were compared with the literature. Twenty-seven (60%) of this 45 hemodialysis (HD) patients were female, 18 (%40) were male and the mean age was 55.15±15.03 (16-87). Twenty-eight of 45 patients have radiocephalic, 17 patients have brachiocephalic and brachiobasilic native arteriovenous fistula. Stenosis were detected in 36 HD patients, two of them settled in supporter arteries, 5 stenosis were on the level of anastomosis, 19 stenosis localized in the first segment after anastomosis and 10 stenosis settled on distal part of the first segment. Central venous oclusion were found in 4 of patients, whereas aneurysms were found in 6 patients. Seven of 13 thrombosed arteriovenous fistula were nonfunctional and the thromboses occluded the lumen of fistula. The thromboses settled in the anevrysmatic dilatation in others cases. The doppler Ultrasound examination performed well skilled is very usefull methods for diagnosis of arteriovenous fistula dysfunction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Normal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Haluk Yavuz, Mustafa Erken, Hasan Koç, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Normal Çocuklarda Böbrek Büyüklüğü: Ultrasonografik Çalışma
Measurement Of Renal SIze In Normal ChIldren: UltrasonographIc Study
66 çocuğun böbreklerini ultrasonografi ile muayene ettik. Çocukların yaşları 2-12 arasında değişmektedir. Böbreklerin büyüklükleri ultrasonografi (US) ile belirlenmiştir. Böbreklerin uzunluğu ve eni, çocuğun yaşı, boyu ve kilosu ile değişmektedir.
We examined 66 children's kidney with ultraso-nography. They were between 2 and 12 years. Renal size has determined by ultrasonography. Renal length and width vary with age, height, and weight.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Normal Yeni Doğanlarda Lateral Ve 3. Ventrikül Büyüklüğü: Sonografik Çalışma
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Hasan Koç, Kemal Ödev, Mehmet Emin Sakarya
Araştırma makalesi
Özeti
Normal Yeni Doğanlarda Lateral Ve 3. Ventrikül Büyüklüğü: Sonografik Çalışma
Lateral And ThIrth VentrIcles SIze In Ilealthy Full-Term Neonates: S'onggraphIc Study
Yeni doğanda lateral ve 3. ventrikülün normal büyüklüğünü belirlemek amacı ile, 64 normal yeni doğana, anterior fontanelden ultrasonografi yapıldı. Çocukların yaşı 3 gün ile 3 ay arasındadır. Lateral ve 3. ventrikül büyüklüğü, lateral ventrikülün açılanması ve asiınetrisi ölçülmüştür. intervenriküler açı 69 ±8 derece bulunmuştur.
o determine the normal appearance of the lateral and thirth ventricles, 64 healthy full-term infants were exaıtıined by real time sonography through the anterior fontanelle. The age of infants were ranging from three days to three months. Lateral and thirth ventricles size, ventricular angle, and lateral ventricle a.symmetry were measured. Interventricular angle was 69 ± 8 degree.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
Fatıma Bilgin, Özhan Özcan, Mustafa Dönmez, Erdem Şentatar, Erhan Ayşan, Arslan Kaygusuz
Olgu sunumu
Özeti
Yetişkinde İnce Barsak İnvajinasyonu
IntestInal InvagInatIon In An Adult
İnvajinasyon barsağın bir segmentinin diğer segmentinin içine girmesi olarak tanımlanır. Yetişkin invajinasyonu nadir bir durumdur ve sebepleri çocukluk yaş grubundan farklıdır. Otuzüç yaşında kadın hasta acil servise karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleriyle başvurdu. Karın ultrasonografisi ve bilgisayarlı tomografide invajinasyondan şüphelenildi, hasta acil ameliyata alındı. İnvajinasyon alanında tümöral kitle palpe edilerek segmenter rezeksiyon uygulandı. Ameliyat sonrası süreçte sorun yaşanmayan hasta postoperatif yedinci gün taburcu edildi. Patolojik değerlendirmede dört polibin her birinde iyi diferansiye adenokarsinom tespit edildi. Yetişkin olgularda invajinasyon nadir görülse de preoperatif değerlendirmede invajinasyon düşünüldüğünde bunun habis bir tümöre bağlı olabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda yapılacak rezeksiyonun sınırlarının geniş tutulması önerilir.
