Parotis Kitlelerinde Tanı Ve Tedavi Sonuçlarımız
Şaban Çelebi, Murat Topak, Necati Ömer Develioğlu, Mehmet Akdağ, Erdem Çağlar, Havva Duru İpek, Mehmet Külekçi
Olgu sunumu
Özeti
Parotis Kitlelerinde Tanı Ve Tedavi Sonuçlarımız
Our DIagnosIs And Treatment Results For ParotId Masses
ÖZET
\r\n
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız, parotis kitlesi nedeniyle opere ettiğimiz hastalarımızın perioperatif ve postoperatif izleme sonuçlarını değerlendirmektir.
\r\n
Gereç ve Yöntem: 2000-2011 yılları arasında opere ettiğimiz 66 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi.
\r\n
Bulgular: Hastalarımızda ortalama yaş 48,6 bulundu. Ameliyat sonrası histopatoloji sonuçlarına göre olguların 61’inde primer benign, 3’ünde primer malign, 2’sinde ise sekonder malign patolojiler tespit edildi. Primer benign tümörler içinde 29 olgu ile pleomorfik adenom ilk sırada yer alırken, 14 olgu ile Warthin tümörü ikinci sırada yer alıyordu. Malign tümör olarak adenoid kistik karsinom, adenokarsinom ve karsinoma ex pleomorfik adenom gözlendi. Sekonder malign tümörlerin ikisi de skuamöz hücreli karsinom metastazıydı. Preoperatif uygulanan ince iğne aspirasyon biopsisinin benign-malign ayırımında sensitivitesi %60, spesifitesi %96 bulundu. Cerrahi girişim olarak süperfisyel parotidektomi, total parotidektomi ve radikal parotidektomi uygulandı. Bu tedaviye ek olarak bazı olgularda boyun diseksiyonu da yapıldı. En sık gördüğümüz komplikasyon geçici fasial sinir parezisi idi.
\r\n
Sonuç: Parotis tümörlerinde ince iğne aspirasyon biopsisi benign-malign ayırımını yapmada etkili bir tanı yöntemidir. Benign parotis tümörlerinde süperfisyel parotidektomi yeterli ve etkili bir cerrahidir ve dikkatli uygulandığında komplikasyon oranı oldukça düşüktür. Malign tümörlerde ise süperfisyel, total veya radikal parotidektomi uygulanmalı, gerektiğinde boyun diseksiyonu ve post operatif radyoterapi tedaviye eklenmelidir.
\r\n
Objective: The aim of this study is to evaluate the perioperative and postoperative follow-up results of patients operated for a parotid mass.
\r\n
Materials and Methods: A total of 66 patients who were operated between 2000 and 2011, were evaluated retrospectively.
\r\n
Results: The mean age of the patients was 48,6. On the basis of post-operative histopathologic assessement, 61 of the cases were found to be primary benign, 3 of the cases primary malignant and 2 of the cases secondary malignant. Pleomorphic adenoma was the most common in primary benign tumors group with 29 cases, Warthin tumors were in the second place with 14 cases. Adenoid cystic carcinoma, adenocarcinoma and expleomorphic adenoma were observed as primary malignant tumors. Both of the seconder malignant tumors were metastasis of squamous cell carcinoma. Sensitivity and specifity of the preoperative fine needle aspiration biopsy in the benign-malignant differentiation were found as 60 % and 96 %, respectively. Superfacial parotidectomy, total parotidectomy and radical parotidectomy were used as surgical procedures. In addition to this procedure, neck dissection was performed in several cases. The most frequent complication was temporary facial nerve paresis.
\r\n
Conclusion: Fine needle aspiration biopsy is an effective diagnostic procedure for the benign-malignant differentiation of the parotid tumors. Superfacial parotidectomy is an adequate and efficient surgical procedure for the benign parotid tumors and complication risk is considerably low when applied carefully. For malignant tumors, superfacial, total or radical parotidectomy should be performed and when necessary, neck dissection and postoperative radiotherapy should be added to the treatment.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
Arif Aslaner, Tuğrul Çakır, Umut Rıza Gündüz, Burhan Mayir, Nurullah Bülbüller
Olgu sunumu
Özeti
Primer Epiploik Apandisit: Olgu Sunumu
PrImary EpIploIc AppendagItIs: Case Report
Primer Epiploik Apandisit cerrahiye gereksinim duymadan kendi kendini sınırlayabilen bir durumdur. Bilgisayarlı Tomografi ile tanısı doğrulandıktan sonra konservatif olarak tedavi edilebilir. Acil servisimize ani başlayan karın ağrısı ile başvuran 36 yaşında erkek hastayı tartıştık.
\r\n
Primary Epiploic Appendagitis is a self-limited condition without need any surgery. It can be conservatively treated after diagnosis with Computerized Tomography. We discuss a healthy 36-year-old man who admitted to our emergency clinic with sudden onset abdominal pain.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Ersin Turan, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Spontan Idiopatik Pnömoperitoneumlar: Dört Olgu
sunumu Ve Literatürün Değerlendirilmesi
Spontaneous IdIopathIc PneumoperItoneums: Four Case Reports And
revIew Of The LIterature
Pnömoperitoneumların %90’dan fazlası gastrointestinal
perforasyonların sonucu olarak meydana gelmektedir. Ancak
bazen pnomoperitoneum visseral perforasyonla ilişkili değildir. Bu
çalışmamızda spontan idiopatik pnömoperitoneum tespit edilen 4
vakanın takdimi ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Yaşları 58-83 arasında değişen ve acil servise başvuruları esnasında
yapılan görüntüleme yöntemlerinde karın içi serbest hava tespit
edilen ancak etyolojisi belirlenemeyen 4 olgu takdim edilmektedir.
Bu olgulardan 3’üne cerrahi sonrası, birine ise medikal takip sonrası
spontan idiopatik pömoperitoneum tanısı konulmuştur. Olguların tümü
erkek olup özgeçmişlerinde KOAH tanıları dışında pnömoperitoneum
oluşturacak etyolojik faktör yoktu. Spontan pnömoperitoneumların
belirlenmesinde detaylı öykü, fizik muayene bulgularının da ayrıntılı
olarak değerlendirilmesi gereksiz laparotomileri engelleyebilir.
Pnömoperitoneum tespit edilen hastalarda neden bulunamamışsa
KOAH öyküsünün sorgulanması önerilir.
More than 90% of pnömoperitoneum occur as a result of
gastrointestinal perforation. However, sometime spneumoperitoneum
is not associated with visceral perforation. In this study, we aimed to
introduce the four cases of idiopathic spontaneous pneumoperitoneum
and to review the literature. Ages were between 58 and 83 years old
and intra-abdominal free air was determined during the emergency
room imaging applications with undetermined etiology. One patient
was diagnosed with idiopathic spontaneous pömoperitoneum after
medical follow-up, and the others were diagnosed after surgery.
All patients were male and did not have any etiologic factors other
than diagnosis of COPD to create pneumoperitoneum. A detailed
history and physical examination findings may prevent unnecessary
laparotomy for diagnosis spontaneous pnömoperitoneum. In
spontaneous pnömoperitoneum patients, it is suggested that COPD
history should be questioned if no other etyological factor was found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Evre I Serviks Kanseri Olan Genç Bir Hastada
laparoskopik Radikal Histerektomi (tip Iıı), Pelvik
ve Para-Aortik Lenfadenektomi Ve Bilateral Overial
transpozisyon
Osman Balcı
Olgu sunumu
Özeti
Evre I Serviks Kanseri Olan Genç Bir Hastada
laparoskopik Radikal Histerektomi (tip Iıı), Pelvik
ve Para-Aortik Lenfadenektomi Ve Bilateral Overial
transpozisyon
LaparoscopIc RadIcal Hysterectomy (type III) WIth PelvIc And ParaaortIc
lymphadenectomy And BIlateral OvarIan TransposItIon In A
young PatIent WIth Stage I ServIcal Cancer
Erken evre serviks kanserleri evre I ile evre IIA arasını
içermektedir ve tedavisinde radikal histerektomi ve pelvik lenf
nodu diseksiyonu uygulanmaktadır. Operasyonun laparatomi ile
yapılabilmesinin yanında laparoskopik teknolojinin gelişmesiyle
birlikte tedavide laparoskopik radikal histerektomi ve laparoskopik
lenf nodu disseksiyonu gündeme gelmeye başlamıştır. Laparoskopik
yaklaşımın daha az analjezik ihtiyacı, minimal post-operatif
rahatsızlık, daha kısa hastanede kalış süresi ve daha hızlı normal
günlük aktivitelere dönme gibi avantajlar bulunmaktadır. Bu makalede
30 yaşında erken evre serviks kanseri tanısı alan ve bu nedenle
laparoskopik radikal histerektomi (tip III), laparoskopik bilateral
pelvik paraaortik lenf nodu diseksiyonu ve ayrıca radyoterapi alma
ihtimaline karşılık overleri radyoterapi alanından uzaklaştırmak
için laparoskopik bilateral overial transpozisyon uygulanan bir olgu
sunulmaktadır. Bu operasyon her merkezde yapılamamakla birlikte
ileri tecrübe gerektirmektedir.
Early stage cervical cancers involve stage I and stage IIA. The
treatment is radical hysterectomy and pelvic lymph node dissection.
Besides the operation can be performed by laparotomy, with the
development of laparoscopic technology, the treatment has been
started with laparoscopic radical hysterectomy and laparoscopic
lymph node dissection. The advantages of laparoscopic approach
are less analgesic requirement, minimal postoperative discomfort,
shorter hospital stay and faster return to normal daily activities.
In this article, a patient was presented having early stage cervical
cancer at 30 years old; therefore, applied laparoscopic radical
hysterectomy (type III), laparoscopic bilateral pelvic para-aortic
lymph node dissection. Also, despite possibility receive radiotherapy,
laparoscopic bilateral ovarian transposition was applied due to
remove ovaries from radiation area. This operation can not be
performed at any center, because it requires advanced experience.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atipik Bronkoskopik Ve Radyolojik Görünümlü Kronik
eozinofilik Pnömoni
Celalettin Korkmaz, Ümmüye Biçer, Durdu Mehmet Yavşan, Soner Demirbaş, Turgut Teke
Olgu sunumu
Özeti
Atipik Bronkoskopik Ve Radyolojik Görünümlü Kronik
eozinofilik Pnömoni
ChronIc EosInophIlIc PneumonIa WIth AtypIcal BronchoscopIcal And
radIologIcal PresentatIon
Eozinofilik akciğer hastalıkları (EAH), havayolu ve/veya akciğer
dokusunda eozinofillerin artması ile karakterize bir grup hastalığı
tanımlar. Bu grup hastalıkların bir kısmı ağırlıklı olarak akciğeri
etkilerken bir kısmı sistemik tutulum gösterir. Subakut veya kronik
solunumsal ve genel semptomlar, alveoler ve/veya kan eozinofilisi
ve akciğer grafisinde periferik infiltratlar varlığında kronik eozinofilik
pnömoni (KEP) düşünülmelidir. Kliniğimize 6 aydır devam eden
öksürük, ara ara olan ateş, halsizlik şikayetleri ile başvuran 53
yaşındaki erkek olgu, akciğer grafisinde iki taraflı apikal, subapikal
ve hiluslar çevresinde infiltrasyon saptanması üzerine akciğer
tüberkülozu ön tanısıyla yatırılarak değerlendirildi. Hemogramda
eozinofili, yüksek rezolüsyonlu bigisayarlı tomografi (YRBT) de
bilateral düzensiz konturlu infiltratif özellikte lezyonlar, iki taraflı kistik
bronşektazik odaklar saptandı. Bronkoskopide pürülan sekresyonlar
ve koyu mukus tıkaçları izlendi. Etyolojik değerlendirmede herhangi
bir spesifik neden saptanmadı ve olgu KEP olarak kabul edildi.
Alışılmadık bronkoskopik, ve radyolojik bulguları nedeniyle olgu
sunularak tartışıldı.
Eosinophilic pulmonary diseases (EPD) are defined as a group of
diseases characterized by the in crease of eosinophils in the air way
and/or lung tissue. While a part of the sedis orders mainly affects the
pulmonary, others show systemic in volvement. Chronical eosinophilic
pneumonia (CEP) should be kept in mind in the existence of subacute
or chronic respiratory and general symptoms, alveoler and/or bloode
osinophilia and peripheral pulmonary in filtrates on chest radiography.
A 53-year-old male patient was admitted to our clinic with on going
complaints of cough, occasional fever and malaise for six months.
When two-sided apical, subapical and the infiltration around hiluses
were detected on chest x-ray, the case was hospitalized with the
prediagnosis of pulmonary tuberculosis. Eosinophilia in hemogram,
bilateral infiltrative lesions with irregular contours and bilateral cystic
bronc hiectasis foci were detected on high resolution computed
tomography (HRCT). Bronchoscopy revealed purulent secretions and
thick mucous in hibations. No specific etiologic cause was defined
in the etiology, and the case wase valuated as CEP. Due to unusual
bronchoscopic and radiological findings, the case was presented and
discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ailesel Akdeniz Ateşi Ve Romatoid Artrit Birlikteliği
Şevket Arslan, İlknur Albayrak, Fatma Ünsal, Merve Karademirci, Abdülkadir Baştürk, Adem Küçük
Olgu sunumu
Özeti
Ailesel Akdeniz Ateşi Ve Romatoid Artrit Birlikteliği
CoexIstence Of FamIlIal MedIterranean Fever And RheumatoId
arthrItIs
Ailesel Akdeniz ateşi (AAA) tekrarlayıcı ateşli poliserozit ve
artrit ataklarıyla karakterize otoinflamatuar bir hastalıktır. Literatüre
bakıldığında AAA ve romatoid artrit (RA) birlikteliği çok nadirdir.
Burada AAA ve RA birlikteliği olan bir vaka sunuldu. Buna göre
klinisyenler AAA hastalarında sabah tutukluğu ve eroziv poliartrit
varlığında eşlik eden RA tutulumunu da akılda tutmalıdır.
Familial Mediterranean fever (FMF) is an auto inflammatory
disorder characterized by recurrent febrile polyserositis and arthritis
attacks. Coexistence of FMF and rheumatoid arthritis (RA) is very rare
in the literature. Here, we present a case with FMF and RA. Clinicians
should there fore consider the possibility of RA development in FMF
patients exhibiting morning stiffness and erosive polyarthritis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beş Aylık İnfantta Suçiçeği Sonrası Gelişen Ensefalit
Fatmagül Başarslan, Cahide Yılmaz, Murat Tutanç, Vefik Arıca, Melek İnci, Vicdan Köksaldı Motor, Hanifi Bayaroğulları
Olgu sunumu
Özeti
Beş Aylık İnfantta Suçiçeği Sonrası Gelişen Ensefalit
The EncephalItIs Secondary To ChIckenpox In A FIve Months Infant
Suçiçeği, Varicella-zoster virüsünün (VZV) neden olduğu
ekzentematöz döküntü ile karakterize bulaşıcı bir hastalıktır.
Suçiçeği geçiren hastalarda ensefalit sıklığı %0.1-0.2 olarak
belirlenmiştir ve baskılanmış hücresel immün yanıtı olan hastalarda
insidansı daha yüksektir. Mortalite oranları %5-20 arasında
değişmektedir. Ensefalit sonrası yaşayan olgularda kalıcı nörolojik
komplikasyon gelişme olasılığı yüksektir. Bu yazıda suçiçeği sonrası
nöbetle başvuran ve ensefalit tanısı alan beş aylık infant bir olgu
sunuldu. Kraniyal görüntülemede meningoensefalit tesbit edildi.
Antikonvülzan ve antiviral tedavi başlandı. Takiplerinde mental ve
motor gelişme geriliği, quadriparazi gelişmesi nedeniyle fizik tedavi
programına alındı. Bu olgu ile nadirde olsa suçiçeğine bağlı ensefalit
görülebileceği, bu nedenle yaşamın ilk yılında suçiçeği geçiren
olguların komplikasyonlar açısından yakın takip edilmesi gerektiği
vurgulanmak istendi.
Chickenpox is an infectious disease caused by varicella-zoster
virus (VZV), characterized by egzentematous rash. The frequency of
encephalitis in patients with chickenpox was determined as 0.1-0.2%
and the incidence is higher in patients with depressed cell-mediated
immune response. Mortality rates vary between 5% and 20%. Patients
who survive have a high likely to develop of permanent neurological
complications after encephalitis. In this study, we report a fivemonth
old infant who was admitted with a seizure and diagnosed
as encephalitis. Meningoencephalitis was detected by the cranial
magnetic rezonans. Anticonvulsants and antiviral therapy were
supplemented. Patient was taken to physical therapy program due
to the development of the mental motor retardation and quadriparazi
in the follow-up periods.Therefore, we aimed to emphasize with this
case that the patients suffering from chickenpox in the first year
of the life should closely be followed up for complications, and the
encephalitis due to varicella can also be seen rarely.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postmenopozal Bir Kadında Dev Ovarian Leiomyosarkom
Osman Balcı, Emine Türen
Olgu sunumu
Özeti
Postmenopozal Bir Kadında Dev Ovarian Leiomyosarkom
GIant OvarIan LeIomyosarcoma In A Postmenapausal Woman
Primer ovarian leiomyosarkomlar genellikle post-menopozal
kadınlarda karşımıza çıkan, nadir görülen, orijini, etiyolojisi, histolojik
özellikleri, kliniği ve optimal tedavisi tam olarak açıklanamamış
tümörlerdir. Tüm over tümörlerinin %3‘ünden azını oluşturmaktadırlar.
Seyrek görülüyor olmaları ve spesifik semptomlarının olmaması tanıyı
daha da güç hale getirmektedir. Bu makalede, ovarian kitle nedeni
ile opere edilen ve patoloji sonucu ovarian leiomyosarkom gelen 66
yaşında bir hasta sunuldu. Her ne kadar ovarian leiomyosarkomlar
nadir görülen tümörler olsa da over gonadal stromal tümörlerinin
ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.
Primary ovarian leiomyosarcomas, which are often encountered in
post-menopausal women, are rare, their origin, etiology, histological
and clinical features and optimal treatment plan have not been
fully explained tumors. They constitute less than 3% of all ovarian
tumors. Due to rarely observation and the lack of specific symptoms,
ovarian leiomyosarcomas are often difficult to be recognized. In this
article, a 66-year-old patient who was operated for ovarian mass and
pathology resulted with ovarian leiomyosarcoma, was presented.
Although ovarian tumors are rare, leiomyosarcomas ovarian gonadal
stromal tumors should be kept in mind in the differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına Fistülizasyon
Halil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Karaciğer Hidatik Kistinin Nadir Bir Komplikasyonu: Cilt
altına Fistülizasyon
A Rare ComplIcatIon Of HepatIc HydatId Cysts: Percutaneous
fIstulIzatIon
Hidatik kisti olan hastalar rastlantısal olarak tanı konulana
kadar; ya da komplikasyon gelişene kadar genelde asemptomatik
seyrederler. Seksen yaşında Nöroloji yoğun bakımda hipoksik beyin
nedeni ile takip edilen hasta, bir süredir olan epigastrik bölgede
şişlik şikayeti nedeni ile değerlendirildi. Fizik muayenede epigastrik
bölgede yaklaşık 5x6 cm ebadında dışa doğru büyümüş kitle lezyonu
vardı. Ameliyatta karaciğer sol lobdan kaynaklanan ve cilt altına
fistülize olmuş, enfekte hidatik kiste rastlandı. Ameliyat sonrası 7.
günde 20 mg/kg albendazol tedavisiyle problemsiz şekilde taburcu
edildi. Sonuç olarak karaciğer hidatik kisti ileri evre olsa bile, cilt
tutulumu, cilt altına fistülizasyon gibi çok nadir komplikasyonlara dahi
sebep olabileceği akılda tutulmalıdır.
Patients with hydatid cysts generally show an asymptomatic
progress until they are randomly diagnosed or until they develop a
complication.A The 80-year-old patient, who was being followed-up in
the ICU of the neurology department because of hypoxic brain, was
evaluated for a swelling in the epigastric area which was existent for a
while. The patient’s physical examination revealed an exophytic mass
lesion of about 5x6 cm on the epigastric area. During the surgery it
was seen that the patient had an infected hydatid cyst originating
from the left lobe of liver with percutaneous fistulization.The patient
was discharged on post-op day 7 without any problems with 20 mg/
kg albendazole treatment. Consequently, it should be noted that
hepatic hydatid cysts could give way to very rare complications like
skin involvement and percutaneous fistulization even if they are on
advanced stages.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Status Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakası
Hilal Aydın, Nimet Kabakuş, Gökçe Kaya, Emine Dağıstan
Olgu sunumu
Özeti
Status Epileptikus Kliniği İle Başvuran Şizensefali
vakası
A Case Study Of SchIzencephaly WIth Status EpIleptIcus ClInIcs
Şizensefali, hemisfer boyunca ependimal yüzeyden korteksin
pia örtüsüne kadar uzanan, gri madde ile çevrili bir yarıktır.
Yarıkların gri cevher ile örtülü duvarlarının birbirine yakın olması
Tip 1 (kapalı dudak), birbirinden uzak olması ise Tip 2 (açık dudak)
olarak adlandırılır. Çocuklardaki kliniği mental motor retardasyon,
nöbetler ve fokal nörolojik bozukluklara kadar değişen geniş bir
aralığa sahiptir. Epilepsi hastaların çoğunda vardır, genellikle
fokal nöbetler ile karakterizedir. Şizensefalinin status epileptikus’a
neden olabileceği az sayıda vakada bildirilmektedir. Bu yazımızda,
nöbeti fokal başlayıp jeneralize devam eden, status epileptikus
kliniği ile başvuran yedi yaşındaki bir şizensefali olgusu sunularak;
şizensefalinin epilepsi ve status epileptikustaki yeri vurgulanmaya
çalışılmıştır.
Schizencephaly is a slit covered with gray matter, that lies from
the ependimal surface to the piadressing a long the hemisphere. If
the walls of the slitscovered with gray matter of are close to each
other it is named as Type 1 (closedlip), if they are further from each
other, it is called astype 2 (openlip). Clinics in children has a large
range of spectrum from mental motor retardation, seizure to focal
neurological disorders. Most of the patients have epilepsy which
are usually characterized by focalseizures. There are only a few
cases where schizencephaly causes status epilepticus. Here in, we
report a schizencephaly case of a 7 year old boy who was accepted
with a status epilepticus clinics that started locally and progressed
generally. We emphasize the important role of schizencephaly in
epilepsy and status epilepticus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
Tevfik Küçükkartallar, Bayram Çolak, Murat Çakır, Ahmet Tekin
Olgu sunumu
Özeti
Proksimal Jejenumda Gastrointestinal Stromal Tümöre Bağlı Perforasyon
PerforatIon Caused By GastroIntestInal Stromal Tumour In ProxImal Jejunum
Gastrointestinal tümörlere (GİST) bağlı perforasyon çok sık görülen bir durum değildir. Bu yüzden proksimal jejenumda GİST’e bağlı perforasyon görülen bir olgumuzu sunmayı amaçladık. Yaklaşık 30 gündür karın ağrısı olan bir hasta akut karın tanısıyla ameliyat edildi. Proksimal jejenumda perforasyon vardı. Bu segmentin rezeksiyonundan sonra yapılan histopatolojik inceleme sonucu yüksek risk grubunda GİST olarak bildirildi. Hastanın cerrahi tedavisi tamamlandıktan sonra medikal tedavisi düzenlendi. Histopatolojik olarak yüksek risk grubunda olduğu için yakın takibe alınan hastada sürelik takipte nüks bulgusu bulunmadı. Genellikle rastlantısal olarak saptanan GİST vakaları bazen perforasyonla da akut karın tablosu olarak karşımıza çıkabilir.
Perforation caused by gastrointestinal stromal tumours (GIST) is not a frequently observed phenomenon. Therefore, we intend to present a case in which perforation was observed in proximal jejunum caused by GIST. A patient who had been complaining of abdominal pain for about 30 days was operated on after being diagnosed with acute abdominal pain. Perforation was observed in proximal jejunum. At the end of the histopathological examination performed after the resectioning of this segment, the case was reported as high risk GIST. A medical treatment was arranged for the patient after his surgical treatment was completed. No finding of recurrence of the disease exists in the patient who has been kept under close observation as he is in the high risk group histopathologically. Generally identified by chance, cases of GIST may also present themselves as acute stomach through perforation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tur-M Operasyonu Yapılacak Kalp Transplantasyon Adayı Hastaya Anestezik Yaklaşım
Mustafa Nuri Deniz, Nezih Sertöz
Olgu sunumu
Özeti
Tur-M Operasyonu Yapılacak Kalp Transplantasyon Adayı Hastaya Anestezik Yaklaşım
AnesthetIc Approach To The CandIdate For Heart Transplant To
undergo Tur-M
Saddle blok, özellikle yaşlı ve yüksek kardiyak riskli hastalarda hemodinamik stabiliteyi koruyarak yeterli anestezi sağlanması açısından ideal bir uygulamadır. Transüretral mesane rezeksiyonu (TUR-M) planlanan 52 yaşında mesane tümörü olan erkek hastanın özgeçmişinde HT, DM, ve konjestif kalp yetmezliği mevcuttu. Ekokardiyografisinde: LVEF % 20, RVEF % 28, MY 30, TY 20, biventriküler global hipokinezi, sağ ve sol yapılarda ileri derece dedilatasyon vardı. Hasta, (ASA IV) olarak değerlendirildi. TUR-M Operasyonu saddle blok ile gerçekleştirildi. Mesane tümörü olan yüksek riskli hastada saddle bloğun nöroaksiyel blok ve genel anesteziye oranla daha güvenli ve yeterli bir anestezi yöntemi olduğunu düşünüyoruz.
Saddle block is an ideal procedure that can provide sufficient anesthesia by protecting hemodynamic stability especially in elder patients with high cardiac risk. A 52 years old male patient with bladder tumor who was scheduled for transurethral bladder resection (TUR-B) had history of hypertension, diabetes mellitus and congestive heart failure. Echocardiography showed that LVEF was 20%; RVEF was 28% and there were insufficiency (MVI) of third degree, insufficiency (TVI) of second degree, biventricular global hypokinesia and remarkable dilatation on the right and left structures of the heart. The patient was considered as having ASA class IV. He had TUR-B under saddle block. In conclusion, we considered that saddle blockade was a more safe and efficient anesthetic procedure rather than neuroaxial blockade or general anesthesia for the highrisk patient who had bladder tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Malign Yumuşak Doku Tümörü İle Karışan Dev Lipom
olgusu
Zeynep Karaçor Altuntaş, Mehmet Dadacı, Bilsev İnce, Serhat Yarar, Necdet Poyraz
Olgu sunumu
Özeti
Malign Yumuşak Doku Tümörü İle Karışan Dev Lipom
olgusu
A Case Of GIant LIpoma MIxIng WIth MalIgnant Soft TIssue Tumour
Benign mezenkimal tümör grubunda yer alan lipomlar matür
adipoz dokudan köken alırlar. Nadiren dev boyutlara ulaşırlar. Yetmiş
yaşında erkek hasta, koltuk altından sırta doğru uzanan üzerinde
ülserasyon bulunan, ağrılı ve yaklaşık 20x16 cm ebatlarında kitle
şikayeti ile başvurdu. Ülserasyon göstermesi ve ağrılı olması nedeni
ile malign yumuşak doku tümörü şüphesi uyandıran kitle cerrahi
operasyonla çıkarıldı. Histopatolojik inceleme sonucu lipom gelen
olgu, nadir görülmesi ve malign yumuşak doku tümörü ile karışması
nedeniyle sunulmuştur.
Lipomas are benign mesenchymal tumours derived from mature
adipose tissue. It is very rare to see a giant size of lipomas. A 70
year old male patient applied with an ulcerated and painful mass
sizing 20x16 cm on his axilla extending to his back. The mass was
suspected as a malignant soft tissue tumour because of showing
ulceration and being painful and it was totally excised surgically.
The histopathological examination revealed as lipoma. The case
was presented as being very rare and mixing malignant soft tissue
tumour.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Faruk Aksoy
Olgu sunumu
Özeti
Posttravmatik Karaciğer Laserasyonunda Nonoperatif Tedavi: Hepatik Arter Embolizasyonu
Non-OperatIve Treatment In Post-TraumatIc LIver LaceratIon: HepatIc Artery EmbolIzatIon
Karaciğer karın travmalarında en sık yaralanan organdır ve
mortalite oranı halen çok yüksektir. Gelişen tanı metodları ile
nonoperatif takip gündeme gelmiştir. Geç dönemde intraparankimal
hematom artışı ile sarılığa sebep olmuş nonoperatif yöntemlerle tedavi
edilen bir vakayı sunmayı amaçladık. Künt karın travması sonrası
karaciğer yaralanması olan 17 yaşında erkek hastaya geç dönemde
büyüyen, genel durumunu bozan ve sarılığa sebep olan hemotom
nedeniyle embolektomi uygulanarak tedavi edildi. Geç dönemde
karaciğer parankim içi hemotomların artabileceği, artan hemotoma
bağlı intraparankimal safra yollarına bası nedeniyle hastanın sarılığı
ortaya çıkacağı ve bu durumun cerrahi dışı yöntemlerle etkin bir
şekilde tedavi edilebileceği bilinmelidir.
The liver is the most frequently wounded organ in the abdominal traumas and the rate of mortality is still very high. We aimed to present a case that was treated with non-operative methods which led to hepatitis because of increase in intraparenchymal hematoma in the late period. Seventeen-year-old male patient who had liver laceration after blunt abdominal traumas was treated with embolectomy due to liver hematoma. In late period, liver parenchymal hematoma can be increased and patients can develop hepatitis because of increased hematoma pressure on intraparenchymal biliary tract and this situation can be effectively treated with non-surgical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
V.azygos'un Oluşum Varyasyonu Ve V. Hemiazygos İle V. Hemiazygos Accessoria Yokluğu
İsmihan İlknur Uysal, Aynur Emine Çiçekcibaşı, Nadire Ünver Doğan, Ahmet Kağan Karabulut, Taner Ziylan, Taner Ziylan
Olgu sunumu
Özeti
V.azygos'un Oluşum Varyasyonu Ve V. Hemiazygos İle V. Hemiazygos Accessoria Yokluğu
A VarIatIon In The FormatIon Of The Azygos VeIn And A GenesIs Of The HemIazygos VeIn And The Accessory HemIazygos VeIn
62 yaşındaki bir erkek kadavranın toraks arka duvarının diseksiyonu sırasında azygos ven sistemine ait varyasyonlar tespit edildi. V. hemiazygos ve v. Hemiazygos accessoria gelişmemişti. V. lumbalis ascendens dextra ve v. lumbalis ascendens sinistra birleşerek Th11 vertebra korpusu hizasında v. azygos’u oluşturuyordu. V. azygos orta hatta ductus thoracicus ile birlikte seyrederek Th4 vertebra hizasında v. Cava superior’a açılıyordu. Columna vertebralis’in sol tarafında; 3.-10. interkostal aralıklarda bulunan venler üst, orta ve alt olmak üzere 3 adet kök oluşturarak v. azygos’a drene oluyorlardı. Azygos ven sistemindeki anatomik varyasyonların bilinmesi mediastinal cerrahi ve bölge ile ilgili radyografilerin yorumlanmasında önemlidir.
The variations were detected in the azygos vein system during dissection of the posterior thoracic Wall of a 62-year-old male cadaver. The hemiazygos vein and the accessory hemiazygos vein were underdeveloped. The right and the left ascending lumbar veins united and formed the azygos vein at the level of the Th11 vertebral body. The azygos vein was coursed on the midline with the thoracic duct and ended in the superior vena cava at the level of the Th4 vertebra. On the left side of the vertebral column; the veins from 3rd to 10th intercostals spaces united and formed three trunks (superior, middle and inferior) which drained into the azygos vein separately. Knowledge of variations in the azygos vein system is important in mediastinal surgery and also in the interpretation of radiographs related with this region.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Murat Öncel, Yüksel Dereli, Bülent Uysal, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Üst Lop Tümörü Görüntüsü Veren Substernal Troid
Substernal TroId WhIch Image Of The RIght Upper Lobe Tumor
68 yaterobazal segmenti dışarıdan bası yapan 5x7x3 cm lik intatorasik troid not edildi.Troid hormon tetkikleri hipertroidiyi gösterdiğinden hastaya 1 ay antitroid tedavi uygulandı.1 ay sonra hasta elektif şartlarda ötroid olarak operasyona alındı.Genel cerrahi ile birlikte servikal insizyon sonrası parsiyel median sternotomi yapıldı.Servıkal troid serbestleştrildikten sonra trakea ve intratorasik komponeneti avasküler şekilde ,paratroid korunarak total troidektomi yapıldı .Yaklaşık 5x7 x3 (şekil 1) cmlik nodüler koloidal guvatr patolojik olarak not edildi ,hasta sorunsuz bir şekilde troid hormonu verilerek taburcu edildi.şında erkek hasta kliniğimize akciğer üst lop tümörü radyolojik ön tanısı ile özel bir klinikten gönderildi.Hastada solunum sıkıntısı,kilo kaybı,çarpıntı şikayetleri mevcuttu.Çekilen akciğer grafisinde sağ üst mediastende genişleme görünmekteydi. Bilgisayarlı Toraks tomografisinde servikal bağlantısı olan trakeayı dıştan deviye eden ve akciğer üst lop an
68-year –old male patient was being accepted from a special clinic to us with a presumed diagnosis of right upper lobe tumor .The patient has a respiratory distress,weight loss,palpitations. Mediastinal enlargement was seen in the upper right chest film. Thoracic computed tomography was noticed a mass nearly 5x7x3 size which connection with cervical area and deviated from outside the trachea,compressing right lobe anterobasal segment . Thyroid hormone tests were performed and showed hyperthyroidism .The patient took anthyroid agent only 1 month and then taken operation elective conditions .We performed operation with a general surgery cervical insision after parsial median sternotomy. Total troidectomy was performed, after the realised cervical troid upper side of neck and then tracheal , borned from intrathoracic component preserved vascular and paratroid structure.The specimen nearly 5x7x3 cm which called noduler collaidal guatr from the pathology .The patient was discharged without any problem by giving thyroid hormone.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
Yalçın Kocaoğullar, Ahmet Önder Güney, Fatih Erdi, Lema Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Servikal Bölge Omurulik Yerleşimli Primer Glioblastoma Multiforme
PrImary GlIoblastoma MultIforme Of The CervIcal Cord
Primer spinal intramedüller glioblastoma çok nadir görülen bir klinik durumdur. Bu olgu sunumu ile nadir görülen bu tümoral hastalığın özellikleri ve tedavisi hakkında bilgiler, ilgili literatür eşliğinde sunularak tartışılmaktadır. 50 yaşında erkek hasta kliniğimize özellikle son 2 aydır hızla kötüleşen bacak ve kollarda his ve kuvvet kaybı şikayeti ile başvurdu. Manyetik rezonans görüntülenmesinde spinal kordun C3 den C6 ya kadar bir lezyon tarafından genişletilmiş olduğu görüldü. Hasta opere edilerek tümoral lezyon subtotal çıkartıldı. Tümöral dokunun patolojik incelemesi sonucunda glioblastoma multiforme tanısına ulaşıldı. Sunulan bu olgu ile nadir görülen bu hastalığın ana bulguları konu ile ilgili literatür eşliğinde irdelenmektedir. Her ne kadar nadiren görülse de çok hızlı kötüleşen klinik seyri nedeniyle servikal patolojilerin ayırıcı tanısında primer spinal glioblastoma multiforme mutlaka akılda tutulmalı ve etkin bir tedavi için bir an önce tanısı konulup tedaviye başlanılmalıdır.
Primary spinal intramedullary glioblastoma is a very rarely seen clinical entity. By this case report main characteristic features and treatment strategies of this rarely seen neoplasm reported and discussed in the light of relevant literature. Fifty years old man admitted to our clinic with numbness and weakness of limbs for a year escpecially worsened last 2 months. Magnetic resonance imaging (MRI) showed expansion of the spinal cord from C3 to C6 by a lesion. The patient operated and tumoral lesion subtotally removed. The pathological results were consistent with glioblastoma multiforme. Main features of this neoplasm discussed with related literature in this report. Despite of the neoplasm’s low incidence it’s rapid progresive clinical course constrain us to make a correct diagnosis immediately to help the individuals.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beyin Sapı Lezyonlarında Ortaya Çıkan Dirençli Hıçkırık
tedavisinde Baklofen Kullanımı
Faruk Ömer Odabaş, Haluk Gümüş
Olgu sunumu
Özeti
Beyin Sapı Lezyonlarında Ortaya Çıkan Dirençli Hıçkırık
tedavisinde Baklofen Kullanımı
The Use Of Baclofen At Treatment Of PersIstent HIccup In BraInstem
lessIons
Hıçkırık ani başlangıçlı, diafragma ve inteterkostal kasların
düzensiz kasılması ve bunu takiben larengeal kapanma ile karakterize
bir tablodur. Genellikle kendi kendini sınırlayan bir durumdur. Bununla
birlikte 48 saatten uzun sürenler dirençli, 2 aydan daha uzun süreli
olan hıçkırık inatçı hıçkırık olarak tanımlanır. Hıçkırığın farmokolojik
tedavisinde klorpromazine, gabapentin, baklofen, serotonerjik
ajanlar ve lidokain kullanılabilir. Non-farmakolojik tedaviler sinir
blokajı, akapunkturdur. Bu vaka sunumunda beyin sapı lezyonlarına
bağlı dirençli hıçkırığı olan ve baklofen ile tedavi ettiğimiz 3 vakayı
sunmaktayız.
Hiccup is the sudden onset of erratic diaphragmatic and
intercostal muscle contraction and followed by immediate laryngeal
closure. Hiccup is usually a self-limited disorder; however when it
is prolonged beyond 48 hours, it is considered persistent whereas
longer than 2 months are called intractable. The pharmaco therapy of
hiccup includes chlorpromazine, gabapentin, baclofen,serotonergic
agonists and lidocain. Non-pharmacological approaches are nerve
blockade and acupuncture. We report 3 cases presenting with
persistent hiccup in brain stem lesions and treated with baclofen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnguinal Bölgedeki Nadir Birliktelik: İnkarsere Herni Ve
akut Apandisit
Mehmet Zafer Sabuncuoğlu, Tuğrul Çakır, Mehmet Fatih Benzin, Girayhan Celik, Aylin Sabuncuoğlu
Olgu sunumu
Özeti
İnguinal Bölgedeki Nadir Birliktelik: İnkarsere Herni Ve
akut Apandisit
Incarcerated InguInal HernIa WIth Acute AppendIcItIs
Amyand herni, inguinal herni kesesi içinde normal veya inflame
appendiks vermiformis bulunması olarak tarif edilir. İlk kez 1735
yılında C. Amyand tarafından tarif edilmiştir ve inguinal hernilerde
yaklaşık %1 oranında görülür. Bu yazımızda inkarsere inguinal herni
ön tanısıyla opere edilip akut apandisit tespit edilen amyand hernili 2
hastayı sunduk.
Amyand Hernia is described as the presence of normal or inflamed
appendix vermiformis in inguinal hernia sac. It was first described
by C. Amyand in 1735 and occurs in approximately 1% in inguinal
hernia. In this article, we presented two patients with amyand hernia
that operated incarcerated inguinal hernia with the acute appendicitis
detected.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karın Ağrısı İle Gelen Hastada Yaygın Arteriyal Tromboz–vaskülit
Özlem Özer Çakır, Gökhan Güngör, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
Karın Ağrısı İle Gelen Hastada Yaygın Arteriyal Tromboz–vaskülit
DIssemInated ArterIal ThrombosIs In A PatIent PresentIng WIth
abdomInal PaIn-VasculItIs
Büyük damar vasküliti primer vaskülitlerin bir parçası olmakla
birlikte, daha çok aorta ve onun dallarının kronik granülomatöz
inflamasyonu ve obliteratif değişiklikleriyle karakterizedir. Takayasu
arteritinde abdominal vasküler yapılar sık tutulmasına rağmen karın
ağrısı nadir tanımlanan klinik bir semptomudur. Şimdiye kadar tıp
literatüründe ilk semptomu akut ya da kronik karın ağrısı olan on üç
Takayasu arteriti olgusu bildirilmiştir. Bizim olgumuzda da acil servise
akut karın ağrısı ile başvuran 45 yaşındaki kadın hastada abdominal
görüntüleme yönteminde aorta ve dallarında yaygın trombüs ve
organ enfarktı ortaya çıkan, büyük damar vasküliti (Takayasu arteriti)
hastasını sunmayı amaçladık.
Large vessel vasculitis, although a part of the primary
vasculitides, more branches of the aorta and is characterized by
chronic granulomatous inflammation, and obliterative changes.
Abdominal pain is rarely described as a clinical manifestation of
Takayasu arteritis, although abdominal vascular involvement is
common in this disease. Until now, at the medical literature, which
is the first symptom of acute or chronic abdominal pain have been
reported in thirteen cases with Takayasu’s arteritis. In our case, we
aimed to present that the diagnosis of the large vessel vasculitis
(Takayasu’s arteritis) at the 45 years old woman admitted to the
emergency room with acute abdominal pain and her abdominal
imaging method showed that organ infarction and widespread
thrombosis with branches of the aorta.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dizde Berrak Hücreli Sarkom
Harun Kütahya, Ali Güleç, Burkay Kutluhan Kaçıra, Mehmet Ali Acar, Recep Gani Göncü, Mustafa Nazım Karalezli
Olgu sunumu
Özeti
Dizde Berrak Hücreli Sarkom
Clear Cell Sarcoma Of Knee
Berrak hücreli sarkom; yumuşak dokuların tendon ve aponevrozları ile sıkı ilişkili, malign melanom olarak da bilinen, oldukça nadir rastlanan ve nöral krest hücrelerinden kaynaklanan tümördür. 20- 40 yaşları arasında daha sık görülen bu tümöre kadınlarda daha sıklıkla rastlanır. Yüksek derecede agresif bir tümördür ve sağ kalım düşüktür. 71 yaşındaki erkek hasta sol diz lateralinde ağrı ve nüks kitle şikayetleri ile başvurdu. Biyopsi sonucu berrak hücreli sarkom tanısı koyulan hastaya geniş rezeksiyon uygulandı. Sonrasında tıbbi onkoloji tarafından tedavisine devam edilen hasta 10 ay sonra kaybedildi.
Clear cell sarcoma also known as malign melanoma, is a rare tmour originated from neural crest cells. It is closely related with tendons and aponeurosis. It is most common in females between 2 nd and 4 th decades. CCS is a high degree agresive tumour and survival rate is low. In this paper, we report a patient whom wide resection was applied for a clear cell sarcoma at his left knee and followed by oncology clinic. Postoperatively however the patient was lost 10 months following the surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Nilgün Altuntaş, Mert Karaduman, Tolga Akbaş, Selçuk Kıvılcım, Murat Altay
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen İlişkili Femur Kırığı: Makat Prezentasyonunun
nadir Komplikasyonu
Femur Fracture AssocIated WIth Caesarean SectIon: A Rare
complIcatIon Of Breech PresentatIon
Makat prezantasyonunda sezaryen seksiyo ile doğum travma
oluşumu açısından daha güvenli olduğu için vajinal doğuma tercih
edilmektedir. Bu olguda makat prezentasyonunun nadir komplikasyonu
olarak sezaryen ilişkili femur kırığını sunmayı amaçladık. 36 haftalık
makat prezentasyonu nedeni ile sezaryen seksiyo ile doğan erkek
bebek doğum sonrası 3. gününde sağ bacakta şişlik gözlenerek
sellülit ön tanısı ile kliniğe yatırıldı. Yapılan incelemede sağ femur
kırığı tespit edildi ve sağ bacağı atele alınan bebeğin izlemde
sekelsiz olarak iyileştiği gözlendi. Makat geliş gibi zor vakalarda
sezaryen doğum travma riskini azaltmakta ancak tamamen ortadan
kaldırmamaktadır.
Caesarean delivery is preferred to vaginal delivery in the breech
presentation because it is safer. In this case report, we aimed to
present femur fractures associated with cesarean section as a
rare complication of breech presentation. A 2670g male infant was
delivered at 36 weeks by emergency cesarean section for breech
presentation. On the third day after the birth, he was admitted to
our hospital with a preliminary diagnosis of cellulitis because of
swelling in the right leg. The examination revealed a fracture of the
right femur. A simple immobilization of the limb in extension led to
a complete healing of the fracture without sequelae. Caesarean
delivery reduces the risk of traumatic injury of the newborn compared
to vaginal delivery, but does not eliminate this possible accidental
complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İlk Doz Seftriakson Uygulaması Sonrası Gelişen Fatal
anaflaktik Reaksiyon
Sami Çifçi, Mehmet Asıl, Murat Bıyık, Ramazan Yolacan, Hüseyin Ataseven, Ali Demir
Olgu sunumu
Özeti
İlk Doz Seftriakson Uygulaması Sonrası Gelişen Fatal
anaflaktik Reaksiyon
Fatal AnaphylactIc ReactIon FollowIng The FIrst Dose AdmInIstratIon
of CeftrIaxone
Seftriakson kullanımına bağlı fatal anaflaktik reaksiyon oldukça
nadir görülen bir durumdur. Ancak sefalosporinlerin özellikle betalaktam
grubu antibiyotikler ile çapraz reaksiyon verme riski olduğuda
göz önüne alınırsa çeşitli nedenler ile sefalosporin kullanacak
hastalarda alerjik yan etkiler göz ardı edilmemelidir. Biz burada
Hepatit C (HCV) ye bağlı karaciğer sirozu ile takip edilen ve pnömoni
nedeni ile kliniğimize yatırmış olduğumuz, ilk doz seftriakson
sonrası fatal seyirli anaflaktik reaksiyon gelişen bir vakayı sunduk.
Sefalosporin grubu ilaçları kullanacak hastalarda alerji öyküsü, betalaktamalerjisidedahil
olmak üzere ayrıntılı bir şekilde sorgulanması
gerekmektedir. Özellikle ilk doz ilaç uygulamalarında bile gerekli
önlemler alınmalı ve olası yan etkiler açısından hazırlık yapıldıktan
sonra ilaç uygulanmalıdır.
Fatal anaphylactic reaction due to ceftriaxone is quite rare.
Taking into consideration that cephalosporins may also cross-react
with beta-lactam antibiotics, the risk of allergic reactions in patients
using cephalosporins for serious reasons should not be disregarded.
Here, we present a patient with fatal anaphylactic reaction following
the first dose administration of ceftriaxone who had been followed
in our clinic for liver cirrhosis due to hepatitis C (HCV) and was
hospitalized for pneumonia. Detailed allergy history including betalactam
antibiotic allergy should carefully be questioned in patients
to whom cephalosporin treatment is planned. Even in the first dose
of administration, caution should be taken and drug administration
should be performed after appropriate measures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
97 Yaşında St Segment Yükselmeli Akut Miyokard İnfarktüsünde Primer Perkütan Girişim
Derya Tok, Nurcan Başar, İrfan Fırat Özcan, Kumral Çağlı, Sinan Aydoğdu
Olgu sunumu
Özeti
97 Yaşında St Segment Yükselmeli Akut Miyokard İnfarktüsünde Primer Perkütan Girişim
PrImary Percutaneous InterventIon In 97 Year Old PatIent
Günümüzde 80 yaş üstü insanların sayısı giderek artmaktadır.
Bu hastalar kardiyovasküler hastaların önemli bir kısmını
oluşturmaktadır. Akut koroner sendromunun sıklığı, mortalitesi ve
morbiditesi yaşla birlikte artmaktadır. Buna rağmen ST yükselmeli
miyokard infarktüsü geçiren ileri yaş bu hastalarda primer perkütan
girişim sonuçları ile ilgili kısıtlı veriler bulunmaktadır. Bu yazıda 2
saatlik göğüs ağrısı ile başvuran akut inferior miyokard infarktüsü
saptanan ve başarılı şekilde primer perkütan girişim yapılan 97
yaşında bir hasta olgu olarak sunulmuştur. Bu olgu ışığında, ileri yaş
hasta grubunda primer perkütan girişiminin yapılabilirliğini literatürü
gözden geçirmek suretiyle tartışmak amaçlanmıştır
The part of population over 80 years old has increased in the
last decades. Older population constitiutes major part of patients
with cardiovascular diseases. The mortality, the morbidity and the
frequency of acute coronary syndromes rise as the age of patients
increases. The data related with the benefit of primary coronary
intervention for old aged population is limited.Here we present 97
year old patient who applied with inferior myocardial infarction at the
second hour of his chest pain and underwent to primary percutaneous
intervention successfully. We wanted to discuss the current literature
pertinent with our case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
Ganime Dilek Emlik, Mehmet Gök, Kemal Ödev, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
RadIologIc FIndIngs In Skeletal Muscle MetastasIs From Lung CarcInoma
Amaç: Malign tümörlerin iskelet kasına metastazları nadirdir. Akciğerden kaynaklanan malign tümörlü olan olguda klinik bulgular ve iskelet kasındaki metastatik lezyonların klasik radyografik, BT, MRG bulguları irdelendi. Olgu: 68 yaşında erkek olgunun akciğer radyografisinde sol akciğerde, büyük kalın düzensiz duvarlı kaviter lezyon izlendi. Lezyon bronkoalveolar lavaj (BAL) sonucunda kötü differensiye epidermoid kanser tanısı aldı. Bir yıldan beri bulunan sol uyluk ön yüzündeki yumuşak doku kitlesinedeniyle yapılan direkt grafide periost reaksiyonu dışında bulgu saptanmadı. MRG’de kitle lezyonu, çevre kas yapılarına göre T1A’lı kesitlerde hipo, T2A’lı kesitlerde hiperintens izlendi. Yumuşak doku kitlesinden yapılan biopsi sonucu metastatik tümörle uyumluydu. Olgu tanı konduktan 6 ay sonra kaydedildi. Sonuç: Akciğer malign tümörlü olgularda iskelet kasında kitle ve ağrı varlığında metastazdan şüphelenilmelidir. Kitlelerin lokalizasyonunda, çevre dokularla ilişkisi ve kemik tutulumunun saptanmasında MRG ve BT tamamlayıcı tetkiklerdir.
Purpose: In the case of the skeletal muscie metastasis of lung cancer the authors report radiographic, CT scan and MRI findings of painful masses in the femoral regions. Muscle biopsy revealed extensive infiltration of the muscle with carcinoma cells. Case: A 68 year-old man presented with a large cavitary lesion with thickened wall in the left hilus on radiogrraphy and CT scan. The diagnosis of the lung cancer was made by bronchoalveolar lavage. The radiograph did not Show any soft tissue mass, except periosteal reaction. MRI showed a tumoral mass in the right quadriceps muscle with signal intensity slightly lower on T1-weighted and higher in T2-weighted images than surrounding muscle tissue.Needle biopsy revealed metastatic squamous cell carcinoma. The patient died six month later. Conclusion: MRI is more useful technique than the other methods for determination of the localization, the relationship of the surrounding tissues and the manifestations of metastatic masses on the skeletal muscle due to malign tumor of the lung.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beckwith-Wiedemann Sendromu Ve Uzamış Hipoglisemi
Erdal Peker, Ercan Kırımi, Oğuz Tuncer, Sinan Akbayram
Olgu sunumu
Özeti
Beckwith-Wiedemann Sendromu Ve Uzamış Hipoglisemi
BeckwIth-WIedemann Syndrome And Prolonged HypoglycemIa
Beckwith-Wiedemann sendromu (BWS), makrosomi, makroglossi, karın duvar defektleri, hemihipertrofi ile karakterize prenatal veya postnatal bir aşırı büyüme sendromudur. Hastalığın komplikasyonları arasında wilms tümörü, rabdomyosarkom, nöroblastom gibi embriyonal kanserlerle ve hipoglisemi sayılmaktadır. BWS’lu bebeklerin yaklaşık %30’unda hipoglisemi rastlanmaktadır. Hipoglisemi nedeni tam olarak bilinmemekte ve hiperinsülinemi suçlanmaktadır. BWS’da hipoglisemi genellikle yaşamın ilk üç gününden sonra iyileşmesine rağmen vakaların %5’inde dirençli hipoglisemi devam etmektedir. Sonuç olarak BWS’lu bebeklerde kan şekeri düzeyleri ilk saatlerden itibaren düzenli izlenmeli ve insülin düzeyleri de kontrol edilmelidir. Hiperinsülinemi varlığında hipoglisemi problemi burada sunulan vakada olduğu gibi uzayabilir
Macroglossia, prenatal or postnatal overgrowth, macrosomia, macroglossia, and abdominal wall defects (omphalocele, umbilical hernia, or diastasis recti) permit early recognition of BeckwithWiedemann syndrome. Complications include neonatal hypoglycemia and an increased risk for Wilms tumor, adrenal cortical carcinoma, hepatoblastoma, rhabdomyosarcoma, and neuroblastoma, among others. The frequency of hypoglycemia in this population is between 30% and 50%. The cause of hypoglycemia is unclear but supports a hyperinsulinemia as the major factor. The majority of infants with hypoglycemia will be asymptomatic and have resolution of the hypoglycemia within the first 3 days of life. Less than 5% will have hypoglycemia beyond the neonatal period. As conclusion, in patients with BWS levels of insulin and blood glucose must be monitorized beginning from first hours of life. Hypoglycemia may be prolonged in presence of hyperinsulinemia as like this present case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nekrotizan Fasiit Tedavisinde Debridmana Yardımcı
teknik: Çoklu Fasyotomi
Bilsev İnce, Zeynep Altuntaş, Mehmet Dadacı, Fatma Bilgen, Tuğba Sodalı
Olgu sunumu
Özeti
Nekrotizan Fasiit Tedavisinde Debridmana Yardımcı
teknik: Çoklu Fasyotomi
SupportIve DebrIdement TechnIque In The Treatment Of NecrotIzIng
fascIItIs: MultIple FascIotomy
Nekrotizan fasiit (NF) cilt, yumuşak doku, fasya ve kasların nekrozu
ile karakterize, fulminan seyirli olabilen enfeksiyoz bir hastalıktır.
Tedavi geniş debridman ve antibioterapi olmasına rağmen, hastanın
genel durumu, kanama diatezi, kullanılan ilaçlar gibi bazı nedenlerle
hastalara genel ve/veya blok anestezisi verilemeyerek debridman
yapılamayabilir. Bu gibi durumlarda hastalarda yapılabileceklerle
ilgili sınırlı bilgi ve çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar, lokal
anestezi altında yapılacak erken fasyatominin hayat kurtarıcı
olabileceği yönündedir. Yetmiş altı yaşında erkek hasta sağ ön kol ve
kolda generalize ödem, eritem, büllü ve pürülan akıntılı lezyon tespit
edildi. Parmak testi pozitif olması üzerine NF tanısı konularak acil
operasyon planlandı. Ancak genel durum bozukluğu nedeniyle genel
anestezi verilemedi. Aspirin kullanımı nedeniyle blok yapılamadı.
Bunun üzerine lokal anestezi ile kol ve ön kola fasyotomiler açılarak
yaygın apse boşaltıldı ve kültür örnekleri alındı. Sonuç olarak NF
tedavi edilmediği takdirde ölümcül bir hastalık olup erken tanı, yeterli
debridman ve uygun antibiyotik tedavisi ile başarılı sonuçlar elde
edilebilmektedir. Ancak hızlı debridman yapılamadığı veya anestezi
verilemeyen hastalardaki NF’te çoklu fasyotomiler açılarak apsenin
boşaltılması, laboratuar bulgularında düzelme sağlayarak tedaviye
yardımcı olmaktadır. Bu gibi hastalarda fasyotomi debridman öncesi
yardımcı tedavi olarak uygulanabilir.
Necrotizing fasciitis (NF) is an infectious disease with a possible
fulminant course that it is characterized by necrosis of the skin, soft
tissues, fascia or muscle. Treatment involves extensive debridement
and antibiotherapy. Although, debridement may not always be
possible due to limitations in the administration of general and/or
block anesthesia in some patients based on such reasons as overall
health, bleeding diathesis or medications being used by the patient.
There is limited information or studies exploring possible options
in such patients, although those that are available support the lifesaving
advantages of early fasciotomies performed under local
anesthesia. A 76-year-old male patient was admitted with generalized
edema to the right forearm and arm, erythema, and a lesion with a
bulla and purulent discharge. An NF diagnosis was confirmed with a
positive finger test and emergency surgery was planned; however,
general anesthesia could not be administered due to the impaired
overall health status of the patient, who was using aspirin, preventing
blockage. Accordingly, the abscess was drained through arm and
forearm fasciotomies that were performed under local anesthesia,
and samples were obtained for culture.In conclusion, NF can be
fatal when left untreated, while successful results can be achieved
with early diagnosis, sufficient debridement and treatment with
appropriate antibiotics. That said, drainage of the abscess through
multiple fasciotomies can improve the laboratory findings and support
treatment in NF patients who cannot undergo rapid debridement or
can not tolerate general anesthesia. A fasciotomy may be performed
as a supportive treatment prior to debridement in such patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
Metin Gündüz, İlhan Çiftci
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çift Taraflı Perineal Ektopik Testis
BIlateral PerIneal EctopIc Testes In A Newborn
Ektopik testisler, inguinal kanalın skrotuma yakın yerinde, penis
kökünde, perinede, karın ön duvarında veya orta hatta yerleşebilir.
Testis gelişimi ve inmesi endokrin, parakrin, büyüme ve gelişmenin
yanında mekanik faktörlerinde etkili olduğu karmaşık bir yapıya
bağlıdır. Biz çift taraflı ektopik perineal olguyu sunduk. Olgu 6
aylıkken opere edildi, 6 ay normal boyut ve yerleşimli olarak takip
edildi. Bu raporda cerrahi olarak tedavi edilen çok az rastlanan çift
taraflı perineal testisli yenidoğan olgu sunulmuştur.
Ectopic testes are found in the superficial inguinal scrotum,
base of penis, perineum, abdominal wall, or medial thigh. Testiculer
development and descending depend on a complex interaction among
endocrine, paracrine, growth and mechanical factors. We describe
a patient with an ectopic testis located on the bilateral perineally
testes. We performed operation at 6 months of age. On follow-up for
6 months, both testes were a normal size consistency, and location.
In this report we present an extremely rare congenital anomally
of bilateral perineally ectopic testes in a newborn and its surgical
management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vertebral Arter Diseksiyonu Sonucu Oluşan Opalski Sendromu
Haluk Gümüş, Murat Serhat Aygün
Olgu sunumu
Özeti
Vertebral Arter Diseksiyonu Sonucu Oluşan Opalski Sendromu
A Result Of The Vertebral Artery DIseksIyonu OpalskI Syndrome
Vertebral arter diseksiyonu (VAD) gençler arasında giderek artan
sıklıkta tanı konan bir inme nedenidir. Opalski sendromu, lateral
meduller sendrom (Wallenberg sendromu) bulgularına ek olarak
ipsilateral hemiparezinin eşlik ettiği, vertebral arter tıkanıklığına
bağlı olarak gelişen, piramidal çaprazdan sonra kortikospinal yolları
etkileyen alt medullar lezyonun yol açtığı bir sendromdur. Bu yazıda
spontan vertebral arter diseksiyonu sonucu gelişen opalski sendromlu
bır olgu literatürler eşliğinde tartışılacaktır.
Vertebral artery dissection (VAD) among young people often
diagnosed in an increasing cause of a stroke. Opalski syndrome which
is due to a lesion of the lower medulla involving the corticospinal
tract after the pyramidal decussation, results from an occlusion of
the vertebral artery and in this syndrome ipsilateral hemiparesia is
associated with symptoms of lateral medullary syndrome (Wallenberg
syndrome). In this paper a case of spontaneous vertebral artery
dissection caused by opalski syndrome will be discussed with
literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
Zeliha Esin Çelik, Mehmet Güzelgül
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Ovaryan Kist Ön Tanısıyla Opere Edilen Benign
uterin Müllerien Kist Olgusu
BenIgn UterIne MullerIan Cyst Operated WIth PreoperatIve DIagnosIs
of RIght OvarIan Cyst
Müllerien tip benign retroperitoneal kistler; perimenopozal ve
postmenopozal kadınlarda pelvik kitle olarak ortaya çıkar ve klinik
olarak ovaryan maligniteleri taklit edebilir. Burada; medikal tedaviye
dirençli postmenopozal kanaması olan ve sağ ovaryan basit kist
ön tanısıyla opere edilen kadın hastada tespit edilen benign uterin
müllerien kist olgusu sunulmuş, ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken
diğer lezyonlara dikkat çekilmiştir. Karın ağrısı ve vaginal kanama
şikayetleriyle başvuran 62 yaşında postmenopozal kadın hastanın
pelvik ultrasonografisinde sağ adneksiyel bölgede 4x3 cm ölçülerinde
sağ overden kaynaklandığı düşünülen kistik kitle tespit edildi. Daha
önce uygulanan 6 aylık medikal tedaviyle düzelmeyen postmenopozal
kanaması da olan hastaya sağ ovaryan basit kist ön tanısıyla
laparotomi uygulandı. Histopatolojik bulgularla olguya benign uterin
müllerien kist tanısı konuldu.
Benign cysts of Mullerian type present as pelvic mass in
perimenopausal and postmenopausal women mimicking ovarian
malignancy. Herein, a case of benign uterine mullerien cyst detected
in a woman with postmenopausal uterine bleeding resistant to
medical treatment and operated with a preoperative diagnosis of
right ovarian simple cyst is presented. Differential diagnosis is also
discussed. Sixty two years old postmenopausal woman presented
with complaint of abdominal pain and vaginal bleeding. A cystic mass
of 4x3 cms thougth to be originated from right ovary was determined
on pelvic ultrasound. The patient with postmenopausal uterine
bleeding resistant to medical treatment of 6 months given before
went to surgery with a preoperative diagnosis of right ovarian simple
cyst. After pathologic examination, the cyst was diagnosed as benign
uterine mullerien cyst.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
Neşe Asal, Pınar Nercis Koşar, Mahmut Duymuş, Ömer Yılmaz, Uğur Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
BIlateral OvarIan Metastases From Lobular Breast Cancer
Metastatik over tümörleri, tüm over tümörlerinin %3-8’ni malign over tümörlerinin yaklaşık %10-30’unu oluşturmaktadır. Overlerin metastatik hastalığı sıklıkla kolon, mide, meme ve genitoüriner sistem kaynaklıdır. Lenfoma, lösemi gibi hematolojik tümörler de overlere yayılabilir. Klinik hikaye, tümör markerları, tümör morfolojikhistolojik özellikleri ve görüntüleme özellikleri primer ve sekonder over tümörleri arasındaki ayırımda yararlıdır. Manyetik resonans görüntüleme (MRG) tümoral lezyonların karakterizasyonunda, benign ve malign kitle ayırımında çok faydalıdır. MRG incelemede T1 ve T2 ağırlıklı görüntülerde sinyal ve morfolojik karakteristikleri ile over kitleleri tanımlanabilmektedir. Over metastazının saptanması tedavi yönetimini değiştirdiğinden tanınması önemlidir. Bu olgu sunumunda lobuler meme kanserinin her iki overe metastazı MRG ve ultrason bulguları sunulmaktadır
The metastatic ovarian tumors constitute 3 to 8% of all and 10 to 30% of malignant ovarian tumors. The common primary sites for metastatic disease to the ovaries include the colon stomach, breast and the genitoürinary tract. Hematolojic malignancies, including lymhoma and leukemia, also involve the ovaries. Clinical history, tumor markers, tumor morphological-histological features and imaging features are useful to distinguish secondary ovarian tumors from primary ovarian tumors. Magnetic Resonance imaging (MRI) provides useful information for characterization of various ovarian benign or malign masses. The use of MRI for diagnosis of ovarian masses includes consideration of morphologic characteristics and signal intensity characteristics on T1 and T2-weighted images. It is important to determine the ovarian metastasis due to change the method of treatment. İn this case we present MRI an ultrasound findings of bilateral ovarian metastasis of lobular breast cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
İsa Döngel, Mehmet Bayram, Hakan İmamoğlu, Salih Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ntratorasik Mermi Çekirdeğinin Geç Dönem Komplikasyonu
Late Term ComplIcatIon Of IntrathoracIc Bullet
Ateşli silah yaralanmalarında hastaların çoğu olay yerinde veya
acil servise getirilemeden kaybedildiğinden bu hastalara yaklaşım
konusunda ortak bir fikir birliği sağlanamamıştır. Toraksa nafiz
ateşli silah yaralanması olan hastalara yaklaşım göğüs cerrahları
arasında bile farklılık gösterebilmektedir. Toraksa nafiz ateşli silah
yaralanması komplikasyonu günler aylar hatta yıllar içinde görülebilir.
Akciğer grafisinde yabancı cisim saptanmasına rağmen stabil ve non
komplike olarak kabul edilip hastaneden taburcu edildiği öğrenilen
hasta iki yıl sonra göğüs cerrahisi kliniğine genel durum bozukluğu
ile geldi. Bu olguda ateşli silah yaralanması sonucu toraksta bırakılan
mermi çekirdeğinin iki yıl sonra oluşturduğu ankiste ampiyemi
sunmayı amaçladık.
There is no consensus in approach to patients suffered from gunshot injuries since they almost die in scene or on the way to the emegency room. Manegement of the patients with gunshot bullet wounds of thorax is different even among thoracic surgeons. Complication of penetrating chest trauma due to gunshot injuries can occur within days, months even within years. A patient was admitted to the thoracic surgery clinic in bad condition. Foreign body was detected in chest X-ray patient. He had been considered stable and non complicated and discharged from hospital after a penetating gunshot injury of thorax two years ago. We report late presentation of empyema as a late complication of bullet after two years of injury.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Halil İbrahim Taşcı, Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Murat Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Aksiller Lenf Nodunda Metastazla Ortaya Çıkan Erkek
okült Meme Kanseri
Male Occult Breast Cancer ManIfestIng As AxIllary Lymph Node
metastasIs
Okult meme kanseri memede herhangi bir fizik muayene
bulgusunun olmadığı; ya da radyolojik olarak gösterilemeyen bir
kanser türüdür. Genelde primeri belli olmayan aksiller metastazla
kendini gösterir. Erkeklerde meme kanseri nadir görülen bir kanser
türüdür. Okult meme kanseri ise çok daha nadirdir ve literatürde
ancak olgu sunumu şeklinde vakalar bildirilmiştir. 46 yaşında erkek
hasta, 3 aydır olan sağ koltuk altında ele gelen kitle nedeni ile
başka bir sağlık kurumunda eksizyonel biyopsi yapılmış. Patolojik
tanısı, memenin infiltratif duktal karsinom metastazını düşündürür
bulguların ön planda olduğu adenokarsinom metastazı şeklinde
raporlanmış. Hastaya primer odak araştırması açısından batın ve
toraks tomografisi, üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopileri
yapıldı. Meme ultrasonografisi, meme manyetik rezonans
görüntülemesi ve pozitron emisyon tomografi çekildi. Bunlarda primer
odak açısından pozitif bir bulguya rastlanmaması üzerine hasta okült
meme karsinomu olarak kabul edildi ve modifiye radikal mastektomi
yapıldı. Sonuç olarak aksillada primeri belli olmayan metastatik lenf
nodu varlığında, hasta erkek olsa bile, okult meme kanseri hatırda
tutulmalıdır.
Occult breast cancer is a type of cancer with no symptoms found upon physical examination on the breasts or which can not be radiologically shown. It generally manifests itself with axillary metastasis with no known primary tumor. Breast cancer in males is rarely seen. Occult breast cancer, on the other hand, is even rarer and only case reports were found in literature. A 46-year-old male patient had excisional biopsy at another medical facility because of a palpable mass on his right armpit. The pathological diagnosis had stated that the patient had adenocarcinoma metastasis with symptoms implying an infiltrative ductal carcinoma metastasis of the breast. Abdominal and thoracic tomography, upper and lower gastrointestinal system endoscopy procedures were performed on the patient in order to determine the primary focus. Breast ultrasonography, breast magnetic resonance imaging and positron emission tomography were also performed. Upon not being able to detect any positive findings, the patient was considered to have occult breast carcinoma and modified radical mastectomy was performed. In conclusion, in the presence of metastatic lymph node with no known primary tumor in the axillary, the possibility of occult breast cancer should be taken into consideration even if the patient is male.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Peters Sendromunda Anestezi: Olgu Sunumu
Hakan Erkal, Metin Özşeker, Süleyman Derman, Banu Eler Çevik
Olgu sunumu
Özeti
Peters Sendromunda Anestezi: Olgu Sunumu
AnesthesIa Management In Peters Syndrome: A Case
report
Peters sendromu başka sistemik anomalilerle birlikte görülebilen izole bir göz anomalisidir.
Bu olgu sunumunda, keratoplasti operasyonu planlanan Peters sendromlu 4 yaşındaki bir kız
çocuğunun anestezi yönetimini tartıştık.
Peters syndrome occurs as an isolated ocular abnormality, which may be seen in association
with other systemic abnormalities. In this case report, we discuss our anesthetic management
of a 4-year-old female patient with Peters syndrome who was scheduled for a keratoplasty
operation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
Mehmet Sargın, Tuba Berra Sarıtaş, Hale Borazan, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Uygulanacak Pediatrik Hastada Anestezi
AnesthesIa In PedIatrIc Ercp PatIent
Her geçen gün sıklığı artan ameliyathane dışı anestezi
uygulamaları arasında en çok karşılaşılan gastrointestinal
işlemlerdir. Ancak pediatrik vakalara daha az rastlanmaktadır.
Ameliyathane dışı anestezi uygulamaları özellikle çocuk vakalarda
daha zordur ve bundan dolayı bu konuda yayınlanan kılavuzların
kullanılması önem arz etmektedir. Bu makalede endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi uygulanacak pediatrik hastadaki anestezi
deneyimimiz literatür taraması eşliğinde sunulmuştur.
Gastrointestinal procedures are the most frequent ones in
outpatient anesthesia applications which increase day by day.
However pediatric cases are rare. Out patient anesthesia applications,
especially in pediatrik patients, are more difficult and so it is important
to use guidelines in this manner. In this article our anesthetic
experience in a endoscopic retrograde cholangiopancreatography
applied on a pediatric patient is reported with literature review.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanserinin Biseps Metastazı
Çağdaş Yavaş, Ahmet Büyükyörük, Güler Yavaş, Murat Araz, Özlem Ata
Olgu sunumu
Özeti
Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanserinin Biseps Metastazı
BIceps MetastasIs From Non-Small Cell Lung Cancer
Küçük hücre dışı akciğer kanserinin (KHDAK) iskelet kasına metastazı nadir görülen bir durumdur ve en etkin tedavi seçeneği tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada KHDAK’nin biseps kası metastazı nedeni ile palyatif radyoterapi uygulanan bir olgunun özellikleri ve tedavi sonucu sunulmuştur. Elli yaşında, küçük KHDAK’ne bağlı biseps metastazı olan hasta sunuldu. Kemoradyoterapiden 1 ay sonra hasta sağ kolunda ağrılı kitle yakınması ile kliniğimize başvurdu. Sağ biseps braki kasındaki ağrılı kitleden alınan biyopsinin sonucu akciğer adenokarsinom metastazı ile uyumlu geldi. Hastanın ağrılı kitlesine yönelik palyatif radyoterapi uygulandı ve sistemik kemoterapi planlandı. Palyatif radyoterapi sonrasında sağ biseps kasındaki metastatik kitlenin ağrısı kayboldu. Palyatif radyoterapiden 2 ay tanı anından ise 18 ay sonra hasta solunum yetmezliği nedeni ile kaybedildi. KHDAK’nin kas metastazı yaptığı olgularda palyatif radyoterapi iyi bir tedavi seçeneği olabilir.
Skeletal muscle metastasis from non-small-cell lung cancer (NSCLC) is a rare event and the optimal treatment strategy is still unknown. Herein we report a case with biceps metastasis from NSCLC. A 50-year-old man with a distant biceps metastasis due to NSCLC is presented. One month after chemo-radiotherapy and adjuvant chemotherapy the patient was readmitted with a painful mass located on the right biceps brachii muscle. A biopsy of the painful mass disclosed the muscle metastasis pulmonary adenocarcinoma. The patient was treated with palliative radiotherapy and systemic chemotherapy was planned. At the end of the palliative radiotherapy his pain was disappeared. Two months later (18 months after the diagnosis) the patient died of respiratory failure. Palliative radiotherapy may be a good treatment option for patient with muscle metastasis from NSCLC.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Saçlarının Döküldüğüne İnanan Bir Trikotillomani Olgusu
Bilge Burçak Annagür
Olgu sunumu
Özeti
Saçlarının Döküldüğüne İnanan Bir Trikotillomani Olgusu
A TrIchotIllomanIc Who BelIeves HaIr Loss
Trikotillomani, tekrarlayan kronik saç yolmalarla karakterize, sıklıkla beraberinde eştanılı durumlarla ilişkili bir dürtü denetim bozukluğudur. Olguların çoğunluğunda trikotillomani sonucu saçlı deride tam ya da kısmi alopesi oluşur. Erişkinlerde genellikle trikotillomani ile birlikte psikiyatrik eştanı çok yaygın görülmektedir. En sık affektif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, bağımlılık bozuklukları birliktelik gösterir. Trikotillomaninin etkisi oldukça geniş ve ciddi olabilir. Kişiler arası ilişkiler üzerine olan olumsuz etkileri olduğu gibi toplumdan, sosyal aktivitelerden kaçınmaya neden olabilecek çok sayıda olumsuz etkileri vardır. Tedavi genellikle psikiyatrist ve dermatologların ortak katılımı ile olur. Bu yazıda alopesia totalisi olan ve yıllarca sadece dermatolojiye başvuran ve sonucunda tedavi olamadığına inanan genç bir bayan olgu sunulmuştur. Bu olgu saç yolma davranışını yıllarca gizlemesi ve sonucunda depresyon kliniği ile prezente olması ve uzun süre trikotillomaninin yaşam kalitesini nasıl bozduğuna yönelik iyi bir örnek olduğu düşünülerek hazırlanmıştır.