Invagination is the condition whereby a segment of intestine becomes drawn into the lumen of the proximal bowel. İnvagination in adults is a rare situation and the causes are different from childhood group. A 33 years old female patient admitted to emergency service with abdominal pain , nousea and vomiting. In ultrasonography and abdominal computed tomography suspected from invagination so the patient was operated urgently.In operation a masswas palpated and segmental resection was applied. Post-operative 7 th day , the patient was discharged from hospital without any complication. In pathological evaluation well-differentiated adenocarcinoma was detected in all polyps. Although invagination is a rare condition in adult patients when suspected from invagination the possibility of malign tumor should be considered. According to this , wide segmental resection is advised.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prenatal Tanısı Erken Gebelik Haftasında Konulan Konjenital Diyafragmatik Herni
Kazım Gezginç, Ali Haydar Kantarcı
Olgu sunumu
Özeti
Prenatal Tanısı Erken Gebelik Haftasında Konulan Konjenital Diyafragmatik Herni
Prenatal DIagnosIs Of CongenItal DIaphragmatIc HernIa In Early Pregnancy
Erken gebelik haftasında prenatal tanısı konulan konjenital diafragmatik hernili bir olgunun sunulması. 31 yaşında ikinci gebeliği olan hastanın 14. gestasyonel haftada iken yapılan ultrasonografisinde abdominal organların torasik kaviteye geçiş gösterdiği gözlendi. Diğer organ ve sistemlerde herhangi bir sonografik patoloji saptanmadı. Aile ile yapılan detaylı tıbbi açıklamaların ardından terminasyona karar verildi. Misoprostol ile medikal abortus sonrası, genetik ve patolojik inceleme yapıldı. Genetik olarak herhangi bir yapısal ve sayısal kromozom anomalisi saptanmadı. Patolojik incelemesinde, diyafragma posterior kısmındaki defektten herniasyonun gerçekleştiği ve buna ek başka bir patolojisinin olmadığı görüldü.
A case report of congenital diaphragmatic hernia which was diagnosed in the 14 th week of pregnancy is presented. Case Presentation: 31 year old multigravida who had 14 th week of pregnancy underwent an ultrasound examination where the fetal abdominal organs were seen in the thoracic cavity. No other sonographical pathologies were determined. The family was counseled in detail and termination of pregnancy was decided. Genetical and pathological evaluation following the misoprostol induced abortion of the pregnancy did not reveal further abnormalities. The pathological examination described a posterior defect of the diaphragma, which leads to the herniation process, as the only positive pathological finding.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
Hadice Selimoğlu Şen, Ayşe Aydın, Abdurrahman Abakay, Abdulhalim Şenyiğit
Olgu sunumu
Özeti
Kitle Lezyonu Görünümünde Bir Kist Hidatik Vakası
A HydatId Cyst Case WIth Mass LesIon VIew In The Lung
Kist hidatik, Echinococcus granülosus tarafından oluşturulan bir parazitik infestasyondur. Bu çalışmada akciğer kist hidatiğinin klasik radyolojik ve bronkoskopik görünümleri dışında olan malign kitle görünümünde bir olgu sunulmuştur. 17 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, kan tükürme şikayetleri ile başvurdu. Hasta son 2 ay içinde 10 kg kaybetmişti. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde kitle lezyonu saptanan hastaya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer üst lob anterior segmentte mukozal tümseklenme ve üzeri nekrotik doku kaplı lezyon görüldü. Buradan alınan endobronşial biyopsi sonucu ‘kist hidatik’ olarak raporlandı. Batın ultrasonografisinde epigastriumda karaciğer sol lobunda kistik oluşum görüldü. Hasta operasyon için göğüs cerrahisi kliniğine nakledildi. Orada yapılan operasyonla akciğerdeki kist hidatik çıkarıldı. Akciğer kist hidatiği sıklıkla alt loblarda lokalize olur. Kistin klasik radyolojik, bronkoskopik bulguları olmakla birlikte nadir de olsa farklı radyolojik, bronkoskopik görünümlerde de kist hidatiği akla getirmek gerekir.