Trichotillomania characterized by recurrent chronic hair pulling is an impulse control disorder which is associated with comorbid conditions. In most cases trichotillomania results in a total or partial scalp alopecia. The psychiatric comorbidity is usually seen with trichotillomania in adults. The most common psychiatric comorbidities are affective disorders, anxiety disorders, addiction disorders. The effect of trichotillomania can be quite large and serious. It has many negative effects such as either on relationships between people or causing avoid social activities. The treatment of trichotillomania usually involves participation of both psychiatrists and dermatologists. In this article, a case of a young female patient, who has applied only dermatology policlinic for many years with diagnosis of alopesia totalis and not believing being treated in result, is presented. This case has been prepared as a good example of that trichotillomania causes the depresion and the decrease on the quality of life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner By-Pass İle Yapılan Başarılı Bir Bül Eksizyonu
Murat Öncel, Nihal Kayalar, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Koroner By-Pass İle Yapılan Başarılı Bir Bül Eksizyonu
The Successful ExcIsIon Of A Bulla WIth Coronary By-Pass
Amfizemde standart medikal tedavinin, hastaların yaşam kalitesi
ve sağ kalım süresine etkisi kısıtlıdır. Semptomlar çoğu hastada
hızla ilerler. Seçilmiş hastalarda cerrahi tedavi ile semptomatik
düzelmeler olabileceği ümit edilmektedir(1). Kardiyak problemi olan
büllöz akciğer hastalarında seçilebilecek tedavi yöntemlerinden eş
zamanlı ameliyat, hastanın ayrı seanslarda yapılacak olan iki farklı
majör cerrahi girişimden korunması yanı sıra tedavi maliyetini de
düşürmektedir. Bu yazımızda koroner by pass cerrahisi ile kombine
ve aynı anda stapler ile yapılan başarılı bir bül rezeksiyonu olgusunu
sunmayı uygun bulduk.
There is a limited effect in standard medical treatment of
emphysema for quality of life and survival of patients. Symptoms of
most of the patients progressive rapidly. It is hoped that symptomatic
remission may be occured on selected patients by surgical
treatment(1). Simultaneously two surgical operations which one of
alternative treatment methods, protect the patients from two different
major surgical procedures which are performed at different times, and
reduce the cost of treatment. In this article we present a successful
bulla resection case that has done with stapler and combined with
coronary artery surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Olağandışı Ekstranodal Tutulumlarla Agresif Seyredenmantle Hücreli Lenfoma
Mehmet Hilmi Doğu, İsmail Sarı, Sema Ertürk, Sibel Hacıoğlu, Ali Keskin
Olgu sunumu
Özeti
Olağandışı Ekstranodal Tutulumlarla Agresif Seyredenmantle Hücreli Lenfoma
AggressIve Mantle Cell Lymphoma PresentIng WIth Unusual
extranodal Involvements
Mantle hücreli lenfoma tüm Hodgkin dışı lenfomaların %3-
10’unu oluşturmaktadır. İleri yaş hastalığı olup erkeklerde daha sık
görülmektedir. Mantle hücreli lenfoma olguları genellikle ileri evrede
tanı almaktadır ve ekstranodal tutulumlara sık rastlanmaktadır.
Bu yazıda, hastaneye sağ diz ağrısı ve şişlik nedeniyle başvuran
ve olağandışı ekstranodal tutulumlarla giden agresif seyirli mantle
hücreli lenfoma tanısı alan 62 yaşında erkek bir olgu paylaşıldı.
Mantle cell lymphoma represents 3-10% of all non-Hodgkin
lymphomas. It is mostly a disease of the elderly and shows a male
predominance. Patients with mantle cell lymphoma usually present
with advanced stage. Extranodal involvements are common finding.
In this paper, we presented a case of an 62 year old male admitting to
hospital only right knee pain and swelling who had aggressive mantle
cell lymphoma with unusual extranodal involvements.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Başlı M. Biceps Brachii
Cemil Bilkay, Büşra Candan, Soner Albay
Olgu sunumu
Özeti
Üç Başlı M. Biceps Brachii
Three Headed BIceps BrachII Muscle
Rutin diseksiyon çalışması esnasında formaldehit ile fikse edilmiş
73 yaşındaki bir erkek kadavranın sol kolunda, M. biceps brachii’nin
iki başına ek olarak, bir başının daha olduğu görüldü. Kasın diğer
iki başı ve diğer kol kasları normal anatomik lokalizasyonundaydı.
Üç başlı biceps brachii olguları bazı araştırmacılar tarafından başın
orijin aldığı yere göre infero-medial humeral, superior humeral,
infero-lateral humeral baş olmak üzere sınıflandırılmıştır. Bu vakada
M. brachialis’in origosunun medialinden ve humerus’un orta 1/3’lük
kısımlarından başlayan aksesuar baş, M. biceps brachii’nin ortak
tendonunda sonlanıyordu. Literatürde infero-medial humeral baş
olarak adlandırılan bu başın görülme sıklığı ırka göre değişmekle
beraber; ortalama %7.7-12’dir. Türk populasyonunda yapılan çeşitli
çalışmalarda ise insidansı %2.54-6.15 olarak gösterilmiştir. Bu
tarz varyasyonların bilinmesinin olası cerrahi komplikasyonların
önlenmesinde ve tanı yöntemlerinde önemli olduğunu düşünüyoruz.
During our routine dissection studies, we encountered an
accessory head of biceps brachii in the left upper extremity of a
73-year-old formalin-fixed male cadaver. The other two heads of the
muscle and other arm muscles were as usual. Humeral accessory
head of biceps brachii muscle was classified according to the
originated location of the head of biceps brachii muscle by some
researchers as infero-medial humeral, superior humeral and inferolateral
humeral head. In this case, the accessory head was originated
from middle third of the humerus, superior and medial to the origin
of brachialis muscle and inserted to the common tendon of biceps
brachii. In the literature, this head was named as infero-medial
humeral head and its incidence changes between 7.7-12% according
to ethnicity. In Turkish population, its incidence changes between
2.5-6.15%. We think that knowledge of this type of the variation
is important for prevention of possible surgical complications and
diagnostic procedures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rotavirus Enfeksiyonu Sonrası Sekonder Bakteriyemi
Tuğba Güler, Soner Sertan Kara, Ali Fettah, Özde Nisa Türkkan
Olgu sunumu
Özeti
Rotavirus Enfeksiyonu Sonrası Sekonder Bakteriyemi
Secondary BacteremIa After RotavIrus InfectIon
İshal çocuklarda önemli mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir. Rotavirüs
enfeksiyonları bebeklerde ve küçük çocuklarda görülen şiddetli gastroenteritlerin en başta
gelen nedenlerindendir. Rotavirüse bağlı nadiren sekonder bakteriyemi olguları bildirilmiştir.
Sekiz aylık erkek hasta rotavirüs gastroenteriti ve orta derecede dehidratasyon tanılarıyla
serviste izleme alınmıştır. İntravenöz hidrasyon ve oral probiyotik saşe ile şikayetleri gerileyen
hastanın yatışının 3. gününde ateşleri tekrar yükselmiş, genel durumu kötüleşmiş ve sepsis
tanısı konulmuştur. Yoğun Bakım Ünitesinde izleme alınan ve ampirik olarak seftriakson,
amikasin ve vankomisin başlanan hastanın kan kültüründe seftriakson ve amikasine duyarlı
Klebsiella oxytoca üremesi olmuştur. Vankomisin kesilmiş, diğer tedavileri toplam 14 gün
verilmiştir. Kliniği tamamen düzelen hasta taburcu edilmiştir. Rotavirüse sekonder bakteriyel
sepsis önemli bir klinik durumdur. Kırksekiz saatten uzun süren veya düşüp tekrar yükselen
ateş uyarıcı olmalıdır. Rotavirüs aşılamasının önemi, hastalığın komplikasyonlarında azalma
sağlayabileceğinden dolayı vurgulanmalıdır.
Diarrhea goes on to be an important reason of morbidity and mortality in childhood. Rotavirus
infections are among the most common casues of severe gastroenteritis in infants and small
children. Secondary bacteremia cases after rotavirus have been rarely reported. An eight
month of boy was hospitalized due to rotavirus gastroenteritis and moderate dehydration.
After his symptoms resolved with intrevenous hydration and probiotic sachet, fever and
deteriotation in general condition were realized on the third day and sepsis was diagnosed. He
was monitorized in Intensive Care Unit and started ceftriaxone, amikacine, and vancomycine
empirically. His blood culture grew Klebsiella oxytoca which was sensitive to ceftriaxone and
amikacine. Vancomycine was stopped and other antibiotics were given for totally 14 days.
He was discharged when recovered completely. Bacterial sepsis secondary to rotavirus is an
important clinical situation. Fever lasting more than 48 hours or fever rising after remission
should be alarming. The importance of rotavirus vaccination should be emphasized because
of its probable protective effects on disease complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Melih Yıldız, Mehmet Şah İpek, Fesih Aktar, Banu Mutlu Özyurt, Reha Sermed Aygören
Olgu sunumu
Özeti
Geç Bulgu Veren Sağ Yerleşimli Konjenital
diyafragma Hernisi
Late DIagnosed CongenItal DIaphragmatIc HernIa
Konjenital diyafragma hernisi (KDH) tanısı sıklıkla rutin gebelik
bakımı sırasında prenatal ultrasonla konulur. Doğumdan sonra,
KDH olan bir bebeğin solunum semptomlarının şiddeti pulmoner
hipoplazinin derecesine bağlıdır. Etkilenen bebeklerin çoğunda
doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde solunum sıkıntısı gelişir.
Bununla birlikte, bazı bebekler defektin şiddetine bağlı olarak daha
geç bulgu verir. Defektler daha yaygın olarak sol taraftadır ve sağ
yerleşimli olanlarda sol yerleşimli olanlara göre prognozun daha
kötü olduğu rapor edilmiştir. Biz burada, yaşamın ikinci haftasında
solunum sıkıntısı gelişen ve karaciğer sağ lobu, barsak ve böbreği
içine kapsayan sağ yerleşimli diyafragma hernisi tanısı alan bir
yenidoğan bebek vakasını rapor ettik.
The diagnosis of a congenital diaphragmatic hernia (CDH) is
often made on a prenatal ultrasound examination at routine obstetric
care. After birth, the spectrum of respiratory symptoms in an infant
with a CDH is determined by the degree of pulmonary hypoplasia.
The most affected infants develop respiratory distress within the
first 24 hours of life. However, some of the infants with this defect
present later, depending to the severity of the defect. Defects are
more common on the left side, and it has been reported that patients
with right-sided defects have a worse prognosis than those with leftsided
defects. Here, we reported a case of a newborn infant with
respiratory distress developed on the second weeks of life, and which
diagnosed with right-sided diaphragmatic hernia containing part of
the right lobe of the liver, bowel and the kidney.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dokuz Yaşında Bir Anca İlişkili Vaskülit
Ahmet Midhat Elmacı, Selver Özekinci, Ahmet Baran
Olgu sunumu
Özeti
Dokuz Yaşında Bir Anca İlişkili Vaskülit
Anca AssocIated WIth VasculItIs In A 9-Year-Old
Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili küçük damar
vasküliti, böbrek tutulumunun en ciddi ve ortak bulgusu olan ve
hayatı tehdit eden bir hastalık grubudur. Mikroskopik polianjitis (MPA)
çocuklarda nadir görülen bir vaskülit olup, pauci-immun hızlı ilerleyen
glomerulonefrit ve pulmoner-renal sendrom ile karakterizedir.
Dokuz yaşında bir erkek çocuk döküntü, artralji ve idrar renginin
koyulaşması şikayeti ile kliniğe yatırıldı. İdrar analizinde proteinüri
ve hematüri mevcuttu. Hastanın laboratuvar incelemesinde anemi,
böbrek yetmezliği ve p-ANCA pozitifliği saptandı. Toraks BT’sinde
yaygın infiltrasyon mevcuttu. Böbrek biyopsisinde kresentik
glomerulonefrit vardı, immunfloresan inceleme negatifdi. Hastada
mevcut bulgularla MPA düşünüldü. Yüksek doz metil prednizolon,
yüksek doz siklofosfamid tedavisi verildi, böbrek fonksiyonlarında ve
akciğer bulgularında belirgin düzelme gözlendi.
Antineutrophil cytoplasmic autoantibody (ANCA) associated small vessel vasculitis constitutes a group of life-threatening diseases and renal involvement is its most severe and common manifestation. Microscopic polyangiitis (MPA) is a rare form of such vasculitis in children characterized by pulmonary-renal syndrome with pauci-immune rapidly progressive glomerulonephritis. A 9-yearold boy was admitted to our hospital because of rash, arthralgia and dark urine. Urine analyses showed hematuria and proteinuria. Blood examination revealed anemia, renal failure and positive p-ANCA. A chest CT revealed diffuse infitration. The renal biopsy demonstrated crescentic glomerulonephritis, immunofluorescent examination was negative. He was diagnosed MPA. High-dose methylprednisolone and high-dose cyclophosphamide therapy improved all of the lung infltrates and renal function.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis
Ahmet Göçmen, Mustafa Gazi Uçar, Fatih Şanlıkan
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis
EndometrIosIs On The Cesarean Scar
Endometriozis fonksiyonel ve morfolojik olarak endometrial gland ve stromal yapısının uterus dışında bulunması halidir. Genellikle pelvisi, peritonu, overleri, cul de sac boşluğunu ve utero sakral ligamentleri tutar. Endometriozis patogenezinde; retrograd menstruasyon, metaplazi, hematojen ve lenfatik yayılım, operasyon esnasında insizyon skarı içine mekanik transplantasyon gibi çeşitli teoriler öne sürülmüştür Cilt altında kitle, şişlik, menstruasyonla beraber siklik ağrı, hassasiyet gibi klinik bulgular verebilir. Tanıda manyetik rezonans, bilgisayarlı tomografi, ultrason ve ince iğne aspirasyon biyopsisi kullanılabilir. Skar endometriozisin cerrahi olarak tümüyle çıkarılması önerilen tedavi yöntemidir. Total eksizyon sonrası rekürrens oldukça nadirdir. Bu vakada 33 yaşında sezaryenden 3 yıl sonra pfannenstiel kesisinin sol dış tarafında siklik ağrı ve şişlik yakınması başlayan bir hastada teşhis ve tedavi ettiğimiz skar endometriozisini sunmaktayız.
Endometriosis is a condition where the functional and morphological endometrial gland and stromal structure are found outside the uterus. It occurs most often in pelvis, peritoneum, ovaries, posterior cul-desac and uterosacral ligaments. Retrograd menstruation, metaplasia, lymphatic and hematogenous outspread, mechanical transplantations in insicional scars during the operations and some else theories are introduced for pathogenesis. Subcutaneous mass, swelling, cyclic pains associated with menstruation, tenderness are likely clinical symptom and signs. Magnetic resonance imaging, computed tomography, ultrasound, fine needle aspiration biopsy are used in diagnosis. Total excision is the considered management of the scar endometriosis. Recurrens is rarely occurs after total excision. Here we present the case of 33 years old woman who had a cyclic painful mass on her p
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
Mehmet Kayrak, Muhammet Ali Arı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Mehmet Yazıcı, Kurtuluş Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Embolinin Tetiklediği Miyokardiyal İskemi Üzerine Koroner Yavaş Akımın Etkisi: St Elevasyonlu Pulmoner Emboli
The Effect Of Coronary Slow Flow On MyocardIal IschemIa TrIggerIng By Pulmonary EmbolIsm: Pulmonary EmbolIsm WIth St Segment ElevatIon.
Pulmoner emboli(PE) kardiyovasküler ölüm sebepleri arasında önemli bir yer tutan patolojidir. PE emboli tanısı ve prognoz tayininde elektrokardiyografi (EKG) sınırlı değeri olan bir araç olmasına rağmen klinik olarak PE ile karışabilen miyokard infarktüsü (MI) gibi patolojilerin ayırıcı tanısında yapılması gerekli bir tetkiktir. Bu vakayı sunmamızdaki amacımız PE’nin nadirde olsa ST elevasyonlu miyokard infarktüsü EKG bulgularını taklit edebileceğini ve bunun prognoz belirteci olup olamayacağını tartışmaktır. Elli altı yaşında akut böbrek yetersizliği ve karaciğer fonksiyon bozukluğu nedeniyle dahiliye yoğun bakım ünitesinde yatmakta olan hastada yatışının ikinci günü göğüs ağrısı ve nefes darlığı gelişti. Çekilen EKG de V1- V4 derivasyonlarında yaklaşık 4mm ST elevasyonu tespit edilmesi üzerine kardiyoloji kliniği tarafından anteroseptal MI öntanısı ile devralındı. Primer Perkutan Girişim (PCI) düşünülerek koroner anjiografi yapılan hastada epikardiyal koroner arterlerde lezyon tespit edilmedi. Yatakbaşı yapılan ekokardiyografi(EKO) PE ile uyumlu idi. Hastanın daha önceki tetkiklerinde vena kava inferiorda trombüs tespit edildiği öğrenildi. Hastaya pulmoner emboli tanısı konulup pulmoner embolektomiye alınırken arrest gelişti ve kaybedildi. Olgumuzu ilgi çekici hale getiren PE de sadece vaka bildirileri şeklinde yayınlarda yeralan anterior MI’ı taklit eden ST elevasyonunun görülmesidir. Bizim vakamız ve bildirilmiş olan diğer vakalar beraber değerlendirildiğinde MI’ı taklit eden ST elevasyonunun PE de görülebileceği, prognoz açısındanda yol gösterici olabileceği düşünülmelidir
Pulmonary embolism(PE) is a serious disease which is one of the most important reason of cardiovascular mortality. In spite of the fact that electrocardography(ECG) has a limited effect on the diagnosis and determination of the prognosis of PE, it is an essential method for clinically differentiating PE from other diseases that might be confused with PE, such as myocardial infarction(MI) .The aim of this case report presentation is to discuss whether this stuation might be a marker on determination of the prognosis.and the fact that PE could mimic the ECG findings of ST elevation myocardial infarction even though it is rare. Fifty six years old patient with acute renal failure and disorder of liver dysfunction, who had been treating in intensive care unit of internal medicine department, complained about chest pain and shortness of breath occuring on second day of his admission to the hospital. The patient was taken from cardiology department with anteroseptal MI prediagnosis after evaulation of the ECG demonstrating about 4 mm ST elevation in V1-V4 precordial derivations. Coronary angiography was performed to the patient being thought to whom primary percutaneous coronary intervention might be neccessary and there was not any lesion determined in epicardial coronary arteries. The parameters obtained from transthoracic echocardiographic evaulation of the patient was corcordant with the diagnosis of PE. It was understood from the imaging reports performed previously that trombus in vena cava inferior had been detected. The patient had cardiac arrest and died while he was being prepared for the pulmonary embolectomy operation after diagnosing of PE. The aspect which made our case report more attractive is that there were only various case reports published about PE in literature, which indicateST elevationmimicing anterior myocardial infartion. It is thought that this situation might be observed in PE and might guide for determination of the prognosis as well when this case report is evaulated together with the other ones.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
Ebru Apaydın Dogan, Osman Serhat Tokgöz, Orhan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Nörolojik Komplikasyonlar
NeurologIcal ComplIcatIons In HemodIalysIs PatIents
Amaç: Hemodiyalize bağlı nörovasküler komplikasyonların ve tedavi yaklaşımlarının literatürler yardı- mıyla irdelenmesi. Olgu Sunumu: Hemodiyaliz tedavisi alan ve kliniğimize intraserebral hematom nedeniyle yatırılan 19 yaşında erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Hemodiyaliz hastalarında nörovasküler komplikasyonlar mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerindendir. Kontrolsüz hipertansiyon ve üremiye bağlı nörovasküler komplikasyonların önlenmesi için, bu hastaların nöroloji ve nefroloji uzmanlarının ortak takibinde olması gereklidir.
Aim: To highlight the neurovascular complications of hemodialysis and discuss the therapeutic approaches with the relevant literature. Case Report: A 19- year old man on maintenance hemodialysis who admitted to our clinic with intracerebral hematoma is discussed. Conclusion: Neurovascular complications are being recognised as the major causes of mortality and morbidity in hemodialysis patients. Prevention of neurovascular complications of uremia and accelerated hypertension requires the cooperation of both the neurologists and nephrologists.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
Hasan Esen, Metin Çapar, Gülşah Şafak
Olgu sunumu
Özeti
Serviks Uterinin Florid Reaktif Lenfoid Hiperplazisi (lenfoma Benzeri Lezyon)
FlorId ReactIve LymphoId HyperplasIa (lymphoma-LIke LesIon) Of UterIne CervIx
Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazisi (lenfoma benzeri lezyon), başlıca kadınların üreme dönemlerinde görülen reaktif bir olaydır. Histolojik olarak bu lezyonlar lenfomaya benzer. Bu lezyonların etyolojileri multifaktöriyeldir fakat çoğu olguda neden tespit edilememiştir. 49 yaşında bayan hasta adet düzensizliği ve pelvik ağrı şikayetleri nedeni ile başka bir merkeze başvurmuş. Serviks biopsisi yapılmış ve biyopsi sonucu, serviks karsinomu ile uyumlu olarak rapor edilmiş. Hastanemize başvuran hastaya bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. BT’ de serviks hipodens ve volümü artmış görünümde idi. Probe küretaj, endoservikal küretaj ve vajinal smearinde spesifik bir özellik görülmedi. Mevcut bulgular ve şikayetleri sonrası hastaya total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi yapıldı. Makroskopik olarak serviks büyümüş ve düzensiz görünümdeydi. Subserozal yerleşimli bir adet 1,8 cm çapında myom tespit edildi. Histopatolojik incelemede serviks epitelinde erezyon ve epitel altında yoğun lenfoid hücre infiltrasyonu görüldü. Görünüm lenfomaya benzemekteydi fakat İmmunhistokimyasal CD3 ve CD20 boyamalarda lenfoid hücrelerde heterojen boyanma görüldü. Bu bulgular sonucunda olgu lenfoma benzeri lezyon olarak rapor edildi. Serviks uterinin florid reaktif lenfoid hiperplazileri reaktif lezyonlardır. Yanlış tanıdan kaçınmak için; dikkatli klinik, histolojik ve immunfenotipik korelasyon gereklidir. İmmunhistokimyasal reseptör çalışmaları bu olgularda en güvenilir tanı yönetimidir.
Florid reactive lymphoid hyperplasia of uterine cervix is a reactive inflammatory process that mainly occurs in women during their reproductive years. These lesions are histologically similar to lymphoma. Etiology of these lesions are multifactorial but in many cases the cause has not been identified. A 49-year-old female patient admitted to another center with menstrual irregularity and pelvic pain complaints. A cervical biopsy was performed in that examination and the biopsy findings were compatible with cervix carcinoma. The patient referred to our hospital and computerized tomography(CT) was performed. At CT imaging cervix was hypodense and there was an enlargement in cervical volume. There were no specific findings in patient’s endometrial curettage, endocervical curettage and vaginal smear preparations. After the current findings and complaints of the patient, total abdominal hysterectomy and bilaterally Salpingo-oophorectomy were performed. Cervix was enlarged and it was in irregular appearance in the macroscopic examination. A subserosal located myoma in 1,8 cm diameter was detected. In the histopathological examination, erosion of cervical epithelium and dense lymphoid cell infiltration was observed under the epithelium. The appearance was similar to lymphoma, but immunohistochemical staining of CD3 and CD20 staining was heterogeneous in lymphoid cells. As a result of these findings, the case was reported as lymphoma-like lesion. Florid reactive lymphoid hyperplasia of cervix uteri are reactive lesions. Careful clinical, histologic and immunphenotypic correlations are required to avoid misdiagnosis. Immunohistochemical receptor studies are the most reliable diagnosis and management method of these cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
Funda Gök, Alper Kılıçaslan, Mehmet Sargın, Alper Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Çocuk Hastada Amlodipin Ve Valsartan+hidroklorotiazid İntoksikasyonu
AmlodIpIne And Valsartan+hydrochlorothIazIde ToxIcIty In ChIld
Kalsiyum kanal blokerinin yüksek doz alımı ciddi klinik sonuçlara
ve ölüme neden olabilir. 13 yaşındaki çocuk hasta intihar amaçlı
yüksek doz amlodipin ve valsartan+hidroklorotiazid alımına bağlı
gelişen belirgin hipotansiyon nedeniyle yoğun bakım ünitemize alındı.
Sıvı, kalsiyum glukonat, dopamin, dobutamin ayrıca glukoz ve insülin
ile başarılı olarak tedavi edilerek ileri komplikasyonların gelişmesi
önlenen hasta, yoğun bakım ünitemizden 8 gün sonra sağlıklı olarak
taburcu edildi.
Intake of high doses of calcium channel blocker can cause serious
clinical consequences and death. A child patient at 13 years old was
admitted to the intensive care unit because of significant hypotension
due to high-dose amlodipine and valsartan+hydrochlorothiazide
intake aiming commit suicide. The patient successfully treated with
fluid, calcium gluconate, dopamine, dobutamine in addition to insulin
and glucose was discharged from intensive care unit after eight days
healthy by preventing development of further complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elastofibroma Dorsi: Paniğe Gerek Yok!
Necdet Poyraz, Havva Kalkan, Buğra Kaya, Suat Keskin, Ahmet Yeşildağ
Olgu sunumu
Özeti
Elastofibroma Dorsi: Paniğe Gerek Yok!
ElastofIbroma DorsI: Don’t PanIc!
Elastofibroma dorsi, fibroblastik proliferasyon ve anormal elastik
liflerin birikimiyle karakterize, nadir görülen benign bir tümördür.
Skapula ile göğüs duvarı arasında subskapüler bölgede lokalizedir.
Özellikle yumuşak doku sarkomu şüphesi nedeniyle paniğe neden
olabilir. Manyetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi
bulguları genellikle tipiktir, pozitron emisyon tomografisi de tanıya
katkıda bulunabilir. Tipik lokalizasyonu ve görüntüleme bulguları ile
tanı koyulabilir. Bu yazımızda elastofibroma dorsi tanılı üç olgunun
klinik ve görüntüleme bulgularını sunuyoruz.
Elastofibroma dorsi is a rare, benign tumor, characterized by
fibroblastic proliferation and accumulation of abnormal elastic fibers.
It is located in the subscapular region between the scapula and
the thoracic wall. Especially, the suspicion of soft tissue sarcoma
may produce anxiety. Magnetic resonance imaging and computed
tomography findings are usually typical; and, positron emission
tomography may also contribute to the diagnosis. Diagnosis can
be made easily with typical localization and imaging findings. We
present clinical and imaging findings in three cases of elastofibroma
dorsi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
Murat Çakır, Ebubekir Gündeş
Olgu sunumu
Özeti
Kasık Fıtığı Kesesindeki Bride Bağlı Gelişen Barsak
perforasyonu
InguInal HernIa Due To A Band AdhesIon WIthIn The HernIal Sac
Kasık fıtığı onarımı cerrahide sık uygulanan işlemlerden biridir.
Boğulmuş kasık fıtığı, Dünya genelinde cerrahların karşılaştığı en
sık ölüme yol açan cerrahi acillerden biridir. Kasık fıtığında en nadir
boğulma nedeni omental bant yapışıklığına bağlı meydana gelir.
Biz omental bant yapışıklığına bağlı fıtık kesesi içinde ince barsak
tıkanıklığı ve perforasyona neden olmuş boğulmuş kasık fıtığı
olgusunu sunduk.
Inguinal hernia repair surgery is one of the most common
procedures. Strangulated inguinal hernia is one of the most widely
performed surgical emergencies dealt with by surgeons worldwide.
Uncommonly, strangulation of the contents can occur due to other
causes like omental band adhesion. We reported a rare case
of strangulated inguinal hernia, brought about by an omental
band adhesion, causing closed loop small bowel obstruction and
perforation within the hernial sac in the inguinal canal.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kartagener Sendromu
Sevil Arı Yuca, Köksal Yuca, Berfin Özgökçe, Cahide Yılmaz, Serhat Avcu
Olgu sunumu
Özeti
Kartagener Sendromu
Kartagener’s Syndrome
Primer silier diskinezi otozomal resesif geçişli, silier yapı ve fonksiyonda anormalliklerle giden ve 20000 canlı doğumda bir görülen nadir bir hastalıktır. Kartagener sendromu primer siliyer diskinezi ve komplet situs inversus ile karekterizedir ve siliyer dissgenezilerin yarısını oluşturur. Burada, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan ve iyileşmeyen pnömoni nedeni ile başvuran 12 yaşındaki erkek hasta sunulmuştur.
Primary ciliary dyskinesia is an autosomal recessive, with abnormalities in ciliary structure and function in an outgoing and 20,000 live birth, is a rare disease. Kartagener’s syndrome is characterized by the combination of primary ciliary dyskinesia and situs inversus, and occurs in approximately half of patients with ciliary dyskinesia. It presented here a 12-year-old male patient had a history of recurrent respiratory tract infections and pneumonia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Faktör 7 Eksikliği Saptanan Ve Daha Önce Vajinal Doğum
öyküsü Olan Miadında Bir Gebenin Yönetimi
Osman Balcı, Adeviye Elçi
Olgu sunumu
Özeti
Faktör 7 Eksikliği Saptanan Ve Daha Önce Vajinal Doğum
öyküsü Olan Miadında Bir Gebenin Yönetimi
Management Of A Term Pregnant Women Who Has DIagnosed WIth
factor 7 DefIcIency WhIch PrevIous Pregnancy Was ResultIng At
vagInal ChIldbIrth
Konjenital Faktör VII eksikliği otozomal ressesif geçiş gösteren,
toplumda ortalama 1/300.000 ile 1/500.000 arasındaki sıklıkta
karşılaşılan nadir bir koagülasyon bozukluğudur. Bütün konjenital
kanama bozukluklarının %0,5’ini oluşturmaktadır. Faktör 7 eksikliği,
konjenital faktör eksiklikleri içerisinde Faktör 8, faktör 9 ve Von
Willebrand Faktör eksikliklerinden sonra dördüncü sırada gelmektedir.
Erkek ve kadınlar eşit olarak etkilenmektedir. Hastaların önemli bir
kısmı ileri yaşlara kadar asemptomatik olup, genellikle tesadüfen
yapılan tetkiklerinde kanama parametrelerinden sadece PT’nin uzun
olup, APTT’nin normal olması nedeniyle araştrılarak tanı almışlardır.
Kanama profilaksisi ya da tedavisinde taze donmuş plazma (TDP)’nın
yanı sıra, protrombin kompleks konsantreleri (PCC), plazma derived
faktör 7 (pdF7) ve rekombinant aktive Faktör 7 (rF7a) konsantreleri
kullanılmaktadır. Bu olgu sunumunda, ilk gebeliği sorunsuz bir şekilde
vajinal doğumla sonuçlanan, fakat ikinci gebeliğinde tesadüfen faktör
7 eksikliği saptanan ve miada kadar problemsiz olarak gelen bir
gebenin sezaryen operasyonuna rekombinant aktive Faktör 7 (rF7a)
ile hazırlanması ve postoperatif yönetimi sunulmaktadır.
Congenital factor VII (FVII) deficiency is an uncommon bleeding
disorder with an estimated incidence of 1/300.000-1/500.000.
Congenital Factor VII deficiency is an otosomal recessively inherited
and 0.5% of all congenital coagulation disorders. Factor 7 deficiency
is the fourth of all congenital factor deficiencies in the Factor 8, Factor
9, and lack of the Von Willebrand Factor. It affects men and women
in the same proportions. Although there is no correlation between
FVII level and bleeding risk. An important part of the patients are
asymptomatic until advanced age, often by chance, is investigating
the bleeding parameters, only PT’s long, APTT is normal due to the
received diagnosis. Fresh frozen plasma (FFP), FVII, prothrombin
complex concentrates (PCC), plasma-derived factor VII (pdFVII);
recombinant activated factor VII (rFVIIa) are used for prophylaxis
or treatment of bleeding. In this case, a pregnant woman at term
which her first pregnancy was resulting in vaginal childbirth without
any problem, but factor 7 deficiency was detected in her second
pregnancy and there was also no problem to term is presented to
cesarean operation with recombinant activated factor FVII for the
preparation and post-operative management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
Samet Özer, Serap Bilge, Resul Yılmaz, Vehbi Doğan, Selim Demir, Erkan Gökçe
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Bir Fasiyal Paralizi Nedeni: Moebius Sendromu
A Rare Cause Of FacIal ParalysIs: MoebIus Syndrome
Moebius sendromu ilerleyici olmayan tam ya da parsiyel
konjenital fasiyal paralizi ile karakterize bir sendromdur. Genellikle
orofasiyal malformasyonlar, kas-iskelet sistemi defektleri, beyin
sapı displazisi ve diğer kraniyal sinir felçleri ile ilişkilidir. Moebius
sendromunun ortalama insidansı 2-20/milyondur. En sık görülme
şekli bilateral lateral rektus kası felci ve fasiyal güçsüzlüktür. Sıklıkla
5., 10., 11. ve 12. kraniyal sinirler de tutulur ve öksürük, yutma ve
çiğneme güçlüğü ve solunum yetersizliğine neden olabilir. Tam veya
parsiyel fasiyal paralizi Moebius sendromu tanısı için şarttır. Dört
aylık kız hasta doğumdan itibaren sağ gözünü tam kapatamama
ve içe bakış şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Hasta sağ gözünü
tam kapatamıyordu, dilde atrofi ve mikrognatisi vardı. İlk bakışta
her iki gözde içe bakıyordu. Dışa bakış kısıtlılığı, ayaklarda pes
ekinovarus deformitesi ve katlantılı kulağı vardı. Dismorfik özellikleri,
mikrognati ve dilde atrofi nedeni ile kraniyal manyetik rezonans
görüntüleme yapıldı. 3D FIESTA taramada bilateral fasiyal sinirler
görüntülenemedi. Bu vaka konjenital fasiyal güçsüzlükle başvuran
hastaların ayırıcı tanısında Moebius sendromunun mutlaka akılda
tutulmasını vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
Moebius syndrome is a rare, non-progressive congenital
syndrome presenting with complete or partial facial paralysis. It is
usually associated with orofacial malformations, musculoskeletal
defects, brainstem dysplasia, and other cranial nerve palsies. Mean
incidence is 2-20/million, although there is considerable regional
variation. The most common presentation is with bilateral lateral
rectus palsies and facial diplegia. Frequently, the 5th, 10th, 11th and
12th cranial nerves are involved and may cause cough, difficulty in
chewing and swallowing, and respiratory insufficiency. Complete or
partial facial nerve palsy is necessary for a diagnosis of Moebius
syndrome. A 4-month-old girl was brought to our clinic with complaints
of inability to close her right eye completely and internal deviation in
that eye, beginning from birth. She had micrognathia and an inability
to completely close the right eye. Both eyes were turned inwards
during primary gaze. She had limited lateral gaze, a pes equinovarus
deformity in her feet, and flap ears. Cranial magnetic resonance
imaging was performed because of the dysmorphic features and
revealed micrognathia and volume loss at the tongue. Bilateral facial
nerves could not be visualised by a 3D FIESTA scan, suggesting
bilateral facial nerve agenesis. This case is presented to highlight
Moebius syndrome in the differential diagnosis of cases presenting
with congenital facial weakness.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Dilcan Kotan, Aslı Aksoy Gündogdu, Gürkan Kayabaşoğlu
Olgu sunumu
Özeti
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Cavernous SInus ThrombosIs In An Older PatIent
İskemik inmenin nadir nedenlerinden olan kavernöz sinüs trombozu, yaşamı tehdit eden bir durumdur.
Mortalitesi yüksektir ve klinik olarak kranyal sinir tutulumu ve görme kaybı dahil morbiditeye yol açabilir.
Kavernöz sinüs trombozu enfeksiyöz veya nonenfeksiyöz kaynaklı oluşabilir. Bu çalışmada, iyi gidişli,
nonenfeksiyöz, ileri yaş kavernöz sinüs trombozlu nadir bir kadın olgu sunulmuştur.
The cavernous sinus thrombosis is a very rare and life-threatening condition. The mortality
rate remains high, and significant morbidity includes residual cranial nerve palsies and
blindness. The causes of cavernous sinus thrombosis are infectious or aseptic. We report
well-progressed a rare case of aseptic thrombosis of the cavernous sinus in an older patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
Tuğrul Çakır, Arif Aslaner, Erdem Can Yardımcı, Burhan Mayir, Umut Rıza Gündüz
Olgu sunumu
Özeti
Torsiyone Meckel Divertikülüne Bağlı İleus
IntestInal ObstructIon Due To TorsIoned Meckel’s DIvertIculum
Yetişkinlerde Meckel divertikülü mekanik bağırsak tıkanıklığının
nadir bir nedenidir. Non spesifik semptom ve preoperatif tanı
yetersizliği sebebiyle cerrahlar bu nadir durumu akıllarında
bulundurmalıdırlar. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hasta acil servisimize
yaklaşık 8 saat önce başlayan karın ağrısı, bulantı ve kusma
şikayetleri ile başvurdu. Hastaya akut ince bağırsak tıkanıklığı
tanısı konuldu ve acil cerrahiye alındı. Operasyonda ileoçekal valfin
60 cm proksimalinde ileumu torsiyone etmiş bir Meckel divertikülü
ve proksimalindeki ince barsakta distansiyon izlendi. Torsiyone
olmuş ileum detorsiyone edildi ve Meckel divertikülüne rezeksiyon
uygulandı. Hasta Postoperatif 3. Günde taburcu edildi. Spesimenin
histopatolojisi 3x2x1cm boyutlarında Meckel divertikülü olarak
raporlandı.
Meckel’s diverticulum is a rare cause of mechanical intestinal
obstruction in adults. Due to non-specific symptoms and preoperative
diagnosis of this rare condition, surgeons should keep in mind. A
28-year-old male patient was admitted to our emergency department
with abdominal pain, nausea and vomiting for about 8 hours before
onset. The patient was diagnosed as acute small bowel obstruction
and underwent emergency surgery. At operation a torsioned ileum
due to Meckel’s diverticulum 60 cm proximal to ileocecal valve and
small bowel distention proximal to this site was seen. Ileum was
detorsioned and Meckel’s diverticulum resection was performed.
The patient was discharged on postoperative day 3. Histopathologic
specimen were reported as Meckel’s diverticulum in 3x2x1cm size.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematür Apnesi Nedeniyle Kafein Tedavisi Uygulanan Yenidoğanda Gözlenen Supraventriküler Taşikardi
Murat Konak, Ali Annagür, Fatih Şap, Hüseyin Altunhan, Nuriye Tarakçı, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Prematür Apnesi Nedeniyle Kafein Tedavisi Uygulanan Yenidoğanda Gözlenen Supraventriküler Taşikardi
SupraventrIcular TachycardIa Developed In A Newborn ReceIvIng
caffeIne Therapy Due To Premature Apnea
Apne yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde çok sık karşılaşılan
bir sorundur. Özellikle prematürelerde birçok ciddi hastalığın bulgusu
olabileceği gibi solunum sisteminin immatür kontrolüne bağlı olarak
da gözlenebilir. Hastada santral apne düşünüldüğünde santral sinir
sistemi stimülanları uygulanır, ancak buna yanıt alınamazsa mekanik
ventilatör desteği verilir. Bu makalede santral apne nedeniyle kafein
tedavisi verilen ancak tedavi komplikasyonu olarak supraventriküler
taşikardi gelişen bir prematür olgusu sunulmuş ve bu stimülan
ilaçların dikkatli kullanılması vurgulanmıştır.
Apnea is a frequently observed condition in newborn intensive
care units. Especially in premature cases, it may be a sign of a
serious disease or may be observed due to immature control of
respiratory system. When central apnea is thought in the patient,
central nervous stimulants are given, however if no response is seen
mechanical ventilation support is applied. In this article, a premature
case which received caffeine therapy due to central apnea however
developed supraventricular tachycardia as treatment complication
was reported and careful use of these stimulants was emphasized.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genişlemiş Koroner Atardamarda Renal Kafes Kullanılarak Yapılan Birincil Deri Yoluyla Koroner Girişim
Zeydin Acar, Abdulkadir Kırış, Mustafa Tarık Ağaç, Hakan Erkan
Olgu sunumu
Özeti
Genişlemiş Koroner Atardamarda Renal Kafes Kullanılarak Yapılan Birincil Deri Yoluyla Koroner Girişim
PrImary Percutaneous Coronary InterventIon UsIng A Renal Stent In A Large EctatIc Coronary Artery
Koroner atardamar genişlemesi (KAG), koroner atardamarların
yerel veya yaygın çap artışıdır. Darlığın eşlik ettiği vakalarda, deri
yoluyla koroner girişimi (DYKG) hakkındaki veriler sınırlıdır. Bu
lezyonlarda, karotis, biliyer ve venöz yama damarı için tasarlanmış
farklı kafes sistemleri kullanılmıştır. Kafes yerleştirilmesi sonrası
ek genişletme gerektiğinde çevresel balon kateter kullanılmaktadır.
Bu vakada, renal kafes kullanılarak yapılan birincil DYKG ile tedavi
edilen, genişlemiş sağ koroner atardamarı olan ivegen alt duvar
yürek kası infartüslü bir hastayı bildirdik.
Coronary ectasia is localized or diffuse dilation of coronary arteries. There are limited data about the percutaneous coronary intervention (PCI) of ectatic coronary arteries with stenosis. Different stent systems such as carotid, bilier and venous graft have been used in these lesions. Post-dilation has been performed by peripheric balloon catheter, if necessary. In this case, we reported a patient with acute inferior myocardial infarction and ectatic right coronary artery who was treated with primary PCI using a renal stent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siklosporin Tedavisi Altındaki Psoriasis Hastasında Psoriatik Lezyonların Gerilemesi İle Ortaya Çıkan Vitiligo
Şükrü Balevi, Caner Aykol, Ali Balevi, Hüseyin Tol
Olgu sunumu
Özeti
Siklosporin Tedavisi Altındaki Psoriasis Hastasında Psoriatik Lezyonların Gerilemesi İle Ortaya Çıkan Vitiligo
Development Of VItIlIgo After ClInIcal Improvement In PsorIasIs PatIent Treated WIth CyclosporIne
Psoriasis ve vitiligo dermatoloji pratiğinde nispeten sık görülen dermatozlardır. Bu iki hastalığın aynı hastada ortaya çıkışıyla ilgili çok sayıda olgu bildirilmiştir. Ancak vitiligo lezyonlarının sadece psoriatik plaklarla aynı lokalizasyonda görüldüğü olgu sayısı oldukça kısıtlıdır. Bu olayın psoriasis tedavisi sırasında gelişmesi ise çok daha nadir rastlanan bir durumdur. Bu makalede psoriasis için siklosporin tedavisi altındayken sadece psoriatik plakların gerilediği bölgelerde vitiligo ortaya çıkan 45 yaşında bir erkek olgu sunulmaktadır.
Psoriasis and vitiligo are relatively frequent dermatoses in dermatology practice. Although there are a lot of case reports about patients having both psoriasis and vitiligo, there have been few published case reports about development of vitiligo on lesions of psoriasis vulgaris and also it is a very uncommon clinical situation during psoriasis treatment. Here, we report development of vitiligo on only healed psoriasis plaques in 45-year-old man treated with cyclosporine for psoriasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prostatın Müsinöz Adenokarsinomu
Recep Bedir, Hasan Güçer, Hakkı Uzun, İbrahim Şehitoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Prostatın Müsinöz Adenokarsinomu
MucInous AdenocarcInoma Of The Prostate
Prostat kanseri dünyada erkeklerde cilt kanserlerinden sonra en sık görülen kanserdir. En sık görülen histolojik tip asiner adenokarsinomlar olup, müsinöz adenokarsinom çok daha nadir görülen bir alt tiptir. Burada 64 yaşında prostatın benign hiperplazisi nedeni ile ameliyat edilen ve rezeksiyon materyalinin histopatolojik incelemesinde müsinöz adenokarsinom tanısı alan bir olgu literatür eşliğinde tartışılmıştır.
Prostate cancer is the most common cancer after the cutaneous cancers in men worldwide. Acinar adenocarcinomas are the most common histologic type and musinous adenocarcinomas are very rare seen subtype. Here we discuss a 64-year-old man operated benign prostatic hyperplasia case whose resection material’s histopathological examination diagnosed as musinous adenocarcinoma with other literature findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Romatoid Artrite Bağlı Gelişen Piyopnömotoraks
Güven Sadi Sunam, Şebnem Yosunkaya, Mehmet Gök, Sami Ceran, Kemal Ödev, Mustafa Cihat Avunduk
Olgu sunumu
Özeti
Romatoid Artrite Bağlı Gelişen Piyopnömotoraks
SurgIcal Treatment Of Pyopneumothorax Developed Due To RheumatoId ArthrItIs
Amaç: Piyopnömotoraks gelişen romatoid artritli bir olgunun sunumunu yapmak. Olgu Sunumu: Altı yıldır romatoid artrit hastalığı olan 57 yaşında erkek hasta acil servise 10 gündür devam eden öksürük, ateş, nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Hastanın çekilen radyografisinde sağda hidropnömotoraks olduğu tespit edildi. Hastaya torasentez yapıldı ve kapalı su altı drenajı uygulandı. Uygulanan tedavi ile akciğerler ekspanse olmayınca torakotomi kararı verildi. Operasyonda kalınlaşan pleura çıkarıldı. Sonuç: Patolojik tetkikte romatoid nodüller görüldü.
Aim: We report the management of one patient with rheumatoid arthritis developed pyopneumothorax. Case Report: Fifty seven-year old male patient with rheumatoid arthritis fors ix years was admitted to our emergency unit with complaints of fever, dyspnea on exercise, coughing, continuing for last 10 days. Right hydropneumothorax was observed in chest radiography. Thoracentesis was performed initially. The patient was treated by chest tube drainage. The thoracotomy was planned because of the lungs were not expansed by the performed treatment. The thicked pleura was removed at the operation. Conclusion: Pathological findings demonstrated rheumatoid nodules.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilomatriks Karsinoma
Yaşar Ünlü, Pınar Karabağlı, Hüseyin Kılıç, Ceyhan Uğurluoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pilomatriks Karsinoma
PIlomatrIx CarcInoma
Amaç: Pilomatriks karsinoma tanısı konulan bir olgunun, nadir görülmesi nedeniyle tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: 50 yaşında erkek hastada, sol ön kolunda yerleşim gösteren pilomatriks karsinoma olgusunu sunduk. Hasta hikayesinde lezyonun bir yıl önce geliştiği, ilk 6 aydan sonra boyutlarının hızla arttığı bildirildi. Pilomatriks karsinoma tanısı başlıca histopatolojik olarak verilir. Tümör, sıklıkla atipik mitozis gösteren, nükleolusları belirgin pleomorfik hücrelerden oluşmakta ve santralde keratotik materyal, gölge hücreleri, ve nekroz alanları ile karakterizeydi. Damar veya sinir infiltrasyonu görülmedi. Hasta 22 aydır lezyondan arınmış olarak izlenmektedir. Sonuç: Pilomatriks karsinoma düşük dereceli bir tümör olup, pilomatriksoma ve tiplerinden ayırımı yapılmalıdır. Klinisyenler ve patologların uzak metastaz potansiyeli yönünden, bu olgulara dikkatli yaklaşımı gerekmektedir. Literatürü gözden geçirerek olgunun diğer deri tümörleri ile ayırıcı tanısını tartıştık.
Aim: It was aimed to discuss a rare case which was diagnossed as pilomatrix carcinoma. Case Report:We report the case of a 50-year- old man with a pilomatrix carcinoma in his left forearm. In his history the patient announced taht the lesion had developed one year ago, and its size had expanded rapidly after the first six- month period. Diagnosis of malignant pilomatricoma is essentially histopathological .The tumor was composed of pleomorphic basaloid cells with prominent nucleoli and frequent atypical mitoses accompanied by central areas with keratotic materials, shadow cells, and foci of necrosis. Vascular or perineural infiltration was not observed. The patient remained disease-free at the 22 months follow- up. Conclusion: Pilomatrix carcinoma is a neoplasm of low-grade malignancy that should be distinguished from the conventional pilomatrixoma and its variants. Clinicians and pathologists should be aware of the occurrence of pilomatrix carcinoma because of its potential for distant metastases. We reviewed the literature and comment on the histopathologic differences from other cutaneous tumors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Genç Erkek Olguda Kronik Lipodermatoskleroz
Ahu Yorulmaz, Rıdvan Güneş, Ferda Artüz, Serra Kayaçetin
Olgu sunumu
Özeti
Genç Erkek Olguda Kronik Lipodermatoskleroz
ChronIc LIpodermatosclerosIs In A Young Male PatIent
Lipodermatoskleroz, kronik venöz yetmezlik ile yakın ilişkili
progresif seyirli bir dermatozdur. Lipodermatoskleroz klinik olarak
akut, subakut ve kronik olmak üzere üç ayrı evrede değerlendirilir.
Yine kronik venöz yetmezliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan akut
faz, tipik olarak alt ekstremitelere yerleşen oldukça ağrılı, belirgin
eritem ve ödemin eşlik ettiği endure plaklarla prezente olması
nedeniyle selülit ile sıklıkla karıştırılır. Kronik lipodermatoskleroz
akut lipodermatoskleroza göre çok daha sıktır ve klinik muayene
ile kolaylıkla ayırt edilir. Kronik lipodermatoskleroz kadınlarda daha
yaygındır, öyle ki bildirilen vakaların %90’a varan oranını orta yaştaki
kadın olgular oluşturmaktadır. Biz çalışmada, sağ alt ekstremitesinde
kronik venöz yetmezlik zemininde kronik lipodermatoskleroz gelişen
genç bir erkek olgu sunulmuştur. Kronik lipodermatosklerozun
genç erkeklerde daha nadir görülmesinden ötürü, bu olgunun klinik
özelliklerini ortaya koymak ve dikkat çekmek istenmiştir.
Lipodermatosclerosis is a progressive dermatosis, which is closely
related with chronic venous insufficiency. Lipodermatosclerosis has
been clinically classified into acute, subacute and chronic stages.
Acute phase, which also represents a sequelae of chronic venous
insufficiency, is commonly misdiagnosed as cellulitis, since typical
clinical presentation closely resembles cellulitis with extremely painful,
indurated plaques with intense erythema and edema affecting distal
parts of the lower extremities. Chronic lipodermatosclerosis is much
more common than acute lipodermatosclerosis and this form is easily
recognized with clinical examination. Chronic lipodermatosclerosis is
more common in women, indeed up to 90% of the reported cases are
women in their middle ages. Here, we report a young male patient
with chronic lipodermatosclerosis on right lower extremity, which had
been developed in the presence of chronic venous insufficiency. We
point out and highlight the clinical characteristics of this patient as
chronic lipodermatosclerosis is less frequently observed in young
males.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Halil İbrahim Taşcı, Tevfik Küçükkartallar, Mehmet Aykut Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Ateşli Silah Yaralanmasında Sıra Dışı Rastlantılar:
2 Olgu Sunumu
Unusual CoIncIdences In Gunshot Wound Cases: Two Case Reports
Bu yazıda intraabdominal ateşli silah yaralanması şüphesi olan, radyolojik görüntülerin
yanıltıcı sonuçlarına rağmen konservatif olarak takip edilen 2 olgu sunulmuş ve hasta takip,
tedavisinde anamnez ve fizik muayenenin önemine vurgu yapılması amaçlanmıştır. Maruz
kaldıkları ateşli silah yaralanması sonrasında erken dönemde acil servise getirilen 20 ve 34
yaşlarında 2 erkek hastada çekilen karın tomografilerinde gastrointestinal trakt içerisinde
ateşli silah saçma tanesi saptanmış. Radyolojik görüntüleri ile uyumsuz olarak peritoneal
irritasyon bulguları olmaması üzerine hikayeleri daha detaylı bir şekilde sorgulandı. Neticede
her iki hastanın da olaydan kısa süre öncesinde ava gittiği ve av eti yediği öğrenildi. Barsaklar
içindeki saçma tanelerinin yenilen ete bağlı olduğu düşünüldü ve hastalar medikal takip
sonrasında sorunsuz şekilde taburcu edildi. Karın içi ateşli silah yaralanması sonrasında
medikal takip uygulanacak hastalarda sık sık muayene ve monitorizasyon prensiplerinin yanı
sıra iyi sorgulanmış bir hikaye de gereksiz yapılacak laparotomilerin önüne geçmede önem
arz etmektedir.
In this study two cases were presented, whom had suspicion of intraabdominal gunshot
wound and were followed conservatively despite the misleading radiological results, and
we aimed to emphasize the importance of anamnesis and physical examination. Abdominal
tomography results of two male patients aged 20 and 34, who were admitted to the emergency
department with gunshot wounds in early phase, revealed that the patients had gunshot
pellets in their gastrointestinal tracts. Upon observing that the patients had no peritoneal
irritation signs, incongruous with the radiological results, their anamnesis were questioned
in a more detailed manner. Ultimately, it was learnt that both patients had been hunting and
had eaten game meat a short while before the incident. We thought that the gunshot pellets
seen in their intestines were related to the game meat they had eaten and the patients were
discharged without any problems following medical follow-up. These cases, which were seen
to have gunshot pellets in the gastrointestinal tract as revealed by abdominal tomography
results and were followed-up medically without any problems, show that, well questioned
anamnesis alongside with careful physical examination and monitorization principles prove
to be significant in preventing unnecessary laparotomy procedures in patients receiving
medical follow-up after intra-abdominal gunshot injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
Bayram Metin, Sami Ceran, Bayram Altuntaş, İsa Döngel
Olgu sunumu
Özeti
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
PerIcardIal Cysts And DIvertIcula In Three Cases
Perikardial kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin
yaklaşık olarak %7’ lik bir kısmını oluştururlar. Perikardiyal kist ve
divertiküller çoğunlukla sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte,
sol kardiyofrenik sinüs, superior mediasten, aortik ark seviyesi ve sol
hilusda da yer alabilirler. Perikardiyal kist ve divertiküller birbirine
yapı, lokalizasyon ve semptom olarak benzer lezyonlardır. Tanılarında
radyografi, BT ve MRG’ nin demostratif önemi vardır. Biz burada üç
olgu üzerinden mediastinal kistik lezyonların ayrıcı tanısında önemli
yer tutan perikardiyal kist ve perikardiyal divertiküllerin semptom,
tanı ve tedavi yönünden benzerliklerine ve farklılıklarına değinmek
istedik.
Pericardial cysts and diverticula compose %7 of all mediastinal
masses. Pericardial cysts and diverticula are generally present
at right cardiophrenic sinus also within left cardiophrenic sinus,
superıor mediastinum, aortic arch level and left hilum. Pericardial
cysts and diverticula are lesions which resemble themselves in
shape, localiaztion and symptoms. Radiography, CT and MRI has
demonstrative importance in their diagnosis. We want to present
similarities and differences of symptoms, diagnosis and treatment
of pericardial cysts and diverticula which are important in differential
diagnosis of mediastinal cystic lesions within these 3 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kikuchi-Fujimoto Hastalığı
Ömer Erdur, İbrahim Erdim, Zahide Mine Yazıcı, Rasim Yılmazer, Fatma Tülin Kayhan
Olgu sunumu
Özeti
Kikuchi-Fujimoto Hastalığı
KIkuchI-FujImoto DIsease
Kikuchi-Fujimoto hastalığı (KFH) ya da histiositik nekrotizan lenfadenit daha çok servikal lenfadenopati ve üst solunum yolu enfeksiyonu belirtileri ile kendini gösteren benign seyirli bir hastalıktır.Etyolojisi tam olarak bilinmeyen, nadir gözlenen ve kendi kendini sınırlayan bu hastalığın tanısı eksizyonel lenf nodu biyopsisi ve histopatolojik bulgular ile konur. Bu çalışmada servikal lenf adenit ile kliniğimize başvuran ve yapılan eksizyonel biyopsi sonrası KFH tanısı konulan iki hastayı sunmak istedik.
Kikuchi-Fujimoto disease (KFD), also known as histiocytic
necrotizing lymphadenitis is characterized by upper airway
infection signs and lymphadenopathy, usually in the servical region.
An excisional biopsy from an effected lymph node followed by
histopathological examination was needed for diagnosis of this rare,
bening, self-limiting disease. In this article we present two cases with
servical adenopathy who diagnosed Kikuchi-Fujimoto disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ercp Sonrası Akut Solunum Yetmezliğine Neden Olan Bilateral Pnömotoraks
Muhammed Emin Akkoyunlu, Levent Kart, Orhan Kocaman, Hatice Özçelik, Pınar Soysal, Murat Sezer, Fatmanur Karaköse, Ahmet Danalıoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Ercp Sonrası Akut Solunum Yetmezliğine Neden Olan Bilateral Pnömotoraks
Acute RespIratory FaIlure Caused By BIlateral Pneumothorax After Ercp
Endoskopik retrograt kolanjiopankreatografi (ERKP), pankreatik ve bilier hastalıkların tanı ve tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Sık kullanımı ve güvenli kabul edilmesine rağmen nadiren bazı komplikasyonlar gelişebilmektedir. Komplikasyonlar genelde hafif şiddete olmakla birlikte düşük bir oranda ciddi mortalite ve morbidite riski mevcuttur. Makalemizde ERKP’nin ender komplikasyonlarından olan bilateral pnömotoraks, abdominal ekstraluminal serbest hava, retroperitoneal ve yaygın subkutanöz amfizem gelişen ve yoğun bakımda takip edilen bir olguyu sunmayı amaçladık. Sonuç olarak ERKP’de izlenen bu tür komplikasyonlar nadir görülmekle birlikte mortalite riski yüksektir. ERKP işleminin yoğun bakım desteğinin verilebileceği merkezlerde yapılması önerilir.
Endoscopic retrograde cholangiopancreotography (ERCP) is commonly used for diagnosis and treatment in pancreatic and biliary diseases. Although it is a commonly used and safe procedure, it can also be related with several complications. These complications are generally mild, but few of of them may cause severe morbidity and mortality. We present a rare complication of ERCP with bilateral pneumothorax, extraluminal abdominal air, retroperitoneal and wide subcutaneous emphysema. The patient was transferred to intensive care unit (ICU). As a result; because of these rare but mortal complications, ERCP must be performed in departments which can be supported by intensive care units.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Bir İlçe Hastanesinde Ameliyat Edilen Delici
kesici Alet Yaralanması Olgusu: Kalp Nafiz Bıçaklanma
Adem Bayraktar, Alper Aytekin, Eral Mandollu, Abdülaziz Kaya, İbrahim Koç
Olgu sunumu
Özeti
Periferik Bir İlçe Hastanesinde Ameliyat Edilen Delici
kesici Alet Yaralanması Olgusu: Kalp Nafiz Bıçaklanma
A Case Of Operated PenetratIng Injury In A DIstInct HospItal:
penetratIng CardIac Injury
Kalbe penetran travmalar hayatı tehdit eden hemoraji ve kalp
tamponadı gibi ciddi klinik sonuçları nedeni ile önemli travma
acillerindendir. Vakaların önemli bir kısmı hastaneye ulaşamadan
kaybedilir. Hastaneye ulaşanlarda ise hızlı müdahele prognozu
belirler. Vakaların önemli bir bölümü ilk müdahalede geç kalınması,
transporttaki yetersizlikler ve operasyona alınırken oluşan gecikmeler
nedeni ile kaybedilmektedir. Bu olgumuzda göğüs cerrahisi ve kalp
damar cerrahisi uzmanı ile toraks setinin olmadığı periferik bir
ilçe hastanesinde genel cerrahi uzmanı tarafından erken dönemde
ameliyat edilen bir kalbe nafiz bıçaklanma olgusunu sunmayı
amaçladık.
Penetrating cardiac injuries are one of the most important urgent
traumas which can cause life-threatening hemorrhage and cardiac
tamponade. A significant number of cases die before reaching the
hospital. Rapid response to those who reached the hospital determines
the prognosis. Most of cases die because of inefficiencies in
transport, delays in transport to operation room and late intervention.
We aim to present, early operated penetrating cardiac injury case
by a general surgeon without thoracic/cardiovascular surgeon and
thorax surgery set in a distinct hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliğin Akut Yağlı Karaciğer Hastalığı
Osman Balcı, Halime Göktepe, Alaa S. Mahmoud
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliğin Akut Yağlı Karaciğer Hastalığı
Acute Fatty LIver Of Pregnancy
Gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı nadir görülen, gebeliğin en sık üçüncü trimesterinde ve nadiren postpartum dönemde kendini gösteren, ağır maternal ve fetal komplikasyonlara yol açan bir hastalıktır. Etyopatogenezi halen bilinmemektedir. Multifaktoriyel ve genetik nedenlerden söz edilmektedir. Tanısı preeklampsi, kolestatik sarılık ve viral hepatitlerden ayrıcı tanı alması ile mümkündür. Tedavisi ise doğumu takiben destek tedavisidir. Biz makalemizde 21 yaşında, 34 haftalık ilk gebeliği olan, kliniğimize geldiğinde karaciğer enzim yüksekliği dışında anormal laboratuar bulgusu olmayıp takiplerinde kısa sürede laboratuar testleri ileri derece bozulan ve gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı tanısı alan bir olguyu sunduk.
Acute fatty liver of pregnancy is a rare disease that may lead to serious maternal and fetal complications. It is mostly seen in the third trimester and rarely seen in the postpartum period. The etiopathogenesis is not known. Multifactorial and genetic factors are thought to be responsible. The differential diagnosis include: preeclampsia, cholestatic jaundice and viral hepatitis. Treatment is supportive care following delivery. We presented a case of 21 years old, primigravida patient in her 34th week of pregnancy who had elevated liver enzymes, all other laboratory tests were normal on admission. Laboratory tests of the patient deteriorated within short period and acute fatty liver of pregnancy developed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnce Barsak Mezosundan Köken Alan Dev İntraabdominal Miksoid Liposarkom
İbrahim Aliosmanoğlu, Mesut Gül, Fırat Tekeş, Burak Veli Ülger, Ahmet Türkoğlu, Mehmet Güli Çetinçakmak, Hüseyin Büyükbayram
Olgu sunumu
Özeti
İnce Barsak Mezosundan Köken Alan Dev İntraabdominal Miksoid Liposarkom
GIant MyxoId LIposarcoma ArIsIng From The Small IntestIne Mesentery
Primer mezenterik liposarkom nadir görülen bir durumdur. Semptomları geç ortaya çıktığı için büyük boyuta ulaşana kadar belirti vermezler ve bundan dolayı tanı geç konulur. Biz bu yazıda ince barsak mezosundan köken alan (35x30x8 cm)boyutlarında, 4123 gram ağırlığında dev miksoid liposarkomu olan 32 yaşındaki bayan hastayı sunduk. Batın içi kitlelerinin ayrıcı tanısında liposarkomlar akılda tutulmalıdır. Bu tümörler negatif cerrahi sınır sağlanarak çıkartılmalı ve hastalar uzun süre takip edilmelidir.
Primary mesenteric liposarcoma is a rare condition. It is diagnosed late because symptoms don’t appear until it reaches large sizes. In this article we presented a 32 year old female patient with giant myxoid liposarcoma originating from the small intestine mesentery measuring (35x30x8 cm) and weighing 4123 grams. As a result, liposarcomas should be considered in the distinctive diagnosis of intraabdominal masses. The mass should be excised providing negative surgical margins and the patient should be followed for a long time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipokalemi İle Başvuran İki Kardeş: Ailesel Gitelman Sendromu
Ali Karagöz, Raziye Yazıcı, Şevket Arslan, İbrahim Güney, Lütfullah Altıntepe
Olgu sunumu
Özeti
Hipokalemi İle Başvuran İki Kardeş: Ailesel Gitelman Sendromu
Two ChIldren AdmItted WIth HypokalemIa: FamIlIal GItelman Syndrome
Gitelman sendromu, otozomal resesif geçişli bir renal tubuler hastalıktır. Bu sendrom, ailesel hipokalemi-hipomagnezemi olarak da adlandırılır. Prevelansı yaklaşık 1/40000 olup, erişkin yaşa kadar teşhis edilemeyebilir. Böbreğin distal toplayıcı tubülünde, tiazid duyarlı sodyum klorür taşıyıcılarındaki inaktive mutasyonlar Gitelman sendromu’na sebep olur ve bu durum azalmış kalsiyum atılımı ve hipomagnezemi ile ilişkilidir. Ayrıca mutasyonlar sodyum klorür geri emiliminde azalmaya ve hipovolemiye yol açar. Sonuçta renin-anjiotensin-aldosteron sisteminin aktivasyonu ile hipokalemi ve metabolik alkaloz görülür. Hipokaleminin en sık sebebi, potasyumun renal yolla kaybıdır. Biz burada, potasyumun renal yolla kaybedilmesi ile karakterize, Gitelman Sendromu iki (erkek kardeş) vakayı sunuyoruz.
Gitelman syndrome (GS) is an autosomal recessive renal tubuler disorder. This syndrome also referred to as familial hypokalemiahypomagnesemia. The prevalence is estimated at approximately 1/40000 and it cannot be diagnosed until adulthood. GS, is caused by inactivating mutations in the thiazide-sensitive sodiumchloride cotransporter in the distal convoluted tubule of kidney and is associated low urinary calcium excretion, hypomagnesemia. Mutations, also lead to disruption NaCl reabsorbsion and hypovolemia. Therefore hypokalemia and metabolic alkalosis occur with activated the renin angiotensin aldosterone system. The most common cause of hypokalemia is renal potassium loss. Herein, we report cases of two (brother) GS, characterized by renal loss of potassium.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan Perikardit
Fatma Hilal Yılmaz, Derya Arslan, Osman Güvenç, Buket Uysal Aladağ, Hikmet Akbulut, İsa Yılmaz, Derya Çimen
Olgu sunumu
Özeti
Kolşisin İle Kontrol Altına Alınan Tekrarlayan Perikardit
Recurrent PerIcardItIs Can Be Controlled WIth ColchIcIne
Perikarditler sık görülen bir klinik tablodur. Tekrarlayan perikardit,
akut perikardit geçiren erişkinlerde % 15-30 oranında bildirilirken
çocuklarda nadirdir. Kardiyak tamponad ve konstriktif perikardit gibi
komplikasyonlar çok az görülür. Hastaların çoğu klinik olarak genel
durumu iyi bir şekilde karşımıza çıkarlar. Genellikle vakalar idiyopatik
kalmakla birlikte bazı olgular kronik inflamatuar hastalıklarla ve
kardiyak operasyonlarla ilişkilendirilmektedir.Tekrarlayan perikardit
olgularında romatolojik zemin saptanmasa da kolşisin kullanımına
iyi yanıtlar alınmıştır. Burada sekiz yaşındaki olguda kolşisin ile
kontrol altına alınan, nedeni saptanamamış tekrarlayan bir perikardit
vakasını paylaşmak istedik.
Pericarditis is a common clinical entities. The recurrence rate
of acute pericarditis is 15 % to 30 % inadulthood, whereas it is rare
in children with cases, most of which are case reports. There are
rare complications such as cardiac tamponade and constructive
pericarditis. The majority of patients will have a benign clinical
course. Generally, cases remain as idiopathic chronic inflammatory
diseases and, in some cases associated with cardiac operations.
Recurrent pericarditis in patients without rheumatic origin the use of
colchicine has been a good response. Here we wanted to share the
8-year-old recurren pericarditis patient was kept under control with
colchicine as a rare case of idiopatic with children.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anal Apselerde Unutulmaması Gereken Bir Durum:
endometriozis
Mehmet Buğra Bozan, Fatih Erol, Burhan Hakan Kanat, Nezahat Bal Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Anal Apselerde Unutulmaması Gereken Bir Durum:
endometriozis
CondItIonthat Must Be Kept In MInd In Anal Abscess: EndometrIosIs
Endometriozis üreme çağındaki kadınlarda sık karşılaşılan
bir problemdir. Perianal tutulum nadirdir ve epizyotomi skarları
üzerinde ağrılı şişlik olarak izlenir. Tekrarlayan anal apse ile gelen
hastalarda endometriozisin nadiren de olsa perianal bölge tutulumu
yapabileceği unutulmamalıdır. Tekrarlayan perianal apseyi taklit
eden endometriozis tanısı alan 35 yaşında bir kadın hastayı sunmayı
amaçladık.
Endometriosis is a common pathology in fertile women. Perianal
involvement is rare and painful swelling is seen on episiotomy incision
scars. Uncommon involvement of perianal region by endometriosis
should be kept in mind in recurrent anal abscess. In this case
report, we aimed to present a 35 year old woman with endometriosis
mimicking recurrent anal abscess.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siringomyelinin Eşlik Ettiği Posterior Fossa Yerleşimli Epidermoid Kist Olgusu
Ekrem Ünal, Yavuz Köksal, Mehmet Erkan Üstün, Yahya Paksoy, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Siringomyelinin Eşlik Ettiği Posterior Fossa Yerleşimli Epidermoid Kist Olgusu
A Case Of PosterIor Fossa Located EpIdermoId Cyst AssocIated WIth SyrIngomyelIa
Amaç: Epidermoid kistler, nadir görülen ektodermal kaynaklı selim kistlerdir. Kafa içersinde görülen epidermoid tümörler serebellopontin köşe, kiasma bölgesini sıklıkla tutmakla birlikte, beyin hemisferleri ve intraventriküler boşluklarda da görülebilir. Siringomyeli spinal kanalın progresif hidrodinamik bozukluğu olup sıklıkla servikal bölgede görülmesine rağmen torasik ve lomber seviyelerde de görülebilir. Olgu sunumu: Posterior fossa epidermoid kisti ile siringomyeli birlikteliği tespit edilen dokuz yaşındaki erkek hastada posterior fossa epidermoid tümörüne müdahale sonrasında siringomyelide kendiliğinden gerileme görüldü. Sonuç: Posterior fossa tümörüne müdahale ile siringomyeli kendiliğinden gerileyebildiği için ilk olarak spinal kord kavitasyonuna müdahaleden kaçınılmalıdır.
Aim: Epidermoid cyst is an uncommon ectoderm originated benign cyst. Although intracranial epidermoid cyst may commonly occur in the cerebellopontine angle and chiasma opticum, it can be detected in cerebral hemispheres as well as intraventricular area. Syringomyelia, a progressive hydrodynamic disorder of spinal canal usually occurs in cervical region although it can be seen in thoracic and lomber portion of the spinal cord. Case report: We describe a patient with syringomyelia associated with posterior fossa located epidermoid cyst. Siringomyelia has been spontaneously regressed after the removal of the posterior fossa epidermoid cyst. Conclusion: Primary intervention to spinal cord cavitations must be avoided because it can be spontaneously regressed after the removal of the posterior fossa tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hurler Sendromunda Anestezik Yaklaşım
Aybars Tavlan, Hatice Köstekçi, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Hurler Sendromunda Anestezik Yaklaşım
AnaesthetIc Approach To Hurler Syndrome
Amaç: Hurler sendromu teşhisi konmuş 6 yaşındaki kız çocuğunda, umbilikal herni ve adenoid vejetasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişim sırasındaki anestezik yaklaşımı, literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Premedikasyon uygulanmadan operasyona alınan olguya EKG, noninvaziv arter basıncı, periferik oksijen satürasyonu (SpO2) monitorizasyonu uygulandı. Olgunun anatomik özellikleri nedeni ile endotrakeal entübasyonunun zor olabileceği düşünülerek trakeostomi ve zor entübasyon için gerekli hazırlıklar yapıldı. İndüksiyon öncesi maske ile 3L/dk %100 o2 inhale ettirilerek preoksijenasyon uygulandı. %100 oksijen ve artan konsantrasyonlarda sevofluran ile anestezi indüksiyonunu takiben 1µg/kg fentanil uygulandı. Nöromüsküler blok için 1.5 mg/kg (iv) süksinilkolin verildi. Macintosh 2 numaralı bleyt kullanılarak 18 mm çapında trakeal tüp üçüncü denemede trakeaya yerleştirildi. Anestezinin idamesi %50 O2-%50 N2O ve %2 sevofluran ile sağlandı. Olgu cerrahi sonunda komplikasyonsuz olarak ekstübe edildi. Sonuç: Hurler sendromlu olguların operasyon öncesinde dikkatli bir şekilde değerlendirilmeleri gerekir. Anestezi esnasında ve sonrasındakimonitorizasyon hayati önem taşır.
Aim: We aimed to evaluate the anesthetic approach to a 6 years old female child, clinically diagnosed as Hurler syndrome, undergoing umbilical hernia repair and adenoidectomy operation, under the light of literatüre data. Case Report: Premedication was omitted. The case monitorised with EKG, non invasive arterial pressure, peripheric oxygen saturation (SpO2) and taken under operation. It is assumed to be a difficult airway case bacause of anatomical features of Hurler Syndrome, tracheostomy and difficult airway algorithm prepared. Preoxygenation via face mask with 3L/min 100% O2 inhalation applied to the case before induction. Anesthesia induced with increasing sevoflurane concentrations in 100% oxygen and fentanyl 1µg/kg. Neuromuscular blockage was maintained with 1.5 mg/kg iv succinylcholine. 18 mm diameter endotracheal tube was placed into trachea by using Macintosh blade (No:2) at third attempt. Anesthesia was maintained with 2% sevofluran in 50% O2-50% N2O. The patient was extubated without any complication at the end of the surgery. Conclusion: In Hurler’s sydrome; patients should be evaluated carrefully prior to operation. It is vital to monitor the patient in peroperative and postoperative period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Hatice Toy, Kazım Gezginç, Lema Tavlı, Mustafa Cihat Avunduk, Serra Kayaçetin, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Immatür Teratom Ve Ayırıcı Tanısı
Immature Teratoma And Its DIfferentIal DIagnosIs
Amaç: Matür teratomdan ayırıcı tanısı yapılan bir Immatür teratom vakasının sunulması. Olgu sunumu: 29 ya şındaki bayan hasta kasık ağrısı şikayeti ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvurdu. Hastanın anamne- zinden 13 yaşında iken sol ovarial kist nedeniyle sol ooferektomi geçirdiği öğrenildi. O dönemde sol överin pato lojik incelemesinin normal olduğu söylenmiş. Hastanın yapılan pelvik muayenesinde uterustan net ayrılamayan pelvik kitlesinin olduğu saptandı. Hastanın pelvik ultrasonografisinde ise sağ ovarial bölgede 11x11 cm lik solid, kistik yapıları olan kalsifik alanlar içeren düzgün sınırlı heterojen kitle izlendi. Labaratuvar bulgularından AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 : 24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 olarak bulundu. Hastaya sağ ovarial kitle ekstirpasyonu ve sağ ooferektomi yapıldı. Operasyon sonrası histopatolojik in celemede immatür teratom grade-l tanısı verildi. Sonuç: Teratomlarda immatür komponentin atlanmaması için çok sayıda parça alınması ve nöral elemanların immünohistokimyasal çalışma ile gösterilmesi gerekmektedir.
Aim: To report an immature teratoma case that was differentiated from mature teratoma. Case report: A 29 year old woman consulted to Gynecology and Obsterics clinic vvith pelvic pain. İn the histoıy of the patient, it was un- derstood that she had left sided ooferectomy due to left ovarial cyst. At that time the ovarial pathologyhad been reported as normal. İn the pelvic examination of the patient a pelvic mass that can not be differentiated from ute- rus was detected. İn the pelvic ultrasonography of the patient, at the right ovarial area a smooth bordered hete- rogenous mass that had calcified areas vvith in the body, and that was measured as to be 11x11 cm and found to have solid and cystic components was detected.İn the laboratory finding AFP: 10,5 (0-7), CEA: 6,4 (0-4,1), CA 125: 32,9 (0-21), CA19.9: 322 (0-18,4), CA 15.3 :24,5 (7,5-53 ), HCG < 1 was found. The patient had been operated, the right ovarial mass extirpation and right ooferectomy had been done. The diagnosis vvith the histopathological examination of the mass was defined as immature teratoma grade-l. Conclusion: İt is needed to get several biop- sies of the pathological spesimen in order not to skip. The immature components of the teratomas and neural com ponents should be shown vvith immunohistochemical methods.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Hüseyin Tokgöz, Sabahattin Ertuğrul, Ümran Çalışkan, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Down Sendromu Olan İki Yenidoğanda Konjenital Lösemi
CongenItal LeukemIa In Two Newborns WIth Down Syndrome
Konjenital lösemi, doğumda veya yaşamın ilk 4 haftasında ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Konjenital löseminin görülme sıklığı 4,7 milyon canlı doğumda 1’dir. Konjenital lösemilerin büyük çoğunluğu akut myeloblastik lösemidir. Genellikle lökositoz, peteşi, ekimoz, kutanöz nodüller, hepatosplenomegali ve santral sinir sistemi tutulumu şeklinde bulgular vermektedir. Bu yazımızda down sendromu olan, sepsis kliniği ile gelen ve yenidoğan döneminde konjenital lösemi tanısı konulan iki olgu sunulmuştur. Bu hastaların erken dönemde tanınması ve sepsis gibi ikincil klinik tablolarının ortaya çıkmadan tedavi şansının yakalanması hayat kurtarıcı rol oynamaktadır
Congenital Leukemia is rare disease seen at birth or in the first 4 weeks of life . The incidence of Congenital Leukemia is 1 over 4.7 million live births. Most of the cases are myeloblastic leukemia. Usually symptoms like leukocytosis, petechia, echymosis, cutaneous nodules, hepatosplenomegaly and central nervous system involvement are seen. Two newborns with Down syndrome which were septic at application and diagnosed as congenital leukemia are presented in this article. The early recognition of such cases and finding opportunity to treat before the appearance of secondary complications such as sepsis play an essential role for saving life.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nöbet Bozukluğu, Organik Kişilik Değişikliği Ve Ajite Depresyon İle Nadir Bir Porensefali V Akası
Haradanahalli Giriprakash Kshamaa, Aswath Manju, Lakshmi V Pandit, H G Kshamaa
Olgu sunumu
Özeti
Nöbet Bozukluğu, Organik Kişilik Değişikliği Ve Ajite Depresyon İle Nadir Bir Porensefali V Akası
A Rare Case Of Porencephaly WIth SeIzure DIsorder, OrganIc PersonalIty Change And AgItated DepressIon
Porensefali, serebral yarım küredeki kistler/boşluklar ile karakterize bir Merkezi sinir sistemi bozukluğudur. Nöbetler, parezi, öğrenme güçlükleri, zeka geriliği ve nadiren psikiyatrik belirtiler gibi çeşitli klinik belirtilere sahiptir. Psikiyatrik belirtiler arasında psikoz en sık görülen belirtidir. Psikiyatrik sendromlarla başvuran porensefali ile ilgili sadece birkaç vaka raporu vardır. Burada yazar, nöbet bozukluğu, organik kişilik değişikliği ve ajite depresyon ile benzersiz bir porens efali vakasını tartışıyor
Porencephaly is a disorder of Central nervous system characterized by cysts/ cavities in the cerebral hemisphere. It has varied clinical manifestations like seizures, paresis, learning disabilities, mental retardation and rarely psychiatric manifestations. Among psychiatric symptoms, psychosis is the most commonly seen manifestation. There have been only few case reports of porencephaly presenting with psychiatric syndromes. Hereby the author discusses a unique case of porencephaly with seizure disorder, organic personality change and agitated depression.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Deniz Necdet Tihan, Uğur Duman, Emrah Bayam, Fatih Mehmet Erol, Evren Dilektaşlı, Özgür Pekel, Volkan Arayıcı, Özgür Dandin
Olgu sunumu
Özeti
Kist Hidatiğe Bağlı Gelişen Akut Mekanik İntestinal
obstruksiyon
Acute MechanIcal IntestInal ObstructIon Due To HydatId Cyst
Echinococcus granulosus’un etken olduğu hidatik kisti,
özellikle hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde endemiktir.
Öncelikle tutulan organ karaciğer olsa da, ekinokkoz vücudun her
yerinde görülebilir. Olgu sunumu, ülkemizde endemik olarak görülen
kist hidatik hastalığının, primer olarak intraperitonealkavitede tutulum
yapabileceğini ve bu durumun akut mekanik intestinalobstruksiyon
tablosu ile prezante olabileceğini vurgulamaktadır.
Hydatid disease which is caused by Echinococcus
granulosus, is endemic in the husbandry regions. Primary
localization of the disease is liver; however, echinococcosis may
infect every organ and tissue of the human body. Aim of this report
is to emphasize that primary peritoneal hydatidosis may clinically be
presented with an acute mechanical intestinal obstruction in endemic
regions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Organofosfat Zehirlenmesine Bağlı Myokard İnfarktüsü Ve Solunum Yetmezliği Gelişen Genç Bir Olgu
Nihal Bakırkalay Aydın, Zehra Küçüktepe
Olgu sunumu
Özeti
Organofosfat Zehirlenmesine Bağlı Myokard İnfarktüsü Ve Solunum Yetmezliği Gelişen Genç Bir Olgu
Organophosphate IntoxIcatIon EmergIng Young A Case Of RespIratory
faIlure And MyocardIal InfarctIon
Organofosfat zehirlenmesi üzerine birçok araştırma bulunmakla
birlikte, organofosfat maruziyeti sonrasında akut myokard infarktüsü
ve solunum yetmezliği gelişen olgu ilk kez bildirilmektedir. 46
yaşında erkek hasta acil servise nefes darlığı, göğüs ağrısı ve bilinç
bulanıklığı şikayetleri ile getirildi. Alınan anamnezde yanlışlıkla tarım
ilacı (Dipterex SP 80 (%80 trichlorphon 0,0 dimethyl phosphonate)
uygulanan ağaçtan kiraz yedikten sonra bu şikayetlerinin olduğu
öğrenildi. Genel durumu kötü, takipneik, bilinci uykuya meyilliydi.
Hasta hemen entübe edildi ve mekanik ventilatöre bağlandı.
Elektrokardiyografisinde sinüs taşikardisi ve V1-4 ‘te patolojik Q ve
ST elevasyonu mevcuttu. Kan tahlilinde troponin yüksek bulundu. Bu
bulgularla hastada organofosfat zehirlenmesine bağlı kalp krizi ve
solunum yetmezliği düşünüldü. Pralidoksim, akut myokard infarktüsü
ve solunum yetmezliği tedavisi sonrasında hasta koroner anjiografi
olmak üzere taburcu edildi. Sonuç olarak organofosfat zehirlenmesine
bağlı gelişen akut myokard infarktüsü ve solunum yetmezliği gözardı
edilmemelidir.
In addition to the many research about organophosphate
poisoning, the fact of acute myocardial infarction and respiratory
failure that happen after organophosphate exposure is firstly
reported. A 46 years old patient was taken into emergency with the
plaint of dispne, chest pain and somnolence. By taking anamnesis,
it is understood that these plaints are occured after eating cherry of
which trees are disinfected with a pesticide (Dipterex SP 80 (%80
trichlorphon 0,0 dimethyl phosphonate). General situation was
miserable, tachypnea and his consciosness was somnolence. The
patient was immediately intubated and connected to the mechanical
ventilator. There was sinus tachycardia in his electrocardiography
and the elevation of pathologic Q and ST elevation in V1-4. Troponin
was high in his blood test. With these indications, it was supposed
that there was heart attack and respiratory failure depending on
organophosphate poisoning on the patient. After the treatment of
piralidoxime, acute myocardial infarction and respiratory failure, the
patient was discharged from hospital for being angiography. Finally,
acute myocardial infarction and respiratory failure which evolve out
of organophosphate poisoning shouldn’t be ignored.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
Müslim Yurtçu, Hüseyin Tokgöz, Hatice Toy
Olgu sunumu
Özeti
Seyrek Görülen Bir Disgerminom Olgusu: Dev Bir Karın İçi Kitle
A Rare PresentatIon Of DysgermInoma: A GIant AbdomInal Mass
14 yaşında bir kız çocuğunda dev over tümörü nedeniyle karında kitleye neden olan nadir bir olguyu sunmaktayız. Fizik muayenede karında distansiyon ve sert kıvamda palpabl kitle saptandı. Abdominal ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)’de sol over kaynaklı, karnı tümüyle dolduran dev kitle tespit edildi. Tetkikleri tamamlanan hastanın elektif şartlarda laparatomisi yapılıp, overleri ve her iki tubası izlenerek sol over kaynaklı solid kıvamdaki kitleye ulaşıldı. Sol salpingoooferektomi yapılarak kitle total olarak çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik muayenesinde disgerminom tanısı konuldu. Hasta kemoterapi almak üzere Çocuk Hematoloji-Onkoloji Polikliniği’ne başvurmak üzere taburcu edildi. Disgerminom, adolesan döneminde karın içi dev kitle ile başvuran kızların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
We aimed to present a rare case with giant ovarian tumor which causes intraabdominal mass in a 14-year-old girl. On examination, there were abdominal distension and a palpable solid mass in abdomen. On abdominal ultrasonography (US) and computed tomography (CT) examination, a giant mass, which covers all intraabdominal cavity, was identified in the abdomen. Laparatomy was carried out in elective conditions after all tests had been performed. The mass originated from left ovary was excised totally via left salpingoooferectomy, following both ovaries and both tuba uterinas. The operative diagnosis of dysgerminoma was confirmed with histopathologic examination. Chemotherapy was scheduled by Hematology-Oncology Department. Dysgerminoma should be considered in the differential diagnosis of the girls who are admitted with the intraabdominal giant masses.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pigmenter Paravenöz Korioretinal Atrofi
Tamer Demir, Turgut Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Pigmenter Paravenöz Korioretinal Atrofi
PIgmented Paravenous RetInochoroIdal Atrophy
Amaç: Bu çalışmada pigmenter paravenöz korioretinal atrofi tanısı alan bir olgunun klinik bulguları, karakteristik özellikleri ve tanı kriterleri incelendi. Olgu: Hut in oftalmolojik muayenede pigmenter paravenöz korioretinal atrofi tanısı alan 58 yaşındaki kadın hastanın görmeleri sağ gözde 20/30, sol gözde ise 20/50 idi ve tashihle artmıyordu. Anamnezinde aile üyelerinde herhangi bir göz hastalığı mevcut değildi. Oftalmolojik muayenesinde her iki göz ön segmentı doğal, intraokuler basınçları ise normal sınırlar içerisinde idi. Fundus muayenesinde ise her iki gözde tüm kadranlarda retina pigment epitel atrofisi ve koyu renkte yoğun bon-spikul pigmentasyon izlendi. Bu pa ravenöz pigmentasyon dışında optik diskler, makulalar ve retina damarları normal görünümde idi. Floressein an jiografide pigment kümeleri arasına yayılan bir hiperfloresans izlendi. Retina damarlarından herhangi bir sızıntı mevcut değildi. Tartışma: Pigmenter paravenöz korioretinal atrofi, orijini ve sınıflaması net olarak yapılamamış nadir görülen bir hastalıktır. Bon-spikül pigmentasyon olsun veya olmasın, pigmenter paravenöz korioretinal at- rofinin tanısı tipik oftalmoskopik görünümlü olarak perivasküler lokalizasyonlu retina pigmen epitel atrofisi ve yoğun koyu renkli pigmentasyon artışı görünümü ile yapılmaktadır.
Purpose: V/e evaluated clinical features, diagnosis and characteristic findings in a cases of pigmented pa ravenous retinochoroidal atrophy. Case: Best corrected visual acuity of a 58 year old vvoman who was diagnosed on routine examination as pigmented paravenous retinochoroidal atrophy was 20/30 in the right eye and 20/50 in the left eye. No other family members are knovvn to have eye disease. Anterior segments and intraocular pres- sures were normal. İn ali qudrants, bilaterally, there was striking paravenous pigmentary retinal pigment epithelial atrophy vvith dense black bone-spicule pigmentation. The optic discs, maculas and retinal vessels outside of the pigmentary regions appeared normal. The fluorescein angiogram revealed areas of hyperfluorescence in- terspreaded vvith pigment clumps. There was no leakage from the retinal vessels. Conclusions: Pigmented pa ravenous retinochoroidal atrophy is a rare disorder that is not we understood or classified. The diagnosis of pig mented paravenous retinochoroidal atrophy is established on the opthalmoscopic appearence of a striking disturbance of the retinal pigment epithelium in a distinctly perivascular distribution vvith or vvithout bone spicule pigmentation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Baş Dönmesi Şikayeti İle Başvuran Sol Atrial Dev Miksoma Olgusu
Alpay Arıbaş, Mehmet Tekinalp
Olgu sunumu
Özeti
Baş Dönmesi Şikayeti İle Başvuran Sol Atrial Dev Miksoma Olgusu
Left AtrIal Huge Myxoma WIth DIzzIness ComplaInt
Baş dönmesi ayırıcı tanısında nadiren akla gelen atrial miksoma olgusunu literatür eşliğinde tartışmaktır. 65 yaşında kadın hasta dört aydır baş-layan baş dönmesi nedeni ile nöroloji polikliniğine başvurmuş. Yapılan tetkiklerde nö-olojik bir neden saptanmamış. Kardiyoloji kliniğine başvurması söylenmiş. Ayrıntılı fizik muayene sonrası yapılan Transtorasik Ekokardiyografi(TTE) de sol atriyumda, sol ventrikül giriş ve çıkış yolunda obstrüksiyona yol açan dev miksoma tespit edildi. Hastaya cerrahi önerildi ancak hasta kabul etmedi. Baş dönmesi sık karşılaşı-lan bir poliklinik başvuru şikayetidir. Nadir fakat kötü klinik sonuçlara neden olabileceğinden dolayı atrial miksoma mutlaka ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulmalıdır.
The purpose of the study is to discuss an atrial myxoma case, rarely thought for the differential diagnosis of dizziness, with the help of literature. A 65 year old woman patient was admitted to neurology clinic with complaint of dizziness that started four months ago. No neurological cause was defined as the result of the examinations and the patient was referred to cardiology clinic. After a detailed physical examinaiton, a huge myxoma that lead to obstruction on the left entrance and exit ways in left atrium was defined. The patient was recommended to have a surgical operation, yet she refused to do so. Dizziness is a frequently encountered clinical complaint. Since it may cause rare but serious clinical results, atrial myxoma should definetely be taken into consideration in differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
Abdussamet Batur, Mehmet Emin Sakarya, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
AsymptomatIc GIant ThymolIpoma MImIckIng CardIomegaly: DIrect Graphy, Ct And MrI FIndIngs
Kardiyomegali görünümüne yol açan, asemptomatik, dev timolipoma olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Rutin kontrol amacıyla çekilen posterior-anterior (PA) akciğer grafisinde kardiyomegali tespit edilen 32 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemede parakardiyak kitle izlendi. Yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) görüntülemede; ön mediasten yerleşimli, düzgün sınırlı, komşu yapılara belirgin invazyon göstermeyen, fibröz komponent de içeren yağ dansitesinde kitle görüldü. Lezyon tanısı transtorasik biyopsi sonrası histopatolojik incelemeyle timolipoma olarak raporlandı. Operasyon öncesi lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı T2 ağırlıklı görüntülerde baskılanan, komşu yapılara invazyon göstermeyen kitle saptandı. Esnek özellik gösteren timolipomalar büyük boyutlara ulaşmasına rağmen bulgu vermeyebilir. Direkt grafide kardiyomegaliyi taklit edebilir. BT’de yağ dokunun gösterilmesi tanıda yardımcıdır. Lezyon sınırlarının tam olarak belirlenmesinde MRG değerli bilgiler verir.
Demonstrating the imaging findings of asymptomatic giant thymolipoma mimicking cardiomegaly is aimed. A paracardiac mass was detected with 32-year-old male patient afterwards demonstration of cardiomegaly on a posterior-anterior (PA) chest x-ray examination taken for a routine control. Computed tomography (CT) showed a mass, localized in the anterior mediastinum, with smooth margins, showing no significant invasion of adjacent structures, and including fat density with fibrous component. The diagnosis was reported as thymolipoma histopathologically after transthoracic biopsy. On a preoperative magnetic resonance (MR) examination, taken for detailing the limits of the lesion, the mass showed hyperintensity on both T1 and T2 weighted images, and suppression on fat saturated T2 weighted images. No invasion of adjacent structures was detected. A thymolipoma may reach a large size without symptoms due to its great pliability. It can mimic cardiomegaly on x-ray images. Adipose tissue on CT is helpful in the diagnosis. MRI gives valuable information in determining the exact boundaries of the lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
Abdülkadir Kandemir, Mahmud Zahid Ünlü, Mehmet Balasar, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Nefes Darlığının Eşlik Ettiği Dev Basit Böbrek Kisti
GIant SImple Renal Cyst AssocIated WIth Dyspnea
Basit böbrek kistleri; genellikle tedavi gerektirmeyen, yaygın,
benign, asemptomatik kitlelerdir. Ancak zamanla bu basit kistler
büyüyebilir, semptomatik hale gelebilir ve komplikasyonlar geliştirip
tedavi gerektirebilir. Çalışmamızda, nefes darlığı, karın ağrısı ve
asimetrik karın şişliği kliniği ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastayı
sunmayı amaçladık. Abdominal ultrasonografi (USG) görüntülemede
195x180 mm boyutuna ulaşmış ekzofitik böbrek kisti saptandı.
Hastaya devamlı perkütan drenaj eşliğinde sklerozan madde
uygulandı ve takibinde nefes darlığı geriledi. Altı ay sonraki USG
takibinde kistin kaybolduğu gözlendi.
Simple kidney cysts are common, benign and asymptomatic
masses and usually unrequire any treatment. However, this simple
cyst can grow over time, may become symptomatic and develop
complications they may require treatment. In our study, we aim to
present, the 63 -years-old male patient admitted to our clinic with
dyspnea, abdominal pain and asymmetric abdominal distension.
Abdominal ultrasonography (USG) showed that exophytic renal
cyst reached 195x180 mm. We underwent sclerosing agents in the
presence of continuous percutaneous catheter drainage and dyspnea
decreased at the follow-up. Subsequent USG after six months
revealed disparition of the cysts.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dil Kökünde Adenoid Kistik Karsinom
Çağatay Han Ülkü, Yavuz Uyar, Salim Güngör
Olgu sunumu
Özeti
Dil Kökünde Adenoid Kistik Karsinom
AdenoId CystIc CorcInoma Of The Base Of The Tongue
Tükrük bezi tümörleri nadirdir ve çoğunlukla parotis bezinde gelişirler. Minör tükrük bezi tümörleri, majör tükrük bezi tümörlerinden yaklaşık 10 kez daha az görülürler. Buna karşın, malignite insidansları daha yüksektir. Malign minör tükrük bezi tümörleri en sık sert damakta gelişir. Bunu dil kökü lokalizasyonu izler. Histopatolojik olarak çoğunluğunu adenoid kistik karsinom ve mukoepidermoid karsinom oluşturur. Bu çalışmada, dil kökünde adenoid kistik karsinom tanısı alan 53 yaşındaki bir bayan hasta, nadir bir olgu olması nedeniyle sunulmuştur. Literatür göz den geçirilerek tümörün karakteristikleri tartışılmıştır.
Salivary gland tumours are rare, and majority occur in the parotid gland. Minör salivary gland tumors are approx- imately 10 times less frequent than the majör salivary gland tumors. However they have a higher incidence of malignancy. The most common site of malignant minör salivary gland tumors is the hard palate. The base of tongue is the second common site. The majority of these tumours are adenoid cystic carcinoma and mucoepider- moid carcinoma. We present here a 53-year-old female with adenoid cystic carcinoma of the base of the tongue as a rare case. The literatüre was revievved and characteristics of this tümör are discussed
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tarsorafide Doku Hasarını Azaltıcı Bir Materyal: Silikon Rod
Ahmet Duymaz, Furkan Karabekmez, Zekeriya Tosun, Nedim Savacı
Olgu sunumu
Özeti
Tarsorafide Doku Hasarını Azaltıcı Bir Materyal: Silikon Rod
A MaterIal Decreased TIssue Damage In Tarsorraphy: SIlIcone Rod
Amaç: Tarsorafi göz kapaklarının yaklaştırılması ile kapak adezyonu yapmaktır. Göz kapağı anatomisi ve hatta fonksiyonları adezyon sırasında sütür kullanılmasından dolayı hasarlanabilir. Çalışmamızın amacı tarsal yapılar, göz kapağı mimarisi ve fonksiyonunda hasar oluşturmaksızın kolaylıkla güvenli bir metot ile kapak adezyonunu sağlamaktır. Olgu sunumu: Silikon rod (Hunter prosthesis, ROT 001 R03- Rio de Janeiro- Brezilya) 2001–2005 yılları arasında kliniğimizde yaşları 10–65 arasında 11 hastada tarsorafi uygulamalarında kullanıldı. Tarsorafi ameliyat sonrası takiplerde hastalarda herhangi bir komplikasyon olmaksızın uygulandı. Sonuç: Silikon rod göz kapağı ve tarsal yapılarda hasarı önlemek için alternatif bir tarsorafi materyalidir.
Aim: Tarsorraphy is formation of lids adhesion by approaching the eyelids. Not only eyelid’s anatomy but also functions can be damaged because of using suture during adhesion. The aim of our study is to adhese the eyelid in a safe method easily without disturbing the tarsal structures, eyelid architecture and function. Case report: The silicone rod was used in the process of tarsorraphy application for eleven patients whose ages were ranging from 10 to 65 in 2001-2005 in our clinic. Tarsorraphy was used without any complications in postoperative follow-up period in all patients. Conclusion: Silicone rod is an alternative tarsorraphy material in order to prevent the damage to eyelids and tarsal structures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psikososyal Travma Tarafından Tetiklenen Koroner Arter
spazmının Yol Açtığı Akut Miyokard Enfarktüsü
Mehmet Tekinalp, Hakan Akıllı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Kurtuluş Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Psikososyal Travma Tarafından Tetiklenen Koroner Arter
spazmının Yol Açtığı Akut Miyokard Enfarktüsü
Acute MyocardIal InfarctIon Due To Coronary Artery Spasm TrIggered
by PsychosocIal Trauma
Koroner arter spazmı, epizotlar sırasında geçici ST segment
elevasyonunun eşlik ettiği spontan göğüs ağrısı epizotları ile
karakterize olan iskemik kalp hastalığının özel bir tipidir. Bu sendrom,
ani ölüme ek olarak akut miyokard enfarktüsü, ventriküler taşikardi
veya fibrilasyon ile ilişkili olabilir. Fizyolojik stres de akut miyokard
enfarktüsü için artmış bir risk ile ilişkilidir. Ağır iş temposundan
kaynaklanan psikososyal travmadan hemen sonra başlayan,
devam eden göğüs ağrısı için acil servise başvuran 23 yaşında
bir erkek hastayı sunduk. Başvuru sırasında ne EKG’sinde ne de
kardiyak enziminde değişme olmadı, fakat takip edilirken akut ST
elevasyonlu MI gelişti. Anjiyografide koroner arterlerde stenoz yoktu.
Tipik semptomları göz önüne alındığında ergonovin testi gerekli
görülmedi. Ca-kanal blokeri ve nitratlar ile semptomları düzeldi.
Hasta bir Ca-kanal blokeri reçete edilerek taburcu edildi ve ileride
göğüs ağrısı olmadı. Sonuç olarak, ağır iş yükünden kaynaklanan
psikososyal stresden ve sempatik hiperaktiviteden dolayı gelişebilen
vazospazmın, bu genç hasta için akut miyokard enfarktüsünün sebebi
olduğunu düşünüyoruz.
Coronary artery spasm is a special type of ischemic heart disease characterized by spontaneous episodes of chest pain accompanied by transitory ST segment elevations during the episodes. This syndrome may be associated with acute myocardial infarction, ventricular tachycardia or fibrillation, as well as with sudden death. Psychosocial stresses are also associated with an increased risk for acute myocardial infarction. We reported a 23 years old, male patient who applied to the emergency department for ongoing chest pain which had begun just after psychosocial trauma arising from heavy business tempo. He had neither ECG, nor cardiac enzym changes during admission, however acute MI with ST elevation occurred while following up period. There was no stenosis in coronary arteries on angiography. Given the typical symptoms, an ergonovine test was considered unnecessary. Administration of Ca-channel blocker and nitrates ameliorated his symptoms. The patient was prescribed a calcium channel blocker at discharge and has had no further chest pain. Finally, we thought that the cause of acute myocardial infarction for this young patient that occurred after vasospasm might be due to sympathetic hyperactivity and psychosocial stresses resulting from heavy work load conditions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Birinci Trimesterde Herpes Gestationis Saptanan İkiz Gebelik
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Dilay Gök, Alaa S. Mahmoud, Ali Acar
Olgu sunumu
Özeti
Birinci Trimesterde Herpes Gestationis Saptanan İkiz Gebelik
Herpes GestatIonIs DIagnosed In The FIrst TrImester Of TwIn Pregnancy
Pemfigus intraepitelyal ayrışma ile karakterize, otoimmün mukokütanöz bir hastalık grubudur. Herpes gestationis pemfigus grubu hastalıkların nadir görülen tiplerindendir. Ortalama 1/50000 ile 1/60000 sıklıkta görülür. Bu vakamız 25 yaşında, 10. gebelik haftasında vajinal kanama nedeni ile kliniğimize başvurdu. Hastanın sol meme üst kadranda kaşıntılı lezyon tariflemesi nedeni ile hastaya Dermatoloji konsültasyonu istendi ve önerilen anithistaminik tedavi ile hasta taburcu edildi. Hasta 10 gün sonra vücudunda yaygın kaşıntılı, eritematöz püstüler lezyonlarla başvurdu. Hastadan alınan biyopsi sonucu herpes gestationis olarak geldi. Hastanın 4 haftalık steroid tedavisinden sonra lezyonları geriledi. Hasta metil prednizolon tedavisine devam etmektedir ve rutin gebelik takibi yapılmaktadır. Herpes gestationis genellikle gebeliğin 2.-3. trimesterinde ortaya çıkar. Birinci trimesterde görülen ve bu hastalıktan şüphelenilen durumlarda da biyopsi ile tanı kesinleştirilmelidir.
Pemphigus is a group of autoimmune mucocutaneous diseases characterized by intraepithelial separation. Herpes gestationis is one of the rarely seen types of pemphigus. Its incidence is about 1/ 50000 - 1/ 60000. In our article we present a 25 years old patient in her 10th week of pregnancy presented to our clinic because of vaginal bleeding. The patient complained of an itching lesion on the upper quadrant of her left breast for which she was consulted to Dermatology department. The patient was discharged with the antihistaminic treatment that was advised by the dermatologist. After 10 days the patient presented with generalized, itching, erythematous, pustular lesions. A biopsy was taken from the lesion and the result was herpes gestationis. After 4 weeks of steroid therapy the lesions regressed. The patient is still taking methyl prednesolone treatment and on routine pregnancy control. Herpes gestationis is usually seen in the 2nd-3rd trimester of pregnancy. When herpes gestationis is suspected from lesions appearing in the first trimester the diagnosis should be confirmed by biopsy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
Sinan Demircioğlu, Serhat Sayın, İrfan Fırat Özcan, Serdar Karaköse, Aynur Uğur Bilgin, Hakkı Polat
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Lenfositik Lösemili Hastada Asemptomatik Mezenterik Pannikülit
MesenterIc PannIculItIs In A PatIent WIth ChronIc LymphocytIc LeukemIa
Mezenterik pannikülit, mezenterik yağ dokusunu etkileyen inflamasyon ve fibrozis ile giden bir durumdur. Karın ağrısı, bulantı, kusma gibi semptomlar olabileceği gibi asemptomatik de olabilir. Etyolojisinde sıklıkla travma, abdominal cerrahi, enfeksiyon suçlanmakla beraber son zamanlarda malignite ile birlikteliği artış göstermiştir. Biz, literatürde birlikteliğine rastlamadığımız kronik lenfositik lösemili bir hastada asemptomatik mezenterik pannikülit olgusunu sunduk.
Mesenteric panniculitis is a situation which effects adipose tissue of the mesentery with inflammation and fibrosis. There may be symptoms like stomachache, nausea, vomiting or asymptomatic. Trauma, abdominal surgery, infection are the main causes and recently its association with the malignancy has been increased. We reported asymptomatic mesenteric panniculitis in a patient with chronic lymphocytic leukemia that hasn’t been experienced before in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Taze Donmuş Plazma İle Hızla Düzelen Ağır Bir Herediter
anjiyo Ödem Atağı
Habibullah Aktaş, Can Ergin
Olgu sunumu
Özeti
Taze Donmuş Plazma İle Hızla Düzelen Ağır Bir Herediter
anjiyo Ödem Atağı
A Severe HeredItary AngIoedema Attack RapIdly Improved WIth Fresh
frozen Plasma
Herediter anjio ödem otozomal dominant geçişli genetik bir
hastalıktır. C1 inhibitör (C1INH) eksikliği sonucu oluşur. Solunum
yollarında ödem ve bronkospazm ciddi boyutlara ulaşabilir ve tedavi
edilmezse ölümle sonuçlanabilir. Bu makalede,travma sonrası yüzde
ve üst solunum yollarında şiddetli bir anjio ödem ve ağır bir solunum
sıkıntısı yaşayan, taze donmuş plazma infüzyonu ile hızla düzelen bir
herediter anjioödem olgusu sunuyoruz.
Hereditary angioedemais a genetic autosomal dominant disease
caused by C1-esterase inhibitor protein (C1INH) deficiency that
sometimes results in death due to obstruction of upperair ways from
severe edema. Here in, we present a young male,who secon dition
was known before, faces a severe brea thing difficulty because of
uvula and diffuse face edema after a minor travma on his head. His
condition rapidly and complete lyimproved with in 2 hours after two
units of fresh frozen plasmain fusion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
Lema Tavlı, Selma Çivi, Kazım Gezginç, Cemalettin Akyürek
Olgu sunumu
Özeti
Tek Umbilikal Arter İçeren Umbilikal Kordon Anomalisi
The UmbIlIcal Cord Has The AbnormalIty Of IncludIng A SIngle UmbIlIcal Artery
Amaç: Tek umbilikal arter içeren umbilikal kordon anomalili bir olgunun sunulması. Olgu Sunumu:30 yaşında gebelik 6, doğum 1, yaşayan 0, düşük 4, 36 haftalık gebelik ve intrauterin ölü bebek tanılarıyla Kadın Doğum Kliniği’ne müracaat eden ve ölü doğum ile doğum yapan hastanın, doğum sonrasında plasentası ve bebeğin göbek kordonu incelenmek üzere Patoloji Kliniği’ne gönderildi. Patoloji laboratuvarında yapılan incelemeler son rasında göbek kordonunda sağ umbilikal arterin olmadığı tesbit edildi. Histopatolojik inceleme sonucu tüm organlarda konjesyon, barsak mukozası ve karaciğerde nekrozlar, beyin dokusunda konjesyon ve vasküler dilatasyonlarla yer yer nekroz alanları izlendi. Patolojik bulgular iskemiye bağlı doku perfüzyon yetersizliği sonu cu oluşan lezyonları içermekteydi. Sonuç: Tek umbilikal arter anomalisi özellikle sağ umbilikal arterin yokluğu son derece nadir olup, umbilikal kordon anomalilerinin tanısı prenatal dönemde doppler ultrasonografi ile kolaylıkla konulabilir. Umbilikal kordon anomalisi saptanan olgular kromozom anomalisi ve konjenital malformas- yonlar açısından dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
Aim: To present a case in which the umbilical cord has the abnormality of including a single umbilical artery. Case report: The patient was 30 years old, has passed 6 pregnancy, 1 parturition, 4 abortions and has none alive children. At the 36 gestational week she was admitted to the clinic of obstetrics and gynecology and the patient was diagnosed as in utero ex fetus. After parturition of the dead fetus, placenta and the infant’s umblical cord was sent to the the clinic of pathology for examination. During the examinations, the absence of the right umbilical artery was determined. İn histopathologic investigation brain tissue congestion and vascular dilatation in places, necrosis areas, intestinal mucosa and liver necrosis and ali organs congestion have seen. Pathologic findings include lesions because of ischemic tissue perfusion insufficiency. Results: The abnormality of a single umbili cal artery especially the absence of right umbilical artery is rare. The abnormalities of umbilical cord are diag nosed easily during prenatal period by using doppler ultrasonography. The cases in which are diagnosed umbili cal cord abnormalities must be examined for chromosome abnormalities and congenital malformations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dilate Kardiyomyopatili Asemptomatik Bir Yenidoğanda
pulmoner Arterden Ayrılan Sol Koroner Arter (alcapa)
sendromu
Hayrullah Alp, Tamer Baysal, Abdullah Alpınar, Sevim Karaarslan
Olgu sunumu
Özeti
Dilate Kardiyomyopatili Asemptomatik Bir Yenidoğanda
pulmoner Arterden Ayrılan Sol Koroner Arter (alcapa)
sendromu
Alcapa Syndrome In An AsymptomatIc Newborn WIth DIlated
cardIomyopathy
Pulmoner arterden ayrılan sol koroner arter (ALCAPA, anomalous
left coronary artery from pulmonary artery) sendromu, nadir görülen
bir doğumsal kalp hastalığı olup sol koroner arterin pulmoner
arterden anormal çıkışına verilen isimdir. Hastalar genellikle
yenidoğan döneminde, doğumdan sonra pulmoner arter basıncı
kritik düzeye düşene kadar asemptomatiktir. Ancak, daha sonraki
dönemlerde sol ventrikül yetmezliği ve infarktüs gelişmektedir.
Kliniğimize dış merkezde üfürüm duyulması nedeniyle sevk edilen
asemptomatik bir yenidoğan vaka sunulmuştur. Ekokardiyografide
dilate kardiyomiyopati tanısı konulan ve sol pulmoner arterin anormal
olarak pulmoner arterden ayrıldığı görülen hastaya yapılan kalp
kataterizasyonu ile ALCAPA sendromu tanısı kesinleştirilmiştir.
Anomalous left coronary artery from pulmonary artery (ALCAPA)
is a rare congenital heart disease in which left coronary artery leaves
from the pulmonary artery. Patients are usually asymptomatic in
neonatal period during the pulmonary artery pressure decreases up
to a critical level. However, afterwards left ventricular failure and
infarction were present. An asymptomatic newborn patient who was
referred our clinic due to cardiac murmur was presented. Dilated
cardiomyopathy and anomalous left coronary artery from pulmonary
artery were diagnosed with echocardiography and during the cardiac
catheterization ALCAPA syndrome was confirmed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Apandisit İle Karışan Brusellaepididimorşiti; Bir Olgu Sunumu
Adem Bayraktar, Yusuf Doğan, Mehmet Reşat Ceylan, İbrahim Koç, Alper Aytekin
Olgu sunumu
Özeti
Akut Apandisit İle Karışan Brusellaepididimorşiti; Bir Olgu Sunumu
Brusella EpIdIdymo-OrchItIs Confused WIth Acute AppendIcItIs; A Case Report
Bruselloz, pastorize edilmemiş süt ve süt ürünleri ile bulaşan bir zoonozdur. En sık gastrointestinal sistemi tutmakla birlikte daha az sıklıkta genito-üriner sistemi de tutmaktadır. Brusellozun en sık görülen genitoüriner komplikasyonu ise brusella epididimoorşitidir.
\r\n
Bu yazıda sadece sağ alt kadran ağrısı ile gelen hastanın yapılan ilk fizik muayenesinde akut apandisit ön tanısı düşünülürken, tetkik ve bulgular sonucunda öyküsünün derinleştirilmesiyle bruselloza bağlı olarak gelişen unilateral epididimoorşit olgusu irdelenmiş ve olgunun klinik ve laboratuvar bulguları sunulmuştur. Brucellozun endemik olduğu ülkemizde, özellikle akut batının eşlik ettiği ama bunu görüntüleme yöntemlerinin onaylamadığı durumlarda bruselloz akla getirilmelidir.
Brusellosis is a zoonotic disease which is transmitted with nonpasteurized milk and milk products. Mostly effects the gastrointestinal system and less the genitourinary system. Most common genitourinary complication of brucellosis is epididymo-orchitis.
\r\n
Here we present a case which presented with right lower quadrant pain in which physical examination lead us to the preliminary diagnosis of appendicitis after laboratuary results, cilinical findings and deepining the history the patient was diagnosed with unilateral epididimoorchit and here presented with clinical laboratuary findings. Brusellosis which is endemic in our country, should be kept in mind especially when accompanied with acute abdomen eventhoug imaging prosedures do not confirm the diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu
Selda Keskin Güler, Burcu Gökçe Çokal, Hafize Nalan Güneş, Tahir Kurtuluş Yoldaş
Olgu sunumu
Özeti
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu
Dyke-DavIdoff-Masson Syndrome
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu (DDMS) ilaca dirençli nöbetler,
serebral hemiatrofi, kontrlateral hemiparezi, fasiyal asimetri, mental
retardasyon veya öğrenme güçlükleri ile karakterize nadir görülen bir
sendromdur. Yirmiyedi yaşında erkek hasta nöbet geçirme yakınması
ile başvurdu. Hasta ilk nöbetini 3 günlükken geçirmiş. Nöbetleri
kompleks parsiyel nöbetler şeklindeymiş. Çeşitli antiepileptikler
kullanan hastanın 3 yaşına kadar nöbetleri devam etmiş. Nörolojik
muayenesinde sağ tarafta hafif hemiparezi (-5/5), derin tendon
refleksleri hiperaktif ve Babinsky delili pozitif saptandı, sol tarafında
pramidal sistem muayenesi normaldi. Kraniyal Manyetik Rezonans
İncelemesindesol serebral kortikal atrofi görüldü. Öğrenme güçlüğü
de bulunan hastaya DDMS tanısı konuldu. Tedavisi karbamazepin
1000 mg/gün ve topiramat 200 mg/gün olarak düzenlendi, On aylık
takibinde nöbet olmadı. DDMS olan hastalarda absans, kompleks
parsiyel nöbetler ve sekonder jeneralize nöbetler görülebilir. İlaca
dirençli nöbetlerin tedavisinde hemisferektomi gibi cerrahi girişimler
gerekebilir. Bizim hastamızda cerrahiye ihtiyaç duymadan oral
antiepileptik tedavi ile nöbet kontrolü sağlandı. Sendrom nadir
görüldüğünden ve Beyin MR görüntüleri tipik olduğundan sunulmaya
değer bulunmuştur.
Dyke-Davidoff-Masson Syndrome (DDMS) is rarely seen and
a clinical entity with features of drug-resistant epileptic seizures,
cerebral hemiatrophy, contralateral hemiparesia, facial asymmetry,
mental retardation or learning disability. A 27 year-old-male patient
presented with complaint of seizure. His first attack was occurred
when he was three-days-old. His seizures were complex partial
seizures. He has used varios of antiepileptics but seizures could
not be controlled since he was three-years-old. Neurological
examination revealed mild hemiparesis, hyperactive deep tendon
reflexes and Babinsky’s sign positivity at the right side. Magnetic
resonance imaging (MRI) of the brain revealed left cerebral cortical
hemiatrophy. The patient was diagnosed with DDMS considering that
learning difficulties in additon to the above clinical features. He has
used 1000 mg/day carbamezepine and 200 mg/day topiramate for
10 months and he is seizure free now. Absence, complex partial or
secondary generalized seizures may seen in patients with DDMS.
Surgical procedures like hemispherectomy may be performed
in patients who have frequent and drug-resistant seizures. In our
patient, seizures were controlled with oral antiepileptic drugs without
any need of surgery. This case is presented because of the rarity of
the syndrome and demonstratively of the brain MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsizyonel Herni İle Birlikte Chilaiditi İşareti
Arif Aslaner, Tuğrul Çakır, Umut Rıza Gündüz, Uğur Doğan, Nurullah Bülbüller
Olgu sunumu
Özeti
İnsizyonel Herni İle Birlikte Chilaiditi İşareti
ChIlaIdItI’s SIgn WIth IncIsIonal HernIa
Chilaiditi işareti hepatodiafragmatik alana kolonun inter
pozisyonudur. Demetrious Chilaiditi tarafından 1910 yılında ilk defa
tanımlanmıştır. Biz insizyonel herni birlikte gelişen 88 yaşında erkek
hastada Chilaiditi işareti bulunan ve konservatif olarak takip ve tedavi
ettiğimiz olgumuzu sunmayı planladık.
Chilaiditi’s sign was defined as colonic interposition into
hepatodiafragmatik area. It was first described by Demetrious
Chilaiditiin 1910. We plan to offer our 88-year-old man patient with
incisional hernia developing with Chilaiditi’s sign and that we followed
and treated conservatively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
St Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsünün Trombüs Aspirasyonuyla Tedavisi
Ahmet Lütfü Sertdemir, Abdullah İçli, Sümeyye Fatma Özer
Olgu sunumu
Özeti
St Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsünün Trombüs Aspirasyonuyla Tedavisi
Treatment Of St ElevatIon MyocardIal InfarctIon WIth Thrombus AspIratIon
The most seen pathophysiological mechanism of acute coronary syndrome is intracoronary thrombus after plaque rupture. ST elevation myocardial infarction is caused by occlusion of coronary arteries. The treatment is based on fibrinolytic treatment or coronary intervention. If there is massive thrombus burden in coronary artery we can use manuel thrombus aspiration. In our case, we treated patient, who referred to hospital with ST elevation myocardial infarction, by manual thrombus aspiration without using stent.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Tuğrul Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Psödomiksoma Peritonei’ye Neden Olmuş Apendiks Mukoseli
AppendIceal Mucocele CausIng Pseudomyxoma PerItoneI
Apendiks mukoseli, apendiksin lümeninin mukoid madde ile şişmesidir. Mukozal hiperplazide apendiks rüptürü veya peritoneal implantasyonlar oluşmaz. Ancak perfore olursa batın içerisine yayılabilir ve oluşan tabloya psödomiksoma peritonei adı verilir. Seksen beş yaşında kadın hastaya bir yıl önce apendiks mukoseli nedeniyle apendektomi yapılmış. Takiplerde psödomiksoma peritonei tespit edildi. Hastaya laparatomi yapıldı. Karın içerisindeki implantlar temizlenip omentektomi yapıldı. Apendiks mukoselinde kitle perfore edilmeden total olarak çıkarılmalıdır. Tümör perforasyonu sonrası karın içerisine yayılarak psödemiksoma peritonei oluşabilir. Psödemiksoma peritonei tespit edildiğinde tümörün total olarak çıkarılmasından sonra radyoterapi planlanmalıdır.
Appendiceal mucocele is the distension of the appendix lumen with mucoid material. Appendix rupture or peritoneal implantations do not occur in mucosal hyperplasia. However, if perforated, it might spread inside the abdomen and the resulting condition is called pseudomyxoma peritonei. Appendectomy was performed on an eight five year-old female patient because of appendiceal mucocele one year ago. Pseudomyxoma peritonei was determined in the followups. Laparotomy was performed on the patient. The implants in the abdomen were cleaned and omentectomy was performed. In appendiceal mucocele, the mass should be removed totally without being perforated. It might spread inside the abdomen following tumor perforation and pseudomyxoma peritonei might occur. When pseudomyxoma peritonei is found, radiotherapy should be planned following the total removal of the tumor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Paratiroid Krizi İle Başvuran Kistik Paratiroid
adenomu
Ersin Turan, Süleyman Kargın, Emet Ebru Nazik, Arif Atay, Osman Doğru
Olgu sunumu
Özeti
Akut Paratiroid Krizi İle Başvuran Kistik Paratiroid
adenomu
CystIc ParathyroId Adenoma WIth Acute ParathyroId CrIsIs
Paratiroid kistleri sık görülmeyen lezyonlar olup, nadir olarak
orta düzeyde hiperkalsemiye veya çok nadir olarak da primer
hiperparatiroidizmin hayatı tehdit edebilen bir komplikasyonu olan
paratiroid krizine yol açabilirler. Bu çalışmada, akut paratiroid
krizi semptomları ile acil servise başvuran ve yapılan incelemeler
sonucunda kistik paratiroid adenomu tespit edilerek, tedavi edilen
bir olgunun sunulması amaçlandı. Bilinç bulanıklığı ile acil servise
başvuran 46 yaşında erkek hastanın yapılan tetkiklerinde kalsiyum
16.6 mg/dl ve akut böbrek yetmezliği bulguları saptandı. Radyolojik
görüntülemesinde kistik paratiroid adenomu ile uyumlu görünümü
olan hasta, minimal invaziv paratiroid adenomu eksizyonu yapılarak
tedavi edildi. Hastanın takiplerinde parathormon ve kalsiyum
seviyeleri normale döndü. Paratiroid kistleri nadir görülürler,
hiperkalsemi bulgularına göre fonksiyonel ve non-fonksiyonel olarak
sınıflandırılırlar. Fonkisyonel kistik paratiroid adenomu olguları
çok nadiren görülürler. Bu tip hastalar hiperparatiroidi veya akut
paratiroid krizi semptomları ile başvurabilirler. Fonksiyonel paratiroid
kistleri ve kistik paratiroid adenomları primer hiperparatiroidizm ve
akut paratiroid krizi etyolojisinde göz önünde bulundurulması gereken
lezyonlardır.
Cystic lesions of the parathyroid gland are uncommon. Although
majority of patients with cystic parathyroid adenoma present with
mild hypercalcemia, some may present with parathyroid crisis
which can be a life-threatening clinical condition. In this article,
we present a patient who applied to emergency service with
symptoms of acute parathyroid crisis, was diagnosed parathyroid
adenoma with cystic degeneration and treated. A 46 years old male
patient was applied to emergency service with confusion. In blood
analyses, calcium level was 16,6 mg/dl and akut kidney failure was
determined. In radiological imagination, parathyroid adenoma with
cystic degeneration was determined and patient was treated minimal
invasive parathyroidectomy.After the operation, parathormon and
calcium levels were returned the normal levels. Parathyroid cysts
are uncommon, and they are classified as functional or nonfunctional
so far as hypercalcemia. Functional cystic parathyroid adenomas
are very rare. These patients can approach with symptoms of
hyperparathyroidism or parathyroid crisis. Parathyroid adenomas
with cystic degeneration and functional parathyroid cysts should be
considered about causes of primary hyperparathyroidism and acute
parathyroid crisis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Sinus Valsalva’dan Çıkan Sağ Koroner Arter, Lad Ve
cx Anomalisi
Aydin Akyuz, Ramazan Uygur, Seref Alpsoy, Veli Caglar, Dursun Cayan Akkoyun, Bilal Burak Baltaci
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Sinus Valsalva’dan Çıkan Sağ Koroner Arter, Lad Ve
cx Anomalisi
Anomaly Of RIght Coronary, Lad, And Cx ArterIes OrIgInatIng From
rIght SInus Valsalva
Tek koroner arter bütün koroner arter anomalileri içerisinde
yaklaşık olarak % 2-4 oranında gözlenir. Bizim vakamızda, 48
yaşında bayan hastada egzersize bağlı göğüs ağrısı ve yorgunluk
vardı. Hastanın egzersiz elektrokardiogramında 9 mets iş gücünde ST
depresyonu sonrası, biz koroner anjiografide orijinal sol ana koroner
arterin yerinde olmadığını sol ön inen arterin ve sirkumfleks arterin
sağ sinus Valsalvadan sağ koroner arterle birlikte çıktığı çok nadir bir
tek çıkışlı koroner arter anomalisi olduğunu gösterdik. Medikal tedavi
olarak beta bloker ile hastanın semptomları düzeldi. Bu tip koroner
arter anomalileri oldukça seyrektir ve ani ölüm sebebi olabilir.
Single coronary artery is observed in approximately 2-4% of all
coronary artery anomalies. In our case, 48 years old female patient
had exercise-induced angina pectoris and fatigue. After her exercise
electrocardiogram revealed ST depression during 9 mets, we
demonstrated a single coronary artery as an extremely rare anomaly
of coronary artery in which there was no original left main artery as
well as right coronary artery, left anterior descending and circumflex
arteries were originated from right sinus Valsalva. On medical
treatment with beta blocker, her symptoms had recovered. This type
of coronary anomalies is very infrequent and may be a reason of
sudden death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilateral Talamik Hemoraji
Betigül Yürüten, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Bilateral Talamik Hemoraji
BIlateral ThalamIc HImorrhage
Multipl intraserebral hemoraji tüm intrakraniyal hemorajilerin %2’sidir. Multipl intraserebral hemorajinin en sık koag- ulasyon defektleri, neoplazmalar, anjiopatiler veya sinüs trombozu olan hastalarda ortaya çıktığı bilinir. Sistemik arteriel hipertansiyonu olan hastalarda farklı zamanlarda intraserebral kanama olması sıklıkla görülebilir ancak multipl kanamanın eş zamanlı ortaya çıkışı oldukça nadirdir. Bununla birlikte, herhangi bir etyoloji bulunmaksızın multipl intraserebral hematomun ortaya çıktığı da literatürde rapor edilmiştir. Bu yazıda hipertansiyonu olan ve mul tipl intraserebral hemoraji gelişen bir hasta tanımlanmıştır. Hastada lentiform nükleusa yayılan bilateral talamik hematom mevcuttu. Nörolojik muayenesinde apati, duygusal küntlük, yukarı bakış paralizisi, tetraparezi ve hiper- tansif retinopati mevcuttu. Hipertansiyon dışında multipl intraserebral hemoraji yapan diğer nedenler laboratuar testleri ile ayrıştırıldı.
Multiple intracerebral hemorrhage represents 2 % of ali intracranial hemorrhages. Multiple intracerebral hemor- rhages have been known to occur most frequently in patients with coagulation defects, neoplasms, angiopathies or sinüs thrombosis. The finding of recurrent intracerebral hemorrhages is not unusual in patients with systemic arterial hypertension, but simultaneous occurence of multiple hemorrhages is rare in these patients. However, multiple spontaneous intracerebral hemorrhages vvithout an identifiable etiology were also reported in the literatüre. Here, we describe a hypertensive patient who developed multiple intracerebral hematomas. The patient had bilateral thalamic hematoma that extended the lentiform nucleus. There was apathy, loss of emotional concern, upvvard gaze palsy, tetraparesis and hypertensive retinopathy in the neurologic examination. Conditions other than hypertension that might cause intracerebral hemorrhage were excluded by laboratuary investigations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trizomi 21 İle Birlikte Resiprokal Translokasyon 5;12 Taşıyan Bir Olgu
Ayşe Gül Zamani, Hatice Gül Dursun, Sennur Demirel, Aynur Acar
Olgu sunumu
Özeti
Trizomi 21 İle Birlikte Resiprokal Translokasyon 5;12 Taşıyan Bir Olgu
RecIprocal TranslocatIon 5;12 CarIer In A Case WIth TrIsomy 21
Translokasyonlar ve diğer kromozoma! yeniden düzenlenmelerin mayotik mekanizmayı etkileyerek, translokasyon kromozomları dışındaki kromozomların işe karıştığı trizomik ürünlerin ortaya çıkma eğilimini arttırdığı öne sürülmektedir. Bu görüşe uygun olarak, Down sendromu ön tanısıyla laboratuvarımıza başvuran bir olguda karyotipin 47,XY,t(5;12)(5pter->5q11 ::12q24->12qter;12pter->12q24::5q11->5qter),+21 olduğu saptandı. Olgu, Down sendromu dışında fenotipik bulgu göstermediğinden dengeli translokasyon taşıyıcısı olarak değerlendirildi. Translokasyonun paternal orijinli olduğu anlaşıldı ve daha sonraki gebelikler için aileye prenatal tanı önerildi. Olgu nedeni ile parental orijinli translokasyonların mayotik ayrılamamaya muhtemel etkileri gözden geçirildi.
İt was suggested that translocations and other chromosomal rearrangements disturb meiotic disjunction mechanism and increase predisposition to trisomic offsprı'ngs. VVe report a case with Down syndrome whose karyotype was 47,XY,t(5;12)(5pter->5q11 ::12q24->12qter;12pter->12q24::5q11-> 5qter),+21. Because of the absence of any phenotypic findings, except Down syndrome stigmata, he has been accepted as a balanced translocation carrier with trisomy 21. His father was a carrier of this translocation so, the possible effect of parental translocations to the meiotic disjunction was discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskeletsel Sınıf Iıı Açık Kapanışa Sahip Bir Olgunun Ortodontik-Cerrahi Tedavisi
Faruk Ayhan Başçiftçi, Zehra İleri, Reha Yavuzer
Olgu sunumu
Özeti
İskeletsel Sınıf Iıı Açık Kapanışa Sahip Bir Olgunun Ortodontik-Cerrahi Tedavisi
OrthodontIc-Surgery Treatment Of A Skeletal Class III OpenbIte Case
Bu çalışma ön açık kapanışı da olan şiddetli Sınıf III bir olgunun ortodonti-cerrahi işbirliği ile yapılmış tedavisini sunmaktadır. Yaşı 22 olan bayan hastamız şiddetli Sınıf III malokluzyonu ile birlikte alt çene ileriliği, üst çene geriliği, üst orta hat sapması, 4 mm ön açık kapanış ve alt-üst çene uyumsuzluğu gibi dental ve iskeletsel özellikler göstermektedir. Olgunun ortodontik tedavisinde pasif selfligating sistem olan Damon sistemi uygulanmıştır. Ortodontik tedavi sonrası alt-üst çene uyumsuzluğunu düzeltmek için her iki çeneye cerrahi müdahale yapılmıştır. Ağır iskeletsel Sınıf III malokluzyonların tedavisinde ortodonti ve ortognatik cerrahinin birlikte uygulanmasıyla daha estetik ve stabil sonuçlar elde edilmektedir. Damon sistemi sürtünme kontrolü sağlayan self-ligating braketlerin yanında hasta konforunu arttırması, randevu sayısını ve hasta başında geçirilen süreyi azaltması ve tedavi süresini kısaltması gibi avantajlar da sağlamaktadır.
The aim of this study is to present a severe Class III openbite case treated by a combined orthodontic-orthognathic approach. The patient was a 22 year old female with severe Class III, mandibular prognathia, maxillary retrognathia, the upper midline deviation, 4mm open bite and maxillary-mandibular discrepancy. Damon system, a passive self-ligating system, was applied for the orthodontic treatment. After fixed appliance treatment, bimaxillary orthognathic surgery was performed to correct maxillary-mandibular discrepancy. More aesthetic and stabile results are achieved by orthodonticsurgery combination at the treatment of a severe skeletal Class III case with openbite. Damon system offers extra advantages such as self-ligating brackets in controlling friction, increasing patient comfort, lessening the number of appointments and potentially reducing chair-time and treatment time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Rektal Prolapsusa Neden Olmuş Kanser Görüntüsü Olan Dev Villöz Adenom
Kolorektal kanserlerin büyük çoğunluğu poliplerden gelişir. Beklenmedik bir klinikle ortaya çıkan ve tanıda yanılmaya neden olan karmaşık dev rektal polipli bir olguyu literatür eşliğinde tartışmak istedik. Olgu: Otuz altı yaşında erkek hasta. Yaklaşık 1 yıldır olan kramp tarzı karın ağrısı ve barsak alışkanlığında değişme mevcut. Kolonoskopide çekumda malign kitle ve rektumda dev villöz adenom tespit edildi. Çekumdaki kitle laparoskopik cerrahi ile çıkarıldı. Rektumdaki kitle lokal eksizyonla polipektomi yapıldı. Polipte kanser görülmesine rağmen cerrahi sınır ve kabul edilebilir histolojik özellikler nedeniyle yapılan işlem yeterli kabul edildi. Kolorektal polipler kanser riski taşıyan lezyonlar olduğu için detaylı histopatolojik inceleme yapılmalı ve cerrahi karar titizlikle verilmelidir
\r\n
Many of the colorectal cancers originales from polips.We wanted to discuss a case accompanied with literature who has a complicated giant rectal polip which presented with an unusual clinic and confusion in diagnosis. 36 years old male patient.He has cramp like stomache and changing in volonic habits for about a year.During colonoscopy a malign mass in caecum and a giant villous adenoma in rectum is identified.The mass in caecum is excised via laparoscopic surgery.The mass in rectum received polipectomy via local excision.Altough a cancer has seen in the polip the surgery is considered opprepriote because of the surgical frontier and acceptable histologic properties. Colorectal polips are lesions which has the risk to turn into cancers thus, detoiled histopatologic examination and gently decission of surgery is needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oestrus Ovis'in Neden Olduğu Eksternal Oftalmomiyazis
Beyza Saraçlıgil, Zeynep Dadacı, Salih Macin
Olgu sunumu
Özeti
Oestrus Ovis'in Neden Olduğu Eksternal Oftalmomiyazis
External OphthalmomyIasIs Caused By Oestrus OvIs
\r\n Eksternal oftalmomiyazis oküler yüzeyin sinek larvaları tarafından infestasyonudur. Bu yazıda sağ gözünde yabancı cisim hissi, kaşıntı ve kızarıklık şikayeti ile başvuran 47 yaşında bir olguyu tarif ettik. Yarıklı lamba biyomikroskopisinde konjonktival yüzeyde hareket eden küçük larvalar izlendi. Toplamda dört larva topikal anestezi altında çıkarılarak laboratuvara gönderildi ve oestrus ovis birinci evre larvaları olarak tanımlandı. Topikal antibiyotik-steroid kombinasyonu damla reçete edildi. Hastanın takip muayenelerinde herhangi bir şikayeti olmadı. Miyazisin şehir merkezlerinde yaşayan sağlıklı bireylerde de gelişebileceği göz önünde tutularak kırmızı gözün ayırıcı tanısında eksternal oftalmomiyazis hatırlanmalıdır.
\r\n
\r\n External ophthalmomyiasis is infestation of ocular surface with fly larvae. In our report, we described a 47-year-old man who presented with complaints of foreign body sensation, itching and redness in the right eye. Slit-lamp biomicroscopy revealed tiny larvae crawling on the conjunctival surface. A total of four larvae were removed under topical anesthesia and sent to laboratory where they were identified as first stage larvae of oestrus ovis. Topical antibiotic-steroid combination drop was prescribed. The patient had no complaints in the follow-up examinations. External ophthalmomyiasis should be remembered in the differential diagnosis of red eye as myiasis may also occur in healthy people living in city centers.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağ Tarafta Zenker Divertikülü
Tuğrul Çakır, Cemal Özben Ensari, Arif Aslaner, Burhan Mayir, Mehmet Tahir Oruç
Olgu sunumu
Özeti
Sağ Tarafta Zenker Divertikülü
RIght SIded Zenker DIvertIculum
Zenker’in divertikülü (Faringeal poş) krikofaringeal kas üstündeki
farenks mukozasının nadir görülen bir pulsiyon divertikülüdür.
Sıklıkla sol tarafta ve yaşlı hastalarda görülür. Başlıca tipik belirtileri
disfaji, regürgitasyon, kronik öksürük, aspirasyon ve kilo kaybıdır.
Semptomatik büyük divertikülü olan olguların cerrahi olarak tedavi
edilmesi gerekmektedir. Son yıllarda endoskopik tedaviler ile başarılı
sonuçlar bildirilse de divertikülektomi ve myotomi halen en iyi tedavi
yöntemi olarak gözükmektedir. Bu çalışmada 36 yaşında kadın
hastada sağ taraf yerleşimli bir Zenker divertikül olgusu, kliniği ve
tedavi yönetimi literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
The Zenker’s diverticulum (pharyngeal pouch) is a rare
pulsion diverticulum of the mucosa of the pharynx just above the
cricopharyngeal muscle. It occurs at the left side and was commonly
seen in elderly patients. Maintypical symptoms include dysphagia,
regurgitation, chronic cough, aspiration and weight loss. Symptomatic
patients with large diverticulum should be treated surgically. Although
in recent years successful results with endoscopic therapy has been
reported, diverticulectomy and myotomy are still seems to be the best
treatment. In this study, a case of 36 years old woman with rightsided
Zenker’s diverticulum, clinical presentation, and management
are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Primer Amenoreli Bir Vakada Nadir Bir Androjen Reseptör Gen Mutasyonu
Makbule Nihan Somuncu, Ayşe Gül Zamani, Emine Göktaş, Selman Yıldırım, Kazım Gezginç
Olgu sunumu
Özeti
Primer Amenoreli Bir Vakada Nadir Bir Androjen Reseptör Gen Mutasyonu
A Rare MutatIon In Androgen Receptor Gene WIth A Case Of PrImary Amenorrhoea
Androgen insensitivity syndrome (AIS) is an X-linked recessive disorder associated with incompatible
genotypes and phenotypes caused by mutations in the androgen receptor (AR) gene is located at
Xq11-q12. We have detected a rare mutation in the AR gene that has not been reported in the literatüre.
Clinical findings are female external genitalia at birth, abnormal secondary sexual development in puberty,
infertility in individuals with a 46, XY karyotype as typically characterized AIS. In our case, a 17-yearold
female phenotype presented with primary amenorrhoea and predominantly female external genitalia.
The patient had 46,XY with female phenotype. We detected a missense rare mutation in the first exon as
NM000044 c.5A>G variant was not found in ExAc or 1000genome population database, however, ıt was.
Substituting at position 2 to glutamic acid exchange to glycine. Glutamic acid is a polar amino acid with
a negative charge while glycine has stayed in a nonpolar hydrophobic group. So, we thought that the
mutation may cause a physical defect in protein and the native three-dimensional structure of the AR gene
Androjen duyarsızlık sendromu (AIS), Xq11-q12'de yer alan androjen reseptör (AR) genindeki
mutasyonların neden olduğu genotip/fenotip uyumsuzluğu ile seyreden X'e bağlı çekinik bir hastalıktır.
Bu çalışmada AR geninde literatürde daha önce bildirilmemiş nadir bir mutasyon saptadık. AIS’nun temel
klinik bulguları; 46,XY bireylerde, doğumda dişi dış genitalya, puberte döneminde anormal sekonder seks
karakter gelişimi ve erişkinlik döneminde görülen infertilitedir. 17 yaşında, dişi dış genitalyaya sahip hasta
primer amenore nedeniyle kromozom analizi yapılmak üzere kliniğimize yönlendirildi. Hastanın genotipi
46,XY olarak saptandı. Hastanın AR geni sekans analizinde ekzon 1’de; daha önce ExAc, 1000genome
ve diğer popülasyon veri tabanlarında bulunmayan NM000044 c.5A>G varyantı tespit edildi. Bu varyant 2.
pozisyonda glutamik asidin glisine dönüşümüne neden olmaktadır. Negatif yüklü, polar bir aminoasit olan
glutamik asidin; hidrofobik özelliğe sahip glisine dönüşümü nedeniyle, bu mutasyonun AR geninin fiziksel
yapısını ve proteinin 3 boyutlu yapısını bozabileceğini düşündü k.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kriptojenik Organize Pnömoni
Celalettin Korkmaz, Turgut Teke, Resul Altuntaş, Durdu Mehmet Yavşan, Soner Demirbaş, Pınar Doğan
Olgu sunumu
Özeti
Kriptojenik Organize Pnömoni
CryptogenIc OrganIzIng PneumonIa
Organize pnömoni (OP) histopatolojik olarak respiratuar bronşiol
ve alveollerde fibroblast kümeleri ve immatür kollojenlerin birikimi
ile karakterizedir. Genellikle öksürük ve dispne gibi nonspesifik
semptomları vardır. Radyolojik olarak OP sıklıkla bilateral yer
değiştirebilen yamalı infiltrasyonlar şeklinde görülür. Kriptojenik
organize pnömoni (KOP) nonspesifik semptomları olan ve OP’nin
herhangi bir sebebe bağlanamadığı alt grubu olarak tariflenebilir.
Kırk dokuz yaşında kadın hasta, 2 yıldır efor dispnesi ve 20 gündür
kuru öksürük şikayeti ile başvurdu. Pnömoni tanısıyla uygulanan
antibiyoterapiler ile hastanın şikayetlerinde ve akciğer grafilerinde
düzelme olmadı. Hastanın fizik muayenesi, rutin laboratuvar
incelemeleri ve bronkoskopisi normaldi. Akciğer grafisinde sol üst
zonda 4 adet yaklaşık 1 cm boyutlarında nodüler dansite artışı
mevcuttu. Toraks BT’sinde her iki akciğer üst lobda ve sol alt lob
superiorda düzensiz konturlu en büyüğü 35X7 mm ebadında multiple
nodüller izlendi. Bronko alveolar lavajda ARB negatifti. Kollojen doku
belirleyicileri normaldi. Hasta klinik ve radyolojik olarak KOP olarak
değerlendirildi. Sistemik kortikosteroid tedavisi başlandı. Tedavinin
altıncı ayında tam klinik düzelme gözlendi ve çekilen kontrol toraks
BT’de nodüler lezyonların kaybolduğu gözlendi. Antibiyoterapiye
cevap alınamayan, radyolojik olarak yer değiştiren ve geçici
infiltrasyonları olan hastalarda ayırıcı tanıda KOP akılda tutulmalıdır.
Organizing pneumonia (OP) is characterized histopathology cally
by tufts of fibroblasts and immature collagen filling of respiratory
bronchioles and alveoli. Symptoms are usually nonspecific and
include cough and dyspnea. Radiograph cally, OP frequently
manifests as patchy bilateral infiltrates that can be relapsing and
migratory. Cryptogenic organizing pneumonia (COP) may be defined
as having non-specific symptoms which can ultimately be described
as a subset of the OP that cannot be attributed to any reason.
Forty-nine-year-old female patient admitted with the complaints of
2 year exertional dyspnea and 20 day dry cough. The patient was
diagnosed of pneumonia and prescribed with antibiotics; however,
no improvement was observed in her complaints and lung graphics.
The physical examination of the patient, routine laboratory analyses,
collagen tissue markers and bronchoscopy were normal. In chest
X-Ray, there were 4 nodular density approximately 1 cm in size, in
the upper zone. In thorax CT, there were irregular contours multiple
nodules, and the biggest one was approximately 35x7 mm in the
upper lobes and in the superior of the left lower lobe of lungs. Acid
fast bacteria was negative at bronchoalveolar lavage. The patient
was diagnosed COP as clinically and radiologically. Then, systemic
cortico steroid therapy was started. A complete clinical recovery was
observed in the sixth month of the treatment and at the control thorax
CT displayed that nodular lesions were disappeared completely. In
the cases that were not respond to antibiotic therapy and patients
having radiologically mobile and temporary infiltrations may be taken
into consideration in the differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
Bayram Çınar, Tuncer Süzer, Erdal Coşkun, Kadir Tahta
Olgu sunumu
Özeti
Tonsillit Sonrası Bulgu Veren Lenfositik Adenohipofizit
LymphocytIc AdenohypophysItIs FollovvIng TonsIllItIs
Lenfositik hipofizit otoimmün kökenli olduğu düşünülen, sıklıkla hipopitüitarizm bulguları ile başlayan, ve hipofiz adenomu ile karışabilen nadir bir hastalıktır. Sıklıkla hamileliğin son dönemleri ile doğum sonrası erken dönemdeki kadınlarda görülür. 29 yaşında 2 çocuk annesi kadın hasta 2 ay önce kriptik tonsilit nedeni ile tedavi görmüş. Daha sonra baş ağrıları başlayan hastanın son zamanlarda görmesinde azalma olmuş. Muayene ve radyolojik inceleme sonrası hipofiz adenomu öntanısı ile öpere edilen hastanın patoloji sonucu lenfositik adenohipofizit olarak rapor edildi. Postoperatif dönem sorunları olmayan hasta taburcu edildi. Adenomlarla karışabilen hastalığın ayırıcı tanısı tedavi planlaması açısından önemlidir. Ayırıcı tanıda hastanın hikayesi, yaş ve cinsiyeti, hormon yetersizliği tablosunun ağırlığı ve manyetik rezonans görüntüleme önemlidir. Kesin tanı histopatoloji yardımıyla koyulur. Otoimmün olduğu düşünülen hastalığın sıklıkla hamilelikle ilişkisi olduğu gibi, hamile olmayan kimselerde de yeni geçirilmiş bir enfeksiyonu takiben başlayabileceği ya da bulgu verebileceği akılda tutulmalıdır.
Lymphocytic adenohypophysitis is a rare disease associated with late pregnancy and early postpartum. Autoimmune mechanism is blamed as cause. İt is frequent in females, and may be misdiagnosed as pituitary adenoma. 29 years-old -female with 2 children presented with headache follovving cryptic tonsillitis. Recently she had problems vvith her Vision. Clinical and radiological work up including magnetic rezonance imaging revealed a mass in the sellar and suprasellar region. She undervvent surgical decompression follovving functional hormona! studies. Histopathologic evaluation of the specimen was reported as lymphocytic hypophysitis. Differential diagnosis of lymphocytic hypophysitis from that of adenoma is important in planning surgery. Relation to the pregnancy, a severe hypopituitarism, edematous anterior and posterior pituitary lobe are in favour of lymphocytic hypophysitis. But certain diagnosis is made via histopathologic diagnosis. İt is thought to be autoimmune in origin especially in pregnant or recently delivered vvomen. But in nonpregnant persons it may start or be aggravated after an infection as it is in our patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kesintili Arkus Aorta Sendromu
Osman Başpınar, Tamer Baysal, Bülent Oran, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Kesintili Arkus Aorta Sendromu
Interrupted AortIc Arch
Kesintili aort arkı sendromu, asending ve desending aortanın tamamen birbirinden ilişkisiz oluşunu tanımlar. Hastamızda sol karotis ve subklavyen arter arası kesinti olan tip B kesintili arkus aorta sendromu vardı. Tip B sıklıkla başka intra ve ekstrakardiyak anomalileri de içerir ve letal bir konjenital kardiyak anomalidir. Bununla beraber kesintili arkus aortanın hastamızda olduğu gibi ventriküler inversiyon, hipoplastik sol ventrikül ve çift girişili sol ventrikülle birlikteliği çok nadir bir durumdur. Kardiyak cerrahi girişim sonrası halen kliniğimizde takip edilen bir olguyu nadir görülmesi nedeni ile sunmaktayız.