Hydatid cyst is a parasitic infestation caused by Echinococcus granülosus. In this study we present a pulmonary hydatid cyst case that has radiological and bronchoscopic view like a malign mass. A 17 year-old male patient. He has cough, sputum and hemoptysis complaints. He has 10 kg weight loss in last two mounths. Thorax computed tomography showed a consolide lesion in the the right upper lobe. Fiberoptic bronchoscopy was performed in this case. There was an endobronchial hump lesion covered with necrotic tissue, in the right upper lobe anterior segment. The result of bronchoscopic biopsy was reported as ‘hydatid cyst’. We found a cystic lesion at the left liver lobe in abdominal ultsonography. Patient transferred for operation at thoracic surgery department. Hydatid cyst was rejected by operation. Hydatid cyst is usually located in the lower lobes of the lungs. Although cyst has classic radiologic, bronchoscopic findings, we should think hydatid cyst in different radiological and bronchoscopic findings too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Alim Koşar, Talat Yurdakul, Mustafa Salih, Gürhan Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Renal Arter Hastalıklarının Tanısında Renkli Doppler Ultrasonografinin Değeri
Value Of Color Doppler UlIrasonography In DI-AgnosIs Of Renal Artery DIseases
Hipertansiyonun renovasküler rıeleninitı sLıp-tanmasında renal arterlerin de;:rerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada remıl 50 veya daha fazla çap darahnası yapan anlamit ste-nozları saptamada renkli doppler altrawınorafinin (RDU) etkinliği araştırıldı. Çalışma Mart 1993 -Aralık 1994 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ve Radvoloii Anabilim Dal-larında yapıldı. 20 hiperransif hastada renkli dopp-ler ultrasonografi bulgular: renai atıfio.Trati bul-guları ile karşılaştırıldı. Anjiografi ile bn Y) hastada 39 ana ve 4 aksesuar renal arteı- g(-;sterildi. An-jiografi 5 ana t-enal arterde ve 1 aksesuar renal ur-terde stenozu gösterdi. 4 ana renal arterde aklüzvon saptandı. Tüm hastalarda RDLİ ile renal arter- mak-simum sistolik hız, renal arteriaorta maksimum sis-tolik hız oranları (RAR) hesap edildi. Bir hasta için RDU ile ortalama inceleme süresi 42+4 (38 - 53; dakika-vdı. RDU ile ana renal arterlerin 87,17 ve sadece 1 (%25) aksesuar arter gı-isrerildi. Mak-simum sistolik hızlı? 100 cınisn'nin üsrunde olması ve RAR değerinin 3.5 veya üstünde olması ,srerrrız icin kriter olarak seçildi. Retuıl arter sıenoztannt tanısında birinci kriter daha laydalmh, Bu kritere göre, RDU ile 6 renal al-ter stenollınun tanısında c7c 67 sensitivite ve 7c, 93 spesifisite bulundu. Renkli doppler ultrasonografinin, laıllanılan ekipman ve kriterlerle anilografiye bir alternatif olmadıgı ve renal arıer srenoımın tanısında renkli doppler ultrasonografinin arttırmak için teknolojisinin iyileştirihneve ve tanı kriterlerinin standardize edilmesine ihtiyaç oldıığıı kınısına varıldı.
The assesment of the renal arteries is par-ticuhırlv inıporraın in the derection of a re-novaseuhır cause of hypertension. İi was in-,estigıred the ejfectivene•s of color doppler ultrasonography (CDU) in the detection 50 % or greater diameter reducing the srenosis in renal ar-ten, irr this study. The studv was done in the De-partment of Urology and Radiology, University of Ankara, Medical School between March 1993 and December 1994. The findings of color doppler ult-rasonography in 20 hypertensive patients were com-pared with the results of renal angiography. It was demonstrared 39 main and 4 accessories renal ar-teries irr these 20 pariems by angiography. An-giographv detnonstrared the stenosis in 5 main renal arte.ries and in. one accessory renal artery. It was derermined the occhısion in 4 tnain renal arteries. The maximum systolic velocity and th.e ratio of ma-ximum systolic velocitv in renal artery to that in ab-dominai aorta (RAR) were calculated with CDU in all patients. The average procedure time per pa-ıients with CDU was 42+4 (38 + 53) minutes. It was demonstrated 87,1% of the main arteries and only 1 (25%) of the accessory vessels by CDU. A nuıximum systolic velociry value of greater than 100 emisec and a RAI? value of 3.50 or greater were chosen as the criteria foı- SIC110SiS. The first criteria in the di-agnosis of renal artey stenosis was more useful. Ac-coı-ding rrı this crireria. we found 67 % sensitivity and 93% specifieity in diagnosing 6 renal artey ste-nosis with CD U. concluded, that CDU is not an ahernative to angiographv with the technology and criteria used, and the technology of CDU should be improved and the diagnostic criterias should be standardized to increase the effecriveness of CDU irr diagnosis of renal arterv stenosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
Recep Alanlı, Murat Bülent Küçükay, Kadir Serkan Yalçın
Araştırma makalesi
Özeti
Alkole Bağlı Olmayan Karaciğer Yağlanması İle Yüksek Dansiteli Dışı Lipoprotein/yüksek Dansiteli Lipoprotein Oranının İlişkisi
RelatIonshIp Between NonalcoholIc Fatty LIver And Non HIgh DensIty LIpoproteIn To HIgh DensIty LIpoproteIn RatIo
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer yağlanması ile hastaların demografik özellikleri, kan değerleri ve özellikle
yüksek dansiteli dışı lipoprotein/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı arasında bir ilişki olup olmadığını
araştırmak hedeflenmiştir.
Hastalar ve Yöntem: Şubat 2020 ile Eylül 2020 tarihleri arasında karaciğer yağlanması düşünülen 329
hastanın laboratuvar ve ultrasonografi sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. Karaciğer yağlanması
saptanan ve saptanmayan hastaların; boy, ağırlık, karaciğer enzimleri, vitamin d düzeyleri ve lipid
değerleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların 164'ünde karaciğer yağlanması saptanırken, 165'inde ise saptanmadı. Karaciğer
yağlanması varlığı ile; yaş, ağırlık, ALT, AST, vücut kitle indeksi, trigliserid, yüksek dansiteli dışı
lipoprotein ve yüksek dansiteli dışı lipoprotein / yüksek dansiteli lipoprotein düzeyleri arasında anlamlı bir
ilişki saptandı. Yağlanma şiddeti ile ağırlık, ALT ve vücut kitle indeksi arasında anlamlı bir ilişki saptandı.
Monosit/ yüksek dansiteli lipoprotein oranı ve d vitamini düzeyi ile karaciğer yağlanması varlığı arasında
bir ilişki saptanmadı. Non-HDL/HDL oranı ile non-alkolik karaciğer yağlanması arasında ilişki saptanmıştır
(r=0.179). Non-HDL/HDL oranının, non-alkolik karaciğer yağlanması tanısındaki pozitif ve negatif prediktif
değerleri sırasıyla %56,3 ve %60,9 olarak bulunmuştur .
Sonuç: Non-HDL/HDL oranı ile karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Non-HDL/HDL
oranı; karaciğer yağlanmasında kullanılabilecek yeni, kullanışl ı ve kolay ulaşılabilen bir belirteçtir .
Aim: The aim of this study was to investigate the relationship between non-alcoholic fatty liver and
demographic characteristics, laboratory parameters and predictory non-high density lipoprotein to high
density lipoprotein ratio.
Material and Methods: Between February and September 2020, 329 patients with fatty liver prediagnosis
were evaluated prospectively. Laboratory (whole blood counts, transaminases, lipid profiles, 25-oh vitamin
d3 levels) and ultrasonography findings, body height, body weight and body mass index of patients were
compared between fatty liver and control groups.
Results: Fatty liver was diagnosed in 164 patients out of 329 participants. There were significant
relationships between existence of fatty liver and age, body weight, body mass index, triglyceride
levels, non-high density lipoprotein, non-high density lipoprotein to high density lipoprotein ratios. Also
relationships between severity of fatty liver and body weight, alanine aminotransferase and body mass
index were found to be significant. There were no relationship between existence of fatty liver and
monocyte to high density lipoprotein ratio and vitamin D levels. Linear regression analysis for Non-HDL/
HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver, revealed a correlation coefficient as r=0.179. Positive
and negative predictive values for Non-HDL/HDL ratio in diagnosis of nonalcoholic fatty liver were, 56.3%
and 60.9%, respectively .