Interrupted aortic arch is defined as a complete separation of ascending and descending aorta. Our patient was classified type B whose interruption was between the left common carotid and subclavian arteries. Type B interrupted aortic arch associated with other extracardiac and intracardiac congenital lesions is a lethal defect. However, interruption of the aotic arch in association with ventricular inversion, hypoplastic left ventricul and double inlet left ventricul is a very rare condition. We report one case whose survival was provided by primary cardiac repair.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Bir Akut Batın Nedeni; Dev Over Kisti
Ali Kagan Coşkun, İbrahim Alanbay, Zafer Kılbaş, Tahir Özer, Taner Yiğit, Orhan Kozak, Turgut Tufan
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Bir Akut Batın Nedeni; Dev Over Kisti
A Rare Cause Of Acute Abdomen: GIant OvarIan Cyst
Over kistleri sık görülmekle beraber nadiren büyük boyutlara ulaşırlar. Büyük over kistleri mezenter kistleriyle, lenfanjiomalarla, loküle asit birikimleriyle veya peritoneal inklüzyon kistleri ile karışabilmektedir. Bu makalede klinik ve radyolojik bulguları nedeniyle lenfanjioma olarak değerlendirilen ancak yüksek oran da benign natürlü bir tip over kisti olan endometriotik kist tanısı konulan olgu sunulmuştur. Akut batın bulguları ile gelen hastalarda, fizik muayene ve laboratuar tetkikleri neticesinde nadiren pelvik yerleşimli dev kistik kitleler saptanabilir. Bu olguların ayırıcı tanısında gonadal yapılardan kaynaklanan kistler de göz önünde bulundurulmalıdır. Hastanın fertilite durumuna özel tedavi algoritması disiplinler arası koordineli bir çalışma ile çizilmelidir.
Ovarian cysts rarely reach enormous dimensions. The giant ones could be get mixed with mesenteric cysts, lymphangioma, local ascites or peritoneal inclusion cysts. We presented a case in which the preoperative evaluations revealed a lymphangioma eventhough the final hystopathological diagnosis was an endometriotic cyst (a type of benign ovarian cyst). Cystic lesions related to gonadal structures should be kept in mind when you’re dealing with giant cystic structures which are encountered rarely as a result of physical and laboratory examination at acute abdomen. The fertility situation and wish of patient should be considered when the treatment algoritm with an interdisciplinary approach are drawn .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atipik Klinik Ve Radyolojik Bulgularla Seyreden Akciğer Tüberküloz Olgusu
Cantürk Taşçı, Ergun Uçar, Emin Maden, Ömer Alan, Ertuğrul Çelik, Metin Özkan, Hayati Bilgiç
Olgu sunumu
Özeti
Atipik Klinik Ve Radyolojik Bulgularla Seyreden Akciğer Tüberküloz Olgusu
A Case Of Lung TuberculosIs WIth AtypIcal ClInIcal And RadIologIcal SIgns
Tüberküloz, vücudun tüm organlarında görülebilen, çoğu kez tanısı konulabilinen, ancak bulunduğu organının diğer sık görülen hastalıklarına da sık olarak benzeyip zamanla tanı zorluğu yaşatan bir hastalıktır. Bu makalede öncelikle akciğer kanseri düşündüğümüz, ancak yaptığımız tetkikler sonucu tüberküloz tanısına ulaştığımız bir hastayı sunduk. Ülkemiz gibi tüberküloz insidans ve prevalansının yüksek olduğu ülkelerde her türlü klinik ve radyolojik görünümde tüberkülozun da ön tanılar arasında olması gerektiği düşüncesindeyiz.
Tuberculosis is a disease that can mostly be diagnosed, and may involve all organs; however also may frequently mimic other disease of the involved organs and sometimes causes diagnostic problems. In our case we presented a patient that we thought to be lung cancer, however diagnosed as tuberculosis after the evaluations. We think that in countries with high tuberculosis incidence and prevalence such as our country, tuberculosis should be kept in mind in differential diagnosis in every clinical and radiological feature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliği Sırasında Miyokard İnfarktüsü Geçiren Hastada Sezaryen İçin Anestezi Yönetimi
Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Emine Vural Yalçın, Aybars Tavlan, Sema Tuncer
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliği Sırasında Miyokard İnfarktüsü Geçiren Hastada Sezaryen İçin Anestezi Yönetimi
Anesthesıa Management For Cesarean In Patıent Wıth Myocardıal Infarctıon In Pregnancy
Gebelikte kalp hastalığı varlığı anne ölümlerinin halen en önemli sebeplerinden biridir. Gebelik sürecinde akut koroner sendrom gelişme riski artar. Sezaryen ile doğum kalp hastalığı olan gebelerde uygun hemodinamik izlem ve yönetim sağlar. Kalp hastalığı olan gebede uygulanacak ideal anestezi yöntemi ise tartışmalıdır. Rejyonel anestezi genellikle tercih edilen yöntem olmasına rağmen bazı özel durumlarda genel anestezi uygulanabilir. İnvaziv monitörizasyon genel anestezi uygulanan kalp hastalarında mortalite ve morbiditeyi azaltır. Opioid kullanımı cerrahi ve entübasyona stres cevabı azaltır. Opioidin doğumdan önce uygulanması gerekiyorsa remifentanil hızlı etki başlangıcı ve metabolizması ile tercih edilecek ajandır. Bu olguda, antikoagülan kullanımı nedeni ile rejyonel anestezinin kontrendike olduğu yüksek kardiyak riskli gebede genel anestezi deneyimimizi sunmayı amaçladık.
The presence of cardiac disease in pregnancy is still one of the most important reason of maternal mortality. The possibility of acute coronary syndrome increases in pregnancy. Birth with caesarean section provides proper hemodynamic monitoring and management in parturients with cardiac disease. However the ideal anesthetic to be applied to parturient with cardiac disease is controversial. Although regional anesthesia is usually preferred method, general anesthesia may be applied in some special cases. Invasive monitoring reduces mortality and morbidity in cardiac patients undergoing general anesthesia. Opioid use reduces the stress response to surgery and intubation. If the use of opioid is required before birth, remifentanil is the ideal agent because of its rapid onset of action and metabolism. In this case, we aimed to present our general anesthesia experience on a parturient with high cardiac risk where regional anesthesia is contraindicated because of the use of anticoagulation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
Halil Özer, Semih Erden
Olgu sunumu
Özeti
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
A Case Who Has Smell- Color SynesthesIa
\r\n Sinestezi, bir duyu modülünün uyarılmasıyla aynı veya farklı yöntem içerisinde istem dışı ek algılamalara neden olan bir durum olarak tanımlanır. Şimdiye kadar yazı-renk, ses-renk, ses-hareket, ses-tat, renk-tat vb. 60 adet sinestezi türü tespit edilmiştir. Sinestezi genel popülasyonda yaklaşık %4 olduğu tahmin edilmektedir. Yazı-renk ve ses-renk sinestezisi en yaygın formlarından biridir. Bu olgu sunumunda işitme-renk ve koku-renk sinestezileri olan, ilk duyusal deneyimleri altı yaşında başlayan ve şu an şikayetleri daha az olan bir olgudan bahsedilmiştir. Yapılan klinik değerlendirmede aktif bir psikiyatrik patoloji saptanmadı. Geçmiş öyküsü ve aile öyküsünde psikiyatrik bir patoloji yoktu. Olgumuzda nöbet ve travma öyküsü yoktu. Yapılan kranial MR ve EEG normaldi. Fonksiyonel MR görüntülemede sol serebral hemisferde daha çok aktivasyon sinyali izlenmiş olup sol serebral hemisfer dominanttı. Olgumuzun kardeşinde de benzer öykünün olması sinestezide genetik yatkınlığı düşündürmektedir.
\r\n
\r\n Synesthesia is a phenomenon in which stimulation of one sensory system leads to a different experience in a second sensory system. There is more than sixty types of Synesthesia, like grapheme-color, sound-color (chromesthesia), sound-movement, sound-flavor, color- flavor etc. have been identified so far. Synesthesia is seen in 4% in general population. The grapheme-color and sound-color Synesthesia are the most common types. A case is discussed that has auditory-visual and smell-color types Synesthesia started at 6 yo but currently she has had fewer symptoms than before. An active psychiatric pathology is not found in clinical evaluation. There is neither significant patient history nor family history for psychiatric disorders other than a younger sister who has similar symptoms. She has not experienced any seizures or trauma. Her MRI and EEG were within normal limits. Functional MR imaging showed greater activation in the cerebral hemisphere that indicate lateralization. Since there is a positive familial history, we might consider genetic predispositions.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ergün Deniz, Ayşe Yüceaktaş, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Dalakta Tanısı Gecikmiş Subkapsüler Hematom
Delayed DIagnosIs Of Subcapsular Hematoma Of The Spleen
Günümüzde künt karın travması olan hastalarda batın ultrasonografik incelemesi rutin olarak yapılmaktadır. Batın içinde serbest sıvı saptanmaması, ultrasonografik incelemenin suboptimal şartlarda yapılması ve travma son rasında dikkatin santral sinir sistemi yaralanmalarına yöneltilmesi nedeniyle dalakta subkapsüler kanaması olan olgular kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. Travmadan hemen sonra rutin batın ultrasonografik incelemeleri yapılan ve dalakta patolojik bulgu saptanmayan, 3 olgunun farklı zamanlarda (1 hafta-1 yıl), değişik şikayetleri ne deniyle yapılan üst abdominal bilgisayarlı tomografik incelemelerinde dalakta subkapsüler hematom saptandı. Da lakta subkapsüler hematom tanısı gecikmiş olgularda, geç dönemlerde rüptür olabileceğinden dolayı künt karın travması ile başvuran hastaların kontrol radyolojik incelemelerinin uygun olacağı kanısındayız.
Novvadays, patients suffering from blunt abdominal trauma are examined by abdominal ultrasonography, routinly. Subcapsular bleeding of the spleen in these patients can be overlooked if there isn't free fluid in the abdominal cavity, ultrasonographic examination carried out in suboptimal contitions and after the trauma attention was in- tensified on the Central nervous system injury. İn 3 cases who have been examined by abdominal ult rasonography just after the trauma, any pathological finding was not been determined related with their spleen also examined by upper abdominal computed tomography because of their some complaints after the trauma (1 wk-1 yr) and splenic subcapsular hematomas were establised in these patients. İn patients with delayed de- velopment of splenic subcapsular hematoma following abdominal trauma can cause late rupture of the spleen, so we think that the patients suffering from blunt abdominal trauma must be examined by the control radiological methods after the trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
Veli Avci, Mehmet Melek, Salim Bilici, Perihan Tunçdemir, Deniz Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Süt Çocukluğunda Bağırsak Tıkanıklığının Seyrek
görülen Bir Nedeni: Primer Bağırsak Tüberkülozu
A Rarecause Of IntestInal ObstructIonIn Infancy: PrImary IntestInal
tuberculosIs
Tüberküloz, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak
üzere halen tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu
çalışmada primer bağırsak tüberkülozu tanısı alan 14 aylık kız olgu
rapor edildi. İki aydan beri devam eden emmeme, ateş, karın şişliği,
kusma ve zayıflama yakınmaları ile kliniğimize başvuran hastaya
akut batın tablosu nedeni ile acil cerrahi uygulandı. Cerrahi girişim
sırasında makroskopik olarak tüm bağırsaklarda peynir görünümünde
lezyonlar dikkati çekti.Histopatolojik değerlendirmede bağırsak
tüberkülozu saptandı. Erken dönemde teşhisi konulamadığı için
tüberküloz tedavisini alamayan hasta kaybedildi. Çalışmada hastanın
klinik bulguları, teşhis ve tedavisi ile ilgili ayrıntılar rapor edilerek bu
ender duruma dikkat çekilmesi hedeflendi.
Tuberculosis is still an important public health problem in the
World, especially, in undeveloped and developing countries. In this
study, the primary diagnosis of intestinal tuberculosis was reported
from a 14 months old female patient. The patient applied to our
clinic with complaints of refusing breastfeeding, fever, abdominal
distention, vomiting and loss of weight, then, the patient was taken
to emergency operation due to the acute abdomen. In the operation,
cheese-shaped lesions on whole intestines were macroscopically
observed. Its histopathological examination revealed intestinal
tuberculosis. Tuberculosis treatment for patient who were not
diagnosed in the early stage was lost. In this study, details related
with clinical findings, diagnosis and curation were reported with the
aim of making an awareness on this rare case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
V. Jugularis İnterna Kanülasyonu Sırasında Oluşan Serebral İnfarkt
Mustafa Nuri Deniz, Nezih Sertöz
Olgu sunumu
Özeti
V. Jugularis İnterna Kanülasyonu Sırasında Oluşan Serebral İnfarkt
Cerebral InfarctIon After Attempted Internal Vena JugularIs CannulatIon
Arteriya karotis interna (AKİ) ponksiyonu, perkütan vena jugularis interna (VJİ) kateterizasyonunun major komplikasyonudur. Sağ VJİ kateterizasyonu planlanan 59 yaşında ki bayan hastaya kateterizasyon sırasında üç kez AKİ ponksiyonu yapıldı. Son kez yapılan AKİ ponksiyonundan sonra aniden sol fasiyal paralizi gelişti. Yapılan fizik muayenesinde sağ hemipleji tespit edildi ve çekilen kraniyal bilgisayarlı tomografisinde sağ fronto-pariyetal bölgede subakut iskemik alanlar görüldü. VJİ kateterizasyonu sırasında AKİ ponksiyonu olursa el ile aşırı baskı uygulamaktan kaçınılmalı ve kanülasyon işleminin USG eşliğinde yapılması daha iyi daha iyi bir yöntemdir.
Internal carotid artery (ICA) punction is a major complication of percutaneous internal jugular venous canulation (IJVC). A 59 years old woman was scheduled to the right vena jugularis interna catheterization during the catheterization right carotid artery was punctured three time. After the last puncture suddenly left facial paralysis developed. On her examination, we realized the appearance of left hemiplegy and on the cranial CT there were subacute ischemic foci on the right fronto-parietal region. In the event of carotid artery punction during IVJC, excessive manual pressure should be avoided and the procedure should be better performed in the contrlateral side under USG guidance.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Erdal Peker, Murat Doğan, Sinan Akbayram, Selçuk Bektaş, A. Faik Öner
Olgu sunumu
Özeti
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Pulmonary Involvement In BrucellosIs
Bruselloz, gram-negatif bakteri ailesinden Brusella türü bakterilerle oluşan zoonotik bir hastalıktır. Bruselloz, dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeye devam etmektedir. Bakteri başta retiküloendotelyal sistem olmak üzere eklem, kalp, böbrek gibi pek çok sistemi tutabilir. Solunum sistemini tuttuğu bilinmesine rağmen akciğer tutulumu nadirdir. Akciğer tutulumu olan hastalarda klinik bulguların ve komplikasyonların nonspesifik olması tanı koymayı zorlaştırmaktadır. Bu olgu sunumunda, ateş yüksekliği, öksürük, balgam çıkarma, hemoptizi, halsizlik, istahsızlık, dizlerde ağrı şikâyetiyle başvuran 6 yaşındaki erkek hasta pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla yatırıldı. Yapılan tetkiklerinde hepatosplenomegali ve bisitopeni saptanan olgunun alınan kan ve plevral efüzyon mayisinden RoseBengal testi (+++) ve Wright agglütinasyon testi 1/1280 (+) saptandı. Olgu brusellaya bağlı pnömoni ve plevral effüzyon olarak kabul edildi. Olgu nadir görülmesi ve ülkemiz gibi brusellanın endemik olduğu ülkelerde brusellaya bağlı komplikasyonların geniş bir yelpazede olduğunu vurgulamak üzere sunuldu.
Brucellosis is a zoonotic disease caused by bacteria of the Brucella subspecies from the gram-negative bacteria family. Brucellosis continues to be a public health problem worldwide, especially in developing countries. The bacteria can involve the reticuloendothelial system foremost, and many systems such as joints, the heart and the kidneys. Despite the respiratory system involvement being known, lung involvement is rare. Non-specific findings and complications in the patients with lung involvement makes the diagnosis difficult. In this case report, a 6-year-old male patient, presenting with the complaints of fever, cough, expectoration, hemoptysis, exhaustion, anorexia and knee ache, was hospitalized with the diagnosis of pneumonia and pleural effusion. On the performed examinations, hepatosplenomegaly and bicytopenia were detected. The Rose-Bengal test was (+++) and the Wright agglutination test was 1/1280 (+) in the blood and pleural effusion fluids of the case. The case was considered to be a pneumonia and pleural effusion due to brucella. The case has been presented since it is rarely seen, and in order to emphasize that in countries such as ours, in which brucella is endemic, complications due to brucella show a wide spectrum.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı Cisim
Ali Acar, Arif Ali Gençtürk, Mehmet Balasar, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Yasin Çelebi
Olgu sunumu
Özeti
Üretrada Anatomik Bütünlüğü Bozan Yabancı Cisim
Urethral ForeIgn Body
Üretranın anatomik bütünlüğünü bozarak infeksiyon, rüptür ve fistül gibi komplikasyonlara neden olan yabancı cisimler merak, erotik stimülasyon, infravezikal obstrüksiyonu açmak amacıyla konmaktadır. 60 yaşındaki bir hastada beningn prostatik hiperplazi (BPH)' nin neden olduğu infravezikal obstrüksiyonu açma amacıyla üretraya konmuş 90 cm boyunda bir elektrik kablosu belirlendi.
Distruction of urethral anatomic continuation resulted from some complication like infections , rupture and fistula which arise from foreign body insertion . These foreign bodies are inserted for desire, erotic stimulation and infravesical obstruction. A 60 years old male patient presented with uretheral foreign body (90 cm electric cable) which thought to be inserted for overcoming the infravesical obstruction which resulted from BPH.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Mehmet İhsan Gülmez, Şemsettin Okuyucu, Cengiz Çevik
Olgu sunumu
Özeti
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Melkersson-Rosenthal Syndrome
Melkersson-Rosenthal sendromu, ağırlıklı olarak dudakları tutan
tekrarlayan orofasyal ödem, tekrarlayan fasyal sinir paralizisi ve
fissürlü dil triadı ile karakterize bir hastalıktır. Sıklıkla 2. dekatta
ortaya çıkmaktadır. En sık görülen bulgu orofasyal ödemdir. Bir diğer
bulgu olan fasyal paralizi tipik olarak rekürrendir, unilateral veya
bilateral, parsiyel veya komplet olabilir. Fissürlü dil en az rastlanılan
bulgudur, konjenital olduğu düşünülmektedir. Melkersson-Rosenthal
sendromunun etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik
ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Sendromun
tanısı klinik olarak konur. Tedavide çeşitli medikal ajanlar ve cerrahi
yöntemler uygulanabilmekte ise de üzerinde fikir birliğine varılmış
bir tedavi prorokolü bulunmamaktadır. Bu olgu sunumunda tanısı geç
konulmuş olan ve klasik triadın bir arada görüldüğü bir MelkerssonRosenthal
Sendromu olgusu sunulmuştur.
Melkersson-Rosenthal syndrome is a disease, characterized
by recurrent orofacial edema that predominantly involves the lips,
recurrent facial nerve paralysis and fissured tongue. It is usually
seen in second decade of life. The most common finding is orofacial
edema. Facial paralysis, another finding of syndrome, is typically
recurrent, can be unilateral or bilateral and may be partial or
complete. The fissured tongue is the least common symptom and
considered as congenital. Although Melkersson-Rosenthl Syndrome’s
etiology is unknown, genetic tendency and environmental factors
suspected to play role. The syndrome is diagnosed clinically.
Although various medical and surgical methods implemented, there
is no consensus for its treatment protocol. In this case report, we
presented a Melkersson-Rosenthal Syndrome case which classic
triad seen together and taken a late diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kemoterapi Alan Mide Kanserli Bir Vakanın Roy Adaptasyon Modeli’ne Göre Hemşirelik Bakımı
Handan Eren, Mahinur Durmuş İskender
Olgu sunumu
Özeti
Kemoterapi Alan Mide Kanserli Bir Vakanın Roy Adaptasyon Modeli’ne Göre Hemşirelik Bakımı
NursIng Care AccordIng To Roy AdaptatIon Model In A PatIent WIth Chemotherapy Treated GastrIc Cancer
\r\n Mide kanseri sık görülen kanserler arasındadır ve kemoterapi tedavi planı arasında yer almaktadır. Birçok sistemi etkileyen bu tedavi yönteminde bireyin ve çevresinin bu sürece uyumu önemlidir. Bu uyumu artırmak amacıyla makalede Roy Adaptasyon Modeli’ne göre ilk kemoterapi kürünü almaya gelen mide kanserli hastaya verilen hemşirelik bakım süreci anlatılmıştır. Hastadan izin alınarak elde edilen veriler doğrultusunda hastaya; fiziksel harekette bozulma, anksiyete, kemoterapi tedavi sürecine yönelik bilgi eksikliği, bireysel baş etmede yetersizlik, aile içi süreçlerde güçlenmeye hazır oluş hemşirelik tanıları konulmuş, uygun hemşirelik girişimleri yapılmıştır. Modelin kemoterapi tedavisi alan hastalarda kullanılabilir olduğu düşünülmüştür.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Gastric cancer is among the common cancers and chemotherapy is among the treatment plan. Chemotherapy affects many systems, it is important for the individual and her environment to adapt to this process. In order to improve this adaptation, the nursing care process given to the patient with gastric cancer who was receiving the first chemotherapy treatment according to the Roy Adaptation Model was described. According to the data obtained by the permission of the patient, impaired physical mobility, anxiety, deficient knowledge about chemotherapy treatment process, defensive coping, readiness for enhanced family coping, nursing diagnoses were made and appropriate nursing interventions were applied. The model is thought to be available to patients receiving chemotherapy treatment.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melkersson Rosenthal Sendromu: Fasiyal Ödemli Olgu
Yavuz Atar
Olgu sunumu
Özeti
Melkersson Rosenthal Sendromu: Fasiyal Ödemli Olgu
Melkersson Rosenthal Syndrome: Case WIth FacIal Edema
Melkersson Rosenthal Sendromu (MRS) seyrek görülen, etyolojisi bilinmeyen ve hastalık sınıflandırması net olmayan bir sendromdur. (1) MRS tek taraflı veya iki taraflı tekrarlayan periferik fasiyal paralizi atakları, orofasiyal ödem, dilde fissürler (lingua plicata) ile karakterize bir tablodur. Bu sendromda histolojik olarak multinükleer dev hücreler, artmış inflamatuar hücreler ile birlikte dilate lenfatik kanallar gözlenir. (2) Çocukluk çağında nadir görülen bu sendrom hayatın 2. ve 3. dekadında daha sık görülür. Klasik triadın görülmesi nadirdir ve genellikle monosemptomatik veya oligo semptomatik tutulum izlenir. Bulgulardan bir veya ikisi ile biyopside granülamatöz keilit varlığı tanı için yeterlidir. (1,2) Biz bu çalışmada tek başına fasiyal ödem bulgusu olan olguyu MRS yönünden incelemeyi amaçladık.
Melkersson Rosenthal syndrome (MRS) is a rare disorder of unknown etiology, undefined incidence, and inconsistent classification. (1) MRS unilateral or bilateral peripheral facial paralysis recurrent attacks, orofacial edema, fissure in the language (lingua plicata) is characterized by a table. This syndrome have been in the giant cells in histological as multinuclear, together with increased inflammatory cells and dilated lymphatic channels are observed. (2) This syndrome is rare in childhood 2 of life and 3 decad is seen more often. It is rare to see a classic triad and often monosymptomatic or oligo symptomatic involvement is monitored. It is rare to see a classic triad and often monosemptomatik or oligo symptomatic involvement is monitored. Results with one or two of the biopsy is enough to recognize the existence granulomatous chelitis. (1,2) In this study we aimed to invstigate case with alone facial edema in terms of MRS.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tension Free Transvajinal Tape Uygulaması Sonrası Mesh Erozyonu Nedenli Mesane Taşı Olgusu
Jule Eriç Horasanlı
Olgu sunumu
Özeti
Tension Free Transvajinal Tape Uygulaması Sonrası Mesh Erozyonu Nedenli Mesane Taşı Olgusu
A Case Of Bladder Stone Secondary To Mesh ErosIon After TensIon Free TransvajInal Tape Procedure
ÖZET
Tension free transvajinal tape operasyonu kısa hospitalizasyon süresi ve uygulama kolaylığı nedeni ile stres üriner inkontinansta oldukça popüler hale gelmiştir. Stres inkontinas tedavisinde tension free transvajinal tape başarılı ve güvenli bir prosedür olmasına rağmen, çeşitli intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar gelişebilmektedir. Bu çalışmamızda, 7 yıl önce geçirdiği stres üriner inkontinans nedeniyle tension free vajinal tape ve pelvic organ prolapsusu nedeniyle kolporafi anterior operasyonu sonrası mesh erozyonuna bağlı mesane taşı gelişen ve başarılı bir şekilde tedavi edilen bir olguyu tanımladık.
Tension free transvajinal tape operation has become popular in the treatment of stress urinary incontinence because of its short hospitalisation time and ease of application. Although tension free transvajinal tape is a successful and safe procedure in the treatment of stress urinary incontinence, several intraoperative and postoperative complications might be seen. In our study, we described a case of bladder stone that developed secondary to mesh erosion after tension free transvajinal tape operation for stress incontinence and reconstructive surgery (anterior colporrhaphy) for pelvic organ prolapse performed 7 years previously and who was successfully treated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konjenital Lober Amfizem
Nuriye Tarakçı, Murat Konak, Tamer Altınok, Sevgi Pekcan, Kemal Ödev, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Konjenital Lober Amfizem
CongenItal Lobar Emphysema
Konjenital lober amfizem (KLA) yenidoğan döneminde ortaya çıkan
akciğerin nadir gelişimsel anomalisidir. Onüç günlük kız bebek primer
pulmoner hipoplazi nedeniyle ünitemize kabul edildi. Şiddetli dispne
ve siyanozu olan hastanın göğüs grafisinde ve toraks tomografisinde
KLA ve pulmoner hipoplazi saptandı. Operasyon planlanan hastada
pulmoner hipoplazi varlığı prognozu ağırlaştıracağından MR
anjiografi çekildi ve pulmoner damarlanmanın normal olması üzerine
opere edildi. Biz bu olgumuz ile KLA’e eşlik edebilecek ek patolojilerin
(pulmoner hipoplazi gibi) ileri görüntüleme yöntemlerinin kullanılması
ile saptanmasının ameliyat sonrası prognozu etkileyebileceğini
vurgulamak istedik.
Congenital lobar emphysema (CLE) is a rare anomaly of lung
development that presents in the neonatal period. A 13-day-old
girl baby was admitted to our unit because of primary pulmonary
hypoplasia. She had presented with severe dyspnea and cyanosis,
where chest radiograph and chest computed tomography showed
CLE and pulmonary hypoplasia. Pulmonary hypoplasia may worsen
prognosis of patient. There fore, we performed a pulmonary magnetic
resonance angiography in our patient. Pulmonary vasculature was
normal on magnetic resonance angiography. After ward, our patient
was operated. In here we would like to highlight that the use of
advanced imaging techniques can identify additional pathologies
which may affect prognosis after surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Fatma Alagöz
Olgu sunumu
Özeti
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Ct And Mrı Fındmgs Of Urınary Bladder Tumor Arısıng From DIvertIcula (case Report)
Mesane divertikülünden kaynaklanan tümörler nadirdir. Hematüri şikayeti olan 76 yaşındaki olguya radyolojik inceleme yapıldı. Ultrsonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans incelemede mesanede sağ lateral duvardaki dlvertikülün içine ve mesane lümenine uzanan tümöral kitle tesbit edildi. Özellikle bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme divertikül neoplazmlarını tesbit etmede güvenli radyolojik yöntemlerdir.
Tumors arising from urinary bladder diverticula is a rare lesion. 76-year-old man who was presented with hematüria examined with radiologic methods. Tumoral lesions reaching into diverticula and bladder cavity were detected by ultrasonography, computed tomography and magnetic resonance imaging. Particularly, computed tomography and magnetic resonance imaging are confident to determine diverticular neoplasms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Ülkü Koçak, Demet Kıreşi, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya
Olgu sunumu
Özeti
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Acute BIlateral Basal GanglIa LesIons In DIabetIc UraemIa: MrI FIndIngs
Üremi, böbrek foksiyon bozukluğuna bağlı olarak gelişen klinik ve metabolik bozukluklarla seyreden bir tablodur. Üremiye bağlı nörolojik bozukluk pek çok diğer metabolik ve toksik hastalıktaki bulgulara benzer. Literatürde diabetik üremik hastalarda, bilateral bazal ganglionların akut tutulumu gösteren az sayıda olgu örneği mevcuttur. Biz bu sunuda akut ensefalopati bulguları gelişen diabetik kronik böbrek hastası olan olgunun kranial konvansiyonel MRG ve difüzyon MRG bulgularını sunduk. Diabetik üremik sendromik hastalarda bilateral bazal ganglion tutulumu akut olarak gelişebilmekte ancak bulgular dializ sonrasında gerilemektedir. Akut evrede ve dializ sonrası takiplerde MRG güvenli bir inceleme yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Uraemia is a syndrome of clinical and metabolic abnormalities that develop in parallel with deteriorating renal function. The neurological consequences of uraemia are similar in many ways to the central nervous system effects of other metabolic and toxic disorders. There are several recent case reports of acute movement disorders with bilateral basal ganglia involvement in diabetic uraemic patients. We studied MRI and DWI findings of a patient with diabetus mellitus and chronic renal failure who developed acute ensepholopathy. Patients with diabetes mellitus and chronic renal failure may be progress to acute ensepholopathy. After hemodialysis semptoms are regressed; MRI can be used succesfully at acute phase and after hemodialysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Her İki Uçtan Tümör Obstrüksiyonuna Bağlı Gelişen Kapalı Segment Tıkanıklığı
Closed Segment ObstructIon Related To Tumor ObstructIon On Both Ends
Mekanik barsak tıkanıklıkları; cerrahların günlük cerrahi pratiğinde sık karşılaştıkları klinik problemlerdir. Kapalı segment tipi tıkanıklıklar mekanik barsak tıkanıklıklarının nadir bir tipi olmasına rağmen distansiyonun hızla artması, barsak duvarında dolaşımın bozularak strangülasyona yol açması nedeniyle oldukça tehlikeli bir obstrüksiyon tipidir. İlk olgu; 38 yaşında kadın hasta, dış merkezde 10 ay önce inoperabl rektosigmoid köşe tümörü nedeniyle rezeksiyon yapılmaksızın yalnızca loop ileostomi uygulanmış. Hasta kliniğimize karın ağrısı ve distansiyon nedeniyle başvurdu.Hastada rektosigmoid bölgedeki tümörün çekumu infiltre etmesine bağlı kapalı segment tıkanıklığı tespit edildi.Transvers kolostomi açılarak hasta tedavi edildi. İkinci olgumuz ise 50 yaşında erkek hastaydı. Üç yıl önce sigmoid kolon tümörü nedeniyle sol hemikolektomi geçiren hasta mekanik ileus tablosu ile acil servise başvurdu. Operasyonda ince barsak mezenterindeki metastatik kitlelere bağlı ince barsakta kapalı segment tıkanıklığı geliştiği tespit edildi. Subtotal ince barsak rezeksiyonu yapılarak hasta tedavi edildi. Kapalı segment tıkanıklıkları nadir görülen, hızla tedavi edilmesi gereken mekanik barsak tıkanıklığı nedenleridir. Her iki tarafından tümör infiltrasyonuna bağlı gelişen kapalı segment tıkanıklığı oldukça nadir görülür. Bu nedenle kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen her iki tarafından tümör obstrüksiyonuna bağlı kapalı segment tıkanıklığı gelişen iki olguyu bu yazımızda literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Mechanical intestinal obstructions are frequent clinical problems that the surgeons come across in their daily surgical practices. Although the closed segment obstruction is a rare type of the mechanical intestinal obstruction, it is all the more dangerous because of the rapid increase in distension and its entailing strangulation based on the upset circulation in the intestinal wall. In our study we have discussed two closed segment cases related to colon tumor existence along with literature on the subject. The first case is a 38-year-old female patient who underwent only loop ileostomy without a resection because of inoperable rectosigmoid corner tumor 10 months ago at another health center. The patient presented to our clinic with complaints of abdominalgia and distension.The patient was diagnosed with closed segment obstruction based on the infiltration of the cecum by the tumor in the rectosigmoid area. The patient was treated through opening up a colostomy from the transverse colon.The second case was a 50-year-old male patient. The patient, who had undergone left hemicolectomy because of sigmoid colon tumor three years before, presented to the emergency service with a condition of mechanical ileus.The patient was diagnosed with closed segment obstruction in the small intestine related to the metastatic masses in the small intestinal mesentery, intraoperatively. The patient was treated through subtotal small intestinal resection.Closed segment obstructions are rare causes of mechanical intestinal obstructions that need to be treated rapidly. Closed segment obstructions that develop because of the tumor infiltration on both ends are quite rare. Therefore, we aim at discussing the aforementioned cases of closed segment obstruction that developed because of tumor obstruction on both ends and surgically treated in our clinic, along with literature on the subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Submandibuler Sialolipom
Sıddıka Fındık, Mehmet Akif Eryılmaz, Hasan Esen, Gülşah Şafak Örkan, Abitter Yücel
Olgu sunumu
Özeti
Submandibuler Sialolipom
SIalolIpoma Of The SubmandIbular Gland
Sialolipom; intraoral yerleşimli lipom varyantı olarak tanımlanan,
nadir görülen benign bir tümördür. Tümör, etrafı ince kapsüllü,
matür adipozit ve normal tükrük bezi dokusundan oluşmaktadır.
Bu çalışmada, 55 yaşında, bayan bir hastada submandibuler gland
yerleşimli sialolipom olgusu sunuldu.
Sialolipom is a rare benign tumor, defined as the variant of
intraoral lipoma. Tumour is completely surrounded by thin fibrous
capsule and consisted of mature adipocytes and normal salivary
gland tissue. In here, we present a 55 years old female patient with
submandibular gland located sialolipoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
Murat Çakır, Mehmet Kılıç
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Dev Mezenterik Lipom Olgusu
GIant MesenterIc LIpoma As A Rare Cause
Lipomlar tüm vücutta yaygın olarak görülen iyi huylu, matur yağ
dokusu içeren mezenkimal tümörlerdir. Fakat intestinal mezenter
kaynaklı lipomlar nadir görülür. Kırk iki yaşında bayan hasta karın sağ
tarafını dolduran kitle tanısı ile başvurdu. Laparatomi ile tüm batın içi
kitle çıkarıldı. Lipomlar semptomatik veya asemptomatik olabilirler.
Tek tedavisi cerrahi olarak tam çıkarılmasıdır. Tam çıkarıldığında çok
iyi prognoza sahiptirler.
Lipomas are benign mesenchymal neoplasm commonly occurring
throughout the whole body and comprise mature fat tissue. However,
intestinal mesentery originated lipomas are rarely seen. A 42-yearold
female patient presented with right sided abdominal distension.
Exploratory laparotomy was performed and fat tissue was excised.
Lipomas might or might not present with any symptoms. Complete
surgical excision is the only treatment with a very good prognosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Subkarinal Dev Bronkojenik Kist
Burhan Apilioğulları, Sami Ceran
Olgu sunumu
Özeti
Subkarinal Dev Bronkojenik Kist
SubcarInal GIant BronchogenIc Cyst
Bronkojenik kistler (BK) ventral foregut gelişimi sırasında ortaya çıkan nadir konjenital malformasyonlardır. Bronkojenik kistler, embriyogenez sırasında (4-6. haftalar arası) bronşiyal ağacın anormal tomurcuklanması sonucu oluşur. Çoğu bronkojenik kist mediastende köken alırken, akciğer parankiminde % 15 ile % 20 arasında görülür. Literatüre göre, alt loblarda intrapulmoner kistlerin çoğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bronkojenik kistler genellikle orta ve üst mediastende bulunurlar. Hastamızdaki bronkojenik kist subkarinal yerleşimli idi. Dev boyutta olması ve iki hemitoraksa yayılması açısından dikkat çekici idi. Bronkojenik kistler genellikle asemptomatiktir ve sıklıkla diğer nedenlerle rutin göğüs röntgen sırasında tesadüfen tanısı konur. Erişkin yaşlara kadar tespit edilemeyebilirler. Bizim hastamız 56 yaşındaydı. Belirgin bir semptomu yoktu. Hasta öksürük nedeniyle kliniğimize başvurdu ve bronkojenik kisti tespit edildi. Bronkojenik kistin temel tedavisi cerrahi eksizyondan oluşur. Ancak, rezeksiyonun yapılamadığı durumlarda, epitel olgumuzdaki gibi soyulmalıdır
Bronchogenic cysts (BC) are rare congenital malformations arising during the development of the ventral foregut. Bronchogenic cysts form as a result of abnormal budding of the bronchial tree during embryogenesis (between 4th-6th weeks). Most bronchogenic cysts originate in the mediastinum, while 15% to 20% occur in the lung parenchyma. According to the literature, most intrapulmonary cysts occur in the lower lobes. But bronchogenic cysts are commonly found in the middle and superior mediastinum. The bronchogenic cyst in our patient was subcarinal. It was striking in terms of its giant size and laying on two hemithoraxes.The bronchogenic cysts are usually asymptomatic and often diagnosed incidentally during routine chest roentgenogram for other reasons.They may not be detected until adulthood. Our patient was 56 years old. She had no obvious symptoms . The patient was referred to our clinic because of cough,and her bronchogenic cyst was determined. Basic treatment of bronchogenic cyst consists of surgical excision. However, in cases where resection cannot be performed, the epithelium should be peeled as in our case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
1p36 Delesyon Sendromuna Eşlik Eden Şüpheli Konjenital Sitomegalovirüs Enfeksiyonlu Vaka Sunumu
Oğuz Eğil, Sevgi Pekcan, Şükrü Nail Güner, Mahmut Selman Yıldırım, Esra Hazar Sayar
Olgu sunumu
Özeti
1p36 Delesyon Sendromuna Eşlik Eden Şüpheli Konjenital Sitomegalovirüs Enfeksiyonlu Vaka Sunumu
A Case Report Of 1p36 DeletIon Syndrome And Suspected CytomegalovIrus InfectIon
\r\n 1P36 Delesyon Sendromu 1. kromozomun kısa kolundaki parsiyel delesyon ile karakterize, nadir görülen bir konjenital malformasyon sendromudur. İlk vakalar Hain ve arkadaşları ile başlayarak 1980’lerin başında yayınlanmıştır. 1987’de Magenis ve arkadaşları ilk saf vakayı tarif etmiştir. Hastalığın görülme insidansı 1/5000-1/10000 olup, kadın-erkek oranı ise 2/1’dir. Karakteristik bulguları tipik yüz görünümü, gelişme geriliği, beslenme sorunları, santral sinir sistemi anomalileri, epilepsi, mikrosefali, görme problemleri, işitme kaybı, konjenital kalp defektleri, böbrek ve iskelet anomalileridir. Konjenital Sitomegalovirüs enfeksiyonunu ise spesifik bir tedavisi bulunmayan fetüs üzerinde kalıcı etkileri bulunan bir intrauterin hastalıktır. Sitomegalovirüs enfeksiyonunun yaygın klinik bulguları peteşi, doğumda sarılık, hepatosplenomegali, mikrosefali, hipotoni, beslenme güçlüğü, sensorinöral işitme kaybı, görme anormallikleri, epilepsi, gelişimsel serebral anomaliler, intrauterin gelişme geriliği, prematürite ve ölü doğumdur. Bu olgu, 1P36 Delesyon Sendromu gibi nadir görülen bir hastalığa ve ilk kez 7 aylıkken CMV-DNA pozitifliği saptanan konjenital Sitomegalovirüs enfeksiyonuna benzer bir kliniğe sahip nadir bir vaka olması nedeniyle bildirilmiştir
\r\n
\r\n 1p36 Deletion Syndrome is a rare disease characterized by a partial deletion in the short arm of chromosome 1. The first reports of cases with microdeletion of chromosome 1p36 were published in 1980s, beginning with a report by Hain et al. The first pure case of 1p36 Deletion Syndrome was identified in the 1987 by Magenis et al. Its incidence is presumed as 1:5000 to 1:10000 and prevalence among men/women is 1/2. Characteristic signs are dysmorphic facial features, developmental delay, feeding difficulties, central nervous system anomalies, seizures, microcephaly, intellectual disability, vision problems, sensorineural deafness, congenital heart defects, skeletal and renal anomalies. Congenital Cytomegalovirus infection is an intrauterine disease with persistent effects on the fetus with no specific treatment. Common clinical findings are petechiae, jaundice at birth, hepatosplenomegaly, microcephaly, hypotonia, poor suck, sensorineural hearing loss, vision abnormalities, seizures, developmental cerebral anomalies, intrauterine development delay, prematurity and stillbirth. This case has been reported due to being a unique case having both such a rare disease like 1p36 Deletion Syndrome and a corresponding clinical picture to congenital Cytomegalovirus infection which she has firstly been determined with a positive CMV-DNA level when she was 7 months old.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
Tamer Ertan, Mehmet Kılıç, A. Keşşaf Aşlar, Ömer Yoldaş, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
Sigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomsigmoid Kolonda Kolon Kanserini Taklit Eden Aktinomikoz Olgusuikoz Olgusu
ActInomycosIs Of SIgmoId Colon: MImIckIng A Colon Cancer
Abdominal aktinomikoz anaerobik bir bakteri olan Actinomyces İsraeli’nin neden olduğu nadir görülen bir enfeksiyöz hastalıktır. Pelvik aktinomikoz sıklıkla intrauterin araç (İUA) kullanımıyla birliktedir. Kronik süpüratif enfeksiyon pelvik maligniteyi taklit edebilir. Preoperatif dönemde doğru tanı konulması genellikle mümkün olmamaktadır. İUA kullanımının bu nadir komplikasyonunu farketmek hastayı gereksiz ameliyattan kurtarabilir. Olgu: 31 yaşında ve İUA kullanım öyküsü olan kadın hasta karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvurdu. Fizik muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyeti mevcuttu. Bimanuel pelvik muayenesinde 8x10 cm’lik kitle mevcuttu. Transvajinal ultrasonda sağ overden köken alan 9x9 cm’lik kistik kitle saptandı. Hasta sağ over kist torsiyonu tanısıyla acil ameliyata alındı. Ameliyatta sağ adneks, sigmoid kolon, sakrum ve sağ pelvik duvarı infiltre eden kitle lezyonu saptandı. 10 cm’lik bir jejunum ansı’da bu kitle lezyonuna yapışıklık gösteriyordu ve sigmoid kolonda yaklaşık 5x6 cm boyutunda kitle palpe ediliyordu. Bu bulgular kolon karsinomunu destekliyordu ve intraoperatif genel cerrahi konsültasyonu istendi. Hastaya sağ salfingo ooferektomi + sigmoid rezeksiyon + segmental jejunum rezeksiyonu yapıldı. Rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesinde aktinomikozla uyumlu kronik inflamasyon doku saptandı. Sonuç: Özellikle İUA kullanan hastalarda pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında nadir görülen bu infeksiyöz hastalık akılda tutulmalıdır.
Abdominal actinomycosis is a rare infectious disease caused by an anaerobic bacterium actinomyces israeli. Pelvic actinomycosis is generally associated with the use of intrauterin devices (IUD). This chronic suppurative infection can mimic pelvic malignancy. The diagnosis of the disease is frequently miss preoperatively. The surgeons must be aware of this rare complication in order to avoid an extensive surgical procedure. Case: We present the case of a 31 year old premenoposal woman with an abdominal pain and a history of IUD us efor 6 years. On physical examination the patient had tenderness on right lower abdomen and a palpable cystic mass 8x10 cm in size on pelvic bimanual examination. A preoperative transvaginal USG showed a 9x9 cm cystic mass originated from right ovary. The patient was taken to the emergency operating suite with the diagnosis of torsion of the right cystic ovary by gynaecologist. During the exploratory laparotomy we observed an extensive diffusely infiltrating process involving right adnexa, sigmoid colon sacrum and right pelvic Wall. A loop of jejunum was adherent to this infiltrating process and a mass 5x6 cm in size was palpated in sigmoid colon. These findings were highly suggestive of a colonic carcinoma and the patient was consulted with a general surgeon intraoperatively. Right salpingo -ooferectomy + sigmoid resection + segmental jejunal resection was performed. Pathologic findings showed chronic inflammatory tissue with evidence of actinomycosis. Conclusion: The case described here underlines that surgeons must be aware of this unusual infectious disease in the differential diagnosis of pelvic mass.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Ümran Çalışkan, Kaan Demirören, Hasan Acar, Saadet Demirören
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Çağı Kronik Myeloid Lösemilerinin İki Tipi, İki Olgu Sunumu
Two Types Of ChronIc MyeloId LeukemIa In ChIldhood, Two Cases Report.
Kronik myelositer lösemi (KML) çocukluk çağı lösemilerinin %2-5’ini oluşturur. Adult tip ve juvenil tip şeklinde iki formu vardır. Juvenil tipi (J-KML) çocukluk çağı tüm myelodisplastik sendrom vakalarının %18’ini oluşturmaktadır. Adult tip ise (A-KML) çocukluk çağında juvenil tipten iki kat daha fazla görülür. Lökositoz, splenomegali, lenfadenopati, periferik yaymada kemik iliği elemanlarının görülmesi ortak bulgulardır. Ciltte döküntü, monositoz, fetal hemoglobinin %10’dan fazla oluşu ve Philadelphia (Ph) kromozomunun olmayışı J-KML için tipik bulgular olup, kemik iliğinde megakaryosit ve eozinofilik serinin artmış olması, lökosit sayısının 100000/ mm 3 den fazla oluşu ve Ph kromozomu varlığı A-KML için karakteristik bulgulardır. Çocukluk çağında kronik lösemilerin nadir görülmesi dolayısıyla, bahsedilen bulgulara sahip, biri üç yaşında olup juvenil tip, diğeri dört yaşında olup adult tip KML tanısı alan iki vakayı literatür bilgilerini gözden geçirerek sunmayı düşündük.
Chronlc myeloid leukemia accounts for 2-5% of cases of childhood leukemia. There are two types: adult type (A-CML) and juvenile type (J-CML). Juvenile type accounts for 18% of cases of the childhood myelodysplastic syndrome. Adult type is seen in the childhood period two fold of juvenile type. Leucocytosis, splenomegaly, lymphadenopathy, bone marrow elements in the periferic smear are the common findings. Skin rash, monocytosis, fetal hemoglobin above 10% and absence of Philadelphia (Ph) chromosome are the typical findings of J-CML and increase in the number of the megakaryocytic and eosinofilic series in the bone marrow, leucocytosis above 100.000/mm 3 and existence of Ph chromosome are the typical findings of A-CML. Since the chronic leukemia cases are rarely seen in the childhood period, we aimed to present two cases having mentioned symptoms, one of which is a 3 years old boy diagnosed as J-CML, the other is 4 years old boy diagnosed as A-CML.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntraserebral Kalsifikasyonlar: Olgu Sunumları Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Hasan Hüseyin Özdemir, Caner F. Demir, M. Said Berilgen, Metin Balduz
Olgu sunumu
Özeti
İntraserebral Kalsifikasyonlar: Olgu Sunumları Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Intracerebral CalcIfIcatIons: Report Of Cases And RevIew Of The LIterature
İntraserebral kalsifikasyonlar; bazal gangliyonlar, serebellum ve sentrum semiovaleye kalsiyum ve çeşitli minerallerin birikimi ile ortaya çıkar. Genellikle rastlantısal radyolojik bulgu olarak saptanırlar. En sık idiopatik, ailesel veya kalsiyum ve parathormon metabolizmasındaki bozukluklarda görülmektedir. Çok farklı semptom ve muayene bulguları ile prezente olabilirler. Bu yazıda; farklı olgu sunumları ile intraserebral kalsifikasyonların etyolojisi ve tedavi yönetimi değerlendirilmiştir.
Intracerebral calsifications revealed accumulation of calcium and various minerals in basal ganglia, cerebellum and centrum semiovale. They are usually detected as an incidental radiological finding. They are mostly seen as hereditary, idiopatic or in the disorders of calcium and parathormone metabolism. They may be presented with very different and examination findings. The etiology and management of intracerebral calcifications in different cases were evaluated in the present study.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden Geçirilmesi
Alper Kılıçaslan, Feride Karakuş, Ruhiye Reisli, Esra Goger
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Ağrı Tedavisinde Bilevel Bilateral Sakral Erektör Spina Plan Bloğu: Olgu Sunumu Ve Literatürün Kısa Gözden Geçirilmesi
BIlevel-BIlateral Sacral Erector SpInae Plane Block For ChronIc PaIn Management: A Case Report And Short LIterature RevIew
Son yılların popüler rejyonel anestezi tekniklerinden biri olan erektor spina plan bloğu (ESPB), ilk olarak üst torasik nöropatik ağrı için kullanılmıştır. Daha sonra birçok farklı endikasyonda, farklı seviyelerden (alt torasik ve lomber) hem akut hem kronik ağrı tedavisinde, kullanılmıştır.
Sınırlı deneyimimiz, bilevel biletaral uygulanan sakral ESPB'nun, perianal kronik intermittan (aralıklı) ağrının tedavisinde kolay ve etkili bir teknik olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, uygulama noktası, lokal anestezik volümü, duyusal blokaj alanı gibi araştırılması gereken birçok konu mevcuttur. Klinik araştırmaların yetersizliği nedeniyle, bu inceleme şu anda sakral ESPB blok etkinliğinin kanıtını ve rutin kullanımını destekleyememektedir. Sakral ESPB bloğunun etkinliği ve etki mekanizmasını açıklığa kavuşturmak için anatomik radyolojik ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Erector spinae plane block (ESPB), one of the popular regional anesthesia techniques in recent years, has first been used for upper thoracic neuropathic pain. Later, it has been used in many different indications for both acute and chronic pain treatment at different lower thoracic and lumbar levels. Our limited experience demonstrates that bilevel bilateral sacral ESPB is an easy and effective method in the treatment of perianal chronic intermittent pain. However, many issues, such as the application site, the volume of local anesthetics and the sensory blockade, still remain being investigated. Due to the lack of clinical research, our review is currently unable to support the evidence and routine use of sacral ESPB. We consider that anatomical radiological and clinical studies are needed to elucidate the efficacy and mechanism of action of sacral ESPB
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Süleyman Ömer Anlıaçık, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
Akut Sinüziti Olan Bir Hastada Periorbital Selülit,
menenjit Ve Sinüs Ven Trombozu
Acute SInusItIs In A PatIent WIth PerIorbItal CellulItIs, MenIngItIs And
sInus VeIn ThrombosIs
Sinüzitin medikal tedavisindeki bunca gelişmelere karşın
halen en önemli intrakraniyal sepsis sebeplerinden biridir. Sinüzit
komplikasyonları çok sık görülmez ancak; infeksiyonun orbita ve
intrakraniyal dokulara hızla yayılması; subdural ampiyem, menenjit,
beyin absesi ve kavernöz sinüs trombozu gibi çok ciddi ve mortalitesi
yüksek komplikasyonlar ortaya çıkarabilmektedir. Bu nedenle sinüs
infeksiyonlarının nerelere yayılabileceğinin bilinmesi önemlidir. Bu
vaka sunumunda sinüzit komplikasyonu olarak periorbital selülit,
venöz tromboz ve menenjit gelişen 26 yaşında bir bayan hasta
sunuldu.
Despite all these advances in medical treatment, sinusitis
is still one of the most important reasons for intracranial sepsis.
Complications of sinusitis is not very common but; the rapid spread
of the infection to orbital and the intracranial tissue can be raised
very serious and high mortality complications such as subdural
empyema, meningitis, brain abscess and cavernous sinus thrombosis.
Therefore, it is important to know where sinus infections can spread.
In this case report, a 26 year old female patient was presented with
periorbital cellulitis, venous thrombosis and meningitis developed as
a complication of sinusitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Glikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)
Hasan Ali Yüksekkaya, Mehmet Emre Atabek, Bülent Oran, Ümran Çalışkan, İbrahim Erkul
Olgu sunumu
Özeti
Glikojen Depo Hastalığı Tip Iv (olgu Sunumu)
Glycogen S'torage DIsease Type Iv: A Case Report.
Glikojen depo hastalığı tip IV "branching enzim" aktivitesinin yetersizliği ile ortaya çıkan nadir görülen otozamal resesif kalıtımlı bir hastalıktır. Hastalık karaciğer ve diğer organlarda anormal glikojenin birikimi ile sonuçlanır. Çalışmada, karaciğer iğne biyopsisi ile tanı alan 5 aylık bir kız çocuğu sunuldu ve bu tip glikojen depo hastalığının süt çocukluğu döneminde siroz etkenleri arasındaki önemi vurgulandı.
Glycogen storage disease type IV (GSD-IV) is a rare autosomal recessive disease caused by a deficiency of glycogen branching enzyme (GBE) activity. This results in the accumulation of abnormal glycogen in the liver and ot her organs. İn this study, the case of a 5-month-old female patient proven GSD-IV with percutaneous needle biopsy is reported and the importance of this disease among the causes of cirhosis in infancy is stressed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Omurganın Kesici Alet Yaralanması Ve Cerrahi Yaklaşım
Fatih Erdi, Fatih Keskin, Erdinç Kurtoğlu, Tevfik Küçükkartallar, Gökhan Toğuşlu
Olgu sunumu
Özeti
Omurganın Kesici Alet Yaralanması Ve Cerrahi Yaklaşım
PenetratIng Trauma Of The SpIne WIth Cutter And SurgIcal
management
Omurganın penetran yaralanmaları nadir görülürler. Bu raporda
nadir görülen bir olgu sunulmaktadır. Yirmi sekiz yaşında erkek
hasta bel bölgesinden bıçaklanma şikayetiyle acil serviste görüldü.
Hastanın fizik muayenesinde lomber bölgede iki cm cilt kesisi olduğu
görüldü. Nörolojik muayenesinde defisit saptanmayan hastanın
çekilen direkt grafi ve lomber tomografisinde L1 vertebra korpusu
ve L1-2 disk aralığına saplanmış bıçak ucu ile uyumlu metalik cisim
tespit edildi. Hasta acil servisten ameliyathaneye alındı. Genel
anestezi altında hasta sol lateral dekubit pozisyona alınıp ciltteki
insizyon anterolaterale doğru genişletildi. Posteriordan anterolaterale
doğru ilerlenip sol L1 ve L2 transvers proseslerine ulaşıldı. Bıçak
ucunun interlaminar aralıktan geçerek sinir kökünün lateralinden
L1 korpusuna ve disk aralığına kadar indiği saptandı. Laminektomi
yapılmadan bıçak yavaş yavaş geriye çekilerek çıkarıldı. Nörolojik
olarak intakt olan hastaların tedavisindeki amaç, omurgaya penetre
olan yabancı cismi, radyolojik tetkikler ışığında hastaya en az
zarar verecek şekilde çıkarmak olmalıdır.Bu hastalarda yıllar sonra
bile geçnörolojik defisitler olabileceğinden, delici ve kesici aletin
omurgadan çıkartılması gerektiği bildirilmektedir.
Penetrating trauma of the spine can be rarely seen. A 28 year
old male patient admitted to our emergency clinic with cutter injury. A
two-centimeter skin incision was determined at the patient’s lumbar
region. Neurological examination was with in the normal range. A
metallic cutter tip was seen at the lumbar tomography and lumbar
plain radiograph at the level of L1 corpus and L1-2 disc space. The
patient operated at emergency settings. Under general anesthesia
the patient was taken into left side lateral decubitus position.
Previous skin incision enlarged to the anterolateral direction.
Surgical dissection was advanced to the anterolateral direction from
posterior aspect. Left L1 and L2 processus transversus was reached.
Then the cutter tip was seen at the L1 corpus and L1-2 disc space
just lateral from the nevre root. The cutter tip was withdrawn slowly
without laminectomy. The main goal of the surgical treatment for
neurologically intact patients with penetrating injuries is to remove
the foreign object with minimal damage to the patient in the light
of radiological studies. The foreign object should be removed from
the spine because late neurological deficits can be seen in these
patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
Sinan Tan, Mehmet Gümüş, Ali İpek, Osman Ersoy, Mustafa Karaoğlanoğlu, Hasan Öztürk, Mehmet Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Hepatik Arter Anevrizması: Us Bulguları
HepatIc Artery Aneurysm: Us FIndIngs
Hepatik arter anevrizmaları nadir ancak klinik olarak önemli bir durumdur. Hastaların çoğu asemptomatik olduğu için tanı genellikle radyolojik incelemeler sırasında rastlantısal olarak konulur. Rüptür ana komplikasyon olup vakaların %60-80’inde görülür. Biz bu vakada, hepatik arter anevrizmasının ultrasonografi bulgularını sunmayı amaçladık.
Hepatic artery aneurysms are a rare but a clinically significant phenomenon. Because most patients are asymptomatic, the diagnosis is usually made as an incidental finding during radiological examinations. Rupture is the main complication that occurs in 60%- 80% of the cases. In this case we aim to present ultrasonography findings of a hepatic artery aneurysm.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterin Atonide Yeni Bir Cerrahi Teknik: 7 Vakanın Analizi
Ali Acar, Refika Selimoğlu, Halime Göktepe, M. Furkan Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Uterin Atonide Yeni Bir Cerrahi Teknik: 7 Vakanın Analizi
New SurgIcal TechnIque For UterIne Atony: AnalysIs Of 7 Cases
Bu çalışmada 7 uterin atoni kanamalı hastada kavite uyumlu
sütür (KUS) (∞) uygulanmasını değerlendirmek amaçlanmıştır.
Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde 7
uterin atonili vakada vicril 1 no sütür kullanılarak kavite uyumlu
∞ sütür atıldı. Doğum sonu uterin kanamalı normal doğum yapan
3 hasta ve sezaryan (CS) olan 4 hastada uterin atoni gelişti.
Yedi hastanın üçünde palsenta fundal yerleşimli iken dördünde
plesenta previa hali mevcuttu. Yedi hastada da kanama kontrolü
sağlandı. Hastaların hiçbirinde komplikasyon izlenmedi. Hastalar
ortalama 3.9 günde taburcu edildiler. Olgular yaklaşık 18-24 ay
sonrasında normal menstrual sikluslarına ulaştılar. Uterin atoni
ciddi morbidite ve mortalite riski taşmaktadır. Bu patolojide mortalite
morbidite ve histerektomi oranı yüksektir. Yeni teknik ile 7 uterin
atonili hastada etkin şekilde kanamanın durduğu gözlemlenmiştir.
Ciddi bir komplikasyon görülmemiştir. Hiçbir hastaya histerektomi
gerekmemiştir.
We aim to evaluate the new cavity appropriate suture application in 7 patienst with uterin atony (UA) in our clinic. We applied the new cavity appropriate suture in 7 patienst with uterin atony via 1 no vicryl suture in Meram Medical School Hospital Department of Obs&Gyn. In 3 patients with normal vaginal delivery with postpartum hemorrhage and in 4 patients delivered by cesarian section atony occured. In 3 patients of 7 the plasenta was fundus -lying ,in 4 of them it was plasenta previa. Bleeding control was done in all of them. There was no complications in any of them. Patients discharged on an average 3.95 days. Menstruation syclus restored on an average 18 -24 months in theese patients. Uterin atony has a serious morbidity and mortality. In this pathology the risk of mortality, morbidity and hysterectomy is high. İn 7 patients with uterin atony we observed the bleeding stopped with our new tecnique. We observed no serious complication. No patient underwent hysterectomy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sol Ventriküler Divertikül
Ahmet Soylu, Mehmet Tokaç, Mehmet Akif Düzenli
Olgu sunumu
Özeti
Sol Ventriküler Divertikül
Left VentrIcular DIvertIculum
Amaç: Nadir bir konjenital anomali olan sol ventrikül divertikülü vakası sunmak ve ilgili literatürü gözden geçirmek. Olgu sunumu: Subakut anterior miyokard infarktüsü tanısıyla kliniğimize yatırılan ve sol ventrikülografide inferior duvarda divertikül tespit edilmiş olan 74 yaşında erkek hasta. Sonuç: Bizim vakamızda divertiküle bağlanabilecek herhangi bir semptomun olmaması, divertikülün küçük olması ve ventrikül sistolü anında tamamen kaybolacak kadar iyi kasılması nedeniyle divertiküle yönelik bir tedavi uygulanmadı.
Aim: To present a congenital left ventricular diverticulum case a rare congenital abnormality and to review related literatüre. Case report: A 74-year-old male patient, admitted to our clinic with subacute myocardial infarction and detected the diverticulum in the inferior wall during left ventriculography. Conclusion: In our case, no treatment fort he diverticulum, small size of the diverticulum, and contraction as good as disappearing completely during ventricular systole.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melanoakantom / Pigmente Seboreik Keratoz: Yaygın Bir Antitenin Nadir Bir Varyantı
Faheema Hasan, Pramila Anthony Singh, Nidhi Shukla
Olgu sunumu
Özeti
Melanoakantom / Pigmente Seboreik Keratoz: Yaygın Bir Antitenin Nadir Bir Varyantı
Melanoacanthoma / PIgmented SeborrhoeIc KeratosIs: A Rare VarIant Of A Common EntIty
Melanoakantom veya pigmente seboreik keratoz, sıklıkla yaşlı hastaların gövde, baş ve boyun bölgesinde ortaya çıkan, yoğun pigmente sahip, seboreik keratozun nadir bir varyantıdır. Melanoakantomların histolojik incelemesinde dendritik melanositlerin ve bazaloid keratinositlerin proliferasyonu izlenir. Lezyon klinik olarak malign melanomu taklit edebildiğinden, doğru tanı ve doğru klinik yönetim için histopatolojik inceleme yapılması gereklidir.
Melanoacanthoma or pigmented seborrhoeic keratosis is a rare variant of seborrhoeic keratosis which commonly occurs as deeply pigmented lesion in the head and neck or trunk of elderly patients. Melanoacanthomas shows proliferation of dendritic melanocytes and basaloid keratinocytes on histology. The lesion can clinically mimic malignant melanoma and variants a histopathological examination for the right diagnosis and proper management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
Ersin Şükrü Erden, Nebihe İsaoğulları, Mesut Demirköse, Ramazan Davran
Olgu sunumu
Özeti
Güvercin Besleyicisi Hastalığı
PIgeon FancIer’s Lung DIsease
Hipersensitivite pnömonisi, çeşitli organik ya da kimyasal
maddelerin inhalasyonu ile gelişen immun yanıtın neden olduğu bir
inflamatuar intertisyel akciğer hastalığıdır. Kuş besleyicisi hastalığı,
kanatlıların dışkı ve tüy antijenlerine bağlı gelişen bir hipersensitivite
pnömonisidir. Başta güvercin olmak üzere birçok kanatlı
hipersensitivite pnömonisi’ne neden olmaktadır. Burada güvercin
besleyicisi hastalığı tanısı konularak tedavi edilen bir subakut
hipersensitivite pnömoni olgusu sunulmaktadır. Otuz iki yaşında
erkek göğüs hastalıkları polikliniğine iki aydır olan efor dispnesi,
kuru öksürük, ateş, terleme, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleri ile
başvurdu. Hastanın güvercin beslediği öğrenildi. Hastaya anamnez,
fizik muayene, solunum fonksiyon testleri, akciğer grafisi ve yüksek
rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi bulguları ile güvercin besleyicisi
hastalığı tanısı konularak prednizolon tedavisi yapıldı. Sonuç
olarak, bu olguların erken tanı almaları, böylece gerekli önlemlerin
alınarak erken tedavi edilmeleri hastalığın kronik forma ilerlemesinin
önlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Hypersensitivity pneumonia is an inflammatory interstitial lung
disease caused by immune response due to inhalation of various
organic and chemical substances. Bird fancier’s lung disease is a
hypersensitivity pneumonia which develops in response to organic
bird products. Hypersensitivity pneumonitis is caused by many birds,
especially pigeon. In the current case, the diagnosis was subacute
hypersensitivity pneumonitis. Thirty two year-old male was admitted
to chest diseases outpatient clinic due to two months of effort
dyspnea, dry cough, fever, sweating, fatigue and weight loss. The
patient has a history of pigeon feeding. The patient was diagnosed
as pigeon fancier’s lung disease by the help of the history, physical
examination, pulmonary function tests, chest radiography and highresolution
computed tomography findings, and he had prednisolone
therapy. As a result, an early diagnosis and then early treatment
after the necessary precautions are very important to avoid chronic
progress of these diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boy Kısalığının Nadir Bir Nedeni Olarak Diafizyal Aklazi
Derya Arslan, Sevil Arı Yuca
Olgu sunumu
Özeti
Boy Kısalığının Nadir Bir Nedeni Olarak Diafizyal Aklazi
A Rare Cause Of Short Stature As A DIaphyseal AklazI
Kemiğin benign tümörleri malign tümörlerine göre daha sık
görülmektedir. Kemik tümörleri tüm tümörler içinde en küçük grubu
oluşturmaktadır. Bu nedenle tanı yaklaşımı açısından bilgi birikimi
ve deneyim gerekmektedir. Osteokondrom en sık görülen benign
kemik tümörüdür. Lezyon tek olabilir, nadiren birden fazla da
görülebilmektedir. Bu duruma osteokondromatozis veya diafizyal
aklazi denmektedir. Diafizyal aklazi (DA) nadir görülen bir herediter
kıkırdak farklılaşma bozukluğudur ve otozomal dominant olarak
kalıtılır. Özellikle pubertenin sonlanmasından sonra ortaya çıkan
yeni lezyonların kondrosarkom gelişimi açısından değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bu olgu bildiriminde, boy kısalığı şikayeti ile gelip DA
tanısı alan iki kardeş sunulmaktadır. Olgulardan biri 15 yaşında kız,
diğeri 14 yaşında erkek idi. Her ikisinin de ortak şikayeti boy kısalığı
ve kemiklerindeki ağrılı olmayan şişliklerdi. Tipik aile hikayesi, fizik
muayene bulguları ve radyolojik bulgulara dayanılarak olgulara DA
tanısı konuldu.
The malignant tumors of bone are more common than benign
tumors. The bone tumors is the smallest group in all tumors. For
this reason, knowledge and experience required for the diagnostic
approach. Osteochondroma is the most common benign bone tumor.
The lesion can be single, multiple forms are rarely seen. This condition
is known as osteochondromatosis or diaphyseal aklazi. Diaphyseal
aklazi (DA) is a rare hereditary disorder of cartilage differentiation and
inherited as an autosomal dominant. Chondrosarcoma that especially
for the development of new lesions occurring after termination of
puberty should be evaluated. In this case report presented the two
brothers who are diagnosed with DA come in with the complaint of
short stature. One of the patients was 15-year-old girl and the other
was a 14-year-old male. A common complaint of both short stature
and non-painful swelling of bones. The patients were diagnosed
with diyafizyal aklazi according to typical family history, physical
examination findings, and radiographic findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Böbrek Yetmezlikli Hastalarda Hemodiyaliz Amaçlı Santral Venöz Kataterizasyon Öncesinde Pa (posteroanterior) Akciğer Grafisi Gerekli Midir?
Niyazi Görmüş, Yüksel Dereli, Halil Zeki Tonbul, Hasan Solak
Olgu sunumu
Özeti
Kronik Böbrek Yetmezlikli Hastalarda Hemodiyaliz Amaçlı Santral Venöz Kataterizasyon Öncesinde Pa (posteroanterior) Akciğer Grafisi Gerekli Midir?
Is It Necessary To Take A PosteroanterIor Chest X-Ray Before Central VeIn CatheterIzatIon For HemodIalysIs In PatIents WIth ChronIc Renal FaIlure?
Amaç: Acil hemodiyaliz uygulanması gereken hastalarda yaygın olarak internal juguler venden konulan geçici hemodiyaliz kateterleri kullanılmaktadır. Bu girişim yapılırken nadir de olsa hastanın anatomik durumu farklılık arz edebilmektedir. Bu nedenle girişim öncesi hastada bir kalp damar anomalisi olup olmadığı araştırılmalıdır. Olgu sunumu: 55 yaşında, kronik böbrek yetmezliği nedeni ile rutin hemodiyaliz programında olan ve daha önce 10 kez arteriovenöz fistül girişimi ve çok sayıda geçici ve kalıcı hemodiyaliz kateteri girişimi uygulanan hastanın kontrol posteroanterior (PA) akciğer grafisinde dekstrokardi saptandı. Sonuç: Biz bu amaçla en basit tanı yöntemi olan PA akciğer grafisinin rutin olarak kullanılmasını önermekteyiz.
Aim: Temporary hemodialysis catheters inserted into the internal juguler vein are commonly used in patients who need emergent hemodialysis. During this procedure, although it is very rare, the patient may have anatomicaldifferences. Therefore, before the procedure, it should be studied whether the patient has any cardiovascular abnormality or not. Case report: Dextrocardia was detected in control chest X-ray of a 55 year old patient, who was in routine hemodialysis programme and had a history of 10 arteriovenous fistula operations and multiple transient and permanent catheter insertions because of chronic renal failure. Conclusion: For this reason, we suggest posteroanterior chest x-ray as the routine technique since it is the simplest diagnostic method.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kayıp Tiroid Nerede?
lingual Tiroid
Orkide Kutlu, Şamil Ecirli, Abdullah Sakin, Mustafa Çaycı
Olgu sunumu
Özeti
Kayıp Tiroid Nerede?
lingual Tiroid
Where Is The Lost ThyroId?
lIngual ThyroId
Tiroid dokusunun embriyolojik gelişimi esnasında tiroglossal
kanal boyunca migrasyonunda yetersizlik ektopik tiroid ile sonuçlanır.
Lingual tiroid en sık ektopik yerleşimdir. Genellikle asemptomatik
olmakla birlikte normal tiroid dokusunda görülen adenom, hiperplazi,
inflamasyon ve malignite gibi durumlar ektopik doku için de söz
konusu olabilir. Bu yazıda ultrasonografik olarak normal yerleşimde
tiroid dokusu saptanmayan, sintigrafi ile dil kökü yerleşimli tiroidi
olduğunu tespit edip, hipotiroidi sebebi ile replasman tedavisi
başladığımız ve takibe aldığımız bir hastamızı nadir görülmesi sebebi
ile bildirmek istedik.
Thyroid ectopy is caused by failure of the descent of thyroid tissue
through thyroglossal duct during embryological development. Base of
the tongue is the most common ectopic localisation of thyroid gland.
It is usually asympthomatic. Adenoma, hyperplasia, inflammation,
malignancy similarly can be seen in ectopic thyroid tissue, as may
occur in normal thyroid tissue. In this report, we present the case who
has no thyroid tissue on normal localisation, searched for ectopic
localisation with scintigraphycally; treated for hypothyroidism and
followed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Blefaroplasti Sonrası Gelişen Lagoftalmus Tedavisinde Bipediküllü Flep Ve Orta Yüz Kaldırma Kullanımı: Olgu Sunumu
Bilsev İnce, Zeynep Dadaci, Zeynep Altuntas, Mehmet Dadacı, Fatma Bilgen
Olgu sunumu
Özeti
Blefaroplasti Sonrası Gelişen Lagoftalmus Tedavisinde Bipediküllü Flep Ve Orta Yüz Kaldırma Kullanımı: Olgu Sunumu
Usage Of BIpedIcle Flap And MIdface LIft In The Treatment Of Lagophthalmus Developed After Blepharoplasty: Case Report
Lagoftalmus, göz kapaklarını tamamen kapatamamak nedeniyle korneanın açıkta kalmasına bağlı (sclera görülmesi) ortaya çıkan, korneal skar ve görme kaybı ile sonuçlanabilecek yetersizliktir. Üst göz kapağının derisinin yumuşak ve esnek yapısı göz kırpmayı kolaylaştırır. Üst göz kapağını yumuşak ve esnek yapısına döndürmek için tedavi seçenekleri olarak, Z-plasti, V-Y ilerletme flepleri, tam kalınlıkta deri greftleri ve pediküllü flepler tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, bleferoplasti sonrası üst göz kapağının dikey kısalığına bağlı gelişen lagoftalmus tedavisinde alternatif bir seçenek olarak bipediküllü flep ve orta yüz kaldırmanın kullanımını göstermektir.
Lagophthalmus is the inability to close the eyelids completely leading to exposed cornea (scleral show) which can result in corneal scar formation and vision loss. The skin of upper eyelid is soft and flexible, so this makes winking easier. To return the upper eyelid its soft and flexible structure, Z-plasty, VY advancement flaps, full-thickness skin grafts, and pedicle flaps are defined as treatment options. The aim of this study was to demostrate the usage of bipedicle flap and midface lift as an alternative treatment option for lagophthalmus that is related to the vertical shortness of upper eyelid developed after blepharoplasty.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
El Bileğinde Ekstansiyon Kontraktürü Olan Yirmi Yillik Bir Vakanin Tedavisi
Rafet Özbey
Olgu sunumu
Özeti
El Bileğinde Ekstansiyon Kontraktürü Olan Yirmi Yillik Bir Vakanin Tedavisi
Treatment Of A Twenty-Year Case WIth ExtensIon Contracture Of The WrIst
Üst ekstremitede yanık sonrası gelişen kontraktürler elin ve kolun fonksiyonunu kısıtlamaktadır. Yirmibeş yaşında bayan hasta 3 yaşından beri sol el bileği bölgesindeki kontraktür sebebiyle polikliniğimize başvurdu. Muayenesinde hastanın sol elbilek ekstansör yüzde yaklaşık 120 derece ekstansiyon kontraktürü vardı. Hastanın kontraktürü yapılan insizyonla açılarak oluşan defekt karın flebiyle kapatıldı. Karın flebinin yanık sonrası görülen kontraktürlerin tedavisinde iyi bir tedavi alternatifi olduğunu düşünmekteyiz.
Postburn contractures in the upper extremities limit the function of the hand and arm. A 25-year-old female patient was admitted to our outpatient clinic for contracture of the left wrist since the age of three. On examination, the patient had an extension contracture of approximately 120 degrees in the left wrist. The patient's contracture was opened with an incision and the defect was closed with an abdominal flap. We think that abdominal flap is a good alternative for the treatment of postburn contractures.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipernatremik Dehidratasyon İle İlişkili Konjenital Pilor
atrezi
Nuriye Tarakçı, Murat Konak, Hüseyin Altunhan, Müslim Yurtçu, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Hipernatremik Dehidratasyon İle İlişkili Konjenital Pilor
atrezi
HypernatremIc DehydratIon AssocIated WIth PylorIc AtresIa
Konjenital pilor atrezisi (KPA) oldukça nadir bir durumdur.
İzole olabileceği gibi eşlik eden anomaliler de bulunabilir. İzole
vakalarda prognoz iyi olup eşlik eden patolojiye bağlı olarak fatal
de olabilmektedir. Etyolojisi bilinmemektedir. Ailesel vakaların
literatürde bildirilmesi hastalığın genetik geçişli olabileceğini de
düşündürmüştür. Bu olguda intrauterin tanısı olmayan hipernatremik
dehidratasyon kliniği ile geç tanı almış bir KPA vakası nadir görülmesi
nedeni ile sunulmuştur.
Congenital pyloric atresia (CPA) is an extremely rare condition.
It may be isolated or accompanied by other abnormalities. In isolated
cases, prognosis is good but congenital pyloric atresia can be fatal
depending on another anomali. The etiology is still unknown. Since
familial cases were reported in literature, it is suggested that this
disease might be inherited. In here, we reported a delayed diagnosed
congenital pyloric atresia case that presented with hypernatremic
dehydration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gingival Hipertrofisi Vedental Anomali
noonan Sendromunun Nadir Bir Görüntüsü
Kamile Marakoğlu, Nisa Çetin Kargın, İsmail Marakoğlu, Canan Uçar, Tülin Çora
Olgu sunumu
Özeti
Gingival Hipertrofisi Vedental Anomali
noonan Sendromunun Nadir Bir Görüntüsü
GIngIval Overgrowth And Dental Anomaly
an Unusual PresentatIon Of Noonan’s Syndrome
Noonan Sendromu doğumda tipik dismorfik anomalilerin
görüldüğü otozomal dominant bir hastalıktır. Etkilenen bireylerde
kardiyak defektlerle birlikte farklı bir yüz görünümü mevcuttur. Bu
olgumuzda özellikle gingiva hipertrofisi ve dental anomali ile seyreden
Noonan Sendromunu’nun farklı bir varyantını tartışmayı amaçladık.
15 yaşında kız hasta aile hekimliği polikliniğimize, gelişme geriliği
nedeni ile başvurdu. Fenotipik bulguları ile hastaya Noonan Sendromu
tanısı kondu. Noonan Sendromu, Turner benzeri fenotipik özelliklerle
seyreden kromozomal anomalilerle ilişkili olmayan sendromlardan
biridir. Bizim olgumuzda Noonan sendromuyla ilişkili oral bulgulara
ek olarak gingiva hipertrofisi ve dental anomali birlikteliği aynı anda
mevcuttu. Özellikle ağız, diş muayenelerindeki gingival hipertrofisi,
dental anomali olan vakalarda eşlik eden semptom ve bulgular var
ise noonan sendromu düşünülebilir.
Noonan syndrome is an autosomal dominant disorder that is
typically dysmorphic anamolies at birth. In many affected individuals,
this syndrome is associated with cardiac defects and a distinctive
facial appearance. We aimed to discuss a different variant of Noonan
Syndrome progressing especially with gingival overgrowth and dental
anomaly in our cases. A 15-year-old female patient presented to
our family medicine outpatient clinic with the complaint of growth
retardation. The patient was diagnosed with Noonan Syndrome with
phenotypic symptoms. Noonan Syndrome is one of the syndromes
without any chromosomal anomalies developing with Turner-like
phenotypic features. Gingival overgrowth and dental anomaly
coexistence in addition to the oral symptoms that are likely to be
related to the Noonan Syndrome was present in our case.Specifically,
if there are accompanying symptoms and findings in cases with
gingival overgrowth and dental anomalies as seen in patients’
mouth and teeth examinations, Noonan Syndrome may be taken into
consideration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
Fatma Kaya, İlhan Çiftci, Ayşe Nazlı Seçkin
Olgu sunumu
Özeti
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutmayı Nadir Bir Yöntemle
çıkartma
A Rare Method For TakIng The Swallowed ForeIgn BodIes
out Of The ChIldren
Çocuğun çevresini tanımasının ve onunla ilişki kurmasının bir
yolu da, eline geçen her cismi ağzına götürerek tadına bakmasıdır.
Bu nedenle çocuklar hiç akla gelmeyecek tip ve büyüklükteki yabancı
cisimleri yutmaktadır. Yabancı cisim yutan büyük yaştaki çocukların
önemli bir bölümünde zeka özrü veya ruhsal sorunlar vardır. Klinik
olarak öksürük, dispne, ses kısıklığı, solunum güçlüğü, solunum
seslerinde azalma, ağızdan bol tükrük gelmesine neden olabilir.
Bu yabancı cisimler içerisinde madeni parayla sık karşılaşılır.
Yabancı cisim aspirasyonunda alternatif tedaviyi paylaşmak istedik.
Bu makalede dört yaşında, Down sendromlu bir hastada yabancı
cisim aspirasyonuna alternatif bir yaklaşım sunuldu. Müdahale
sırasında komplikasyon gelişmeyen hasta önerilerle taburcu
edildi. Çocukluk çağında yabancı cisim aspirasyonu sıktır. Yabancı
cisimlerin çoğunluğunu metal paralar oluşturmaktadır. Yabancı cisim
aspirasyonuna yaklaşımda hastanın kliniği, yabancı cismin tipi,
takıldığı yer, aspirasyon süresi ve müdahale şartlarına göre tedaviye
karar verilir. Tedavi yaklaşımını endoskopi, gözlem veya cerrahi
oluşturmaktadır. Acil müdahalenin gerektiği hastalarda foley kateter
ile balon ekstraksiyonu gibi alternatif yöntemler deneyimli cerrahlar
tarafından kullanılabilir.
One of the ways for the child to get familiar with its surrounding
environment and to build up relations with the same is bringing
any possible object to the mouth for tasting. Thus, the children
happen to swallow foreign bodies of sorts and sizes unimaginable.
A great portion of the grown up children swallowing foreign bodies
demonstrate mental deficiencies or psychological problems. The
clinic symptoms may be coughing, dyspnoea, hoarseness, breathing
difficulty, weakened respiratory sounds and hyper saliva in the
mouth. The foreign bodies are usually coins. We want to share an
alternative treatment in foreign body aspirations. In this article is
demonstrated an alternative approach for foreign body aspiration in
four years old patients with down syndrome. The patient developed no
complications during the medical intervention and discharged under
recommendations. Foreign body aspiration is common in childhood.
The majority of foreign bodies are coins. Approach to foreign body
aspiration in a patient’s clinical presentation, type of foreign bodies,
inserted in the aspiration time and the response shall be decided
to treatment according to the conditions. Approaching treatment
is endoscopy, observation or operation. In emergency alternative
methods can be used such as balloon extraction with foley catheter
by experienced surgeons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Ekstremite Cerrahisinde İntratekal Hiperbarik Bupivakain Ve Hiperbarik Bupivakain+sufentanil Kombinasyonunun Karşılaştırılması
Gamze Sarkılar, Jale Bengi Çelik, Ruhiye Reisli, Sema Tuncer, Selmin Ökesli
Olgu sunumu
Özeti
Alt Ekstremite Cerrahisinde İntratekal Hiperbarik Bupivakain Ve Hiperbarik Bupivakain+sufentanil Kombinasyonunun Karşılaştırılması
ComparIson Of Intrrathecal HyperbarIc BupIvacaIne And HyperbarIc BupIvacaIne+sufetanIl CombInatIon In Lower ExtremIty Surgery
Bu çalışmada alt ekstremite cerrahisinde intratekal (İT) hiperbarik bupivakaine eklenen sufentanilin etkilerinin araştırılması amaçlandı. Etik komite onayı alındıktan sonra çalışmaya ASA I-II sınıfına uyan 50 olgu alındı ve randomize olarak 25’er kişilik iki gruba ayrıldı. Grup S’e 10 mg (2 mL/10 mg) hiperbarik bupivakain+10 µg (2 mL/10 µg) sufentanil ve Grup K’ya aynı miktardaki hiperbarik bupivakain 2 mL %0.9 NaCI ile verildi. Her iki grupta da 4 mL volüm İT anestezi için uygulandı. Kalp atım hızı (KAH), sistolik arter basınçları (SAB), diastolik arter basınçları (DAB), ortalama arter basınçları (OAB) ve periferik oksijen satürasyonları (SpO2) sensoryal ve motor blok ilk 30 dakikada her 5 dakikada bir takip eden 30 dakikada 10 dakikada bir, sonraki operasyon periyotlarında ise her 15 dakikada bir kaydedildi. İntraoperatif yan etkiler ve postoperatif analjezik gereksinimleri belirlendi. Kontrol değerine göre her iki grupta KAH, SAB, DAB, OAB anlamlı derecede düştü, fakat gruplar arasında bu parametreler açısından fark yoktu. Grup S’de sensoryal blok başlama zamanı daha hızlıydı. Anlajezi süresi Grup S’de Grup K’ya göre daha uzun bulundu (p<0.05). Sonuç olarak; alt ekstremite cerrahisi için IT hiperbarik bupivakaine 10 µg sufentanil ilave edilmesi bu işlemlerde hem analjezi kalitesini artırmış hem de erken postoperatif analjezik gereksinim zamanını uzatmıştır. Bu kombinasyonla kaşıntı dışında anlamlı bir yan etki görülmediğinden alt ekstremite cerrahisinde güvenle kullanılabileceği kanaatine varılmıştır.
We aimed to evaluate the effects of intrathecal sufentanil added to hyperbaric bupivacaine for lower extremity surgery. After obtaining approval from the ethics committee, fifty patients (ASA I-II) were included in this study and were allocated randomly to two groups of 25 each. 10 mg hyperbaric bupivacaine +10 µg sufentanil was injected to Group S and the same döşe of hyperbaric bupivacaine given to group K with 2 mL %0.9 NaCI, four mL solution was usen in both groups for İT anesthesia. Heart rate (HR), systolic blood pressure (SBP), diastolic blood pressure (DBP), mean blood pressure (MBP), peripheral oxygen saturation (SpO2), sensory and motor block were recorded every 5 minutes during first 30 min, every 10 min fort he following 30 min and every 15 min intervals in the operation period Intraoperative/postoperative side effects and postoperative analgesic requirements were recorded. HR, SBP, DBP and MBP were decreased significantly in both groups when compared with control values and no significant difference were noted between the groups. The onset time of sensory block was shorter in groups S and sensory block was higher in Groups S than Group K. The duration of analgesia was longer in Group S than Group K (p<0.05). In conclusion; intrathecal 10 µg sufentanil added to hyperbaric bupivacaine for lower extremity surgery increased the duration of analgesia in the early postoperative period. 10 µg sufentanil plus hyperbaric bupivacaine provided to improve both the quality and duration of analgesia in this procedures. Bacause this combination had no adverse effect except pruritus, we concluaded that it can be used safety in lower extremity surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
Selmin Karataylı Özgürsoy, Ulaş Onay, Emine Polat, Tülay Tos
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğan Kuzenlerde Fasial Asimetri Ve Konjenital Anomaliler
FacIal Asymmetry And CongenItal AnomalIes In Newborn CousIns
Yeni doğan bebeklerde fasiyal asimetri her zaman fasiyal paralizi
olduğu anlamına gelmez. Konjenital fasiyal asimetri, doğumsal
travmatik fasiyal paraliziye bağlı olabileceği gibi, “konjenital
asimetrik ağlayan yüz” olarak adlandırılan depresor anguli oris
kasının aplazisi (DAOA) nedeniyle de olabilmektedir. İzole kas
aplazilerine, iskelet, kardiyovaskuler, ürogenital, solunum ve santral
sinir sistemi anomalileri eşlik edebilir. Burada sunulan DAOA’li
hastanın kuzeninde iki elde 8 parmak aplazisi, kalça çıkığı, bilateral
ayak parmaklarında parsiyel kutanöz sindaktili ve ASD mevcuttur.
DAOA, kulak burun boğaz ve pediatri doktorları tarafından bilinmesi
gereken, etiyolojisi netleşmemiş, karşılaşıldığı vakit ek tarama tetkiki
gerektiren, konjenital bir anomalidir.
Facial asymmetry in new-born babies is not always due to facial
paralysis. Congenital facial asymmetry, might as well as be due to
depressor anguli oris muscle aplasia (DAOA), so called “congenital
asymmetric crying facies”. Additional congenital anomalies like
skeletal, cardiovascular, urogenital, respiratory or central nerve
system anomalies can also accompany this disorder. Here, we
present a case with DAOA whose cousin had aplasia of 8 fingers in
two hands, hip dislocation, partial cutaneous syndactyly in bilateral
feet fingers, and ASD. DAOA is a rare congenital anomaly with
unknown etiology; therefore, screening tests should be done when
encountered by otolaryngologists and pediatricians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
Tuba Berra Sarıtaş, Mehmet Asıl, Osman Koç
Olgu sunumu
Özeti
Başarıyla Gerçekleştirilen Bir Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant Olgusu
A Case WIth Successfull Transjugular IntrahepatIc PortosystemIc Shunt OperatIon
Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant (TIPSS), transjuguler yolla karaciğer parankimine bir stent yerleştirerek portal venöz sistem ve hepatik venöz sistem arasında bir şant oluşturma işlemidir. Türkiye’de az sayıda klinikte uygulanmaktadır. Biz de bu olguda hastanemizde başarıyla gerçekleştirilen ilk TIPSS girişimini sunmayı amaçladık
Transjuguler Intrahepatic Portosystemic Shunt (TIPSS) is a procedure that creates a shunt between portal and hepatic venous systems via transjugulary way placing a stent to hepatic parenchyme. In the current manuscript, we describe a patient with portal hypertension to whom a succesfull TIPSS operation was done in our hospital.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sneddon Sendromu:livedo Retikülaris Ve İskemik İnme
Ahmet Buğrul, Hasan Hüseyin Kozak, Mustafa Altaş
Olgu sunumu
Özeti
Sneddon Sendromu:livedo Retikülaris Ve İskemik İnme
Sneddon Syndrome: LIvedo RetIcularIs And IschemIc Stroke
Sneddon sendromu(SS) tekrarlayan iskemik ataklar ile giden nadir görülen bir vaskülopatidir. Kesin bir tedavi yöntemi olmamakla birlikte antiagregan, antikoagülen ve immünsüpresan tedaviler önerilmektedir. 44 yaşında kadın hasta sağ tarafında geçici his kaybı ve eşlik eden konuşma bozukluğu ile başvurdu. Nörolojik muayanesinde sağda santral fasiyel asimetri ve konuşmasında hafif dizartri vardı. Difüzyon MR’nda sol lentifom nukleus ve kaudat nükleus başında akut iskemik değişiklik mevcuttu. Kraniyal MR’da perivasküler iskemik gliotik değişiklikler ve yaygın kortikal serebral atrofi mevcuttu. Her iki ayakta livedoretikülaris görünümü olan hastaya cilt biyopsisi yapıldı. Cilt biyopsisi vaskülopati ile uyumlu geldi. Ayaklarda livedo retikülaris, periventriküler iskemik gliotik değişikler ve iskemik atak öyküsü olan hasta SS olarak kabul edildi. Antifosfolipid antikoru negatif olan hasta ikili antiagregan ile takip edildi. İkili antiagregan ile bir sene takip edilen hastada yeni atak görülmedi. Tekrarlayan iskemik olayları olan ve antifosfolipit antikoru negatif saptanan SS hastalarında ikili antiagregan tedavi düşünülebilir.
Sneddon syndrome(SS) is a rare, progressive vasculopathy with recurrent ischemic attacks. There is no specified treatment recommendation, various treatment methods such as anticoagulants, antiaggregants, and immunosuppressions are recommended. A 44-years-old woman who applied with a temporary numbness on her right side and speech disorder. In her neurological examination, there was central facial asymmetry on the right and mild dysarthria in his speech. In cranial diffusion MR, there was an acute ischemic change in the left lentiform nucleus and at the head of the caudate nucleus. In cranial MR, there were perivascular ischemic gliotic changes and diffuse cerebral cortical atrophy. The patient underwent a skin biopsy to have livedo reticularis-like lesions on both legs. Skin biopsy was compatible with vasculopathy. Due to the ischemic attack, periventricular ischemic changes, and livedoreticularis, the patient was accepted as SS. Since the antiphospholipid antibodies (APL) were negative, that she was followed up with dual antiplatelet therapy. There was no new attack within a year with dual therapy. Dual antiplatelet therapy may be used in SS patients with recurrent ischemic events and negative APL.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Septorinoplasti Sonrası Sütür Materyaline Bağlı Reaksiyon
İlhan Topaloğlu, Yavuz Atar
Olgu sunumu
Özeti
Septorinoplasti Sonrası Sütür Materyaline Bağlı Reaksiyon
ReactIon Related To Suture MaterIal After SeptorhInoplasty
Septorinoplasti ameliyatlarında sütür materyalleri kartilaj greft yerleştirmede ve nazal tip şekillendirmede sıklıkla kullanılmaktadır. Sütür materyallerine karşı yabancı cisim reaksiyonu görülebilmektedir. İdeal sütür materyalinin en önemli özelliklerinden birisi de doku reaksiyonuna neden olmaması gerekliliğidir. Operasyon bölgesinde gelişen inflamatuar reaksiyonun şiddeti, hastanın kişisel özellikleri dışında kullanılan sütür materyalinin cinsine bağlı olarak da değişir. Septorinoplastide kartilaj greft işlemlerinde ve sütür tekniklerinde polipropilen sıklıkla kullanılan sütür materyalidir. Polipropilen sütür materyaline bağlı bu reaksiyon nadir görülür. Bu çalışmada polipropilen sütür materyaline bağlı reaksiyon gelişen bir olgu sunuldu ve literatür bilgileri ışığında konu tartışıldı.
Suture material in surgery to place septorhinoplasty graft and cartilage often are used to shape the nasal tip. Foreign body reaction to suture material is visible. In cartilage graft processes and suture techniques, polypropylene is frequently used suture material in septorhinoplasty. One of the most important feature of suture material is that it should not cause reaction in tissue. severity of the inflammatory reaction is not only related to personal factors but also type of suture material. Polypropylene suture material related to the reactions were shown rare. In this study, reaction developing a case based on polypropylene suture material was presented and subjects were discussed in the light of literature information.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Behçet Hastalığı Ve Amiloidoz Birlikteliği
İlknur Albayrak, Adem Küçük, Sinan Bağçacı, Sami Küçükşen, Recep Tunç
Olgu sunumu
Özeti
Behçet Hastalığı Ve Amiloidoz Birlikteliği
Behçet’s DIsease And AmyloIdosIs
Behçet hastalığı (BH) tekrarlayan oral, genital ülser ve göz
tutulumuyla seyreden, ayrıca eklem, kardiyovasküler, nörolojik,
gastrointestinal sistem ve böbrek tutulumunun da görüldüğü sistemik
bir vaskülittir. Böbrek tutulumu genelde amiloidoz olarak kendini
gösterir. Bu vaka sunumunda BH tanısıyla takip edilirken proteinüri
saptanması üzerine yapılan biyopsi sonrasında amiloidoza bağlı
böbrek tutulumu tespit edilen bir hastadan bahsedilmiştir.
Behçet’s disease (BD), is characterised with recurrent oral and
genital ulcers and eye involvement, as well as joint, cardiovascular,
neurological, gastrointestinal and renal involvement may be seen in
systemic vasculitis. Renal involvement usually manifests itself as
amyloidosis. In this paper we report a case of BH presenting with
proteinuria due to amyloidosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Maksiller Sinüste Lokalize Amiloid Tümör
Gökhan Sandal, Fatih Yüksel
Olgu sunumu
Özeti
Maksiller Sinüste Lokalize Amiloid Tümör
LocalIzed AmyloId Tumor Of The MaxIllary SInus
Amiloidoma, vücudun tüm organlarını tutabilen, dokularda
lokal olarak amiloid birikmesi ile karakterize tümöral oluşumdur.
Bununla birlikte baş-boyun bölgesinde ve özellikle de maksiller
sinüste oldukça nadir görülen bir hastalıktır. 64 yaşında bayan
hasta, yaklaşık 6 aydır mevcut olan burnun sol tarafında tıkanıklık
ve kanama şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Endoskopik muayenede
sol nazal pasajı kapatan sarımtırak görünümde polipoid kitle tespit
edildi. Paranazal sinüs tomografisinde sol maksiller sinüsü dolduran
ve medial duvarda itilmeye neden olan tümöral kitle tespit edildi.
Kitleden daha önce yapılan biopsi sonucu amiloid pozitif olarak rapor
edildi. Kesin tanı için kitlenin tamamen çıkarılması önerildi. Hastaya
endoskopik medial maksillektomi yapılarak kitle total olarak eksize
edildi. Patoloji sonucu amiloidoma olarak bildirildi. Tüm sistemlerin
incelenmesi sonucu başka organ tutulumu görülmedi. Rektal biopsisi
ve proteinürisi negatif idi. Nadir görülen bu maksiller sinüse lokalize
amiloidosis olgusunu sunuyoruz.
Amyloidoma is a tumoral deposition characterized by localized
deposition of amyloid in the tissues. It is very rare in the head
and neck region, especially in the maxillary sinus. A 64 years old
female patient applied to our clinic with complaints of left-sided
nasal obstruction and epistaxis. Endoscopic examination revealed
a yellowish polypoid mass obstructing the left nasal passage.
Paranasal sinus tomography revealed a tumoral mass filling the left
maxillary sinus and repressing the medial wall. Biopsy was positive
for amyloidosis. A complete resection of the mass was suggested
for a definite diagnosis. The tumor was removed by endoscopic
medial maxillectomy, which permitted total excision of the lesion.
Pathology results showed amyloidosis. No other organ involvement
was detected. Rectal biopsy and proteinuria were negative. Here, we
present the extremely rare case having localized amyloidosis of the
maxillary sinus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatit B Aşısı Sonrası Gelişen Morfea
Recep Dursun, İnci Mevlitoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Hepatit B Aşısı Sonrası Gelişen Morfea
Morphea DevelopIng After HepatItIs B VaccInatIon
Hepatit B aşısı sonrası enjeksiyon bölgelerinde morfea gelişen iki olgu sunulmaktadır. Olgulardan kadın olanı 25 yaşındaydı. Olgu sağ kolunun dış kısmında sertleşme ve kahverengi lekelenme şikayetleri ile kliniğimize başvurmuştu. Anamnezinden olgunun kolundaki kalınlaşan bu bölgeden bir yıl önce 4 hafta ara ile iki kez hepatit B aşısı ile aşılandığı ve aşılamadan birkaç ay sonra enjeksiyon bölgelerinde kaşıntı, renk değişikliği ve sertleşmenin ortaya çıktığı, özelliklede yazın güneşte bu şikayetlerinin arttığı öğrenildi. 23 yaşında ve erkek olan diğer olgu ise sağ kolunun üst dış kısmında renk değişikliği, bölgesel sertleşme ve kıllarda dökülme şikayetleri ile polikliniğimize başvurmuştu. Hasta anamnezinde 8 ay önce birer ay ara ile iki kür hepatit B aşısı olduğunu ve aşı yapılan yerlerde 2 ay sonra yukarıda anlatılan şikayetlerin başladığını söyledi. Her iki olgudan da insizyonel biyopsi alındı. Histopatolojik inceleme sonuçları her iki olgu için de morfea ile uyumlu bulundu. Klinik olarak takip edilen hastalarda hastalığın seyrine göre kadın olan olguda plak ve yavaş ilerleyen tipte morfea ve erkek olan olguda da lineer ve hızlı ilerleyen tipte morfea tanısı konuldu. Her iki olguda da sistemik tutulum saptanmadı. Her iki hastaya da lokal ve//veya sistemik tedaviler başlandı.
Two cases of morphea which developed after hepatitis B vaccination at the sides of injection were presented. One of these two patients was a 25 years old female. She referred to our clinic with complaints of brownish spots and hardening on external side of her right arm. In her history she said that she was given hepatitis-B vaccination a year ago, on the thickened parts of her arm, twice with 4 weeks internal. Itching, discoloration and hardening started on these regions 3-4 months later, especially inceasing with exposure to sun. The other case was male and 23 years old. He referred to our clinic with complaints of discoloration, regional hardening, hair fall on the upper part of his right arm. He said that he was given two hepatitis B vaccination 8 months ago with 4 weeks interval. Two months after the innoculation he had the mentioned complaints over the innoculated regions of his arm. Incisional biopsy was taken from both of two cases. Histophathologic examinaton results were found accord with morphea. According to clinic prognosis, plaque and slowly progressive type morphea was found in the female patient and lineer and rapidly progressive type morphea was found in the male patient. Systemic involvement was not determined in both of the two patients. The local and/or systemic treatments were begun to both of the patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Hastada Posterior Mediasten Yerleşimli
ekstraplevral Abse
Murat Öncel, Yüksel Dereli, Güven Sadi Sunam
Olgu sunumu
Özeti
Diabetik Hastada Posterior Mediasten Yerleşimli
ekstraplevral Abse
Extrapleural Abscess In The PosterIor MedIasten In The DIabetIc
patIent
57 yaşında erkek hasta kliniğimize dahiliye yoğun bakım servisinden, 1 haftadır tedaviye dirençli plevral ampiyem ön tanısı ile septik durumda alındı. Hasta 13 yıldır tip 2 diyabet hastası ve son 2 yıldır insülin kullanmakta olup, son 10 gündür solunum sıkıntısı, sağ yan ağrısı, ateş ve regüle olmayan bir kan şekeri profili mevcuttu. Hastanın tansiyonu 85/60 mmHg, nabzı 120/dk, laboratuar tetkiklerinde beyaz küresi: 23.000 mm3, kan şekeri 470gr/dl idi. Çekilen akciğer grafisi ve bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ posterior mediastende ekstraplevral hava sıvı seviyesi veren abse rapor edildi. Torasentez neticesi pürülan mayii gelen hastaya sıvının en rahat geldiği sağ skapula altından 28 nolu göğüs tüpü kondu, 1700 cc pürülan mayi alındı ve hastanın klinik durumunda dramatik düzelme gözlendi. Kan şekerleri regüle oldu, her gün 300 cc rifosinli mayi ile poş yıkandı. 10 günde pet altı takip yapıldı ve birinci ayın sonunda kliniği tamamen düzeldi. Bu olgu sunumu akciğer absesinin nadir görüldüğü posterior mediastende oluşu ve sadece göğüs tüpü ile tedavi edilebilmesi nedeniyle yapıldı.
57 years old male patient who admitted our clinic from the intensive care unit because of the one week refracter of the treatment pleural effusion with the septic situation. The patient is a diabetic (type 2) for 13 years and lastly two years use insulin and last 10 days he has dispne, right costal pain, fever and don’t regulate blood glucose profile. The patients tension arteriale was 85/60 mmHg, heart rate was 120/min; leucocytosis 23000 and blood glucose level 470 in laboratory. PA chest film and computed thoracic tomography were reported lung abscess which the right posterior mediastineum and extrapleural look the air-fluid level. As a result of thoracentesis pleural empyema in a patient with pure liquid under the most comfortable coming right scapula chest tube (no 28) was inserted 1700 cc of purulent fluid was taking and in this case was achieved dramatic clinical improvement. Blood sugar was regulated daily pouch was washed with 300 cc riphosine fluid 10 days later, tube made under a pet. The situation is completely stable at the end of the first month.This is a rare case report of lung abscess, and being seen in the posterior mediastinum was only due to be treated with chest tube
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
Hakan İbrahim Boyar
Olgu sunumu
Özeti
Preoperatif Tanı Alan İzole Fallop Tüpü Torsiyonu
PreoperatIvely DIagnosed Isolated FallopIan Tubal TorsIon
Over torsiyonu olmadan izole tuba torsiyonu literatürde az sayıda
rapor edilmiştir. Özellikle overlerin normal görüldüğü ve adneksiyel
torsiyon ile ilişkili akut batın tablosu olduğunda bu hastalıktan
şüphelenmek gerekir. Bu olgu sunumunda preoperatif ultrasonografi
ve bilgisayarlı tomografi ile tanısı konmuş ve izole tuba torsiyonu
hastasını sunulmuş ve tedavideki gecikme durumunda oluşabilecek
durumlar tartışılmıştır.
Isolated tubal torsion other than combination with ovarian torsion
is reported in few articles in the literature. Especially in cases with
normal appearing ovaries and having acute abdomen clinic as like
usual torsion, this disease should be kept in mind. In this report
a case of isolated tubal torsion is presented which is diagnosed
preoperatively with ultrasonography and computed tomography and
possible results of the delay in the treatment is discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Scimitar Sendromu
Sevgi Pekcan, Cüneyt Karagöl, Hayrullah Alp, Tamer Baysal, Hasibe Artaç, İsmail Reisli, Derya Çimen, Sevim Karaarslan
Olgu sunumu
Özeti
Scimitar Sendromu
ScImItar Syndrome
Scimitar” sendromu nadir görülen bir pulmoner venöz dönüş
anomalisi olup, sağ taraf pulmoner venlerinin inferior vena kava
veya sağ atriuma açılması ile karakterizedir. Bu anomaliye, sağ
akciğer hipoplazisi, bronşiyal anomali, akciğerin sistemik arteriyel
kanlanması (pulmoner sekestrasyon) ve dekstrokardi gibi anomaliler
de eşlik edebilir. Bu tek ve genişlemiş pulmoner ven düz grafilerde,
sağ akciğerin orta zonundan kardiyofrenik açıya doğru uzanan, Türk
Palası’na (scimitar) benzeyen bir gölge halinde izlenir. Makalemizde,
sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonu nedeniyle araştırdığımız ve
scimitar sendromu tanısı koyduğumuz bir çocuk vaka sunulmuştur.
Scimitar syndrome is a rare congenital partial pulmonary venous
return anomaly that is characterized with anomalous pulmonary
venous drainage of the right sided pulmonary veins to the inferior
vena cava or the right atrium. It may be accompanied with hypoplasia
of the right lung with bronchial abnormalities, dextra position of the
heart and systemic arterial supply to the lung. Radiologically, this
anomalous vein appears as a scimitar-like shadow (Turkish Swords)
on chest x-ray, and runs from the middle of the right lung to the
cardiophrenic angle. In our report, we have presented a child with
scimitar syndrome who was evaluated for recurrent lower respiratory
tract infection.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
Ali Ayçiçek
Olgu sunumu
Özeti
7 Yaında Bir Kız Çocuğunda Echinococcus Multilocularis
EchInococcosIs MultIlocularIs In A 7-Year-Old GIrl
Echinococcus multilokülaris çocukluk çağında çok nadir görülen ve hayatı tehdşt eden sestod cinsi bir zoonozdur. 7 yaşında bir kız hasta ateş, makülopapüler döküntü ve yemeklerle ilgisi olmayan karnın sağ üst kısmında ağrı şikayeti ile getirildi. Yapılan tetkiklerinde sedimantasyon (16/40 mm) ve transaminazlarda hafif yükseklik (ALT 42Ü/L, AST 40 Ü/L) ve hafif eozinofili (%5) dışında normaldi. Karın ultrasonografisinde karaciğer sağ lobunda yerleşmiş çapları 2-3 cm olan çok sayıda kist saptandı. Ekinokok aglütinasyon testi 1/320 titrede pozitif bulundu. Operasyon öncesi ve sonrası Albendazol 20 mg/kg/gün iki dozda, 4 hafta ilaçlı 14 gün ilaçsız dönemler halinde 2 yıl devam edildi. Çocukluk çağında nadir görülmesi ve tedavisinde albendazolün etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunuldu.
Echinococcus multilocularis is an uncommon and life-threatening zoonosis caused by cestodes that is rarely encountered in children. A 7-year-old girl had for week been suffering from fever, maculopapular rush and right-sided upper abdominal symptoms not related to food intake. Laboratory tests were unremarkeble, except for an accelerated erythrocyte sedimentation rate (16/40 mm) and transaminases (ALT 42 Ü/L, AST 40 Ü/L) and eosinophilia (5%). Upper abdominal sonography revealed multipl cyst, about 2-3 cm in diameter, in the right liver lobe. The antibody titre against echinococcus antigen was 1:320. Preoperative and postoperative treatment consisted of the administration of albendazole (20 mg/kg/Daily twice a day) for two years. Albendazole was administered in 4-week cycles with intervals of 14 days. We report this case because this disease is very rare in childhood and oral albendasole is able to effective in the treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adrenal Lenfanjiomatoz Kist Olgusu
İlhan Ece, Süleyman Hilmi İpekçi, Pınar Karabağlı, Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Adrenal Lenfanjiomatoz Kist Olgusu
Case Of Adrenal LymphangIomatous Cyst
Adrenal glandın kistik lezyonları oldukça nadir görülürler.
Çoğunlukla asemptomatik olan ve tesadüfen saptanan kistlerden
en sık endotelyal ve psödokistler görülür. Endotelyal kistler,
endotel hücreleri ile döşeli lenfatik kanallara benzeyen yapılardır,
lenfanjiomatoz ve anjiomatoz kistler olarak adlandırılan iki gruba
ayrılır. Bu çalışmada endotel hücreleri ile döşeli kistik yapıdan oluşan
adrenal kist literatür eşliğinde incelendi.
Cystic lesions of the adrenal gland are seen very rare. Cysts
are mostly asymptomatic and found incidentally, and the majority
of these cystic lesions are endothelial cysts and pseudocysts.
Endothelial cysts, lined by endothelial cells are the structures
resembling lymphatic channels. Cysts are divided into two groups,
named lymphangiomatous and angiomatous cysts. In this study we
presented a case of csytic structure, lined by endothelial cells, and
reviewed the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Ramazan Büyükkaya, İbak Gönen, Ayla Büyükkaya, Kürşat Oğuz Yaykaşlı, Fahri Halit Beşir, Beyhan Öztürk, Davut Özdemir
Olgu sunumu
Özeti
Nedeni Bilinmeyen Ateşin Nadir Bir Nedeni: Mtfhr-C677t Gen Polimorfizminin Eşlik Ettiği Portal Ven Trombozu
Fever Of Unknown OrIgIn, WIth Mtfhr-C677t Gene PolymorphIsms And Portal VeIn Thrombus
Nedeni bilinmeyen ateş (NBA), üç haftadan beri devam eden, 38.3ºC’ nin üzerinde seyreden ve hastanın yatışıyla birlikte yapılan bir haftalık incelemelerde etiyolojinin aydınlatılamadığı ateş olarak tanımlanır. NBA’lı hastaların değerlendirilmesi komplekstir çünkü etiyolojide birçok neden bulunmakta ve literatüre her geçen gün yeni sebepler eklenmektedir. 24 yaşında erkek hastanın NBA ve karın ağrısı nedeniyle yapılan kontrastlı bilgisayarlı tomografi incelemesinde portal ven ve süperior mezenterik vende trombüs görüldü. Trombüs etiyolojisi araştırıldığında Metiltetrahidrofolat redüktaz C677T (MTFHR-C677T) gen polimorfizmi saptandı. Hastanın verilen Clexane 0,8 ml 2x1 tedavisinin 5. gününde ateşlerinin düşme eğilimine girdiği, karın ağrısının azaldığı, eş zamanlı takip doppler ultrasonografisinde trombüs görünümünde kısmen regresyon olduğu görüldü. Biz bu makalede NBA’ in nadir bir sebebi olan ve literatürde rastlamadığımız MTFHR-C677T gen polimorfizminin eşlik ettiği portal ve süperior mezenterik ven trombüsünün klinik ve radyolojik görüntüleme bulgularını sunmayı amaçladık..
Fever of unknown origin is defined as the following a temperature greater than 38.3°C (101°F) on several occasions, more than 3 weeks’ duration of illness, and failure to reach a diagnosis despite 1 week of inpatient investigation. Evaluation of patients with FUO is complicated because there are multiple etiologic factors and new ones are adding in literature every day. A 24years old man was performed contrast enhanced CT for FUO and abdominal pain, show trombus in portal vein and superior mezenteric vein. On examination, metiltetrahidrofolate reductase gene polimorphism is detected in the etiology of trombus. The patient’s fever and abdominal pain improved after 5 day treatment of Clexane 0,8 ml. A further doppler sonography show partial regression in trombus by which time the patient’s symptoms resolved. We aimed to present clinical and radiologic imaging findings in a case of portal and superior mesenteric vein trombus associated with MTFHR-C677T gene polimorphism which is a rare cause of FUO and we didn’t meet in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akrep Zehirlenmesi Olan Bir Olguda Kalp Tutulumunun Kardiyak Troponin I İle Takibi
Özgür Pirgon, Ahmet Sert, Mehmet Emre Atabek, Hüseyin Tokgöz
Olgu sunumu
Özeti
Akrep Zehirlenmesi Olan Bir Olguda Kalp Tutulumunun Kardiyak Troponin I İle Takibi
Akrep ZehIrlenmesI Olan BIr Olguda Kalp Tutulumunun KardIyak TroponIn I Ile TakIbI
Akrep zehirlenmesinde ölümlerin esas nedeni kardiyovasküler tutulumdur. Akrep zehirlenmesiyle başvuran hastalarda lokal ağrı ile birlikte kardiyovasküler sistemle ilgili semptom varsa kardiyak enzimlerine bakılmalıdır. Serum troponin I düzeyinin saptanması miyokard hasarına daha spesifiktir. Bu kalp tutulumunun hızlı bir şekilde tespitine ve tedaviye erken başlanmasına olanak sağlayabilir. Kalp tutulumu olan akrep zehirlenmelerinde takip kriteri olarak troponin I’nin kullanılması daha sonra oluşabilecek olayları önleyebilir. Burada akrep zehirlenmesi nedeniyle getirilen 7 yaşında erkek hasta sunulmuştur.
The cardiovascular involvement is the majör cause of mortality in the scorpion envenomation. Cardiac enzymes should be measured if patients with scorpion envenoming have symptoms related to cardiovascular system accompanied with local pain. Serum level of troponin I is a highly specific fort he myocardial injury. It may be allow early establishing of the cardiac involvement and starting to treatment. The using of troponin I as a follow-up criterion in the scorpion envenoming with cardiac involvement may be prevent from events that will ocur later. We presented a 7-year-old boy with scorpion envenoming.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Myeloid Lösemide Nadir Sitogenetik Anomali:
del11q(13)
Emine Göktaş, Ayşegül Zamani, Aynur Uğur Bilgin, Mahmut Selman Yıldırım
Olgu sunumu
Özeti
Akut Myeloid Lösemide Nadir Sitogenetik Anomali:
del11q(13)
Del11q(13) Is A Rare CytogenetIc AbnormalIty In Acute MyeloId
leukemIa
Akut myeloid lösemi, 3-4/100000 insidans ile erişkinde en sık
görülen lösemi türüdür ve her yıl yeni tanı alan hastaların %20’sini
oluşturur. Hastalar; anemi, çabuk yorulma, düşük dereceli ateş,
bağışıklık sisteminde zayıflık gibi şikayetleri içeren geniş bir semptom
yelpazesine sahiptir. Akut myeloid lösemi tanısında sitogenetik
analiz anahtar tetkiktir ve akut myeloid lösemi hastalarındaki malign
hücrelerin çoğunda kromozom anomalisi mevcuttur. Bu çalışmada,
46,XX del11q(13) karyotip kuruluşuna sahip nadir bir akut myeloid
lösemi vakası sunuldu.
Acute myeloid leukemia is the most common type seen in adults
with 3-4/100000 incidence and accounting for %20 newly diagnosed
patients each year. Patient may present with a broad variety of
symptoms including low-grade fever, easy bruising, anemia, weakness
in immune system. Cytogenetic analysis is a key component in
diagnostic of acute myeloid leukemia. Chromosomal abnormality is
present in the majority of malignant cells in acute myeloid leukemia
patients. We presented a rare acute myeloid leukemia case with 46,
XX del11q(13) karyotype organization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troidektomi Sonrası Endoskopik Özofagus Stenti Uygulaması
Fahrettin Acar, Hüsnü Alptekin, Hüseyin Yılmaz, Mehmet Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Troidektomi Sonrası Endoskopik Özofagus Stenti Uygulaması
EndoscopIc Esophageal StentIng After ThyroIdectomy
Bening veya malign nedenlere bağlı özofagus obstruksiyonlarının palyasyonunda, özofagus stentleri etkili bir şekilde uygulanmaktadır. Üst servikal özofagus darlıklarında stent yerleştirilmesi, boynunda sürekli yabancı cisim hissi nedeniyle hastaya endişe ve rahatsızlık veren özel zorluklar içerir. Ayrıca, endoskopist proksimal stent sınırını düzgün ayarlaması için üstün beceride olması gerekir. Biz postoperatif bening darlıkta, kendiliğinden genişleyebilen metalik stent ile üst servikal darlığın stentlenmesine ait deneyimimizi sunuyoruz. Disfaji kaybolmuş ve endoprotez iyi tolere edilmiştir
Palliation of esophageal obstruction due to benign or malignant causes, esophageal stents effectively implemented. Strictures of the upper cervical esophagus stent placement, foreign body sensation in his neck due to constant worry and discomfort that the patient has particular challenges. Additionally, the endoscopist needs to have great skill to properly adjust the proximal stent end. We present the experience of stenting high cervical esophageal strictures with a selfexpanding metalic stent, in postoperative benign stenosis. Dysphagia disappeared and the endoprosthesis was well tolerated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Tüberkülozu: Üç Olgu Sunumu
Hamdi Arbağ, Yavuz Uyar, Mustafa Cihat Avunduk, Kayhan Öztürk, Çağatay Han Ülkü
Olgu sunumu
Özeti
Parotis Tüberkülozu: Üç Olgu Sunumu
TuberculosIs Of The ParotId Gland: Three Case Report
Bu makalede üç olgu sunularak parotis tüberkülozunun patolojik tipleri ve ameliyat öncesi tanı konulamayan vakalarda açık biyopsinin önemi tartışıldı. Olgulardan ikisi lokalize, biri diffüz tutulumlu parotis tüberkülozu idi. Lokalize olgularda ekstrakapsüler diseksiyon ile, diffüz tip olan olguda ise açık biyopsi ile tanı konuldu. Parotis bezi kitlelerinde minimal cerrahi süperfisyel parotidektomi olup, açık biyopsi ve enükleasyon tarzında cerrahi rutin olarak uygulanmaz. Parotis tüberkülozlarında ise geleneksel olarak süperfisyel parotidektomi yapılarak spesmenin histopatolojisi ile tanı konulur ve medikal tedavi uygulanır. Parankimatöz tipteki olgumuzda, mukoepidermoid karsinoma benzerliği ve yaygın fibrozis olduğu için, kitlenin histopatolojisine göre cerrahi planlanarak açık biyopsi yapıldı. Ameliyat öncesi, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile kesin tanı konulamayan bu gibi olgularda, ayırıcı tanı amacıyla açık biyopsi yapılabilir.
In this study, the pathologic types of the tuberculosis of the parotid gland and the necessity of performing open biopsy in the cases who can not be diagnosed preoperatively were discussed in the three cases. Two of these cases were nodular (localized) type and the other was diffuse type. The diagnoses were established in the localized type and the other was diffuse type. The diagnoses were established in the localized type by extracapsular dissection and the diffuse type by open biopsy. In the parotid gland mass, minimal surgical approach is superficial parotidectomy and open biopsy or extracapcular dissection surgeries should not be performed routinely. The diagnosis of the parotid gland involvement with tuberculosis has traditionally been made after superficial parotidectomy, then applied medical therapy. Due to similarity to mucoepidermoid carcinoma and diffuse fibrosis was in the paranchymatous case, open biopsy was performed planning the surgery according to the histopathologic diagnosis. If the differential diagnosis cannot be made with fine needle aspiration biopsy (FNAB) in as these cases preoperatively, open biopsy can be performed for diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Atipik Prezentasyonlu Kronik İnflamatuar Demiyelinizan
polinöropati
Dilcan Kotan, Aslı Aksoy Gündogdu, Belma Doğan Güngen
Olgu sunumu
Özeti
Atipik Prezentasyonlu Kronik İnflamatuar Demiyelinizan
polinöropati
A Case Of ChronIc Inflammatory DemIyelInatIng Neuropathy WIth
atypIcal PresentatIon
Kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati, otoimmun
mekanizmalar sonucu periferik sinirlerde multifokal demyelinizasyonla
seyreden bir hastalıktır. Klinik başlangıç ve seyri belirgin çeşitlilik
gösterebilir. Tedavi edilebilir bir nöropati olduğundan tanı konulması
önemlidir. Burada, asimetrik güçsüzlük ve diplejifasyal ile prezente
olan kronik inflamatuar demiyelinizan nöropatili nadir bir olgu
sunulmaktadır.
The chronic inflammatory demyelinating polyneuropathy, which
occurs by autoimmune mechanisms, is characterized as multifocal
demyelination of the peripheral nerves. The clinical onset and
progression may vary. Because of treatable neuropathy, the
diagnosisis very important. We describe a rare patient with chronic
inflammatory neuropathy presenting with asymmetric weakness and
asymmetric facial paralysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Hyalinize Granüloma
Yaşar Ünlü, Ceyhan Uğurluoğlu, Pınar Karabağlı, Hüseyin Kılıç, Mehmet Akif Tercan
Araştırma makalesi
Özeti
Pulmoner Hyalinize Granüloma
Pulmonary HyalInIzIng Granuloma
Amaç: Bir pulmoner hyalinize granüloma (PHG) olgusunu sunmak. Olgu Sunumu: 48 yaşında kadın hastanın tesadüfen çekilen direkt akciğer grafisinde bilateral kitle gölgeleri izlendi. Hastada klinik bulgu yoktu. Açık akciğer biyopsisi ile çıkarılan iki nodülün kesit yüzeyleri homojendi. Hyalinize kollajen demetler ve kronik inşamatuar hücre infiltrasyonunun varlığı ile olguya histopatolojik olarak pulmoner hyalinize granüloma tanısı kondu. Sonuç: Nadir görülen bu benign hastalığın multipl pulmoner nodüllerin ayırıcı tanısında hatırlanmasına dikkat çekmek amacıyla olgu sunuldu.
Objective: To present a case of pulmonary hyalinizing granuloma (PHG). Case Report: The patient was a 48-year-old female who had abnormal chest X ray showing bilateral mass shadows incidentally. She was asymptomatic. Subpleural two nodules removed by open lung biopsy revealed a homogenous cut surface. Histological diagnosis was PHG consisting hyalinized collagen fibers and bundles infiltrated with chronic inflamatory cells. Conclusion: The case was presented to attract attention to take this rarely benign disease in to account in the differantial diagnose of multiple pulmonary nodules.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkinde Görülen İleoileal İnvajinasyon: Olgu Sunumu
Sümeyra Bölük, Salih Bölük
Olgu sunumu
Özeti
Erişkinde Görülen İleoileal İnvajinasyon: Olgu Sunumu
IntestInal IntussusceptIon Seen In Adult PatIents: Case Report
Bağırsak intusepsiyonları genellikle çocukluk çağında görülen mekanik bağırsak obstrüksiyonu sebeplerinden birisidir. İnvajinasyonların yaklaşık %1-5 i erişkinlerde görülmektedir.Çocukluk çağında görülen vakaların %90 ı idiopatik iken, erişkin intusepsiyonlarında % 90 altta yatan organik bir lezyon bulunmaktadır. Etyolojiye bağlı olarak da tedavi değişmektedir. Sunacağımız 2 olgu aracılığı ile erişkinde görülen intusepsiyon vakaları hakkında bilgi vermeyi amaçladık.
Intestinal intussusceptions are one of the causes of mechanical intestinal obstruction usually seen in childhood. Approximately 1-5% of invaginations seen in adults. While 90% of childhood cases are idiopathic, 90% of adult intussusceptions have an underlying organic lesion. We aimed to give information about intussusception cases in adults with 2 cases we present .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
Mehmet Erikoğlu, Gürcan Şimşek, Şakir Tavlı
Olgu sunumu
Özeti
Renal Transplantasyon Sonrası Pyonefroz Nedeniyle Yapılan Bilateral Nativ Nefrektomi
BIlateral NatIve Nephrectomy Due To PyonephrosIs FollowIng Renal TransplantatIon
Transplantasyon sonrası Nt. N (nativ nefrektomi) sık uygulanan bir işlem değildir. Çünkü böbreklerin organizmada önemli endokrin fonksiyonları vardır. Bu nedenle transplantasyon sonrasında nativ böbrekler yerinde bırakılmaktadır. Kırk sekiz yaşında bayan hasta; karın ağrısı, bulantı, kusma ve ateş yakınmalarıyla acil servise başvurmuş. Hastanın özgeçmişinden yaklaşık 30 ay önce kadeverik böbrek nakli geçirdiği öğrenildi. Fizik muayenede tüm karında yaygın hassasiyet ve rebaund tespit edildi. İdrar sedimentinde bol lökosit ve eritrosit vardı. Sıvı replasmanı ve uygun antibiyoterapiye rağmen sepsis bulguları gerilemeyen hasta opere edildi. Hastaya orta hat insizyondan iki taraflı Nt. N yapıldı. İki taraflı Nt. N nadir uygulanan bir operasyondur. Bu olguda tekrarlayan nativ böbrek enfeksiyonu nedeniyle gelişen sepsis ve akut batın tablosu iki taraflı Nt. N başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Ancak bu olgunun sık tekrarlayan böbrek enfeksiyonları olması nedeniyle sepsis ve akut batın tablosu gelişmeden önce daha iyi şartlarda Nt. N yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde morbidite ve mortalitenin azalacağı ve transplante böbreğin daha uzun ömürlü olacağını düşünüyoruz.
Nt. N (native nephrectomy) is not a frequently performed procedure following transplantation because the kidneys have important endocrinal functions in the organism. Therefore, native kidneys should not be displaced following transplantation. A 48-year-old female patient presented to the ER (emergency room) with complaints of abdominal pain, nausea, vomiting and fever. The patient’s history revealed that she had undergone cadaveric renal transplant about 30 months ago. Examination showed that there was comprehensive sensitivity and rebound all about the abdomen. Her urinary sediment contained an ample amount of leucocytes and erythrocytes. The patient who did not show any improvement regarding the sepsis indications in spite of liquid replacement and appropriate antibiotheraphy was taken into surgery. The patient received bilateral Nt. N from the midline incision. Bilateral Nt. N is a rare procedure. Sepsis and acute abdomen problems brought about by recurrent native renal infections of the patient were successfully treated by bilateral Nt. N . We think that for this case native nephrectomy should have been performed under better conditions before development of sepsis and acute abdomen conditions due to recurrent renal infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
Fedi Ercan, Osman Balcı
Derleme
Özeti
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
LaparoscopIc Surgery DurIng Pregnancy
Laparoskopik cerrahinin avantajları gebe ve gebe olmayan
kadınlar için benzerdir; yine de bu prosedürün fetus için zararlı
olabileceği endişesi nedeniyle genellikle gebelikte bu prosedürden
kaçınılmaktadır. Son on yıl içinde laparoskopik cerrahinin gebelerde
güvenli olduğu ile ilgili birçok olgu sunumu ve olgu serisinin
yayınlanması ile bir paradigma kayması olmuştur. Artık gebelerde
apandisit, safra kesesi hastalıkları, mezenter kisti, adneksiyal
kitle ve adneksiyal torsiyonun laparoskopik yönetimi başarılı bir
şekilde uygulanabilmektedir. Ayrıca gebelerde radikal nefrektomi,
salpenjektomi, adrenalektomi, retroperitoneal lenfadenektomi ve
abdominal herni onarımı gibi ileri düzey laparoskopik prosedürlerin
başarılı tedavileri de bildirilmiştir. Bu derlemede gebelik sırasında
laparoskopik cerrahinin uygulanmasına yönelik spesifik konular ele
alınmıştır.
The advantages of laparoscopic surgery are similar for pregnant
and nonpregnant women; nevertheless, this procedure was avoided
during pregnancy because of concerns that it may be harmful to the
fetus. Within the last decade, however, multiple case reports and case
series describing the safe performance of laparoscopic procedures in
pregnant patients have been published, resulting in a paradigm shift.
Appendicitis, gallbladder disease, mesenteric cysts, and adnexal
masses/torsion have been successfully managed laparoscopically
during pregnancy. More advanced laparoscopic procedures, such as
radical nephrectomy, splenectomy, salpingectomy, adrenalectomy,
retroperitoneal lymphadenectomy, and ventral hernia repair, have
also been reported in gravid patients. This topic will discuss issues
specific to laparoscopic surgery during pregnancy. Discussions
of laparoscopic surgery in the general population and specific
laparoscopic procedures can be found separately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
Hale Borazan, Elmas Kartal, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Multipl Sklerozlu Olguda Anestezi Uygulaması
AnesthetIc Management Of A PatIent WIth MultIple SclerosIs
Amaç: Multiple skleroz (MS), beyin ve spinal kordon farklı bölümlerinin demyelinizasyonu ve epizodik nörolojik semptomlarla karakterize bir hastalıktır. Bu olguda, literatürler yardımıyla anestezik yöntemimizi anlatmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Nörojenik mesanesi olan ve mesane taşı için opere edilen primer progresif multiple sklerozlu 42 yaşındaki erkek hasta tartışıldı. Sonuç: Cerrahi ya da genel anestezi gibi stres durumları hastalığı alevlendirebilmektedir. Bu olgunun anestezisinde uyguladığımız desşuran ve remifentanil kombinasyonunu MS’da güvenle kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Aim: Multiple sclerosis (MS), is characterized by demyelination of different parts of brain and spinal cord and episodic neurologic symptoms. In this case report we aimed to present a patient, and highlighting anesthetic management for these patients. Case Report: A 42 year old man who had neurogenic bladder with primer progressive multiple sclerosis undergoing bladder stone operation is discussed. Conclusion: Stress such as surgery or general anesthesia may be associated with an exacerbation of the disease. We thought that to carry out desflurane and remifentanil combination used safely in anesthetic management for MS.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
Halil Kıyıcı, Erdal Karagülle, Eda Ermişler
Olgu sunumu
Özeti
Kikuchi Lenfadeniti. Bir Olgu Sunumu Ve Türkiye’den Bildirilmiş Olguların Değerlendirmesi.
KIkuchI’s LymphadenItIs. A Case Report And EvaluatIon Of Cases Reported From Turkey
Kikuchi lenfadeniti tanısı konan bir olgunun sunumu eşliğinde Türkiye’den bildirilmiş aynı tanıya sahip olguların topluca değerlendirilmesi. 26 yaşında, koltuk altında ele gelen kitle ve ateş şikayetleriyle başvuran kadın hastada tüberküloz lenfadeniti klinik ön tanısıyla eksizyonel lenf nodu biyopsisi yapılmıştır. Patolojik incelemede lenf nodlarında düzensiz keskin sınırlı nekroz odakları görülmüştür. Bu odaklarda yoğun histiyosit proliferasyonu saptanmış, nötrofil lökosit infiltrasyonu görülmemiştir. Enfeksiyöz lenfadenitlerin ve lenfomanın ekarte edildiği bu olguda klinik ve morfolojik bulguların Kikuchi lenfadeniti ile uyumlu olduğu görülmüştür. Nadir görülen bir lenfadenopati olan Kikuchi hastalığı, özellikle lenfoma ile ayırıcı tanıya girmesi sebebiyle özel bir öneme sahiptir. Bu hastalık, klinik ön tanılar içine pek konulmadığından dolayı patolojik değerlendirmede mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu olgu sunumu ile birlikte Türkiye’den bildirilen toplam 31 olgunun yaş ortalaması 31’dir. Bu olgularda kadın / erkek hasta oranı 1.45’tir. En sık saptanan klinik bulgular ele gelen şişlik ve ateştir. Şişlik, ağrılı veya ağrısız olabildiği gibi, ateş de subfebril olabilmektedir. En sık servikal bölge, ikinci sıklıkta aksiller bölge tutulmaktadır. Laboratuvar bulgusu olarak sıklık sırasıyla ESR, CRP, LDH yüksekliği ve lökopeni görülür. Bu patoloji, özellikle lenfoma ve sebebi bilinmeyen ateş klinik ön tanıları olan, servikal – aksiller lenfadenopatisi bulunan olguların ayırıcı tanısına dahil edilmelidir.
Evaluation of Turkish cases reported as Kikuchi lymphadenitis, together with an additional case report. Excisional lymph node biopsy is performed on a 26 years old female patient, who is admitted to the hospital with complaints of a palpable mass at axilla and fever. Pathological examination revealed multiple foci of necrosis with sharp, irregular borders. Dense histiocytic proliferation without presence of neutrophil leukocytes is seen in these foci. Clinical and morphological findings of this case are found to be concordant with Kikuchi’s lymhadenitis. As a rare type of lymphadenitis, Kikuchi’s disease has a special importance due to its inclusion in differential diagnosis of lymphoma. Since it is uncommon to be counted in clinical pre-diagnosis, it must be absolutely taken into consideration in pathological evaluation. Together with this case report, mean age of totally 31 cases from Turkey is 31. Female to male ratio of these cases is 1.45. The most common clinical findings are palpable mass and fever. Masses may be painful or painless, as if fever may be subfebrile. Most common location is cervical region and the second common location is axillary region. As laboratory findings, ESR, CRP and LDH levels are increased and leukopenia is found. This pathology must be included especially in differential diagnoses of cases with clinical pre-diagnoses of lymphoma and fever of unknown origin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İzole Yüksek Ulnar Nöropatiyle Prezente Olan Bir Omuz Lezyonuna Ait Emg Olgu Bildirimi
Nur Türkmen, Betigül Yürüten, Figen Güney
Olgu sunumu
Özeti
İzole Yüksek Ulnar Nöropatiyle Prezente Olan Bir Omuz Lezyonuna Ait Emg Olgu Bildirimi
An Emg Case Report WIth Shoulder Injury PresentIng WIth Isolated HIgh Ulnar Neuropathy
Ulnar tuzak nöropatilerin en sık görüldüğü yer, dirsektir. Ulnar Nöropatilerin tanısal yaklaşımı iğne
elektromyografi bulgularına dayanır. Bu vakanın bildirilme amacı, brakiyal pleksustan çıkan sinirlerin
literatür bilgisi dışında izlenebilen hassasiyetine dikkat çekm ektir.
The most common site of ulnar nerve entrapment is at the elbow. Diagnostic approach to ulnar neuropathy mainly depends on needle electromyographic findings. This case report aims to highlight the susceptibility of nerves arising from brachial plexus to injuries varies beyond the literature knowledge.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyunda Dev Schwannom
Özgül Topal, Kübra Akman, Seyra Erbek
Olgu sunumu
Özeti
Boyunda Dev Schwannom
GIant Schwannoma Of The Neck
Schwannom, benign, soliter, yavaş büyüyen kapsüllü bir tümördür ve myelinli sinir fibrilleri kılıfından köken alır. Periferik, spinal veya kranial sinirlerden gelişebilen bu tümör baş-boyun bölgesinde sıklıkla görülür. Otuzüç yaşında erkek hasta, kliniğimize sağ boyunda lokalize 10x6x6 cm boyutlarında dev kitleyle başvurdu. Kitlenin cerrahi rezeksiyonu sonrası yapılan histopatolojik inceleme ‘Schwannom’ olarak rapor edildi. Burada literatürde çok nadir rastlanan dev boyutlu schwannom olgusu ve tedavi yaklaşımları tartışılmıştır.
Schwannoma is a benign, solitary, and slowly progressive encapsulated tumor originating from the sheath of myelinated nerve fibers. The neoplasm should arise from all the peripheric, spinal or cranial nerves and frequently seen in the head and neck region. A 33 years-old male presented with a 10x10x6 cms giant mass of the right neck. A surgical resection was performed and the histopathologic examination of the mass was reported to be “schwannoma”. Here, a case of giant schwannoma, which is very rare in the literature, and treatment modalities are discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Her İki Uyarının Ventrikülden Olduğu Ddd Pace-Maker’li Hasta
Alpay Arıbaş, Hakan Akıllı, Yusuf İzzettin Alihanoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Her İki Uyarının Ventrikülden Olduğu Ddd Pace-Maker’li Hasta
A PatIent WIth Ddd Pacemaker HavIng The ElectrIcal StImulus Both Of WhIch From The VentrIcle
Kalbin ileti defektlerinde temel tedavilerden biri de pacemaker implantasyonudur. İlk defa 1958 yılında bradiaritmileri tedavi etmek amacıyla kullanılan pacemakerlar zaman içinde taşiaritmilerin önlenmesi ve sonlandırılmasında da kullanılır hale gelmiştir. Yüzeyel EKG pacemaker fonksiyon bozukluğu bulunan hastalarda en önemli tanı metodlarından birisidir. Burada daha önce AV tam blok nedeniyle DDDR mod kalıcı pacemaker implante edilmiş, asemptomatik bir hastada rutin pacemaker kontrolü esnasında yüzey EKG değişikliği ile tespit edilen lead dislokasyonunu anlatacağız. Bu olguda amacımız, pacemaker disfonksiyonlarını teşhis etmede, 12-lead yüzey EKG’ nin önemini vurgulamaktır.
One of the basic treatment techniques in cardiac conduction defects is pacemaker implantation. Although they were first used for the purpose of the treatment of bradyarrhythmias in 1958, they have had their current position for being applied to prevent and also to terminate the tachycardias in the course of time. Therefore, the rate of patients with permanent pacemaker in accordance with the increase in their use has been increasing at routine clinical practice recently. As a result, it is important to understand the possible ECG changes in these patients to determine any pathology on time. We are going to report a pacemaker lead dislocation detected with surface ECG change obtained during routine the pacemaker’s functions control in a patient with DDD pacemaker, who did not describe any complaint previously. In this case our aim is to emphasize the importance of 12-lead surface ECG to make diagnosis of pacemaker dysfunctions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
N-Heksan Bulunduran Maddelerle Uzun Süreli Temas Sonucu Gelişen Duyusal Nöropati
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Nurhan İlhan
Olgu sunumu
Özeti
N-Heksan Bulunduran Maddelerle Uzun Süreli Temas Sonucu Gelişen Duyusal Nöropati
Sensory Neuropathy DevelopIng Consequence Of Contact N-Hexane Contaıned Materıals For Long Term
Amaç: N- Heksan, ucuz bir çözücü olması nedeniyle oldukça yaygın olarak kullanılan alifatik bir hidrokarbon türevi olup nörotoksik özellikleri olduğu bilinmektedir. Cep telefonu elektrik baskı devrelerinin stabilizasyonu amaçlı heksan içerikli kimyasal maddelere uzun süreli maruz kalan ve buna bağlı duyusal nöropati gelişen bir olgunun literatür ışığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: 50 yaşında erkek hasta 3 yıl önce ayak tabanından başlayan bacaklarına ve ellerine yayılan uyuşukluk yakınması ile başvurdu. Nörolojik muayenede, eldiven-çorap tarzında hipoestezi dışında patoloji tespit edilmedi. Bilinen sistemik hastalık öyküsü olmayan hastanın özgeçmişinde son 3 yıldır cep telefonu tamirciliği yaptığı ve özellikle cep telefonu elektrik baskı devrelerinin stabilizasyonu amaçlı heksan içerikli kimyasal maddelere uzun süreli ve uygunsuz koşullarda maruz kaldığı öğrenildi. EMG’de yaygın periferik duyusal nöropati saptandı. Duyusal nöropatiye yol açabilecek diğer nedenler dışlandı. Duyusal nöropatinin özgeçmişindeki özellikle cep telefonu elektrik baskı devrelerinin stabilizasyonu amaçlı heksan içerikli kimyasal maddelere uzun süreli ve uygunsuz koşullarda maruz kalmasına bağlı olabileceği düşünüldü. Sonuç: Son yıllarda oldukça geniş ve sık kullanım alanına giren cep telefonu ve bunların mekanik arızaları sonrası bakımları ile uğraşanlarda uzun süreli n-heksan maruziyetine bağlı periferik duyusal nöropati gelişebilir.
Aim: N-hexane is a commonly used alyphatic hydrocarbon derivative due to being an expensive solvent, and known as having neurotoxic characteristics. A case being exposed to hexane based chemicals for the purpose of the stabilization of electrical pressure circuits on cell phones and developing sensory neuropathy owing to the exposure was aimed to be discussed in the light of the literature. Case Report: A 50 year old man applied to the Neurology policlinic with the complaint of numbness first starting on the feet, then radiating to the legs and hands 3 years ago. On his neurologic examination, no pathologic findings were found except for the finding in the form of glove-sock hypoesthesy. In the history of the patient without any known systemic diseases, it was found out that the patient was a cell phone technician for the last 3 years, and that he was particularly exposed to hexan-based chemicals for the purpose of the stabilization of electrical pressure circuits on cell phones in very inappropriate conditions and for a long time. On the examination of his EMG, widespread peripheric pure sensory neuropathy was determined. Other causes leading to sensory neuropathy were excluded. It was thought that sensory neuropathy may be dependent on the longterm exposure to hexan-based chemicals for the purpose of the stabilization of electrical pressure circuits on cell phones in inappropriate conditions. Conclusion: Dependent on long- term n-hexane exposure, peripheric sensory neuropathy may develop in those dealing with cell phones becoming widely used in recent years, and the maintenance of these cell phones after their mechanic defects.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Olgu Nedeniyle Negatif Basınçlı Akciğer Ödemi
İnci Kara, Jale Bengi Çelik, Seza Apilioğulları, Derya Kandemir
Olgu sunumu
Özeti
Bir Olgu Nedeniyle Negatif Basınçlı Akciğer Ödemi
NegatIve Pressure Pulmonary Edema
Üst hava yolu tıkanıklığı sonrası gelişen akciğer ödemi önceden tahmin edilemeyen nadir bir klinik durumdur. Bu çalışmada bir olgu nedeniyle negatif basınçlı akciğer ödeminde (NBAÖ) etyoloji, patofizyoloji, teşhis ve tedavi yöntemlerinin tartışılması amaçlandı. Genel anestezi altında jinekolojik cerrahi geçiren bir hastada, ekstübasyon sonrası oluşan laringospazmın çözülmesinin ardından NBAÖ gelişmiştir. NBAÖ’ de erken teşhis ve tedavi, mortalite ve morbiditeyi etkileyebilmektedir.
Pulmonary edema following the obstruction of an upper airway is an uncomman and unpredictable clinical situation. In this case report, it was aimed to discuss the ethiology, pathophsiology, diagnosis and treatment methods of negative pressure pulmonary edema (NPPE) that developed just after the resolution of laringopasm in the patient who underwent to gynecologic operation. Early diagnosis and treatment can affect the mortality and morbidity in NPPE.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Suna Özdemir, Osman Balcı, Halime Göktepe, İsmet Tolu
Olgu sunumu
Özeti
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Fetal GermInal MatrIx Hemorrhage DIagnosed By MrI DurIng IntrauterIne PerIod
İntraventriküler kanama (İVK) preterm doğumun önemli komplikasyonlarından biridir. Lateral ventriküllerin subepandimal tabakasını oluşturan germinal matriks intraventriküler kanamanın en sık olarak görüldüğü alandır. İVK fetüste ultrasonografi ile ventrikülomegali ve hiperekojenik alan olarak yansırken, fetal manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile daha kolay saptanır. Fakat fetüste bunu gözlemlemek kolay değildir. Bizim burada sunduğumuz olgu, 30’uncu gebelik haftasında dış merkezden ventrikülomegali ön tanısıyla tarafımıza gönderildi. Kliniğimizde yaptığımız ultrasonografi ve MRI’da fetal kraniumda germinal matrix kanaması tespit edildi. Otuz ikinci gebelik haftasında annede ağır preeklampsi gelişti ve bu nedenle gebelik sezaryen ile sonlandırıldı. Şüpheli ventrikülomegalide teşhisi doğrulamada fetal MRI yapılmalıdır.
Intraventricular hemorrhage (IVH) is a common complication associated with delivery in preterm neonates. Germinal matrix, subependymal layer of lateral ventricle is the most occurring site of intraventricular hemorrhage. IVH is imaged as a hyperechogenic area and ventriculomegaly on ultrasonography, but it is detected easily by fetal magnetic resonance imaging (MRI). The present case was referred to our clinic due to ventriculomegaly on ultrasonography. Germinal matrix was determined on the fetal cranium with ultrasonography and intrauterine MRI at 30th weeks of gestation. The pregnancy was terminated by cesarean section due to severe preclampsia. Fetal MRI should be performed to confirm the diagnosis on the cases with suspect ventriculomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Resiprokal Translokasyon (18;20) (p11.3;q11.2) Taşıyan Bir Olgu
Pelin Taşdemir, Ayşegül Zamani, Sennur Demirel, Aynur Acar
Olgu sunumu
Özeti
Resiprokal Translokasyon (18;20) (p11.3;q11.2) Taşıyan Bir Olgu
A Case Who CarrIes RecIprocal TranslocatIon (18;20) (p11.3;q11.2)
Dengeli resiprokal translokasyonlar, çiftlerde tekrarlayan düşüklerden sorumlu olan kromozomal düzensizliklerin en büyük grubunu oluşturur. Bir tanesi ikiz olmak üzere beş adet ilk trimester spontan abortusu olan 27 ve 29 yaşında bir çift sitogenetik inceleme ve genetik danışma için gönderildi. Kromozomal incelemelerden sonra kadının karyotipinin normal, erkeğin karyotipinin 46,XY,t(18;20)(p11.3;q11.2) olduğu saptandı. Üreme kayıplarının en önemli sebebinin var olan translokasyonun dengelenmemiş ürünlerinden kaynaklanabileceği düşünüldü. Bu dengeli translokasyonda bu bölgeye lokalize genler literatür ışığında gözden geçirilerek dengelenmemiş karyotipli gebelik riskleri tartışıldı.
Balanced reciprocal translocations are the largest group of chromosomal aberrations responsible for recurrent abortions in couples. A couple, aged 27 and 29 years referred for cytogenetic analysis and counseling for five first trimester spontaneous abortions which one of them was a twin. After the chromosomal analyses the women’s karyotype was determined normal and the man’s was 46,XY,t(18;20)(p11.3;q11.2). The main cause of the loss of reproduction was tought to be the reason of the unbalanced product of this translocation. The genes localized on the region of this balanced translocation was looked over based on the literatüre and the risk of unbalanced karyotyped pregnancies were discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
Müslim Yurtçu, Mustafa Yaşar Özdamar, Nilifer Gürbüzer, Bahattin Aydoğdu, Hacı Hasan Esen, Engin Günel
Olgu sunumu
Özeti
Henöch Schönlein Purpurasına Bağlı, Nekroz Ve Perforasyonla Seyreden İnvajinasyon
IntussusceptIon AssocIated WIth NecrosIs And PerforatIon After HenochschönleIn Purpura
Amaç: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) tanısı konmuş sekiz yaşındaki erkek çocukta, alerjik vaskülit, eritematöz makülopapüler döküntüler, rektal kanama, karın ağrısı ve invajinasyon nedeniyle uygulanan cerrahi girişimi literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Sekiz yaşında erkek hasta altı günden beri mevcut olan bulantı, safralı kusma ve özellikle alt ekstremitelerde yaygın makülopapüler döküntüleri nedeniyle konsülte edildi. Derinin histopatolojik incelemesinde HSP bulguları saptandı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyet ve distansiyon, hipoaktif barsak sesleri ve nazogastrik tüpten bol miktarda (24 saatte 800 ml) safralı drenajla karakterize akut karın bulguları tespit edildi. Ağır peritonit bulguları ve hastanın genel durumunun kötü olması nedeniyle perforasyon riski olabileceğinden pnömotik ve hidrostatik redüksiyon denenmedi. Preoperatif resüsitasyon sonrası acil operasyona alındı. Eksplorasyonda tüm barsaklarda invajinasyona bağlı ödem ve yer yer dolaşım bozukluğu bulguları mevcuttu. ‹leoçekal valvin 10 cm proksimalinden başlayan yaklaşık 20 cm.lik barsak segmentinde nekroz tespit edildi; bu segment rezeke edilerek ileostomi yapıldı. Postoperatif 11. gün eviserasyon ve brid ileus gelişen hasta, ikinci kez acil ameliyata alınarak bridektomi yapıldı ve aynı seansta ileostomisi kapatıldı. İleostomi kapatılmasından 16 gün sonra hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç: HSP akut karın nedeni olarak seyrek görülmesine rağmen, bu hastalıkta çok ciddi barsak komplikasyonlarının görülebileceği unutulmamalıdır.