Conclusion: There is a significant relationship between fatty liver and non-high density lipoprotein to
high density lipoprotein ratio. This ratio may be a simple and readily available predictor in patients with
fatty liver.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Alaaddin Vural, Kemal Ödev, Ahmet Candan Durak, Mehmet Çerçi
Araştırma makalesi
Özeti
Primer Ve Metastatik Karaciğer Tümörlerinin Ultrasonografik Özellıklerı
UltrasonographIc Features Of PrImary And MetastatIc LIver Cancers
Çalışma kapsamtna aldığımız 15 primer, 18 met-astatik karaciğer kanserli hastada, tümörlerin ultraso-nografik (US) özellikleri incelendi. Ilepatosellüer karsinomların ve gastrointestinal sistemden kaynak-lanan metastatik karaciğer tümörlerinin çoğunluğu hiperekoik iken; hedef yapı bull's-eve pattern meta-statik lezyonlar için spesifiktir. Metastatik karaciğer tümörlerinin büyük kısmı hipoekoik yapı arzetmek-tedir. Bu sonuçlar, primer ve metastatik karaciğer karsinomlarının ayırıcı tanısında US`nin faydalı olduğunu gösterir.
Ultrasonographic features of tumor lesions in 15 patients with hepatocellular carcinoma and 18 with metastatic liver cancer were analyzed. Hepatocellular carcinomas and metastatic liver cancers originating from the gastrointestinal tract were frequently hyper-echoic. Bull's-eye (target sign) pattern was spesific for metastases. Most of metastatic liver cancers showed hypoechoic pattern. These results indicate that ultrasonography is useful for the dillerantial di-agnosis of hepatocellular carcinoma and metastatic liver cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koledok Kistlerinde Teşhıs Ve Tedavi
Ömer Karahan, İrfan Tunç, Adnan Kaynak, Yüksel Tatkan, Alaattin Vural
Araştırma makalesi
Özeti
Koledok Kistlerinde Teşhıs Ve Tedavi
DIagnosIs And Treatment Of Choledochal Cysts
Bu çalışmada iki erkek çocukta teşhis ve tedavi edilen koledok kistleri sunulmuştur. Olgulardan birinde ultrasonografi ve intravenöz kolonjiografi, diğerinde ise ultrasonoğrafi ve hepatobiliyer sintigrafı ile tanı konuldu. Tedavi olarak birine koledokokistoduedonostomi, digerine Roux-en-Y şeklinde koledolcokistojejonostomi yapılmıştır. Her iki olguda bu ana kadar semptomsuzdu.
Two patients, 11 and 12 years old treated for choledoc cysts are presented, One of :hem was diagnosed by ultrasonography and the other by uhrasonography and hepatobiliary scanning technics preoperatively. One patiem undenvent choledochocystoduodonostomy and the other Roux-en Y choledochocystojejunostomy. They had no complaints postoperatively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Hasan Koç, Alaaddin Dilsiz, Saim Açıkgözoğlu, Aziz Polat
Araştırma makalesi
Özeti
Yenı Doğanda Safra Taşı: Spontan Rezolusyon
Spontaneous ResolutIon Of Gallstone In A Newborn (a Case Report)
Yenidoğan döneminde safra taşı nadirdir. Safra taşına sıkhkla başka patolojikr öncülük eder. Bu yazıda yenidoğan döneminde teşhis edilen safra taşı yakası sunuldu. Rh uyuşmazlığına bağlı hemolitik sardığı olan ve fototerapi uygulanan bir yenido-ğanda ultrasonografik inceleme ile safra taşı tesbit edildi. 6 ay sonra tekrarlanan uhrasonogramda taşın spontan rezolusyona uğradığı gözlendi.
Gallstone in the newborn period is rare and usually other pathological causes precede. in this report a gallstone case diagnosed in the ııewborn period is presented. By using ıdtrasorwgraphic technique, a gallstone was diagn.osed in a newborn with hemolitic jaundice caused by Rh incompatibi-lity and having phototheraphy. Six ınonths Inter it was observed that the gallstone had resoluted spontaneously when ultrason.ography repeated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrekte Kitle Teşkıl Eden Lezyonların Renal Anjiografı, Ultrasonografi Ve Komputerize Tomografi İle Değerlendırılmesı
Atilla Semerciöz, Kadir Yılmaz, Halim Bozoklu, Ahmet Öztürk, Mehmet Kılınç, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrekte Kitle Teşkıl Eden Lezyonların Renal Anjiografı, Ultrasonografi Ve Komputerize Tomografi İle Değerlendırılmesı
EvaluatIon Of KIdney Masses WIth Renal AngIography, Ultrasonography And ComputerIzed Tomography
986-1989 yılları arasında S.U. Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında Intravenöz Urografide (IVU) böbrekte kitle teşkil eden lezyonu bulunan 10 yakaya diagnostik ultrasonografi, selektif renal anjiografi ve bunlar içinden 6 yakaya komputerize tornografi uygulandı. Bu metodlarda teşhisteki doğruluk oranı ultrasonografi (US) ve renal anjiografide %90, komputerize tomografide (CT) ise %83 olarak tespit edildi.