Aim: We aimed to evaluate surgical procedure carried out to an 8 years old child, clinically diagnosed as Henoch-Schönlein Purpura (HSP), undergoing intussusception repair, because of allergic vasculitis, erythamatose maculopapuler rashes, rectal bleeding, abdominal pain and intussusception, under the light of literature data. Case Report: An eight years old and a male child was consultated because of his biliary vomiting, nausea and diffuse maculopapuler rushes which were localised especially in lower extremites. The symptoms of HSP were observed at histopathologic examination of skin. On examination, the symptoms of acute abdomen, which were characterised with diffuse tenderness and distansion, hipoactive intestinal sounds and abondant biliary drainage from nasogastric tube, were identified. The pneumatic and hydrostatic reductions were not performed because of the risk of perforation due to severe peritonitis and his poor general condition. The patient was operated on after preoperative resuscitation. During the explorative laparatomy, edema and the symptoms of insufficient vascularisation in all intestinum were present. Also, it was observed that approximately 20 cm’s intestinal segment which begins from 10 cm proximal of ileocaecal valve, had been necrotic and ileostomy was carried out after resecting this segment. Meanwhile, it was observed that the whole intestine was edematous and localised blood circulation was distorted in some areas. The patient was operated on to make bridectomy when evisceration and brid ileus occurred on postoperative eleventh day, and the ileostomy was closed at the same session. The patient was delivered with complete recovery 16 days after closing of ileostomy. Conclusion: Although HSP is rarely seen as the cause of acute abdomen, too serious complications of this disease must be kept in mind.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Cerrahi Gama Prob Kılavuzluğunda Ektopik Yerleşimli Hiperplazik Paratiroid Bezinin Eksizyonu
Gonca Kara Gedik, Buğra Kaya, Adnan Kaynak, Oktay Sarı
Olgu sunumu
Özeti
Cerrahi Gama Prob Kılavuzluğunda Ektopik Yerleşimli Hiperplazik Paratiroid Bezinin Eksizyonu
Gamma Probe GuIded EctopIc HyperplastIc ParathyroId Gland ResectIon
Ektopik olarak sternum altına yerleşmiş hiperplazik paratiroid bezinin teknesyum 99m metoksiisobutilisonitril (Tc-99m MIBI) paratiroid sintigrafisi ile lokalizasyonu ve gama prob eşliğinde total eksizyonunun sunulmasıdır. Koroner arter hastalığı nedeniyle takip edilen 49 yaşında erkek hastaya primer hiperparatiroidizim nedeniyle Tc-99m MIBI paratiroid sintigrafisi çalışması yapıldı. Sintigrafik çalışmada ektopik olarak mediastende tiroid bezi alt kesiminde lokalize olmuş patolojik paratiroid dokusu saptandı. Koroner arter by-pass cerrahisi planlanan hastada eş zamanlı olarak ektopik hiperplazik paratiroid dokusunun çıkarılması kararı alındı. Cerrahi girişimden 2 saat önce 20 mCi Tc-99m MIBI enjeksiyonu yapıldı. Girişim esnasında gama prob kılavuzluğunda lezyon bulunarak eksize edildi. Histopatolojik inceleme paratiroid hiperplazisi olarak değerlendirildi ve takipte serum kalsiyum ve parathormon düzeylerinin normale döndüğü tespit edildi. Tc-99m MIBI paratiroid sintigrafisi ve gama prob kılavuzluğunda gerçekleştirilen paratiroid cerrahisi, ektopik paratiroid patolojilerinin lokalizasyonunu ve cerrahi eksiziyonunu kolaylaştırmaktadır.
The aim of this case report is to present an ectopically localized retrosternal hyperplastic parathyroid tissue which was resected successfully with the guide of gamma probe after localization by technetium 99m methoxyisobutylisonitril (Tc-99m MIBI) parathyroid scintigraphy. (Tc-99m-MIBI) parathyroid scintigraphy was performed for primary hyperparathyroidism in a forty nine-year-old male patient with a history of coronary artery disease. Scintigraphy depicted ectopic parathyroid tissue which was localized in the mediastinum inferior to the thyroid gland. Excision of the pathologic parathyroid tissue was planned in the same session of the coronary artery bypass surgery. During the operation day, 20 mCi Tc-99m MIBI was was injected 2 h before the operation. Lesion was found in substernal region with the guide of gamma probe in operation. Histopathological examination was reported as parathyroid hyperplasia and the levels of serum calcium and intact parathormone were returned to normal after surgery. With the help of Tc-99m-MIBI parathyroid scintigraphy and gamma probe guided parathyroid surgery, localization and surgical excision of ectopic parathyroid patholoiges is become easy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
Ersen Eraydın, Ahmet Karataş, Seyhan Sönmez, Şevki Göksun Gökulu, Ömer Başoğul
Olgu sunumu
Özeti
Onaltı Haftalık Nonkomunike Rudimenter Horn Gebelik
16 Weeks Pregnancy WIth NoncommunIcatIng RudImentary Horn
Rudimenter hornlu unikornuat uterus tanı konulup uygun tedavi edilmez ise jinekolojik ve obstetrik açıdan morbidite ve mortalite riski taşıyan, müllerian kanalın yetersiz gelişimi sonucu oluşan kadın genital sisteminin en nadir görülen anomalilerindendir. Bu vaka sunumunda 31 yaşında, 4 aylık amenore sonrası karın ağrısı şikayeti ile başvuran ve yapılan abdominal ultrasonografi (USG) sonrası rudimenter horn içerisinde 16 haftalık kardiak aktivitesi olmayan fetus tespit edilen, laparotomi ve eksizyon yapılan rudimenter horn gebelik olgusu sunulmuştur. Erken ve doğru tanı için hastalıktan şüphelenmek ve ultrasonografi kullanımı kilit rol oynamaktadır.
Unicornuate uterus with rudimentary horn is the rarest congenital anatomic anomaly of women genital system and usually develops following insufficient development of Mullerian ducts causing many life threatening obstetrical and gynecologic complications unless diagnosed and managed properly. We present a 31 years old patient applied to our clinic with a his-tory of 4 months amenorrhea and progressively incerasing low abdominal pelvic pain. Abdominal sonographic examination revealed a nonviable fetus at 16 weeks of gestation, lying in a rudimentary horn. Elective laparotomy was performed and the unrupture rudimentary horn with a nonviable fetus was totally excised by laparatomy. Post-operative recovery was uneventful. The need for a high index of suspicion and the role of ultrasonography in the accurate diagnosis is highlighted.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon Olgusu
Musa Silahlı, Zeynel Gökmen
Olgu sunumu
Özeti
Total Parenteral Nutrisyon İlişkili Kolestaza Benzeyen Bir Sitomegalovirus Enfeksiyon Olgusu
A Case Of CytomegalovIrus InfectIon MImIckIng Total Parenteral NutrItIon AssocIated CholestasIs
Sitomegalovirus (CMV) erken süt çocukluğu döneminde transplasental geçiş gösteren en sık karşılaşılan virüslerden biridir. Ve non-herediter sensörinöral işitme kaybı nedenleri arasında en sık karşılaşılan enfeksiyöz sebeptir. Burada 29 haftalık aşırı düşük doğum ağırlıklı (ADDA) 460 gr TPN ilişkili kolestaza benzeyen CMV enfeksiyonu geçiren olguyu sunmaktayız. Uzun süre TPN ile beslenen ADDA prematüre bebekte genellikle kolestaz ilk önce TPN ile ilişkili olduğu düşünülür. Direkt hiperbiluribinemi ve kolestaz yeni doğan döneminde sık karşılaşılan problemlerden biridir. Özellikle bu durumlar genellikle sepsis, TPN alımı, doğuştan metabolik hastalıklar ve diğer sebeplerle ilişkili olduğu düşünülür. Özellikle ADDA infantlarda ve uzun süre TPN ile beslenen bebeklerde CMV enfeksiyonları aklımızın bir köşesinde bulunmalıdır.
Title : A case of cytomegalovirus infection mimicking total parenteral nutrition associated cholestasis.\r\n\r\nCongenital cytomegalovirus (CMV) infection is the most common infection that passes trough transplacentally in the early infancy period and is the most common infectious cause of the nonhereditary sensorineural hearing loss. We know that most of these cases were asymptomatic in the neonatal period. Especially among the extremely low birth weight infants, CMV prevalence is not known. We present a 29 weeks old 460 gr extremely low birth weight (ELBW) infant with congenital CMV infection mimicking total parenteral nutrition (TPN) associated cholestasis. Usually, when we see the cholestasis in the extremely low birth weight infant feeding with long time TPN, we think that it is associated with TPN. Direct hyperbilirubinemia and cholestasis are the common situations in the newborn period. Especially this is considered to be associated with sepsis, TPN, galactosemia, inborn errors of metabolism and other causes. CMV- associated cholestasis should be kept in mind, especially in cases of premature infants with cholestasis and extremely low birth weight infants have been fed for a long time TPN.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Büyük Skrotal Lipom
Kadir Yılmaz, Selçuk Güven, Okan İstanbulluoğlu, Erkan Arslan, Hacı Hasan Esen, Mehmet Kılınç
Olgu sunumu
Özeti
Büyük Skrotal Lipom
MassIve Scrotal LIpoma
Lipomlar en sık rastlanan testis dışı skrotal kitlelerdir. Genellikle spermatik korddan gelişirler. Etyolojisi bilinmez ancak konstitisyonel faktörlere, obesiteye bağlanır. 5. ve 6. onyıllarda daha sık rastlanır. Bu olgu sunumunda 70 yaşındaki erkek hastada saptanan sıradışı, büyük bir skrotal lipom anlatılmaktadır.
Lipomas are the most common extratesticular scrotal neoplasms and they most often originate from the spermatic cord. The etiology is unknown but linked to a constitutional factors, obesity, an its presentation is more frequent in the sixth or fifth decade. In this case, an unusual massive scrotal lipoma that occured in 70 years old man is described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bipolar Bozuklukta Obsesif Kompulsif Bozukluk Birlikteliği
Bilge Burçak Annagür
Olgu sunumu
Özeti
Bipolar Bozuklukta Obsesif Kompulsif Bozukluk Birlikteliği
ObsessIve CompulsIve DIsorder In BIpolar DIsorder
Yapılan epidemiyolojik ve klinik çalışmalarda bipolar bozuklukta eştanı oranlarının oldukça yüksek olduğu gösterilmektedir. Bipolar bozuklukta obsesif kompulsif bozukluk en sık rastlanan anksiyete bozukluğudur ve görülme sıklığı %9-35 olarak bildirilmektedir. Eştanılı anksiyete bozukluğunun olması bipolar hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini etkilemektedir. Bu hastaların tedaviye yanıtlarının düşük olduğu, psikotik ve karma epizotların fazla olduğu, madde kullanımı ve suisidal girişimlerinin yüksek olduğu ve hastaneye yatış oranlarının daha fazla olduğu belirtilmektedir. Son yıllarda yapılan epidemiyolojik ve klinik çalışmalarda bipolar bozuklukta (BPB)eştanı oranlarının oldukça yüksek olduğu gösterilmesine karşın eştanılı durumlarda sosyodemografik, klinik ve tedaviye cevap ile ilgili çalışmalar kısıtlıdır. Bu konuya ışık tutmak amacıyla BPB ve OKB eştanısı olan bir olgunun klinik özelliği ve tedavi süreci sunulmuştur. Literatürde bildirilenlerin aksine olguda obsesif kompulsif semptomların manik dönemde agreve olması ilginç bulunarak hazırlanmıştır.
Epidemiological and clinical studies have shown that comorbidity rates in bipolar disorder are quite high. Obsessive compulsive disorder is the most frequently encountered anxiety disorder in bipolar disorder and its frequency is reported as 9-35%. The existence of comorbidity anxiety disorder affects sociodemographic and clinical features of bipolar patients. It has been reported that the response to the treatment in these patients is low, psychotic and mixed episodes are excessive, substance use and suicidal attempts are high and hospitalization rates are higher. Although comorbiditiy rates are high in bipolar disorder in the epidemiological and clinical studies performed recently, studies on sociodemographic, clinical and response to the treatment in comorbidity conditions are limited. In order to shed light to the issue clinical features and treatment process of a case with comorbidity of bipolar disorder and obsessive compulsive disorder has been presented. On the contrary to the facts reported in the literature, the case was presented since it was found interesting that obsessive compulsive symptoms in manic period were aggressive.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Turgut Teke, Mustafa Dinç, Emin Maden, Hatice Toy, Orhan Özbek, Sami Ceran, Mustafa Serdengeçti, Kürşat Uzun
Olgu sunumu
Özeti
Mediastinal Tümörü Taklit Eden Ve Artmış Fdg Tutulumu Gösteren Bir Tüberküloz Lenfadenit Olgusu
Tuberculous LymphadenItIs WhIch MImIcked MedIastInal Tumor And Elevated Fdg Uptake At Pet-bt
Tüberküloz tüm dünyada ve ülkemizde çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Ekstrapulmoner yerleşimli tüberküloz vakaları ayırıcı tanıda karşılaşılan zorluklar nedeni ile önemli bir klinik sorun oluşturmaktadır. Kontrastlı toraks BT’de mediastende patolojik boyutlarda lenfadenomegaliler bulunan, PETBT’sinde lenfadenomegalilerinde yüksek FDG tutulumunun görülmesi nedeniyle yapılan mediastinoskopik biyopside tüberküloz lenfadenit olduğu saptanan vakayı tartışmayı amaçladık. 80 yaşında bayan hasta PA akciğer grafisinde sağ paratrakeal bölgede genişleme tespit edilmesi üzerine yatırıldı. Toraks BT ve MR görüntülemeleri bu genişlemenin mediastinal tümörle uyumlu olduğunu destekliyordu. PET-BT incelemesinde kitlenin malignite lehine artmış FDG tutulumu gösterdiği izlendi. Ancak mediastinoskopik biyopsi sonucu tüberküloz lenfadenit olarak rapor edildi ve tüberküloz tedavi başlandı. Erişkin hastalarda bile görüntüleme yöntemleriyle dahi malign olduğu düşünülen mediastinal kitlelere sebep olan patolojiler arasında tüberküloz lenfadenitin de olabileceği akılda tutulmalı ve tüberküloz lenfadenitin PET-BT incelemesinde artmış FDG tutulumu gösterebileceği unutulmamalıdır.
Tuberculosis remains to be a serious public health problem in our country and all over the world. Extrapulmonary tuberculosis causes major clinical problems because of difficulties encountered in the differential diagnosis. In this case report, we aimed to discuss a case of tuberculous lymphadenitis mimicking mediastinal tumor in chest CT and PET-CT examination. Eighty years old female patient with right paratracheal enlargement in the chest radiography was admitted to our hospital. Thorax CT and MR imaging was supporting this expansion as concordant with the mediastinal tumor. The PETCT showed increased FDG uptake in favor of malignant masses. However, mediastinoscopic biopsy was reported as tuberculous lymphadenitis and antituberculous therapy was started. It should be kept in mind that even in adults patients, tuberculous lymphadenitis should be thought in differential diagnosis of mediastinal masses suspecting malignancy with imaging techniques and also it should not be forgotten that tuberculous lymphadenitis may be presented with elevated FDG uptake at PET-BT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kozmetik Kaygı Sonucu Oluşmuş Traksiyonel Alopesi Vakası
Ömer Faruk Taner, Abdulmuttalip Keser, Ramazan Erkin Ünlü, Sertaç Şener
Olgu sunumu
Özeti
Kozmetik Kaygı Sonucu Oluşmuş Traksiyonel Alopesi Vakası
A Case Of TractIonal AlopecIa Caused By AesthetIc AnxIety
Kişide ruhsal rahatsızlık yaratan estetik bir kusurun, operasyon ile düzeltilmesi alışılagelmiş bir durumdur. Ancak, estetik kusur sayılamayacak bir durum kişinin psikolojik durumunu bozuyor ve hatta kişide patolojik değişikliklere sebep oluyor ise dikkat çekicidir. Biz kliniğimize gelen bir hastada benzer bir durumla karşılaştık. Biz bu yazımızda kaşlarını kaldırmak istediği için saçlarını çok gergin bağlayan ve bu sebeple traksiyonel alopesi gelişen hastamızı sunmak istedik.
Surgical correction of an aesthetic deficit causing, a psychological problem, is routinely performed. On the other hand, if a complaint that can not be regarded as an aesthetic deficit, causes psychological, or even pathological changes, it is unfamiliar. İn this report we present a patient who has tied her hair tightly in order to lift her eyebrows and has caused tractional alopecia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bilateral Şilotoraksla Başvuran Non-Hodgkin Lenfoma Olgusu
Fikret Kanat, Şebnem Yosunkaya, Dilek Kırbıyık, Oktay İmecik
Olgu sunumu
Özeti
Bilateral Şilotoraksla Başvuran Non-Hodgkin Lenfoma Olgusu
A Case WIth Non-HodgkIn's Lymphoma PresentIng WIth BIlateral Chylothorax
Plevral sıvı süt görünümünde ya da bulanık olduğunda, santrifüj edildikten sonra da bu halini koruduğunda, hemen daima sıvının lipit içeriği yükliği sözkonusudur. Plevral sıvı yüksek lipit seviyesi iki durumda olur:Şilöz ve şiliform sıvılar. Bu iki durumun birbirinden ayrılması önemlidir çünkü prognoz ve tedavileri farklıdır. Nontravmatik şilotorakslarda altta yatan neden genellikle malignitelerdir. Kliniğimizde yaygın mediastinal lenfadenopatiler ve bilateral şilotoraksla seyreden non-Hodgkin lenfoma (NHL) tanısı konan ve kemoterapi uygulanarak tedavi edilen 60 yaşındaki kadın hastayı sunuyoruz.
At times, pleural fluid is milky or turbid. When the milkiness or turbidity persists after cetrifugation it is almost always due to high lipid content of the pleural. High levels of lipid accumulate in the pleural fluid in two situations: Chylous and chyliform pleural effusions. It is important to differentiate these two conditions because the prognosis and management are completely different. The most common causes of the nontraumatic chylothorax are malignancies. We report a 60 year old female patient diagnosis of non-Hodgkin’s Iymphoma with huge mediastinal Iymphadenopathies and bilateral chylothorax. We treated her with chemoterapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ekstrude Lomber Disk Hernisinde Spontan Gerileme
Fatih Keskin, Erdal Kalkan
Olgu sunumu
Özeti
Ekstrude Lomber Disk Hernisinde Spontan Gerileme
Spontaneous RegressIon Of Extrude Lumbar DIsc HernIa
Toplumun % 80’ni yaşamlarının belli döneminde bel ağrısı ile karşılaşmaktadır. Bel ağrısının en önemli nedenlerinden biri lomber disk hernisidir. Lomber disk hernisinde öncelikle tedavi konservatif olup ilerleyici nörolojik defisit ve kauda ekina sendromu kesin cerrahi endikasyonu oluşturmaktadır. Bizim olgumuzda lomber ekstrude disk herniasyonunun cerrahi girişime gerek kalmadan spontan regresyonu literatür eşliğinde tartışılmıştır. 27 yaşında bayan hasta bel ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde 2 yıl önce şiddetli bel ve sağ bacak ağrısı şikayeti ile başka bir nöroşirürji kliniğine başvurmuş ve lomber L5-S1 disk hernisi tanısı ile operasyon önerilmiş. Operasyonu kabul etmeyen, medikal tedavi ve istirahatle ağrılarının geçtiğini ifade eden hastanın yapılan nörolojik muayenesinde laseque serbest, motor ve duyu muayenesi normaldi. Çekilen lomber manyetik rezonans görüntülemesinde daha önce var olan ekstrude disk hernisinin spontan regrese olduğu izlendi. Hastaya konservatif tedavi uygulanarak önerilerde bulunuldu. Ekstrude lomber disk hernilerinde acil cerrahi endikasyonlar dışında aceleci davranılmamalıdır. Konservatif tedavi ile ekstrude lomber diskin spontan regresyonu bu olguda gösterilmiş olup cerrahi işlem girişime ihtiyaç duyulmamıştır.
Almost 80% of the population in their lives are confronted with low back pain. One of the most important cause of low back pain is lumbar disc herniation. Treatment of lumbar disc herniation is primarily conservative but progressive neurologic deficits or cauda ekina syndrome constitutes an indication for definitive surgery. Extruded lumbar disc herniation in our case, spontaneous regression without surgical intervention are discussed in the literature. 27 years old female patient was admitted to our clinic with complaints of back pain. The patient has a a previous history of severe low back and right leg pain two years ago and surgery was recommended by an other neurosurgery clinic with the diagnosis of lumbar disc herniation L5-S1. The patient does not accept this surgery and the patient’s complaints were resolved with medical treatment and resting. At the patient’s neurological examination laseque test was bilateral negative and her motor and sensory examination was normal. Lumbar magnetic resonance imaging has shown spontaneously regression of the previous extruded disc herniation and the patient discharged with conservative treatment. Emergency surgical indications of extruded lumbar disk herniation should be treated outside the impatient. Spontaneous regression of extruded lumbar disc surgery procedures without surgical initiative have been shown by this case.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
Mehmet Tolga Kafadar, Gürkan Değirmencioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Akut Karının Nadir Bir Nedeni; Apendikal Nöroma. Olgu Sunumu
A Rare Cause Of Acute Abdomen; AppendIceal Neuroma. Case Report
Akut karının nadir bir nedeni; apendikal nöroma. Olgu sunumu
\r\n
ÖZET
\r\n
Akut karın ani başlayan karın ağrısı ile karakterize, travma dışı nedenlere bağlı olarak abdominal bölgede gelişen patolojiler olarak ifade edilir. Ağrının nedeni çoğu olguda acil cerrahi girişim yapılmasını gerektirecek bir patolojidir. Akut karın nedeniyle acil birimlere başvuran hastalarda en sık cerrahi müdahale sebebi akut apandisittir. Akut apandisitin patofizyolojisinde apendiks lümenindeki obstrüksiyonun başlatıcı neden olduğu yaygın olarak kabul görmüştür. Çoğunlukla apendiksin lümenine bazı gıda ve dışkı artıklarının girmesi, bunlarla tıkanması ve bölgede lenf bezlerinin iltihaplanarak şişmesi sonucu meydana gelir. Lümenin obstrüksiyonu bakterilerin aşırı çoğalmasına, mukus sekresyonunun artmasına ve intraluminal basıncın artmasına yol açar. Son yıllarda patofizyolojide nöral komponentin varlığının ileri sürüldüğü çalışmalar da bulunmaktadır. Bunlar oblitere apendiks, fibröz obliterasyon, apendikal nöroma, nörojenik apandisit gibi tanılarla karşımıza çıkabilmektedir. Bu yazıda, akut karının nadir görülen bir nedeni olan, apandisit ön tanısıyla apendektomi uygulanan ve histopatolojik olarak apendikal nöroma tanısı alan bir olguyu sunduk.
A rare cause of acute abdomen; appendiceal neuroma. Case report
\r\n
\r\n
ABSTRACT
\r\n
\r\n
Acute abdomen refers to nontraumatic pathologies of abdominal origin which are characterized by sudden-onset abdominal pain. In most cases the cause of pain is a pathological condition requiring urgent surgical intervention. Acute appendicitis is the most common indication for surgical intervention in patients presenting to emergency department with acute abdomen. Obstruction of appendiceal lumen has been widely accepted as the precipitating factor in the pathophysiology of acute appendicitis. It usually develops as a result of food or feces particles entering into and obstructing appendiceal lumen, leading to inflammation and swelling of regional lymph nodes. Luminal obstruction results in overproduction of bacteria, excessive mucus secretion, and increased intraluminal pressure. Some studies in recent years have suggested a neural component in the pathophysiology of this condition. Such cases may present with various diagnoses such as obliterated appendix, fibrous obliteration, appendiceal neuroma, and neurogenic appendicitis. In this paper we present a case operated with the initial diagnosis of appendicitis and histopathologically diagnosed with appendiceal neuroma, a rare cause of acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İskemik İnmeye Bağlı Gelişen İzole Monoparezi
Muzaffer Mutluer, Osman Sönmez
Olgu sunumu
Özeti
İskemik İnmeye Bağlı Gelişen İzole Monoparezi
MonoparezI Isolated Due To IschemIc Stroke
İnmeye bağlı izole monoparezi çok nadirdir ve çoğunlukla küçük damar hastalığına sekonder gelişen laküner infarktlara veya küçük kanamalara bağlı olarak ortaya çıkar. Bu yazıda sol presantral girus infaktına bağlı duyu kusurunun olmadığı izole motor defisit ile karakterize, monoparezi olgusunu sunduk.
Stroke related monoparesia is rare clinical condition and predominantly arose from small bleeding or lacuner infarcts secondary to small vascular disease. In this case we present monoparesia characterized by isolated motor defesit without sensorial deficit due to infarction of left precentral gyrus.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterirı Lipoleiomiyoma
Kısmet Bildirici, Ömer Yalçın, Özlem Eren
Olgu sunumu
Özeti
Uterirı Lipoleiomiyoma
UterIne LIpoleIomyoma (a Case Report)
Uterusun lipoleiomiyomaları çok nadirdir. Görülme insidensi %0.03-%0.2’dir. Lipoleiomiyomalar matür düz kas, yağ dokusu ve kollajen doku içermektedir. Bu makalede, klinik ve histopatolojik özellikleri tartışılarak bir uterin lipoleiomiyoma olgusu sunulmuştur.
Lipoleiomyomas of the uterus are extremly rare. The reported incidence differs, from 0.03% to 0.2%. Lipoleiomyomas are composed of mature smooth muscle, fat, and connective tissue. This article, one new case of uterine lipoleiomyoma are presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
12 Yaşındaki Bir Olguda Marjolin Ülser
Zekeriya Tosun, Adem Özkan, Sadık Şentürk, Mustafa Cihat Avunduk, Nedim Savacı
Olgu sunumu
Özeti
12 Yaşındaki Bir Olguda Marjolin Ülser
12 Year-Old Case WIth MarjolIn's Ulcer
Marjolin ülser, skar dokusunda ve özellikle de yanık skarlarında gelişen malignensiyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Başlangıç yanık yaralanmasından uzun yıllar sonra yanık skar dokusunda görülür. Bu grup hastalarda en sık görülen malignite skuamoz hücreli karsinom (SCC)’dur. Bazal hücreli karsinom, melanom ve sarkom daha az sıklıkta bildirilmiştir. Biyopsi en önemli tanı prosedürüdür. Tedavi geniş eksizyondur ve bölgesel lenf nodu disseksiyonudur. 12 yaşında bir olgu aksiller bölgede 10 aydır mevcut olan ve iyileşmeyen yara şikayeti ile kliniğimize başvuruldu. Hastanın aksiller bölgeden toraksa uzanan lezyonu mevcuttu. İnsizyonel biyopsi uygulandı. Histopatolojik inceleme SCC olduğunu gösterdi. Geniş cerrahi eksizyon yapıldı. Defektli alan flep ile kapatıldı. Mevcut aksiller kontraktür Z-plastilerle açıldı. Olgu, 10 yıl gibi erken sürede Marjolin ülser gelişmesi nedeniyle sunulmuştur.
Marjolin’s ulcer is a term to describe a malignancy arising from scar tissue, especially burn scars. It appears on burn scar a long period after initial burn injury. The most common malignancy is squamous cell carcinoma (SCC) for these type of patients. Basal cell carcinoma, melanoma and sarcoma have less frequently been reported. Biopsy is the most important diagnostic procedure. The treatment is wide excision and regional lymph node dissection. A 12 year old child admitted to our clinic with unhealed wound in the axillary region for ten months. The patient had an ulcer axillary region through thorax. Incisional biopsy was performed. Histopathologic examination revealed that SCC. Wide surgical excision was done. The defect area was covered with flap. Axillar contracture was reconstructed with Z-platies. The case was presented due to early development of Marjolin’s ulcer as in ten years.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ender Bir Hemotoraks Olgusu: Torasik Ewing Sarkomu
Güven Sadi Sunam, Serhan Poyraz, Sami Ceran, Mehmet Gök, Mustafa Cihat Avunduk
Olgu sunumu
Özeti
Ender Bir Hemotoraks Olgusu: Torasik Ewing Sarkomu
A Rare Case Of Hemothorax: Due To ThoracIc EvvIng’s Sarcoma
Bir aydan beri sol üst göğüs ağrısı olan 11 yaşında erkek çocuğu şiddetli solunum sıkıntısıyla acil servise başvurdu. Çekilen akciğer radyografisi sol masif plevral efüzyonu,sol hemitoraks opasitesi ve sol 3. kotta litik alan ları gösterdi. Torasentezle hemotoraks demonstre edildi. Hastanın klinik durumunda kan replasmanına ve hemo toraks aspire edilmesine rağmen rahatlama olmadı. Bilgisayarlı toraks tomografik inceleme (BT) intratorasik ekstrapulmoner yerleşimli kitle ve 3. kotta litik lezyonun olduğu izlenimini verdi. Hastaya acil şartlarda posterolate- ral torakotomi uygulandı. Kitle göğüs duvarı ile çıkarıldı. Histolojik incelemesinde geniş alanlarda yuvarlak, hiperkromatik, nisbeten küçük hücrelerin vasküler bir stroma içerisinde yerleştikleri izlendi. Bu bulgularla Ewing sarkomu tanısı kondu. Olgu cerrahiden sonra, 11 aylık takibinde asemptomatiktir. Masif hemotoraksla birlikte olan intratorasik ekstrapulmoner Ewing sarkomu, oldukça enderdir.
An 11 - year old boy presented to the emergency room with severe dyspnea and left upper chest pain. The initial chest radiograph showed a massive left pleural effusion, opacities in the left hemithorax and lytic areas in the left 3rd rib. A thoracocentesis demonstrated a hemothorax. Despite treatment with blood tansfusions and aspiration of hemothorax, the patient’s clinical status worsened and developed dyspnea. A thoracic computed tomograghic scan demonstrated a mass in the intrathoracic extrapulmonary space and a lytic lesion in the 3rd rib. A posterolateral thoracotomy was performed. Base on histologic findings, evving’s sarcoma vvas diagnosed. He was asymptomatic throughout the 11 months follovv - up. İntrathoracic extrapulmonary thoracic Evving’s sarcoma with spontaneous hemothroax is extremelyare.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lansoprazole Bağlı Anaflaktik Şok
Hasan Hüsnü Yüce
Olgu sunumu
Özeti
Lansoprazole Bağlı Anaflaktik Şok
Lansoprazole Induced AnaphylactIc Shock
Proton pompa inhibitörleri (PPİ), asit salınımı ile ilişkili hastalıkların tedavisinde yaygın şekilde kullanılan potent gastrik asit sekresyon inhibitörleridir. Minimal yan etki profiline sahip oldukları kabul edilen bu ilaçlar ile nadir de olsa anaflaksiye kadar gidebilen hipersensitivite reaksiyonları bildirilmiştir. Klinisyenler, bu ilaçlarla hayatı tehdit eden anaflaktik reaksiyonlar ortaya çıkabileceğini göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu olgu sunumunda oral lansoprazol alımı ile gelişen anaflaktik şok tedavi yaklaşımlarının incelenmesi amaçlandı.
Proton pump inhibitors, are potent inhibitors of gastric acid secretion which are widely used in treatment of acid related disorders. They are believed to have minimal side effect profile. Although hipersensitivity reactions are rare, anaphylaxia have been reported. Clinicians should be kept in mind that anaphylactic reactions with these drugs might be seen. In this case report we aimed to discuss treatment modalities of anaphylaxia after taking oral lansoprazole.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Hızlı Seyir Gösteren Ağız Tabanı Kanseri Olgusu
Osman Fatih Boztepe, Taylan Gün, Harun Dogru, Koray Coşkunfırat, Yıldız Keleş
Olgu sunumu
Özeti
Gebelikte Hızlı Seyir Gösteren Ağız Tabanı Kanseri Olgusu
A Case Of AggressIve Floor Of The Mouth Cancer DurIng Pregnancy
Oral skuamoz hücreli karsinoma, oral kavitenin en sık görülen tümörüdür. Gebelik sırasında, ağız tabanı karsinomu ise literatürde henüz bildirilmemiştir. 26 yaşında, 34 haftalık gebe hasta kliniğimize ağızda kitle şikayeti ile başvurdu. Yapılan KBB muayenesinde, sol ağız tabanında, ülsere, frajil, 2x1 cm genişliğinde ve 6-7 mm derinliğinde kitle izlendi. 8 günde, tümör iki katına çıktı. Median mandibulutomi yapılarak tümöre transmandibuler yolla ulaşıldı ve en blok olarak boyun disseksiyonu materyali ile çıkarıldı. Gebelik sırasında tespit edilen oral skuamoz hücreli karsinomalar hızlı bir şekilde tedavi edilmeli ve hasta ve yakınları, bekleme durumunda, hastalığın progresyonu konusunda uyarılmalıdır.
Oral squamous cell carcinoma (OSCC) is the most frequent malignancy of the oral cavity. Squamous cell carcinoma of floor of the mouth during pregnancy is not reported in the literature. 26-year-old female patient admitted to our clinic with a lesion in the mouth for 2 weeks. The patient was 34 weeks pregnant and non-smoker. ENT examination revealed that the fragile, ulcerated, 2×1 cm width and 6-7 mm depth lesion was on the left side of the floor of mouth. In eight days, the tumour was almost double in size. Median mandibulotomy was applied to facilitate the resection of the tumor via transmandibular way and the tumour was removed en bloc together with the neck dissection specimen. The patients with oral squamous carcinomas during pregnancy should be treated more quickly, patients and families should be informed about the tumor progression.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal Apse
Nurdoğan Ata, Selçuk Kılıç, Enver Ferruh İnan
Olgu sunumu
Özeti
Rothia Dentocariosa’nın Etken Olduğu Parafarengeal Apse
Parapharyngeal Abscess Caused By RothIa DentocarIosa
\r\n Rothia dentocariosa oral kavite ve solunum yolu normal florasında bulunan gram-pozitif, aerobik bir bakteridir. Baş-boyun bölgesinde nadiren enfeksiyona neden olmalarına rağmen immun supresif bireylerde enfeksiyon etkeni olabilir. Bu makalede akut tonsillit sonrası Rothia dentocariosa’nın etken olduğu parafarengeal apse gelişen 33 yaşında erkek hasta sunulmuştur.Bu olgu literatürde R. dentocariosa’nın etken olduğu ilk parafarengeal apse bildirimidir.
\r\n
\r\n Rothia dentocariosa is a gram-positive, aerobic bacteria that is a part of the normal flora in the oral cavity and respiratory tract. Although it is a rare cause of head and neck region infection, it may be observed in immunosuppressed individuals. Here we report the case of an 33-year old man who developed parapharyngeal abscess that was caused by R. dentocariosa after acute tonsillitis. This is the first case report of a parapharyngeal abscess caused by R. dentocariosa in the literature.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Artrogripozis Multipleks Konjenita’lı Bir Olguda Anestezi Yönetimi
Uğur Göktaş, Hacı Yusuf Güneş, İsmail Katı, Lokman Soyoral, Hasan Hüsnü Yüce, Abdulmenap Güzel
Olgu sunumu
Özeti
Artrogripozis Multipleks Konjenita’lı Bir Olguda Anestezi Yönetimi
AnaesthesIa Management In A Case Of ArthrogryposIs MultIplex CongenIta
Artrogripozis Multipleks Konjenita eklemlerde kontraktürlerle karakterize konjenital bir hastalıktır. Bu hastaların eklemlerinde kontraktür nedeniyle sık olarak ortopedik girişimler geçirmesi gerekmektedir. Kısa boyun, mikrognati ve eklem kontraktürleri boyunda ve çene hareketlerinde kısıtlılığa yol açarak entübasyonda güçlüğe neden olabilir. Bu sunuda Artrogripozis Multipleks Konjenitalı bir olguda tekrarlayan operasyonlar nedeniyle anestezi yönetimi irdelendi.
Arthrogryposis Multiplex Congenita is a congenital disorder characterized by joint contractures. This is often due to contractures of joints in patients undergoing orthopedic procedures is required. Short neck, micrognathia and joint contractures, causing the neck and jaw movement limitations may cause difficulty in intubation. In this presentation anesthesia management in a case of Arthrogryposis multiplex congenita were evaluated because of recurrent operations
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Talat Yurdakul, Mustafa Okan İstanbulluoğlu, Mehmet Mesut Pişkin
Olgu sunumu
Özeti
Turner Sendromlu Bir Olguda Atnalı Böbrek Ve İzole Üreteropelvik Darlık
Case Report: A Turner Syndrome Case WIth Horseshoe KIdney And Isolyted UreteropelvIc JunctIon ObstructIon
Atnalı böbrek renal füzyon anomalileri içinde en sık görülenidir. Toplumda % 0.25 oranında görülür. Kromozom anomalileri ile birlikte görülebilir. Turner sendromunda en sık görülen renal anomali atnalı böbrektir. Atnalı böbreklerde üreter obstrüksiyonuna bağlı hidronefroz, sık üriner sistem infeksiyonu, lomberağrı, tekrarlayan taş oluşumu gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu yüzden obstrüksiyon endoskopik veya açık cerrahi yöntemlerle düzeltilmelidir. Turner sendromlu bir olguda atnalı böbrek ve izole üreteropelvik darlık nedeniyle gelişmiş hidrone froz olgusu sunulmuştur.
Horseshoe kidney is the most common type of renal fusion malformation. The incidence rate is % 0.25 İn public. This malformation may accompany to the chromosomal abnormalities. The most freguent renal abnormality in Turner syndrome is horseshoe kidney. There might be seen complications such as hydronephrosis, freguent uri- nary tract infections, lumber pain and recurrent stone formation due to ureteral obstruction. So that obstruction should be corrected by endoscopic and surgical methods. W e present a horseshoe kidney case with hydronephro sis due to isolated ureteropelvic junction obstruction in a patient who has turner syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Duchenne Kas Distrofisi Ve Anestezi
Sema Tuncer, Alper Yosunkaya, Aybars Tavlan, Ahmet Topal, Selmin Ökesli
Olgu sunumu
Özeti
Duchenne Kas Distrofisi Ve Anestezi
KaryotypIc DIstrIbutIon Of RecIprocal Balanced And Unbalanced TranslocatIons In Our Laboratory
Bu çalışmada üreme kayıpları ve doğumsal anomalili çocuk nedeniyle sitogenetik analiz uygulanan 15 olguda farklı kromozomları tutan resiprokal translokasyonların dağılımı incelendi. 6 olguda dengesiz, 9 olguda dengeli resiprokal translokasyon saptandı. Dengesiz karyotiplerin tümü parsiyel trizomiler olup, 3’ü maternal, 3 ’ü paternal kalıtım gösteriyordu. Dengeli resiprokal translokasyon taşıyıcısı olan ve aile çalışmaları yapılabilen olgularımızın 1’1 maternal, 2'si paternal, 3 ’ü de novo idi. İki olguda dengeli resiprokal translokasyona trizomi 21 eşlik ediyordu. Bulgularımıza dayalı olarak; resiprokal translokasyonların mekanizması, populasyondaki sıklığı, taşıyıcı bireylerin üreme kayıpları ve anomalili çocuk sahibi olma riskleri gözden geçirildi.
İn this study, karyotipic distribution of reciprocal translocations were investigated in 15 cases who referred to our laboratory because of reproductive vvastage and having a baby with multiple congenital defects. They distributed as follovvs; 6 unbalanced reciprocal translocations; 7 balanced reciprocal translocations and 2 balanced reciprocal translocations with trisomy 21. Ali of the unbalanced karyotypes were partal trisomies and three of them were inherited maternally while the other three were inherited paternally. Family investigations were done in balanced reciprocal translocation carriers and it was seen that three of them were de novo, two paternal and one maternal. Mechanisms of reciprocal translocations, their population rates and risks of carriers were evaluated by using our results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazofarenkste Ekstramedüller Plasmasitom
Ömer Erdur, Mehmet Şentürk, Nurdoğan Ata, Ersen Koç, Gültekin Övet, Necat Alataş
Olgu sunumu
Özeti
Nazofarenkste Ekstramedüller Plasmasitom
Extramedullary Plasmacytoma In The Nasopharynx
Seksen yaşında erkek hasta kliniğimize, burundan nefes
alma güçlüğü, burun kanaması ve nadiren ağızdan kan gelmesi
şikayetleri ile başvurdu. Hastanın oral, anterior rinoskopik ve
otoskopik muayenelerinde özellik saptanmazken yapılan fiberoptik
nazofaringoskopik incelemede nazofarinkste kitle gözlendi. Alınan
derin nasofarinks biyopsisi ile hastaya ekstramedüller plazmasitom
tanısı konuldu. Plazmasitomalar plazma hücresi tümörleri olup
soliter olarak kemik iliği dışında ortaya çıkarlar ve multipl myelom ile
ilişkili olabilirler. Baş boyun bölgesinde ekstramedüller plazmasitom
(EMP) olguları nadiren gözlenir. Nazofarinksin malign tümörleri
cerrahi ve/veya radyoterapi ile tedavi edilirler. Ekstramedüller
plazmasitomlar radyosensitif olarak bilinmelerine rağmen birçok
yazar tarafından kombine cerrahi ve radyoterapi önerir. Hasta ile
tüm tedavi seçenekleri paylaşıldığında hasta cerrahiyi kabul etmedi.
Bunun üzerine radyoterapiye yönlendirilen hastanın yirmidokuz aylık
kontrollerinde nüks saptanmadı. Burun tıkanıklığı, epistaksis gibi
şikayetlerle başvurun ileri yaş hastalarda daha dikkatli olunmalı ve
mutlaka nazofarinks ve nazal kavite endoskopik olarak detaylı bir
şekilde değerlendirilmeli.
Eighty year old, male patient presented to our clinic with
symptoms of difficult nose breathing, epistaxis and rarely
hemoptysis. No abnormalities were seen during oral, anterior nasal
and ear examination of the patient. A mass in the nasopharynx was
observed during the fiberoptic nasopharyngoscopic examination. The
patient was diagnosed as extramedullary plasmacytoma based on the
deep biopsy from nasopharynx. Plasmacytomas are tumors of plasma
cells, develop outside the bone marrow as solitary masses and they
may be associated with multiple myeloma. Cases of extramedullary
plasmacytoma (EMP) in the head-neck area develops rarely.
Malignant tumors of the nasopharynx are treated surgically and/or via
radiotherapy. Extramedullary plasmacytomas are known to be radiosensitive,
however, many authors recommend a combined therapy of
surgery and radiotherapy. All the treatment options were explained to
the patient, however, the patient did not accept surgery. Therefore,
the patient was started on radiotherapy and no recurrences were
observed during the twenty-nine-month follow-up period. More
caution should be exercised for elderly patients presenting with nasal
obstruction, epistaxis, and their nasopharynx as well as nasal cavity
should be endoscopically assessed in detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Haluk Gümüş, Ekrem Akkurt, Faruk Ömer Odabaş, Halim Yılmaz, Ramazan Şimşek
Olgu sunumu
Özeti
Moya Moya Hastalığı: Bir Olgu İle Gözden Geçirme
Moyamoya DIsease: Case PresentatIon And RevIew
Moyamoya hastalığı ön ve orta serebral arterler ile internal karotid arterler arasındaki sahada obstrüksiyon veya stenoza bağlı olarak oluşan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve anjiyografik olarak tanımlanan bir durumdur. Erişkinlerde hemoraji, çocuklarda iskemi sıklıkla başlangıç semptomlarıdır. Bu yazımızda baş ağrısı, bulantı, kusma ve sol hemiparazi şikayetleri ile acil servisimize başvuran ve radyolojik bulguları sağ basal ganglion hemorajisini gösteren 21 yaşında erkek hastada teşhis edilen bir Moyamoya Hastalığı vakası sunuyoruz.
\r\n
Moyamoya disease is an entity, which is caused by obstruction or stenosis in the area between the internal carotid artery, and anterior and middle cerebral arteries, identified angiographically, and does not have an exactly known etiology. The most frequent symptoms of onset are hemorrhage in adults and ischemia in children. In this paper, we present a case of Moyamoya disease which was diagnosed with a 21 year old male patient who was admitted to our emergency department with headache, nausea vomiting and left hemiparasi complaints and whose radiological findings showed right basal ganglia hemorrhage.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Agressif Seyirli Bilateral Meme Kanserli Olguda Cilt Metastazının Elektron Beam Tedavisi
Yılmaz Tezcan, Mehmet Koç, Hikmettin Demir
Olgu sunumu
Özeti
Agressif Seyirli Bilateral Meme Kanserli Olguda Cilt Metastazının Elektron Beam Tedavisi
Electron Beam Treatment In SkIn MetastasIs Of BIlateral Breast Cancer Cases WhIch Has AggressIve Cours
Meme kanseri kadınlar arasında en sık görülen ve akciğer kanserinden sonra, kansere bağlı en sık ölüm sebebidir. Bilateral meme kanserlerinin %1-2’si senkron, %5-8’i ise metakron olarak görülür. Bilateral meme kanserinde prognoz tek taraflı meme kanserine oranla daha kötüdür. Mastektomi sonrası lokoregional rekürrensler sıklıkla kemik, kas, deri veya göğüs duvarının subkutan dokusunda olur. Lokoregional relapslar, mastektomiden sonra ortalama iki yılda ortaya çıkar. Cilt metastazlarında asimetrik nodüller, eritamatöz rash, kaşıntı, kanama, ülserasyon, nekrotik eksuda gibi semptom ve bulgular görülebilir. Meme kanserlerinde tedavi multidisipliner olmalıdır. Radyoterapi bu hastalarda küratif veya palyatif amaçla uygulanır. Bu olgumuzu, modern radyoterapi tekniklerinden elektron beam tedavisi ve etkinliğini göstermek amacıyla sunduk.
Breast cancer is the most frequently diagnosed cancer in women and second cancer leading death among cancer deaths in women (after lung cancer). Simultaneous bilateral breast cancer is seen 1-2% and metachronous 5-8%. Bilateral breast cancer has worse prognosis than unilateral breast cancer. Locoregional recurrences after mastectomy is often occure in bone, muscle, skin or subcutaneous tissue of the chest wall, and that was seen approximately until 2 years. In skin metastases; asymmetric nodules, eritematose rash, itching, bleeding, ulceration, symptoms and signs such as necrotic exuda can be seen. Breast cancer treatment should be made by a multidisciplinary team. Radiotherapy in these patients are curative or palliative. In this case, we aimed to show the effectiveness of the electron beam in modern radiotherapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Talat Yurdakul
Olgu sunumu
Özeti
A Case Report: A Hcg SecretIng TestIcular SemInoma DIscovered DurIng RoutIne InfertIlIty EvalutIon
Rutin infertilite değerlendirilmesi sırasında tanı konulan Human Koryonik Gonadotropin sekrete eden testiküler seminoma olgusu sunulmuştur. Sperm sayı ve motilitesi normal olmasına rağmen, yıkama sonrası sperm swim-up sonuçları normalden oldukça düşük idi. Bu değerler orşiektomiden sonra normale döndü.
We present a human chorionic gonadotropin producing testicular seminoma case which was discovered during infertility evaluation. Although sperm count and motility were normal, postwash sperm swim-up results were poor that returned to normal after orchiectomy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Murat Çakır, Tevfik Küçükkartallar, Ahmet Tekin, Adil Kartal
Olgu sunumu
Özeti
Safra Kesesi Agenezisi; Nadir Bir Konjenital Hastalık
Gallbladder AgenesIs, A Rare CongenItal DIsorder
Safra kesesi agenezisi toplumda 10000’de 1-2 arasında görülen
nadir konjenital anomalidir. Olgular üst karın ağrısı gibi biliyer tip
bulgularla karşımıza çıkabilirler. Ultrason biliyer semptomlar için
ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. Ancak ultrasonografi ile
safra kesesi agenezisini sıklıkla yanlış yorumlanır. Laparoskopik
cerrahi esnasında teşhis edilen safra kesesi agenezisi ve safra
yolları amomalisini olan olguyu sunduk. Sonuç olarak birçok hastanın
tanısı laparoskopi sonrası açık cerrahi kolesistektomi esnasında
safra kesesinin olmaması ile teşhis edilir. Laparoskopi esnasında
safra kesesi agenezisinden şüphelenildiğinde açık cerrahi prosedüre
geçmek gereksizdir. Aksi halde biliyer kanal yaralanması ile birlikte
artmış mortalite ve morbititeye neden olunabilir.
Agenesis of the gallbladder is a rare congenital anomaly occurring
in 1 to 4 people of a population of 10000. It may present with biliary
type symptoms such as upper abdominal pain requiring further
investigation. Ultrasound is the first choice of imaging for biliary
symptoms but is frequently misleading in the context of Gallbladder
Agenesis. We report a case of congenital Gallbladder Agenesis and a
biliary tract abnormality diagnosed by laparoscopy. As a result most
patients are diagnosed following conversion of laparoscopic to open
cholecystectomy and subsequent failure to identify the gallbladder.
Failure to suspect Gallbladder Agenesis at laparoscopy can result in
unnecessary open surgery and a high risk of bile duct damage with
corresponding postoperative morbidity and mortality.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Mustafa Kaçmaz
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Döneminde Üçüncü Ventrikül Kolloid Kiste Bağli Gelişen Akut Hidrosefali
Acute Hydrocephalus Due To ChIldhood ColloId Cyst Of The ThIrd VentrIcle
\r\n Kolloid kistler üçüncü ventrikülün nadir benign tümörleri olup tesadüfen bulunan kistlerden akut ölüme kadar çok geniş bir klinik sunum aralığına sahiptir. Bu kistlerde sık görülmeyen bir olay olan kistin büyümesi, obstrüktif hidrosefaliye ve sonuçta hastanın durumunda ani kötüleşmeye ve ölüme neden olabilen yaşamı tehdit edici bir komplikasyondur. Üçüncü ventrikülde büyük kolloid kisti olup, literatürde in vivo tanı konmuş ani ölüme yol açan çocuk kolloid kist tıkanması vakası oldukça nadir bir durumdur. Acil servise ani şuur kaybıyla başvurup Akut Hidrosefali gelişmesi nedeniyle acil ventrikülostomi yapılmasına rağmen, 24 saat içinde beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir 3. Ventrikül kolloid kist obstrüksiyonu vakasını sunuyoruz.
\r\n
\r\n Colloid cysts are rare benign tumors of the third ventricle and have a wide range of clinical representations from incidentomas to acute death. The growth of these cysts is an uncommon event and may cause obstructive hydrocephalus that lead to sudden deterioration in the patient's condition and may cause life-threatening complications. The large colloid cyst of third ventricle caused sudden death of children due to clogging, diagnosed in vivo is a very rare case in literature. We are representing here a case which patient admitted to emergency room for sudden loss of consciousness. Even he had urgent ventriculostomy due to acute hydrocephalus development, brain death has occured because of 3rd ventricle colloid cyst.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
Bartu Badak, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Asemptomatik Dev Overial Benign Müsinöz Kistadenom
AsymptomatIc Huge OverIal BenIgn MucInous Cystadenoma
Overin benign müsinöz kistadenomu büyük boyutlara ulaşabilir.
Abdominal kistik kitleler büyük boyutlara ulaşmadan genellikle belirti
vermemektedir. Olgumuzda olduğu gibi büyük boyutlara ulaşan
bir abdominal kistin asemptomatik bir klinik seyir izlemesi nadir
karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede asemptomatik dev overial
benign müsinöz kistadenom olgusunu sunarak abdominal kistlere
yaklaşımı değerlendirmek istedik. Abdominal kistlerin tanısında
ultrasonografi yararlı bir tetkiktir. Ayırıcı tanı için ileri görüntüleme
yöntemi olarak abdominal tomografi veya manyetik rezonans tercih
edilmelidir. Cerrahi tedavide genellikle orta hat insizyon ile açık
cerrahi müdehale tercih edilmektedir. Açık cerrahi konvansiyonel
bir yöntem olarak önemini korumaktaysa da laparoskopik cerrahi
yöntemler giderek yaygınlaşmaktadır.
Asymptomatic huge overial benign mucinous cystadenoma:
A case report. Overial benign mucinous cystadenoma can grove
huge sizes. Abdominal cysts are usually asymptomatic unless
they have huge sizes. It is a rare condition asymptomatic clinical
course of a huge abdominal cyst as like in our case. We aim to
examine abdominal cysts by presenting a case of huge overial
benign mucinous cystadenoma in this article. Abdominal ultrasound
imaging is a useful exemination in diagnosis of abdominal cysts.
For differential diagnosis abdominal tomography and magnetic
resonance must perform as a advenced imaging method. Surgical
treatment is usually open surgery performed by a median incision.
Although open surgical tecniques are protecting importance as a
convential prosedure laparoscopic surgical methods are increasingly
having popularization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Nazmi Zengin, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse
Olgu sunumu
Özeti
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
ChoroIdal Meta S Ta SI S: Us, Doppler Us, Mrı
Nadir görülen koroideal metastazlı üç olgunun ultrasonografi, renkli Doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme bulgulan değerlendirildi. İkisi kadın, biri erkek üç olguda sırasıyla pankreas, meme ve bronkoalveolar Ca ve bunlara bağlı göz metastazları mevcuttu. Olguların ikisi görme azalması şikayeti ile incelemeye alındı. Bronkoalveolar Ca’lı olguda beyin metastazı için manyetik rezonans incelemesi sırasında göz metastazı saptandı. Ultrasonografide glob posterior duvarında, glob içine protrüze olan lezyonlar olguların 2 ’sinde hiperekoik, Tinde kısmen hipoekoik kitleler şeklindeydi. Renkli doppler ultrasonografide tarif edilen lezyonlarda kanlanma bulguları tespit edildi. Lezyonların manyetik rezonans incelemelerinde ise TTde Tinde izointens 2 ’sinde ise hiperintens; T2de tüm olgularda hipointens görünüm mevcuttu. Göz şikayetleri olan primer maligniteli olgularda göz metastazlarının ayırdedici tanısında radyoloijk görüntüleme faydalı olacaktır.
Ultrasonography, Doppler ultrasonography and magnetic resonance imaging findings of three cases with choroidal metastasis were evaluated. Two of the cases were women, and one was man. They had pancreas, breast and bronchoalveolar carcinomas, respectively. Two cases presented with blurred Vision. The case with bronchoalveolar carcinoma was detected during the magnetic resonance imaging procedure for cerebral metastasis. İn one of the three patients immediate hypoechogenic, in the remaining two patients hyperechogenic lesions vvhich were protrused to the posterior wall of the globe determined by ultrasography. Doppler ultranography demonstrated that the lesions were vascularised. The lesions were hyperintense in two, and isointense in one case; ali of them were hypointense on T2- vveighted images. İn cases of primary malignancy with eye complaints, radiologic evaluation can be helpful in the elimination of eye metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Rekürren Eosinofilik Sistitin Oluşturduğu Mesane Yassı Hücreli Metaplazisi
Talat Yurdakul, Mehmet Mesut Pişkin, Mustafa Cihat Avunduk
Olgu sunumu
Özeti
Rekürren Eosinofilik Sistitin Oluşturduğu Mesane Yassı Hücreli Metaplazisi
Squamous Cell MetaplasIa Of Bladder Induced By Recurrent EosInophIlIc CystItIs
Amaç: Nadir görülen bir patoloji olan mesanenin rekürren eozinofilik sistit olgusuna bağlı gelişen mesane yassı hücre metaplazisini sunmak. Olgu sunumu: Yirmi dört yaşında kadın olgu sık idrar yapma, supra pubik ağrı ve dizüri şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. idrar mikroskopisinde hematüri saptandı. idrar kültürü steril idi. Genel anestezi altında yapılan sistoskopide mesane trigonunda yerleşmiş ödemli, ülsere lezyon görüldü. Transüretral yolla lezyon rezeke edildi, patolojik değerlendirme ile eozinofilik sistit tanısı konuldu. Sonrasında antihistaminik ve antikolinerjik medikal tedaviye başlandı. Tedavi bitiminden iki ay sonra şikayetleri tekrarlayan hasta yapılan Sistoskopide farklı bir alanda lezyon izlendi. Lezyona transüretral rezeksiyon yapıldı. Biyopside epitelde yassı hücreli metaplazi ile birlikte eozinofilik hücre infiltrasyonu izlendi. Hastaya ek olarak steroid ve antihistaminik kombinasyon tedavisi başlandı. ilaçların kesilmesini takiben 6. ayında hasta semptomsuz izlenmektedir. Sonuç: Eozinofilik sistit rekürensleri medikal tedavi ile etkili bir şekilde kontrol altına alınabilir. Rekürren eozinofilik sistit, mesane mukazasında yassı hücreli metaplaziye yol açabilir.
Aim: To present a squamous cell metaplasia of bladder which is induced by a rarely seen pathology called recurrent eosinophilic cystitis. Case report: Twenty four years old female patient, admitted to our clinic with frequent urination, suprapubic pain and dysuria. Microscopic hematuria was found in urine analysis. We performed cystoscopy under general anestesia and an edematous, ulcerative lesion located at the trigone was found. The lesion was resected transuretrally. Pathology revealed eosinophilic cystisis. The patient began antihystaminics and aniticholinergics. The symptoms of the patient relapsed 2 months after medical treatment. This time the cystoscopy revealed a similiar lesion in a different area than the first one. The lesion was resected transurethrally. The biopsy revealed squamous cell metaplasia of epithelium and eosinophilic cell infiltration. Patient began steroid and antihistaminic combination postoperstively. The patients has been followed up to 6 months without any symptom. Result: Medical treatment is effective in the control of reccurencies of eosinophilic cystitits. Recurrent eosinophilic cystitis might cause squamous cell metaplasia in the bladder mucosa.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Opere Edilmeden Erişkin Yaşa Ulaşan Nadir Bir Konjenital Kalp Hastalığı Tek Ventrikül
Kenan Demir, Hakan Akıllı
Olgu sunumu
Özeti
Opere Edilmeden Erişkin Yaşa Ulaşan Nadir Bir Konjenital Kalp Hastalığı Tek Ventrikül
A Rare Case Of CongenItal Heart DIsease In An Unoperated Adult PatIent SIngle VentrIcule
Tek ventrikül nadir görülen bir konjenital kalp hastalığıdır. Prognozunun kötü olması nedeni ile cerrahi tedavi uygulanmadan erişkin yaşa ulaşan hasta sayısı azdır. Literatürde 5-6. dekata ulaşan vakalar bildirilmektedir. Sunacağımız vakayı ülkemizden bildirilen, opere edilmeden en ileri yaşa ulaşan tek ventrikül olgusu olması ilginç kılmaktadır.
Single ventricle is a rare congenital heart disease. The number of patients who reach to adult age without surgical operation due to poor prognosis are rare. There are publications that report cases reached to 5 to 6 decades in the literature. What makes the present case interesting is that it is the single ventricule that reaches the oldest age without operation reported in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Mehmet Akif Eryılmaz, Meltem Energin
Olgu sunumu
Özeti
Tanımız Gerçekten Krup Mu?
Is Our DIagnosIs Really Croup?
Krup,öksürük, ses kısıklığı ,inspiratuar stridor ve havlar tarzda
öksürükle karakterize bir sendromdur ve obstrüksiyonun derecesine
göre değişik şiddetde solunum sıkıntısıyla gözükür. Yabancı cisim
aspirasyonları, retrofarengeal apse, bakteriyel trakeit ve epiglottit de
krup benzeri akut solunum yolu obstrüksiyon nedenlerindendir. Bu
vakada acil servise bi fazik stridoru olan, solunum sesleri azalmış,
akciğer grafisinde havalanma artışı olan bir hasta sunuldu. Medikal
tedaviye cevap vermediği için 3 yaşındaki bu çocuğa laringoskop
uygulandı ve vokal kord düzeyinde bir adet karanfil bulundu.
Croup syndrome is a term that defines barking cough ,
hoarseness, inspiratory stridor, and presenting with changeable
severity of respiratory distress according to the l (severity) of
obstruction, Foreign body aspirations, retropharyngeal abscess,
bacterial tracheits and epiglottitis are also reasons for croup like acute
airway obstructions. We a 4 years old child with biphasic stridorwho
admitted to the Pediatric Emergencydepartment In consequence of
unresponsive medical treatment pati endoscophic examination has
performed and a Szygium aromaticum at the level of vocal cordswas
found The foreign body had removed with general anesthesia by
endoscophy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Buruli Ülseri: Olgu Sunumu
Raimundo Geronimo Silva Jr., Vitoria Castelo Branco Rocha Ibiapina Do Monte, Thiago Assis Borges Morais
Olgu sunumu
Özeti
Buruli Ülseri: Olgu Sunumu
BurulI Ulcer: A Case Report
Buruli ülseri, Mycobacterium ulcerans’ın neden olduğu, 30’dan fazla ülkede tespit edilen,
lepra ve tüberkülozdan sonra bir mikobakteriozis türü olarak üçüncü sırada ortaya çıkan
enfeksiyöz bir hastalıktır. Bu makalede nadir görülen bir bruli ülseri olgusunu; hastalığın
erken tanısı ile estetik ve fonksiyonel sekellerin önlenmesi için yararlı morfolojik bulguları ve
tamamlayıcı tekniklerini vurgulayarak sunduk
Buruli ulcer is an infectious disease caused by Mycobacterium ulcerans and considered the
third mycobacteriosis in occurrence after leprosy and tuberculosis, having been detected in
more than 30 countries. We report a case of this rare disease, highlighting the morphological
findings and complementary techniques useful for early diagnosis and consequent prevention
of aesthetic and functional sequels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üst Özefagial Polipin Endoskopik Rezeksiyonu, Özefagial Leiomyomun Sıra Dışı Yerleşimi
Adnan Şahin, Özgür Türk
Olgu sunumu
Özeti
Üst Özefagial Polipin Endoskopik Rezeksiyonu, Özefagial Leiomyomun Sıra Dışı Yerleşimi
EndoscopIc ResectIon Of Upper EsophagIal Polyp,
unusual LocatIon Of Esophageal LeIomyoma
Özefagial benin tümörler nadir görülen lezyonlardır. Özefagusun
üst 1/3 bölümünde yerleşimleri oldukça nadirdir. Özefagial poliplerin
endoskopik olarak çıkartılması ile ilgili bilgiler henüz yaygın değildir.
Endoskopik prosedürün teknik zorlukları olmakla beraber işlem
sonrası hemoztazın sağlanmasında zor olabilir. 60 yaşında bayan
bir hastada polipektomi loop’u kullanarak başarılı olarak polibi
tamamen çıkarttığımız vakayı sunuyoruz. Üst özefagus leiomyomları
nadir görülen klinik tablolardır. Özefagial leiomyomaların tanısı
hem radyolojik olarak hem de endoskopik olarak yapılmalıdır.
Salin enjeksiyonu metodu pediküllü poliplerin endoskopik olarak
çıkartılmasında başarılı bir yöntem olabilir.
Esophagail benign tumors are limited seen lesions. Rarely
located at the upper one third part of the esophagus. Endoscopic
removal of osephagial polyps has been declared infrequently. The
procedure hast technically difficulties and after the polypectomy
hemostasis can be hard. We performed a successful endoscopic
polypectomy handlig a polypectomy loop to ablate the polyp in a
60-year-old woman patient. Leiomyoma of upper esophagus is a
rare clinical situation. The diagnosis of esophageal leiomyomas
must be achieved both endoscopic and radiologic examinations.
Saline injection can be a useful method for endoscopic resections of
pediculed polyps.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
Ruhuşen Kutlu, Gülseren Pamuk
Olgu sunumu
Özeti
Bronşioliti Taklit Eden Yabancı Cisim (termiye) Aspirasyonu
MImIckIng BronchIolItIs ForeIgn Body (termIye) AspIratIon
Yabancı cisim aspirasyonları (YCA) çocukluk çağında sık görülen ve ciddi morbidite ve mortaliteye neden olabilen durumlardır. YCA’ları 3 yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer aniden başlayan nefes durması ve öksürük anamnezi yoksa atlanabilir, akciğer enfeksiyonlarını taklit edebilir, tekrarlayan enfeksiyonlara ve buna bağlı komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, değişik bir bakla türü olan termiye yedikten sonra aniden başlayan öksürük, kusma ve hışıltılı solunum şikayetleri ile getirilen 10 aylık bir erkek çocuk takdim edilmiştir. Hastanın teşhisi hikaye, fizik muayene, göğüs grafisi ve bronkoskopi ile konmuştur. Sağ alt bronşta yabancı cisim (termiye) vardı ve çıkarıldı. Bu olgu yabancı cisim aspirasyonunun çocukluk yaş grubunda akılda tutulması gereken bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü yabancı cisim aspirasyonu komplikasyonlara, hatta ölüme yol açabilen önemli bir problemdir.
Foreign body aspirations (FBA), which have high mortality and morbidity rate, are common pediatric emergency issues occured in childhood. FBA is seen more frequently among children under 3 years old. If there is no history of sudden-onset choking and cough, it can be ignored and the patient may come with recurrent pulmonary infections and its related complications. In this report, 10-monthold boy patient who was brought with complaints of sudden-onset of cough, vomiting and wheezing after eating a kind of broad bean ( termiye) was presented. Diagnosis was established on the history, physical examination, the chest X-ray and bronchoscopy. The foreign body (termiye) was located in the right inferior bronchus and removed. This case emphasizes that the presence of a foreign body aspiration must be kept in mind in childhood. Because foreign body aspiration is a serious problem that may lead to complications or even to death.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
Fedi Ercan, Melike Bayman, Osman Balcı, Mehmet Aykut Yıldırım, Teyfik Küçükkartallar
Olgu sunumu
Özeti
Gebeliğin İkinci Trimesterinde Morgagni Kistine Bağlı Fallop Tüpünde Torsiyon: Olgu Sunumu
FallopIan Tube TorsIon Due To MorgagnI Cyst In Second TrImester Pregnancy: A Case Report.
\r\n Tubal torsiyon, özellikle gebelikte çok nadir bir durumdur. Burada gebeliği 24 haftasında akut karın kliniği ile kliniğimize başvuran bir olguyu sunmaktayız. Radyolojik ve biyokimyasal araştırmalar karın ağrısının nedenini açıklamadı ve laparatomi uygulandı. Ameliyat sırasında, daha önce ultrasonografik muayene ile görülen Morgagni kisti nedeniyle sağ fallopian tüpün torsiyone olduğu görüldü. Sırasıyla Morgagni kistine kistektomi ve fallopin tüpe de detorsiyon uygulandı.
\r\n
\r\n Tubal torsion is a very rare case, especially in pregnancy. We present a case of a patient of 24 weeks gestation that was admitted to our clinic with acute abdomen. Radiological and biochemical investigations did not reveal the cause of abdominal pain which resulted in laparatomic exploration. During the operation, the Morgagni cyst, previously explored by ultrasonographic examination, and the right fallopian tube were found twisted among themselves. Cystectomy and detorsion was performed of the Morgagni cyst and the fallopian tube, respectively.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Mustafa Cüneyt Çiçek, Yüksel Dereli, Ömer Tanyeli, Ömer Faruk Çiçek
Olgu sunumu
Özeti
Tesadüfen Tespit Edilen Çift Vena Kava İnferior
anomalisi
Double InferIor Vena Cava Anomaly DetermIned By Chance
Vena kava inferior, embriyolojik hayatın beşinci ve sekizinci
haftaları arasında üç çift primitif venin kompleks anastomozu
sonucu oluşur. Vena kava inferiorun bu kompleks embriyolojik
gelişimi sırasındaki anormallikler sonucu, çeşitli anomaliler meydana
gelebilir. Nadir olarak rastlanan çift vena kava inferior anomalisi
en sık görülen inferior vena kava patolojisidir. Bu makalede, akut
karın ağrısı ile hastanemize başvuran ve rutin tetkikler esnasında
tesadüfen tespit edilen çift vena kava inferior anomalisi bulunan, 17
yaşında bir erkek hasta sunuldu. Son yıllarda, modern görüntüleme
tekniklerinin gelişmesi ve bunların klinik kullanımının yaygınlaşması
ile asemptomatik vena kava inferior anomalilerinin tesadüfi olarak
tespit edilmesine olanak sağlanmıştır. Özellikle retroperitoneal
cerrahi operasyonlarda oluşabilecek komplikasyonları önlemek adına
çift vena kava inferior anomalisinin tespit edilmesi önemlidir.
The inferior vena cava is formed by complex process involving
the several anastomoses between three paired embryonic veins
during the fifth to the eighth week of embryonic development. It is
reported that abnormalities in this complex development may result
various defects. Double inferior vena cava is the most common
anomaly affecting the vena cava, though it is a rare pathology. In
this study, a 17 year old male patient was presented who admitted
to our hospital with acute abdominal pain and were determined by
chance during routine inspections double inferior vena cava anomaly.
In recent years, the development of modern imaging techniques and
with the widespread clinical use of these asymptomatic inferior vena
cava anomaly has been identified as incidental facilities are provided.
In particular, retroperitoneal surgery in order to avoid complications
that could occur in pairs inferior vena cava anomaly detection is
important.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Egzersiz Dispnesinin Nadir Bir Nedeni: Swyer-James Sendromu
Yusuf Aydemir
Olgu sunumu
Özeti
Egzersiz Dispnesinin Nadir Bir Nedeni: Swyer-James Sendromu
The Rare Cause Of ExertIonal Dyspnea: Swyer-James Syndrome
Swyer-James Sendromu, tek taraflı saydamlık artışı, etkilenen
bölgede vasküler yapıların azlığı ve küçük hilus gölgesi ile
karakterize nadir bir akciğer hastalığıdır. Genellikle asemptomatik
olmakla birlikte, sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonu, egzersiz
dispnesi ve hemoptizi gibi belirtiler de olabilir. 23 yaşında erkek
hasta egzersizle oluşan nefes darlığı şikâyeti ile başvurdu. Fizik
muayenesinde, sol hemitoraksda solunum sesleri azalmıştı. Akciğer
grafisinde; sol orta ve alt zonda daha belirgin olan saydamlık artışı,
mediastende sola kayma ve küçük hilus gölgesi izlendi. Ventilasyonperfüzyon
sintigrafisinde uyumlu defekt alanları belirlendi. Akciğer
grafisi ile tanı konulabildiği halde, nadir görülmesi nedeni ile akla
getirilmeyen Swyer-James Sendromu tanısı konulan hasta, literatür
bilgileri eşliğinde sunuldu.
Swyer-James Syndrome is a rare pulmonary disease,
characterized by one-sided hyperlucency, smaller hilum shadow
and lack of vascular structures in affected side. Although usually
asymptomatic, can also be symptoms such as recurrent lung
infection, exertional dyspnea and hemoptysis. 23-year-old male
patient presented with exercise-induced dyspnea. On physical
examination, decreased breath sounds on the left hemithoraxes.
Chest x-ray showed right middle and lower lobe more prominent
hyperlucency, mediastinal shift to the left and small hilar shadow.
Ventilation-perfusion scintigraphy were determined consistent defect
areas. Swyer-James Syndrome diagnosed by chest X-ray is possible,
but it is unthinkable because of the rarity. Swyer-James syndrome
diagnosed patient is presented with literature data.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mide Divertikülüne Bağlı Gelişmiş Pilor Darlığı
Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Mide Divertikülüne Bağlı Gelişmiş Pilor Darlığı
PylorIc StenosIs Secondary To A GastrIc DIvertIculum
Amaç: Mide divertikülü nadir görülen ve genellikle asemptomatik seyir gösteren bir hastalıktır. Literatürde bugüne kadar, mide divertikülü nedeniyle pilor darlığı gelişmiş yalnızca bir hasta rapor edilmiştir. Mide divertikülüne bağlı pilor darlığı gelişmiş bir hastanın klinik özelliklerinin literatür eşliğinde tartışılması ve sunulması amaçlandı. Olgu sunumu: Üç aydır peptik ülser tanısı ile tedavi edilen 66 yaşında bayan hasta, son onbeş gündür oral gıda alımı sonrası kusma şikayetinin başlaması üzerine hastanemize başvurdu. Üst gastrointestinal sistemin görüntülenmesini sağlayan tetkikler sonrasında midede pilora bitişik yerleşimli, pilor halkasını içine alıp deforme etmiş divertikül saptandı. Hasta endoskopik pilor balon dilatasyonu yapılarak tedavi edildi. Sonuç: Semptomatik mide divertikülü olan hastalarda tedavi amacıyla divertikülün basit rezeksiyonu önerilmekteyse de, divertiküle bağlı oluşan pilor darlığının endoskopik pilor balon dilatasyonu ile tedavi edilebileceği unutulmamalıdır.
Aim: Gastric diverticula are uncommon and usually asymptomatic. Only one case of pyloric obstruction secondary to a gastric diverticulum was published in the literature. A case treated for pyloric obstruction secondary to a gastric diverticulum and the related literature are reviewed. Case report: The 66-year-old female, treated for peptic ulcus along three month, consulted to our hospital complaining about vomiting after eating something for last 15 days. Having examined upper gastrointestinal system, diverticulum was found on at lesser curvature, located adjacent to and partially including the pylor. Patient was treated with endoscopic balloon dilatation. Conclusion: Even if simple resection was suggested for symptomatic gastric diverticula, pyloric stenosis secondary to a gastric diverticulum can be cured with endoscopic balloon dilatation was reosanable.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
Oğuzhan Güven Gümüştaş, İbrahim Akdağ, Yurtkuran Sadıkoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Renal Arter Stenozu Nedeniyle Endovasküler Stent Veya Balon Anjioplasti Uygulanan Hastaların Radyolojik Ve Klinik Takibi
RadIologIcal And ClInIcal Fallow Up Results Of Renal Artery StentIng Or Ballon AngIoplasty In PatIents WIth Renal Artery StenosIs
Amaç: Renal arter darlıklı hastalarda renal yetmezlik ve renovasküler hipertansiyonun kontrolünde balon anjioplasti veya renal artere stent uygulaması sonuçlarının takibi ve primer başarı oranını saptamak.Yöntem: Olguların renal anjioplasti ve stent uygulaması öncesi renal anjio bulguları, Doppler ultrasonografi bulguları ve varsa MR anjio bulguları değerlendirildi. Olguların klinik değerlendirilmesi renal fonksiyonları, tansiyon değerleri ve kullanılan ilaç sayısındaki değişikliklere göre yapıldı. Bulgular: Otuz yedi (22 erkek, 15 kadın; ortalama yaş 50.24) hastanın 32 renal arterine balon ile genişleyen stent yerleştirildi. 37 hastanın 7 renal arterine balon anjioplasti uygulandı. Tüm hastalarda hipertansiyon, 12 hastada böbrek disfonksiyonu bulunmaktaydı. Hastalar tedavinin etkinliğini belirlemek için, işlem öncesi ve sonrası kan basıncı ve serum kreatinin düzeyleri ile takip edildiler. Darlık oranı %30-%100 idi (ort %74.15). On beş hastada lezyonlar ostialdi. Yirmi dört hastada trunkaldi. Takip süresi ortalama 21.2 (3-84 ay) aydı. Hipertansiyon 9 (%24.33) hastada iyileşti. 19 hastada düzeldi. 9 hastada ise yanıt alınamadı. Böbrek fonksiyonu bozuk olan 12 hastanın da 8’inde (%22.22) düzelme görülürken, 4’ünde kötüleşme görüldü. 4 (%11.10)’ünde ise değişiklik izlenmedi. Sonuç: Renal arter darlıklarının stent ve perkütan transluminal anjioplasti ile revaskülarizasyonu, basit etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemidir. İlerleyici böbrek yetmezliği ve kontrol edilemeyen hipertansiyonlu hastalarda perkutan transluminal anjioplasti ve stent ile renal arter darlıklarının revaskülarizasyonu önemli klinik yarar sağlamaktadır.
Aim: To determine the primary success rate and follow up results of renal artery stenting or balloon angioplasty in controlling renovascular hypertension and renal failure in patients with renal artery stenosis. Method: Before balloon angioplasty and stenting; renal angiography and Doppler ultrasonography findings were evaluated and also findings of MRA were estimated if present.The clinical estimation of the cases were made upon to renal functions, hypertension values and the changes of the number of medicines used. Results: Balloon expandable stents were placed in 32 renal arteries of 37 patients. Balloon angioplasty were used in 7 renal arteries of 37 patients (22 men, 15 women; mean age 50.24). There were hypertension in all of the patients. In 12 patients; there were disturbed renal functions. In order to determine the activity of the cure of the disease, the patients are followed by measuring blood pressures and serum creatinin levels before and after the stenting and balloon angioplasty. Stenosis rate was 30-100% (mean 74.15%).The lesions were ostial in 15 patients, truncal in 24 patients. Mean follow up time was 21.2 months (3-84 months). Hypertension was cured in 9 (24.33%) patients, improved in 19 (51.35%).patients In 9 (24.33%) patients there was no respond. In 12 patients with disturbed renal function, 8 (22.22%) patients showed improvement, 4 (11.10%) patients showed deterioration and 4 (11.10%) patients were stable. Conclusion: Revascularization of renal artery stenosis with stenting and balloon angioplasty is a simple, efficient and safe procedure. In patients with uncontrolled hypertension and progressive renal failure; revascularization of renal ar tery stenosis with stenting and baloon angioplasty pointed out impor tant clinical benefit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Aortik Arka Embolize Olan Atriyal Septal Defekt Okluder Cihazının Hibrit Çıkartılma İşlemi
Emre Özdemir, Sadık Volkan Emren, Mustafa Ozan Gürsoy, Cem Nazlı
Olgu sunumu
Özeti
Aortik Arka Embolize Olan Atriyal Septal Defekt Okluder Cihazının Hibrit Çıkartılma İşlemi
HybrId ExtractIon Of AortIc Arcus EmbolIzated AtrIal Septal Defect Occluder DevIce:
\r\n Atriyal septal defekt(ASD) erişkinlerdeki defektlerin de % 30-33’ünden sorumludur. Sekundum ASD tedavisinde transkateter tedavi birinci basamak tedavi olarak yer almaktadır. 36 yaşında sekundum ASD tanısı olan hastanın başarılı transkateter kapatma işlemi sonrası ilk 24 saat içinde aortik arka embolize olduğunu fark ettik. Embolize olan cihazların snare ve biopsi kateteri ile alınması bilinmekle birlikte farklı olarak femoral artere başka bir ASD okluder cihaz ile çekilmesi sonrası buradan cerrahi ile alınmasını içeren bir vaka sunduk. Farklı yöntemler kullanılarak başarı şansı yüksek olan embolize olan cihaz çıkartılmasında hibrit yaklaşım her zaman akılda olmalıdır.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n Atrial septal defect (ASD) is also responsible for 30-33% of adult defects. . Transcatheter treatment is the first-line treatment for secuncum ASD treatment. A 36-year-old ASD patient that had a successful transcatheter closure. The occluder embolization became, within the first 24 hours after procedure, to the aortic arcus. It is known that the devices with embolism are taken by snare and biopsy catheter, but differently, a case involving surgical removal after retraction of femoral artery by another ASD occluder device. Hybrid approach should always be mindful when removing embolized device with high success rate using different methods.
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Karaciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu Olgusu
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Sabahattin Ertuğrul, Hasan Koç, Rahmi Örs
Olgu sunumu
Özeti
Karaciğer Ve Cilt Hemanjiomu İle Birlikte Olan Bir Split Hand-Foot Malformasyonu Olgusu
A Case Of SplIt Hand-Foot MalformatIon AssocIated WIth HepatIc And Cutaneous HemangIoma
Yarık el-ayak malformasyonu, el ve ayakta santral parmak hatlarının yokluğu sonucu gelişen derin mediyan yarıklar ile karakterize konjenital ekstremite malformasyonudur. Yarık el-ayak malformasyonu izole bir anomali olduğu kadar multisistemik bir sendromun bir parçası olarak da meydana gelebilir. Ailesel olguların çoğu otozomal dominant geçiş göstermektedir. Yarık el-ayak malformasyonlu bazı hastalarda mental retardasyon, ektodermal ve kraniofasial bulgular bulunmaktadır. Biz karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden bir ayrık el-ayak malformasyonu olgusunu literatür eşliğinde sunduk. Araştırmalarımıza göre karaciğer ve cilt hemanjiomu ile seyreden ilk olgudur.
Split hand-foot malformation is a congenital limb malformation, characterized by a deep median cleft of the hand and/or foot due to the absence of the central rays. Split hand-foot malformation can occur as isolated anomalies or as one component of multisystem syndromes. The majority of the familial cases are inherited in an autosomal dominant manner. Some patients with split handfoot malformation have been found to have mental retardation, ectodermal and craniofacial findings. We presented a split handfoot malformation case with liver and cutaneous hemangioma by the literature. According to our investigations, this is the first case of split hand-foot malformation with existence liver and cutaneous hemangioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pnömatosis Sistoides İntestinalis
Yüksel Arıkan, Faruk Aksoy, İbrahim Sungur
Olgu sunumu
Özeti
Pnömatosis Sistoides İntestinalis
PneumatosIs CystoIdes IntestInalIs.
Sadece ileıımu tutan bir pnömatozis sistoides intestinalis olgusu klinik, radyolojik, histopatolojik ve laparotomi bulguları ile birlikte sunulmuş ve literatür bilgileri gözden geçirilmiştir.
A case of pneumatosis cystoides intestinalis involving only the ileum is reported with clinical, radyologic, histopathological and operation findings by the review of the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ahmet Kaya, Ertuğrul Yalınkılıç
Olgu sunumu
Özeti
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Mrı FIndIngs In HyperparathyroIdIsm
Kalıcı ve tekrar eden hiperparatiroidizm bulguları veren paratiroid adenomlu hastaların teşhisinde ve kitlelerin boyundaki lokalizasyonlarının net olarak değerlendirilmesinde manyetik rezonans görüntülemenin önemli bir yeri vardır. Hiperparatiroidizmli üç hastamızın paratiroid kitlelerinin manyetik rezonans görüntüleme bulguları sunuldu.
Magnetic resonance imaging provides high contrast, anatomic delineation of the neck and is useful for preoperative localization of abnormal parathyroid glands in patients with persistent or recurrent hyperparathyroidism. Magnetic resonance imaging findings of the parathyroid masses are reported in three patients with hyperparathyroidism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
Tümay Özgür, Sibel Hakverdi, Muhyittin Temiz, Mehmet Yaldız, Seçkin Akküçük
Olgu sunumu
Özeti
Sezaryen Skarında Endometriozis: 6 Olgunun Literatür
eşliğinde Değerlendirilmesi
EndometrIosIs In Cesarean Scar: EvaluatIon Of SIx Cases WIth
revIew Of The LIterature
Endometriozis normal endometrial dokunun uterus dışında
görülmesidir. Skar endometriozisi en sık karın duvarına yapılan
obstetrik ve jinekolojik cerrahi işlemlerden sonra ortaya çıkan genel
cerrahlar tarafından ayırıcı tanıda ön planda pek düşünülmeyen, nadir
görülen jinekolojik patolojidir. Genel Cerrahi polikliniğine 2008-2012
yılları arasında abdominal kitle şikayeti ile başvuran, kitleleri total
eksize edilmiş ve patoloji laboratuvarında skar endometriozisi tanısı
almış altı olguya ait klinik, radyolojik ve patolojik veriler retrospektif
olarak değerlendirildi. Bu hastaların başvuru semptomları farklı idi;
dördü siklik dönemde artan ağrı ve şişlik ile karakterize, ikisi ise nonspesifik
özellikli abdominal duvarda insizyon skarı bölgesinde kitle
şikayeti ile Genel Cerrahi polikliniğine başvurdu. Tüm kitleler total
eksize edildi ve patoloji laboratuarında skar endometriozisi tanısı
aldı. Genel Cerrahi polikliniğine abdominal insizyon skarı lojunda
kitle şikayeti ile başvuran bayan hastalarda jinekolojik bir patoloji
olan endometriozis ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Endometriosis is the presence of normal endometrial tissue
outside the uterus. Scar endometriosis is a rare pathology resulting
after obstetric and gynecologic surgery procedures on abdominal
wall which is not pre-diagnosed in differential diagnosis by general
surgeons. Six cases referred to General Surgery outpatient clinic with
mass on abdominal wall that have been totally excised and diagnosed
as endometriosis in pathology laboratory between 2008-2012 , have
been reviewed retrospectively with clinic, radiologic and pathologic
findings. The presenting symptoms of six pateints were different;
four of them referred with cyclic pain and swelling and two with nonspesific
symptoms to general surgery outpatient clinic. All of the
masses have been totally excised and diagnosed as endometriosis
in pathology laboratory. Scar endometriosis should be considered in
differential diagnosis of incisional abdominal wall masses in females
referring to General Surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Saçlı Deri İnvazyonu Yapan Bir Glioblastoma Multiforme
Sevil Alan, Ethem Göksu, Cumhur İbrahim Başsorgun, Tanju Uçar
Olgu sunumu
Özeti
Saçlı Deri İnvazyonu Yapan Bir Glioblastoma Multiforme
A GlIoblastoma MultIforme Case WIth Scalp InvasIon
Glioblastome multiforme (GBM) en malign glial tümördür.
Hastaların % 90’ ı tanı konulduktan sonraki iki yıl içinde kaybedilir.
Nadiren ekstrakranial metastaz yapar. GBM’ nin deri metastazıyla
ilgili literatürde bildirilen vaka sayısı çok azdır. Biz burada eski
kraniotomi skarı üzerinde keloid benzeri oluşumlarla başvuran, saçlı
deri tutulumu yapmış bir GBM olgusunu sunduk. 35 yaşında erkek
hasta frontal bölgede insizyon skarına uyan bölgede deriden kabarık,
sert, deri renginde, infiltre papüllerle dermatoloji polikliniğine
başvurdu.10 gün içinde papüler lezyonlar nodüler forma ilerledi.
Nodüler lezyondan alınan biyopsi sonucu GBM ile uyumlu rapor
edildi. 2 ay içinde papüller frontal saçlı derinin tamamını örten dev
tümöral bir kitleye dönüştü. Saçlı deri invazyonundan ortalama 3 ay
sonra hasta exitus oldu.
Glioblastoma multiforme (GBM) is the most malign glial tumor.
It rarely causes skin metastasis. It is frequently misdiagnosed as a
primary subcutaneous tumor. The number of cases related to skin
metastasis of GBM reported in the literature is limited. We here
presented a GBM case with scalp invasion and applied with cheloidlike
formations on the old craniotomy scar. The patient applied to
us with cutaneous, firm, infiltrated nodules in skin color in area
concomitant with the incision scar on frontal region. Within 2 months,
the nodules turned into a giant tumoral mass covering whole frontal
region. The result of the biopsy conducted on nodular lesions were
reported as undifferentiated tumor (malign tumor metastasis) scalp.
The patient died 3 months after scalp invasion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Total Daralmaya Neden Olan Myokardiyal Kas Bandı
Zeynettin Kaya, Kenan Demir, Mehmet Alparslan Küçük, Hasan Kara
Olgu sunumu
Özeti
Total Daralmaya Neden Olan Myokardiyal Kas Bandı
MyocardIal BrIdge WhIch Cause Total OcclusIon
Miyokardiyal kas bandı(MKB) koroner arterlerin doğumsal sık bir anomalisidir. MKB sıklıkla asemptomatiktir ancak göğüs ağrısına, miyokard enfarktüsüne, çok nadiren yaşamı tehdit edici aritmilere hatta ani ölüme neden olabilmektedir. Kardiyoloji kliniğimize tipik göğüs ağrısı ve elektrokardiyografide anterior iskemi bulguları ile başvuran 44 yaşında erkek hastada yapılan koroner anjiyografide sol inen koroner arter orta segmentte tam tıkanmaya neden olan kas bandı saptandı. Bizler bu vaka ile MKB’nın semptomlara neden olma mekanizmasını, mevcut medikal ve girişimsel tedavi seçeneklerini ve MKB uzun dönem takip sonuçlarını tartışmayı hedefledik.
Myocardial bridge(MB) is common congenital anomaly of coronary arteries. Altough MB is generally asymptomatic, it can manifest as angina pectoris, acute myocard infarction, very rarely fatal cardiac arrhythmias and even sudden death. 44 years old man admitted to our cardiology clinic with typical chest pain and signs of anterior ischemia at electrocardiography, coronary angiography was performed and a myocardial bridge which cause total occlusion at mid-segment of left anterior descending artery detected. In this case report we aimed to discuss mechanism of symptoms, medical and invasive theraphy options and long term follow outcomes in MB.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Isırılmış Laringeal Mask Airway Komplikasyonu
Hasan Ali Kiraz, Cengiz Bekir Demirel
Olgu sunumu
Özeti
Isırılmış Laringeal Mask Airway Komplikasyonu
ComplIcatIon Of BItten Laryngeal Mask AIrway
Laringeal Mask Airway (LMA) özellikle günübirlik anestezi
uygulamalarında yaygın kullanılmaktadır. LMA uygulamasının da
kendisine özgü bazı komplikasyonları vardır. Bu komplikasyonlarda
genellikle LMA’nın bütünlüğü bozulmaz. Bizim olgumuzda hasta
uyanma aşamasında LMA’nın tüp kısmını ısırdığı için LMA iki
parçaya ayrıldı. Larinkste kalan parçayı almak için hastanın çenesini
açmak mümkün olmayınca propofol verilerek hasta gevşetildi ve
LMA’nın farinkste kalan parçası çıkarıldı. Airway yerleştirildikten
sonra yüz maskesi ile solutulan hasta sorunsuz olarak uyandırıldı.
LMA’nın ısırılmasına bağlı gelişebilecek komplikasyonları önlemek
için uyanma aşamasında LMA’nın yanına küçük boy bir airway
yerleştirilmesinin önemli olduğunu kanısındayız.
Laryngeal Mask Airway (LMA) is used widely in anesthesia
practice especially in outpatient anesthesia. LMA has got some
specific complications. These complication does not generally result
in impairment of the patency of the LMA. In the case reported the
patient bit the LMA during recovery and seperated it into two part. We
were not able to open the patients mouth so therefore we administered
propofol in order to open the mouth and take the part of the damaged
LMA from the pharynx. The patient was easly ventilated with a face
mask after placing an airway and the recovery was uneventful. We
believe that it is important to place a small size airway near the LMA
for preventing complications related LMA bite.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Soner Demirel, Ercan Özsoy, Elvin Güner, Ahmet Yegenoğlu, Neslihan Avcı
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Anestezi Sonrası Diplopi Gelişimi
Development Of DIplopIa After SpInal AnesthesIa
Spinal anestezi, birçok cerrahide yaygın olarak kullanılan
bir yöntemdir. Ancak, kranial sinir parezileri gibi bazı nörolojik
komplikasyonları da bildirilmektedir. Beyin omurilik sıvısının (BOS)
kaçağına bağlı olarak, VI. kranial sinir hasarına ve çift görmeye yol
açabileceği ifade edilmektedir. Diğer kranial patolojilerinden ayrımı
yapıldıktan sonra, hasta çift görmesi hakkında bilgilendirilmeli ve bol
sıvı alması önerilmelidir.
Spinal anesthesia is a widely used method in many surgeries. However, some neurological complications are reported including cranial nerve paresis. The cerebrospinal fluid (CSF) leakage was defined may lead to VI th cranial nerve damage and diplopia. After distinction from other cranial pathologies, the patient must be informed about the prognosis of diplopia and should be offered take plenty of fluids.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Yetmezliği Hızla Düzelen Bir İmmünglobülin-A Nefritli Vaka
Bülent Ataş, Hasan Esen, Hüseyin Altunhan
Olgu sunumu
Özeti
Böbrek Yetmezliği Hızla Düzelen Bir İmmünglobülin-A Nefritli Vaka
A Case WIth ImmunoglobulIn-A NephrItIs RapIdly ResolvIng Renal FaIlure
Primer immünglobülin A (IgA) nefriti glomerül mezengiumunda baskın olarak IgA depolanması ile seyretmektedir. Makroskopik veya mikroskopik hematüri görülür ve proteinüri hematüriye eşlik edebilir. IgA nefriti seyrinde nadiren akut böbrek yetmezliği (ABY) ortaya çıkmaktadır. Burada 15 yaşında ABY ile gelen ve böbrek yetmezliği hızla düzelen IgA nefritli bir erkek vaka sunulmuştur.
Primary immunoglobulin A (IgA) nephritis associated with dominantly IgA deposition in glomerular mezengium. Macroscopic or microscopic hematuria are seen and proteinuria may be associated with hematuria. Acute renal failure (ARF) rarely occurs in the course of IgA nephritis. In here, a male case 15 years old with IgA nephritis had been presented with ARF and rapidly resolving renal failure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanda Çok Uzun Zincirli Yağ Asidi Dehidrogenaz
eksikliği
Nilüfer Güzoğlu, Birgül Say, Nurdan Uras, Uğur Dilmen
Olgu sunumu
Özeti
Yenidoğanda Çok Uzun Zincirli Yağ Asidi Dehidrogenaz
eksikliği
Very Long-ChaIn Fatty AcId Dehydrogenase DefIcIency In Newborn
Çok uzun zincirli yağ asidi dehidrogenaz (VLCAD) eksikligi
mitokondriyal yağ asidi oksidasyon bozukluğu olup otozomal
resesif geçis gösterir. Tandem kütle spektrometri ile plazmada
yükselmiş açil karnitinlerin artışının gösterilmesiyle VLCAD tanısına
yönlenilebilir. Bu yazıda, annesinde gebelikte HELLP sendromu olan
ve 15 günlükken periferik dolaşım bozukluğu, hipotoni ve izleminde
metabolik asidoz, dilate kardiyomiyopati gelişen VLCAD eksikliği
tanısı almış bir olgu sunulmaktadır.
Very long-chain fatty acid dehydrogenase (VLCAD) deficiency is
an autosomal recessive disorder of mitochondrial fatty acid oxidation.
Elevated plasma level of acyl-carnitine by Tandem mass spectrometry
prompts the diagnosis of VLCAD. We herein report a neonate with a
diagnosis of VLCAD whose mother’s pregnancy was complicated with
HELLP syndrome. Physical examination revealed poor peripheral
perfusion and hypotonia on the 15 days of life. Metabolic acidosis,
dilated cardiomyopathy developed during follow-up.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Köpek Isırığına Bağlı Şiddetli Ağız Çevresi Yaralanmasının Erken Evre Tedavisi: Vaka Sunumu
Kamil Abdullaev, Evgeniy A. Vasilyev, David L. Safaryan, Ekaterina V. Orlova, Manish K. Yadav, Mikhail N. Bolshakov
Olgu sunumu
Özeti
Köpek Isırığına Bağlı Şiddetli Ağız Çevresi Yaralanmasının Erken Evre Tedavisi: Vaka Sunumu
A Case Report Of A ProactIve Approach To PerIoral ReconstructIon After Severe Dog BIte Injury
Özet
Yüz bölgesinde meydana gelen hayvan ısırıkları ciddi defektlere yol açabilir. Kısıtlı vakalarda kopmuş parça iyi saklandığı ve hastayla beraber getirildiği takdirde en iyi çözüm replantasyondur. Kalan vakalarda birkaç tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Klasik bir tedavi yöntemi olarak “tetikte bekleme” stratejisi, yaranın kendiliğinden iyileşmesine izin vermek ve ancak öyle rekonstrüksiyona başlamak olarak tarif edilebilir. Fakat iyileşmenin erken döneminde ileriye dönük rekonstrüksiyonu başlatmak, hızlı rehabilitasyonu sağlamaktadır.
Bu çalışmada genç bir kızda köpek ısırığı sonrası perioral bölgede gelişen defektin erken dönemde başarılı rekonstrüksiyonu ayrıntısıyla tarif edilmiştir. Rekonstrüksiyonda anatomik, fonksiyonel ve estetik özellikler dikkate alınarak gerçekleştirildi. İleriye dönük rekonstrüksiyonun baş ve boyun cerrahisinde önemli bir yere sahip olduğuna inanmaktayız.
Abstract
Animal bites to the face can cause serious defects. In select cases when the avulsed part has been carefully preserved and brought-in with the patient, replantation may be the best solution.
In other cases, few strategies are present. The classical “watchful waiting” strategy to treat such patients could be described as letting the wound to heal and only then, initiate reconstruction. Wound scarring and patient’s psychological disturbance due to prolonged rehabilitation are its biggest disadvantages. However, a proactive method with reconstruction initiated early during the convalescent phase, can result in faster rehabilitation.
Herein, we present detailed description of a successful early reconstruction of the perioral area in a teenage girl following a dog bite; the reconstruction encompassing the anatomical, functional and aesthetic spectrum. Thus, we believe, proactive strategy has a huge potential in the modern era of reconstructive head and neck surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Sami Ceran, Burhan Apilioğulları
Olgu sunumu
Özeti
Akciğerdeki Dev Büllöz Oluşumla Birlikte Görülen Bir
trakeobronşial Yabancı Cisim
Tracheobroncheal ForeIgn Body WIth A GIant Bullae Of Lung
Akciğerin karşılaşılan önemli hastalıklarından olan büllöz akciğer
hastalığı, çoğunlukla paraseptal amfizemle birlikte görünmektedir.
Bu hastalık çoğunlukla akciğer lobulusları arasındaki septumlara
komşu olan lobulus dış bölümünü tutar. Genellikle sigara içenlerde ve
üst loblarda görülür. Bu hastalar spontan pnömotoraks ile karşımıza
çıkabilirler. Bronşial sistemde görülen yabancı cisimler ise daha
çok çocukluk çağında karşımıza çıkan netice ve komplikasyonları
açısından oldukça önemli bir durumdur. Çıkartılmayan uzun süre
bronş içinde kalan yabancı cisimler bronş stenozu, abse, bronşektazi
gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Bizim vakamız spontan
pnömotoraks ile başvurmuş olan kronik sigara içicisi olan bir
hastaydı. Hastada alt lobları tutan bilateral dev büller tespit edildi.
Operasyona alınan hastanın sağ alt lob distalinde tamamen bül
formasyonu gelişmiş olan segment komşuluğunda organize olmuş
yabancı cisime rastlandı. Bronşial obstrüksiyon yapan etkenler
check-valve mekanizması ve inflamatuar süreçte Proteolitik –
antiproteolitik dengenin bozulmasına yol açabilirler. Bu durum
akciğer hasarına ya da var olan hasarın artmasına neden olabilir.
Büllerin normal lokalizasyonu dışında alt loblarda yerleşmiş olması
ve hastada intrapulmoner bir yabancı cismin bulunmuş olması, büllöz
hastalıklarda karşılaşılan nadir bir birlikteliktir.
Bullous lung disease, one of the serious pulmonary diseases
which is mostly observed together with paraseptal emphysema
spreads on the outer part of lobulus adjacent to septums between
pulmonary lobulus. It is widely common among smokers’ upper
lobs. This patients present with spontaneous pneumothorax. And
foreign bodies in bronchial system is a situation mostly emerging at
childhod which has critical importance in terms of its consequences
and complications. If not pulled out, foreign bodies remaining
inside bronchi for extended periods can cause complications such
as bronchial stenosis, abscess and bronchiectasis. In our case, the
patient was a chronic smoker who applied us having spontaneous
pneumothorax. Bilateral giant bullae spreaded on lower lobes was
spotted. Organized foreign body in the neighbourhood of throughly
grown up bullae formation segment on distal part of right lower lobe
was observed during the surgery. Agents of bronchial obstruction
can cause proteolytic – antiproteolitik imbalance in check-valve
mechanism and inflammatory process. This circumstance can harm
the lungs or increase the existing harm. Localization of bullae in the
lower lobes rather than their standard location and presence of a
foreign body is a rare occasion of association for bullous diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
External Otitin Nadir Bir Nedeni: Achromobacter Xylosoxidans
Mehmet Fatih Garça, M. Zeki Erdem, M. Reşat Ceylan, Hafit Gür, Ahmet Faruk Kıroğlu
Olgu sunumu
Özeti
External Otitin Nadir Bir Nedeni: Achromobacter Xylosoxidans
A Rare Cause Of External OtItIs: Achromobacter XylosoxIdans
Dış kulak yolu kanalının bakteriyel kaynaklı nadir enfektif
etkenlerden biri Achromobacter xylosoxidans’dır. Bu bakteri grubu
insanda enfeksiyon ajanı olarak nadiren görülmesine karşın su
ile ilişkili çevrelerde sıklıkla karşılaşılır. Enfeksiyonların çoğu
nozokomiyal kaynaklıdır. Diyaliz sıvıları, distile veya deiyonize
sular, musluk suları, klorheksidin solüsyonları ve intravenöz sıvılar
enfeksiyon kaynakları arasında sayılabilir. Hastalık genellikle altta
yatan başka hastalıktan dolayı immün direnci bozulmuş hastaları,
immünsüpresan kullanan hastaları, prematüre bebekleri veya
travmaya bağlı immünitesi bozulmuş organları etkileyebilir. Uzun
süre kortizon içerikli damla kullanmış kulaklarda dirençli external
otit varlığında Achromobacter xylosoxidans’a bağlı external otit
düşünülmelidir. Tedavide klasik antibiyoterapi etkisizdir. Trimetoprimsulfametoksazol,
III kuşak sefalosporinler ve antipseudomonal
penisilinler (piperasilin, tikarsilin ve karbapenem) kullanılmalıdır.
One of the rare infective factors of bacterial origin from the external ear canal is Achromobacter xylosoxidans. Although in this group of bacteria as the agent of infection in human rarely seen, this bacteria often encountered associated with water environments. Those most infections are nosocomial origin. Sources of infection include dialysis fluids, distilled or deionized water, tap water, chlorhexidine solutions and intravenous fluids. The disease usually affects patients due to other underlying disease, impaired immune resistance, using immunosuppressants, premature babies or organs impaired immune resistance due to trauma. Ear drops containing cortisone used for a long time in the presence of resistant external otitis external otitis due to Achromobacter xylosoxidans’a should be considered. Classical antibiotic treatment is ineffective. Trimethoprim-sulfamethoxazole, third-generation cephalosporins and antipseudomonal penicillins (piperacillin, ticarcillin, and carbapenems) ‘s should be used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
Kazım Gemici, Yıldıray Dal, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Çekum Divertikülit Perforasyonuyla Eş Zamanlı Retroçekal Apandisit
SImultaneous Cecal DIvertIculItIs PerforatIon And Retrocecal
appendIcItIs
Olgumuz apandisit ön tanısı konulan ancak ameliyatta çekum
divertikül perforasyonuyla karşılaştığımız bir vakaydı. Ayrıca
diseksiyona devam edildiğinde retroçekal subseröz yerleşimli
apandisit tespit edildi. Nadir görülen lokalizasyondaki bir apandisitin
aynı anda çekum divertikül komplikasyonu tespit edilen hastalarda
gözden kaçabileceğini vurgulamak için bu vakayı sunmak istedik.
Çekum divertikülleri nadir görülen bir lezyon olmakla birlikte
komplikasyon geliştiği zaman, semptomları akut apandisit ile
benzerlik gösterdiğinden dolayı tanı ve tedavi açısından bazı
zorluklarla karşılaşılır. Fizik muayene ile akut apandisitten hemen
hemen hiç ayırt edilemez ve radyolojik görüntüleme yöntemleri de
çoğu kez yetersizdir. Bu nedenle tanı genellikle ameliyat sırasında
konulur. Akut apandisit, akut batının en sık sebeplerinden birisidir.
Apendektomi de karın içi acil cerrahi müdahaleler arasında en fazla
yapılan ameliyattır. Akut apandisit tanısında iyi alınan bir anamnez
ile yapılacak dikkatli ve iyi bir fizik muayene oldukça önemlidir.
Bunun yanı sıra çeşitli laboratuvar ve görüntüleme tekniklerinden
de yararlanılabilir. Apendiks farklı lokalizasyonlarda yerleşmesine
rağmen retroçekal bölge bunlar içerisinde nadir görülen alanlardan
birisidir. Sağ alt kadran ağrısıyla acil servise başvuran hastalarda
başta apandisit olmak üzere hastanın yaş ve cinsiyetine göre birçok
hastalık akla gelmelidir. Bu hastalıkların aynı anda bulunabileceği
ve dolayısıyla ameliyat sırasında eksplorasyonun eksiksiz yapılması
gerekmektedir.
Our case was pre-diagnosed with appendicitis but during the
surgery it was seen that the patient had cecal diverticulum perforation.
Further, as the dissection continued appendicitis with retrocecal
subserous localization was identified. The goal of our study is to
underline the possibility that appendicitis in a rare localization can be
overlooked in patients diagnosed with simultaneous cecal diverticulum
complications. Although cecal diverticulum is a rare lesion, there
are some difficulties regarding its diagnosis and treatment since
its symptoms are similar to acute appendicitis when there is a
complication. It can hardly be differentiated from acute appendicitis
through physical examination and radiological imagining methods are
mostly insufficient. Therefore, patients are generally diagnosed intraoperatively.
Acute appendicitis is one of the most frequent causes of
acute abdomen. Appendectomy, too, is the most frequently performed
surgery among intraabdominal emergency surgical procedures. A
good anamnesis and a careful and sufficient physical examination
are very significant in the diagnosis of acute appendicitis. Alongside
these, various laboratory and imaging techniques can be utilized.
Although the appendix can be seen in different localizations, the
retrocecal site is one of the rare localizations among all. In patients
presenting to the emergency departments with complaints of right
lower quadrant pain, many diseases, led by appendicitis, based
on the patient’s age and sex should be taken into consideration.
The possibility that these diseases may co-exist should always be
remembered and, therefore, intra-operational exploration should be
performed thoroughly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postpartum Uzamış Üriner Retansiyon
Metin Kaba, Sezen Bozkurt Köseoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Postpartum Uzamış Üriner Retansiyon
Postpartum Prolonged UrInary RetantIon
Vajinal doğum sonrası üriner retansiyon sık görülmeyen bir
komplikas-yondur. Doğum eylemin 1. ve 2. fazının uzaması, izole
2. faz uzaması, forseps veya vakum ile müdahaleli doğum, perine
laserasyonu ve nulliparite risk faktörleridir. Üriner retansiyon
doğumdan hemen sonra gelişebileceği gibi daha sonra da gelişebilir.
Tedavi mesane kateterizasyon, antibiyotik tedavisi ve belli aralıklarla
kateterin çekilerek hastanın spontan miksiyon yapması takip edilir ve
miksiyon sonrası rezidüel idrar kontrolü yapılır. Spontan miksiyonun
olduğu ve geride rezidüel idrar kalmadığında düzelme sağlanmış
olur. Bu makalede nadir görülen, aralıklı kateter takılması ile tedavi
edilen bir pospartum uzamış üriner retansiyonu olgusunu sunarak bu
konuya dikkat çekmek istedik.
Urinary retention is not seen frequently after vaginal delivery.
Prolonged first and second stage of labor, isolated second stage
prolongation, forceps or vacuum application, perianal laceration,
nulliparity are risk factor for postpartum urinary retention. Urinary
retention may occur immediately after labor or later days. Treatment
consists of urinary catheterizing, antibiotic administration and
withdrawal of the catheter at regular intervals and checking
spontaneous micturition. Treatment of urinary retention is achieved
when there is no residual urine is seen after spontaneous micturition.
In this article we presented a postpartum urinary retention case which
treated with intermittent urinary catheterization in order to draw
attention about this subject.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Ayşenur Akın, Zafer Bağcı, Salih Güler, Derya Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Troponin Yüksekliğine Neden Olan Demir İntoksikasyonu: Ülkemizden Bildirilen İlk Vaka
Iron Intoxıcatıon CausIng Troponın ElevatIon: Fırst Case Reported From Our Country
Demir daha çok demir eksikliği anemisinde kullanılan bir ilaçtır. Demirin yüksek dozlarda kullanımı multisistemik bir etkiye neden olabilmektedir. İntoksikasyon gelişen olgularda semptomlar yutulan demirin miktarına bağlıdır. Minimum toksik doz ve ölümcül demir dozları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak hayatı tehdit edebilecek düzeyde olan yan etkileri kalp ve karaciğer üzerinde görülmektedir. Bu makalede 16 yasında suisid amaçlı 720 mg; 12mg/kg/doz ‘unda demir preperatı alan bir olgu sunuldu. Herhangi bir şikâyeti olmayan ancak klinik açıdan takip edilen hastanın taburculuğu planlanırken yapılan kontrol kan tetkiklerinde troponin değerinde yükselme görülmesi üzerine takibine devam edildi. Fizik muayene, Elektrokardiyogram (EKG), Ekokardiyografi (EKO) bulgusu olmayan ve demir şelasyon endikasyonu bulunmayan ve takibinde troponin düzeyinde gerileme saptanan hasta önerilerle taburcu edildi. Nadir görülen bir durum olan kardiyak etkilenme olması ve ülkemizden bildirilen ilk vaka olması nedeniyle ilacın toksisite durumundaki etkileri literatür eşliğinde tartışıldı.
Iron is a medication that is used more in iron deficiency anemia. The use of iron in high doses can cause a multisystemic effect. The toxicity of iron depends upon the amount of elemental iron ingested. The minimum toxic dose and the lethal doses of iron are not firmly established. However, side effects that may be life-threatening are seen on the heart and liver. This paper presents a 16-year-old patient who used 720 mg; 12mg / kg / dose preparation of iron for suicide purposes. The control blood tests performed while planning the discharge of the patient, who had no complaints but were followed up clinically, continued to be followed up because of the increase in the value of troponin. The patient who has no record of physical examination, electrocardiogram (ECG), echocardiography (ECO) and indication for iron chelation and in whose troponin level a decrease was diagnosed in the monitoring was discharged with recommendations. Due to the rare occurrence of cardiac involvement and being the first case reported in our country, the effects of the drug on toxicity were discussed in the light of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uyanık Fiberoptik Entübasyon Esnasında Deksmedetomidin Kullanımı
Atilla Erol, Aybars Tavlan, Ahmet Topal, Gökhan Aysolmaz, Şeref Otelcioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Uyanık Fiberoptik Entübasyon Esnasında Deksmedetomidin Kullanımı
DexmedetomIdIne Usage DurIng Awake FIberoptIc IntubatIon
Amaç: Uyanık fiberoptik entübasyon (UFE), zor entübasyon kriterlerine uyan hastalarda tercih edilen bir entübasyon metodudur. Bu işlem esnasında sedasyon sağlamak için pek çok ajan kullanılmaktadır. Bu çalışmada alfa 2 adrenoseptör deksmedetomidin kullanımı rapor edilmiştir. Olgu Sunumu: 44 yaşında bilateral temporamandibüler eklem (TME) ankilozlu erkek hasta, gap artroplasti için kabul edildi. Hastanın ağız açıklığı 5 mm idi. Hastaya EKG, noninvaziv kan basıncı, pulsoksimetre (SpO2) ve entübasyondan sonra end-tidal karbondioksit monitorizasyonu yapıldı. Topikal anestezi lidokain gargara ile sağlandı. Sedasyon ve analjezi amacıyla midazolam ve deksmedetomidin uygulandı. Nazal yoldan spontan solunum korunarak fiberoptik entübasyon gerçekleştirildi. Hastada ameliyat ile yeterli ağız açıklığı sağlandı ve sorunsuz ekstübe edildi. Sonuç: Özenli bir preoperatif hazırlığı takiben ağız açıklığı sınırlı hastalarda spontan solunumu koruyarak problemsiz fiberoptik entübasyon uygulanabilir ve solunumsal strese neden olmadan tatmin edici düzeyde sedasyon, hasta kooperasyonu ve analjezi sağlamada deksmedetomidin kullanılabilir kanaatindeyiz.
Aim: Awake fiberoptic intubation is the preferred method of intubation for patients who fulfill criteria for difficult intubation. Numerous agents have been used to provide sedation during these procedure. In this study the use of the alpha 2 adrenoceptor agonist, dexmedetomidine has been reported. Case Report: A 44-yr-old male with bilateral ankylosis of temporomandibular joint was admitted for gap artroplasty. The patient’s interincisal distance was 5 mm. Electrocardiogram, noninvasive blood pressure cuff, a pulse oximeter and after intubation end-tidal carbon dioxide monitoring were applied. Topical anesthesia was provided by lidocaine gargle. Dexmedetomidine and midazolam were applied for sedation and analgesia. A fiberoptic intubation was nasally performed providing spontaneous breathing. Sufficient oral amount of opening was provided with surgery and he was extubated. Conclusion: We concluded that; following a careful preoperative preparation, fiberoptic intubation can be performed providing spontaneous breathing without any problem in patients having restricted mouth opening and dexmedetomidine can be used for satisfactory sedation, patient cooperation, analgesia without causing respiratory distress.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İdiyopatik Retroperitoneal Hematom
Mehmet Kaynar, Mehmet Mesut Pişkin, Selçuk Güven, Recai Gürbüz
Olgu sunumu
Özeti
İdiyopatik Retroperitoneal Hematom
IdIopathIc RetroperItoneal Hematoma
İdiyopatik retroperitoneal hematom nadir görülen bir patolojidir. Histopatolojik olarak normal olan retroperitoneal damarlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bazı retroperitoneal hematom vakalarında herhangi bir patolojik sebep bulunamamakta ve idiyopatik olarak değerlendirilmektedir. Biz akut batın bulguları ile ortaya çıkan ve idiyopatik retroperitoneal hematom tanısı koyduğumuz bir olguyu sunuyoruz.
Idiopathic retroperitoneal hematoma is a rare condition, affecting apparently histopathological normal retroperitoneal blood vessels. In cases of idiopathic retroperitoneal hematoma no definite cause can be identified. We report on a patient idiopathic retroperitoneal hematoma presenting as acute abdomen.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Mehmet Işık, Ali Sarıgül
Olgu sunumu
Özeti
Çölyak Arter Stenozu Olan Bir Olguda Cerrahi Tedavi: Aorto-Hepatik Bypass
Surgıcal Treatment In A Patıent Wıth Celıac Artery Stenosıs: Aorta-Hepatıc Bypass
Kronik mezenterik iskemi, intestinal perfüzyon bozukluğundan kaynaklanan nadir görülen bir hastalıktır. Yemeklerden sonra artan karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtilerle seyreder. Olgu sunumu yapılan hastada, intestinal iskemi, arterya dorsalis pedis tıkanıklığı, çölyak arter (ÇA) ve süperior mezenterik arter (SMA) tutulumu mevcuttu. 35 yaşındaki bir bayan hastada tüm bu lezyonların birlikte görülmesi, nadir olması açısından ilginçti.
Bu çalışmada, multipl lezyonlar nedeniyle endovasküler işleme uygun olmayan ve safen ven ile aorta-hepatik bypass yapılan genç hastanın cerrahi tedavisi paylaşılmak istendi.
Chronic mesenteric ischemia is a rare disease caused by intestinal perfusion disorder. Increased abdominal pain after meals, loss of appetite, weight loss, such as the symptoms of the course. The patient was presented with intestinal ischemia, arterial dorsalis pedis obstruction, celiac artery and superior mesenteric artery involvement. The coexistence of all these lesions in a 35-year-old female patient was interesting because of its rarity. In this study, we wanted to share the surgical treatment of a young patient who was not suitable for endovascular treatment and underwent saphenous vein and aorta-hepatic bypass due to multiple lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
Mehmet Kılıç, Mehmet Keşkek, Ömer Yoldaş, Tamer Ertan, Erdal Göçmen, Mahmut Koç
Olgu sunumu
Özeti
İntestinal Obstrüksiyonun Nadir Bir Sebebi: Abdominal Cocoon
An Unusual Cause Of IntestInal ObstructIon: AbdomInal Cocoon
Amaç: Cerrahi aciller içerisinde sıkça rastlanılan intestinal obstrüksiyonun sebebi genellikle intestinal adezyonlar ve boğulmuş fıtıklardır. Abdominal cocoon veya sklerozan enkapsüle peritonit ise intestinal obstrüksiyonun nadir sebeplerindendir. İdiyopatik formu abdominal cocoon olarak bilinir ve karakteristik olarak ince barsaklar koza benzeri fibrokollajenöz membranla sarılmıştır. Olgu Sunumu: İntestinal obstrüksiyon nedeniyle başvuran 35 yaşındaki erkek hastaya laparotomi yapıldı. Ameliyat sırasında hemen tüm ince barsakların fibröz bir kese ile sarıldığı ve barsaklar arasında yoğun fibröz yapışıklıklar olduğu gözlendi. Künt ve keskin diseksiyonla kapsül ve adezyonlar açıldı. Sonuç: Tedavide ince barsaklar arasındaki ve çevresindeki fibröz kese ve bantların açılması yeterli olup, mümkün olduğunca sınırlı biridektomi ve rezeksiyon yapılmalıdır.
Aim: Intestinal obstruction is a commonly encountered surgical emergency, and usually occurs secondary to intestinal adhesions, bads and obstructed hernia. However, at times, rare causes of intestinal obstruction may be encountered such as the abdominal cocoon, also known as sclerosing encapsulating peritonitis, which is a rare condition that is characterized by the encasement of the small bowel by a fibrocollagenic cocoon like sac. Case Report: A 35 years old male patient was operated for intestinal obstruction. During the the surgery, it was observed that all the small intestines were encaged in a fibrous case and dense adhesions were present between the intestines. Capsule and adhesions were separated by blunt and sharp dissections. Conclusion: Separation of the fibrous sac and bands between the intestines is the sufficient treatment, bridectomy and resections must be as limited as possible
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kadın Üreme Sisteminin Tamamına Metastaz Yapan Alveolar Lobüler Meme Kanseri Vaka Sunumu
Sıtkı Özbilgeç, Emine Türen Demir, Pembe Oltulu, Mustafa Korkmaz, Mehmet Artaç, Ali Acar
Olgu sunumu
Özeti
Kadın Üreme Sisteminin Tamamına Metastaz Yapan Alveolar Lobüler Meme Kanseri Vaka Sunumu
A Case Report Of Alveolar Lobular Breast Cancer MetastasIzed To The Whole Female ReproductIve System
Lobüler meme kanserinin üreme organlarına metastazı oldukça nadir görülen bir durumdur. Meme kanseri cerrahisi sonrası tamoksifen ve kemoterapi alan hastaların iç genital organ metastazlarının takibi klinik öneme sahiptir. Burada hastanemize başvuran ve tedavi gören böyle bir hastayı tanıtıyoruz
Metastasis of lobular breast cancer to the reproductive organs is an extremely rare condition. The followup of internal genital metastases for patients who received tamoxifen and chemotherapy after breast cancer surgery has important clinical significance. Here, we introduce such a patient who applied to our hospital and received treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
Ertan Sal, Mehmet Açıkgöz, Cihangir Akgün, Erdal Peker, Fesih Aktar, Muhammed Akıl, Hüseyin Çaksen
Olgu sunumu
Özeti
Salmonella Typhi’ye Bağlı Gelişen Ensefalit Olgusu
An EncephalItIs Case Caused By Salmonella TyphI
Salmonella enfeksiyonları çocuklarda kendini sınırlayan gastroenterit enfeksiyonları şeklinde ortaya çıkar. Salmonella enfeksiyonları nadiren merkezi sinir sistemi enfeksiyonu şeklinde karşımıza çıkar. Salmonellalara bağlı merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının yaklaşık %83’ü 2 yaşın altında görülür. Bu makalede, konvülziyon şikayetiyle getirilen, beyin omirilik sıvısı incelemesinde protein artışı olup mikroskopla direk bakıda hücre görülmeyen elektroensefalogram ve beyin magnetik rezonans incelemesi ensefalitle uyumlu olan takiplerde ensefalit etkeni olarak Salmonella Typi tespit edilen oniki yaşında erkek sunulmuştur. Vaka ensefalit etkenleri arasında nadirde olsa Salmonella Typi görülebileceğini hatırlatmak vurgulamak amacıyla sunuldu.
Salmonella infections in children usually present with self limiting gastroenteritis. These infections rarely affect the central nervous sytem and are usually seen under the age of 2 years. In this article, a 12-year-old male patient is presented who was admitted with the complaint of convulsions. On examination, the protein was found to be increased in the cerebrospinal fluid and no cell was observed on direct microscopy. Electroencephalogram and brain magnetic resonance imaging findings were consistent with encephalitis and the agent of encephalitis was found to be Salmonella Typhi. The case was presented in order to remind that Salmonella Typhi can be observed within encephalitis agents, albeit rarely observed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
Ömer Faruk Erkoçak, Rabia Erkoçak, İnci Kara, Hakan Zor
Olgu sunumu
Özeti
Ortopedik Cerrahide İntraoperatif Masif Pulmoner Emboli
MassIve IntraoperatIve Pulmonary EmbolIsm Due To OrthopaedIc Surgery
Terapötik ve proflaktik tedbirlere rağmen pulmoner embolizm halen meydana gelmektedir ve çoğu ortopedik cerrah bu ölümcül komplikasyon nedeniyle er geç bir hastasını trajik şekilde kaybetmektedir. Femur kırığı pulmoner emboli riskini kat kat artırmaktadır. Olgu sunumumuzda belirtildiği gibi, akut masif pulmoner emboli uzun kemiklerin cerrahisi sırasında meydana gelebilir. Akut masif pulmoner emboli erken teşhis edilip agresif şekilde tedavi edilmezse genellikle ölümcül seyreder. Trombolitik tedavi ve kateter embolektomi kesin tedavide giderek daha fazla kullanılmaktadır. Acil açık embolektomi daha az invaziv metodlar işe yaramadığında veya hasta kardiyopulmoner arrest geçirdiğinde sıklıkla başvurulan son çaredir.
Despite prophylactic and therapeutic measures, pulmonary embolism still occurs and most orthopaedic surgeons sooner or later suffer the tragic loss of a patient from this life threatening complication. Femur fracture has repeatedly been associated with increases in the risks of pulmonary embolism. As the following case report illustrates, massive pulmonary embolism can occur intraoperatively in a long bone fracture surgery. Acute massive pulmonary embolism usually results in death if not diagnosed early and treated aggressively. Thrombolytic therapy and catheter embolectomy are increasingly used as definitive management. Emergent open embolectomy is often reserved as a last resort when less invasive methods have failed or the patient is in cardiopulmonary arrest.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Başarısız Perianal Fistül Tedavisi Nedeni: Perianal Endometriozis
Mehmet Biçer, Murat Çakır
Olgu sunumu
Özeti
Başarısız Perianal Fistül Tedavisi Nedeni: Perianal Endometriozis
Reason Of FaIled PerIanal FIstula Treatment: PerIanal EndometrIosIs
Endometriozis; endometrial dokunun uterus dışında başka bölgeye yerleşmesidir. En sık periton, overler, douglas ve rektovajinal septumda yer almakla birlikte vücutta birçok bölgeye yerleşebilir. Olgumuz 26 yaşında mükerrer başarısız perianal abse ve fistül cerrahisi sonrası değerlendirildi. Hastada perianal bölgede ağrı, şişlik ve akıntı mevcuttu. Cerrahi esnasında perianal bölgesindeki sertlik mevcuttu. Sertlik total olarak eksize edildi. Histopatolojik incelemede endometriozis olarak değerlendirildi. Endometriozisin alışılagelmiş yerleşim lokalizasyonlarından farklı bölgelerde oluşabileceği akılda tutulmalıdır.
Endometriosis is theplacement of theendometrialtissue in anotherpart of the body. Most commonly involved in peritoneum, ovaries, douglas and rectovaginal septum. It can be placed in many parts of the body. Our case was evaluated at 26 years of age after failed perianal abscess and fistula surgery. The patient has pain, swelling and discharge in the perianal region. The stiffness in the perianal region was seen during surgery. The stiffness was totally excised. Histopathological examination revealed endometriosis. It should be kept in mind that endometriosis may occur in different regions from the usual localization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Ümran Yıldırım, Fahri Halit Beşir, Süleyman Yılmaz
Olgu sunumu
Özeti
Boyun Yerleşimli Castleman Hastalığı
Castleman’s DIsease In The Neck
Castleman hastalığı nadir görülen etiyolojisi tam olarak bilinmeyen lenfoprolifetif bir hastalıktır. En sık mediastinal lenf nodu tutulumu görülmekle birlikte servikal, retroperitoneal, aksiller ve diğer bölgelerdeki lenf nodları da tutulabilir. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve cinsiyet ayırımı göstermez. Histopatolojik olarak hiyalin vasküler ve plazma hücreli olmak üzere iki tipi bulunmaktadır. Kliniğine göre de lokalize ve sistemik (multisentrik) formları bulunmaktadır. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve kitle veya şişlik ile kendini gösterir. Sistemik (multisentrik) tipte ise ateş, anemi, yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegali gibi nonspesifik semptomlar görülür. Lokalize tip hastalığın tedavisi kitlenin cerrahi olarak eksizyonudur. Sistemik tip hastalığın tedavisinde genellikle steroid tedavisi, kemoterapi ve radyoterapi kullanılmasına rağmen kesin tedavisi yoktur. Bu çalışmada boyunda kitle şikâyeti ile gelen ve hiyalin vasküler tip Castleman hastalığı tanısı konulan bir olgu sunuldu.
Castleman’s disease is a rare lymphoproliferative disorder of unknown etiology exactly. Although the disease most commonly appears in the mediastinal lymph nodes, it can be occur in cervical, retroperitoneal, axillary and other regions lymph nodes. There is no gender predominance and often occurs in young adults. Two histological variants as hyaline-vascular and plasma cell type have been described. Clinically it is also divided in two types: a localized type, which is usually asymtomatic and presented as a mass or swelling. Systemic (multicentric) type is characterized nonspecific symptoms such as fever, anaemia, generalized lymphadenopathy and hepatosplenomegaly Complete surgical excision is curative for localized form. Although systemic type is usually treated with radiation therapy, corticosteroids and chemotherapy, there is no certain treatment. We herein reported a neck mass diagnosed as hyaline vascular type Castleman’s disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
İsmail Reisli, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Ağır Kombine İmmunyetmezlikli Bir İnfantta Pnömoniye Bağlı Epidural Amfizem
EpIdural Emphysema And PneumomedIastInum In An InfIant WIth Severe CombIned ImmunodefIcIency
Pnömoniye bağlı gelişen pnömomediastenler hakkında var olan bildirilerin hemen hepsi yetişkinlere aittir ve pediatrik yaş grubunda nadirdir. Bu vaka takdiminde pnömomediasten ve epidural amfizemle komplike olmuş bir pnömonisi olan infant sunuldu. 8 aylık kız çocuğunun altta yatan hastalığı şiddetli kombine immun yetmezlikti. Olgu sunumu yapılmasının bir diğer nedeni de pnomoni ve pnömomediastene bağlı epidural amfizem (pnomoraşis) gelişiminin nadir olmasıdır.
Nearly all of the reports about pneumomediastinum associated with pneumonia have been conducted in adults as pneumomediastinum was uncommon in pediatric age group. This case report is described an infant with pneumonia complicated with pneumomediastinum and epidural emphysema. Her original disease is a severe combine immunedeficiency (SCID). Another reason to provide this case report is that epidural emphysema or pneumorachis associated with pneumonia and pneumomediastinum is a rare condition.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
16 Yıllık Presenkop Öyküsü: Myotonik Distrofinin Atipik Bir Prezentasyonu
Aslı Akyol Gürses, Figen Güney, Bülent Oğuz Genç, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
16 Yıllık Presenkop Öyküsü: Myotonik Distrofinin Atipik Bir Prezentasyonu
16 Years Hıstory Of Presyncope: An Unexpected Presentatıon Of Myotonıc Dystrophy
Miyotonik distrofi, erişkin çağın en sık görülen musküler distrofisidir. Hastalığın nörolojik bulguları tipik olmakla birlikte; kardiyak ve sistemik semptomların baskın olduğu olgularda tanı güçleşebilir. 16 yıldır süregelen presenkop atakları nedeniyle ilk olarak kardiyoloji bölümüne başvuran 46 yaşındaki erkek hasta, son dönemde belirginleşen yürüme güçlüğü şikayeti tanımlaması üzerine nöroloji bölümüne yönlendirilmişti. Detaylı nörolojik muayene ve elektrofizyolojik inceleme sonrasında hasta tip 1 miyotonik distrofi tanısı aldı. Mevcut olgu, sebebi bilinmeyen kardiyak ileti defekti, aritmi ve kardiyomiyopatiyle prezente olan hastalarda; özellikle de eşlik eden silik veya aşikar nörolojik şikayetler varlığında, nörolojik değerlendirmenin önemini ve gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu tip olguların ayırıcı tanısında nöromuskuler hastalıklar da akılda tutulmalıdır ve doğru tanısal değerlendirme için multidisipliner yaklaşım esastır.
Myotonic dystrophy is the most common muscular dystrophy of adulthood. Neurological manifestation of the disease is typical, however diagnosis could be challenge in patients presentig with predominant cardiac or systemic symptoms. 46 year old male was suffering from presyncope attacks for 16 years, and first examined by a cardiologist. Because of the recent complaints including walking difficulty, he was referred to neurology department. Following a detailed neurological examination and electrodiagnostic workup, he was finally diagnosed myotonic dystrophy type 1. The case highlights the necessitiy of neurological consultation in patients who present with conduction defects, arythmias or cardiomyopathies of unknown origin, accompanied by overt or subtle neurological symptoms. In such patients, neuromuscular disorders should be considered in the differential diagnosis; and in order to provide thorough diagnostic evaluation, multidisciplinary approach is essential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Rekürren Trombotik Trombositopenik Purpura
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Ali Acar
Olgu sunumu
Özeti
Gebelikte Rekürren Trombotik Trombositopenik Purpura
Recurrent ThrombotIc ThrombocytopenIc Purpura In Pregnancy
Trombotik trombositopenik purpura (TTP), hemolitik anemi ve trombositopeni ile karakterize olup klinik tabloya sıklıkla ateş, nörolojik bulgular ve böbrek yetmezliğinin eşlik ettiği gebelikte görüldüğünde ise ciddi ve mortalitesi yüksek olan bir hastalıktır. Gebeliğin bazı hastalıkları ile karışabilmektedir. Erken tanı konulması maternal ve fetal sağlık açısından son derece önemlidir. Biz bu makalemizde kliniğimize kontrol amaçlı başvuran, 23 yaşında ve 23 haftalık intrauterin ex gebeliği saptanan, 2 yıl önce ilk gebeliğinin de 19 haftalık iken intrauterin ex olup sonlandırıldığı öğrenilen ve her iki gebeliğinde de TTP tanısı alan bir olguyu sunduk.
Thrombotic thrombocytopenic purpura (TTP) is a clinical condition characterized by hemolytic anemia and thrombocytopenia. The condition is usually associated with fever, neurological findings and renal failure. When it occurs in pregnancy, it is a serious disease with high mortality rate. It may become confused with some diseases of pregnancy. Early diagnosis is very important for maternal and fetal health. In our article we present 23 years old patient with 23 weeks intrauterine dead fetus presented to our clinic for control. She had her first pregnancy before 2 years and it was terminated on the 19th week because of intrauterine death. She had the diagnosis of TTP in her both pregnancies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Sami Ceran, Mustafa Çalık, Şebnem Yosunkaya
Olgu sunumu
Özeti
Üç Yıllık Mediastinoskopi Olgularımızın Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of MedIastInoscopy Cases Tor Three Years ExperIence
Giderek yaygınlaşan mediastinoskopi akciğer kanserinin evrelenderilmesinde, mediastenin primer ve sekonder patolojilerin tanısında invaziv girişimlerden biri Haline gelmiştir. Preoperatif evrelemede duyarlılığının % 75 ‘ten fazla , tanıya ulaşma oranının % 90’ın üzerinde olduğu bildirilmektedir.Bu araştırmada Ocak 1999 ve Aralık 2002 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi kliniğinde yatan toplam 24 olgunun hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Vakalarımızın 17’si ( % 70) erkek, 7’si (% 30) kadındı. Yaşlan 24 ile 77 arasında olup ortalama yaş 57, operasyon süreleri 30- 60 dakika idi. Evrelendirme amacıyla medi astinoskopi yapılan 8 akciğer Ca dan üçünde N2 ve N3 hastalık tespit edilmesi üzerine inoperabıl kabul edil di. Tanı amacıyla mediastinoskopi yapılan 16 vakadan 5’inde ( % 32) sarkoidoz , 4’ünde ( % 25) küçük hücre dışı akciğer Ca , 4 ‘ünde ( % 25) tüberküloz, 1 'inde ( %6) lenfoma ve 2 vakada ( %12) akciğer fibrozisi ve reaktif lenf nodu tespit edildi. Hiçbir vakamızda morbidite ve mortalite ile karşılaşılmadı. Mediastinoskopinin mediastinal hastalıkların tanısında ve akciğer kanserlerinin evrelemesinde etkili ve güvenli bir yöntem olduğunu düşünüyoruz.
Mediastinoscopy is a widely used technique in the diagnosis of staging of lung cancer and primary and secondary mediastinal disease. İt was reported that mediastinoscopy was greater than sensitivity of %75 and specificity of % 90. We retrospectively revievved 24 mediastinoscopy performed in our clinic betvveen January 1999 and December 2002. There were 17 men and 7 women aged from 24 to 77 (mean age 57 years ) and the duration of operation was 30- 60 minutes. Eight patients had mediastinoscopy for the staging of lung cancer and sixteen patients for diagnosis of mediastinal mass. İn 3 of 8 patients N2 and N3 disease was identified. İt was suggested that these patients were inoperable. İn six- teen patients with mediastinal disease, sarcoidosis was diagnosed in 5 patients, non small celi lung cancer in 4 patients, tuberculosis in 4 patients, lymphoma in one patient, lung fibrosis and reactive lymph nodes in two patients. There were no complications and mortality in our cases. We conclude that mediastinoscopy is highly effective and safe procedure in the diagnosis of mediastinal diseases and staging of the lung cancers.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Persitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri Yerleştirilmesi
Muhammed Bilal Çeğin
Olgu sunumu
Özeti
Persitan Sol Superior Vena Cava Anomalisinde Geçici Diyaliz Katateri Yerleştirilmesi
ImplantatIon Of TransIent HemodIlysIs Catheter In PatIent WIth PersIstent Left SuperIor Vena Cava
Üç yıldır hemodiyalize giren 44 yaşında kadın hastanın fistül yerinde ağrı şikâyeti olması üzerine fistül yeri yüzeysel ultrasonografi ile kontrol edildi. Renkli doppler ile fistül yerinde akım olmadığı saptandı. Hastanın geçici diyaliz kateteri ile diyalize girmesine karar verildi. Sol juguler venden kateter ilerletildi. Kontrol telekardiyografisinde kateter mal pozisyonu olduğu saptandı. Negatif basınç ile venöz vasıfta kan geldiği gözlendi. Kateterin yerinin kontrolü için yapılan anjiyografide, kateterin persistan sol süperiyor vena kava aracılığı ile koroner sinüse ulaştığı gözlendi.
A 44 years old woman who having hemodialysis for three years had a complaint of pain in the fistular area. Ultrasonographic examination was done to the fistular area. There was no flow by color doppler imagings. Transient dialysis catheter for hemodialysis was suggested to the patient. Catheter was advanced to the left jugular vein. When control telecardiography examination was done, catheter malposition was detected. Venous type blood was seen when negative pressure applied. Anjiography was applied to detect the catheter localisation. Caheter was seen in coronary sinus via the route of persistant left superior vena cava.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parsiyel Kulak Amputasyonunda Kopan Parçanın Temporoparietal Fasya Aracılığı İle Adaptasyonu
Mustafa Keskin, Mustafa Sütçü, Çiğdem Karadağ, Nedim Savacı
Olgu sunumu
Özeti
Parsiyel Kulak Amputasyonunda Kopan Parçanın Temporoparietal Fasya Aracılığı İle Adaptasyonu
AdaptatIon Of The Severed Ear WIth TemporoparIetal FascIa Flap In A PartIal Ear AmputatIon
Mikrovasküler anastomoz ile replantasyonun uygun olmadığı kulak amputasyonlarında kompozit greft uygulanmasının etkinliği azdır. Ampute parçanın retroauriküler bölgeye gömülerek yaşatılmaya çalışılması ise estetik açıdan başarısız sonuçlara neden olmakta ve en az iki seans gerekmektedir. Bu vaka sunumunda ise fasyal flep transpozisyonu ile kompozit greftin yaşaya bilirliğini artırtmak yöntemi denenmiştir. Ellidört yaşındaki erkek hastada insan ısırığına bağlı olarak kulak ampütasyonu meydana gelmiştir. Ampute parça kompozit greft gibi orijinal yerine dikildi. Daha sonra ampute kulak parçasının arka cildi ile kıkırdağı arasına temporoparietal fasya transpoze edildi. Vakada ampute parça tam olarak vaskülarite kazandı. Kıkırdakta herhangi bir distorsiyon meydana gelmedi. Estetik açıdan oldukça tatmin edici görüntü elde edildi. İnsan ısırığı nedeni ile ampute olan kulak parçası tarif edilen teknikle implante edilmesi halinde tek seansda başarılı sonuç almak mümkündür.
Nonmicrovascular replantation of an avulsed auricula as a composite graft is an unreliable solution. The use of retroauricular pocket to enhance survival of the composite ear graft is a multistage procedure and aesthetic results are poor. In this case report the vascularity of the composite graft is attempted to be increased by transposing fascial flap. Fifty-four year old man had an amputation of his ear due to a human bite. The amputated ear was reattached to its original position as a composite graft. Afterwards a temporoparietal fascia flap has been transposed between the posterior skin and the cartilage of the amputated ear. Amputated ear had been revascularised completely without any distorsion at the cartilages. Acceptable aesthetic result was obtained. An ear amputation can succesfully be replanted as a composite graft by using the described technique in a single stage.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parkinsonizm-Demans
Zehra Akpınar, Betigül Yürüten, Ali Ulvi Uca, Yahya Paksoy
Olgu sunumu
Özeti
Parkinsonizm-Demans
ParkInsonIsm-DemantIa
Bu yazıda bir yıl önce başlayan ilerleyici konuşma bozukluğu, hareketlerde yavaşlama ve istem dışı hareket yakınmaları ile başvuran 27 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Nörolojik muayenesinde bradikinezi, tüm ekstrem- Itelerinde rijidite ve tremor saptanan olgunun kognitif fonksiyonları da bozulmuştu. Kan sayımı, rutin biokimya sonuçları, serum seruloplazmin ve bakır düzeyi, karaciğer biopsisi normal olan hastanın kranial manyetik rezonans görüntülemede (MRG) T2 ağırlıklı kesitlerde frontotemporal atrofi, globus pallidus ve substansiyanigrasında hiper- intensite mevcuttu. Elektromyografide (EMG) motor ve duysal iletinin normal, servikal ve ekstremite kaslarında motor ünit potansiyellerin (MÜP) uzun süreli olduğu görülen olgunun klinik ve laboratuvar bulguları literatür eşliğinde tartışıldı.
We report a 27 year-old man with a history of one year of Progressive slowing of movements, speech and tremors in extremities. Neurological examination revealed cognitive impairment, bradykinesia, rigidity and tremor in the ali extremities. Routine biochemical tests, blood count, serum ceruloplasmine and copper values, liver biopsy were ali normal. BRain magnetic resonance imaginary (MRI) showed frontotemporal atrophy, hipointensities in globus pallidus and substania nigra in T2 weighted images. Electromyography (EMG) showed normal motor and senso- ry conduction velocities but widespread large motor unit potentials (MUP) in cervical and extremity muscles. These findings have been reviewed in the light of relevant literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Olanzapin İle Tedavi Edilen Bir Monosemptomatik Hipokondriyak Psikoz Olgusu
Bilge Burçak Annagür
Olgu sunumu
Özeti
Olanzapin İle Tedavi Edilen Bir Monosemptomatik Hipokondriyak Psikoz Olgusu
A MonosymptomatIc HypochondrIacal PsychosIs Case Treated WIth OlanzapIne
Sanrısal bozukluk; kalıcı ve ısrarlı bir veya birden çok sayıda garip olmayan sanrılı düşüncenin klinik görünüme egemen olduğu psikiyatrik tanıdır. Sanrısal bozukluk bedensel alt tipi monosemptomatik hipokondriyak psikoz olarak adlandırılır. Bu bozuklukta kişi bir hastalığı olduğuna inanır ve bu sanrısal inancına uygun olarak varsanıları bulunabilir. Midesinde ülser olduğu düşüncesi ve karın ağrısı nedeni ile hastanenin acil servisine, dâhiliye kliniğine ve genel cerrahi kliniğine her gün birkaç kez başvuruda bulunan ve yapılan çok sayıda tetkikin normal olmasına rağmen ısrarla ameliyat olmak isteyen bir monosemptomatik hipokondriyazis olgusunun psikiyatriye yönlendirilişi sunulmuştur. Olanzapinin bu olgularda kullanılabilecek etkili bir tedavi seçeneği olabileceği gösterilmiştir. Bu az görülen hastalığın özellikle psikiyatri dışı hekimler tarafından göz önünde bulundurulması, hem hastanın psikiyatriye erken başvurması açısından hem de diğer hekimlerin gereksiz işlemler yapmaması açısından oldukça önemlidir.
Delusional disorder is a psychiatric diagnosis that one or more persistent and insistent nonbizarre delusional belief is dominant in clinical feature. The delusional disorder somatic subtype is called as monosymptomatic hypochondriacal psychosis. In this disorder one believes that he/she has a disease and has hallucinations pertinent to this delusional belief. In this report, a monosymptomatic hypochondriacal psychosis case which directed to psychiatry clinic because she presented to emergency service, internal medicine clinic and general surgery clinic of our hospital several times every day with stomachache due to the belief of presence of gastric ulcer, and insisted to be operated despite large number of examinations done were normal, was presented. It was shown that olanzapine is an effective treatment option that can be used in these cases. It is important to be taken into consideration this rare disease especially by non psychiatry clinicians both for early presentation of these patients to psychiatry clinic and to prevent unnecessary interventions by other clinicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Radyoiyot Taramada İzlenmeyen, Fakat Pet/bt’de Saptanan Diferansiye Tiroid Karsinom Rekürrensi Olgusu
Oktay Sarı, Buğra Kaya, Faruk Aksoy, Orhan Özbek
Olgu sunumu
Özeti
Radyoiyot Taramada İzlenmeyen, Fakat Pet/bt’de Saptanan Diferansiye Tiroid Karsinom Rekürrensi Olgusu
A Case Of DIfferantIated ThyroId CarcInoma Not Detected WIth RadIoIodIne Scan, But Detectable WIth Pet/ct
Yüksek tiroglobülin (Tg) düzeyi olan, ancak tüm vücut taramada fizyolojik radyoiyot tutulumu izlenen, FDG PET/BT ile lenf nodu metastazı saptanan tiroidektomili bir olguya yaklaşımı sunmayı amaçladık. Altı yıl önce tiroid kanseri nedeniyle total tiroidektomi yapılıp radyoiyot tedavisi alan, ancak uzun süredir takip edilmeyen 31 yaşındaki kadın hastanın Tg değerinin yüksek olması, ancak tüm vücut radyoiyot taramasının negatif olması nedeniyle PET/BT yapıldı. Boyunda artmış metabolik aktivite gösteren lenf nodlarının tespit edilmesi üzerine minimal invaziv cerrahi ile lenf nodları eksize edildi. Patoloji sonucunun papiller karsinom metastazı gelmesi üzerine radyoaktif iyot tedavisi de uygulandı. Tg’in yüksek olduğu, buna rağmen radyoiyot taramanın negatif olduğu diferansiye tiroid karsinomlu olgularda PET/BT tanıya katkı sağlayabilir.
We aimed to propose a management in a patient with thyroidectomized and high thyroglobulin (Tg) level, but negative radioiodine scan, whose lymph nodes detected with PET/CT. PET/CT was done to a patient, 31 years-old, with thyroidectomized and given radioiodine treatment, but not followed for a long time, for high Tg level and negative radioiodine scan. Metabolically active lymph nodes were detected in the cervical region. So, lymph nodes were excised with minimally invasive surgery. Radioiodine treatment was done because of papillary carcinoma metastasis. PET/CT may contribute to diagnosis in cases of high Tg levels, but negative radioiodine treatment in differentiated thyroid carcinoma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lynch Sendromu
Mustafa Şahin, Faruk Aksoy, Ömer Karahan, Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Lynch Sendromu
Lynch Syndrome
Kolon kanserlerinin etiyolojik faktörleri ile ilgili çalışmalar uzun süredir devam etmektedir. Genetik faktörlerin etkili olduğu iki klinik tablo tanımlanmıştır. Bunlar familyal adenomatöz polipoid sendrom ve Lynch sendromudur. Oto- zomal dominant geçiş gösteren Lynch sendromu yüksek penetransa sahiptir ve kolon kanserlerinin küçük bir gru bunu oluşturmaktadır. Birinci derece akrabalarından 4 kişide kolon kanseri bulunan ve kendisi de kolon kanseri nedeniyle öpere edilen bir Lynch sendromu vakası literatür eşliğinde sunuldu.
Studies related to the etiological factors of colon cancers have been carried on for a long time. Two syndrome af- fected by genetic factors have been defined; these are familial adenomatozis polypoid syndrome and Lynch syndrome. Lynch syndrome transmissed autosomal dominantly and had a high penetrans is a small group of colon cancers. A case operated for colon cancer, and there are 4 cases bearing colon cancer in her family is pre- sented as a Lynch syndrome, and the related literatüre are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
Osman Balcı, Fatma Yazıcı, Alaa S. Mahmoud, Metin Çapar
Olgu sunumu
Özeti
Tek Taraflı Renal Agenezi Ve Tek Taraflı Hematometranın Eşlik Ettiği Bir Uterus Didelfus Olgusu
A Case Of Uterus DIdelphys WIth UnIlateral Renal AgenesIs And UnIlateral Hematometra
12 yaşında virgo hasta 1 yıldır düzenli adet görmekte olup, kliniğimize 1 yıldır adet dönemlerinde olan şiddetli pelvik ağrı sebebi ile başvurdu. Öz geçmişinde 4 ay önce tespit edilen sağ renal agenezisi mevcut idi. Aile hikâyesinde özellik yoktu. Pelvik muayenede hymen anuler ve eksternal genital organlar normal olarak izlendi. Vajen derinliği yaklaşık 6 cm ölçüldü. Pelvik ultrasonografisinde, sol tarafta endometrial kalınlığı 8 mm olan uterus, sağ tarafta 8x10 cm hematometra görüntüsü mevcuttu. Hastaya laparatomi planlandı. Operasyonda orta hatta füzyonu olan çift uterus ve çift endometrial kavite olduğu gözlendi, elle çift serviks palpe edildi. Sağ tarafta hematometra hali gözlendi. Bilateral overler doğal olarak görüldü. Uterusa orta hattan inzisyon yapıldı, aradaki fibröz doku çıkarıldı, hematom boşaltıldı. Her iki kavite birleştirildi. Hasta postoperatif 2. gününde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastaya 2 hafta sonra şiddetli vajinal kanamasının olması nedeniyle tekrar laparatomi yapıldı. Metroplasti hattı yeniden açıldı. İnsizyon hattı ile ilişkili olmayan istmus sol yan duvardan kaynaklanan açılmış arter ucu gözlendi. Damar sütüre edildi. Hasta komplikasyonsuz olarak postoperatif 4. gününde taburcu edildi.
A twelve years old virgin patient who was menstruating regularly for one year presented with severe pelvic pain associating with her menstruation. She was diagnosed to have right renal agenesis before 4 months. In her physical examination she had annular hymen and normal external genital organs. Vaginal depth was 6 cm. In her pelvic ultrasonography, the endometrial thickness was 8 mm on left side uterus and 8x10 cm hematometra appearance was seen on right side. Laparotomy was planned for the patient. During the operation double uterus and double endometrial cavities were seen with fusion line in the middle. Double cervices were palpated by hand. Hematometra was seen on right side. Bilateral ovaries were normal. Uterus was incised from the middle the separating fibrous tissue was removed, hematoma was evacuated and the two cavities united. The patient was discharged on the 2nd postoperative day without complications. After two weeks she presented with severe vaginal bleeding for which laparotomy was done. The metroplasty line was opened. A bleeding arterial end was noticed on left lateral isthmic wall and it was not related to the incision line. The vessel was sutured and the patient was discharged on the 4th postoperative day without complication.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
Memduha Akyol, Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Mehmet Arazi
Olgu sunumu
Özeti
Diz Ekleminde Lipoma Arboresans
LIpoma Arborescens Of The Knee
Amaç: Lipoma arboresans etyopatogenezi bilinmeyen nadir görülen bir intraartikuler patolojidir. Amacımız lipoma arboresansın doğru tanısında önemli yeri olan radyolojik bulguları gözden geçirmek ve ayırıcı tanıdaki patolojileri tanımlamaktır. Olgu Sunumu: Sinoviumun villöz lipomatöz proliferasyonu ile karakterizedir. En sık diz eklemini tutar. Doğru tanı cerrahi tedavi gerektiren bu patoloji için önemlidir. Otuzdört yaşında diz ağrısı olan olguya radyolojik bilgisayarlı tomografi ve özellikle manyetik rezonans görüntüleme ile lipoma arboresans tanısı konuldu. Sonuç: Klinik olarak nonspesifik olan lipoma arboresansın tanısı MRG ile doğru olarak konulabilmektedir.
Aim: Lipoma arborescens is a rare intra-articular disease whose etiopatogenesis remains unknown.It was the aim to describe the radiological findings and to discuss the differential diagnosis. Case Report: Lipoma arborescens is a lesion characterized by the replacement of the subsynovial tissue by fat cells giving rise to a villous proliferation. It commonly affects the knee. Accurate diagnosis is important for surgical treatment. A 34-year-old patient who was suffering from a pain in his knee joint was examined by convansional radiography, computerized tomography, and magnetic resonance imaging. The lesion was diagnosed as lipoma arborescens especially with magnetic resonance imaging. Conclusion: The characteristic MR features of lipoma arborescens which has nonspecific clinical findings allows an accurate diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Künt Batın Travması Sonrası Gelişen Diyafram Rüptürü
DIaphragmatIc Rupture After Blunt Trauma: Case Report Of Two PatIents
Travmatik diyafram rüptürü (TDR) abdominal boşluğun maruz kaldığı yüksek süratli künt travmalar sonrası ortaya çıkar. TDR sık karşılaşılan bir yaralanma olmamakla birlikte, varlığı şiddetli travmanın belirtecidir. Birlikte bulunduğu yaralanmaların sıklığı ve şiddeti nedeniyle diyafram rüptürünün tanımlanabilmesi önemlidir. TDR nün tedavisi cerrahi onarımdır. Bu çalışmada TDR tespit edilen iki olgu sunulmuştur.
Traumatic diaphragmatic rupture (TDR) is recognized consequence of high velocity blunt trauma to the abdomen. TDR is uncommon injury but an important marker of severe trauma. The recognition of diaphragmatic rupture is important because of the frequency and severity of associated injuries.The treatment of TDR is surgical repair. In this case report, two patients with TDR were described.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede Tedavi
Kadir Acar, Murat Bağlıcakoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Tekrarlayan Gebelik Kaybı Bulunan Yüksek Riskli Esansiyel Trombositemili Gebede Tedavi
Management Of HIgh RIsk EssentIal ThrombocythemIa In Pregnant WIth Recurrent Pregnancy Loss
Esansiyel trombositemia (ET) tormbositoz, megakaryosit hiperplazisi, kanama veya tombozlar ile karaekterize bir hastalıktır. ET kadınlarda daha sık görülmektedir ve yaklaşık %15-20’sini doğurganlık çağındaki hastalar oluşturmaktadır. ET’li kadınlarda gebelik kayıpları normal popülasyona göre daha sık görülmektedir. Yaklaşık 1/3’ü erken gebelik kayıpları şeklindedir. Hidroksiüre tedavisi altında 3 adet erken gebelik kaybı, 1 adet ölü doğum gerçekleştiren, portal ven trombozu bulunan yüksek riskli bir ET hastasında interferon-alfa (IFN-α) ve düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi ile miadında sağlıklı, canlı doğum gerçekleştiren bir olgu sunulmuştur. ET’li gebelerde tedavi amacı maternal komplikasyonların ve fetal kayıplara neden olacak vazooklüsiv olayların önlenmesi olmalıdır. Sonuç olarak ta IFN-α, aspirin ve DMAH tedavisi gebelerde güvenli olduğu ve gebelik sonuçlarını olumlu etkilediği görülmektedir.
Essantial Thrombocythemia (ET) is a disease characterized by an increased platelets count, megakaryocyte hyperplasia and increased thrombotic or hemorrhagic events. ET is frequent in women and 15-20% of patients with ET are diagnosed in childbearing age. Pregnancy loss is more in patients with ET than normal population. Early pregnancy loss occurs in 1/3 of patients with ET. We present a women, with ET complicated with portal vein thrombosis who had 3 early and 1 late pregnancy loss with hydroxyurea treatment. She had live birth after treatment with interferonalfa (IFN-α) and low molecular weight heparin (LMWH). Aims of treatment of pregnant women with ET prevent of maternal complications and pregnancy loss due to vasooclusive events. Thus, treatment with IFN-α, aspirin and LMWH are safe and improve pregnancy outcomes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akondroplazili Bir Olgu Sunumu
Mehmet Emre Atabek, Kürşad Aydın, Bülent Oran, İbrahim Erkul
Olgu sunumu
Özeti
Akondroplazili Bir Olgu Sunumu
AchondroplasIa: A Case Report
Bir konjenital iskelet sistemi hastalığı olan akondroplazi, otozomal dominant kalıtımla geçmesine rağmen olguların yaklaşık % 75' i yeni mutasyonlar sonucu meydana gelmektedir. Özellikle proksimal ekstremitelerdeki kısalık, burun kökü basıklığı, baş çevresinin geniş olması, alt çenenin ve alının belirgin olması karakteristik klinik bul gulardır. Tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonları ve orta kulak iltihabı yaygındır. Bu yazıda, otozomal do minant geçiş gösteren ve tekrarlayan orta kulak İltihabı olan olgu, nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Achondroplasia, a congenital skeletal disorder, is inherited in an autosomal dominant fashion, but approximately 75 % of cases have new dominant mutations. The characteristic clinical findings are short extremities with majör shortening proximally, depressed nasal bridge, large head, bulging forehead, and prominent mandible. Recurrent upper airway infections and otitis media are common. İn this paper, a case report, who has autosomal dominant inheritence and recurrent otitis media is presented because of rare appearance.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sakroiliak Eklem Tutulumu İle Seyreden Alkalen Fosfatazın Normal Olduğu Bir Paget Hastası
Yunus Ugan, Mehmet Şahin, Şevket Ercan Tunç, İsmail Hakkı Ersoy, Banu Kale Köroğlu, İrem Arı
Olgu sunumu
Özeti
Sakroiliak Eklem Tutulumu İle Seyreden Alkalen Fosfatazın Normal Olduğu Bir Paget Hastası
A Paget PatIent WIth SacroIlIac JoInt Involvement And Normal AlkalIne Phosphatase Level
Paget Hastalığı, artmış osteoklastik aktivite sonrası aşırı kemik yapımıyla karakterize olan ve osteoporozdan sonra ikinci sıklıkta görülen bir kemik hastalığıdır. Genellikle ileri yaştaki erkeklerde görülmektedir. Klinik olarak kemik ağrıları, patolojik kırıklar, nörolojik ve işitsel problemler görülse de hastaların çoğu asemptomatik seyretmektedir. Hastalığın patogenezi tam olarak aydınlatılamamakla beraber genetik faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Tanı alkalen fosfataz yüksekliği ve radyolojik bulgular ışığında koyulur. Tedavide bifosfonatlardan büyük oranda fayda görülmektedir. Burada yoğun bel ve kalça ağrısı ile kliniğimize başvuran, alkalen fosfataz değerleri normal sınırlarda seyreden ve sakroiliak eklem tutulumu olan, kemik sintigrafisi bulguları ile Paget hastalığı tanısı koyduğumuz bir olgu takdim edilmiştir.
Paget’s disease is the most frequent disorder of bone after osteoporosis characterized by excess bone growth due to increased osteoclast activitiy. It is usually seen in older males. Patients are often asymptomatic but sometimes bone pain, fractures, neurological and hearing problems can be seen. Although the pathogenesis of disease is not clear, genetical factors are thought to play role on pathogenesis. Paget’s disease is diagnosed by elevated serum alkaline phosphatase activity and abnormal radiological findings. Bisphosphonates are useful in controlling disease activity. Here, we present a patient admitted to our clinic with severe pelvic and back pain, mimicking sacroiliitis, diagnosed via bone sintigraphy as Paget’s disease in contrast to normal alkaline phosphatase levels.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Efor Sonrası Gelişen Primer Subklavian Ven Trombozu Vaka Takdimi
Cevat Özpınar, Ufuk Özergin, Niyazi Görmüş, Kadir Durgut
Olgu sunumu
Özeti
Efor Sonrası Gelişen Primer Subklavian Ven Trombozu Vaka Takdimi
PrImary SubclavIan VeIn ThrombosIs After Effort Case Report
Efor sonrasında sol kolda şişlik ve bası hissi ile başvuran 38 yaşında bayan hasta takdim edildi. Şikayetlerinin başlamasından 2 gün sonra kliniğimize başvuran hasta detaylı olarak muayene edildi. Üst extremite venografisi ile sol axiller-sublavian venlerde trombüs saptandı. Antikoagülan ve müteakiben antiagregan tedavi uygulandı. Hastanın sol kolundaki semptomlar tamamen düzeldi. Kliniğe yatışının 7. gününde ora! v/arfarin ve antiagregan tedavisi ile taburcu edildi. 3 aylık kontrolde nüks görülmedi. Perde asarken meydana gelen primer subklavian ven trombozunun (Paget-Schroetter Sendromu) nadir görülen bir vaka olduğu düşünüldüğünden ilgili llteeratür eşliğinde tartışıldı.
A 38 year-old-female patient found svvelling and an oppressive feeling in the left superior limb after effort was reported. Two days after the beginning of symptoms she admitted to our hospital and detail examination was performed. Diagnosis of thrombosis of the left axillary-subclavian vein was confirmed by venography. Anticoagulan and then antiagregan therapy was performed. Left arm symptoms of this patient were almost improved. The patient discharged on the 7 th hospital day with oral vvarfarin antiagregan therapy. 3 months after the onset of the disorder any recurrent symptom has not seen. İt was thought this was a rare case of primary subsclavian vein thrombosis (Paget-Schroetter Syndrome) caused by hanging the curtains.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geçici İskemik İnmeyi Taklit Eden Nadir Bir Baş Ağrısı Nedeni Olarak Handl Sendromu: Olgu Sunumu
Ayşe Çağlar Sarılar, Murat Gültekin, Mehmet Fatih Yetkin, Recep Baydemir, Füsun Ferda Erdoğan
Olgu sunumu
Özeti
Geçici İskemik İnmeyi Taklit Eden Nadir Bir Baş Ağrısı Nedeni Olarak Handl Sendromu: Olgu Sunumu
Handl Syndrome As A Rare Cause Of Headache MImIckIng TransIent IschemIc Stroke: Case Report
HaNDL sendromu, migren benzeri orta şiddette veya çok şiddetli baş ağrısı epizodları ile beraber geçici nörolojik defisitin görüldüğü, beyin omurilik sıvısında (BOS) lenfositoz saptanan inme ve auralı migreni taklit edebilen, nadir bir sendromdur. Bu yazıda, baş ağrısı ile beraber geçici nörolojik defisiti ve BOS’ta lenfositozu olan HaNDL sendromu tanısı konulan 26 yaşında erkek hasta sunulmaktadır.
HaNDL syndrome is a rare syndrome mimicking migraine and stroke with lymphocytosis in the CSF, migraine-like moderate or severe headaches and transient neurological deficit. In this article, we present a 26-year-old male patient with headache, transient neurological deficit and CSF lymphocytosis who was diagnosed as HaNDL Syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Neutrophil Erythrophagocytosis And Neutrophil Erythrocyte Rosetting İn Paroxysmal Cold Haemoglobinur
Krishnappa Amita, Shivashankar Vijay Shankar, Mallika Rajshekar Kalmood, Channagangappa Shimoga Indira
Olgu sunumu
Özeti
Neutrophil Erythrophagocytosis And Neutrophil Erythrocyte Rosetting İn Paroxysmal Cold Haemoglobinur
NeutrophIl ErythrophagocytosIs And NeutrophIl Erythrocyte RosettIng In Paroxysmal Cold HaemoglobInurIa
Paroksismal soğuk hemoglobinüri (PCH), spesifik olmayan semptomlar nedeniyle öntanıda göz önüne genellikle alınmayan nadir görülen bir otoimmün hemolitik anemidir. Periferik yaymada nötrofilik eritrofagositoz ve nötrofil eritrosit rozet oluşumu, özellikle PCH'de olmak üzere otoimmün hemolitik anemide nadiren bildirilen bir bulgudur. Akut başlangıçlı ateşi olan ve bu olağandışı periferik yayma bulgularını paroksismal soğuk hemoglobinüri açısından değerlendirdiğimiz 25 yaşında bir kadın hastayı sunduk. Nötrofil eritrosit rozetinin varlığı ve periferik yaymada nötrofillerle eritrofagositoz varlığı halinde patolog, PCH tanısı açısından dikkatli olmalıdır ve bu bulgular gereksiz araştırmalardan kaçınmaya yönlendirebilir.
Paroxysmal cold haemoglobinuria (PCH) is an uncommon form of autoimmune haemolytic anaemia the diagnosis of which is usually not considered at the initial presentation due to nonspecific symptoms. Neutrophilic erythrophagocytosis and neutrophil erythrocyte rosette formation in peripheral smear is an uncommon finding which has been reported rarely in autoimmune haemolytic anaemia, especially PCH. We report a case of a 25-year-old female who presented with acute onset fever and in whom these unusual peripheral smear findings directed the pathologist to initiate the work up for paroxysmal cold haemoglobinuria. Being vigilant about the presence of neutrophil erythrocyte rosette and erythrophagocytosis by neutrophils in peripheral smear will guide pathologist towards initiating a workup for PCH and avoiding unnecessary investigations.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ana Safra Kanalında Bir Yabancı: Fasciola Hepatica
ercp İle Çıkarılması
Sezgin Yılmaz, Bahadır Celep, Mustafa Altındiş, Yüksel Arıkan
Olgu sunumu
Özeti
Ana Safra Kanalında Bir Yabancı: Fasciola Hepatica
ercp İle Çıkarılması
A Stranger In The MaIn BIle Duct: FascIola HepatIca The
extractIon By Ercp
Fasciola hepatica (FH) çoğunlukla veterinerliği ilgilendiren ancak
nadiren de insanı enfekte edebilen bir paraziter hastalıktır. Genellikle
dünyanın gelişmekte olan ülkeleri ya da tropikal bölgelerinde
görülmekle birlikte, kıtalararası transport ve göçün artmasıyla
birlikte sıklığı tüm dünyada her geçen gün artmaktadır. Karaciğer
ve safra ağacı parazit için nihai hedeftir. Klinik görünüm basit biliyer
kolikten sarılık ve hatta ölüme neden olan komplike kolanjite kadar
değişkenlik gösterir. Endemik olmayan bölgelerde hastalıkla ilgili
düşük bilgi düzeyi tanı ve tedaviyi geciktirir. Hastanın değerlendirme
ve tedavisinin hızlı yapılması başarının temel taşıdır. Bu yazıda FH
nedeniyle gelişen biliyer obstruksiyon olgusu klinik görünümden,
ERCP ve kolesistektomiyi içeren tedaviye kadar literatür ışığında
tartışılmıştır.
Fasciola hepatica (FH) is a parasitical disease mostly concerns
the veterinary medicine but sometimes accidentally infests humans.
It’s generally seen in some parts of the world especially in tropical
and developing countries but the incidence is increasing day by
day all over the world due to increased facility of intercontinental
transportation and immigration. Liver and biliary tree is the final
target site for the parasite. The clinical presentation varies from basic
biliary colic to jaundice and even complicated cholangitis leading
death. Low level of knowledge about the disease, especially in the
non-endemic areas, leads delayed diagnosis and therapy. Prompt
evaluation and therapy of the patient is the corner stone of the
success. Herein, we discuss a case of biliary obstruction due to FH
from presentation to therapy including ERCP and cholecystectomy in
the guidance of the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
Mustafa Koplay, İhsan Yüce, Mecit Kantarcı
Olgu sunumu
Özeti
Transarteriyel Kemoembolizasyon Öncesi Hepatik Arteriyel Değerlendirmede Çok Kesitli Bt’nin Yeri
MultIdedector Ct In Evaluate Of HepatIc Artery Before The TransarterIal ChemoembolIzatIon
Son yıllarda, karaciğer transplantasyonu ve transarteriyel kemoembolizasyon planlanan olgularda hepatik arteriyel varyasyonların değerlendirilmesi oldukça önem kazanmıştır. Hepatik arteriyel anatominin değerlendirilmesinde birçok yöntem kullanılmaktadır. Bu yazımızda transarteriyel kemoembolizasyon planlanan bir olguda, nadir görülen sol hepatik arterden ayrılan gastroduedenal arter varyasyonunun çok kesitli bilgisayarlı tomografi anjiyografi bulgularını tanımladık.
Recently, evaluation of hepatic artery variations has become quite important in cases planned transarterial chemoembolization and liver transplantation. To evaluate hepatic artery anatomy can be used multiple diagnostic methods. In this article, we described multidedector computed tomography angiography findings of a rare variation of gastroduodenal artery, which is originated from left hepatic artery in a case planned transarterial chemoembolization.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perianal Akıntının Ender Bir Nedeni; Unutulmuş Cerrahi Drenler
Murat Kapan, Akın Önder, İlhan Taş, Tarık Sırça, Hekim Kuzu, Abdullah Oğuz
Olgu sunumu
Özeti
Perianal Akıntının Ender Bir Nedeni; Unutulmuş Cerrahi Drenler
A Rare Cause Of PerIanal DIscharge; Forgotten SurgIcal DraIns
Çeşitli ameliyatlarda unutulmuş yabancı cisimlere (pet, gazlı bez, v.b.) bağlı, girişimlerden uzun süre sonra klinik semptomlara yol açan birçok olgu sunulmuştur. Ancak literatürü incelediğimizde, perianal apse drenajı sonrası apse poşuna kaçan penröz drene bağlı kronik akıntılar ile ilişkili herhangi bir yayına rastlanmaması nedeniyle kronik perianal akıntı şikayeti olan hastamızın güncel literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır. 46 yaşında erkek hasta perianal bölgede kronik akıntı şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Perianal fistül saptanan hasta hospitalize edildi. Ameliyatta önceki cerrahi girişim esnasında yara alanının drenajı için kullanılan ve unutulan bir penröz dren apse poşunda tespit edildi ve klinik bulguların unutulan dren ile ilgili olduğu görüldü. Önceden cerrahiye maruz kalmış hastalarda, unutulmuş penröz drenler gibi yabancı cisimlere bağlı kronik akıntıların olabileceği akılda tutulmalıdır.
Due to the forgotten foreign bodies (plastic, gauze, etc.) in a variety of operations, many cases which caused to clinical symptoms long after the surgical interventions were present in the literature. However, when we examined the literature, we didn’t find any publication related with chronic discharge due to the penrose drain which fled into the abscess pouch after perianal abscess drainage. For this reason, we aimed to present our patient who complained from chronic perianal discharge in the light of current literature. A 46 years old male patients was admitted to our clinic with chronic discharge at the perianal region. He was hospitalized with the diagnosis of perianal fistula. Intraoperatively, a penrose drain which used for drainage the wound area and forgotten at the previous surgical intervention was determined at the abscess pouch and clinical symptoms were related to this forgotten drain. Chronic discharge due to the foreign bodies such as forgotten penrose drains should be kept in mind in patients who were exposed to the previous surgery
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocukluk Çağı Üriner Sistem Tüberkülozu
Ahmet Midhat Elmacı, Fatih Akın, Melike Emiroğlu
Olgu sunumu
Özeti
Çocukluk Çağı Üriner Sistem Tüberkülozu
ChIldhood UrInary System TuberculosIs
Üriner tüberküloz, ikinci sıklıkta görülen ekstrapulmoner
tüberküloz şekli olup çocukluk çağında nadirdir, bulgular genellikle
erişkin yaşlarda ortaya çıkar. Hastalığın başlangıcında çoğu
vaka asemptomatik olabilir ve klinik bulgular aşikar hale gelince
böbreklerde ciddi hasara bazen de total fonksiyon kaybına sebep
olabilmektedir. Bu makalede, hematüri ile prezente olan ve üriner
tüberküloz tanısı alan bir adolesan vaka sunulmuştur.
Urinary tuberculosis is the second most common presentation of
extrapulmonary tuberculosis which is rarely seen during childhood.
Symptoms usually occurs during adulthood. Onset of the disease may
be asymptomatic and when clinical signs become apparent a serious
damage of kidneys might have been already occurred. We report here
an urinary tuberculosis diagnosed adolescent girl who presented with
hematuria.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
Sameera Rashid, Mohamed Meerasahib Kesudeen, Mohammed Abulaban, Adham Ammar
Olgu sunumu
Özeti
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma: A Rare Entity With Recognized Diagnostic Pitfalls
AngIomatoId FIbrous HIstIocytoma: A Rare EntIty WIth RecognIzed DIagnostIc PItfalls
Anjiomatoid Fibröz Histiyositoma (AFH), nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür ve düşük nüks ve metastaz oranlarına sahiptir. AFH, nüksleri rapor eden bazı çalışmalarla revize edilmeye devam etse de şimdiye kadar teşhis kriterleribelirsizlğini korumaya devam etmektedir. Nadir bir tümör olması sebebiyle de tanı genellikle gecikmektedir. Biz bu makalede atipik histoloji, immünprofil ve genetik test sonuçlarına sahip 10 yaşında bir erkek olguyu sunduk. Atipik görünümleri nedeniyle teşhis sürecinde Almanya Heidelberg Hastanesi ve Philadelphia Çocuk Hastanesinden fikir danışılan olgunun nihai tanısı Brigham Kadın Hastanesi tarafından doğrulandı. Bu makalede ayrıca tanıyı tartıştık.
Angiomatoid Fibrous Histiocytoma (AFH) is a rare soft tissue tumour of indeterminate differentiation usually occurring in children and young adults with low rate of metastasis and recurrence. AFH continues to be revised with various studies reporting recurrences but up till now, the diagnostic criterion remains unclear with pathologists relying mainly on Enzinger’s description and immunohistochemistry. Adding to the fact that it is a rare tumour, diagnosis usually is delayed. We present a case of a 10 year old male with AFH with atypical histology, immunoprofile and genetic testing. Opinions were sought from Heidelberg hospital Germany and Children Hospital of Philadelphia which had contrasting views regarding the diagnosis, which was finally confirmed by Brigham and Women’s hospital, Boston. We review literature and discuss the possible differential diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hospital-Acquired Escherichia Coli Infection İncluding Oxa- 48 Gene: Case Report
Metin Doğan, Gökçe Kader Arslan, Selin Uğraklı
Olgu sunumu
Özeti
Hospital-Acquired Escherichia Coli Infection İncluding Oxa- 48 Gene: Case Report
HospItal-AcquIred EscherIchIa ColI InfectIon IncludIng Oxa- 48 Gene: Case Report
Since it is the most abundant bacteria in the flora, resistance to E. coli, especially the development of carbapenemase-producing strains, is one of the undesired situations. In our hospital, E. coli isolates with OXA-48 resistance gene were isolated from the clinical samples of two patients. That it would be beneficial to report these cases in order to report the isolation of E. coli isolates with OXA-48 resistance gene and to prevent the spread of this resistance gene in these microorganisms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Polisiteminin Nadir Bir Nedeni: İdiyopatik Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon
Asiye Kanbay, Hakan Büyükoğlan, Nezihe Özdoğan, Fatma Sema Oymak, Mehmet Güngör Kaya, İnci Gülmez, Ramazan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Polisiteminin Nadir Bir Nedeni: İdiyopatik Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon
A Rare Cause Of PolycythemIa: IdIopathIc Pulmonary ArterIal HypertensIon
İdiyopatik pulmoner arteriyel hipertansiyon (İPAH), yıllık insidansı 1-2/milyon olan oldukça nadir görülen, tedavi edilmediğinde hızlı bir seyirle sağ kalp yetmezliği ve ölüme kadar giden morbidite ve mortalitesi yüksek bir hastalıktır. Klinik bulgular tüm pulmoner hipertansiyon tiplerinde olabileceği gibi siyanoz, polisitemi ve sağ kalp yetmezliği belirtileri ile seyredebilir. Mortalitenin yüksek olması, hastalığın seyrinden ve tanının sıklıkla geç evrede konmasından kaynaklanmaktadır. Bu vakayı, özellikle genç yaşta olan olgularda polisitemi etyolojisi araştırılırken nadir görülen İPAH hastalığına dikkat çekmek için sunduk.
Idiopathic pulmonary arterial hypertension (IPAH) with an incidence of 1-2/million per-year. IPAH is a term used to define a variety of progressive conditions that have in common, increased pulmonary vascular resistance leading to right heart failure and death. Pulmonary arterial hypertension is presented with cyanosis, polyctemia and right heart failure. Increased prevelance of mortality is due to progression and late diagnosis of the disease. We present this case to alert physicians to keep in mind rare but serious disease IPAH in the differential diagnosis of polyctemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
Mehmet İnce, Erol Arslan
Olgu sunumu
Özeti
Pilonidal Sinüs Tedavisinde Yanlış Yöntem Seçimi
False Treatment TechnIque For PIlonIdal SInus DIsease
Sakrokoksigeal pilonidal sinüs hastalığının (SPH) ideal
tedavisinde hastalara en az zarar veren, nüks oranı düşük ve en
kısa zamanda normal çalışma gücüne dönmesini sağlayan yöntemler
tercih edilmelidir. Bu olgumuzda, bir ay önce eksizyon ve primer
onarım yöntemi ile tedavi edilmiş ancak kısa sürede enfeksiyon ve
yara açılması ile başvuran bir olguyu sunduk. Yirmiüç yaşında erkek
hasta, 10 gündür devam eden intergluteal akıntı ve ağrı şikâyetleri ile
acil servise başvurdu. Hastaya bir ay önce dış bir merkezde pilonidal
sinüs tanısı ile eksizyon ve primer onarım uygulandı. Hastanın
muayenesinde; intergluteal alanda enfekte, sütürleri açılmış ve
cilt altında geniş bir boşluk saptandı. Bizim yaptığımız ikinci
operasyonda; cilt altı boşlukları ve açılmış yarayı içine alan modifiye
eşkenar dörtgen şeklinde eksizyon ve sağ taraftan hazırlanan cilt
flebi ile primer onarım uygulandı. Hasta postoperatif 3. gün taburcu
edildi ve postoperatif 5.günde derni çekildi. Hasta postoperatif 20.
günde herhangi bir komplikasyon olmadan tamamen iyileşti. Olgumuz
benzersiz ya da nadir değildir. Ancak, biz SPH tedavisi için en
uygun yöntemin ülkemizdeki tüm cerrahlar tarafından bilinmesi ve
uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.
The ideal therapy for sacrococcygeal pilonidal disease (SPD)
would be a prompt cure that allowed patients to return quickly to
normal activity, with minimal morbidity and a low risk of complications.
We report the case operated with excision and primer suture for SPD
a month ago had infected and decomposed wound. A 23-year-old
male patient was admitted to the emergency room with complaints of
intergluteal discharge and pain that last for 10 days. Surgery which
was excision and primer suture was applied him in other health center
for SPD a month ago. There was infected and decomposed wound and
a large cavity under sutured skin on intergluteal area. In the second
operation, we excised decomposed wound including cavities and skin
as modified equilateral quadrangle shape, a right flap was prepared
and rotated to left side for primer suture. Patient was discharged on
postoperative 3th day and drain was getting out on postoperative
5th day. Patient recovered completely without any complication on
postoperative 20th day. Our case is no not only unique but also rare.
However, we think that the most appropriate method for treatment of
SPD should be known and applied by all surgeons in our country.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
Ali Yavuz Karahan, Ali Sallı, Muhammed Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
ClaudIcatIon In GerIatrIc PatIents: AssocIatIon Of NeurogenIc And Vascular ClaudIcatIon
Geriatrik olgularda yürüme esnasında bel, kalça, diz ve diğer bölgelerin çeşitli patolojilerine bağlı farklı şekillerde izlenen yürüme güçlüğü, ağrı, uyuşma ve benzeri bulgular görülebilir. Ancak kladikasyo daha özgün bir semptomdur. Hastalar tarafından sıklıkla belirli bir mesafe yürümekle ortaya çıkan, bir veya iki bacakta, lokalize edilemeyen ağrı, güçsüzlük, uyuşma, parestezi ve kramp olarak ortaya çıkan ancak istirahat ile rahatlayan bir tablo olarak tanımlanır. Özellikle periferik arter hastalıklarında görülen vasküler kladikasyo ve lomber spinal stenoz kliniğinde izlenen nörojenik kladikasyo, bu klinik tabloların ilk ve en önemli semptomlarıdır. Geriatrik hastalarda ağrılı alt ekstremite varlığında ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken birçok hastalık vardır. Bu yüzden hastalar tarafından tarif edilen kladikasyo göz ardı edilmemesi gereken ayırıcı tanı için uyarıcı ve yol gösterici bir semptomdur. Biz de bu yazımızda bel bacak ağrısı ile başvuran, değişken bir kladikasyo tarifleyen, ayırıcı tanıya yönelik yapılan çalışmalar sonucunda lomber spinal stenoz ve sol ana iliak arter darlığı ile seyreden periferik arter hastalığı (PAH) tanılarını bir arada koyduğumuz bir olguyu semptomdan teşhise yönelik süreci tekrar gözden geçirmek amacıyla sunduk.
Difficulty in walking, pain, numbness and other symptoms may occur in geriatric patients during walking, depending on various pathologies of waist, hips, knees and other areas. However claudication is an important symptom that is watched in specific clinic tables. That often appears by walking and it is described as not localized pain in one or two legs, weakness, numbness, parestesia and cramp by patients. Vascular claudication, especially monitored in peripheral arterial disease and neurogenic claudication monitored in lumbar spinal stenosis are the most important and initial clinical symptoms of these statements. In the presence of lower extremity pain in geriatric patients there are many diseases to be considered in the differential diagnosis. Therefore, patients with claudication should not be neglected as defined for the differential diagnosis and a guiding symptom. In this text, we present a case which described a variable claudication and diagnosed with lumber spinal stenosis and peripheral artery disease the aim of rewiewing the process from symptoms to diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hıçkırık Semptomlu Vertebrobaziler Dolikoektazi Olgusu
Abdullah Seyithanoğlu, Ali Ulvi Uca, Necdet Poyraz
Olgu sunumu
Özeti
Hıçkırık Semptomlu Vertebrobaziler Dolikoektazi Olgusu
VertebrobasIlar DolIchoectasIa PresentIng WIth HIccups
Vertebrobaziler dolikoektazi genişlemiş, kıvrımlı ve uzamış
arterleri tanımlar. Tromboembolik epizod ve/veya lokal kompresyona
bağlı kraniyal sinir felçleri şeklinde ortaya çıkar. Vertebrobaziler
dolikoektazi hıçkırığın nadir bir nedenidir. Burada hıçkırığa neden
olan vertebrobaziler dolikoektazi olgusu görüntüleme bulguları
eşliğinde sunulmuştur.
Vertebrobasilar dolichoectasia refers to a markedly dilated and
tortuous vertebrobasilar arterial system, occasionally presenting with
thomboembolic episodes or symptoms related to local compressive
effects, such as cranial nerve palsies. Vertebrobasilar dolichoectasia
is an uncommon cause of hiccups. A rare cause of hiccups,
vertebrobasilar dolichoectasia is presented with imaging findings.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Amyand Fıtığı
Mehmet Saydam, Hüseyin Sinan, Muharrem Öztaş, Ahmet Ziya Balta, Mehmet Yıldız
Olgu sunumu
Özeti
Amyand Fıtığı
Amyand’s HernIa
Amyand fıtığı; inguinal fıtık kesesi içerisinde apendiks
vermiformisin bulunması durumu olarak tanımlanmaktadır. Amyand
fıtığı insidansı, tüm inguinal fıtık olguları içerisinde yaklaşık %1
oranındadır. Fıtık kesesi içerisindeki apendiksin enflame olup
olmamasına göre tedavi yaklaşımı değişmektedir. Biz de, bir olgu
nedeniyle, nadir görülen ve tedavi yaklaşımı açısından tartışmaların
devam ettiği Amyand fıtığı olgumuzu paylaşmayı amaçladık. Sağ
inguinal herni ameliyatı sırasında Amyand fıtığı saptanan hastanın
tedavisi ve sonucu değerlendirildi. Yirmi bir yaşındaki erkek
hasta, yaklaşık 1 yıldır mevcut olan sağ kasıkta ağrı ve şişlik
yakınmasıyla genel cerrahi polikliniğine müracat etti. Hasta sağ
inguinal herni tanısıyla elektif olarak ameliyata alındı. İntraoperatif
eksplorasyonda Amyand fıtığı saptandı ve aynı kesiden apendektomi
ile birlikte polipropilen yama kullanılarak fıtık tamiri yapıldı. Hastanın
postoperatif dönemi sorunsuz seyretti ve 3. gün taburcu edildi.
Amyand fıtığı özellikle değişik tedavi modalitelerinin olduğu; tedavisi
konusunda fikir birliğinin tam olarak sağlanamadığı ve genellikle
intraoperatif tanı konulabilen olgulardır. Bu olgularda, uygun tedavi
yaklaşımına, cerrahın intraoperatif bulgularına göre karar verilmelidir.
Amyand hernia is described presence of appendices
vermiformis in inguinal hernia sac. The incidence of Amyand
hernia is approximately 1% of all hernias. There are many treatment
procedures of Amyand’s hernia. Since Amyand hernia is extremely
rare and there are many controversial surgical managements, we
wanted to share our case. We have encountered a Amyand hernia
case during right inguinal hernia repair surgery. Treatment method
and outcome were evaluated. Twentyone-year-old male patient was
suffering from right groin pain and swelling for almost one year. He
was operated with the diagnosis of right inguinal hernia, electively.
Intraoperative exploration revealed Amyand hernia, appendectomy
and hernia repair were performed using polypropylene patch with
same incision. The patient’s postoperative course remained without
complication and after 3 days he was discharged. Amyand hernia
which especially difficult to diagnose preoperatively, particularly in
terms of therapeutic approach, the debate continues, is extremely
rare entity. There is no current consensus about appendectomy and
using patch. We think that; regardless of the appendix is inflamed
or noninflamed, appendectomy should be done. If the appendix
is inflamed or perforated, prosthetic materials shouldn’t be used
and while repairing hernia, anatomic repair or biological materials
resistant to infection should be used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
Fatma Bilgen, Yakup Duman, Mehmet Bekerecioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Çok Nadir Bir Yerleşim : Dilde Aktinomikozis
A Rare LocatIon: ActInomyces In Tongue
Aktinomikozis, kültürde zor üretilebilen gram pozitif anaerobik bir bakterinin neden olduğu kronik süpüratif bir infeksiyondur. Sıklıkla servikofasial, respiratuar ve gastrointestinal sistemden izole edilmektedir. Servikofasial yerleşimli olanlara sıklıkla maksillafasiyal travma ve diş manipulasyonu eşlik etmektedir. Çalışmada, 45 yaşında bayan hasta travma, dental girişim ve aile öyküsünde anlamlı bulgu olmayan aktinomiçes vakası sunulmaktadır.
Actinomyces is a chronic suppurative infection caused by Gram positive anaerobic bacteria which grows hardly in bacterial culture. It is commonly isolated from cervicofacial, respiratory, and gastrointestinal system. Its exact pathogenesis is still unknown. Actinomyces located in the cervicofacial region is frequently accompanied by maxillofacial trauma and dental procedures. Herein, we report a 45-year-old female case of actinomyces in tongue which was treated with antibiotherapy and good oral hygiene.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Zehra Karataş, Tamer Baysal, Fatih Şap, Hayrullah Alp, Hakan Altın, Sevim Karaaslan
Olgu sunumu
Özeti
Pulmoner Kapak Yokluğu Sendromu: Yenidoğan Vaka Takdimi
Absent Pulmonary Valve Syndrome: A Newborn Case Report
Pulmoner kapak yokluğu sendromu (PKYS) nadir görülen bir doğuştan kalp hastalığıdır (DKH). Tek başına veya diğer DKH’lıkları ile birlikte görülebilir. Siyanoz ve solunum sıkıntısı nedeniyle gelen PKYS tanısı konulan yenidoğan bir olgu sunulmuştur. İntauterin dönemde sağ ventrikülde genişleme olduğu bilinen, doğum sonrasında siyanoz ve solunum sıkıntısı gelişen yenidoğan bir kız olgusu çocuk kardiyolojiye getirildi. Doğum sonrasında ekokardiyografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile pulmoner kapakçıkların rudimenter ve ağır pulmoner ve triküspit yetmezliğinin olduğu görüldü. Pulmoner arter ve dalları ileri derecede geniş görünümdeydi. Ne yazık ki olgu yaşamının 3. gününde yenidoğan bakım ünitesindeki tedaviye rağmen yaşamını kaybetti. Pulmoner kapak yokluğu sendromu olgularının büyük bir çoğunluğu anatomik olarak Fallot Tetralojisinin bir çeşidi olmakla birlikte klinik bulgular, seyir ve hemodinamik açıdan farklılık gösterir. Erken süt çocukluğu döneminde mekanik ventilasyon gerektirecek düzeyde ağır solunum güçlüğü olan hastalara müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Olgumuzun vital fonksiyonları stabil tutulamadığı için cerrahi müdahale yapılamadı. Pulmoner kapak yokluğu sendromu yenidoğan döneminde siyanoz ve solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında düşünülmelidir. İntrauterin tanı alan olguların doğumunun çocuk kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bulunduğu merkezlerde gerçekleştirilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.
Absent pulmonary valve syndrome (APVS) is a rare congenital heart disease. It can be seen isolated or with other congenital heart diseases. Here, we presented a neonate with cyanosis and dyspnea because of APVS. A-female-newborn was referred to pediatric cardiology due to cyanosis, respiratory distress and prenatally diagnosed right ventricular dilatation. Rudimentary pulmonary valves and severe pulmonary and tricuspid regurgitations were determined postnatally with echocardiography and magnetic resonance imaging. Additionally, main pulmonary artery and its branches were seen dilated. Unfortunately she died on third day of her life, although supportive and medical treatments were administered intensively. Most of APVS cases are a variant of Tetralogy of Fallot. But clinical findings, prognosis and hemodynamic conditions can be different. Infants requiring mechanical ventilation shold be undergone operation as soon as possible. Our case could not be operated because of unstable vital functions. Absent pulmonary valve syndrome should be considered as a differential diagnosis in neonates with cyanosis and respiratory distress. If prenatal diagnosis is present, we suggest that parturition should happen in a medical center includes pediatric cardiology and cardiovascular surgery and also neonatal intensive care unit.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tek Başına Dizestezi Bulgusu Olan Multipl Skleroz
Şule Şahin Onat, Zuhal Özişler
Olgu sunumu
Özeti
Tek Başına Dizestezi Bulgusu Olan Multipl Skleroz
MultIple SclerosIs WIth DysesthesIa Symptoms
Multipl skleroz (MS), farklı klinik seyir özellikleri gösteren
heterojen hastalık grupları içermektedir. MS lezyonları, merkezi sinir
sisteminin farklı bölümlerinde oluşabildiğinden, çok çeşitli semptom
ve belirtilere neden olabilirler. Bu vakada da olgunun dizestezi
dışında herhangi bir bulgu olmadan MS tanısı almasını ve kas
iskelet sistemi semptomatolojisinde MS’in çok farklı klinik tablolara
bürünerek sinsi seyrine dikkat çekmek istedik. Yirmi iki yaşında
bayan hasta fizik tedavi polikliniğine son bir aydır olan sağ kolda
dizestezi şikayetiyle geldi. Yapılan muayenesinde tüm sağ kolda
yaygın dizestezi dışında yüzeyel ve derin duyu kaybı, motor kayıp,
derin tendon reflekslerinde kayıp,patolojik refleksi bulunmamaktaydı.
Serebellar testleri normaldi. Özgeçmiş,soygeçmişinde özellik
bulunmamaktaydı. Boyun grafisi normaldi. Bunun üzerine çekilen
magnetik rezonans görüntülemede (MRG)’de spinal kortta C2-3 ve
C3-4 düzeylerinde belirgin olmak üzere T2 sekansında hiperintens,
beyindede sol sentrum semiovalede T1’de hipo, T2 kesitlerinde
hiperintens sinyal özelliğinde olan ve İV Gad enjeksiyonu sonrası
halkasal kontrastlanan, bilteral sentrum semiovale ve periventriküler
beyaz cevherde milimetrik boyutlu demiyelinizan plaklar gözlendi.
BOS’ta bakılan oligoklonal bant pozitif,IgG indeksi 0.98 idi. Rutin
kan değerleri normaldi. Nörolojiyle birlikte değerlendirilen olgu
klinik,radyolojik görüntüleme ve laboratuvar verileri ışığında olası
diğer etiyolojilerde dışlandıktan sonra MS olarak değerlendirildi.
Klasik bulgularla başladığında MS tanısı koymak kolaydır fakat atipik
seyirde tanı koymak zorlaşmaktadır. Bu da branşımızın kapsamındaki
hastaların semptom ve bulguların ne kadar çeşitli altta yatan
hastalıkların ne kadar farklı olabileceğini göstermiştir.
Multiple sclerosis(MS) lesions can occur in different parts of the central nervous system therefore cause a variety of symptoms and signs.In this case receive a diagnosis of MS without finding anything other than dysesthesia and changed into a very different clinical pictures of musculoskeletal symptomatology of MS would like to draw attention to an insidious course. 22-year-old female patient physical therapy clinic complaining of dysesthesia that since the last 1 month in the right arm.All examination of the outside of the left arm common dysesthesia;cranial nerve,superficial and deep sensory,motor,deep tendon reflex and pathological reflexes examination was normal. There was no resume and family history feature.Neck x-ray was normal.But magnetic resonance imaging (MRI) in the spinal cord to be C2-3 and C3-4 levels hyperintense signal in the T2sequence and also in the brain in the left centrum semiovale hypointense signal in T1,hyperintense signal in T2sections,and after İV of Gad,bialteral centrum semiovale and periventricular white matter was observed enhancing rim millimeter-sized demyelinating plaques. In CSF oligoclonal bands tended positive IgGindex was 0.98. Routine blood tests was normal. After evaluating the case with neurology,clinical,radiological and laboratory data were evaluated by the MS after the exclusion of other etiology. 1000 mg/day dose intravenous methylprednisolone was given for 5 days. When the diagnosis of MS is easy to put the classic symptoms,but atypical in navigation is difficult to diagnose. This is how a variety of signs and symptoms within the scope of physical therapy clinics and how different it may indicate an underlying disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Ali Dur, Şerafettin Demirci, Hacı Yusuf Güneş, Oral Akın, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Spontaneous PneumomedIastInum FollowIng A WrestlIng
Pnömomediastinum spontan olarak yada travma ile ilgili
durumlarda ortaya çıkabilir. Spontan Pnömomediastinum (SPM) nadir
bir durumdur ve tedavisi genellikle bu hastaların takibi ile sınırlıdır.
Acil servisimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile başvuran, güreş
sporcusu olan 15 yaşında erkek hastada SPM tespit ettik. Bu vaka
sunumumuzda pnömomediastinum gelişimi açısından travma yada
medikal müdahale öyküsü olmadan ve artmış vagal manevranın SPM’
a neden olabileceğini tartıştık.
Pneumomediastinum can develop spontaneously or in the
setting of trauma. Spontaneous pneumomediastinum (SPM) is a
rare condition and treatment of these patients is generally limited to
observation. We discovered SPM in 15-year- old male patient, who
had been wrestling, admitted to our emergency service with chest
pain and shortness of breath. In this case report we discussed that
in a patient without trauma, medical intervention for developing
pneumomediastinum, the increased vagal maneuver may lead to
SPM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Birçok Sistemik Vasküler Hastalığı Olan Bir Hastada Retina Sinir Lifi Tabakasında İncelme
Zeynep Dadacı, Cengiz Kadıyoran, Hilal Akay Çizmecioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Birçok Sistemik Vasküler Hastalığı Olan Bir Hastada Retina Sinir Lifi Tabakasında İncelme
Decreased RetInal Nerve FIber Layer ThIckness In A PatIent WIth MultIple SystemIc Vascular DIseases
\r\n Retina sinir lifi tabakasındaki incelme başta glokom olmak üzere, çeşitli nörolojik hastalıklar, optik sinirin glokom dışı bozuklukları, retina hastalıkları, toksik, nutrisyonel veya şok optik nöropatisi gibi vasküler nedenlere bağlı gelişebilir. Dünyadaki en sık körlük nedenlerinden biri olan glokom, retina ganglion hücre ölümüne bağlı olarak retina sinir lifi tabakasında incelme, optik sinir başında çukurlaşma ve görme alanı kaybı ile karakterize ilerleyici bir optik nöropatidir. Glokomla ilişkisi en iyi bilinen risk faktörü yüksek göz içi basıncı olmasına rağmen glokom risk faktörleri arasında yer alan sistemik vasküler bozuklukların özellikle göz içi basıncın düşük seyrettiği normotansif glokomun patogenezinde rol oynadığı düşünülmektedir. Çalışmamızda birçok sistemik vasküler hastalıkla beraber retina sinir lifi tabakasında incelme olan ve en olası tanı olarak normotansif glokom düşündüğümüz bir olguyu tarif ettik.
\r\n
\r\n A decrease in retinal nerve fiber layer thickness can be secondary to glaucoma, several neurologic diseases, optic nerve diseases other than glaucoma, retinal diseases, toxic, nutritional or vascular causes such as shock optic neuropathy. Glaucoma, which is among the commonest causes of blindness worldwide, is a progressive optic neuropathy characterized by a decrease in retinal nerve fiber layer thickness secondary to retinal ganglion cell death, cupping of optic nerve head and visual field loss. Although the best known risk factor associated with glaucoma is high intraocular pressure, it is thought that systemic vascular disorders, which are among the risk factors of glaucoma, play role especially in the pathogenesis of normotensive glaucoma where intraocular pressure is low. In our study, we described a patient with decreased retinal nerve fiber layer thickness and thought normotensive glaucoma as the most probable diagnosis, who also had multiple systemic vascular diseases.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreas Yaralanmaları
Rahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Farklı Klinik Bulgularla Başvuran Erişkin Still Hastalığı
Yunus Ugan, Mehmet Şahin, Şevket Ercan Tunç, Onur Kaya, Füsun Zeynep Akçam, Bülent Kaya, Ali Kutlucan
Olgu sunumu
Özeti
Farklı Klinik Bulgularla Başvuran Erişkin Still Hastalığı
Adult StIll’s DIsease PresentIng WIth DIfferent ClInIcal ManIfestatIons
Erişkin Still hastalığı (ESH), etiyolojisi bilinmeyen, patogenezinin henüz aydınlatılamadığı nadir bir sistemik inflamatuar hastalıktır. Tanı koydurucu spesifik bir testin olmaması nedeniyle tanı klinik olarak konulmaktadır. Bu hastalık yüksek ateş, artralji veya artrit ve geçici makülopapuler döküntü ile karakterizedir. Tedavide non-steroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ), kortikosteroidler ve immunsupresif ajanlar kullanılmaktadır. Burada alışılmışın dışında farklı klinik tablo ile başvuran ve erişkin Stil hastalığı tanısı konulan iki olgu sunulmuştur.
Adult Still’s disease is a rare systemic inflammatory disease with unknown etiology and its pathogenesis has not been clarified yet. Since, there is no specific diagnostic test the diagnosis is made by clinical symptoms. It is characterized by high fever, arthralgia or arthiritis and transient maculopapular rash. Non-steroidal antiinflammatory drugs, corticosteroids and immunosuppressive agents are used in the treatment. Here, we present two cases with unusual clinical manifestations which are diagnosed as adult Still’s disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Altmış Beş Yaşında Diyabetik Kadın Hastada Siyah Kıllı Dil
Göknur Kalkan, Yalçın Baş, Havva Yıldız Seçkin, Salim Karahan
Olgu sunumu
Özeti
Altmış Beş Yaşında Diyabetik Kadın Hastada Siyah Kıllı Dil
Black HaIry Tongue In A 65-Year-Old DIabetIc Woman
Lingua villoza nigra olarak da adlandırılan siyah kıllı dil; çeşitli
tetikleyici faktörler nedeniyle oluşan dil sırtında anormal kahverengi
siyah renk değişikliği ile karakterize ağrısız, asemptomatik benign
bir bozukluktur. Sıklıkla oral hijyeni bozuk, sigara ve antibiyotik
kullanımı olan 40 yaş üstü kişilerde görülür. Burada siyah kıllı dil
nedeniyle polikliniğimize başvuran 65 yaşında diyabetik kadın hasta
sunulmaktadır. Bu vaka aracılığıyla, bu hastalık tekrar gözden
geçirilecek ve günlük pratikte nadiren görülen bu hastalık hatırlatılmış
olunacak ve tedavide oral hijyene dikkat etmenin önemi ve fırçalama
teknikleri anlatılacaktır.
Black hairy tongue, also named as lingua villosa nigra, is a
painless, asymptomatic, benign condition characterized by an
abnormal brownish–black discoloration of the dorsal surface of the
tongue caused by variety of precipitating factors. It usually appears
in people over age 40 years with a history of poor oral hygiene,
smoking and antibiotic use. Here we report a case of 65-year-old
diabetic woman patient presented to our outpatient clinic with black
hairy tongue. By means of this case, data about this disorder will
be able to reviewed and reminded to be aware of this rarely seen
disease in daily practice and advise to pay more attention to oral
hygiene and brushing techniques that will help treating this disorder.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Posterior Mediastende Retrosternal Guatr
Sami Ceran, Burhan Apilioğulları, Ebubekir Gündeş, Ahmet Dumanlı
Olgu sunumu
Özeti
Posterior Mediastende Retrosternal Guatr
Retrosternal GoIter Of The PosterIor MedIastInum
Tiroid kitlesinin %50’den büyük bölümünün sternal çentiğin
altında; mediasten içinde olması retrosternal guatr olarak
adlandırılmaktadır (1). Elli sekiz yaşında kadın hasta yaklaşık 10
yıldır olan nefes darlığı ve progressif olarak artan efor dispnesi ile
başvurdu. Yapılan tetkiklerinde posterior mediastene uzanım gösteren
retrosternal guatr tespit edildi. Torakotomiye gerek duyulmadan
servikal yaklaşım ile total tiroidektomi yapıldı. Operasyon sonrası 3.
günde hasta sorunsuz şekilde taburcu edildi.
The term of retrosternal goiter means that more than 50% of
thyroid gland descends in the thorax. These commonly present as
asymptomatic lesions, but less commonly may also cause airway
and esophageal compression. Surgery remains the most effective
treatment for retrosternal goiters. We report the case of a retrosternal
goiter which compressed and dislocated the trachea and esophagus.
It was excised using a transcervical approach. The patient recovered
well and was discharged at postoperative 3 day.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
Hatice Kutbay Özçelik, Sibel Yurt, Gülşah Günlüoğlu, Turan Aslan, Murat Sezer, Filiz Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Nadir Görülen Bir Özefageal Tüberküloz Olgusu
An Unusual Case Of Esophageal TuberculosIs
Gelişmekte olan ülkelerde yaygın organ tüberkülozu önemli bir halk sağlığı problemidir. Ağızdan anüse kadar gastrointestinal sistemin herhangi bir yerinde tüberküloz görülebilir. Özefageal tüberküloz ise % 0,14 gibi çok az bir oranda görülür. Genellikle mediastinel lenf nodlarından direkt olarak yayılır. Bizim vakamız, polikliniğimize disfaji, odinofaji, kilo kaybı ve 6 aydır devam eden epigastrik ağrı şikayeti ile başvuran 55 yaşında bayan hasta idi. PA akciğer grafisinde; sol hemotoraksta hilustan perifere uzanan fibrotik bant izlenimi veren lineer opasite ve sol kostofrenik sinüste küntleşme mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde subkarinal ve sağ hiler milimetrik sekel kalsifik lenf nodları, torakal özefagusta karina düzeyinde ve hemen proksimalinde duvar kalınlaşması ve lümende daralma, sağ akciğer orta ve sol akciğer alt lobda subsegmenter atelektazi alanları izlendi. Üst gastrointestinal endoskopisinde; özofagusta 19. cm’de arka duvarda yaklaşık 1 cm çapında ülsere lezyon görüldü. Bu bölgeden alınan biyopside tüberküloz ile uyumlu nekrotizan granülomatöz iltihap izlendi. Antitüberküloz tedavinin 2. ayında yapılan endoskopide ülsere lezyonun iyileştiği, alınan biopsi örneğinde tüberküloza ait bir bulgunun görülmediği saptandı. Sonuç olarak; disfaji ve kilo kaybı ile başvuran ve radyolojik bulgusu olan hastalarda ayırıcı tanıda özofageal tüberküloz düşünülmelidir.
Organ tuberculosis is an important problem for the public health in devoloping countries. Tuberculosis can be seen on any part of the gastrointestinal tract from mouth to anus. Esophageal tuberculosis is very rarely seen with 0.14% prevalance. It usually originates from mediastinal tuberculous lymphadenopathy. We report a 55-year-old woman who admitted to our hospital with complaints of dysphagia, weight loss, audinophagia and epigastric pain. The chest radiography revealed a linear opacity compatible with fibrotic tape was seen on chest x-ray. Thorax CT examination revealed milimetric calcified lymph nodes at subcarinal and the right hilar region, thickening of proximal part of esophageal wall through carinal leveland subsegmenter collapse on left lower lobe. Ulcerative lesion with dimension of 1×1 cm localized in the 19th cm of the esophagus was seen on upper gastrointestinal endoscopy, suggesting esophageal carcinoma. Biopsy revealed necrotizing granulomatous ulceration which resembled tuberculosis. After antituberculous chemotherapy, the endoscopy repeated in end of the 2nd month of antituberculous therapy and the recovery of ulcer lesion was seen and the biopsy showed no signs of tuberculosis. Conclusion; esophageal tuberculosis should be kept in mind at differential diagnosis in patients who have complaints of dysphagia and loss weight and radiological signs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
Sabri Hergüner, Erdinç Çiçek, Fatih Kayhan, Arzu Hergüner
Olgu sunumu
Özeti
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
A PedIatrIc Case WIth CyclIc VomItIng Syndrome
Döngüsel kusma sendromu (DKS), tekrarlayıcı bulantı ve kusma
atakları ile kendini gösteren bir durumdur. Belirtilerin başlangıcı
genellikle 4–6 yaş arasındadır ve kızlarda daha sık görülmektedir.
Ataklar çoğunlukla psikososyal ya da fiziksel bir tetikleyici ile ortaya
çıkar. Son yıllarda DKS ve migren arasında ortak bir patofizyoloji
olabileceği üzerinde durulmaktadır. DKS olan çocuklarda ve
annelerinde kaygı bozukluklarının sık olduğu gösterilmiştir. Bu
yazıda tekrarlayan kusma atakları nedeniyle kliniğimize başvuran 5
yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Kaygı belirtileri ve kusma atakları
nedeniyle tedavi olarak bir seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
essitalopram başlanmış ve tedaviden belirgin fayda görmüştür.
Cyclic vomiting syndrome (CVS) is characterized by recurrent
episodes of nausea and vomiting. Age at onset of symptoms ranges
between 4–6 years and there is a female predominance. CVS attacks
are generally associated with psychosocial or physical triggers. In
last years a shared pathophysiology between migraine and CVS has
suggested. Children with CVS and their mothers have elevated rates
of anxiety disorders. In this report, we presented a 5-year-old girl
who referred to our out-patient clinic because of recurrent vomiting
episodes. Because of her anxiety symptoms and vomiting attacks,
escitalopram, a selective serotonin reuptake inhibitor, was initiated
and she had significant improvement during treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Goldenhar Sendromlu Bir Olgu Ve Literatür İncelemesi
Özgür Pirgon, Ahmet Sert, Mehmet Emre Atabek
Olgu sunumu
Özeti
Goldenhar Sendromlu Bir Olgu Ve Literatür İncelemesi
A Case WIth Goldenhar Syndrome And RevIew Of The LIterature
Amaç: Goldenhar sendromu teşhis edilen bir olgunun, nadir görülmesi nedeniyle tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Goldenhar sendromu birinci ve ikinci brankiyal arktan kaynaklanan bir yapı defektidir. Kalıtsal geçiş bazı otozomal dominant ve resesif vakalar dışında çoğunlukla sporadiktir. Tanı dış, orta veya iç kulak yolu anomalileri, epibulber dermoid, fasiyal ve vertebral anomalilerin bulunması ile konulur. Goldenhar sendromlu hastalarda zamanla dil ve konuşma geriliği oluşmaktadır ve önlem amacıyla bu iletişim bozukluklarının erken tespiti gereklidir. Sonuç: Bu yazıda preaurikuler tag, hemifasiyal mikrozomi ve kulak anomalisi gibi Goldenhar sendromuyla uyumlu dismorfik özelliklere sahip olan on aylık bir kız vaka takdim edilmektedir.
Aim: It was aimed to discuss a rare case which was diagnosed as Goldenhar syndrome. Case Report: Goldenhar syndrome is a defect of the structure arising from first and second branchial arches. The hereditary pattern is mainly sporadic, except for some autosomal dominant and recessive cases. It may be diagnosed by the detection of the external, middle and inner ear abnormalities, epibulbar dermoids, facial and vertebral anomalies. In the course of time the disability of speech and language have occurred in the patients with Goldenhar syndrome and early detection of these communication disorders is necessary in order to take precautions. Conclusion: A 10-month-old female case who has dysmorphic features consistent with Goldenhar syndrome, such as preauricular tag, hemifacial microsomia and ear abnormalities has been presented in this report.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkin Hastada Aksiller Lenfanjiyom
Abdussemet Hazar, Mehmet Salih Aydın, Aydemir Koçarslan, İbrahim Can Kürkçüoğlu, Mustafa Göz
Olgu sunumu
Özeti
Erişkin Hastada Aksiller Lenfanjiyom
AxIllary LymphangIoma In Adult PatIent
Lenfanjiomlar erişkin hastalarda nadirdir. Bu rapor, omuz ağrısı
ile aksiller bölgede lenfanjiyom gelişen 27 yaşında kadın olgu
sunumudur. Hasta lenfanjiyom çıkarılması ile başarılı bir şekilde
tedavi edildi.
Lymphangiomas are rare in adult patients. This is a case report
of a 27-year-old female who developed lymphangioma in axillary area
with shoulder pain. She was successfully treated with excision of the
lymphangioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nazolabial Kistte Tirozin Kristalleri - Sitolojide Tanı Konulan İlginç Bir Görünüm
Vijay Shankar S, Mg Abhishek, M Sanjay, K Amita
Olgu sunumu
Özeti
Nazolabial Kistte Tirozin Kristalleri - Sitolojide Tanı Konulan İlginç Bir Görünüm
TyrosIne Crystals In NasolabIal Cyst – A MorphologIc CurIosIty DIagnosed At Cytology
Tirozin bakımından zengin kristaller (TC), histopatolojide nadiren karşılaşılan, sitolojide daha nadir görülen ilginç yapılardır. Bu kristaller, tükürük bezi, lakrimal bezin ve nadiren larinksin çeşitli neoplastik olmayan ve neoplastik lezyonlarında nadir olarak görülebilir. Nazolabial kistte bu kristallerin bulgusu bugüne kadar bildirilmemiştir.
Nazolabial kistin klinik ve radyolojik tanısı ile 35 yaşında bir kadın hastaya ince iğne aspirasyon sitolojisi (FNAC) uygulandı. Singles ve ‘petaloid’ ve ‘daisy head’ formları varsayan gruplarda tirozin kristalleri az sayıda lenfosit ve histiyositle birlikte kaydedildi. Amilaz kristalleri de not edildi.
Kesin nedene bakılmaksızın, TC'nin sitolojik olarak tanınması karışıklığı önlemek için önemlidir. Bu kristallerin FNAC'de tanımlanması için ön tanıda düşünülmesi, sitopatolojiyi tüm aspiratın titizlikle incelenmesi için uyarır. Bu yazı ayrıca, TC'nin oluşumunun nazolabial kist ile sınırlı olmadığını ve bunun çeşitli durumlarda gerçekleşebileceğini vurgulamaktadır.
Background: Tyrosine rich crystals (TC) are curious structures, rarely encountered at histopathology, more so at cytology. These crystals have been documented exceptionally in various non-neoplastic and neoplastic lesions of salivary gland, lacrimal gland and rarely in larynx. The finding of these crystals in nasolabial cyst has not been reported till date.
Case: A 35-year-old female with a clinical and radiologic diagnosis of nasolabial cyst underwent fine needle aspiration cytology (FNAC). Tyrosine crystals in singles and in groups assuming ‘petaloid’ and ‘daisy head’ forms were noted along with few lymphocytes and histiocytes. Amylase crystals were also noted.
Conclusion: Regardless of the precise cause, cytologic recognition of TC is important to avoid confusion. Identification of these crystals at FNAC is a matter of avid observation and encourages cytopathologist for meticulous examination of all fluids. The case also highlights that the occurrence of TC is not restricted to SG and the circumstances in which it occurs is diversified.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Bayram Altuntaş, Mahmut Subaşı, Zeynep Paçin Türktarhan, Erkan Kaba, Özkan Çinici
Olgu sunumu
Özeti
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Tracheal StenosIs Related To Prolonged IntubatIon
Uzamış entübasyon sonrası görülen trakeal stenoz, halen önemli
bir klinik sorun oluşturmaktadır. Etyolojisinin daha iyi anlaşılması,
entübasyon tüpü ve trakeostomi kanüllerinin modifiye edilmesiyle
beraber insidansı azalmıştır. Kırkaltı yaşında erkek hastada,
uzamış entübasyon sonrasında üç boyutlu tomografi ve bronkoskopi
ile trakea stenozu saptandı ve bronkoskopik dilatsayon işlemi
uygulandı. Dilatasyon sonrası stenozu nüks eden hastaya trakeal
sleeve rezeksiyonu uygulandı. Uzamış entübasyona bağlı trakeal
stenozlarda tanı ve tedaviyi vurgulamayı amaçladık.
Tracheal stenosis related to prolonged intubation is a important
clinical problem, currently. Its incidence has decreased with
recognition of its etiology and modifications in the endotracheal
and tracheostomy tubes. A tracheal stenosis related to prolonged
intubation was detected by three dimension computed tomography
and bronchoscopy in a 46-year-old man. Although the bronchoscopic
dilatation, stenosis recurred. Therefore the tracheal sleeve resection
was performed. We aimed to emphasize the diagnosis and treatment
in the tracheal stenosis related to prolonged intubation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preterm Erken Membran Rüptüründe Pulmoner Tromboemboli
Kazım Gezginç, Fatma Yazıcı, Refika Selimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Preterm Erken Membran Rüptüründe Pulmoner Tromboemboli
Pulmonary ThromboembolIsm In A PatIent WIth Preterm Premature Rupture Of Membranes
17. gebelik haftasında preterm EMR tanısı alıp, ailenin terminasyonu kabul etmemesi üzerine 14 hafta boyunca takip edilen hastanın sunulması. 35 yaşında, son adet tarihine göre 17 haftalık gebeliği olan hasta vajinal akıntı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın anamnezinde akıntı tariflemesi, amnion mai azalmış olması ve nitrazin testi pozitifliği sebebi ile PEMR tanısı ile kliniğimize yatırılarak takibe alındı. Aileye gebeliğin sonlandırılması önerildi ancak aile gebeliğin devamını istedi. 14 hafta boyunca hastanın antibiotik tedavi altında takibi yapıldı. 31. gebelik haftasında hastanın spontan ağrılarının başlaması, vaginal tuşesinin ilerlemesi üzerine sezaryen yapıldı. Postoperatif 1. günde hastanın sol bacağında şişlik tariflemesi üzerine çekilen sol ekstremite venöz dopplerinde akut derin ven trombozu olduğu saptandı. Hastanın nefes darlığı ve eşlik eden düşmeyen ateşi nedeniyle hastaya pulmoner tromboeemboli ön tanısı ile çekilen bigisayarlı kontrast toraks tomografisinde ve pulmoner anjiografisinde, pulmoner tromboemboli tanısı aldı. Hasta postoperative 10. gün sorunsuz olarak warfarin sodyum (Coumadin®, Zentiva, İstanbul) 5 mg/gün po. kullanmak üzere taburcu edildi. Preterm erken mebran rüptürü olan kadınlarda tromboembolik olayların prevalansı, bu tedaviyi (uzun dönem yatak istirahati) almayan gebe kadınlara kıyasla önemli ölçüde artmaktadır.
To present a patient who was diagnosed as Preterm Premature Rupture of Membrane at 17th gestational week, she didn’t accept termination of her pregnancy and followed up for 14 weeks period. The patient was 35 years old and had 17 weeks pregnancy estimated using the date of the patient’s last menstrual period, referred to our clinic with vaginal discharge. The patient hospitalized for fetal and maternal monitoring with diagnosis of Preterm Premature Rupture of Membrane because of continued vaginal discharge at anamnesis, positive result at nitrazine paper and decreasing amniotic fluid on ultrasound. The family was asked for termination of pregnancy but they wanted to continue pregnancy. The patient was followed up for 14 weeks period with giving antibiotics. The patient’s labour started spontaneously on 31 gestational age, increased cervical dilatation at vaginal examination so that the patient was delivered by cesarean section. On first postoperative day the patient complained from swelling at left leg so left extremity venous doppler was performed and acute deep vein thrombosis was detected. Because of shortness of breath with continued fever at the patient, contrast computerized tomography and pulmonary angiographytaken with the preliminary diagnosis of pulmonary thromboembolism. The absolute result was pulmonary thromboembolism. The patient was discharged without any problem on 10th postoperative day for use warfarin sodium (Coumadin®, Zentiva, İstanbul )5 mg / day po. The prevalence of thromboembolic events among women for whom extended bed rest is prescribed as part of the treatment of premature labor or preterm premature rupture of membranes is significantly increased with respect to that among pregnant women who do not receive this therapy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yaşlılık Ve Ekstrapulmoner Tüberküloz: Testis Tüberkülozu Olan 90 Yaşındaki Olgu Nedeniyle
Fikret Kanat, Turgut Teke
Olgu sunumu
Özeti
Yaşlılık Ve Ekstrapulmoner Tüberküloz: Testis Tüberkülozu Olan 90 Yaşındaki Olgu Nedeniyle
AgIng And Extrapulmonary TuberculosIs: A 90 Year Old Case WIth TestIcular TuberculosIs
Amaç: Akut veya kronik hastalıklar, malnütrisyon ve yaşlanma ile ilişkili biyolojik değişiklikler vücudun savunma bariyerlerini, klirens mekanizmalarını bozabilir ve Mycobacterium tuberculosis gibi mikroorganizmalara karşı hücresel immün cevapta yaşla ilişkili beklenen azalmaya katkıda bulunur. Olgu Sunumu: Testiste kitle nedeniyle opere edilen ve testis tüberkülozu tanısı konulan 90 yaşındaki hasta izoniazid, rifampisin, etambutol, morfozinamid kombinasyonu ile tedavi edildi. Sonuç: Yaşlanmaya bağlı olarak immün sistemde olan değişiklikler nedeniyle yaşlılıkla tüberküloz insidansı ve bununla birlikte ekstrapulmoner tüberküloz riski artmaktadır.
Aim: Acute or chronic diseases, malnutrition, and the biological changes reagarding to aging can disrupt protective barriers, impair clearance mechanisms, and contribute to the expected age-related diminution in cellular immune responses to microorganisms such as Mycobacterium tuberculosis. Case Report: A 90 year old patient with the diagnosis of testicular tuberculosis after an operation because of a mass in testis was treated with isoniazide, rifampicin, ethambutol and morphozinamide. Conclusion: The extrapulmonary tuberculosis risk may increase in the elderly together with the increase in tuberculosis because aging may reduce the effectiveness of the body's immune system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alveoler Kemik Grefti Donör Sahasındaki Kemik Balmumu Nedeniyle İyileşmeyen Ülser - Bir Olgu Sunumu
Moumita De de, Rakesh Dawar, Maneesh Singhal, Ashish Bichpuriya, Ravikiran Nalla
Olgu sunumu
Özeti
Alveoler Kemik Grefti Donör Sahasındaki Kemik Balmumu Nedeniyle İyileşmeyen Ülser - Bir Olgu Sunumu
Non-HealIng Ulcer Due To Bone Wax In Alveolar Bone Graft Donor SIte- A Case Report
Kemik balmumu, balmumundan üretilmiş yaygın olarak kullanılan bir hemostatik ajandır. Nöroşirürji, ortopedik cerrahi, çene ve ortognatik ameliyatlarda yaygın olarak kullanılır. Her ne kadar kemik balmumu nedeniyle komplikasyon ile ilgili birkaç vaka bildirilmiş olmasına karşın, çeşitli cerrahi bölgelerde kullanımı devam etmektedir. Alveoler kemik greftlenmesi için kemik kemik grefti yerleştildikten bir yıl sonra ortaya çıkan iliak krest üzerinde olağandışı bir iyileşmeyen ülser vakasını sunuyoruz.
Bone wax is a commonly used hemostatic agent derived from beeswax. It is used widely in neurosurgery, orthopaedic surgery, maxillofacial and orthognathic surgery. Although few case reports have emerged regarding complication due to the bone wax, the use of it continues in various surgical sites. We report an unusual case of a non-healing ulcer over the iliac crest appearing one year after bone harvest was done for alveolar bone grafting
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
Alaaddin Nayman, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya, Ganime Dilek Emlik, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
MrI FIndIngs In Head And Neck HemangIomas And DramatIc Response To Treatment
Hemanjiomlar çocukluk çağının en sık tümorleridir aynı zamanda en sık konjenital lezyonlarıdır(1). Vasküler malformasyonlar tüm benign tümörlerin yaklaşık %7’lik bir oranını oluştururlar(2). Baş boyun bölgesi vücudun yaklaşık %14’ünü oluşturmakla birlikte hemanjiomların %65’i bu lokalizasyondan kaynaklanmaktadır(1). MRG hemanjiomların tanısında ve çocukluk çağında medikal tedavi ile gerileyen hemanjiomların tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde oldukça faydalı bir görüntüleme yöntemidir.
Hemangiomas are the most common congenital lesions and they are the most common tumors of childhood(1). Vascular malformations are common lesions accounting for approximately 7% of all benign tumours(2). Although the head and neck region comprises only 14% of the body surface, 65% of hemangiomas arise from this region(1). MRI in the diagnosis of hemangiomas and hemangiomas regressed with medical therapy in childhood is a very useful imaging method for assessing response to treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Ali Ulvi Uca, Zehra Akpınar, Orhan Demir
Olgu sunumu
Özeti
Melkersson-Rosenthal Sendromu
Melkersson-Rosenthal Syndrome.
Melkersson Rosenthal sendromu (MRS), etyopatogenezi tam olarak bilinmeyen, seyrek görülen bir hastalıktır. Bu sendrom tekrarlayan orofasiyal ödem, periferik fasiyal parallzi atakları ve skrotal dil ile karakterizedlr.Bu çalışmada MRS’nun klinik özelliklerini gösteren 24 yaşında bir erkek hastayı sunarak bu sendromun insidansı, etyolojisi, patolojisi, klinik özellikleri, ayırıcı tanı ve tedavisini ilgili literatür bilgileri ışığında gözden geçirdik.
Melkersson- Rosenthal syndrome (MRS) is a rare disorder of unknovvn etiopathogenesis. This syndrome is characterized by a triad of recurrent orofacial edema, relapsing facial palsy, and scrotal tongue. İn this report a 24 year old man with the typical clinical symptoms and signs of MRS is reported. İn addition, the literatüre on MRS is revievved with respect to incidence, etiology, clinical features, pathology, diagnosis and treatment.