Possible mass forrning lesions revealed by intraveneous urography (IVU) At The Department of Urology, Faculty of Medicine, Selçuk University from 1986 ta 1989, studied further. The suspected lesions were then eveluated by diagnostic ultrosonography, selective renal angiography and addilion-al computerized tomography for 6 of 10 patients. The true of massive lesions by uhrasonography and renal angiography were verıfication 90% and this was 83% for computerized tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrekte Kitle Teşkıl Eden Lezyonların Renal Anjiografı, Ultrasonografi Ve Komputerize Tomografi İle Değerlendırılmesı
Atilla Semerciöz, Kadir Yılmaz, Halim Bozoklu, Ahmet Öztürk, Mehmet Kılınç, Mehmet Arslan
Araştırma makalesi
Özeti
Böbrekte Kitle Teşkıl Eden Lezyonların Renal Anjiografı, Ultrasonografi Ve Komputerize Tomografi İle Değerlendırılmesı
EvaluatIon Of KIdney Masses WIth Renal AngIography, Ultrasonography And ComputerIzed Tomography
1986-1989 yılları arasında S.U. Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalında Intravenöz Urografide (IVU) böbrekte kitle teşkil eden lezyonu bulunan 10 yakaya diagnostik ultrasonografi, selektif renal anjiografi ve bunlar içinden 6 yakaya komputerize tornografi uygulandı. Bu metodlarda teşhisteki doğruluk oranı ultrasonografi (US) ve renal anjiografide %90, komputerize tomografide (CT) ise %83 olarak tespit edildi.
Possible mass forrning lesions revealed by intraveneous urography (IVU) At The Department of Urology, Faculty of Medicine, Selçuk University from 1986 ta 1989, studied further. The suspected lesions were then eveluated by diagnostic ultrosonography, selective renal angiography and addilion-al computerized tomography for 6 of 10 patients. The true of massive lesions by uhrasonography and renal angiography were verıfication 90% and this was 83% for computerized tomography.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Piyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve Tedavısı
Nahit Ökesli, A. Erkan Ünal, Şükrü Bülent Özer, Mehmet Metin Belviranlı
Araştırma makalesi
Özeti
Piyojenik Karacığer Abselerinin Tanı Ve Tedavısı
The DIagnosIs And Treatment Of PyogenIc LIver A Bseesses
1984-1991 yılları arasında piyojenik karaciğer ab-sesi tanısıyla tedavi edilen 14 hasta retrospektif ola-rak incelendi. Hastaların şikayetleri, fizik muayene ve laboratuvar bulgular' ie tedavi yöntemleri literatür bilgiferiyle karşılaştırddı. Yüksekce yanılgı oranına rağmen, ultrasonografi-nin tanı ve ayirıct tanıda önemli yeri vurgulandı. Piyojenik karaciğer absesi tanısı yanısıra. etyolojide önemli rol oynayan diş safra yolu hastalıklarının da tanınması ultrasonografiye ait bir üstünlük olarak iz-lendi. Cerrahi drenaj ve antibiyotik tedavisinin özellikle dış safra yolu hastalığı bulunan kişilerde en etkili tedavi olduğu görüldü. Bunun yanı sıra ultrasonografi yardımıyla perkütan abse drenajımn da seçilmiş olgularda etkili bir tedavi yöntemi olabileceği belirtildi.
Between 1984 and 1991. 14patients treated with the diagnosis of pyogenic hepatic abcess were re-viewed retrospectively. The complaints, physical ex-aminations, laboratory results and the treatment methods of these patients were compared with the literature. The importance of U.S. in diagnosis and differan-diagnosis but also the highly incidence of error is implicated. Also the diagnostic value in extrahepatic bile duct diseases which has importance in etiology is the superiority of U.S. Operative drainage and antibiotic therapy is seen ta be the most effective treatment especially in the patients with extra-hepatic bile duet diseases. Also it is deterınined that percutanous abscess drainage under the guidance of U.S. is an effective method in sekcted cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta